MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı
  

Şifreniz
  





Forum İstatistikleri
Toplam Üyeler» Toplam Üyeler 27
Son Üye» Son Üye Fahriye
Toplam Konular» Toplam Konular 15,072
Toplam Yorumlar» Toplam Yorumlar 16,241

Detaylı İstatistikler Detaylı İstatistikler

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)



أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وَأَمَّا الَّذِينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ ۖ عَطَاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Ve emmellezıne süıdu fe fil cenneti halidıne fıha madametis semavatü vel erdu illa ma şae rabbük ataen ğayra meczuz

Meali :

Ve lâkin mutlu olanlar cennettedirler. Rab'bin dilediği müddetden başka gökler ve yer devam ettikçe orada ebedî kalacaklardır. Bir lütuf ki, arkası kesilmiş değildir.

(Sadakallahul Aziym Hud sures 108. ayet)
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۖ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا ۙ قَالُوا هَٰذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ ۖ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا ۖ وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ ۖ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Ve beşşirillezıne amenu ve amilus salihati enne lehüm cennatin tecrı min tahtihel enhar* küllema ruziku minha min semeratir rizkan kalu hazellezı rüzıkna min kablü ve ütu bihı müteşabiha* ve lehüm fıha ezvacüm mütahheratüv ve hüm fıha halidun

Meali :

îman edip güzel güzel amellerde bulunanlara müjde var. Şüphe yok ki onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. Her ne vakit o cennetlerden bir meyva ile rızıklanınca diyeceklerdir ki: Bu meyva bizim evvelce de rızıklandığımız bir meyvadır. Onlara birbirine benzeyen -böyle nimetler- verilmiş olacaktır. Ve onlar için cennetlerde tertemiz eşler de vardır ve onlar o cennetlerde ebedî olarak kalacaklardır.

(Sadakallahul Aziym Bakara Suresi 25. ayet)
   

Tasavvufda Rabıta, Manevi İrtibat ve Mürakabe: Tasavvufta Derin Bir Yolculuk

########
Tasavvufda Rabıta  Şeyh ile veya Peygamber ile Manevi irtibat ve Mürakebe Hakkında Geniş Perspektifli Bir Makale
##########

Tasavvufda Rabıta, Manevi İrtibat ve Mürakabe: Tasavvufta Derin Bir Yolculuk

Tasavvuf, İslam'ın manevi boyutunu keşfetmek ve Allah'a yakınlaşmak için çeşitli yöntemler sunan bir disiplindir. Bu yöntemlerden biri olan rabıta, müridin mürşidiyle, peygamberlerle veya Allah'ın sevdiği velilerle manevi bir bağ kurmasını sağlar. Mürakabe ise, kalbi uyanık tutarak sürekli bir Allah bilinciyle yaşamaktır. Bu makalede, rabıta ve mürakabenin tasavvuftaki yeri, önemi ve uygulanışı üzerine derinlemesine bir analiz sunulacaktır.
1. Rabıtanın Tanımı ve Kökenleri

Rabıta, Arapça "rabt" kökünden gelir ve "bağ kurmak, ilişki tesis etmek" anlamına gelir. Tasavvufta ise, müridin şeyhiyle, peygamberle veya bir veli ile manevi bir irtibat kurmasıdır. Bu bağ, mürşidin ruhaniyetinden feyz almayı ve manevi terakkide ilerlemeyi amaçlar.
Rabıtanın Çeşitleri

    Şeyh ile Rabıta: Müridin, mürşidini kalbinde canlandırması ve onun vasıtasıyla Allah'a yönelmesidir.

    Peygamber ile Rabıta: Özellikle Hz. Muhammed (s.a.v.) ile kurulan manevi bağ, onun sünnetine uymayı ve şefaatini talep etmeyi içerir.

    Allah ile Rabıta: Nihai hedef, doğrudan Allah'ın zikri ve murakabesiyle kalbi diri tutmaktır.

2. Rabıtanın Tasavvuftaki Yeri ve Önemi

Rabıta, özellikle Nakşibendiyye tarikatında merkezi bir uygulamadır. Abdülhakîm Arvâsî, rabıtayı "mürşidin suretini hayal ederek onun ruhaniyetinden istifade etmek" olarak tanımlar. İmam-ı Rabbani ise, rabıtanın müridin nefsini terbiye etmesinde ve şeytanın vesveselerinden korunmasında etkili olduğunu belirtir.
Faydaları

    Manevi Eğitim: Mürşidin ruhani rehberliğiyle nefsin kötülüklerinden arınma.

    Konsantrasyon Artışı: Zikir ve tefekkürde derinleşme.

    Şefkat ve Muhabbet: Peygamber ve evliyalara olan sevginin artması.

3. Mürakabe: Kalbin Uyanıklığı

Mürakabe, "gözlemek, denetlemek" anlamına gelir. Tasavvufta, kulun her an Allah'ın huzurunda olduğunun bilincinde olmasıdır. "Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir." (Hadid Suresi, 4) ayeti, mürakabenin temelini oluşturur.
Mürakabe Türleri

    Allah'ın İsim ve Sıfatları Üzerine Mürakabe: Esmaül Hüsna ile Allah'ı tefekkür.

    Nefis Mürakabesi: Kalpteki niyet ve düşünceleri kontrol etme.

    Ölüm ve Ahiret Mürakabesi: Dünyanın geçiciliğini hatırlama.

4. Rabıta ve Mürakabe İlişkisi

Rabıta, müridin mürşidinden feyz alarak Allah'a yönelmesini sağlarken; mürakabe, bu yönelişin sürekli ve bilinçli olmasını temin eder. İkisi birbirini tamamlar:

    Rabıta → Yol gösterici (mürşid) ile bağ.

    Mürakabe → Yolculuğun sürekli gözetimi.

5. Eleştiriler ve Savunular

Rabıta, bazı çevrelerce "şirk" veya "bid'at" olarak nitelendirilse de, tasavvuf alimleri bunun bir vesile olduğunu, asıl maksadın Allah'a ulaşmak olduğunu vurgular. İbn Arabî, "Fütûhât-ı Mekkiyye"de rabıtayı, "hakikate giden bir köprü" olarak tanımlar.
Sonuç

Rabıta ve mürakabe, tasavvuf yolunda manevi ilerleyişin önemli araçlarıdır. Mürşid ile kurulan ruhani bağ, müridi nefsani bağlardan kurtarırken; mürakabe, kalbin daima Hakk'ın huzurunda olduğunu hatırlatır. Bu iki disiplin, insanı "ihsan" mertebesine, yani "Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etme" bilincine ulaştırmayı hedefler.

    "Nefsini bilen Rabbini bilir." (Hadis-i Şerif)

Bu yolculuk, ancak samimiyet, sabır ve bir mürşidin rehberliğiyle tamamlanabilir.

###########
SORU:

Rabıta veya Mürakabenin belli vakti varmıdır? Manevi irtibat karşılıklı zaman telakkisi ile mi olur, yoksa istediğimiz zaman yapabilirmiyiz?

##########

CEVAP :

Rabıta ve Mürakabe Zamanı: Belirli Vakitler mi, Yoksa Her An Yapılabilir mi?

Rabıta ve mürakabe, tasavvufta manevi bağlantıyı güçlendiren önemli uygulamalardır. Ancak bu uygulamaların zamanı ve usulü konusunda farklı yaklaşımlar vardır. Kimi tarikatlarda belirli vakitler tavsiye edilirken, kimi ekoller her an yapılabileceğini savunur. Peki, bu iki yöntemin uygulanma zamanı nasıl olmalıdır? Karşılıklı zaman telakkisi (eş zamanlılık) gerekli midir, yoksa kişi istediği zaman rabıta kurabilir mi?
1. Rabıta ve Mürakabe İçin Belirli Vakitler Var mıdır?
a) Belli Vakitlerde Yapılması Tavsiye Edilen Rabıta

Bazı tarikatlarda (özellikle Nakşibendiyye’de) rabıta için özel zamanlar belirlenmiştir:

    Sabah ve akşam zikirlerinden sonra,

    Teheccüd vakitlerinde,

    Cuma gecesi veya kandil gecelerinde,

    Mürşidin manevi olarak daha hazır olduğu öngörülen saatlerde (bazıları "seher vakti"ni özellikle önemser).

