![]() |
Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” Menkıbeleri 1.Bölüm - Baskı Önizleme +- Rasit Tunca - Tiryaki Board () +-- Forum: DİNİ İSLAMİ BİLGİLER (/forumdisplay.php?fid=8) +--- Forum: iSLAMi BiLGiLER (/forumdisplay.php?fid=187) +---- Forum: Dini Hikayeler Evliya Kıssaları (/forumdisplay.php?fid=198) +---- Konu Başlığı: Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” Menkıbeleri 1.Bölüm (/showthread.php?tid=985) |
Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” Menkıbeleri 1.Bölüm - RasitTunca - 06-18-2018 Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” Menkıbeleri 1.Bölüm Birinci Menâkıb: Muhyissünne Imâm-ı Begavî “rahimehullah” (Meâlimüt-tenzîl) kitâbında, Feth sûresinde, meâl-i serîfi, (Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlânın Resûlüdür. Onunla berâber olanlar, kâfirlere karsı sert, birbirlerine karsı merhametlidirler.....) olan âyet-i kerîmenin tefsîrinde buyuruyor. Mubârek bin Füdâleden, o da Hasenden rivâyet eder, (Allahü teâlâ kâfî olan sâhiddir ki, Muhammed Allahın Resûlüdür) buyuruldukdan sonra; (Onun ile olan kimse) kelâmı ile Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. (Kâfirlere karsı siddetlidirler) ile Ömer bin Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. (Birbirlerine karsı merhametlidirler) ile Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. (Onları rükû’da ve secdede görürsün) ile Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. (Allahü teâlâdan, dünyâda ve âhıretde her iyiligi, üstünlügü ve rızâsını isterler!) kelâmı ile Cennet ile müjdelenen (Âsere-i Mübessere)nin geri kalanı kasd edilmekdedir. (Onların hâlleri, serefleri, Tevrâtda ve Incîlde bildirilmisdir. Incîlde bildirildigi gibi, onlar ekine benzer) kelâmı ile Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kasd edilmekdedir. (Ince bir filiz çıkarır) kelâmı ile, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh”, (Onu kuvvetlendirir) kelâmı ile, Ömer bin Hattâb “radıyallahü anh”, (Onu kalınlasdırır) kelâmı ile, ya’nî yumusak iken islâm dîni için sert olur kelâmı ile, Osmân bin Affân “radıyallahü anh”, (Onu ayakda durdurur) kelâmı ile, islâmı kılınç ile müstekîm etdigi için Alî bin Ebû Tâlib “radıyallahü anh”, (Herkes hayrete düser) kelâmı ile, diger mü’minler kasd edilmekdedir. (Kâfirler kızarlar) kelâmı ile, sık, kalın, kuvvetli ve güzel ekin gibi ve kuvvetli olan mü’minlerin kâfirleri kîne bogacagı bildirilmekdedir. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” îmân ile müserref olunca; “Bugünden sonra artık gizli ibâdet etmeyiz” buyurmus idi. – 409 – Ikinci Menâkıb: (Hulefâ-i râsidînin) yüce sânları için nâzil olan âyet-i kerîmeler beyânındadır. Ma’lûm olsun ki, yerlerin ve göklerin yaratanı Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri, Âdem aleyhisselâmdan beri, Enbiyâ-i ızâm “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalâtü vesselâm” hazretlerine indirdigi yüzdört kitâbın bas tarafında; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ve Çihâr yâr-i güzîn olan; günâhdan çok sakınan Sıddîk ve çok anlayıslı Fârûk ve çok cömert Zinnûreyn ve çok vefâlı Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin fazîletlerini beyân etmisdir. Bu tertîbin kesf ve beyânını ve serh ve îzâhını, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin tevfîk ve yardımı ile açıklıyalım. Allahü rabbül’âlemîn celle celâlühü ve azze sânühü ve amme nevâlühü hazretleri on suhuf Âdem alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm hazretlerine gönderdi. Ilk suhufun baslangıcı Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Çihâr yâr-i güzînin fadlı beyânında idi. Ondan sonra elli suhuf da Sit “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine gönderdi. Açık olarak ilk sahîfelerinde, Muhammed “aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerinin ve Çihâr yâr-i güzînin seref ve fadlının beyânı vardı. Ondan sonra otuz suhuf da Idris “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine gönderdi. Bunun da baslangıcı yine Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ve Çihâr yâr-i güzînin ve Eshâb-ı kirâmın fadlı beyânındadır. Ondan sonra on suhuf da Ibrâhîm Halîl “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine gönderdi. Bunun da baslangıcında aynı seklde, onların fazîletleri açıklandı. Mûsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine Tevrâtı gönderdi. O büyük kitâb içinde, birçok yerde Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini ve yârânlarını anlatdı. Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, meâl-i serîfi (Biz nidâ etdigimizde, Tûr cânibinde sen olmadın) olan, Kasâs sûresinin 46.cı âyet-i kerîmesinin tefsîrinde buyurur ki, Cebrâîl aleyhisselâm benim yanıma geldi. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinden selâm getirdi. Dedi ki, Hak celle ve sânühü bu- – 410 – yurur ki: Ben Hudâyım. Cümle esyâya kâdirim. Mûsâ bin Imrâna Tûr-i Sînâda vâsıtasız otuzbin kelime söyledim. Mûsâya isitdirdigim otuzbin kelimenin yetmis kelimesi Mûsâ hakkında ve ümmeti hakkında idi. Yirmidokuzbin dokuzyüzotuz kelimesi, yâ Muhammed, senin hakkında ve yârânın hakkında, Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül Fârûk ve Osmân-ı Zinnûreyn ve Alî Mürtedâ ve gayri eshâbın ve ümmetinin hakkında idi. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kelâmı kadîmdir. Ve azîmdir. Ve mecîddir. Ve kerîmdir, ezelî ve ebedîdir. Ve evveli ve âhıri yokdur. Baslaması ve bitmesi yokdur. Lâkin, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin kelâmında bildirilen rakam, Mûsâ aleyhisselâmın duymasına [isitmesine] nisbetledir. Zebûru Dâvüd “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine gönderdi. Orada da, Muhammed Mustafânın “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Çihâr yâr-i güzînin “radıyallahü teâlâ anhüm” üstünlüklerini bildirdi. Incîli Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine gönderdi. Hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Çihâr yâr-i güzînin üstünlüklerini orada da bildirdi. Fürkân-ı azîm-üs-sânı gönderdi. Kur’ân-ı azîm-üs-sânda gelen [Alak sûresinin] bes âyetini, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri Muhammed aleyhissalâtü vesselâm hazretlerinin sânı hakkında göndermisdir. 1– Meâl-i serîfi (Herseyi yaratan Rabbinin ismi ile oku!) olan [Alak sûresindeki] âyet-i kerîme, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin baht-ı hümâyûn ve sân-ı serîfleri hakkındadır. Meâl-i serîfi, (Insanı alakdan yaratdı) [uyusmus kandan yaratdı] olan âyet-i kerîme Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü teâlâ anh” sân-ı serîfleri hakkındadır. Meâl-i serîfi (Oku, Rabbin ekremdir) olan âyet-i kerîme; Ömer-ül Fârûkun “radıyallahü teâlâ anh” sân-ı serîfleri hakkındadır. Meâl-i serîfi (O kimse ki kalem ile ta’lîm etdi) olan âyet-i kerîme, Osmân bin Affânın “radıyallahü teâlâ anh” sân-ı serîfleri hakkındadır. Meâl- i serîfi (Insana bilmedigini bildirdi) olan âyet-i kerîme, hazret- i Alî bin Ebî Tâlibin “kerremallahü vecheh” sân-ı serîfleri hakkındadır. Âlimlerin ekserîsi, bunun üzerindedir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri üzerine nâzil olan bu sû- – 411 – renin o bes âyet-i kerîmesinden, Onun fadlı ve serefi anlasılmalıdır. Abdüllah bin Amr bin âs “radıyallahü teâlâ anhümâ” buyurdu ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine dedim; (Sizden isitdigim hadîs-i serîfleri yazayım mı?). Buyurdular ki, (Yaz ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri böyle buyurur: (Kalem ile ta’lîm etdi. Insana bilmedigini ögretdi.)) Katâde “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: Kalem, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinden büyük bir ni’metdir ki, eger kalem olmayaydı, din yeryüzünde bâkî kalmazdı. Kimse kendi maslahatını hıfz edemezdi [saklıyamazdı]. 2– Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini ve Çihâr yâr-i güzîn “radıyallahü anhüm” hazretlerini, Sûre-i Fâtihada yâd etmisdir ve buyurmusdur. Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillahi rabbil’âlemîn. Bu âyet-i kerîme Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin sân-ı serîfleri ve tâlı’-ı [çiçek tozu] mubârekleri hakkındadır. Delîl odur ki, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri, meâl-i serîfi (Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik) olan âyet-i kerîmede buyurmusdur. (Errahmânirrahîm.) Bu âyet-i kerîme Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin sân-ı serîfleri hakkındadır. Hücceti, delîli, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Ümmetimin en çok merhametlisi Ebû Bekrdir) buyurmusdur. Fâtihâ sûresinin üçüncü âyet-i kerîmesi, Ömer-ül Fârûkun “radıyallahü teâlâ anh” sân ve serefi hakkındadır. Delîli o hadîs-i serîfdir ki, hazret- i Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Allahın dîninde en kuvvetliniz, Ömer-ibnül Hattâbdır.) Fâtihâ sûresinin dördüncü âyet-i kerîmesi, Osmân bin Affânın “radıyallahü teâlâ anh” sân-ı serîfleri hakkındadır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurmusdur: (Hayâda en sâdık olanınız, Osmân bin Affândır.) Fâtihâ sûresinin besinci âyet-i kerîmesi, Alî bin Ebî Tâlib “kerremallahü vecheh ve radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin sân-ı serîfleri hakkındadır. Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri; (Ümmetimin en çok ikrâm edeni ve âlimi, Alî bin Ebî Tâlibdir) buyurmusdur. Sûre-i Fâtihânın geri kalan âyet-i kerîmesi, Allahü – 412 – teâlâ ve tekaddes hazretlerinin gadab etdigi ve dalâletde kalan kimseler, yehûdîler, hıristiyânlar, râfizî ve hâricîler hakkındadır. Bunlar, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ve Çihâr yâr-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinin düsmanlarıdır. 3– Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri Sûre-i Fâtihâdan sonra, Kur’ân-ı azîm-üs-sânda yemîn ederek buyurur ki: (Elif.lâm.mim). (Elif); Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin ilahlıgı ve vahdâniyyeti hakkı için, (Lâm); Cebrâîl aleyhisselâmın elçiligi ve imâmeti hürmeti için, (Mim), Muhammed aleyhisselâmın nübüvveti ve risâleti hürmeti için denilmekdedir. (Elif), Allah lafzının elifidir. (Lâm), Lâ ilâhe illallah lafzının (lam)ı, (mim), Muhammed aleyhisselâmın ismindeki (mim)dir. Beyt: Seher vakti dostun cemâli görününce, Benim cânım senin askından taht kurdu. Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinden on kisinin rivâyetiyle hadîs-i serîfde bildirilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki; (Ümm-i Hânî “radıyallahü teâlâ anhâ” se’âdethânesinden, beni mi’râca iletdikleri o gece, (Kabe kavseyn) makâmına giderken, Arsın önünde, arkasında, sagında ve solunda üçyüzbiner perdesinden her birinde, (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah. Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn, Aliyyül Mürtedâ) “radıyallahü teâlâ anhüm” yazılı idi.) Bu sûre-i azîmenin baslangıcında, Allahü tebâreke ve teâlâ buyurdu ki, (elif, lâm, mim) ve bu kasem neden ötürüdür? (Bu ulu kitâbdır ki, size bunun ile va’de vermisdik ve bu Kur’ândır ki, yirmiüç senede teenni ile size göndermisim ve bu kitâbdır ki, yüzyirmiüçbindokuzyüzdoksandokuz Nebî [Mevcûd Nebîlerin bir noksanı] “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalâtü vesselâm” Allahü tebâreke ve teâlâ ve tekaddes hazretlerinden bu kitâbı istemisler ve Kur’ân-ı kadîm arzûsu ile dirilmislerdir. Bunun arzûsu ile intikâl buyurmuslar [göç etmisler]dir. Bunu ne görmüsler ve ne isitmislerdir. Bu büyük bir ni’metdir.) Ey müslimânlar, yüzondört sûre olan bu Kur’ân-ı kerîmin – 413 – kıymetini bilemez, hak ve hurmetini gözetemezsiniz. [Bunun için çalısmalıdır.] Ondan sonra Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri (Onda sübhe yokdur) buyurur. Ey benim kullarım! (Elif); benim hakkım için, zât ve sıfatım hakkı için. (Lâm), Cebrâîl-i emînim hurmeti için. (Mim), Resûlüm ve seçilmisim Muhammed hurmeti için ki, bu kitâb Kur’ândır. Kur’ân-ı azîme dogrulukda sübhe yokdur. Bu Kur’ân benim kelâmımdır. Benim kelâmımın dogrulugunda sek ve sübhe yokdur. Kadîmdir, ciddîdir [oyun degildir], sonradan meydâna gelme ve mahlûk degildir. Her ne kadar çok okunursa, dostların dili üzerinde, o kadar hafîf gelir. Kimse onu okumakdan usanmaz, bıkmaz. Onu ne kadar isitirler ise, dostların kalbinde ferâhlılık olur. Onu isitmekle kimseye bıkkınlık gelmez. (Müttekîler için hidâyetdir), beyândır ve delîldir. Mü’min ve zühd sâhiblerine ve müttekîlere bu kitâb dogru yoldur. Bu Kur’ân âsıkların gönlüne sifâdır. Fakîrlerin rûhuna gıdâdır. Beyt: Bize tâ’ate ve zühde yapısmayı anlatma, Bize kerâmet makâmlarından bahs etme. Çünki, biz ve o dört seçilmis zât can gibiyiz, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî. Ey müslimân! Bu Kur’ân-ı azîm-üs-sân devleti ve bu îmân ni’meti, bütün müslimânlar ve cümle mü’minler hakkında umûmîdir. Lâkin, Çihâr yâr-i güzîn ve hulefâ-i râsidîn, mürsid-i emîr-ül mü’minîn Ebû Bekr-i Sıddîk ve emîr-ül mü’minîn Ömer-ül Fârûk ve emîr-ül mü’minîn Osmân-ı zinnûreyn ve emîr-ül mü’minîn Aliyyül Mürtedâ “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” hazretlerinin haklarında husûsîdir. Bunun delîlini Kur’ân-ı azîm-üs-sândan getireyim. (Gayba îmân eden kimseler) meâlindeki âyet-i kerîme, bütün mü’minler için umûmî, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hakkında husûsîdir. (Nemâzlarını kılarlar) meâlindeki âyet-i kerîme, bütün mü’minler için umûmî, hazret-i Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” hakkında husûsîdir. (Onlara verdigimiz rızklardan dagıtırlar) meâlindeki âyet-i kerîme, bütün mü’minler hakkında umûmîdir. Hazret-i Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ – 414 – anh” hakkında husûsîdir. (Sana indirilen kitâba ve senden önce indirilenlere inananlar..) meâlindeki [Bekara sûresinin 4.cü] âyet-i kerîme, bütün mü’minler için umûmîdir. Hazret-i Alî ibni Ebî Tâlib “kerremallahü vecheh ve radıyallahü teâlâ anh” hakkında husûsîdir. 4– Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin sehâveti [cömertligi], Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin muhabbetinde oldugu için, kabûl edip, âgâh olmak için; meâl-i serîfi; (... Fekat, iyilik su kimselerin iyiligidir ki, Allahü teâlâya, Âhıret gününe, Meleklere, Kitâba, Peygamberlere inanır, sevdigi malını yakınlarına, yetîmlere, fakîrlere yolculara verir ve rikâbda sarf eder) olan Bekara sûresinin 177.ci âyet-i kerîmesinde buyurulmusdur. Bu âyet-i kerîmede bildirilen güzel vasflar, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinde mevcûd idi. Abdüllah bin Mes’ûd “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: Eger ister isen sen de o dereceye nâil olmak, çok sevdigin o malını, sıhhatin kemâlde iken, buhl etmeyip [cimrilik yapmayıp], hâlisâne olarak; Allahü teâlâ için sadaka ver. Fakîr olmakdan korkma. Sükr edip, fekat ögünme. Hazret-i Sıddîk-ı ekber “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri bütün malını, mülkünü dîn-i islâm ugruna sarf edip, bir palas ile kalmıs idi. Bu husûs birçok menkıbelerinde beyân olundu. Niçin mal koyarsın. Cânın hulkûma [rûhun gargaraya] geldigi ânda falana bu kadar verin; demenin kıymeti yokdur. Yukarıdaki âyet-i kerîme hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hakkındadır. (Nemâzı kılar) meâl-i serîfindeki âyet-i kerîme bütün nemâz kılan mü’minler için umûmîdir. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hakkında husûsîdir. (Zekâtını verir) meâl-i serîfindeki âyet-i kerîme, zekât veren bütün mü’minler için umûmîdir. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hakkında husûsîdir. (Verdikleri sözde dururlar) meâl-i serîfindeki âyet-i kerîme; ahdinde vefâ gösteren bütün mü’minler için umûmîdir. Hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” hakkında husûsîdir. 5– Allahü teâlâ hazretleri, [Âl-i Imrân sûresi 17.ci âyet-i kerîmesinde meâlen] (Sabr edenler) buyurdu. Ya’nî Resûlullah – 415 – “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ki, tâ’at etmek üzerine ve müsriklerin cefâsı ve yaramazlıklarına sabr etdi. (Sâdık olurlar) buyurulması, ya’nî o kimseler ki, sırda [gizlide] ve âlâniyyede [açıkda] dogru olurlar, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” içindir. Meâl-i serîfi (Devâmlı itâ’at edenler) olan âyet-i kerîmede bahs edilenler, devâm üzere Allahü teâlâ hazretlerine mutî’ olan kimselerdir. Ömer bin Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” içindir. Meâl-i serîfi (Infâk edenler) olan âyet-i kerîmede anlatılan kimseler, Allahü teâlâ yolunda infâk ederler, ya’nî malını dagıtırlar, buyurulması, malını Allah yolunda dagıtan Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” içindir. Meâl-i serîfi (Seher vaktlerinde istigfâr edenler) olan âyet-i kerîmede bahs edilen kimseler, seher vaktinde istigfâr ederler. Aliyyül Mürtedâ “kerremallahü vecheh ve radıyallahü teâlâ anh” içindir. 6– Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri [Âl-i Imrân sûresi 134.cü âyet-i kerîmesinde meâlen] (O kimseler ki infâk ederler, sürûr ve sıkıntılı hâllerinde) buyurdu. Her zemân, mubârek eli sehâvetden [cömertlikden] ve fakîrlere yardımdan geri kalmayan, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” içindir. (Gadablarını içine atanlar) meâlindeki âyet-i kerîmede kasd edilen o kimseler, aslâ kendi nefsi için gadablanmıyan, kızacagı zemân kendini tutanlardır. Ömer ibnül Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” ki, kendisi için gadaba gelmezdi. Geldigi takdîrde gadabını tutardı. Bu âyet-i kerîme hazret-i Ömer içindir. (Insanları afv ederler) meâlindeki âyet-i kerîmede buyurulan o kimselerdir ki, intikâma kâdir oldukları hâlde insanları afv ederler. Ya’nî hazret-i Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” ki, dâimâ suçluları hatâ ve sehv etseler de afv eder, onlara ikrâmda bulunurdu. Bu âyet-i kerîme hazret-i Osmân içindir. (Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri, ihsân edicileri sever) meâlindeki âyet-i kerîme, Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” içindir. 7– Hazret-i Resûl-i Hudâ Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Çihâr yâr-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, su âyet-i kerîmeleri düâlarında okurlardı. Hazret-i Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, meâl- i serîfi, (Yâ Rabbî! Mahlûkâtı bos yere, bâtıl yaratmadın. Se- – 416 – ni tenzîh ederim. Bizi Cehennem azâbından koru) olan, Âl-i Imrân sûresi 191.ci âyet-i kerîmesini okurdu. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”, meâl-i serîfi, (Yâ Rabbî! Cehenneme atdıgın kimseyi çok zelîl edersin. Kâfirlerin [zulm edenlerin] yardımcıları yokdur) olan, Âl-i Imrân sûresi 192.ci âyet-i kerîmesini okurdu. Hazret-i Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh”, meâl-i serîfi, (Yâ Rabbî! Insanları îmâna çagıran bir münâdî isitdik, îmân etdik) olan, Âl-i Imrân sûresi 193.cü âyet-i kerîmesini okurdu. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh”, meâl-i serîfi, (Yâ Rabbî! Günâhlarımızı magfiret et. Rûhlarımızı, sâlihlerin rûhları ile berâber et) olan, Âl-i Imrân sûresi 193.cü âyet-i kerîmesinin devâmını okurdu. Hazret-i Aliyyül Mürtedâ “kerremallahü teâlâ vecheh”, meâl-i serîfi, (Yâ Rabbî! Resûllerin lisânı üzere bize va’d etdigin sevâbı ver. Kıyâmet günü bizi rüsvay eyleme. Elbette sen va’dinden dönmezsin) olan, Âl-i Imrân sûresi 194.cü âyet-i kerîmesini okurdu. 8– Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri, Çihâr yâr-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretleri hakkında; Âl-i Imrân sûresi 200.cü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Ey îmân edenler! Sabr ediniz!) buyurdu. Ya’nî, îmân getirmis o kimselersiniz ki, hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” dostlugunda sabr ediniz, demekdir. (Sabr edici olunuz!) Ya’nî hazret-i Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” dostlugunda, kâfirler ile gazâda sabrlı olunuz, demekdir. (Rabt edici olunuz!) Ya’nî hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” dostlugunda sebât ediniz, demekdir. (Allahü teâlâdan korkup, sakınınız. Ümîd edilir ki, felâh bulursunuz!) Ya’nî, hazret-i Aliyyül Mürtedânın “radıyallahü teâlâ anh” dostlugunda, Allahü teâlâdan korkunuz ki, felâh bulasınız, demekdir. 9– Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ve Çihâr yâr-i güzînin vasfları hakkında mutî’ olan mü’minlere müjde verip, buyuruyor ki: (Her kim ki mutî’ olur, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine ve Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine. O mutî’ olanlar ol kimselerdir ki, Allahü teâlâ hazretleri onları ni’metlendirmisdir!) [Nisâ sûresi 69.cu âyet-i kerîmesi.] – 417 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:27 (Nebîlerden), hazret-i Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Sıddîklardan), mübâlega ile sâdık olanlardan, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, (Sehîdlerden), Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, (Sâlihlerden), Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, (Onlar ne güzel refîkdir) buyurulması, Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. Meâl-i serîfi (Bu fadl Allahdandır) olan Nisâ sûresi 70.ci âyet-i kerîmesi ile Ehl-i sünnetin kalbindeki Habîbullahın ve Çihâr yâr-i güzînin ve eshâbının sevgisi, Allahü teâlâdan oldugunu bildirmekdedir. 10– Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri [Mâide sûresi 55.ci âyetinde meâlen], (Sizin velîniz ancak Allahü teâlâ ve Resûlüdür...) buyuruyor. Ya’nî, mü’minlerin velîsi, Allahü teâlâdan sonra Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleridir. (Îmân eden kimselerdir); buyurulmakla, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri kasd edilmekdedir. (Nemâzlarını kılarlar); buyurulmakla, Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri kasd edilmekdedir. (Zekâtlarını verirler) buyurulmakla, Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri kasd edilmekdedir. (Rükû’da sadaka verirler) buyurulmakla, Alî “radıyallahü anh” kasd edilmekdedir. Müfessirler buyurmuslardır ki, bir dilenci mescide gelip, birsey istedi. O sırada hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” o mescidde nemâzda olup, rükû’a varmıs idi. Rükû’ içinde yüzügünü isâretle çıkarıp, o dilenciye verdi. [Mâide sûresi 56..cı âyetinde meâlen], (Kim Allahü teâlâyı, Resûlünü ve mü’minleri dost edinirse, bilsin ki, sübhesiz Allahü teâlâdan yana olanlar üstün gelirler) buyuruldu. Allahü teâlânın Resûlünü “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve mü’minleri velî edinenler, Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinin düsmanları üzerine gâlib gelirler. 11– Allahü teâlâ [Enfâl sûresi 2.ci âyet-i kerîmesinde meâlen], (Hâlis mü’minler o kimselerdir ki, Allahü teâlânın ismi zikr olununca, kalblerinde korku hâsıl olur) buyurdu. Bu, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” içindir. (Onlara Allahü teâlânın âyetleri zikr olundugu zemân îmânları ziyâde olur) buyurulması, hazret-i Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” için- – 418 – dir. (Onlar Rablerine tevekkül ederler) [Enfâl sûresi 2.ci âyetinin devâmı]; buyurulması, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” içindir. [Enfâl sûresi 3.cü âyetinde meâlen], (Nemâzlarını kılanlar ve verdigimiz rızklardan dagıtanlar..) buyurulması, Alî ibni Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anh” içindir. [Enfâl sûresi 4.cü âyetinde meâlen], (Onlar hakîkî mü’minlerdir) buyurulmusdur. O büyüklerin ve onları sevenlerin hakîkî mü’min oldukları bildirilmekdedir. 12– [Tevbe sûresi 71.ci âyet-i kerîmesinde meâlen], (Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, onlar ba’zıları ba’zılarının velîleridir. Ma’rûf ile emr ederler. Ya’nî nusret ile ve himmet ile ve hayrât ile. Ve münkerden nehy ederler) buyurulması, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” içindir. (Nemâzlarını kılarlar) buyurulması, Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” içindir. (Zekâtlarını verirler) buyurulması, Osmân “radıyallahü anh” içindir. (Allaha ve Resûlüne itâ’at ederler) buyurulması, Alî “radıyallahü teâlâ anh” içindir. Âyet-i kerîmenin devâmında meâlen, (Onlara Allahü teâlâ yakında rahmet edecekdir) buyurulmusdur. 13– [Tevbe sûresi 112.ci âyet-i kerîmesinde; Allahü teâlâ meâlen buyuruyor]: (Allahü teâlâya tevbe edenler) [sirkden ve nifâkdan] ile Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”, (Ibâdet edenler) ile Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh”, (hamd edenler) ile Osmân “radıyallahü teâlâ anh”, (Oruc tutup, hac edenler) ile Alî “radıyallahü teâlâ anh”, (rükû’ ediciler) ile hazret- i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, (Secde ediciler) ile Ömer “radıyallahü teâlâ anh”, (Sünnet ile ma’rûfu emr ediciler ve bid’atden nehy ediciler) ile Osmân “radıyallahü teâlâ anh”, (Allahın hadlerini muhâfaza ediciler) ile Alî “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. Âyet-i kerîmenin devâmında, (Yâ Muhammed! Mü’minleri Cennet ile müjdele) buyurularak; bu dört yâri sevmegi emr buyurmusdur. 14– [Allahü teâlâ Ra’d sûresi 19.cu âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruyor]: (Ancak akl sâhibleri ibret alırlar.) Burada hazret- i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” kasd ediliyor. [Aynı sûrenin 20.ci âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruluyor]: (O kimseler Allahü teâlânın ahdinde vefâ ederler, ahdlerini bozmazlar.) – 419 – Burada Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. [Aynı sûrenin 21.ci âyetinde meâlen buyuruluyor]: (Allahü teâlânın sıla etmesini emr etdigi kimselere sıla-i rahm ederler. Rablerinden korkarlar. Hesâbın zorlugundan korkarlar.) Burada Osmân “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. [Aynı sûrenin 22.ci âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruluyor]: (Onlar Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için sabr ederler [emrleri yapmak ve yasaklardan kaçmak sûreti ile, birbirlerinin rızâsını taleb etmekden ötürü]. Nemâzlarını kılarlar. Ve bizim onlara verdigimiz rızkdan gizli ve âsikâre olarak infâk ederler. Kötülüge iyilik ile karsılıkda bulunurlar. Cennet serâyı onlar içindir.) Burada Alî “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. [Aynı sûrenin 23-24.cü âyetlerinde meâlen buyuruluyor]: (Adn Cennetine dâhil olurlar su kimseler ki, onların babaları, hanımları ve çocukları sâlih amel islemis olurlar. [Bu mü’minler Adn Cennetine dâhil olurlar.] Melekler onların yanına gelirler. Her kapıdan girdiklerinde selâm verirler. Dünyâda yapdıgınız sabr sebebi ile, ne güzel serâya kavusdunuz derler.) Ya’nî Çihâr yâr-i güzîn “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin dostlarınındır, demekdir. Mukâtil, kendi tefsîrinde nakl etmisdir ki, dünyâ günlerinden bir gün bir gece mikdârı zemânda melekler üç kerre onların yanlarına gelip selâm verirler ve hediyye getirirler. Derler ki, hos olsun size ey Çihâr yâr-i güzîn muhibleri [sevenleri]. Bütün bu ni’metleri ve kerâmetleri onların dostlugu sebebi ile buldunuz. 15– Mü’minûn sûresi birinci âyet-i kerîmesinde meâlen; (Mü’minler, muhakkak felâh buldular) buyuruldu. Ikinci âyet-i kerîmesinde, meâlen, (Onlar, nemâzlarında husû üzere olan kimselerdir) buyuruldu. Burada Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” kasd edilmekdedir. Üçüncü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Öyle mü’minler ki, lehv ve la’bdan kaçarlar) buyuruldu. Burada Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. Dördüncü âyet-i kerîmede meâlen, (Zekâtlarını veren mü’minler) buyurulmakdadır. Burada Osmân “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. Besinci âyet-i kerîmede meâlen, (Öyle mü’minler ki, kendi ferclerini harâmdan hıfz edici olurlar) bu- – 420 – yuruldu. Burada Aliyyül mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. 16– Furkân sûresi 63.cü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Allahü teâlâ hazretlerinin kulları, su kimselerdir ki, yeryüzünde, sükûnet ve vakâr ve tevâzu’, ilm ve hikmet ile yürürler) buyuruldu. Burada Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. Âyet-i kerîmenin devâmında, (Câhiller onlara kehânet olunan bir sey ile hitâb etdikleri zemân, günâh olmıyan seylerle veyâ susarak karsılık verirler) buyurulmakdadır. Burada Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. Furkân sûresi 64.cü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Onlar gecelerini, Rableri için evlerinde, secde edip, ayakda durarak geçirirler) buyurulmakdadır. Burada Osmân “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. 65.ci âyetinde meâlen: (Onlar, Yâ Rabbî! Bizden Cehennem azâbını çevir, uzaklasdır, derler) buyurulmakdadır. Burada Alî “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. 17– Sûrâ sûresi 36.cı âyet-i kerîmesinde meâlen, (... Allahü teâlânın katında hayrlı ve bâkî olanlar; îmân edenler ve Rablerine tevekkül ve i’timâd edenler içindir...) buyurulmakdadır. Burada Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. 37.ci âyet-i kerîmede meâlen, (O kimseler için ki, büyük günâhlardan ve çirkin seylerden kaçınırlar. Gadaba geldiklerinde afv ederler) buyurulmakdadır. Burada Ömer “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. Otuzsekizinci âyet-i kerîmesinde meâlen; (Rablerine icâbet edenler, nemâz kılanlar, isleri için aralarında mesveret edenler ve verdigimiz rızklardan dagıtanlar içindir) buyurulmakdadır. Burada Osmân “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. Müfessirlerden ba’zısı der ki, bu âyet-i kerîme Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü teâlâ anh” sân-ı serîfi için nâzil olmusdur. Çünki eline ne geçerse dagıtırdı. Kötülediler ve azarladılar. Cevâb vermedi. O vakt nâzil oldu. 39.cu âyet-i kerîmesinde, (Onlara zulm isâbet etse, onlar adl ile karsılıkda bulunurlar) buyurulmakdadır. Burada Alî “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. 18– Zâriyât sûresi 17.ci âyet-i kerîmesinde meâlen; (Onlar geceleri az uyurlar ve çok ibâdet ederlerdi) buyuruldu. Burada Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. 18.ci – 421 – âyet-i kerîmesinde meâlen, (Seher vaktlerinde istigfâr ederlerdi) buyuruldu. Burada Ömer “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. 