![]() |
Tasavvufi Terimler ve Anlamları - Baskı Önizleme +- Tiryaki Board (https://www.tiryakiboard.com) +-- Forum: DİNİ İSLAMİ BİLGİLER (https://www.tiryakiboard.com/forumdisplay.php?fid=8) +--- Forum: iSLAMi BiLGiLER (https://www.tiryakiboard.com/forumdisplay.php?fid=187) +---- Forum: Islam Tasavvufu Hakkında Bilgiler (https://www.tiryakiboard.com/forumdisplay.php?fid=205) +---- Konu Başlığı: Tasavvufi Terimler ve Anlamları (/showthread.php?tid=39177) |
Tasavvufi Terimler ve Anlamları - RasitTunca - 07-08-2025 Tasavvufi Terimler ve Anlamları Tasavvufta en çok kullanılan terimler nelerdir? Tasavvuf terimleri sözlüğü... Tasavvuf terimleri ve anlamları. TASAVVUF TERİMLERİ VE ANLAMLARI Abes: Boş, gereksiz, saçma, hakîkate uymayan şey. Abus: Somurtkan, ekşi, asık çehreli kimse. Akîde: Îtikad, îman, dînî inanış. Alâmet-i fârika: 1. Ayırt edici vasıf. 2. Karakteristik özellik. Alenî: Açıkta, herkesin gözü önünde cereyân eden, açık, meydanda, âşikâr. Aşkullah: Allah aşkı. Ayân: Belli, açık, meydanda. Ayine: Ayna. Bâtınî: Dâhilî, sır ve hakîkatle ilgili. Beis: Zarar, ziyan, mahzur. Belâgat: Edebiyat kâideleri ilmi. Söz ve yazıda düzgün, sanatlı ve tesirli ifâde. Benî İsrâil: İsrailoğulları, yahudîler. Bîgâne: 1. Tanıdık olmayan, yabancı. 2. İlgisiz. Bîzâr: Rahatsız, bıkmış, usanmış, şikâyetçi, küskün. Buğz: Düşmanlık hissi, nefret, kin, içten düşmanlık göstermek. Cârî: 1. Cereyân eden, akan, akıcı. 2. Geçerli, mûteber, yürürlükte. 3. Tedâvül eden. Celâdet: Yiğitlik, kahramanlık, metânet. Celbetmek: Çekmek, getirmek, dâvet etmek. Cemâdât: Cansız varlıklar. Cemâl: 1. Yüz güzelliği. 2. Güzellik, iç ve dış güzelliği. 3. Allâh’ın rahmetiyle tecellîsi, lûtuf, rızâ, ihsan vb. sıfatları. Celâl’in karşılığı. Cemâlî sıfat: Allah Teâlâ’nın lûtuf, ihsan ve merhametine delâlet eden vasıfları. Cemâlullâh: Hak Teâlâ’nın sonsuz güzelliği. Cevvâliyet: Çok hareketlilik, canlılık, akışkanlık. Cîfe: 1. Leş. 2. Pis ve iğrenç şey. Cüzʼî: Az, pek az, az miktarda. Dâvî: Dâvâ, iddiâ. Delâlet: 1. Alâmet, işaret. 2. Yol gösterme, kılavuzluk etme. Dersiâm: Talebeye, medreseliye ve herkese ders vermeye yetkili bulunan kimse. Derûnî: İçten, gönülden. Diğergâmlık: Başkalarını düşünmek. Dûçâr olmak: Mâruz kalmak, yakalanmak. Empoze: Zorla, baskı ile kabul ettirilmiş. Emr-i bi’l-mârûf, nehy-i ani’l-münker: İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak. Evlâ: 1. Birinci, daha önce gelen. 