Bu yaklaşım, mürşidin ruhani enerjisiyle uyum sağlamak ve daha yoğun bir feyz almak amacıyla önerilir.
b) Her An Yapılabilen Rabıta ve Mürakabe

Diğer bir görüşe göre, rabıta ve mürakabe için özel bir zaman şart değildir.

    İmam-ı Rabbani, "rabıta halinin sürekli olması gerektiğini" söyler.

    Abdülkadir Geylani gibi bazı sufiler, "Allah’ı her an hatırlamak" gerektiğini vurgular.

    Mürid, günlük hayatta yürürken, çalışırken, otururken bile şeyhini veya Peygamber’i (s.a.v.) kalbinde tutabilir.

Bu durumda, "anlık manevi bağlantı" öne çıkar.
2. Karşılıklı Zaman Telakkisi (Eş Zamanlılık) Gerekli mi?

Rabıta, mürşidin manevi varlığıyla irtibat kurmak olduğuna göre, acaba mürşidin de o anda rabıtaya açık olması mı gerekir?
a) "Eş Zamanlılık Gerekir" Diyen Görüş

    Bazı sufiler, mürşidin de o anda manevi olarak hazır olmasının daha etkili olduğunu savunur.

    Özellikle Nakşibendîler, mürşidin belirlediği vakitlerde rabıta yapmayı tavsiye eder.

    "Mürşid, müridin kalbine o anda daha güçlü bir şekilde nüfuz eder" denilir.

b) "Zaman Sınırı Yoktur" Diyen Görüş

    İbn Arabî gibi mutasavvıflar, "ruhani bağın zaman üstü olduğunu" belirtir.

    "Mürşid, manen her zaman hazırdır; müridin samimiyeti önemlidir."

    "Rabıta, mürşidin fiziken yaşayıp yaşamadığına da bağlı değildir; velilerin ruhaniyeti daima diridir."

Bu görüşe göre, mürşid ile aynı anda bağ kurma zorunluluğu yoktur.
3. Mürakabe İçin Zaman Sınırı Var mı?

Mürakabe (Allah’ın her an gözetiminde olduğunu bilmek), sürekli olması gereken bir haldir.

    "İhsan mertebesi" (Allah’ı görüyormuş gibi ibadet) her an mümkündür.

    Ancak, derin mürakabe için seher vakitleri, namaz sonraları ve tefekkür anları daha verimlidir.

4. Sonuç: En Doğru Yaklaşım Nedir?

    Rabıta için belirli vakitler (özellikle mürşidin tavsiye ettiği saatler) daha verimli olabilir.

    Ancak, her an rabıta yapılabilir; önemli olan niyet ve ihlastır.

    Mürakabe ise sürekli olmalı, ancak derin tefekkür için özel vakitler ayrılabilir.

    "Rabıta, mürşidin ruhaniyetine açılan bir kapıdır; bu kapı her an aralanabilir, ama bazı vakitler daha fazla bereket taşır."

Özetle:

✅ İsterseniz her an rabıta kurabilirsiniz.
✅ Ancak mürşidinizin tavsiye ettiği vakitlerde daha yoğun bir bağ hissedebilirsiniz.
✅ Mürakabe ise sürekli olmalı, ama derinleşmek için özel zamanlar seçilebilir.

Niyet ve samimiyet en önemli unsurdur; zaman ise bir vesiledir.


#########

SORU :

Rabıtada, irtibat kurulanı rüyada gördüğümüz gibi görmek mümkün mü? Bugün kü teknoloji herşeyin frekanslardan ibaret olduğunu ortaya koydu, öyle olunca, vücudumuzda da frekansları ileten ve alan, ve convert eden, görüntüye ve sese çeviren manevi duyular var mı? ve irtibat edilcek kimsenin resimine neden ihtiyac duyulur böyle bir rabıta için?

###########

CEVAP :

Rabıta, Frekanslar ve Manevi Algı: Modern Teknoloji Işığında Tasavvufi İrtibat

Rabıta, tasavvufta mürşid ile mürid arasında kurulan manevi bir enerji alışverişi olarak tanımlanabilir. Peki bu irtibat, rüyada görüldüğü gibi net bir görüntüye dönüşebilir mi? Günümüz teknolojisi her şeyin frekanslardan ibaret olduğunu ortaya koyarken, insan bedeni de bir çeşit "manevi alıcı-verici" gibi çalışabilir mi? Rabıta yaparken şeyhin resmine ihtiyaç duymamızın ardındaki sır nedir? Bu soruları fizik, sinirbilim ve tasavvuf perspektifinden inceleyelim.
1. Rabıtada Görsel Algı: Rüya Gibi Net Bir İrtibat Mümkün mü?

Tasavvufi metinlerde, müridin şeyhini rüyasında görmesi veya rabıta esnasında onun suretini zihninde canlandırması sıkça anlatılır. Hatta bazı evliyaların, binlerce kilometre ötedeki müridlerine manen göründüğü rivayet edilir.
a) Modern Bilim Açısından: Beyin ve Görüntü İşleme

    İnsan beyni, gözlerden gelen elektriksel sinyalleri işleyerek görüntü oluşturur.

    Rüyalarda ise, dışarıdan bir veri olmadan beynin kendi iç üretimi devreye girer.

    Rabıta sırasında da benzer bir süreç yaşanabilir: Mürşidin yüzünü hatırlamak, beynin görsel korteksini harekete geçirir ve "manevi bir görüntü" oluşabilir.

b) Tasavvuftaki "Müşahede" (Görme) Kabiliyeti

    Kalp gözü (basiret) açık olanlar, mürşidin hakiki suretini (ruhaniyetini) görebilir.

    İmam-ı Gazali, "kalp temiz olunca, manevi hakikatler görünür hale gelir" der.

    Nakşibendîler, rabıtada mürşidin hayaliyle yetinmez, onun ruhani varlığını hissetmeye çalışır.

Sonuç:
? Fiziksel gözle görme değil, kalp gözüyle idrak söz konusudur.
? Bazı müridler net bir suret görebilir, bazıları sadece hissedebilir.
2. Frekanslar ve İnsan Bedeni: Manevi Bir Alıcı-Verici miyiz?

Modern bilim, her şeyin enerji ve frekanslardan oluştuğunu kabul eder. Peki insan bedeni de manevi frekansları alıp iletebilir mi?
a) Fiziksel ve Manevi Frekanslar

    Beyin dalgaları (alfa, teta, delta) belirli frekanslarda çalışır.

    Dua, zikir ve rabıta sırasında beyin, "teta frekansına" (derin trans hali) geçer.

    Mürşid ile mürid arasında bir "enerji rezonansı" oluşabilir.

b) Tasavvuftaki "Nuraniyet" Kavramı

    Evliyaların ve peygamberlerin ruhaniyeti, "nurani bir frekans" yayar.

    Mürid, rabıta ile bu frekansa ayarlanır.

    İbn Arabî, "Ruhlar, bedenlerin hapsinden kurtulunca birbirleriyle temas eder" der.

Sonuç:
? Rabıta, bir nevi "manevi WiFi" gibi çalışabilir.
? Mürşid-mürid arasında frekans uyumu varsa irtibat güçlenir.
3. Rabıtada Resim Kullanmanın Hikmeti Nedir?