19.cu âyet-i kerîmede meâlen, (Onların mallarında birsey istiyenin ve [bir sey istemeyip de] mahrûm kalanların da hakkı vardı) buyuruldu. Burada Osmân “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. 20.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Yakîn sâhibi kimselere yeryüzünde alâmetler vardır) buyuruldu. Burada Alî “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. 19– Beled sûresi 17.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Bunları yapan kimselerin [köleleri âzâd eden ve fakîrleri doyuran] îmânlı olması lâzımdır) buyurulmakdadır ki, Ebû Bekr “radıyallahü anh” kasd edilmekdedir. Âyet-i kerîmenin devâmında, (Sabrı tavsiye ederler) buyurulmakdadır ki, Ömer “radıyallahü anh” kasd edilmekdedir. Ve (Merhameti tavsiye ederler) buyurulmakdadır ki, Osmân “radıyallahü anh” kasd edilmekdedir. 18.ci âyet-i kerîmede meâlen, (Onlar meymene eshâbıdır) [sag taraf veyâ bereket eshâbı] buyurulmakdadır ki, Alî “radıyallahü anh” kasd edilmekdedir. 20– Tîn sûresinde, Allahü teâlâ meâlen, (Incire yemîn ederim) buyuruyor. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anh” kasemdir ki, hazret-i Sıddîk-ı Ekber incire benzer idi ki, zâhiri ve bâtını güzel ahlâk ile dolu idi. [Incir güzel meyvedir, hazmı kolaydır.] (Zeytine yemîn ederim) buyuruyor. Ömer-ül Fâruk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine kasemdir ki, hazret-i Ömer zeytine benzer idi ki, onun içi, dıs görünüsünden dahâ iyi idi. (Tûr-i sînine yemîn ederim) buyuruyor. Osmân- ı Zinnûreyn “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine kasemdir ki, Osmân “radıyallahü teâlâ anh” Tûr-i sînâyı andırır. Zâhiri meyveler ile bezenmis, bâtını çesmeler ile donanmıs idi. (Ve bu Beledil-emîne yemîn ederim) buyuruyor ki, Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine kasemdir ki, Alî “radıyallahü teâlâ anh” Beledil-emîne ya’nî Mekke-i Mükerremeye benzerdi. Her kim Mekke sehrinde olursa, azâbdan emîn olur. Her kim Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini severse [ya’nî onun gibi inanır, ibâdet ederse], azâbdan emîn olur. 21– Tîn sûresi 6.cı âyet-i kerîmesinde meâlen, (Ancak îmân edenler) buyuruluyor. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ – 422 – anh” içindir. (Sâlih amel isliyenler) buyuruluyor. Ömer bin Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” içindir. (Onlar için kesilmez ecr vardır) buyurulması, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” içindir. 7.ci âyet-i kerîmede meâlen, (Ey Resûlüm! Seni ne tekzîb eder ve Ey insan! Senin kıyâmet gününü inkâr etmen, bildirdigimiz delîllerden sonra ne sebebledir) buyuruldu ki, Alî “radıyallahü teâlâ anh” içindir. 22– Asr sûresinin üçüncü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Ancak îmân eden kimseler) buyuruluyor. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hakkındadır. (Sâlih amel isleyenler) buyuruluyor. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hakkındadır. (Birbirlerine hakkı tavsiye ederler) buyuruluyor ki, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hakkındadır. (Birbirlerine sabrı tavsiye ederler) buyuruluyor ki, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” sânındandır. 23– Âyet-i kerîmede isâret olundu ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine va’d buyurdu ki, yâ Muhammed! Cennetde dört nev’ ırmak vardır. Su ve süt, serâb ve bal. Her birisi ayrı bir lezzetdedir. Dünyâda da senin eshâbından dört dost tutarım. Ebû Bekr, Ömer ve Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm”. Onların herbirinin ayrı bir özelligi vardır. [Cennetdeki o dört ırmaga benzerler.] Muhammed sûresi 15.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Müttekîlere va’d edilen Cennetde, kokusu ve tadı bozulmamıs sudan nehrler vardır) buyuruyor. Bu su kokmaz. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” su gibidir. Her sey su ile hayât bulmusdur. Islâm dîni de Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” ile hayât bulmusdur. Nitekim Allahü teâlâ hazretleri Enbiyâ sûresinin 30.cu âyetinde meâlen, (Biz her seyi su ile diri kıldık) buyurmusdur. Muhammed sûresinin 15.ci âyet-i kerîmesinde devâmla; meâlen, (Tadı bozulmamıs sütden nehrler vardır) buyuruluyor. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” süt gibidir. Herkes süt ile kuvvet buldugu gibi, Islâm dîni de Ömer “radıyallahü teâlâ anh” ile kuvvet bulur. Aynı sûrenin devâmında meâlen, (Içenlere lezzet veren serâbdan nehrler vardır) buyuruluyor. [Bu serâb, dünyâ serâbı gibi degildir.] Osmân “radıyallahü teâlâ anh” Cennet serâbı gibidir. Nice gençlerin gönüllerinin nes’esi ve sürûru serâb – 423 – ile oldugu gibi, gâzîlerin kalblerinin de kuvveti ve sürûru Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin fî sebîlillah infâkı ile olur. [Allahü teâlânın rızâsı için verdiği seyler ile olur.] Âyet-i kerîmenin devâmında meâlen, (Saf baldan nehrler vardır) buyuruluyor. Alî “radıyallahü teâlâ anh” bal gibidir. Nice hasta kimselerin sifâsı bal iledir. Mü’minlerin gönüllerinin sifâsı, Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin kâfirler ile karsı karsıya gelmesi ve muhârebe etmesi iledir. Nükte: Cennetin hayât suyunu içmek istersen, hazret-i Sıddîk- ı ekberi “radıyallahü teâlâ anh” sev ki, Cennet suyuna benzer. Cennet südünü içmek istersen, hazret-i Ömeri sev ki, Cennet südüne benzer. Cennet serâbını içmek istersen, Osmân “radıyallahü teâlâ anh”ı sev ki, Cennet serâbına benzer. Cennet balını bulmak istersen, hazret-i Alîyi sev ki, Cennet balının benzeridir “radıyallahü teâlâ anhüm”. (Isâret): Nehr, ırmaga derler. Ayn, çesmeye derler. Cennetde çesmeler de vardır. Selsebîl gibi ve zencebîl gibi. Ve rahîk ve kâfûr gibi. Insan sûresinin 5.ci âyetinde meâlen, (Ebrâr, âhıretde, içinde serâb olan (ke’s)den [çanakdan] içeceklerdir. Mizâcı kâfûrdur) buyuruldu. 6.cı âyetinde meâlen, (Bu kâfûr bir çesmedir. Allahü teâlânın seçilmis kulları, çanaklarla serâbı kâfûr suyu ile karısık içerler. O çesmeyi istedikleri tarafa akıtırlar) buyurulmusdur. Yine Insan sûresi 17.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Cennetde onlara zencebîl ile karısık serâbdan çanaklar ile verilir) buyuruldu. 18.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Cennetde selsebîl isminde bir çesme dahâ vardır) buyuruldu. Mutaffifîn sûresi 25.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Onlara hatm okunmus Rehîkden içirilir) buyuruluyor. Çihâr yâr-i güzîn hazretlerinin ismlerinin bas harfları (Ayn) kelimesinin bas harfi ile aynıdır. Atîk, Ömer ve Osmân, Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” buna delîldir. [Bu kelimelerin bas harfleri Ayndır.] Cennetde o dört çesmeyi bu dört yâr tutarlar. Her kim onları severse, o dört çesme onun için olur. Bu dört muhtesemi sevmeyen ve bugz eden, iki cihânda mahrûm ve bîçâre kimsedir. [Onun için, Ehl-i sünnet i’tikâdında olmak, farzları yapıp, harâmlardan kaçmak, o büyükleri sevmek lâzımdır.] Bu dört ırmagın ve bu dört çesmenin bedeli, Cehennemde – 424 – dört nesnedir. Gıslîn ve Sadîd ve Hamîm ve Mehl. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri El-hakka sûresinin 36.cı âyetinde, meâlen, (Cehennemdekilerin yiyecegi Gıslîndir) buyuruyor. [Gıslîn: Yaradan çıkan irin.] Ibrâhîm sûresi 16.cı ve 17.ci âyetlerinde meâlen, (Cehennemdekilere Sadîd suyundan içirilir. Onu yudum yudum alırlar. Hemen yutamayıp, bogazlarında kalır) buyuruluyor. [Sadîd: Cehennemdekilerin derilerinden çıkan irindir.] Duhân sûresi 43 ve 44.cü âyet-i kerîmelerinde meâlen, (Cehennemde büyük günâhlıların yiyecegi zakkûm agacıdır) buyuruluyor. [Zakkûm agacı, Cehennemde bir agacdır, meyvesi acı ve kerîhdir.] Aynı sûrenin 45 ve 46.cı âyet-i kerîmesinde meâlen, (Erimis bakır gibi karınlarında galeyân eder. Hamîmin galeyânı da böyledir) buyuruluyor. Allahü teâlâya sıgınırız. Yâ Rabbî! Bizi dört büyük Sahâbeyi “radıyallahü teâlâ anhüm” hâlis ve sâdık sevenlerden eyle. (Âmîn) 24– Çihâr yâr-i güzînin sân-ı serîfleri hakkında vârid olan, Allahü teâlânın Kur’ân-ı azîm-üs-sânda Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine göndermis oldugu âyet-i kerîmeleri bu kitâbda topladım. Eger büyük âlimler bunlardan baskasını bilirler ise, beni ayblamasınlar. Zîrâ Allahü Sübhânehü ve teâlâ Yûsüf sûresi 76.cı âyet-i kerîmesinde meâlen, (Her ilm sâhibinin üstünde âlim vardır) buyurmusdur. Üçüncü Menâkıb: Simdi, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”in buyurdugu, âlimlerin bildirdigi hadîs-i serîfleri bildirelim: 1– Kâdî imâm-ı Nizâmüddîn Cemâl-ül-islâm müceddid-i kudat Ebû Muzaffer bin Hibe-tullah-il esed, isnâd ile Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakl ediyor. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alîden mütesekkil dört kisinin sevgisi, ancak mü’min kulun kalbinde toplanır.) 2– Yine üstâdım, Kâdî imâm-ı Nizâmüddînden isnâd ile, Mu’âz bin Cebel “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakl ediyor. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ümmetim arasında bid’atler yayılıp, Eshâbım setm olundugu [kötülendigi] zemân, Âlimler üzerine lâzımdır ki, ilmleri- – 425 – ni açıklasınlar [dogruyu bildirsinler]. Eger bildirmezler ise, Allahü teâlânın ve meleklerin la’neti onların üzerine olsun.) Âlimlerin açıklayacagı ilm nedir, yâ Resûlallah, dediler. Buyurdu ki, (Ehl-i sünnet vel cemâ’at mezhebini açıga çıkarmak, Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinin fazîletlerini bildirmek. Tâ ki, bid’at fırkaları fırsat bulmayıp, Ehl-i sünnet mezhebi gâlib gelsin [kuvvetlensin].) 3– Imâm-ı Refî’uddîn Tâc-ül-islâm Osmân bin Aliyyi Mersedî sahîh isnâd ile, Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet eyler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Muhakkak Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, sizin üzerinize nemâzı, orucu, haccı ve zekâtı farz etdi ise, Ebû Bekr, Ömer ve Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin sevgilerini farz etdi. Her kimse bu dördünden birine bugz ederse, onun ne nemâzını kabûl eder. Ve ne orucunu kabûl eder. Ve ne zekâtını ve haccını kabûl eder. Kıyâmet günü kabrinden Cehenneme gitmek üzere hasr olunur.) 4– Imâm-ı Zehrî saglam isnâd ile, Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmuslardır ki: (Allahü teâlâ size, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin sevgisini, nemâz, oruc, hac ve zekât gibi farz etdi. Allahü teâlâ onların üstünlüklerini inkâr edenlerin nemâzlarını, oruc, hac ve zekâtlarını kabûl etmez.) 5– Rükneddîn Ahmed bin Cürcânî, Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Zemân ve mekândan mukaddes, kemiyyet ve keyfiyyetden münezzeh olan Allahü teâlâ, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin sevgisini sizin üzerinize farz etmisdir. Nasıl ki, nemâzı ve zekâtı, orucu ve haccı farz etmisdir. Nasıl ki, tenleriniz [vücûdlarınız], nemâzın ve zekâtın ve orucun, haccın serefi ile sereflenir ise, kalbleriniz de, Ebû Bekr ve Ömer, Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin muhabbetleri ile süslenir, serefli olur. Âgâh olunuz. Her kim benim ümmetimden, bedeni ile nemâz kılar ve eliyle zekât verir ve agzı ile oruc tutar ve ayagı ile hacca gider, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alîyi – 426 – kalbi ile dost edinir, o kimse, Allahü tebâreke ve teâlâ huzûrunda, Cebrâîl ve Mikâîl aleyhimesselâm gibidir. Her kim nemâz kılar, zekât verir, oruc tutar ve hac eder ve lâkin, gönlü ile Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alîyi “radıyallahü teâlâ anhüm” sevmezse, o kimse, Allahü teâlâ celle sânühü dergâhında iblîs gibidir ve iblîsden kötü ve mel’ûndur.) Allahü teâlâ muhâfaza etsin. Eger bir kimse, cehâlet ve tenbellikden dolayı ömrü boyunca az ibâdet islemis olsa ve sartlarını yerine getirememis olsa, kalbiyle bu dört serveri sevse, sonunda firdevs-i alâya gelir. Eger bir kimse Nûh ve Lokmân “aleyhimesselâm” hazretlerinin ömrü kadar yasayıp, her sâatinde bir çesid hizmet ve tâ’at islese, kalbinde bu Çihâr yâr-i güzîne, bir zerre bugz olsa, sonunda Lazy Cehenneminden baska yere gitmez. Sonunda, bin sene tâ’at ve ibâdet, bir zerre sevilenlere bugz ile fâidesiz hâle gelip, Cehennemlik olur. Bin sene boyunca hatâ ve ma’siyyet islese, bir zerre Çihâr yâre sevgi ile Cennetlik olur. Tabî’atiyle, sünnîlerin [ehl-i sünnet i’tikâdında olanların] günâhından îmân ve tevhîd ve se’âdet kokusu gelir. Mübtedi’lerin [bid’at fırkasında olanların] tâ’at ve ibâdetinden küfr ve ilhâd ve sekâvet kokusu gelir. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” nemâza benzer. Ömer-ül Fârûk “radıyallahü anh” zekâta benzer. Osmân- ı Zinnûreyn “radıyallahü anh” oruca benzer. Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hacca benzer. Senin de böyle bilmen lâzımdır. Netîcesinde iyilik bulursun. Bunlar hakkında sâir senâ edip, demisdir ki: Beyt: Aklen güzel olan sudur ki, ise baslarken, Sözün temeli, Allahdan baskası hâtıra gelmemesi. Aczsiz kudret, cehlsiz hikmet Ona mahsûsdur, Bütün herseyi yaratan kudret sâhibi Odur. Onun yaratdıkları sayısızdır, Her mahlûkuna verdiği ni’metler de sayısızdır. Bu âyetde her çesid ihtilâf ile alâkalı muhâbere vardır, Biz ehl-i sünnetin hizmetcisi, Çihâr yârın dostlarıyız. – 427 – 6– Refi’üddîn “rahmetullahi aleyh”, Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Muhakkak ben ümmetimden, onları Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah kavline da’vet etdigim gibi, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin “radıyallahü teâlâ anhüm” sevgisini de isterim.) Bu hadîs-i serîf hakkında açıklanacak çok sey vardır. Eger onları beyân edersek, söz uzar. 7– Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, dogru rivâyet ile bildirmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ben ilmin sehriyim. Ebû Bekr zemînidir. Ömer dıvârlarıdır. Osmân semâsıdır. Alî kapısıdır. Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî hakkında hayr söyleyiniz!) Eger hayr söylerseniz, önünüze hayr gelir. Onların dostlukları bereketinden hepiniz hayr bulursunuz. Eger bedbahtlık ve ser söylerseniz, onların yüksekliklerine zerre mikdârı eksiklik gelmez. Lâkin, o ni’mete kavusamamıs bîçâre kendi bedbaht olup, o ser [kötülük] sebebi ile, o din serverlerinin sefâ’atinden mahrûm olur. Aslâ kurtulus bulmaz. 8– Sahîh rivâyet ile Abdürrahmân ibni Avf “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri bildirdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ben yakında ölürüm. Siz de ölürsünüz. Kıyâmet günü amellerinizden size süâl olunur. Size ogul, baba ve dede fâide vermez. Ancak selîm kalb ile Allahü teâlâ hazretlerinin huzûruna gelen kurtulur. Günâhı olanlara kıyâmet gününde sefâ’at etmemi ihsân, ikrâm etmislerdir. Benim sefâ’atim, benim eshâbıma kötü söyliyenlere, dil uzatanlara harâm olur.) 9– Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Eshâbıma sögen kimseleri gördügünüz zemân, her neye kâdir iseniz, tevbe etmeleri için onu yapınız. Müslimân olsunlar. Eger onlar Ehl-i sünnet ve cemâ’at olmazsa aranızdan gitsinler [aranızdan çıkarınız]. Sakın onlar gibi sapık fikrlere aldanmayınız, yanarsınız.) 10– Refi’üddîn “rahmetullahi aleyh” Enes bin Mâlik “radı- – 428 – yallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ebû Bekr benim vezîrimdir. Benim yerimi tutar. Ömer benim dilimdir. Ondan söz söyler. [Sözleri bendendir.] Osmân bendendir. Ben Osmândanım. Alî benim amcamın oglu ve kardesimdir. Yâ Ebâ Bekr! Öyle zan ediyorum ki, kıyâmet günü, benim ümmetime sefâ’at edeceksin!) “radıyallahü teâlâ anhüm”. 