2. Daha iyi, daha uygun, daha lâyık, daha münâsip. Fârik: Fark eden, ayıran. Farîza: 1. Şer‘î açıdan yapılmasında mecbûriyet bulunan şey, farz olan şey. 2. Mutlaka yapılması îcâb eden şey. Farz-ı ayn: Mükellef olan herkes tarafından mutlaka yerine getirilmesi îcâb eden farz. Farz-ı kifâye: Bir veya yeterli sayıda kişi tarafından yerine getirilmesi ile başkaları üzerinden kalkan farz. (Meselâ, cenâze namazı.) Fazl u kerem: İyilik, fazîlet, lûtuf, cömertlik. Fenâ filllâh: Maddî varlık ve benlikten sıyrılıp rûhen Allah Teâlâ’nın varlığında yok olma. Ferâgat: 1. Hakkından isteyerek vazgeçme. 2. Dâvâdan vazgeçme. 3. Affetme. Ferah-nâk: Sevinçli, mesut, şâd. Feyz: 1. Mânevî haz; gönül huzuru. 2. Bolluk, bereket. 3. Olgunlaşma ve ilerleme. 4. Suyun taşıp akması. Firâset: Mânen kavrama, anlama, sezme kâbiliyeti. Gâib: Bulunmayan, hazır olmayan, kayıp, görünmeyen. Garâip: 1. Garip, acâyip, şaşılacak şeyler. 2. Tuhaflıklar. Gayb: 1. Göz önünde olmayan, alâmet ve emâre ile bilinemeyen, gizli olan. 2. His ve aklın ötesinde kalan, insanlar tarafından kavranamayan. 3. Mânevî âlem. Gayretkeşlik: Tarafgirlik, yardakçılık. Gıyâb: Bulunmama, hazır olmama, uzakta olma. Hacc-ı ekber: 1. Farz olan hac ibadeti. 2. Hac sırasında Arafat’a çıkma günü Cuma gününe rastlayan hac. Hâcet: İhtiyaç, lüzum, gereklilik, muhtaçlık. Hâdisat: Hâdiseler, olaylar. Hakşinas: Hak ve hakîkati tanıyıp kabûl eden, doğruya tâbî olan. Hamâkat: Anlama kıtlığı, bönlük, ahmaklık. Hasis: Elinde bulunduğu hâlde kimseye yardım etmeyen, vermeyen, cimri, pinti. Hâzık: Hazâkatli, işinin ehli, usta, eli uz. Hengâm: Zaman, çağ, sıra, vakit, mevsim. Hevâ: 1. Nefse âit şeylere olan heves, istek. 2. Nefsânî zevkler, düşkünlükler. Hezeyan: 1. Saçmalama, abuk sabuk konuşma, herze. 2. Sayıklama. Hikmet: 1. Yüksek bilgi. 2. Sebep, gizli sebep. 3. Ahlâkî söz, öğüt verici, öğretici ahlâkî söz. Himmet: Yardım, ihsan, mânevî yardım, rûhânî imdat. Hodgâm: Hodbin, bencil, sırf kendi menfaatini düşünen. Husûmet: 1. Düşmanlık. 2. Hasımlık, hasım olma hâli. Huşû: 1. Allah Teâlâ’ya karşı korku ve sevgi ile boyun eğme; bu duygu ile meydana gelen hâl. 2. Alçak gönüllülük, tevâzu. Hüsn-i hâl kağıdı: 1. Resmî dâirelerce verilen iyi hâl kağıdı. 2. Bir şey veya kişi hakkında güzel ve iyi şâhitlikte bulunmak. Hüsn-i kabûl: İyi karşılayış, saygı ve sevgi gösterme. Islahat: Islahlar; bozukluk, kötülük ve aksaklıkları düzeltmek için yapılan işler, reform. İbâre: 1. İfade, tâbir. 2. Bir fikri ifade eden kısa söz topluluğu. 3. Cümle. İcâzet: 1. İzin, ruhsat. 2. Diploma. İdâme: Devam ettirme, sürdürme. İdlâl: Dalâlete düşürme, doğru yoldan çıkarma, azdırma. İfnâ: Yok etme, tüketme, bitirme. İğvâ: Azdırma, yoldan çıkarma, ayartma. İhâta: 1. Bir şeyi kuşatma, çevirme, kavrama. 