Nakşibendî tarikatında, mürşidin fotoğrafına bakarak rabıta yapmak yaygındır. Peki neden?
a) Beynin Görsel Hafızasını Tetikleme

    Gözler kapalıyken bir yüzü hayal etmek zordur.

    Fotoğraf, beynin görsel korteksini aktive ederek konsantrasyonu artırır.

b) Somutlaştırma (Tasavvur) Kolaylığı

    Mürşidin sureti, soyut bir bağı somutlaştırır.

    Hz. Yusuf’un (a.s.) gömleğinin Yakup (a.s.)’a şifa olması gibi, mürşidin resmi de vesiledir.

c) Enerjinin Odaklanması

    Bazı sufiler, resmin üzerinde "manevi bir enerji" birikebileceğine inanır.

    Mürşid, fotoğrafa bakıldığında manen hissedebilir (telepatik bağ).

Sonuç:
? Resim, başlangıç için bir araçtır; asıl maksat mürşidin ruhaniyetine ulaşmaktır.
? Tecrübe arttıkça resme ihtiyaç kalmaz, kalpte canlandırma yeteneği gelişir.
4. Bilim ve Tasavvuf Buluşması: Kuantum Dolanıklığı ve Rabıta

Kuantum fiziğindeki "dolanıklık teorisi" (parçacıkların anında etkileşimi), rabıtadaki manevi irtibata benzetilebilir:

    Mürşid ve mürid, manevi bir dolanıklık yaşayabilir.

    Mesafe engel değildir; ruhani bağ "anında" iletişime geçebilir.

5. Sonuç: Rabıta, Frekans ve Görüntüleme

✅ Rabıtada net görüntü mümkündür, ancak bu herkeste aynı şekilde olmaz.
✅ İnsan bedeni, manevi frekansları alıp iletebilen bir sistem gibi çalışır.
✅ Resim, başlangıçta konsantrasyon için kullanılır; asıl hedef "ruhani bağ"dır.
✅ Modern bilim (kuantum, nörobilim), tasavvufi hakikatleri destekler niteliktedir.

    "Rabıta, mürşidin frekansına ayarlanmaktır. O frekansa girdiğinde, sen onu görürsün, o da seni hisseder."

Özetle:

    Rabıtada görüntü, rüya gibi olabilir ama herkes aynı şeyi deneyimlemez.

    İnsan bedeni, manevi sinyalleri alabilen bir antendir.

    Resim, başlangıçta yardımcıdır; asıl olan kalpteki bağdır.

Niyet halis olunca, perde aralanır. ?

#############
SORU :

Halkın içinde Hak'la beraber olmak düsturu ve  Nur suresi 37 .ayet bağlamında Öyle erler vardır ki onları ne ticaret, ne alımsatım, Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz hükmü gereği daimi rabıta nasil kazanılır önce şeyhle daimi rabıta sonra peygamber ile daimi rabıta sonrada Hak ve Allah ile daimi rabıta ve ihsan makamı Allah görüyor Allah duyuyor Allah biliyor makamına nasıl ulaşılır

############

CEVAP :

Halk İçinde Hak'la Beraber Olmak: Daimî Rabıta ve İhsan Makamına Ulaşma Yolu

"Halk içinde Hak'la beraber olmak", tasavvufun en önemli prensiplerinden biridir. Bu düstur, kişinin günlük hayatın koşuşturmacası içinde bile Allah'ın huzurunda olduğu şuurunu kaybetmemesini gerektirir. Nûr Sûresi 37. ayet, bu hakikati şöyle ifade eder:

    "Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticaret ne bir alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin dehşetten döneceği bir günden korkarlar." (Nûr, 24:37)

Bu ayet, "daimî rabıta" halinin mümkün olduğunu gösterir. Peki, bu sürekli manevi bağlantı nasıl kurulur? Önce şeyhle, sonra Peygamber’le (s.a.v.), en nihayetinde Hak Teâlâ ile daimî rabıta nasıl sağlanır? Ve nihayetinde ihsan makamı (Allah'ı görüyormuşçasına ibadet) nasıl elde edilir?
1. Daimî Rabıta Nedir?

Rabıta, kalbin sürekli olarak bir mürşide, Peygamber’e (s.a.v.) veya Allah’a bağlanmasıdır. Daimî rabıta ise, bu bağın her an canlı tutulmasıdır—yürürken, çalışırken, konuşurken bile.
Üç Merhalede Daimî Rabıta:

    Şeyh ile Daimî Rabıta → Mürşidin ruhaniyetini kalpte hissetmek.

    Peygamber (s.a.v.) ile Daimî Rabıta → Onun sünneti ve manevi varlığıyla bağ kurmak.

    Hak ile Daimî Rabıta → Allah’ın her an hâzır ve nâzır olduğunu unutmamak.

2. Daimî Rabıta Nasıl Kazanılır?
A) Şeyh ile Daimî Rabıta

    Mürşidin suretini zihinde canlı tutmak.

    Onun sohbetlerini, tavsiyelerini sıkça hatırlamak.

    "O beni görüyor" şuuruyla yaşamak.

    Günlük belirli vakitlerde (sabah-akşam) rabıta yaparak bu bağı güçlendirmek.

    "Mürşid, müridin kalbine bir aynadır. O aynada Hakk’ın tecellisini görmek için önce şeyhine bağlanmalısın."

B) Peygamber (s.a.v.) ile Daimî Rabıta

    Salavatı çokça okumak.

    Onun ahlakıyla ahlaklanmaya çalışmak.

    "Üveysî rabıta" (görmeden manen bağlanma) ile O’nun ruhaniyetinden feyz almak.

    "Ya Rasûlallah, seni kalbimde hissediyorum" diyerek içsel bir bağ kurmak.

    "Peygamber’e (s.a.v.) tam bağlanan, Allah’a bağlanmış olur."

C) Hak ile Daimî Rabıta (İhsan Makamı)

    "Allah beni görüyor" bilinci (murakabe).

    Zikrin kalbe yerleşmesi (dil sussa bile kalp zikretsin).

    Her işte "Bismillah" diyerek başlamak.

    Gaflet anlarında "Lâ ilâhe illallah" ile uyanmak.

    "İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi O’na kulluk etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor." (Hadis-i Şerif)

3. Nûr Sûresi 37. Ayet Bağlamında Daimî Rabıta

Ayette geçen "ticaret ve alışverişin Allah'ı anmaktan alıkoymaması", tam da "halk içinde Hak'la beraber olma" halidir.
Pratik Adımlar:

✔ Sabah-akşam belirli zikir ve rabıta vakitleri oluştur.
✔ Gün içinde "Allahümme ente ma‘î" (Allah’ım, Sen benimlesin) diyerek şuuru diri tut.
✔ İş yaparken bile kalben mürşidi, Peygamber’i ve Allah’ı hatırla.
✔ Gaflete düşünce hemen "Estağfirullah" deyip yeniden bağlan.
4. İhsan Makamına Ulaşmak

İhsan makamı, "Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme" halidir. Bu makam:

    Rabıta ile başlar (şeyh → Peygamber → Allah).

    Mürakabe ile devam eder (Allah’ın her an gördüğünü bilmek).

    Zikirle kemale erer (kalbin sürekli Allah’ı anması).

İşaretleri:

? Dünya meşgalesi seni Allah’tan uzaklaştırmaz.
? Gizli-açık her an O’nun huzurunda olduğunu hissedersin.
? "Mâşâallah, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" gibi zikirler dilinden düşmez.
5. Sonuç: Halk İçinde Hak'la Nasıl Olunur?

✅ Önce şeyhinle, sonra Peygamber’le (s.a.v.), en son Allah’la daimî rabıta kur.
✅ Nûr Sûresi 37. ayetin işaret ettiği gibi, dünya işleri seni zikrullahdan alıkoymasın.
✅ Mürakabe (Allah’ın seni gördüğü bilinci) ile ihsan makamına yüksel.