11– Sahîh rivâyet ile Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden bildirilen hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Ebû Bekr dînin diregidir. Ömer fitnenin kilididir. Ömer hayâtda oldukça fitne olmaz. Osmân münâfıkların mihnetidir. Ya’ni ibtilâsıdır. [Belâya düsürdükleri kimsedir.] Onun kâtilleri tarafında olanlar münâfık olup, Cehennemin asagılarında olsalar gerekdir. Alî bendendir ve ben Alîdenim. Onun oldugu yerde ben olurum. Benim oldugum yerde Alî olur.) 12– Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet ile bildirilen hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekr benim ümmetimin en iyisi ve en sâdıgıdır. Ömer ümmetimin en azîzidir. Osmân ümmetimin en hayâlısıdır ve en çok ikrâm edenidir. Alî ümmetimin en nûrlusudur.) Bir rivâyetde (En âlimidir.) 13– Abdüllah bin Mes’ûd “radıyallahü teâlâ anh” rivâyeti ile bildirilen hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekr, islâmın tâcıdır. Ömer, islâmın hullesidir [elbisesidir]. Osmân, islâmın cevâhiri ile süslü imâmesidir. Alî, islâmın güzel kokusudur.) Her kim basına tâc koymak, hulleyi örtünmek, süslü imâmeyi [sarıgı] basına baglamak ve güzel koku sürünmek isterse, karanlıgın [zulmetin] ısıgı ve dogru yol üzere olan bu imâmlara uymalıdırlar. Zîrâ onlar yagmura benzer ki, nereye düserlerse fâideli olurlar. 14– Hubeys bin Hâlid “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Âise; Allahü teâlâ ve – 429 – tekaddes hazretlerinin âlidir. Alî ve Hasen, Hüseyn ve Fâtıma; benim âlimdir. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri kıyâmet gününde, kendi âli ile benim âlimin arasını Cennet bagçelerinden bir bagçe ile birlesdirir.) 15– Zübeyr bin Avvâm “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Yâ Rabbî! Ümmetimden eshâbıma verdigin bereketi geri tutma. Eshâbımdan Ebû Bekre verdigin bereketi ondan geri tutma. Eshâbımı Ebû Bekr etrâfında topla. Onun islerini dagınık etme. Ebû Bekr dâimâ senin isini kendi isleri ve mesgûliyyetleri üzerine tercîh etmisdir. Allahım! Sen Ömer bin Hattâbı azîz kıl. Osmânı sabr ve tehammül üzerine kıl. Alîye tevfiki refîk kıl.) 16– Enes “radıyallahü teâlâ anh” rivâyeti ile bildirilen hadîs- i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekrin sevgisi gufrânı vâcib kılar. Ömerin sevgisi isyânı mahv eder. Osmânın sevgisi îmânı kuvvetlendirir. Alînin sevgisi, Cehennem atesini söndürür.) 17– Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri rivâyeti ile bildirilen hadîs-i serîfde; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretleri Ebû Bekre rahmet etsin. Bana kızını tezvîc etdi. Beni hicret sehrine götürdü. Ya’nî bana deve verdi ve bana mu’âvenet etdi. Ve yoldas oldu. Mekke-i Mükerremeden, Medîne-i münevvereye vardık.) Âlimlerden ba’zısı derler ki, (hamelenî dâr-ı hicret) [Beni hicret diyârına tasıdı]nın ma’nâsı odur ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri hicret gecesi, Mekkeden dısarı çıkdılar. Bir mikdâr yaya gitdiler. Bir mikdâr yol gitdikden sonra yoruldular. Gitmege ta’katları kalmadı. Istedi ki o yere otursunlar. Hâlbuki müsrikler yollara gözcüler koymuslar idi. Ebû Bekr hazretleri, kâfirler izlerince gelip, bunları bulurlar diye korkdu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini arkasına alıp, Allahü teâlânın kendisine güç ve kuvvet vermesi ile, üç mil yâhud dahâ ziyâde mesâfe mikdârı götürdü. Sonra develerin yanına vardılar. (Allahü teâlâ sânühü rahmet etsin Ömere ki, acı da olsa, hakîkati söyler. Allahü teâlâ rahmet etsin Osmâna ki, melekler ondan – 430 – hayâ ederler. Allahü tebâreke ve teâlâ Alîye rahmet etsin. Allahım! Alîye, her bulundugu yerde hakkı söylemesini muvaffak eyle.) 18– Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Rabbimden, ümmetimden râzı olmasını süâl etdim. Allahü teâlâ, bana vahy gönderdi ki, ben ümmetinden, üç kimse hâriç râzı oldum. Bunlar [ya’nî, râzı olmadıklarım], Kur’ân-ı azîm-üs-sâna mahlûkdur diyen. Digeri o kimse ki, senin eshâbını seb’ eyledi [kötüledi]. Biri o kimse ki, kader ile tekellüm eder [konusur].) Ya’nî Kaderî olur. [Ehl-i sünnet i’tikâdında olanlar kadere inanmıs, hayrın ve serrin Allahü teâlâdan olduguna îmân etmislerdir.] 19– Âise-i Sıddîkanın “radıyallahü teâlâ anhâ” rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ümmetimin en serlileri Eshâbımı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kötüleyenlerdir.) [Ya’nî sî’îlerdir.] 20– Enes bin Mâlikin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretlerine iblîs münâcât edip, dedi ki, Yâ Rabbî! Âdem aleyhisselâm Cennetden yeryüzüne indi. Ben bilirim ki, ona kitâb, resûl gönderilir. Onların kitâbı nedir. Resûlleri kimdir. Allahü teâlâ buyurdu ki: Onların Resûlleri melekler olur. Kendilerinden Peygamberler olur. Onların kitâbı Tevrât ve Incîl ve Zebûr ve Fürkân olur. Dedi, yâ Rabbî! Benim kitâbım nedir ve Resûlüm kimdir. Allahü teâlâ azze ismühü buyurdu ki: Senin kitâbın odur ki, a’zâlarını [uzvlarını] igne ile dögüp [igne batırıp], üzerlerine çivid sürmek ve si’r okumak. Resûllerin kâhinlerdir ki, remil atarlar, gayb söylerler, cadılık ederler. Ta’âmın [yiyecegin] o yiyecekdir ki, onun üzerine benim ism-i serîfim anılmaya. Serâbın [içecegin] serhos eden her nesnedir ve evin hamâmdır. Âdem oglu eger bir hatâ edip, bir günâh islerse, sonra pismân olup, istigfâr ederse, o günâhı yok olur. Iblîs dedi; ben onların kalblerine bir günâh salarım ve gözlerinde zînetlendiririm ki, o günâhdan istigfâr ile halâs olmazlar. [Bu günâh] Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” hakkında kötü söz söy- – 431 – lemek, Onlara düsman olmakdır.) 21– Abdüllah bin Abbâsın “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Her seyin bir aslı vardır. Îmânın aslı vera’dır. Her seyin bir fer’i vardır. Îmânın fer’i sabrdır. Her seyin bir koruyucusu vardır. Bu ümmetin koruyucusu amcam Abbâsdır. Her seyin bir torunu vardır. Bu ümmetin torunu, ogullarım Hasen ve Hüseyndir. Hersey için bir kanat vardır. Bu ümmetin kanadı, Ebû Bekr ve Ömerdir. Her sey için bir hisâr vardır ki, onun sebebi ile düsman fırsat bulamaz. Bu ümmetin kalkanı ve hisârı, Osmân ve Alîdir “radıyallahü teâlâ anhüm”.) 22– Sahîh rivâyet ile Ebû Zer-i Gıfârînin “radıyallahü teâlâ anh” bildirmis oldugu hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Yay gibi oluncaya kadar Allahü teâlâya ibâdet etseniz, yay kirisi gibi oluncaya kadar oruc tutsanız, dizleriniz kuru oluncaya kadar nemâz kılsanız, ehl-i beytimden veyâ eshâbımdan birisine bugz etseniz, elbette Allahü teâlâ hazretleri sizi burnunuz üzerine sürüyerek Cehenneme dâhil eder.) 23– Enes bin Mâlikin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Her Peygamberin bir nazîri vardır. Benim ümmetimden Ebû Bekr, Ibrâhîm Halîle “aleyhisselâm” benzer. Ömer, Mûsâ kelîme “aleyhisselâm” benzer. Osmân, Hârûna “aleyhisselâm” benzer. Alî bana benzer. Îsâ bin Meryeme “aleyhisselâm” bakmagı seven, Ebû Zer Gıfârîye baksın “radıyallahü teâlâ anh”.) 24– Bera’ bin Azîbin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmis oldugu hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ars üzerinde, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül Fârûk, Osmân-ı sehîd ve Aliyyül Mürtedâ yazılıdır.) 25– Ebû Hüreyrenin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmis oldugu hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekr ne iyi kisidir. Ömer – 432 – ne iyi kisidir. Osmân ne iyi kisidir. Alî ne iyi kisidir. Ebû Ubeyde ne iyi kisidir. Mu’âz bin Cebel ne iyi kisidir.) 26– Seleme tebnil-Ekvânın “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmis oldugu hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Yıldızlar, semâ ehli için emân halk olundu. Eshâbım, ümmetime emân için halk olundu.) Yıldızlar gökde oldugu müddetçe, semâ ehli âfetlerden emîndirler. Eshâbımın muhabbeti, gönüllerde oldukça, ümmetim dürlü azâblardan emîn olur. 27– Enes bin Mâlikin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmis oldugu hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Üç sey Enbiyâ islerindendir. Mu’allimlere ve üstâdlara hediyye vermek. Âlimleri mükerrem tutmak. Eshâbımı sevmek.) 28– Ebû Sâid-il Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Eshâbımı kötülemeyiniz! Rûhum onun yed-inde olan Allahü teâlâ hakkı için, eger sizin biriniz Uhud dagı kadar altın sadaka fakîrlere verseniz, onlardan birisinin bir müd mikdârı sadakasının yerini tutmaz ve yarım müdünün sevâbına erismez.) Bir müd ikiyüzyetmisüç dirhem ve iki dank eder. [875 gramdır.] 29– Hazret-i Ümm-i Selemenin “radıyalahü teâlâ anhâ” rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Gökden bir kovanın indigini gördüm. Ben ki, Resûlullahım! O kovadan on yudum içdim. Sonra ondan Ebû Bekr ikibuçuk yudum içdi. Ömer onbuçuk yudum içdi. Ondan sonra Osmân onikibuçuk yudum içdi. Sonra bu kova semâya kaldırıldı.) Bunun ma’nâsı, Allahü teâlâ bilir, odur ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin o zemân ömrü on sene kalmısdı. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” ikibuçuk sene hilâfet etdiler. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” onbuçuk sene halîfe oldular. Osmân “radıyallahü teâlâ anh” onikibuçuk sene halîfe oldular. 30– Ebû Sâid-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Muhammed Mustafâ “sallallahü – 433 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:28 teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Size kelâm-ı kadîm ile bildirilenleri yapmanız lâzımdır. Amel etmemekde aslâ özrünüz makbûl degildir. Eger Kitâbullahda olmazsa, benim sünnetim ile amel ediniz. Eger benim sünnetimde de olmazsa, benim Eshâbımın söyledikleri ile amel etmekle mesgûl olunuz “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în.” Zîrâ, muhakkak benim eshâbım gökdeki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidâyet bulursunuz. Eshâbımın ihtilâfı size rahmetdir.) Resûl-i muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kavl-i serîflerine muvâfık [uygun] olarak baska yerlerde de buyurulmusdur. (Ümmetim arasında ihtilâf rahmetdir.) Ya’nî ümmetimin âlimleri, dînin aslını muhâfaza etmekde hırslıdırlar. (Kitâb, Sünnet, Icmâ’ ve Kıyâs)dan dısarı çıkmazlar. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri bir ümmetde bir tâife yaratdı. Bu söz sâhibi âlimler fürû-ı dinde ihtilâf etdiler. Dînin aslını kıyâmete kadar, saklı tutdular [Üsûl-i dîne dokunmadılar.] Eshâb- ı hadîs, eshâb-ı rey’ ehl-i sünnet vel cemâ’at üzeredir. Onları hıfz etmisdir. Ser’î konularda birbirlerinin arasında ihtilâf olan âlimler, birbirlerine kâfir demezler. Mu’tezile, hâricî ve râfizî tâifelerinden baska hiçbir tâife yokdur ki, baska tâifeye kâfir desin. [Bu üç tâife de bozukdur.] Muhakkak ki onların sıfatı ile alâkalı olarak Allahü teâlâ kelâm-ı kadîminde buyurmusdur: (... Ancak Rabbinin rahmeti ile anlasıp, ayrılmayanlar müstesnâdır...) [Hûd sûresi 119.cu âyeti kerîmesi meâli.] Eshâb-ı kirâmın ihtilâfında bizim için rahmet vardır. Onların herbirini sevmelisin ki, rahmete kavusasın. 31– Refî’üddînden “rahmetullahi aleyh” sahîh rivâyet ile bildirildi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Eger Ebû Bekrin fazîletlerini gök üzerine koysalar idi, ates üzerinde tencerenin kaynaması gibi, gökün kaynamasını isitirdiniz. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, o kimsedir ki, heybeti meleklere te’sîr eder. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” o kimsedir ki, melekler gelip, Onun Kur’ân-ı kerîm okumasını dinlerler. Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri o kimsedir ki, üzerinde yürüdügü için yer onunla ögünür.) 32– Sahîh rivâyet ile Rüknül-islâm Ahmed-el Cürcânî, Enes – 434 – bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden bildirmis oldugu hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” efendimiz hazretleri buyurdu ki: (Muhakkak benim havzum için dört rükn vardır.) Ya’nî bu havzun serâbına dört yol vardır. Çihâr yâr-i güzîn olan Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Alînin tasarrufundadır “radıyallahü teâlâ anhüm”. Nebîlerden sonra, gelmis ve gelecek bütün insanların üstünüdürler. Kevser havzının birinci rüknü Ebû Bekrin elinde olur. Ikinci rüknü Ömerin elinde olur. Üçüncü rüknü Osmânın elinde olur. Dördüncü rüknü Alînin elinde olur. Yüzyirmidörtbinden ziyâde Peygamberin ümmetinden bir kimseye Çihâr yârdan iznsiz o havza varmaga izn yokdur. Kimsenin onun ile isi yokdur. Halk o gün susuz ve bası açık ve hasta ve yanmıs olup, Havz-ı Kevser ile feryâdlarını gidermege, ferâhlamaga muhtâcdır. Her kim Ebû Bekri “radıyallahü teâlâ anh” sever, Ömeri “radıyallahü teâlâ anh” sevmezse; o kimse Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin yanına gidip, su isterse, o kimseye su vermez. Her kim Ömeri “radıyallahü teâlâ anh” sevip, Ebû Bekri “radıyallahü anh” sevmezse, o kisi hazret-i Ömerin yanına varınca, hazret-i Ömer, Ebû Bekri sevmiyene su vermez. Her kim hazret-i Osmân bin Affânı sevip, hazret-i Alîyi sevmese, o kisi hazret-i Osmânın yanına vardıkda, hazret-i Osmân, hazret-i Alîyi sevmiyene su vermez. Her kim hazret-i Alîyi sevip, hazret-i Osmânı sevmezse, hazret-i Osmânı sevmiyen hazret-i Alînin yanına vardıkda, hazret-i Alî, ona su vermez. Süâl: Eger sen dersen ki, hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömeri sevmiyeni, hazret-i Alî hazret-i Osmânı sevmiyeni nereden bilir? Cevâb: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurmusdur ki, (Bir kimse, benim eshâbımın zerre mikdârı bugz ve adâvetini gönlünde tutarsa, alnında siyâh bir hat seklinde yazı oldugu hâlde kalkar: (Bu kimse Allahü teâlâ hazretlerinin rahmetinden ümîdini kesmisdir) yazılıdır.) Ondan sonra Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Bir kimse ki, dilinin sözünü ve kalbinin i’tikâdını, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın büyüklügünde ve temizliginde iyi tutup ve Ebû Bekr-i Sıddîki hak üzere halîfe bilse, din ve is- – 435 – lâmını dogru etmisdir. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin rahmetine kavusamamak derdinden emîn olmusdur. Her kim dilinin sözünü ve kalbinin i’tikâdını Ömer-ül Fârûkun büyüklügünde ve temizliginde iyi tutup, Ömeri Ebû Bekrden sonra emîr ve imâm bilirse, kendi kurtulus yolunu bütün sübhelerden pâk eder. Hakîkat ve yakîn ile yükü hafîfliyenler ve kurtulanlar cümlesinden olur. Bir kimse ki, dilinin sözünü ve kalbinin i’tikâdını, Osmân bin Affânın büyüklügü ve temizliginde iyi tutarsa [dili ile ve kalbi ile onu iyi bilirse], Ömerden sonra halîfe ve imâm bilirse, nûr-ül lütf ve kemâl-i îmân ile ve Kur’ân-ı kerîmin nûru ile münevver ve rûsen olur ve kabr karanlıgını o sebeb ile kendinden uzak tutmus olur. Bir kimse dilinin kavlini [sözünü] ve kalbinin i’tikâdını Aliyyül Mürtedânın büyüklügü ve temizliginde iyi tutup [onu iyi bilip], Alîyi Osmândan sonra halîfe ve imâm bilirse, o kimse, takvâ elini îmân agacının budaklarından [dallarından] bir budaga uzatmıs, dostluk ve âsinâlık ahdini Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri ile ve melekler ile ve Nebîler ile ve bütün mü’minler ile saglamlasdırmıs olur. Bir kimse, benim bütün eshâbıma ve Ehl-i beytime, küçügüne ve büyügüne, günâhkârına ve günâhsızına, dili ile medh-ü senâ etse, kalbiyle, hayr ve salâh, sıdk ve sevâb ve resâd i’tikâd etse, o kimse mü’mindir. Bir kimse benim eshâbıma, aralarındaki muhârebelerden ve sulhden, hayrdan ve serden, fâide ve zarardan, onlar hakkından dili ile kötü söz söyler ise, kalbiyle onları inkâr ve bugz ederse, o kimse münâfıkdır. Ebedî Cehennemde kalır ki, Allahü teâlâ Sûre-i Nîsâ 145.