2. Zihnen, aklen, bilgiyle kavrama; tam ve mükemmel bir şekilde anlama. İhtilâç: 1. Çarpıntı, çarpınma. 2. Seğirme. 3. Kasların gayr-i ihtiyârî kasılması. İhtilât: Karışıp görüşme, beraber yaşama. İhtiras: Aşırı hırs, şiddetli arzu. İhyâ: 1. Yeniden hayat kazandırma, canlandırma, uyandırma, diriltme, güçlendirme, tâzeleme, onarma, şenlendirme, îmâr. 2. Bir geceyi ibadetle geçirme. İkāme: 1. Yerine koyma. 2. Oturtma. 3. Ayağa kaldırma. 4. Namazı hakkıyla kılma. İkrar: 1. İnancını, fikrini açıkça söyleme. 2. Tasdîk, kabul. 3. Îtiraf. 4. Kararlaştırma. İlhâk: 1. Katma, ilâve etme, ekleme. 2. Hâkimiyeti altına alma. İlticâ: 1. Sığınma. 2. Güvenme, dayanma. 3. Duâ ve yakarış. İmtizâc: 1. Karışabilme. 2. Birbirini tutma, uygunluk. 3. İyi geçinme, uyuşma. İn’ikâs: Akislenme, yansıma. İnd: Kat, huzûr. İnkişaf: 1. Açılma. 2. Büyüme, gelişme. 3. Meydana çıkma. İrşad: 1. Hak yolu, doğru yolu gösterme, uyarma. 2. Tasavvufta, mürşidin Allah yolunu göstermesi. İrtikâb: Kötü, fenâ, günah teşkil edecek bir şey yapma. İstiâb: 1. İçine alma, içine sığma. 2. Kapasite. İstîdat: 1. Bir şeyin kabûlüne, kazanılmasına olan tabiî meyil, kâbiliyet. 2. Akıllılık. 3. Anlayışlılık. İstifham: Zihni ve gönlü meşgul eden soru. İstiğrak: 1. Dalma, içine gömülme. 2. Kendinden geçip dünyayı unutma. İstihzâ: Alaya alma, eğlenme, zevklenme, ince alay. İtidâl: 1. Aşırı olmama, orta hâlde bulunma. 2. Yumuşaklık, mülâyemet. İtiyad: Âdet hâline getirme, alışma, alışkanlık. İttibâ: Tâbî olma, uyma, ardı sıra gitme. İzzet: 1. Kıymet, değer. 2. Yücelik, ululuk. 3. Saygı, kerem. Kāl: Söz, lâf. Kalb-i münîb: Allâh’a yönelen kalp. Kalb-i selîm: Allâh’ın râzı olduğu temiz gönül, fıtrî sâfiyeti bozulmamış kalp. Kapitalist: Sermâye sahiplerinin iktisâdî sahada serbest faaliyet etmeleri esasına dayanan, sermâyedarlar rejimini benimseyen. Kasvet: İç sıkıntısı, gam keder, tasa. Kelp: Köpek. Kerahat: 1. İğrenme, nefret etme, tiksinme. 2. Bir işi zorla mecbûriyet yüzünden yapma. 3. Dinî bakımdan haram sayılmamış olmakla beraber, harama yakın sayılan fiil veya şey. Kesif: Yoğun, koyu, sık, tok, kalın. Keyfiyet: Bir şeyin nasıl olduğu, hâl, durum, nitelik, kalite. Kıstas: Ölçü, miyar, nisbet, mîzan. Kinâye: 1. Maksadı kapalı ve dolaylı anlatan söz. 2. Üstü örtülü, dokunaklı söz. Küllî: 1. Bütünle ilgili, bütüne âit, umûmî, hepsi, tamamı. 2. Çok miktarda. Lâhûtî: Ulûhiyet âlemiyle ilgili, ulûhiyete âit, İlâhî, Rabbânî. Latîf: 1. Hoş, yumuşak, nârin. 