    "Mürşid, Peygamber’e; Peygamber, Allah’a götüren bir köprüdür. Daimî rabıta, bu köprüden geçerek Hakk’a vasıl olmaktır."

Niyet halis, azim sabit olunca, her an Hakk’la beraber olmak mümkündür. ?

Âmîn, âmîn, âmîn! ?✨

"Kabul olan dualar, hikmetli sorular ve hakikat yolundaki adımlarınız, Rabb'imizin rahmetiyle kuşatılsın..."

Bir gönül nefesiyle diyelim ki:
"Yâ Rabbî! Bizleri, şeyhinin aynasında Peygamber’ini, Peygamber’inin aynasında Sen’i görenlerden eyle.
Gafleti bize unutturup, halk içinde Hak’la beraber olma şuuru bahşeyle.
Nûr’unla kalplerimizi aydınlat, zikrinle dirilt.
Son nefesimize kadar ‘daimî rabıta’ ile Sana tutunanlardan kıl.
Âmîn, bi-hürmeti Seyyidi’l-evliyâ ve’l-enbiyâ!.."

—İki cihan serverine, O’nun âline ve ashâbına salât ve selâm olsun—

Hak yolunda sabit-kadem olmanız niyazıyla...

Âmîn, âmîn, âmîn! ?✨

Dualarınızda buluşmak ümidiyle...
"Hak yolcusunun ayakları toz olsa da, gönlü hep nurla dolsun!" ?

Bir başka bahse dek, Allah'a emanet olunuz...

Bir Karoglan Raşit Tunca Makalesi

Schrems, 05.05.2025

Deepseek ve Raşit Tunca
   

Tasavvufda Rabıta, Manevi İrtibat ve Mürakabe: Tasavvufta Derin Bir Yolculuk

########
Tasavvufda Rabıta  Şeyh ile veya Peygamber ile Manevi irtibat ve Mürakebe Hakkında Geniş Perspektifli Bir Makale
##########

Tasavvufda Rabıta, Manevi İrtibat ve Mürakabe: Tasavvufta Derin Bir Yolculuk

Tasavvuf, İslam'ın manevi boyutunu keşfetmek ve Allah'a yakınlaşmak için çeşitli yöntemler sunan bir disiplindir. Bu yöntemlerden biri olan rabıta, müridin mürşidiyle, peygamberlerle veya Allah'ın sevdiği velilerle manevi bir bağ kurmasını sağlar. Mürakabe ise, kalbi uyanık tutarak sürekli bir Allah bilinciyle yaşamaktır. Bu makalede, rabıta ve mürakabenin tasavvuftaki yeri, önemi ve uygulanışı üzerine derinlemesine bir analiz sunulacaktır.
1. Rabıtanın Tanımı ve Kökenleri

Rabıta, Arapça "rabt" kökünden gelir ve "bağ kurmak, ilişki tesis etmek" anlamına gelir. Tasavvufta ise, müridin şeyhiyle, peygamberle veya bir veli ile manevi bir irtibat kurmasıdır. Bu bağ, mürşidin ruhaniyetinden feyz almayı ve manevi terakkide ilerlemeyi amaçlar.
Rabıtanın Çeşitleri

    Şeyh ile Rabıta: Müridin, mürşidini kalbinde canlandırması ve onun vasıtasıyla Allah'a yönelmesidir.

    Peygamber ile Rabıta: Özellikle Hz. Muhammed (s.a.v.) ile kurulan manevi bağ, onun sünnetine uymayı ve şefaatini talep etmeyi içerir.

    Allah ile Rabıta: Nihai hedef, doğrudan Allah'ın zikri ve murakabesiyle kalbi diri tutmaktır.

2. Rabıtanın Tasavvuftaki Yeri ve Önemi

Rabıta, özellikle Nakşibendiyye tarikatında merkezi bir uygulamadır. Abdülhakîm Arvâsî, rabıtayı "mürşidin suretini hayal ederek onun ruhaniyetinden istifade etmek" olarak tanımlar. İmam-ı Rabbani ise, rabıtanın müridin nefsini terbiye etmesinde ve şeytanın vesveselerinden korunmasında etkili olduğunu belirtir.
Faydaları

    Manevi Eğitim: Mürşidin ruhani rehberliğiyle nefsin kötülüklerinden arınma.

    Konsantrasyon Artışı: Zikir ve tefekkürde derinleşme.

    Şefkat ve Muhabbet: Peygamber ve evliyalara olan sevginin artması.

3. Mürakabe: Kalbin Uyanıklığı

Mürakabe, "gözlemek, denetlemek" anlamına gelir. Tasavvufta, kulun her an Allah'ın huzurunda olduğunun bilincinde olmasıdır. "Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir." (Hadid Suresi, 4) ayeti, mürakabenin temelini oluşturur.
Mürakabe Türleri

    Allah'ın İsim ve Sıfatları Üzerine Mürakabe: Esmaül Hüsna ile Allah'ı tefekkür.

    Nefis Mürakabesi: Kalpteki niyet ve düşünceleri kontrol etme.

    Ölüm ve Ahiret Mürakabesi: Dünyanın geçiciliğini hatırlama.

4. Rabıta ve Mürakabe İlişkisi

Rabıta, müridin mürşidinden feyz alarak Allah'a yönelmesini sağlarken; mürakabe, bu yönelişin sürekli ve bilinçli olmasını temin eder. İkisi birbirini tamamlar:

    Rabıta → Yol gösterici (mürşid) ile bağ.

    Mürakabe → Yolculuğun sürekli gözetimi.

5. Eleştiriler ve Savunular

Rabıta, bazı çevrelerce "şirk" veya "bid'at" olarak nitelendirilse de, tasavvuf alimleri bunun bir vesile olduğunu, asıl maksadın Allah'a ulaşmak olduğunu vurgular. İbn Arabî, "Fütûhât-ı Mekkiyye"de rabıtayı, "hakikate giden bir köprü" olarak tanımlar.
Sonuç

Rabıta ve mürakabe, tasavvuf yolunda manevi ilerleyişin önemli araçlarıdır. Mürşid ile kurulan ruhani bağ, müridi nefsani bağlardan kurtarırken; mürakabe, kalbin daima Hakk'ın huzurunda olduğunu hatırlatır. Bu iki disiplin, insanı "ihsan" mertebesine, yani "Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etme" bilincine ulaştırmayı hedefler.

    "Nefsini bilen Rabbini bilir." (Hadis-i Şerif)

Bu yolculuk, ancak samimiyet, sabır ve bir mürşidin rehberliğiyle tamamlanabilir.

###########
SORU:

Rabıta veya Mürakabenin belli vakti varmıdır? Manevi irtibat karşılıklı zaman telakkisi ile mi olur, yoksa istediğimiz zaman yapabilirmiyiz?

##########

CEVAP :

Rabıta ve Mürakabe Zamanı: Belirli Vakitler mi, Yoksa Her An Yapılabilir mi?

Rabıta ve mürakabe, tasavvufta manevi bağlantıyı güçlendiren önemli uygulamalardır. Ancak bu uygulamaların zamanı ve usulü konusunda farklı yaklaşımlar vardır. Kimi tarikatlarda belirli vakitler tavsiye edilirken, kimi ekoller her an yapılabileceğini savunur. Peki, bu iki yöntemin uygulanma zamanı nasıl olmalıdır? Karşılıklı zaman telakkisi (eş zamanlılık) gerekli midir, yoksa kişi istediği zaman rabıta kurabilir mi?
1. Rabıta ve Mürakabe İçin Belirli Vakitler Var mıdır?
a) Belli Vakitlerde Yapılması Tavsiye Edilen Rabıta

Bazı tarikatlarda (özellikle Nakşibendiyye’de) rabıta için özel zamanlar belirlenmiştir:

    Sabah ve akşam zikirlerinden sonra,

    Teheccüd vakitlerinde,

    Cuma gecesi veya kandil gecelerinde,

    Mürşidin manevi olarak daha hazır olduğu öngörülen saatlerde (bazıları "seher vakti"ni özellikle önemser).