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Münâfıklar elbette Cehennemin esfel derekesinde olurlar. Onlar için hiçbir yardımcı yokdur) buyurmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin bu havzına Kur’ân-ı azîm ve kitâb-ı kadîmde delîl vardır. Söz uzayacak ise de, bahs etmek lâzımdır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mubârek sözleri, Kur’ân-ı azîm-üs-sânda bildirilmisdir. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri buyuruyor: (Bismillâhirrahmânirrahîm. Innâ a’taynâ .......) Bu sûrenin harflerini ve kelimelerini beyân edelim. Sonra fazîletini beyân edelim. Bu sûre üç âyetdir. Kelimeleri ondur, harfleri kırkikidir. Emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü teâlâ anh” haber verdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” – 436 – buyurdu ki: (Her kim bir kerre Innâ a’taynâ sûresini okursa, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, o kimseye, Cennetde o kadar ni’met ve hil’at, makâm ve derece verir ki, temâmı, yeryüzü dogudan-batıya kadar deve ile dolu olsa ve her deve üzerinde bir kitâb olsa, her kitâbın eni ve uzunlugu bütün yeryüzü kadar büyük olsa, o kitâbların temâmı kıl kalem ile ince yazılmıs olsa, cümlesi bu sûre-i azîmeyi okuyanın kazandıgı ni’metlerin, mülklerin, kösklerin, çardakların, odaların vasflarını açıklamaya ancak yeter.) Allahü teâlâ hazretleri Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine buyurdu ki: (Biz sana senden ötürü ve senin ümmetinden ötürü bir havz i’tâ etdik. Bütün Peygamberler ve ümmetleri o kıyâmet günü o havzın serâbını arzû edici olurlar.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri o günde Cebrâîl aleyhisselâmdan Innâ a’taynâ sûresini isitdi. Sonra Mi’râca çıkdıgında, gözleri ile gördü. Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” arasında Kevser havzından bahs edilmedigi ân az olur idi. Dünyâda, yaratıldıgı ândan beri Havz-ı Kevsere benzer bir havz görülmemisdir. Bundan sonra da kıyâmete kadar olması mümkin degildir. Onu gördükden sonra, onun akması sesini isitdi. Murâd etdi ki [istedi ki], Kevser havzının sesini vasf etsin. Mümkin olmadı. Zîrâ o ibâre Eshâb-ı güzînin kudretine ve fehmine sıgmaz. Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi ki, yâ Resûlallah! Allahü teâlâ buyurdu ki: (Sen onun sesini vasf etmekde zorluk çekiyorsun. Eshâbının da fehm etmege [anlamaga] kudretleri yokdur. Biz kemâl-i lütfumuz ile, zahmetsiz ve sıkıntısız, Kevser havzı suyu dört ırmagının sesini isitdirdik ki, havz-ı kevsere gider. Su, süt, serâb ve bal ırmaklarından gider. Iste senin eshâbına ve ümmetine gösterdik. Her kim isterse ki, söyle, iki parmagını iki kulagına koysun. O sesi bunca yıllık yoldan kendi kulagı ile isitir.) 33– Kevser havzı vasfı için söylenen haberler devâmla söyledir. Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinin rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Muhakkak benim için bir havz vardır. Rabbim bana va’d etmisdir. Kıyâmet – 437 – günündeki, o havuzdan çok hayr ve fâide görülse gerekdir. O havzın adı Kevserdir. O havzın sâkîleri, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn ve Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretleridir. O havzın eni magrib ile mesrık arası kadardır. Uzunlugu gök ile yer arası kadardır. Onun çanakları ve kadehleri, ibrikleri ve masrapalarının sayısı, yıldızlar adedince, besyüz senelik yol boyunca güzel bir seklde dizilmis. Her [âhıret] serâbı içici, bu bardaklar, kadehler, ibrik ve masrapalar ile içer. Üzerlerinde kudret-i ilâhî ile bütün [mü’minlerin] ismleri yazılmısdır. Her yer bir cevherden ve her kadeh bir bakırdan, her cam bir heykelden, her kadeh bir sûretden, her ibrik bir hilkatdendir. O havzın dibinde tas parçaları ve kum yerine kırmızı yâkut ve yesil zeberced vardır. O çakıl taslarının altında çamur yerine, kokucu misk ve çamurun altında yer ve toprak yerine güzel kokulu kâfûr, her tarafı nûr üzerine nûr, sürûr üzerine sürûrdur. Etrâfında za’ferân kubbeleri, mercân incisi çadırları, her yerde renk renk dösekler dösenmis, her yerde tahtlar ve istinât yerleri koyulmus. O havzın serâbı sütden beyâz ve baldan tatlı, kardan sogukdur. Dünyâda olan her güzel kokudan dahâ güzel kokusu vardır. Âb-ı hayâtdan ziyâde hazm olucudur. Her kim o havuza dalsa, bogulmaz. Istese ki o havuzdan bir dag kadar su götürebilir. Gücü yeter, za’îflik yokdur. Her kim ki, onun serâbından bir katre tatsa, basından ayagına kadar bütün agrılardan, dertlerden, hastalıklardan kurtulur. Hiç susamaz. Korkudan emîn olur. Kim ki bir katrenin kokusunu o havz-ı kevserden alsa, bütün insanların ve kokuların ve ferâhlıgın aslını ve fer’ini, o kimse cânında ve teninde isitir. Menba’ı [kaynagı] ve yolu Tûbâ agacının kökündedir. Aslı sidret-ül müntehâdandır. Dört ırmakdır, dört tarafından gelir. O ırmaklar birbirine mülâkat etdikden sonra, havz-ı kevsere gelir. Biri su ırmagı, biri süt ırmagı, biri serâb ırmagı, biri bal ırmagı. Su ırmagı Ebû Bekr tâli’ine, süt ırmagı Ömer-ül Fârûk tâli’ine, serâb ırmagı Osmân-ı Zinnûreyn tâli’ine, bal ırmagı Aliyyül mürtedâ tâli’ine “radıyallahü teâlâ anhüm” akarlar. Bir serâb ki, hem simâ’ eder, hem cemâl verir, hem kuslar gibi uçar, pervâz eder [döner], hem ma’suklar ve dilberler gibi isve ve naz eder. Içenler ile söylesir. Onda her vakt tavus var, ve arûs [gelin] var. Kuslar var. Deve – 438 – boynu gibi boynu olan herbir kus, o serâbın [havz suyunun] üzerinde, dostların murâdı üzerine gelirler.) Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül Fârûk dediler ki: Yâ Resûlallah! O kuslar ikrâm edici mi olurlar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (O kimseler ki, o kusları yir. Onlar ziyâde ikrâm edici olur.) Sonra, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: Muhakkak benim havzımın dört rüknü olur. Birincisi Ebû Bekrin elinde olur. Ikinci rüknü Ömerin elinde olur. Üçüncü rüknü Osmânın elinde olur. Dördüncü rüknü Alînin elinde olur “radıyallahü anhüm ecma’în”. 34– Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” rivâyeti ile bildirilen hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri bütün âlemlerden, Peygamberlerden ve Resûllerden beni seçdi. Peygamberler ve mürselînden gayri, bütün âlemler üzerine benim Eshâbımı seçdi. Bütün Eshâbımdan Çihâr yârı ihtiyâr etdi [seçdi]. Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî. Bunları bütün eshâbımdan büyük ve fazîletli yapdı “radıyallahü anhüm”. Sonra yüzyirmidört binden ziyâde Peygamberin ümmeti arasında benim ümmetimi ihtiyâr etdi [seçdi]. Ümmetim arasında dört devr seçdi. Bu dört devrden üçü birbiri akabincedir. Sahâbe, tâbi’în, tebe-i tâbi’în. Bir kavm ki, vakti Îsâ aleyhisselâmın nüzûlü vaktidir. [Dördüncü devre, bu devredir.] Bu dört tâifenin zikri Kur’ân-ı mecîdde, Vâkıa sûresinin evvelinde gelmisdir. O üç tâifenin hakkında, (Onların büyük kısmı eski ümmetlerdendir) diye bildirilmis, dördüncü kısmdakiler ise, (Bir kısmı da sonrakilerdendir) buyurularak bildirilmisdir. [Vâkıa 13-14]) 35– Nu’mân bin Besîr “radıyallahü teâlâ anh” rivâyeti ile bildirilen hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekrdir. Allahın dîninde en kuvvetli olanınız Ömerdir. Hayâda en sâdık olanınız Osmândır. En isâbetli hükm vereniniz Alîdir.) Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bu ümmete mahsûs dört büyük ni’met vermisdir ki, hiçbir ümmete, insanların evveli Âdem “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerinin zemân-ı serîfinden bu ümmete gelinceye kadar böyle – 439 – ni’met vermemisdir. Bu dört ni’metin sükrünü bu ümmetden, bunun hüccetini ve hikmetini bilen bu dört kimse üzerine farz etmisdir. Birincisi, Muhammed “aleyhisselâtü vesselâm” hazretleri gibi bir Peygamber, ya’nî Resûl ni’metidir. Ikincisi, islâm dîni gibi, kıymetli bir din ni’metidir. Üçüncüsü, Kur’ân-ı kadîm gibi, bir kelâm-ı kerîm ni’metidir. Dördüncüsü, kendi zât-ı pâkına mahsûs muhabbeti, dostlugu, bu ümmete hediyye etme ni’metidir. [Allahü teâlâ Mâide sûresi 54.cü âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ onları sever. Onlar da Allahü teâlâyı severler) buyurmusdur.] Âlem halk olunalıdan beri, bizden baska kimseye, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinden bu dört ni’met müyesser olmamısdır. Bu dört hil’at verilmemisdir. Bizden evvel olan ümmetlerde Peygamberler çok idi. Lâkin Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri gibi yok idi. Bu ümmetlere de kitâb nâzil olmus idi. Lâkin Kur’ân-ı azîz ve mecîd- i kerîm gibi nâzil olmamısdı. Bizden önceki ümmetlere Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri çok ni’metler verdi. Lâkin kendi husûsî muhabbeti gibi kimseye vermedi. [Bu ümmete verdi.] Ondan dolayı ki, Cebrâîl ve Mikâîlin kullugu husûsî ni’metler ile, Isrâfîl ve Azrâîlin kullugu husûsî hil’atlar iledir. Bunun gibi, Ruhâniyân ve Kerûbiyân meleklerinin kullugu husûsî ni’metler iledir. Hamele-i ars ve kürsîyi nakl eden meleklerin ve Levh-i mahfûz emînlerinin ve Kalem-i alâ rakîblerinin kullugu husûsî hil’at iledir. Ümmet-i Muhammedin ya’nî bize mahsûs hil’at ve ni’met, onun dostlugudur. Beyt: Günesde zerreyi görmek, dahâ kuvvetle mümkündür, Fekat her zerrede günesi görmek nasıl mümkündür. Gece bekçisi aynı olur mu hiç, Kucagında Sultânı besliyen kimse ile. Allahü Sübhânehü ve teâlâ ve tekaddes hazretleri, bu ümmete dört büyük ni’met ve hil’at ihsân buyurdu. Bu dört ni’metin sükrünü temâm ve lâyık oldugu üzere, bu ümmetden talep etdi. Buyurdu ki: Eger siz bu dört ni’metin sükrünü istenilen seklde yerine getirirseniz, üzerinize hıfz ederim. Onun üzerine dîdâr ve cemâlimi görmegi ziyâde ederim. [Ibrâhîm sûresi 7.ci – 440 – âyet-i kerîmesinde meâlen], (Ni’metlerime sükr ederseniz, onları artdırırım) buyurulmusdur. Burada, (artdırırım, ziyâde ederim) kelâmı, dîdâra, Cenâb-ı Hakkın cemâlini görmek ma’nâsınadır. Çünki, Yûnüs sûresi 26.cı âyetinde meâlen, (Dünyâda güzel amel isleyenlere Hüsnâ ve ziyâde vardır) [Cennet ve Allahü teâlâyı görmek vardır] buyurulmusdur. Lâkin, bu cümle ile Allahü teâlâ bilir ki, bizim ömrümüz, diger ümmetlerin ömründen kısadır. Bizim bedenimiz, diger ümmetlerin bedenlerinden küçükdür. Bu ni’metleri ki bize verdi ve sükrünü vâcib kıldı. Bilir ki, Ona lâyık sükr etmege kâdir degiliz. Sükr kemâl üzere olmayıp, azl edilmis ve ayrı düsmüs kalırız. Sonra kendi fadlı ve rahmeti ile takdîr ve tedbîr edip, bu ümmetden dört kimseyi, bu dört ni’metin sükrü için seçdi. Birincisi, Ebû Bekr-i Sıddîkı, Muhammed Mustafa “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ni’metinin sükründen dolayı seçdi. Ikincisi, Ömer-ül Fârûku; dîn-i islâm ni’metinin sükründen dolayı seçdi. Üçüncü; Osmân Zinnûreyni, Kur’ân-ı azîm ni’metinin sükründen dolayı seçdi. Dördüncü, Aliyyül Mürtedâyı, kendi muhabbeti ni’metinin sükründen dolayı seçdi. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ni’metinin sükrünü lâyıkı ile edâ etdi. Teni ve cânı ve malı ve evlâdı ile yardımda bulundu. Fâide ve zararını hep onun isi yoluna harc etdi. Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” islâm ni’metinin sükrünü kemâli ile edâ etdi. Bütün gayretini, siddetini islâmiyyet yolunda kullandı. Gizli islâmı âsikâr etdi. Osmân-ı Zinnûreyn “radıyallahü teâlâ anh” Kur’ân-ı azîm-üs-sânın sükrünü gerekdigi gibi edâ etdi. Kur’ân-ı kerîmi topladı. Kendi bes adet Kelâmullah yazdırdı. Islâmın dört bir tarafındaki beldelere gönderdi. Iki rek’at nemâzda Kur’ân-ı kerîmi hatm etdi. Aliyyül mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, özel muhabbetin sükrünü hakkıyla edâ etdi. Kılıncını kınından çekdi. O kılıncın kahrı ile dostları düsmanlardan ayırdı. O dört ni’metin hayr ve bereketi ve o dört hil’atin sükrü, bugün dünyâda ve yarın âhıretde ebedî kalacakdır. Bizim üzerimizde o hayrın ma’nâsı sudur: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ümmetimden, ümmetim üzerine en merhametlisi Ebû Bekr-i Sıddîkdır. Allahü teâlânın dîninde en kuvvetli olanınız Ömer-ül Fârûkdur. Hayâ cihetinden en sâdık olanınız, – 441 – Osmân bin Affândır. En cömerdiniz, hem beden, hem mal ile Alî bin Ebî Tâlibdir.) Rahmetin en kâmil olanı Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” nasîbidir. Kuvvetin temâm olanı Ömerin “radıyallahü anh” nasîbidir. Hayânın en yüksegi Osmânın “radıyallahü anh” nasîbidir. Cömertlik ve yigitlikde en önde olmak Alînin “radıyallahü anh” nasîbidir. Ebû Bekr “radıyallahü anh” rahmet ile vasflandırılmısdır. Rahmetin yeri gönüldür. Ömer kuvvet ile vasflandırılmısdır. Kuvvetin mahalli bedendir. Ebû Bekr gönül yerindedir. Ömer beden yerindedir. Gönül ile beden birbiri ile berâber bulunur. Lâkin beden gönlün hizmetindedir. Gönül bedenin âmiridir. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hilâfetin aslıdır. Ömer fer’idir. Bunun gibi, hayâ Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” sıfatıdır. Civânmertlik Alînin sıfatıdır. Hayânın mahalli gözdür. Civânmertlik el ile olur. Göz ve el ikisi de kisinin zînetidir. Lâkin göz elden üstündür. O sebebden ki, yarın kul kıyâmet gününde, eli ile Allahü teâlâ hazretlerinin hil’atını tutar. Ammâ, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin bîçûn ve bîçûgûne [nasıl oldugu anlasılamıyan ve anlatılamıyan] cemâl-i ezelîsini, gözü ile [nasıl oldugu anlasılamıyan ve anlatılamıyan seklde] müsâhede eder. 36– Zehrî “rahmetullahi aleyh”, isnâd ile Abdürrahmân bin Avfdan “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, bir gün Medîne-i münevverenin mescidinde, ömrlerinin altmısüç yasının son günlerinde, çok cemâ’at arasından kalkdı. Minbere çıkdı. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine hamd ve senâ eyledi. Baslangıc sözünden sonra buyurdu. (Bana ne olmusdur ki, sizi ihtilâf içinde görürüm. Ey havâs ve avâm! Benim sevgim, ehl-i beytimin sevgisi, Eshâbımın sevgisi, benim ümmetimin üzerine kıyâmet gününe kadar farzdır.) Buyurdu ki, (Ebû Bekr-i Sıddîk nerededir.) Ebû Bekr de oldugu yerden sür’atle ayak üzerine kalkıp, dedi ki, yâ Resûlallah! Ben buradayım. Hazret-i Server- i âlem buyurdu: (Bana yakın gel yâ Ebâ Bekr!) O da yakınına vardı. Buyurdu: (Minber üzerine gel.) Minber üzerine vardı. Resûlullahın huzûruna vardı. Onu yanına aldı. Onun yüzünü kendi mubârek sînesine [gögsüne] tutdu. Bir müddet yü- – 442 – zünü, mubârek sînesine sürdü. Iki gözünün arasından öpdü. Orada o kadar agladı ki, mubârek gözlerinin yası, mubârek yüzünden kendi üzerine ve Ebû Bekrin üzerine akıyordu. Yüksek ses ile: (Ey müslimânlar! Bu gördügünüz Ebû Bekr-i Sıddîkdır. Muhâcîr ve Ensârın seyyidi ve büyügüdür. O kimsedir ki, Allahü tebâreke ve teâlâ bana emr etdi ki, ben onu kendime, dünyâda baba mertebesinde tutdum. Âhıretde sonsuz olarak dost edindim. Bu benim musâhibimdir. Cümle halk beni tekzîb ederken, o beni tasdîk etdi. O vakt ki, bütün herkes beni sürdügü zemân bu beni mekânlandırdı, makâmlandırdı. Herkes benden kaçıp, nefret etdigi zemân bu benimle ülfet ve ünsiyyet etdi. Herkes beni öldürmek istedigi zemân, malını, cânını, bedenini bana fedâ etdi. Kızı Âise-i Sıddîkayı bana tezvîc etdi. Bilâli kendi malından benim için âzâd etdi. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin la’neti ve meleklerin la’neti, bütün insanların la’neti, buna bugz edenlerin üzerine olsun. Allahü teâlâ buna bugz edenlerden bîzârdır. Ben de bîzârım. Her kim isterse ki, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinden ve benden bîzâr olmak; Ebû Bekrden bîzâr olsun.) Sonra buyurdu ki; (Ey müslimânlar! Burada bulunup, benim sözlerimi isitiyorsunuz! Bu sözleri, benim ümmetimden burada bulunmıyanlara, kıyâmete dek iletiniz. Yâ Ebâ Bekr! Geri dön, yerinde otur. O seyi ki, ben senin hakkında söyledim. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri bilir, gerçekdir, sâbitdir. Ve benim söyledigimden ziyâdedir.) Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” minberden inip, yerine oturdu. Sonra buyurdu ki, (Ömer bin Hattâb nerededir). Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri yerinden sür’atle kalkıp, dedi ki, (Yâ Resûlallah! Ben buradayım.) Buyurdu: (Yâ Ömer, benim yanıma gel!) O da geldi. Buyurdu: (Yâ Ömer, minber üzerine gel.) Ömer “radıyallahü anh”da minber üzerine geldi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” onun yüzünü mubârek sînesine [gögsüne] dayadı. Iki gözünün arasından öpdü. Gördük ki, mubârek gözlerinin yası hazret-i Ömerin üzerine damladı. Sonra minber üzerinde yüksek ses ile buyurdu ki; (Ey müslimânlar! Bu Ömer-ibnül Hattâbdır. Muhâcir ve Ensârın büyügüdür. Bu o kimsedir ki, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri bana emr etdi ki, ben bunu yardımcı ve mesveret edici ola- – 443 – rak aldım. Bu o kimsedir ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ Kur’ân-ı kerîmi bunun lisânı, kalbi ve yed-i üzerine nâzil etmisdir [indirmisdir]. Bu o kimsedir ki, acı da olsa, hakkı kabûl eder. Bu o kimsedir ki, Allahü teâlâ hazretlerinin emr ve yasaklarında, ayblayanların ayblamalarından çekinmez. Bu o kisidir ki, seytân ondan kaçar. Bu odur ki, bunun heybetinden, hârâ tası, demir ve çelik erir ve mahv olur. Bu odur ki, yarın Cennetin ısıgıdır ve Cennet ehlinin mefâhiridir. Buna bugz edenin üzerine Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin, meleklerin ve bütün halkın la’neti olsun. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri buna bugz edenlerden berîdir [uzakdır], ben de uzagım.) Sonra (Osmân bin Affân) nerededir, buyurdu. Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” oturdugu yerden sür’atle kalkıp, (Yâ Resûlallah! Iste ben buradayım) dedi. Buyurdu: (Yâ Osmân bana yakın gel!) O da gelip, minbere çıkdı. Onu da mubârek gögsüne çekip, iki gözünün arasından öpdü. Sonra o kadar agladı ki; Nakl eden der ki: Mubârek gözlerinin yası akıp, hazret- i Osmânın üzerine döküldügünü gördüm. Sonra yüksek sesle buyurdu: (Ey müslimân cemâ’ati! Bu Osmân bin Affândır. Muhâcir ve Ensârın büyügüdür. Bu, o kimsedir ki, Allahü teâlâ hazretleri bana emr etdi ki, ben onu sened ve dâmâd ittihâz etdim [seçdim]. Iki kızımı vererek dâmâd seçdim. Eger üçüncü kızım olaydı, onu da tezvîc ederdim. Bu, o kimsedir ki, gökdeki melekler bundan hayâ eder. Buna bugz edenler üzerine Allahü teâlâ hazretlerinin ve bütün la’net edenlerin la’neti olsun!) Sonra buyurdu: (Alî bin Ebî Tâlib nerededir.) Alî “radıyallahü teâlâ anh” oturdugu mekândan sür’atle kalkıp, dedi ki: (Yâ Resûlallah! Ben burada hâzırım.) Resûl-i Hudâ Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, (Bana yakın ol) buyurdu. O da yakın oldu. (Minber üzerine gel) buyurdu. O da geldi. Yüzünü mubârek gögsüne basdı. Iki gözünün arasından öpdü. O kadar agladı ki, mubârek gözlerinin yası hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” üzerine akdı. Sonra mubârek eli ile tutup, yüksek sesle buyurdu ki, (Ey müslimân cemâ’ati! Bu Alî bin Ebî Tâlibdir. Bu Muhâcir ve Ensârın bü- – 444 – yügüdür. Ve benim kardesimdir. Amcam ogludur. Ve benim dâmâdımdır. Tenimdendir, kanımdandır, tüyümdendir. Bu, iki torunumun babasıdır. Hazret-i Hasen ve Hüseyn ki, Cennet gençlerinin seyyidleridir. Bu, çok gam ve gussayı benden gidermisdir. Çok alçak ve kuvvetli düsmanları susdurmusdur. Bu o kimsedir ki, adı mukâbilinde, Allahü teâlânın aslanı ve kılıncıdır. Allahü teâlânın ve bütün la’net edenlerin la’neti, yeryüzünün düsmanlarına ve buna bugz edenlere olsun. Allahü teâlâ ona bugz edenlerden berîdir [uzakdır]. Ben de berîyim [uzagım]. Kim Allahü teâlâdan uzak olmak istemezse, Alî bin Ebî Tâlibden uzak olmasın. Sizden hâzır olanlarınız, bu vasiyyetleri, burada bulunmıyanlara ulasdırsın.) Sonra buyurdular ki; (Var otur, yâ Ebel Hasen. Her ne ki, senin hakkında söyledim. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri âlimdir ki, fazlası ile dogrudur.) Ondan sonra yüksek sesle buyurdu: (Ey müslimânlar! Eger, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerine ibâdet etmekden yay kirisi gibi incelseniz, dizleriniz kuruyuncaya kadar nemâz kılsanız, ondan sonra ehl-i beytimden ve eshâbımdan birine bugz etseniz, Allahü teâlâ hazretleri sizi, Cehennem zebânîlerine emr ederek, yüzünüz üzerine Cehenneme dâhil ederler.) 37– Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (O gün ki, hazret-i Cebrâîl-i emîn aleyhisselâm bu âyet-i kerîmeyi getirdi. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri [Mâide sûresi 6.cı âyet-i kerîmesinde meâlen] buyurur: (Ey îmân edenler! Nemâza kalkdıgınız zemân, yüzünüzü ve dirseklere kadar kollarınızı yıkayınız! Basınıza mesh ediniz! Topuklara kadar ayaklarınızı yıkayınız!) Cebrâîl aleyhisselâm, Hilâfet hüccetini [delîlini], abdest âyet-i kerîmesi ile bana bildirdi. Dedi: Yâ Muhammed! Muhakkak, yüz ve eller, bas ve ayaklar tahâretde, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer bin Hattâb, Osmân bin Affân, Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anhüm” gibidir.) Bunun beyânı uzun sürer, ammâ, onu söylemekden baska çâre yokdur. Bu Çihâr yâr-i güzîni “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sevmek farzdır. Bunu anlatmak îcâb eder. Bu dört isin yapılması birbirinden ayrı degildir. Birbiri ile alâkalıdır. Bu Çihâr yârın – 445 – dostlugu [sevgisi] de ayrı degildir. Birbiri ile alâkalıdır. Tahâret [abdestde yıkanacak] mahalli dört uzvdur. Halîfelik mahalli de dört sahsdır. Tahâretde yıkanacak farz olan mahal dörtdür. Lâkin o mahallerin aslı birdir ki, kalb ve dindir. Bu dört isin dogrulugu, bu dört mahalde niyyete baglıdır. Niyyet olmayınca tahâret olmaz. Diger tarafdan bu dört büyük halîfenin sevgisi risâlete [Peygamberlige] baglıdır. Risâlet olmayınca halîfelik olmaz. Zîrâ burada, bu dört uzvun tahâretinde tertîb farzdır. Evvelâ yüzü yıkamak, sonra kolları yıkamak, ondan sonra bası mesh etmek, ondan sonra ayakları yıkamak. Burada da Çihâr yâr-i güzînin dostlugunda tertîb farzdır. Evvelâ Ebû Bekr, ondan sonra Ömer, sonra Osmân, dahâ sonra Alîdir “radıyallahü teâlâ anhüm”. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” abdestde yüz menzilesindedir. [Ya’nî yüz gibidir.] Yüzün temâmını yıkamak farzdır. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” abdestde kol yerindedir. Kolların yarısını yıkamak farzdır. Osmân “radıyallahü teâlâ anh” abdestde bas yerindedir. Basın dörtde birini mesh etmek farzdır. Alî “radıyallahü teâlâ anh” abdestde ayak yerindedir. Ayagı topugu ile yıkamak farzdır. [Bacagın] sekizde biridir. Bunun gibi, temâmı yıkanan uzv, yarısı yıkanan uzvdan efdaldir. Yarısı yıkanan uzv, dörtde biri mesh olunan uzvdan efdaldir. Dörtde biri mesh olunan uzv, sekizde biri yıkanan uzvdan efdaldir. Böylece Ebû Bekr, Ömerden; Ömer, Osmândan; Osmân, Alîden “radıyallahü teâlâ anhüm” efdaldir. Alî “radıyallahü anh”, kendi vaktinden kıyâmete kadar olan bütün müslimânlardan efdaldir. Isâret: Ebû Bekr-i Sıddîk, tehâretde yüz [çehre] menzilesindedir. Ömer-ül Fârûk el [kol] menzilesindedir. Osmân-ı Zinnûreyn bas menzilesindedir. Aliyyül Mürtedâ ayak menzilesindedir. Yarın Cennetde ayagın isi ve mesgûliyyeti, tahta oturmak ve bir Cennet binegine binmekdir. Basın mesgûliyyeti ve isi, gölgelik ve tâc takmakdır. Elin isi ve mesgûliyyeti, yimek, içmek ve alıp vermekdir. Yüzün isi ve mesgûliyyeti, bîçûn ve bîçûgûne olan Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin, cemâl-i ezeliyyesini müsâhede etmekdir. [Kıyâmet sûresi 22.ci âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruldu ki:] (Kıyâmet günü bir kısm yüzler güzel ve parlak olup, Allahü teâlâ hazretlerine âsikâre, hicâbsız nazar ederler.) – 446 – 38– Nu’mân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinden mi’râcda, sidret-ül müntehâda süâl etdim. Rabbim o makâmda yok idi. Rabbim o makâmlardan münezzehdir. Dedim, yâ Rabbî, yâ Pâdisâh-ı Mutlak! Benden sonra benim eshâbım aralarında ihtilâf ederler. Ve aralarına ihtilâf salarlar. Sen o hilâf edenlere ve ihtilâf salanlara ne yaparsın. O kimselerden ba’zısı digerinin sözünü tutar. Ba’zısı bir baskasının sözünü tutar. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri buyurdu: (Benim Habîbim, benim azîzim! Senin Eshâbın benim katımda yıldızlar gibidir. Ba’zısı ba’zısından nûrludur. Aralarında olan ihtilâflardan dolayı onları afv ederim. Her kimse ki, onlardan birisinin kavliyle ve fetvâsıyla amel eder ve yol giderse, hidâyet üzeredir. O yolu hidâyet ile süslemisim.) 39– Abdüllah bin Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinin rivâyet etdigi hadîs-i serîfde; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Benim Eshâbım Nûh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Nûh aleyhisselâmın ümmetinden, Nûh aleyhisselâma îmân getirip, verdiği habere i’tikâd edip, emrine uyup gemiye binen, dünyâda tûfan azâbından, âhıretde, Cehennem azâbından ve hicrândan, mahrûmlukdan emîn oldu. Her kim ki, Nûh aleyhisselâm hazretlerine îmân getirmedi ve i’tikâd ile emrine uymayıp, gemiye girmedi, dünyâda tûfandan bogulmaga mübtelâ olup ve âhıretde mahrûmluga, hicrâna ve azâba düçâr oldu [yakalandı]. Böylece, benim ümmetimden her kim ki, eshâbıma muhabbet ederse, dünyâda bid’at ve dalâlet deryâsına gark olmakdan halâs olur [kurtulur]. Âhıretde, ayrılık, mahrûmluk, hicrân azâbından selâmet bulur. Ümmetimden bir kimse, eshâbıma muhabbet etmeyip, benim eshâbım hakkında söyledigim habere i’tikâd etmeyip, eshâbıma bugz ve adâvet etse, dünyâda hâricî ve râfizî yolunu tutmus, bid’at ve dalâlet tûfanında gark olmusdur [bogulmusdur]. Âhıretde hüsrân ve nedâmet ve hicrân acısına gömülüp, artık, kurtulus ümîdi kalmaz.) 40– Sahîh rivâyet ile bildirilen bir hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Allahü teâlâ – 447 – hazretleri, Cebrâîl aleyhisselâm vâsıtası ile bana vahy etdi ki, sizin Rabbiniz olan ben, Ebû Bekrin isteklerini yerine getirdim. Bunların en asagısı olarak, kıyâmete kadar onu sevenleri ve onun dostlarını afv etdim.) 41– Yine sahîh rivâyet ile bildirilen bir hadîs-i serîfde; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ömer-ibnül Hattâb “radıyallahü teâlâ anh”, hüccet ve izzet ve gayret ve salâbet cihetinden, Allahü teâlânın katında demir bir dag gibidir. Emr ve yasakları yerine getirmekde kötüleyenlerin [ayblıyanların] sözü ona mâni’ olamaz.) 42– Yine sahîh rivâyet ile bildirilen bir hadîs-i serîfde; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri meleklerine, ümmetimin hepsi için umûmî, Osmân ve Alî “radıyallahü anhüm” için husûsî olarak ögünür.) 43– Yine bir hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekrin günlerinden bir gün, Ömerin kendi günlerinden ve kendi vaktinden kıyâmete kadar olan günlerden hayrlıdır. Ömerin günlerinden bir gün, Osmânın bütün günlerinden ve kendi zemânından kıyâmete kadar olan günlerden hayrlıdır. Osmânın aynı seklde. Alînin günlerinden bir gün, bütün ümmetin kıyâmete kadar olan günlerinden hayrlıdır.) 44– Sahîh rivâyet ile bildirilen bir hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Muhakkak, dünyâ gögünde, seksenbin melek vardır ki, Ebû Bekr ve Ömeri “radıyallahü anhümâ” sevenler için istigfâr ederler. Ikinci gökde seksenbin melek vardır ki, Ebû Bekr ve Ömere “radıyallahü anhüm” bugz edenlere la’net ederler. Üçüncü gökde de seksenbin melek vardır ki, Osmân ve Alîye “radıyallahü anhüm” muhabbet edenlere [sevenlere] istigfâr ederler. Dördüncü gökde de seksenbin melek vardır ki, Osmân ve Alîye “radıyallahü teâlâ anhümâ” bugz edenlere la’net ederler.) 45– Bir hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin, – 448 – her gökde dörtyüz melegi vardır ki, Allahü teâlâ onları benim eshâbımın dostlarına hayr düâ etmege, düsmanlarına nefret ve la’net etmege vazîfelendirmisdir.) 46– Bir hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Her gökde ikiyüzbin melek dâimâ, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin dostlarına istigfâr ederler. Ikiyüzbin melek dâimâ, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin düsmanlarına nefret ve la’net ederler.) 47– Bir hadîs-i serîfde, Fahr-i âlem ve Resûl-i muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri, Cenneti yaratdıgı zemândan bugüne ve bugünden kıyâmete kadar, hergünde, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin dostları için, birbirine benzemiyen yediyüz çesid rahmet ve se’âdeti Cennetde meydâna çıkaracakdır.) Dördüncü Menâkıb: (Çihâr yâr-i güzînin serefli sânları hakkında mu’teber kitâblarda nakl olunan haberler hakkındadır.) Sahih isnâd ile Muhtâr bin Abdüllah, Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bir gün Medîne-i münevvereden çıkdı. Ben de çıkdım. Ensârdan birinin bostânına girdi. Ben de girdim. Buyurdu ki: (Yâ Enes! Kapıyı bagla.) Ben de baglayıp, huzûr-ı serîflerine geldim. O sâatde bir sahs gelip, kapıyı çaldı. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Yâ Enes! Var kapıyı aç! O sahsı Cennet ile müjdele. Ona benden haber ver ve söyle ki, Benden sonra ümmetim üzerine halîfe olacakdır!) Ben de vardım, kapıyı açdım. Hâlbuki, kapıyı çalanın kim oldugunu bilmiyordum. Bakdım ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleridir. Ben de hazret-i Server-i âlemin buyurdukları haberi verdim. Kapıyı bagladım, geldim. Bir kisi dahâ gelip, kapıya vurdu. Resûlullah yine buyurdu ki: (Yâ Enes! Var kapıyı aç, o kisiye Cennet ile haber ver ki, Ebû Bekrden sonra, ümmetim üzerine halîfe olsa gerekdir.) Ben de vardım, kapıyı açdım. Hâlbuki kim oldugunu bilmezdim. Bakdım ki, Ömer-ül Fârûkdur “radıyallahü teâlâ anh”. – 449 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:29 Hazret-i Seyyid-i veledi âdemin buyurdukları müjdeleri haber verdim. Sonra kapıyı bagladım, geldim. Sonra bir sahs dahâ gelip, kapıyı çaldı. Resûlullah yine buyurdu ki: (Yâ Enes! Var kapıyı aç! O sahsa Cennet ile müjde ver. Ebû Bekr ve Ömerden sonra, ümmetim üzerine halîfe olacagını haber ver. Ve haber ver ki, hilâfeti zemânında, mazlûm ve günâhsız olarak öldürülse gerekdir ve o kanını akıtdıkları zemân sabr etsin.) Ben de kapıyı açmaga vardım. Hâlbuki kim oldugunu bilmiyordum. Kapıyı açdım, bakdım ki, Osmân-ı Zinnûreyndir “radıyallahü teâlâ anh”. Habîb-i ekrem ve Nebiyyi muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin buyurdukları haberleri söyledim. O dedi ki, (Yâ Rabbî! Yardım, herkese Senden gelir. Bize sabr ihsân eyle.) Kapıyı bagladım. Ondan sonra bir sahs dahâ kapıya vurdu. Resûlullah yine buyurdu ki: (Var yâ Enes, kapıyı aç! O sahsa Cenneti müjdele. Ve haber ver ki, Ebû Bekr, Ömer ve Osmândan sonra, ümmetim üzerine halîfe olsa gerekdir. Hilâfet onun ile temâm olur. Hilâfetinin sonunda, nemâz kılarken katl olunsa gerekdir.) Ben de vardım. Hâlbuki kim oldugunu bilmezdim. Kapıyı açdım. Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretleridir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin buyurdukları müjdeleri haber verdim. Besinci Menâkıb: Yine Enes “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ile bir vaktde de bir bostâna vardık. O tertîb ile Çihâr yâr-i güzîn “radıyallahü teâlâ anhüm” gelip, Resûlullah hazretlerinin huzûr-ı serîflerinde ayak üzeri durdular. Resûlullah hazretleri bostândan dısarı çıkdılar. Ben önde Çihâr yâr-i güzîn arkamda, Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ta’kib etdik. Mubârek gözleri yaslı idi. Çihâr yâr-i güzîn ve ben de agladık. Gözlerimiz yas ile doldu. Resûlullah hazretleri, bostândan dısarı çıkdıkdan bir müddet sonra, buyurdular ki: (Yâ Enes! Görür müsün ki, haber verdigim o sözlerden, hepimizin gözleri yas ile doldu. Yâ Enes! Ondan gayri ilâh olmıyan Allah hakkı için, benim vefâtımdan kıyâmete kadar, benim ümmetimden, eshâbımın ve ehl-i beytimin çekdigi sıkıntılar için gözleri yasaran [ag- – 450 – lıyan] ve kalbleri mahzûn olan [üzülen] kimselere Allahü teâlâ nazar eder. Allahü teâlânın nazar etdigi kimse, Cehennem azâbından emîn olur.) Altıncı Menâkıb: Bir vakt Cebrâîl-i emîn aleyhisselâm, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûrlarına geldi. Dedi ki: Senden sonra ümmetin üzerine Ebû Bekr halîfe olacakdır. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri de Mi’râc gecesi vâsıtasız olarak [harfsiz ve sessiz olarak] Resûlullah hazretlerine buyurmusdu ki, (Senden sonra ümmetin üzerine islâm halîfesi ve hak üzere halîfe Ebû Bekr olacakdır.) O Ebû Bekrin halîfeligi senin emrinle olmadı. Sonunda Alînin halîfeligi de senin emrinle olmadı. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emri ile ve mü’minlerin seçmesi ile olmusdur. Eger bunu yakîn üzerine bilmek istersen, Huzeyfe bin Yemân “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet buyurdugu haberi dinle. Rivâyet eder ki, Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, (Yâ Resûlallah! Bizim gönüllerimiz onun sebebi ile emîn olması ve muhâliflerin [düsmanların] dedi-kodularının kesilmesi için, kendi ihtiyârın ile bizim üzerimize bir halîfe ta’yîn buyurur musun!) dediler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” cevâbında buyurdular ki: (Eger sizin üzerinize benden sonra kendi emrim ile halîfe ta’yîn etsem, sonra siz ona âsî olsanız, üzerinize azâb nâzil olur. Ben kendi murâdım ile ümmetimin basına halîfe ta’yîn etmegi uygun bulmam ki, Mûsâ-i kelîm aleyhisselâm Hârûn aleyhisselâmı kendi ihtiyârı ile, kırk gün kavmi üzerine halîfe ta’yîn etdi. Geri döndükde, sekiz bin âdem buzagıya tapıp, kâfir oldular, dinden çıkdılar. Ben de eger ümmetim üzerine kendi re’yim ile halîfe ta’yîn etsem, bilirim ki, kıyâmetde hiçbir kimseyi, dogru din üzerine, Kitâb ve Sünnet ahdi üzerine geri bulmam. Lâkin, ben bir is islerim ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerini ümmetim üzerine halîfe kılarım. (Vallahü halîfeti aleyküm.) Ben ümmetimi Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine ısmarladım. Allahü teâlâ bilir. O kimi irâde ederse, tarafından ta’yîn buyurur.) Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri, kendi tarafından Ebû Bekr-i Sıddîkı halîfe yapdı. Bütün âlem bilir ki, Ebû Bekr-i Sıddîk, beyânları ile ve nisânlar ile, Resûlullah hazretlerinin halîfesidir. – 451 – Lâkin burhân ve fermân ile Allahü teâlâ hazretlerinin halîfesidir. Bilmis ol ey civânmert. Sen ki, benim cânım sana fedâ olsun. Âlem halk olunan zemândan, kıyâmete kadar, Resûlullah hazretleri gibi bir Nebî ne gelmisdir ve ne de gelecekdir. Bundan dolayı ki, Ebû Bekr-i Sıddîk gibi bir sâdık takvâ sâhibi ne gelmisdir ve ne de gelecekdir “radıyallahü teâlâ anh”. Râfizîye söyle ki, dünyâda ve âhıretde, kör ve zelîl ve bası asagı egik olsun. Beyt: Giden gitdi, olan da oldu, Gönlün gamlanması fâide vermez. Yedinci Menâkıb: Câbir “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Bir vakt, muhâcir ve ensârdan, kalabalık bir cemâ’at ile, Medîne-i münevverenin bir mahallinde, ensârdan sâlihâ bir hâtunun ziyâfetinde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ile berâber oturmusduk. Elimizi yiyecege uzatmadan evvel, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Bu sâatde [simdi] Cennet ehlinden bir merd gelir ki, benden sonra o merd, ümmetim üzerine hak üzere halîfe olur.) Bunu söyledigi sırada, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” içeri girdi. Sonra buyurdu ki: (Simdi, ehl-i Cennetden bir merd dahâ gelir ki, ümmetimin üzerine Ebû Bekrden sonra, hak üzere halîfe olur.) Bunu söyledigi ânda, Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” meclise dâhil oldu. Sonra buyurdu ki: (Bu vaktde ehl-i Cennetden bir sahs dahâ bu meclise dâhil olur ki, Ömerden sonra hak üzere halîfe olur.) Sözü temâmlandıgı ânda Osmân-ı Zinnûreyn “radıyallahü teâlâ anh” meclisde hâzır oldu. Sonra buyurdu ki: (Ey benim eshâbım, yârlarım! Yemek hâzır oldu. Lâkin bir merd dahâ kalmısdır ki, o merdin de bu yemekde bizim ile berâber rızkı vardır. Ehl-i Cennetdir. Osmândan sonra ümmetim üzerine hak üzere halîfe olur. Bu sırada gelir. Ondan sonra ta’âm yinecekdir.) Câbir “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bu sözü söyledi. Bir sâat bekledi. Mubârek yüzünü kapı tarafına çevirip, baska sey ile mesgûl oldugu hâlde düâ edip, buyurdu: (Yâ Rabbî, Alîyi bu zümrede kıl!) Üç kerre bu düâyı buyurdu. Hemen Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” kapı- – 452 – dan girdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Ta’âmı koyunuz. Size âfiyet olsun!) Sekizinci Menâkıb: Sa’îd bin Cübeyr “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Medîne-i münevverede, Mescid-i serîfi binâ etmek istediler. Onbinden ziyâde tas toplanmısdı. Resûlullah hazretleri bu kadar tasdan bir tas kaldırdı. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine buyurdular ki: (Sen de bir tas kaldır!) Sonra Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine buyurdular ki: (Sen de bir tas kaldır!) Sonra Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine buyurdular ki: (Sen de bir tas kaldır!) Sonra Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine buyurdular ki: (Sen de bir tas kaldır!) Her birisi bir tas kaldırdılar. Ya’nî ellerine tas aldılar. Eshâb- ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, muhâcir ve ensâr, huzûrda el kavusdurup, dururlardı. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, mubârek elleri ile kaldırdıgı tası, götürüp, gerekli yere koydu. Ondan sonra buyurdular ki: (Yâ Ebâ Bekr! Kaldırdıgın tası getir, benim koydugum tasın yanına koy!) O da getirip, yanına koydu. Sonra buyurdular ki: (Yâ Ömer! Sen de getir, o tası Ebû Bekrin tasının yanına koy!) O da getirip, koydu. Ondan sonra buyurdular ki: (Yâ Osmân! Sen de getir o tası Ömerin tasının yanına koy!) O da getirip, koydu. Ondan sonra buyurdular ki: (Yâ Alî! Sen de getir o tası Osmânın tasının yanına koy!) O da getirip, koydu. Sonra, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Eshâb-ı güzîne hitâb edip, buyurdular ki: (Ey Eshâbım! Bu taslar arasında gördügünüz sıra, benden sonra halîfe, Ebû Bekr, ondan sonra Ömer, ondan sonra Osmân, ondan sonra Alînin olacagına açık bir delîldir. Siz ki benim eshâbım, muhâcir ve ensâr! Herkes ne mikdâr bu taslardan ister ise, alıp nereye ister iseniz koyunuz.) Medîne-i münevvere mescidinin yapılısındaki bu tas haberi çok yerde anlatılmısdır. Ammâ, bize gelen haberlerin en sahîhi budur. Dokuzuncu Menâkıb: Bu haberin râvîsi Sefînedir “radıyallahü teâlâ anh.” Sefîne, Sahâbe-i güzînden olup, Ümm-i Seleme “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin kölesidir. Ümm-i Seleme hazretleri ezvâc-ı tâhirâtdan idi. Sefîneyi alıp, hayâtı boyunca – 453 – [yasadıgı sürece] Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hizmet-i serîflerinde bulunması sartı ile âzâd etdi. O da bu sart ile âzâd olmagı kabûl etdi. Resûlullah hazretlerinin hizmet-i serîflerinde bulunurdu. Bir gün ondan sordular. Sefîne adını sana kim koydu. Dedi ki: Ma’lûmunuz olsun ki, biz Resûlullah hazretleri ile, bir seferde idik. Bir konak yerinde, esyâlarımız ve silâhlarımız çogaldı. Davârlarımız za’îf idi. Bir büyük kilimimiz var idi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ben kuluna buyurdu ki, (O kilimi yere döse ve askerin fazla esyâsını o kilim üzerine topla.) Ben de o sâatde kilimi yere döseyip, esyâları ve silâhları o kilim üzerine topladım. Bana buyurdu ki, (Kilimin uçlarını bagla! Kilimin içinde olan sefer takımlarını götür. Yola gir. Mert seklde git ki, sen Sefînesin!) Ben de o bütün silâhları Onların himmetleri ile götürüp, atlılar ile berâber yürüdüm. Gidecegimiz menzile erisdim. Aslâ yolda bir zorluk ve elem görmedim. O günden bugüne kadar istedigim zemân on devenin yükünü götürürdüm. On menzil yere iletirdim. Bunu Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mubârek lafzları [sözleri] bereketiyle yapardım. O zemândan beri ismim Sefînedir. O Sefîne rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri hergün sabâh nemâzının farzını edâ etdikden sonra, mubârek yüzünü, eshâbına döndürüp, süâl buyururlar: (Sizden bir kimse bu gece bir rü’yâ görmüs ise, haber versin.) Eger gören var ise anlatırdı. Dinleyip, ta’bîrini beyân buyururlardı. Eger kimse görmemis ise, Nebiyyi muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri uygun buldukları bir konuda onlar ile söylesip, kalkarlar idi. Bir gün de hiç kimse rü’yâ görmemisdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ey eshâbım! Bu gece ben acâib bir rü’yâ gördüm. Gördüm ki, gökden bir terâzî asagı asdılar. O terâzînin iki latîf ve güzel ve büyük kefeleri var. Beni terâzînin bir kefesine koydular. Ebû Bekri diger kefesine koydular. Ikimizi tartdılar. Ben Ebû Bekrden ziyâde [agır] geldim. Sonra beni terâzînin kefesinden çıkardılar. Ömeri koydular. Ömer ile Ebû Bekri tartdılar. Ebû Bekr Ömerden agır geldi. Sonra Ebû Bekri çıkardılar. Osmânı o kefeye koydular. Ömeri Osmân ile tartdılar. Ömer Osmândan agır geldi. Ömeri çıkardılar. Alîyi o kefeye – 454 – koydular. Osmânı Alî ile tartdılar. Osmân Alîden agır geldi. Osmânı o kefeden dısarı çıkardılar. Sonra Alînin vaktinden kıyâmete kadar, cümle ümmeti o kefeye koyup, bütün ümmeti Alî ile bir tartdılar. Alî cümleden ziyâde geldi [agır geldi]. Sonra o terâzîyi gök yüzüne çekdiler.) Onuncu Menâkıb: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ondan baska ilâh olmıyan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, âlemin yaratılmasından beri hiç bir Nebî ve Mürsel, ümmetlerinden Ebû Bekr-i Sıddîkdan fazîletli kimse ile sohbet etmemisdir.) Yine Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmusdur ki: (Âlem halk olunalıdan beri, yüzyirmidört bin Peygamberden hiçbiri, Ömer bin Hattâb gibi dîni kuvvetli birisi ile sohbet etmemisdir.) Yine Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmusdur ki: (Hiç kimsenin dili, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin kelâmını, Osmândan çok zikr etmemisdir.) Yine Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmusdur ki: (Âlem vücûda geleliden beri, hiçbir behâdırın eli ve kolu ehl-i kâfirin basına, Alînin eli ve kolu kadar kuvvetli kılıç vurmamısdır.) Onbirinci Menâkıb: Abdüllah bin Ebî Baysânîye Allahü teâlânın Arsından sordular. O dedi ki, Yahyâ bin Ebî Tâlibden; Allahü teâlânın Arsından süâl etdim. O da dedi ki, ben de, Abdülvehhâb bin Atâdan, Rabbil’izzenin Arsından süâl etdim. O da Sa’îd bin Urveye Rabbil’izzenin Arsından süâl etdim, dedi. O da, Katâde bin Deâmeye Rabbil’izzenin Arsından süâl etdim, dedi. O da, Enes bin Mâlike “radıyallahü anh” Rabbil’izzenin Arsından süâl etdim, dedi. O da, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine süâl etdi. Resûlullah se’âdetle buyurdular ki: (Ben de Rabbimin Arsından Cebrâîl aleyhisselâma süâl etdim. O dedi, süâl eyledim, Mikâîl aleyhisselâmdan, Rabbil’izzenin Arsından. O buyurdu, süâl eyledim Isrâfîl aleyhisselâmdan, Rabbil’izzenin Arsından.O buyurdu; ben süâl eyledim Levh-i mahfûza, Rabbil’izzenin Arsından. O dedi, süâl eyledim, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine, Arsından ve Arsın büyüklügünden. Allahü Sübhânehü ve teâlâ buyurdu ki, Ars-ı Mecîdin üçyüzaltmısbin kâimesi var, – 455 – ya’nî ayagı var. Her ayagının altmısbin kerre yedi kat gök ve yer kadar büyüklügü var. Her ayagının altında altmısbin sahrâ, her sahrâda altmıs bin âlem, her âlemin yaratılan insan ve cinnin altmıs bin katı kadar mahlûku var.) Burada anlasıldıgı üzere, Allahü teâlânın yaratdıkları kemâl üzeredir ve cemâldedir. Ondan dahâ mükemmelinin olması mümkin degildir. Herkes Allahü teâlânın yaratdıklarını fehm edip, Allahü teâlânın azamet ve celâlini anlıyamaz. Herkesin ilmi ve aklı, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin melekûtinin izzetine ve ceberûtinin sırrına erisemez. Allahü teâlâ hazretlerinin gayb-ül gayb esrârının sırrından, cümle halkden bir kimse bir nefesi âsikâre alamaz. Nasıl ki, bir sâir beyân etmisdir: .. Ask yolunu tutanların kapısında bekle, Âsıklıgın bayragını meydâna çıkarma. Ask nisânsız ve belirsizdir, Kimse o nisânsız Zâtdan bahs etmesin. Sermâye kalmayınca ask da kalmaz, Câna ve cihâna güvenme. .. Âsıkların lebbeykini söylemiyen, Büyüklük mahremi olamaz. [Allahümmagfir lî ve li-vâlideyye ve li-ecdâdî ve ceddâtî ve li-âbâî-ve ceddât-i zevcetî ve li-ihvetî ve ehavâtî ve lil-mü’minîne vel-mü’minât vel-müslimîne vel-müslimât el-ahyâ-i minhüm vel-emvât bi-rahmetike yâ Erhamerrâhimîn.] Çok sayıdaki mahlûklar ve melekler, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin Âdemi ve evlâdını, iblîsi, gökleri ve yerleri Cenneti ve Cehennemi yaratdıgını bilmezler. Sâdece Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerine ve onların muhib sâdıklarına istigfâr ederler. Onların afv olunmasını taleb ederler. Burada Ehl-i sünnet vel cemâ’at i’tikâdında olanlara büyük seref ve fazîlet vardır. Bunun için sevinmeli, Allahü teâlâya sükr ve hamd etmelidir. Onikinci Menâkıb: Bu hadîs-i serîfin tercemesi çokdur ve uzundur. Lâkin lâzım oldugu mikdâr beyân edelim. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretleri rivâyet et- – 456 – misdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri ne vakt ki, vâsıtasız ve âletsiz Âdem “alâ nebiyyinâ aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerini kendi yed-i kudreti ile halk etdi. O zemân onu bir aksırma ile imtihân buyurdu. Aksırma Âdem “aleyhisselâm” hazretlerinin mubârek agzından çıkdı. Cân-ı azîzi [rûhu] istedi ki, aksırma ile bedeninden ayrılsın. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri Âdem aleyhisselâma ilhâm buyurdu. O zemân Allahü teâlâ hazretlerine tahmîd etdi. [Ya’nî Elhamdülillah, dedi.] Karsılıgında Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri (Yerhamükellah) buyurdu. Ma’nâsı sudur: Allahü teâlâ sana rahmet eder ve senin nesline rahmet eder ve bereket verir. (Elhamdülillah) bereketi ile Âdem aleyhisselâmın bedeni aksırma sıkıntısından kurtuldu, râhata kavusdu. (Yerhamükellah) bereketi ile cân-ı azîzi [rûhu], mubârek bedeninde râhatlayıp, râhat oldu. Lâkin, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinden (Yerhamükellah) mubârek lafzını isitince, hemen o zemân iki elini, bası üzerine koyup, dedi ki, âh, âh, herhâlde bir günâh isledim. Omelekler o vakt orada hâzır idiler. Dediler ki: Yâ Âdem! Sen ilm-i gaybı bilmezsin. Olmamıs günâhı nasıl bildin. Âdem aleyhisselâm buyurdu ki: Evet, ben ki, Âdemim. Günâh islemeseydim Allahü teâlâ hazretlerinin rahmetine kavusmazdım. Zîrâ, Allahü teâlâ hazretlerinin rahmeti ve magfireti günâhkârlar içindir. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” hazretleri der ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Âdem aleyhisselâmın bedeninin bir bölügü canlı, bir bölügü cansız oldugu vakt, Âdem arkası ile gögsü arasından bir söyleyicinin sesini isitdi ki, Âdemin rûhu o sesin askı ile titredi. O söyleyici dedi ki, (Rabbimize sükr olsun. Onun çocugu yokdur. Mülkünde ortagı yokdur. Onu çok büyük bilmek lâzımdır.) Ondan sonra bir ses dahâ isitdi ki, (Dogru söyledin. Rabbimiz büyükdür. Azîzdir) diyordu. O sesden sonra gördü ki, bir nûr mubârek gögsünde meydâna geldi. O nûrun sevketinden Cennetin kapıları açıldı. Ondan sonra o nûrun berâberinde birbirine müsâvî iki nûr dahâ Âdem aleyhisselâmın gögsünde meydâna geldi. O iki nûr birbirine muvâfakat ve müsâadetle, öyle bir parıldadılar ki, Cennetin dereceleri ve bu dere- – 457 – celerde ne var ise hepsi, açıkca göründüler. Besinci kerre Âdem aleyhisselâm kendi bâtını aynasında [rûhunun aynasında] bir sahs sûreti gördü. Semâilinde [görünüsünde] heybet ve sefkat sebeblerinden ve eserlerinden çok çok zuhûra gelip hâsıl olmus bir sahs ki, çok kuvvetli, gâyet siddetli, fevkal’âde heybetli, iri yapılı ve sıhhatli idi. Aynı zemânda kemâl-i gayret ve salâbetle süslü bir kılınç sûreti de o sûretin omuzuna konulmus. Âdem aleyhisselâm buyurdu ki, o bes nesne o bes kimsedendir. Birinci, söyleyiciden, ikinci, tasdîk ediciden, üçüncü, nûrdan, dördüncü, nûrdan, besinci söyliyen ve o kılıncı tasıyan heybetli ve siyâsetli sahsdan ki, onun gibi birbirine ulasmıs ve rahmet ve kerâmetle süslenmisdir.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: Cebrâîl aleyhisselâm dedi: Âdem aleyhisselâmın, üst yarısı rûhu ile canlı, alt yarısı cansız oldugu vaktde, kendi bas gözü ile ve gerekli kulagı ile o bes nesneyi ve o bes nesneden görmesi gerekeni gördü, isitmesi gerekeni isitdi. O acâibligi görünce, basından kendi kendine hareket etdi. Mubârek lisânını tesbîh ve tehlîl ve tahmîd ve tekbîr ile Allahü teâlânın yüceligini dile getirdi. (Sübhâneke rabbî. Sübhâneke rabbî. Sübhâneke rabbî. Mâ a’zameke ve mâ a’zam kudretike ve mâ evsa’ magfiretike ve rahmetike. Lâ ilâhe illâ ente tebârekete ve teâleyte rahmeten vesiat külle sey’in ilmen ve ahseyte külle sey’in adeden.) [Ey noksan sıfatlardan münezzeh olan Rabbim. Seni tesbîh ederim. Seni noksan sıfatlardan tenzîh ederim. En büyük kudret, en genis magfiret ve rahmet Sendedir. Senden baska ilah yokdur. Sen çok büyüksün ve sânın çok yüksekdir. Ilmin herseyi içine almısdır.] Yâ Rabbel’alemîn! Bana haber ver ki, bu gördügüm sasılacak is nedir. Isitdigim güzel ses neden ötürüdür. O kimse kim idi. Sana sükr ve senâ etdi. Ikinci kim idi ki, evvelkini tasdîk etdi. O nûr ne nûr idi ki, Cennetin kapıları o nûr ile açıldı. Yâ o iki nûrlar da ne nûr idi, o nûrdan sonra ki, Cennetin dereceleri o iki nûrdan aydınlandı. O âhıretde gördügüm; heybetli, salâbetli sûret, kimin sûreti idi. Allahü Sübhânehü ve teâlâ buyurdu ki: Yâ Âdem! Henüz onların meydâna çıkmaları vakti gelmedi. Ammâ sen bu sâatde Âdemsin. Sana lâzımdır ki, onlardan iki nesneye kanâat edesin. Birincisi, onların adları o yerde yazılmısdır; göresin. Ikincisi, sıfatlarını benden – 458 – isitesin. Âdem “aleyhisselâm” dedi ki: Yâ Rabbil’âlemîn! Sen neyi irâde edersen o olur. Ne buyurursan o meydâna gelir. Allahü teâlâ hazretlerinden buyruk geldi ki, (Yâ Âdem! Biz bu sırrı sana açdık, perdeyi kaldırdık. Bak, göresin.) Âdem aleyhisselâm iki gözünü ars tarafına çevirdi. Arsın kenârında, (Lâ ilâhe illallah. Muhammedün Resûlullah! Ebû Bekr-i Sıddîk. Ömer-ül Fârûk. Osmân-ı Zinnûreyn. Aliyyül Mürtedâ.) yazılmıs gördü. Âdem “aleyhisselâm” dedi ki: Yâ Ilâhî! Meger bunları benden evvel yaratmıssın. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri buyurdu: Yâ Âdem, ben onları senden evvel yaratmadım. Muhakkak senin neslinden yaratacagım. Lâkin adlarını gökden ve yerden, Cennet ve Cehennemden ikibin kerre bin sene evvel, Ars üzerinde ve tâcı üzerinde yazmısım. Senin evlâdların dünyâda, her ne vakt ki, benim ismlerimi zikr ederler. Benim bendelerim olan melekler de, ulvî âlemde, onların ismlerini zikr ederler. Âdem aleyhisselâm dedi: Yâ Rabbî! Onların yüzünü görmeyip ve onları görmekle sâd ve hurrem olmadıkdan sonra, bana onların adlarını görmekden ne fâide olur. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri buyurdu: Yâ Âdem; onların adlarını bu vaktde görmenin fâidesi sudur ki, ilmel yakîn bilesin ki, senin hayâtın vaktinde veyâ senin evlâdın vaktinde karsılasacagınız her lüzûm ve ihtiyâc, onların sebebi ile görülür. Onların sefâ’atinden gayri kurtulus yokdur. Senin etdigin her düâ veyâ senin evlâdının etdigi düâların kabûlüne sebeb onların sefâ’atlarından gayri yokdur. Bu söz söylendi ve geçdi. Hayât Âdem aleyhisselâmın mubârek teninde karâr kıldı. [Ya’nî bedeni canlandı.] Cennete girdi. Yasak edilen agacdan yidi. Bu sebeble Cennetden dısarı düsdü [çıkarıldı]. Dürlü dürlü ve çesidli üzüntüler ile karsılasdı. Üçyüz sene aralıksız Allahü teâlâdan hayâ edip, istigfâr ve düâlar eyledi. Üçyüz sene temâm oldukda, bir gün yukarıda söylenilen sözler hâtırına geldi. Hemen o sâatde iki elini kaldırıp ve iki gözünü ars-ı azîm tarafına dikip, dedi ki: Ey âlemlerin Rabbî! O bes kimsenin hürmeti için ki, onların rûhlarını kendi sînemde müsâhede etdim. Ve ismlerini Arsın kenârında yazılmıs gördüm. Onlar, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ve Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül Fârûk ve Osmân-ı Zinnûreyn ve Aliyyül Mürtedâdır “radıyallahü teâlâ anhüm – 459 – ecma’în”. Benim günâhımı onların hürmetine afv et. Hemen Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi ki: Yâ Âdem, senin özrün ve düzelmen ve tevben kabûl olması, O kimselerin hurmetine ve hasmetine oldu. Âdem “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm”, iste böyle isleri ve sözleri isitdikden ve gördükden sonra, o bes kisinin sânını ve hâlini Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinden süâl etdi. Allahü teâlâ onların hâllerini, sîretlerini, yollarını ve güzel mu’âmelelerini beyân buyurdu. O vaktde Âdeme bildirdi ki, yâ Âdem! Sükr ve senâ etdigin o söyleyici, âlemin vücûdunun aslıdır ve âlemde yasıyanların kutbudur. Üzerine hüccetdir. Bütün varlıklar onun sâyesinde vardır. O kimsedir ki, halkla, benimle ve kendi ile dogrudur. O kimse ki, sirkin ve nifâkın kökünü ve temelini keser. Inâd perdesini yırtar. O, bâtılın basını ve boynunu kırar. Ve söndürür. O, küfrün hiçbir yerinde kâdir ve kıymetini koymaz. O, benim ismetimin sırrındadır. Ve nusretimin himâyesindedir. O bir çırâgdır. Ben kara gönülleri o çırâgın nûru ile parlatır, aydınlatırım. O bir dostdur ki, ben onun dostlarının cürüm ve cefâsını ve kendi dostlarımın sehv ve hatâsını onun hürmeti ile örterim. O resûl, rahmet ve kerâmetdir. O kıyâmet gününde, yalnız basına mahserdekilere sefâ’at eder. O arabî olan Ahmed, Hâtem-ül nebiyyin ve Kureysi olan Muhammeddir. Bütün Resûllerin seyyididir. Yâ Âdem! O ikinci ki, birinciyi üç kerre tasdîk etdi. O Ebû Bekr-i Sıddîkdır. O ihtiyâr [seyh] çok büyük, kemâl ve cemâl ile süslenmisdir. Ahlâkı güzelliklerde ögülmüs ve begenilmis bir yegânedir [essizdir]. Hayrlı ve çok iyidir. Dînin muhiblerinin [sevenlerin] güzîdesidir. Hiçbir amel islemezden evvel bizim kabûl olunmusumuzdur. Vücûda gelmezden [yaratılmadan] evvel, husûsî muâmele edilen üstün kimselerin tanınmısıdır. Onun sîreti ehl-i islâma ısıklı yoldur. Onun tarîkati [yolu] ehl-i sünnet vel cemâ’at için ana caddedir. Hem râzı olmus, hem de râzı olunmusdur. Hem muvaffak, hem mukarrebdir. Sâbıkdır ve sâdıkdır. Müslimânlık dîninin aslında, dogru ve dürüstdür. Atîk-i ezhardır. Sâdık-ı ekberdir. Yüzyirmidörtbin ümmetin büyügü ve efendisidir. Yâ Âdem! O nûr ki, onun ısıgı ile Cennetin kapıları açıldı. – 460 – O kimsedir ki, bu kendi gönderdigim Hak dînime onunla nusret veririm. Ben islâmı onunla azîz ederim. Ben hakkı ve hak ehlini onunla meydâna çıkarırım. Bâtıl ve bâtıl ehlini onunla yok ederim. Seytânı onun ile korkuturum ve kaçırırım. Ben îmânı küfrden, küfrü îmândan onunla ayırırım. Âhır zemânda Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin dînine nusreti onunla peydâ ederim. O milletin diregidir. Zînetidir, hüccetidir; çırâgıdır. O vâhib (afv eden), evvâb, tevvâb [tevbe edici] ve Ömer-ül Hattâbdır. Yâ Âdem! Ammâ o iki nûr ki, birbirine muvâfık ve müsâid ve birisi îmân nûru ve birisi Kur’ân nûrudur. O iki nûrun ehli ve o nûrun mahremi, hayâ sâhibi Osmân bin Affândır. Hem nâsîr-i Kur’ândır. O, benden râzıdır. Ben ondan râzıyım. Dogru kanâatli ve dogru düsüncelidir. Her ne yaparsa ihlâs üzeredir. Her ne söyler ve buyurur ve isitirse ihlâs üzeredir. Geceleri kıyâmda ve kuûdda [ka’dede], rükû’da ve secdede diri tutar. Nebîlerin rûhunu ve meleklerin sahsını, kendi tehlîl ve tesbîhi ile âsûde ve râhatlıkda tutar. Dirlik vaktinde [sulh zemânında] kerâmet ehli olur. Kıtâl [harb] vaktinde, kemâl ve sehâdet ehli olur. Yâ Âdem! O civânmert ki, onun sûreti sînenle iki yanın arasında tasvîr edilmisdir. O merddir ki, fütüvvet ve mürüvvet esâsı olarak ne varsa, secâat ve sehâmet temeli olarak ne mevcûd ise, hepsi bir onun semâilinin rüzgârında yer tutmusdur. Civânmerddir ve sîr-i merddir [aslan gibi yigitdir]. Sıgınılacak bir kal’adır. Ilm hazînesidir. Hilm kaynagıdır. Süvârî oldugu [ata bindigi] vaktde, mukaddem ve sâbıkdır. Yaya oldugu zemân müctehidlerin büyügü, hidâyet ehlinin sancagı ve vilâyet ehlinin rabbânîsidir. Kendi ameli ile sâbık ve benim hükmümle nâtıkdır. Her gâlib üzerine gâlib ve adı Alî ibni Ebî Tâlibdir “radıyallahü teâlâ anh”. Diger rivâyet: Âdem “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” onların ism-i serîflerini arsda gördügü vakt, dedi ki: Yâ Rabbî! Gördüm ve bildim, ammâ, onların herbirseyi benimle kalır mı, yoksa benden ayrılır mı? Cevâb geldi ki, yâ Âdem! Sen bizim ahdimizde vefâ üzerindesin. Bizim emrimizde ve rızâmıza tâbi’sin. Bu hediyyeler, bu inciler, bu nûrlar, sendedir, – 461 – seninledir. Ahdimizi bozar ve vefâdan dönersen ve emr ve rızâmıza muhâlefet edersen, o vakt sen bilirsin. Hazret-i Âdemin cânı [rûhu], mubârek tenine dagılıp, yerlesdi. Bedende [tende] sükûnet buldu. Cennet hullesini giydi. Kerâmet tâcını basının üzerine koydu. Kurbiyyet kemerini bagladı. Izzet tahtının üzerine oturdu. Aslı misk-i esfer [çok güzel koku] olan o ugurlu ve bereketli binek üzerinde, gökler melekûtine geldi. O binek üzerinde Cennetlere geldi. Kudsî âlemlerin hepsinde dolasdı. Her âlemde, o âlem halkının kıblesi oldu. Cebrâîl ve Mikâîl Âdemin ma’iyyetinde gidiyordu. Bütün bu fazîletleri, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin bereketi ile verdi. Âdem aleyhisselâmın hullesinin [elbisesinin] rengi yıldız gibi ve mubârek teninin rengi ay gibi, mubârek yüzünün rengi günes gibi idi. Mubârek alnı üzerinde yazılmıs: Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah. Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn, Aliyyül Mürtedâ. Mukarreblerden, mukaddeslerden, rûhânîlerden, kerûbîlerden o kadar melek, hazret-i Âdemin gelip-geçecegi yollar üzerine dururlardı. Âdem aleyhisselâmın yüzüne bakarlar, alnında yazılı olan (lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn, Aliyyül Mürtedâ)yı görürlerdi. Âdem aleyhisselâm Cennetde ni’metlenip ve zevklendi. Sonra sûrî isyân olup, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, lutf-i kereminden tevbesini kabûl edip, zellesini afv etdi. Âdem aleyhisselâm düâ edip, dedi: Yâ Rabbî! Bir kerre dahâ o bes nûru bana getir. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmın düâsını kabûl edip, Âdeme Cennetin simsîr agacından bir tabût [sandık] indirdi. O tabutda, ezelî ilmi ve ezelî irâdesi te’alluk etmis, üç arsın yüksekligi, üç arsın eni vardı. Tabutda yüzyirmidört bin Nebînin sûreti, o sûretin herbirine bir hâne olmak üzere yüzyirmidört bin hâne, her hâneye de dıvâr, dam, kapı, pencere, perde ve perdedâr halk etmis. Baslangıçda Âdem aleyhisselâmın hânesi, sonunda Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hânesi vardır. Bir tarafında Enbiyâ hânesi, bir tarafında hazret-i Resûlullahın kırmızı yâkutdan hânesi. Hâne ortasında nemâza durmus ve sag elinin ayasını sol elinin üzerine koymus ve Resûlullah hazretlerinin sag tarafında bir merd-i mutî’nin – 462 – [itâat eden merdin] sûreti vardır ki, alnında yazılmısdır: Bu Ebû Bekr-i Sıddîkdır. Sol tarafında da bir merdin sûreti vardır ki, alnında yazılmısdır: Bu Ömer-ül Fârûkdur. O merd ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinden gayri kimseden korkmaz. Önünde Osmânın “radıyallahü anh” sûreti ve alnı üzerinde yazılmısdır ki: Bu, iyi merdlerin hâsı ve iyi kulların büyügüdür. Hazret-i Mustafânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” arkasında Aliyyül Mürtedânın sûreti, kılıcını omuzuna almıs ve alnı üzerinde yazılmıs ki, Mustafâ hazretlerinin birâderi ve amcazâdesidir. Ondan sonra Çihâr yâr sûretinin etrâfında amcaların ve dayıların sûreti ve diger halîfeler ile vekîllerinin sûreti, muhâcir ve ensârın gâzîlerinin hepsi, baslarında yesil imâme ve yesil tâclar ve yesil silâhlar ve binekleri de hepsi yesil. Yarın kıyâmetde de böyle gelirler. Dünyâda günesin nûru dünyâyı aydınlatdıgı gibi, onların atlarının tırnaklarının nûru arasat meydânını nûrlandırır. Âdem aleyhisselâm dünyâda hayâtda idi; o tabut yanında idi. Âdem aleyhisselâm dünyâdan göç etdiler. Sît “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine mîrâs kaldı. Sîtden “aleyhisselâm” Idrîse “aleyhisselâm” ve böylece tâ Ibrâhîm Halîl ve Ismâ’îl ve Mûsâ Kelîmullah ve Îsâ ibni Meryem “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalâtü vesselâm” hazretlerine mîrâs kaldı. Bu kıssa uzundur. Bundan maksad odur ki, hazret-i Âdemin zemân-ı serîfinden, hazret-i Îsânın zemân-ı serîfine kadar her bir Nebî ve her bir Resûl, gazâya gidecegi ve Allahın düsmanları ile harb edecegi zemân, o tabutu kendi ile berâber götürürdü. Muhammed Mustafa “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin berekât ve hayrâtından ve Çihâr yâr-i güzînin berekâtından zafer ve nusret ve fırsat müyesser olurdu. Bu konu (Kısâs)da mevcûddur. |