2. Cismânî olmayan, rûhânî. Ledünnî: 1. Allah bilgisine ve sırlarına âit. 2. Allah katından bildirilen. Liberalist: Kişi hürriyetlerine taraftar olan, liberalizm taraftarı. Mâhî: Balık. Mahkeme-i kübrâ: Büyük mahkeme, ölümden sonra çıkılacak ilâhî mahkeme. Mahviyet: 1. Beşerî ve dünyevî noksanlıklardan kurtulma hâli. 2. Tevâzu. Mâkes: Akis yeri, bir şeyin yansıdığı yer. Mâlâyânî: Mânâsız, faydasız, boş söz. Mâlik: 1. Sahip, efendi. 2. Tasarruf eden, elinde bulunduran. Mâlikiyet: Mâlik olma, sahip bulunma, tasarruf ve temellük hakkı. Mâlûl: İlletli; kendisinde bir hastalık bulunan. Maraz: Hastalık, dert, belâ. Mârifetullah: Allah -celle celâlühû-’yu kalben ve yakînen tanıma, bilme. Mâsıyet: 1. İsyan. 2. Kötülük. 3. Günah şeyler. Mâsivâ: 1. Allah’tan gayrı bütün varlıklar. 2. Dünya ile ilgili olan şeyler. Maslahat: 1. Yerine göre îcâb eden iş, söz, davranış. 2. İyilik, düzen, âsâyiş. Mass: Emme, emerek çekme, soğurma. Materyalist: Maddeden başka varlık ve kuvvet tanımayan felsefî ekolü, maddeciliği benimseyen kimse. Mazhariyet: Mazhar olma hâli, nâil olma, kavuşma, şereflenme. Med-cezir: 1. Denizin Ay çekimi tesiri ile alçalıp yükselmesi, gel-git. 2. İniş-çıkış. Meftûn: 1. Gönül vermiş, vurgun, müptelâ, düşkün. 2. Şaşkınlık derecesinde beğenmiş, hayran. Meknuz: Yere gömülü, hazinede saklı. Melce: Sığınılacak yer, ilticâ edilecek yer, barınak. Melekût: 1. Saltanat, hükümdarlık, padişahlık. 2. Melekler ve ruhlar âlemi. 3. Melekler ve ruhlar, semâvî şeyler. Menşe: Neş’et edilen yer, çıkış yeri, kök, kaynak. Menzil: 1. Konaklanılan mekân, ev. 2. Hedef, gâye. Merci: 1. Müracaat edilecek makam. 2. Dönülecek yer. Mesâbe: Değer, hüküm, derece, mertebe, misil. Meşrep: 1. Bir kimsenin yaratılıştan gelen mizâcı, tabiat, huy. 2. Âdet. 3. Gidiş, hareket, tavır, tutum. Meşrû: 1. Şerîate uygun, dînin müsaade ettiği şey. 2. Hukuka, kanuna uygun. Metâ: Mal, servet, ticârî değeri bulunan varlık. Metânet: Metinlik, muhkemlik, dayanıklılık, sağlamlık. Meziyet: Bir kimseyi başkalarından ayıran ve yücelten vasıf, üstünlük, değerlilik. Muâfiyet: 1. Affedilmiş, bağışlanmış olma. 2. İstisnâ, imtiyaz. Muâheze: 1. Birinin hâl ve davranışlarını beğenmeyerek çıkışma, azarlama. 2. Târiz, tenkid. Muâmelât: Muâmeleler, davranışlar; iş, alışveriş vs. sûretiyle yaşanan her türlü beşerî münâsebetler. Muâşeret: Bir arada hoşça geçinerek yaşama, âdâb-ı muâşeret, görgü. Muayyen: Tâyin edilmiş, belli, belirli. Muhabbetullah: Allah sevgisi. Muharref: Tahrif edilmiş, bozulmuş, özünden uzaklaştırılmış. Mukâbele: Karşılık, cevap. Mukâbil: 1. Karşı, bedel. 