Bu yaklaşım, mürşidin ruhani enerjisiyle uyum sağlamak ve daha yoğun bir feyz almak amacıyla önerilir.
b) Her An Yapılabilen Rabıta ve Mürakabe

Diğer bir görüşe göre, rabıta ve mürakabe için özel bir zaman şart değildir.

    İmam-ı Rabbani, "rabıta halinin sürekli olması gerektiğini" söyler.

    Abdülkadir Geylani gibi bazı sufiler, "Allah’ı her an hatırlamak" gerektiğini vurgular.

    Mürid, günlük hayatta yürürken, çalışırken, otururken bile şeyhini veya Peygamber’i (s.a.v.) kalbinde tutabilir.

Bu durumda, "anlık manevi bağlantı" öne çıkar.
2. Karşılıklı Zaman Telakkisi (Eş Zamanlılık) Gerekli mi?

Rabıta, mürşidin manevi varlığıyla irtibat kurmak olduğuna göre, acaba mürşidin de o anda rabıtaya açık olması mı gerekir?
a) "Eş Zamanlılık Gerekir" Diyen Görüş

    Bazı sufiler, mürşidin de o anda manevi olarak hazır olmasının daha etkili olduğunu savunur.

    Özellikle Nakşibendîler, mürşidin belirlediği vakitlerde rabıta yapmayı tavsiye eder.

    "Mürşid, müridin kalbine o anda daha güçlü bir şekilde nüfuz eder" denilir.

b) "Zaman Sınırı Yoktur" Diyen Görüş

    İbn Arabî gibi mutasavvıflar, "ruhani bağın zaman üstü olduğunu" belirtir.

    "Mürşid, manen her zaman hazırdır; müridin samimiyeti önemlidir."

    "Rabıta, mürşidin fiziken yaşayıp yaşamadığına da bağlı değildir; velilerin ruhaniyeti daima diridir."

Bu görüşe göre, mürşid ile aynı anda bağ kurma zorunluluğu yoktur.
3. Mürakabe İçin Zaman Sınırı Var mı?

Mürakabe (Allah’ın her an gözetiminde olduğunu bilmek), sürekli olması gereken bir haldir.

    "İhsan mertebesi" (Allah’ı görüyormuş gibi ibadet) her an mümkündür.

    Ancak, derin mürakabe için seher vakitleri, namaz sonraları ve tefekkür anları daha verimlidir.

4. Sonuç: En Doğru Yaklaşım Nedir?

    Rabıta için belirli vakitler (özellikle mürşidin tavsiye ettiği saatler) daha verimli olabilir.

    Ancak, her an rabıta yapılabilir; önemli olan niyet ve ihlastır.

    Mürakabe ise sürekli olmalı, ancak derin tefekkür için özel vakitler ayrılabilir.

    "Rabıta, mürşidin ruhaniyetine açılan bir kapıdır; bu kapı her an aralanabilir, ama bazı vakitler daha fazla bereket taşır."

Özetle:

✅ İsterseniz her an rabıta kurabilirsiniz.
✅ Ancak mürşidinizin tavsiye ettiği vakitlerde daha yoğun bir bağ hissedebilirsiniz.
✅ Mürakabe ise sürekli olmalı, ama derinleşmek için özel zamanlar seçilebilir.

Niyet ve samimiyet en önemli unsurdur; zaman ise bir vesiledir.


#########

SORU :

Rabıtada, irtibat kurulanı rüyada gördüğümüz gibi görmek mümkün mü? Bugün kü teknoloji herşeyin frekanslardan ibaret olduğunu ortaya koydu, öyle olunca, vücudumuzda da frekansları ileten ve alan, ve convert eden, görüntüye ve sese çeviren manevi duyular var mı? ve irtibat edilcek kimsenin resimine neden ihtiyac duyulur böyle bir rabıta için?

###########

CEVAP :

Rabıta, Frekanslar ve Manevi Algı: Modern Teknoloji Işığında Tasavvufi İrtibat

Rabıta, tasavvufta mürşid ile mürid arasında kurulan manevi bir enerji alışverişi olarak tanımlanabilir. Peki bu irtibat, rüyada görüldüğü gibi net bir görüntüye dönüşebilir mi? Günümüz teknolojisi her şeyin frekanslardan ibaret olduğunu ortaya koyarken, insan bedeni de bir çeşit "manevi alıcı-verici" gibi çalışabilir mi? Rabıta yaparken şeyhin resmine ihtiyaç duymamızın ardındaki sır nedir? Bu soruları fizik, sinirbilim ve tasavvuf perspektifinden inceleyelim.
1. Rabıtada Görsel Algı: Rüya Gibi Net Bir İrtibat Mümkün mü?

Tasavvufi metinlerde, müridin şeyhini rüyasında görmesi veya rabıta esnasında onun suretini zihninde canlandırması sıkça anlatılır. Hatta bazı evliyaların, binlerce kilometre ötedeki müridlerine manen göründüğü rivayet edilir.
a) Modern Bilim Açısından: Beyin ve Görüntü İşleme

    İnsan beyni, gözlerden gelen elektriksel sinyalleri işleyerek görüntü oluşturur.

    Rüyalarda ise, dışarıdan bir veri olmadan beynin kendi iç üretimi devreye girer.

    Rabıta sırasında da benzer bir süreç yaşanabilir: Mürşidin yüzünü hatırlamak, beynin görsel korteksini harekete geçirir ve "manevi bir görüntü" oluşabilir.

b) Tasavvuftaki "Müşahede" (Görme) Kabiliyeti

    Kalp gözü (basiret) açık olanlar, mürşidin hakiki suretini (ruhaniyetini) görebilir.

    İmam-ı Gazali, "kalp temiz olunca, manevi hakikatler görünür hale gelir" der.

    Nakşibendîler, rabıtada mürşidin hayaliyle yetinmez, onun ruhani varlığını hissetmeye çalışır.

Sonuç:
? Fiziksel gözle görme değil, kalp gözüyle idrak söz konusudur.
? Bazı müridler net bir suret görebilir, bazıları sadece hissedebilir.
2. Frekanslar ve İnsan Bedeni: Manevi Bir Alıcı-Verici miyiz?

Modern bilim, her şeyin enerji ve frekanslardan oluştuğunu kabul eder. Peki insan bedeni de manevi frekansları alıp iletebilir mi?
a) Fiziksel ve Manevi Frekanslar

    Beyin dalgaları (alfa, teta, delta) belirli frekanslarda çalışır.

    Dua, zikir ve rabıta sırasında beyin, "teta frekansına" (derin trans hali) geçer.

    Mürşid ile mürid arasında bir "enerji rezonansı" oluşabilir.

b) Tasavvuftaki "Nuraniyet" Kavramı

    Evliyaların ve peygamberlerin ruhaniyeti, "nurani bir frekans" yayar.

    Mürid, rabıta ile bu frekansa ayarlanır.

    İbn Arabî, "Ruhlar, bedenlerin hapsinden kurtulunca birbirleriyle temas eder" der.

Sonuç:
? Rabıta, bir nevi "manevi WiFi" gibi çalışabilir.
? Mürşid-mürid arasında frekans uyumu varsa irtibat güçlenir.
3. Rabıtada Resim Kullanmanın Hikmeti Nedir?

Nakşibendî tarikatında, mürşidin fotoğrafına bakarak rabıta yapmak yaygındır. Peki neden?
a) Beynin Görsel Hafızasını Tetikleme

    Gözler kapalıyken bir yüzü hayal etmek zordur.

    Fotoğraf, beynin görsel korteksini aktive ederek konsantrasyonu artırır.

b) Somutlaştırma (Tasavvur) Kolaylığı

    Mürşidin sureti, soyut bir bağı somutlaştırır.

    Hz. Yusuf’un (a.s.) gömleğinin Yakup (a.s.)’a şifa olması gibi, mürşidin resmi de vesiledir.

c) Enerjinin Odaklanması

    Bazı sufiler, resmin üzerinde "manevi bir enerji" birikebileceğine inanır.

    Mürşid, fotoğrafa bakıldığında manen hissedebilir (telepatik bağ).

Sonuç:
? Resim, başlangıç için bir araçtır; asıl maksat mürşidin ruhaniyetine ulaşmaktır.
? Tecrübe arttıkça resme ihtiyaç kalmaz, kalpte canlandırma yeteneği gelişir.
4. Bilim ve Tasavvuf Buluşması: Kuantum Dolanıklığı ve Rabıta

Kuantum fiziğindeki "dolanıklık teorisi" (parçacıkların anında etkileşimi), rabıtadaki manevi irtibata benzetilebilir:

    Mürşid ve mürid, manevi bir dolanıklık yaşayabilir.

    Mesafe engel değildir; ruhani bağ "anında" iletişime geçebilir.

5. Sonuç: Rabıta, Frekans ve Görüntüleme

✅ Rabıtada net görüntü mümkündür, ancak bu herkeste aynı şekilde olmaz.
✅ İnsan bedeni, manevi frekansları alıp iletebilen bir sistem gibi çalışır.
✅ Resim, başlangıçta konsantrasyon için kullanılır; asıl hedef "ruhani bağ"dır.
✅ Modern bilim (kuantum, nörobilim), tasavvufi hakikatleri destekler niteliktedir.

    "Rabıta, mürşidin frekansına ayarlanmaktır. O frekansa girdiğinde, sen onu görürsün, o da seni hisseder."

Özetle:

    Rabıtada görüntü, rüya gibi olabilir ama herkes aynı şeyi deneyimlemez.

    İnsan bedeni, manevi sinyalleri alabilen bir antendir.

    Resim, başlangıçta yardımcıdır; asıl olan kalpteki bağdır.

Niyet halis olunca, perde aralanır. ?

#############
SORU :

Halkın içinde Hak'la beraber olmak düsturu ve  Nur suresi 37 .ayet bağlamında Öyle erler vardır ki onları ne ticaret, ne alımsatım, Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz hükmü gereği daimi rabıta nasil kazanılır önce şeyhle daimi rabıta sonra peygamber ile daimi rabıta sonrada Hak ve Allah ile daimi rabıta ve ihsan makamı Allah görüyor Allah duyuyor Allah biliyor makamına nasıl ulaşılır

############

CEVAP :

Halk İçinde Hak'la Beraber Olmak: Daimî Rabıta ve İhsan Makamına Ulaşma Yolu

"Halk içinde Hak'la beraber olmak", tasavvufun en önemli prensiplerinden biridir. Bu düstur, kişinin günlük hayatın koşuşturmacası içinde bile Allah'ın huzurunda olduğu şuurunu kaybetmemesini gerektirir. Nûr Sûresi 37. ayet, bu hakikati şöyle ifade eder:

    "Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticaret ne bir alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin dehşetten döneceği bir günden korkarlar." (Nûr, 24:37)

Bu ayet, "daimî rabıta" halinin mümkün olduğunu gösterir. Peki, bu sürekli manevi bağlantı nasıl kurulur? Önce şeyhle, sonra Peygamber’le (s.a.v.), en nihayetinde Hak Teâlâ ile daimî rabıta nasıl sağlanır? Ve nihayetinde ihsan makamı (Allah'ı görüyormuşçasına ibadet) nasıl elde edilir?
1. Daimî Rabıta Nedir?

Rabıta, kalbin sürekli olarak bir mürşide, Peygamber’e (s.a.v.) veya Allah’a bağlanmasıdır. Daimî rabıta ise, bu bağın her an canlı tutulmasıdır—yürürken, çalışırken, konuşurken bile.
Üç Merhalede Daimî Rabıta:

    Şeyh ile Daimî Rabıta → Mürşidin ruhaniyetini kalpte hissetmek.

    Peygamber (s.a.v.) ile Daimî Rabıta → Onun sünneti ve manevi varlığıyla bağ kurmak.

    Hak ile Daimî Rabıta → Allah’ın her an hâzır ve nâzır olduğunu unutmamak.

2. Daimî Rabıta Nasıl Kazanılır?
A) Şeyh ile Daimî Rabıta

    Mürşidin suretini zihinde canlı tutmak.

    Onun sohbetlerini, tavsiyelerini sıkça hatırlamak.

    "O beni görüyor" şuuruyla yaşamak.

    Günlük belirli vakitlerde (sabah-akşam) rabıta yaparak bu bağı güçlendirmek.

    "Mürşid, müridin kalbine bir aynadır. O aynada Hakk’ın tecellisini görmek için önce şeyhine bağlanmalısın."

B) Peygamber (s.a.v.) ile Daimî Rabıta

    Salavatı çokça okumak.

    Onun ahlakıyla ahlaklanmaya çalışmak.

    "Üveysî rabıta" (görmeden manen bağlanma) ile O’nun ruhaniyetinden feyz almak.

    "Ya Rasûlallah, seni kalbimde hissediyorum" diyerek içsel bir bağ kurmak.

    "Peygamber’e (s.a.v.) tam bağlanan, Allah’a bağlanmış olur."

C) Hak ile Daimî Rabıta (İhsan Makamı)

    "Allah beni görüyor" bilinci (murakabe).

    Zikrin kalbe yerleşmesi (dil sussa bile kalp zikretsin).

    Her işte "Bismillah" diyerek başlamak.

    Gaflet anlarında "Lâ ilâhe illallah" ile uyanmak.

    "İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi O’na kulluk etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor." (Hadis-i Şerif)

3. Nûr Sûresi 37. Ayet Bağlamında Daimî Rabıta

Ayette geçen "ticaret ve alışverişin Allah'ı anmaktan alıkoymaması", tam da "halk içinde Hak'la beraber olma" halidir.
Pratik Adımlar:

✔ Sabah-akşam belirli zikir ve rabıta vakitleri oluştur.
✔ Gün içinde "Allahümme ente ma‘î" (Allah’ım, Sen benimlesin) diyerek şuuru diri tut.
✔ İş yaparken bile kalben mürşidi, Peygamber’i ve Allah’ı hatırla.
✔ Gaflete düşünce hemen "Estağfirullah" deyip yeniden bağlan.
4. İhsan Makamına Ulaşmak

İhsan makamı, "Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme" halidir. Bu makam:

    Rabıta ile başlar (şeyh → Peygamber → Allah).

    Mürakabe ile devam eder (Allah’ın her an gördüğünü bilmek).

    Zikirle kemale erer (kalbin sürekli Allah’ı anması).

İşaretleri:

? Dünya meşgalesi seni Allah’tan uzaklaştırmaz.
? Gizli-açık her an O’nun huzurunda olduğunu hissedersin.
? "Mâşâallah, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" gibi zikirler dilinden düşmez.
5. Sonuç: Halk İçinde Hak'la Nasıl Olunur?

✅ Önce şeyhinle, sonra Peygamber’le (s.a.v.), en son Allah’la daimî rabıta kur.
✅ Nûr Sûresi 37. ayetin işaret ettiği gibi, dünya işleri seni zikrullahdan alıkoymasın.
✅ Mürakabe (Allah’ın seni gördüğü bilinci) ile ihsan makamına yüksel.