2. Karşılık olarak, muâdil. Mukadder: Allah tarafından ezelde takdîr olunmuş kazâ, kader, alınyazısı. Mukaddesat: Mukaddes şeyler; kudsî, mübârek varlıklar. Mukâvemet: 1. Bir gücün tesirine karşı koyan güç, direnç. 2. Karşı durma, direnme, karşı tarafın irâdesine boyun eğmeme. Muktezâ: 1. İktizâ eden şeyler, gerekenler. 2. Sonuçlar. Musaffâ: Tasfiye edilmiş, arıtılmış, temizlenmiş, sâfiyet kazanmış. Musallâ: 1. Namaz kılmaya mahsus açık yer. 2. Câmi civârında cenâze namazı kılınan yer. Muvâfık: Uygun, yerinde. Muvâzene: İki şeyin eşit olma hâli, denk, denklik. Mücellâ: Cilâlanmış, cilâlı, parlak, parlatılmış. Mücrim: 1. Günahkâr. 2. Kabahatli, suçlu. Müekked: Kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış. Müessir: 1. Te’sir eden, eser bırakan. 2. Hüzün veren, kederlendiren, dokunaklı. Mülâkat: Görüşmek, konuşmak, buluşmak. Mün’akis: Çarpıp geri dönmüş, aksetmiş, yansımış. Münâdî: 1. Nidâ eden, bağıran, duyurmaya çalışan, tellâl. 2. Müezzin. Münevver: 1. Işıklı, aydın, parlak. 2. Tenvir edilmiş, aydınlanmış. 3. Bilgili, kültürlü. Münezzeh: 1. Bir şeye ihtiyacı bulunmayan, muhtaç olmayan. 2. Arınmış, temiz, berî, sâlim. Münzevî: Herkesten uzaklaşıp inzivâya çekilmiş bulunan. Mürâî: Riyâkar, ikiyüzlü, başkalarına gösteriş yapan. Mürebbî: Terbiye edici. Müsâmaha: Göz yumma, hoş görme, aldırmama. Müstağnî: 1. Minnetsiz, ihtiyacı olmayan. 2. Tenezzül etmeyen. 3. Tok gözlü, kanâatkâr. Müstefîd: İstifade eden, fayda elde eden, kazanan. Müsterih: 1. Huzur içinde, gönlü rahat. 2. Emin. Müsteşrik: Doğu milletlerinin dil, kültür ve tarihi ile uğraşan kimse, oryantalist. Müşâhede: 1. Bir şeyi gözle görme. 2. Mânevî seyir. Müşahhas: 1. Şahıslandırılmış, cisimlendirilmiş, şekillendirilmiş. 2. Gözle görülüp, elle tutulur hâlde bulunan. Müşkül: 1. Güç, zor, çetin. 2. Güçlük, zorluk, engel. Mütefekkir: Tefekkür eden, düşünen. Mütekâmil: Tekâmül etmiş, kemâle ermiş, gelişmiş. Müteveccih: Teveccüh eden, yönelen, bir yere gitmeye hazırlanan. Müttakî: 1. Sakınan, çekinen. 2. Allah’tan korktuğu ve O’nu sevdiği için günahlardan uzak duran. Müyesser: 1. Kolay olan, kolaylıkla gerçekleşen. 2. Nasib olan. 3. Kolaylaştırılmış. Müzâyede: Daha yüksek bedel verene satmak üzere artırmaya çıkarma. Müzeyyen: Tezyîn edilmiş, bezenmiş, süslenmiş. Nâçizâne: Nâçiz olana yakışır tarzda, değersizce mânâsında bir tevâzu ifadesi. Nâdan: 1. Bilmez, câhil. 2. Kaba, terbiyesi kıt. 3. Dost olmayan. Nâiliyet: Nâil olma, erişme. Nâkıs: Noksan, eksik, yetersiz. Nazargâh: Bakılan yer, bakma yeri. Necâset: 1. Pislik, murdarlık. 2. Ters, kazûrat. Nedâmet: Nâdim olma, pişman olma. Nefsâniyet: 1. Kin, garez, husûmet. 