    "Mürşid, Peygamber’e; Peygamber, Allah’a götüren bir köprüdür. Daimî rabıta, bu köprüden geçerek Hakk’a vasıl olmaktır."

Niyet halis, azim sabit olunca, her an Hakk’la beraber olmak mümkündür. ?

Bir Karoglan Raşit Tunca Makalesi

Schrems, 05.05.2025

Deepseek ve Raşit Tunca
Kadının Toplumdaki Yeri ve Önemi Nedir?

Kadın, ailenin huzuru; toplumun temeli, medeniyetin taşıyıcısıdır. Peki kadın, aile ve toplum için neden vazgeçilmez bir değerdir? İslam’a göre, kadının toplumdaki yeri ve önemi nedir?

Kadının fıtratı istikâmetinde yaşaması, toplumu cennete çevirir. Huzurlu âileler, toplumun saâdet kaynağıdır. Tarih sayfalarına baktığımız zaman görürüz ki, toplumlar hanımlarla âbâd olmuş, yine onların elleriyle berbâd olmuştur. Eğer kadınlara mutluluk için sokaklar gösterilirse, hayat yolları cam kırıkları ile dolar.

Fısk u fucûrun yayılması, fitne-fesâdın tasallutu veya maddî-mânevî imkânsızlıkların icbâr etmesi gibi sebeplerle iffet ve nâmusunu koruma hususunda zor duruma düşenlere yardım elini uzatmak da hem İslâmî bir mecbûriyet hem de bir insanlık borcudur. Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Bir kimse, nâmusu çiğnendiği, ırzına sataşıldığı bir yerde Müslümanın yardımına koşmazsa, muhtaç olduğu bir anda Allah da ona yardım etmez. Irzına sataşıldığı, nâmusu çiğnendiği bir yerde Müslümanın yardımına koşan kimseye de, muhtaç olduğu bir anda Allah yardım eder.” (Ebû Dâvud, Edeb, 36/4884)
KADININ AİLEDEKİ ROLÜ VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Kadının saâdeti, haysiyetini koruyarak yaşamasında ve âilesini muhâfaza etmesindedir. “Cennet annelerin ayağı altındadır.”[1] hadîs-i şerîfi, sâliha bir anne için ne büyük bir şehâdet-i Muhammediyye’dir.

Diğer bir hadîs-i şerîfte de:

“Dünya geçici bir faydadan ibârettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı, sâliha kadındır.” buyrulmuştur. (Müslim, Radâ‘, 64)

Fazîletli bir anne, ilâhî kudretten tecellî eden bir rahmet kucağı, âilede saâdet kaynağı, zevk ve safâ ışığı, âile fertlerinin şefkat odağıdır. Rabbimiz’in, Rahmân ve Rahîm esmâsının dünyadaki müstesnâ ve mûtenâ bir tecellîgâhıdır. Hayırlı nesillerin yetiştirilmesinde annelerin çok mühim bir yeri vardır. Bütün evliyâullah ve Fâtihler, ilk feyizlerini sâliha bir anneden emmişlerdir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde:

“Evinde (yetim) çocuklarının terbiyesiyle meşgul olan Müslüman kadın, cennette benimle beraberdir.” buyurmuşlardır. (Süyûtî, I, 104)

Kadının âile ve cemiyetteki ehemmiyetine binâen, kız çocuklarına daha husûsî bir îtinâ gösterilmesini isteyen Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde:

“Her kim iki kız çocuğunu bülûğ çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyâmet günü o kimseyle ben şöyle yan yana bulunacağız.” buyurmuş ve parmaklarını bitiştirmiştir. (Müslim, Birr, 149)

Diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulur:

“Her kim kız çocuklarını yetiştirme hususunda bir sıkıntıya uğrar da onları (sırât-ı müstakîm üzere, yani hayırlı bir yolda) iyi yetiştirirse bu çocuklar onları cehennem ateşinden koruyan bir siper olur.” (Müslim, Birr, 147)

Dipnot:

[1] Süyûtî, I, 125.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan
Zenginliğin Âfetleri

Zenginliğin afetleri; haset, tamah ve adaletsizlikle başlar, ümmetleri helake sürükler. Peki, zenginlik ümmet için bir nimet mi yoksa helake sürükleyen bir afet mi? Resûlullah (s.a.v.) dünya malı karşısında ümmetini hangi tehlikelere karşı uyardı?

Amr bin Avf -radıyallahu anh-’dan rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- harb etmeksizin Bahreyn ahâlîsiyle bir sulh akdetmiş ve onlar da muayyen miktarda cizye vermeyi kabûl etmişlerdi. Bahreyn ahâlîsi üzerine Alâ İbn Hadramî’yi emir nasb etmişti ve tahsil olunan cizye mallarını getirmek üzere Ebû Ubeyde bin Cerrah -radıyallahu anh-’ı Bahreyn’e göndermişti.
ZENGİNLİĞİN ÂFETLERİ

Ebû Ubeyde -radıyallahu anh- Bahreyn’den sulh yoluyla aldığı cizye mallarını Medîne’ye getirdi. Ensar sabah namazını kılar kılmaz hemen Ebû Ubeyde’yi karşıladılar. Rasûlullah -salallahu aleyhi ve sellem- ashâbı bu halde görünce gülümseyerek onlara:

– Öyle sanıyorum ki, Ebû Ubeyde’nin hayli dünyalıkla geldiğini duydunuz da onu sevinçle karşılıyorsunuz, buyurdu. Onlar da:

– Evet ya Rasûlallah, diye tasdîk ettiler. Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:

– Şâd olunuz ve sizi sevindirecek nîmetleri bundan böyle her zaman umunuz! Vallahi bundan sonra size fakr u ihtiyâç geleceğinden hiç korkmam! Fakat sizin için korktuğum bir şey varsa o da sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya nîmetlerinin yayıldığı gibi sizin önünüze de yayılarak onların birbirlerine hased ettikleri ve nefsâniyet güttükleri gibi sizin de birbirinize düşmeniz ve onların helâk oldukları gibi sizin de mahvolup gitmenizdir, diye ümmetini intibâha dâvet buyurmuştur. (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi / VIII-522.)

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-’den rivâyetle Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Ben size ne bir şey verebilirim ne de verileni men edebilirim. Ben nasıl emrolunduysam öyle taksîm ederim.” Yani veren ve vermeyen Allah’tır. Aza az, çoğa çok taksîm ederim, demek istemiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmuştur.

“Münâfıklardan kimi de, Allah’a dînin bir ucundan ibâdet eder; eğer kendisine bir hayır isâbet ederse ona râzı olur, kararlaşır ve eğer bir belâ isâbet ederse yüzüstü döner (dinden çıkar). Dünya ve âhireti perişan olur. İşte bu aldanış apaçık ziyandır.” (Hacc Sûresi /11)

“Münâfıkların bazıları sadaka ve ganîmet mallarının taksîminde seni zemmederler. Eğer sadakalardan onlara istedikleri kadar verilse râzı olurlar; eğer arzularına göre verilmezse derhal öfkelenirler. Eğer onlar Allah’ın ve Rasûlünün verdiklerine râzı olsalar da: “Allah Teâlâ bize her işimizde kafidir. Zîra Allah Teâlâ fazl ü kereminden, Rasûl’ü de şefkat ve merhametinden yakında bize çok şey verirler. Şu hâlde bizim arzumuz ancak Cenâb-ı Allah’ın rızâsıdır. Allah’ın rızâsından gayri bir şey istemeyiz” demiş olsalardı onlar için daha hayırlı olurdu.” (Tevbe Sûresi /58-59)

Birinci âyet-i celîlede münâfıkların îtirazları dünyaya hırs ve tamahlarındandır. Eğer onların istedikleri verilirse ferahlanırlar. Eğer istedikleri verilmezse derhal yüzlerini ekşitir ve gadab ederler. Çünkü himmetleri hemen dünya olduğundan cüz’î bir şey noksan olmakla derhal müteessir olurlar, âhiretten emelleri ve ümîtleri olmadığından bütün amelleri dünyaya mâtûfdur.