2. Nefsin menfî hâlleri. 3. Gurur, kibir, enâniyet. Nefs-i mutmainne: İyiliği kötülükten ayıran, huzura ulaşan nefs. Neşriyat: Yayımlanmış şeyler, yayım. Neşve: Sevinç, keyif, mutluluk. Nezih: 1. Temiz. 2. Güzel, kibar. Nifak: 1. Münâfıklık, iki yüzlülük. 2. Müslüman görünüp kâfir olma. Numûne-i imtisal: Misal getirilecek örnek. Nutfe: 1. Döl suyu. 2. Duru, saf su. Nübüvvet: Nebîlik, peygamberlik. Perspektif: 1. Eşyayı belli bir noktaya göre uzaklıklarını ve konumunu belirtecek şekilde resmetme usûlü. 2. Görüş tarzı. Rahîm: Merhametli, esirgeyen, koruyan, acıyan. Rahle-i tedrîs: Bir muallimin veya mürebbînin terbiyesinden geçme. Eğitim, terbiye ve düşünce bakımından feyz ve bereketine nâil olma. Rakik: 1. Çok ince, yufka, nâzik, nârin. 2. Yumuşak kalpli, yufka yürekli, hisli. Râm olmak: İtaat etmek, boyun eğmek, bütün varlığıyla bağlanmak, kendini başkasının emrine bırakmak. Raûf: Son derece şefkatli, esirgeyici. Râyiha: Koku, güzel koku. Reformist: Düzeltmeci, ıslahatçı, değişim taraftarı. Rikkat: 1. İncelik, yufkalık. 2. Nezâket. 3. İfâdede incelik. 4. Merhamet etme. Riyâ: İki yüzlülük, gösteriş, sahte davranış. Rûhâniyet: 1. Rûha âit mânevî atmosfer, rûhu takviye eden mânevî hâller. 2. Vefât etmiş olan bir şahsiyetin devam eden mânevî kuvveti. Ruhsat: 1. İzin, müsâade. 2. Serbest bırakma, müsâade etme, kolaylık gösterme. 3. Azîmetin zıddı. Rücû: 1. Geri dönme. 2. Vazgeçme, sözünü geri alma. Sabr-ı cemîl: Halka şikâyet etmeyerek ihtiyatkâr olunan sabır. Sadaka-i câriye: Kişinin vefatından sonra da sürekli ecir ve sevâba vesîle olmaya devam eden hayır-hasenât. Saded: Kasıt, niyet, maksat, esas konu. Sefih: 1. Kendi malını alabildiğine israf ederek kullanan. 2. Zevk, eğlence ve süse aşırı derecede düşkün olan. Sekînet: 1. Sâkin olma, sükûnet. 2. Huzur, gönül rahatlığı. Selâtîn: 1. Sultanlar. 2. Sultanların yaptırdığı câmi vs… Selef: 1. Bir hâl ve işte daha önce bulunmuş olan, eski. 2. İlk örnek müslüman nesil. Serzeniş: Başa kakma, çıkışma, azarlama, sitem. Sevi: Sevgi, muhabbet. Seyr u sülûk: Tarîkatte tâkip olunan usûl. Tarîkate giren kimsenin Hakk’a vuslat için yaptığı mânevî yolculuk. Sırât-ı müstakîm: 1. Allah -celle celâlühû-’nun râzı olduğu dosdoğru yol. 2. Sırat köprüsü; üstünden geçip Cennet’e gitmek üzere Cehennem’in üzerine kurulacak olan çok dar ve güç geçilir köprü. Sîret: 1. Bir şahsın mânevî durumu, hâl, hareket ve tabiati, ahlâk ve karakteri. 2. Hazret-i Peygamber’in hâl tercümesi. Sûret-i hak: Zâhiren doğru ve samîmî görüntü. Süfliyat: Dünya ile ilgili bayağı işler. Sünnet-i müekkede: Peygamber Efendimiz’in çok az terk edip sürekli olarak yaptığı sünnet. Sürûr: Sevinç. Şân-ı ulûhiyet: İlâhlığın şânı. Şârih: Şerh eden, açıklayan. Şek: Tereddüt, gizli îtiraz. Şemâil: 1. Huylar, tabiatler, ahlâklar. 2. Güzelliğin ve büyüklüğün bir araya gelmesi. Şerâre: Kıvılcım. Şerîf: 1. Şeref sahibi, ulu, yüce. 2. Kutlu, mübarek, mukaddes. 3. Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in soyundan gelen, Mekke emirlerine verilen unvan. Şi‘riyyet: Şiire âit, şiire has özellik. Şiâr: Nişan, eser, işâret, alâmet. Taaccüb: Acayip karşılama, şaşma, hayret etme. Tâat: Allâh’ın emirlerini yerine getirme, ibadet. Tâbiîn: Sahâbîlere erişip onlardan hadis nakledenler. Tâdil-i erkân: İbadetleri esaslarına riâyet ederek düzgünce edâ etmek; namazı usûlüne uygun kılmak. Tafsîlât: 1. Etraflıca açıklamalar, izahat. 2. Ayrıntılar, teferruat. Tahassüs: Hislenme, duygulanma. Takvâ: Allah’tan korkma, Allâh’ın rızâ ve muhabbetini kaybetme korkusuyla dînin yasaklarından titizlikle kaçınıp emirlerini yerine getirme. Tamah: 1. Hırs, açgözlülük. 2. Şiddetle isteme, ifrat derecesinde arzu. Tarihselci: Kur’ânî hükümlerin inzâl buyrulduğu zamana âit olduğunu iddiâ eden sapkın görüşü benimseyip savunan. Tasallut: Musallat olma, sataşma, başına ekşime. Tasarruf: 1. Kullanma yetkisi. 2. Sahip olma. 3. İdare ile kullanma. 4. Velîlerin eşya ve varlıklar üzerindeki mânevî tesiri. Tasavvur: Zihinde canlandırma, tahayyül etme, göz önüne getirme. Tasfiye: Saflaştırma, arıtma, boşaltma. Tazarrû: Tevâzu ve huşû ile Allâh’a yalvarma. Tâzîm: Hürmet, saygı, yüceltme. Tâziye: Ölenin yakınlarına baş sağlığı dileme. Te’yid: 1. Doğrulama, destekleme. 2. Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma. Tebaa: Bir devletin idaresi altında bulunanlar, tâbî olanlar. Tebe-i Tâbiîn: Hazret-i Peygamber’le görüşen sahâbe nesline yetişemeyip de sahâbîleri gören tâbiîn nesline yetişip onlardan nakil ve rivâyette bulunanlar. Teberrüken: Bereket sayarak, vesîlesiyle bereketlenme ümîd ederek, mübârek addederek. Tecâhül-i ârifâne: Bilinen bir şeyi, edebî bir nükte ile bilinmiyormuş veya başka türlü biliniyormuş gibi gösterme sanatı. Tecellî: 1. Görünme, belirme. 2. Allâh’ın lûtfuna nâil olma. Tecellîgâh: Tecellî yeri, bir şeyin göründüğü yer. Tecerrüd: 1. Her şeyden vazgeçip sadece Allâh’a yönelme. 2. Sıyrılma, soyunma. Tecessüs: 1. Bir şeyin iç yüzünü araştırıp sırrını çözmeye çalışma. 2. Merak. 3. Ayıp arama. Tecezzî: Cüzlere ayrılma, parçalanma. Techiz: Lüzumlu şeyleri tamamlama, donatma. Tedâvül: 1. Elden ele geçme, kullanılma. 2. Geçerli olma. Tedrîcî: Derece derece, yavaş yavaş ilerleyen. Teessür: Üzüntü, karamsarlık. Tekfin: Kefen sarma, kefenleme. Tekfir: Kâfir sayma, küfür isnâd etme. Teksîf: Sıkıştırma, yoğunlaştırma, koyulaştırma. Telâkkî: 1. Anlayış, görüş. 2. Şahsî anlayış, şahsî görüş. Te’lif: 1. Uzlaştırma, bağdaştırma; alıştırma. 2. Eser yazma, toplama, düzenleme. 3. Yazılmış eser. 4. Bir ibârenin düzeni. Telkin: 1. Fikrini kabûl ettirme, aşılama. 2. Ölmek üzere olan kimsenin başında kelime-i şehâdet getirerek tekrarlamasını sağlamaya çalışma. Temâşâ: 1. Bakıp seyretme. 2. Gezme. Tenvir: 1. Aydınlatma. 2. Bilgilendirme. Terakkî: 1. Artma, ilerleme, yükselme. 2. Daha iyi hâle gelme. Teselsül: Ard arda gelme, birbirini takip etme, zincirleme. Teslîmiyet: Teslîm olma, boyun eğme, rızâ gösterme, itaat etme. Teşbih: Benzetme, kıyaslama. Teşebbüs: 1. Bir işi yapmak için harekete geçme. 2. Kalkışma. Teşne: 1. Susuz, susamış. 2. Arzulu, istekli. Tevdî: 1. Emânet etme. 2. Teslîm etme. Tevekkül: 1. Vekil kılma, başkasına havâle etme. 2. Allah -celle celâlühû-’ya güvenme, gücünün yetmediği yerde Allah -celle celâlühû-’dan bekleme. Teʼyid: 1. Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma. 2. Doğru olduğunu kabul etme, doğrulama. Tezellül: Kendini aşağı ve hor görme. Tezkiye: Nefsi, her türlü kötü sıfatlardan ve menfî temâyüllerden temizleme, aklama ve güzel ahlâk ile tezyîn etme. Tezyîn: Süsleme, ziynetlendirme. Türâbî: 1. Toprağa mensup, topraktan. 2. Alçak gönüllü, mütevâzı. Ubûdiyet: 1. Kulluk, kölelik. 2. Mensûbiyet. Uhrevî: Âhirete âit, âhiretle alâkalı. Ukbâ: Âhiret. Ulemâ: Âlimler. Ünsiyet: Alışkanlık, ülfet, dostluk Vecd: 1. Kendini kaybedercesine ilâhî aşka dalma. 2. Şiddetli dînî duygu ve heyecan hâli. Vehmetmek: Kuruntulanmak, yersiz korkuya düşmek, evhamlanmak. Vukuât: Vukû bulan şeyler, olan bitenler. Vukuf: Derinlemesine anlama, bilme, haberli olma. Yakîn: Şüpheden kurtulmuş, doğru, sağlam ve kesin bilgi; doğru ve kuvvetle bilme, mutlak kanaat ve tam bir itmi’nân. Zâhirî: Görünürdeki, görünüşteki. Zevât: Zatlar, şahıslar, kişiler. Zımnen: Açıktan olmayarak, üstü kapalı, dolayısıyla. Zuhur: Meydana gelme, görünme, hâsıl olma. Zuhurât: 1. Zâhir olanlar, meydana gelenler, hâsıl olanlar. 2. Beklenmedik, hesapta olmayan hâller. Zühd: Dünyaya, maddeye ve menfaate hak ettiğinden fazla değer vermeme, rağbet etmeme, kanaatkâr olma, her türlü dünyevî ve nefsânî zevke karşı koyarak kendini ibadete verme. Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları İslam ve İhsan |