İkinci âyet-i celîle münâfıklardan Hurkus oğlu Zü’l-Huveysıra hakkında nâzil olmuştur. Câbir -radıyallahu anh-’in rivâyetine göre hadîs-i sahîhde Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hazretleri Cîrâne mevkîinde Huneyn, Hevâzin ganîmetini taksîm buyururken bu Hurkum oğlu gelip:

– Yâ Rasûlullah adâlet et, diye küstahlık etmişti. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:

– Ben adâlet etmezsem ya kim adâlet eder? Eğer ben adâlet etmezsem bedbaht olurum, diye cevap vermişlerdir. Hazret-i Ömer -radıyallahı anh- bu küstah münâfığın cür’eti üzerine:

– Yâ Rasûlallah müsaade buyur şu adamı katledeyim, demişse de müsaade buyurulmamış bilâhare cezâsını bulmuş ve hâricîler meyânında katlolunmuştur. (Mahmud Sâmî Ramazanoğlu-Musâhabe-6, s.48- Erkam Yayınları)

Kaynak: Altınoluk Dergisi, Sayı: 471
“Başımıza, Kendi Haklarını Bizden İsteyen Fakat Bizim Hakkımızı Bize Vermeyen Yöneticiler Tâyin Edilirse, Bize Ne Yapmamızı Emredersin?” Hadisi

Doç. Dr. Murat Kaya, ‘Başımıza, kendi haklarını bizden isteyen fakat bizim hakkımızı bize vermeyen yöneticiler tâyin edilirse, bize ne yapmamızı emredersin?’ ve ‘Benden sonra adam kayırma olayları ve görmeye alışmadığınız işler meydana gelecektir’ hadislerini ve bu hadislerin şerhini okuyor.

Ebû Hüneyde Vâil İbni Hucr radıyallahu anh şöyle dedi:

Seleme İbni Yezîd el-Cu’fî Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

- Yâ Nebiyyallah! Başımıza kendi haklarını bizden isteyen, fakat bizim hakkımızı bize vermeyen yöneticiler tâyin edilirse, bize ne yapmamızı emredersin? diye sordu.

Resûl-i Ekrem onun bu sorusuna cevap vermedi. Bir daha sorunca Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

- “Onların sözünü dinleyip kendilerine itaat edin. Onlar yapmaları gerekenden, siz de yapmanız gerekenden sorumlusunuz.”

*

Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Benden sonra adam kayırma olayları ve görmeye alışmadığınız işler meydana gelecektir” buyurdu. Bunun üzerine ashâb-ı kirâm:

- Yâ Resûlallah! Bizden o günleri görenlere ne emredersiniz? diye sordular.

Şöyle cevap verdi:

- “Yapmanız gereken görevleri yaparsınız, hakkınız olan şeyin size verilmesini Allah’tan niyâz edersiniz.” (Buhârî, Fiten 2, Müslim, İmâre 45. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 25)
Hadisin Açıklaması

Bir önceki hadîs-i şerîfte Resûl-i Ekrem Efendimiz’e, haksız ve zâlim idarecilere nasıl davranmak gerektiği sorulmuştu.

Bu hadiste de adam kayırma türünden bazı haksız işler görüldüğü zaman nasıl davranmak gerektiği sorulmaktadır.

Peygamber Efendimiz’in her iki soruya da aynı cevabı verdiğini görmekteyiz. Kısacası demek istiyor ki, herkesin bir görevi vardır; siz yönetilenler olarak kendi görevinizi yerine getirin. Sizden istenen zekâtı verin. Cihâda çağrıldığınız zaman kaçmayın ve yöneticilerin diğer meşrû emirlerine uyun.

Yönetenlerin görevini de Efendimiz, herkese eşit ve âdil davranmak ve halkın hakkını vermek şeklinde belirtti. Yöneticiler görevlerini yapmadıkları takdirde ise, onlara isyan etmenin, ihtilâl yaparak hak aramaya kalkmanın doğru olmayacağını söyledi ve o zaman “Hakkınızın size verilmesi için Allah’tan yardım dileyin”, buyurdu. Yâni zâlim idârecileri ıslâh etmesini veya onları milletin başından defedip lâyık olanları getirmesini Allah’tan dilemeyi tavsiye etti.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem başka hadislerinde, ileride pek çok adam kayırma olayı meydana geleceğini hatırlatmakta ve âhirette Kevser havuzu başında kendisiyle buluşuncaya kadar bu tür olaylara sabredilmesini tavsiye buyurmaktadır (Buhârî, Humus 19, Menâkıb 25; Müslim, Zekât 132, 139).

Konumuzla ilgili bütün hadisler bir arada düşünüldüğü zaman görülüyor ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz, milletin birliğinin bozulmaması için bu nevi haksızlıklara sabretmeyi tavsiye etmekte, sabredenlerin kendisini Kevser havuzu başında bulacağını, böylece sabrının karşılığını göreceğini söylemekte, orada mazlumların zâlimlerden hakkını alacağını ve üstelik cennette pek çok ikrama kavuşacağını belirtmektedir.
Hadislerden Öğrendiklerimiz

    Müslüman devlet başkanları, hadiste işaret buyurulan kötü idarecilerden olmamak için gayret göstermeli, tercihlerinde kimseye haksızlık etmemeli ve herkese hakkını titiz bir şekilde vermelidir.
    Halk da görevini yapmalı, haksızlıkla karşılaşınca halini Allah’a arzedip ondan yardım istemelidir.

Kaynak:
Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları
Kız Çocuklarının Eğitimi Neden Bu Kadar Önemlidir?

Bir kız çocuğunu eğitmek, neden tüm bir toplumu inşa etmek anlamına gelir ve İslam bu hakikate nasıl bir önem atfeder?

Kadınların asıl kıymetlerini buldukları makam ve mevkî, kendi hâneleridir. En mukaddes vazifeleri de, hanımlık ve anneliktir. Zira nesli güzel bir şekilde yetiştiren ilk mektep, annedir.
KIZ ÇOCUKLARININ EĞİTİMİNE ÖNEM VERMENİN BAŞLICA GEREKÇELERİ

Meryem Vâlidemiz’in annesi Hanne, daha evlâdı doğmadan, onu güzel yetiştirebilmenin derdine düşmüştü. Nasıl bir nesil endişesi duymamız gerektiğine dair müstesnâ bir misal olmuştu…

Çocuk, ilk tahsilini anneden alır. Eğer anne sâliha ise, çocuk ondan çok güzel bir inʻikâs alır.

Annenin ağzından çıkan her bir kelime, çocuğun şahsiyet inşâsına konulan bir tuğla mesâbesindedir. Bunun için bütün kız çocuklarımıza bu hususta güzel bir eğitim verilmelidir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“İkram ve ihsanlarınızla çocuklarınıza eşit muâmelede bulunun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım.” buyurmuştur. (Heysemî, IV, 153; İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, IV, 69)

Zira güçlü toplumlar, güçlü âilelerden meydana gelir. Güçlü âileler de daha ziyâde mânevî eğitim görmüş, fazîlet timsâli annelerin eseridir. Bu sebeple kız çocuklarının eğitim ve terbiyesine daha büyük bir ihtimam göstermek gerekir.

Bir mütefekkir şöyle der:

“Bir erkeği terbiye edin, bir insanı yetiştirmiş olursunuz. Bir kadını terbiye edin, bir aileyi, hattâ toplumun büyük bir bölümünü yetiştirmiş olursunuz.”

Dolayısıyla kadın, toplumun gerçek mimarı olarak görülmelidir. O; sâlihler, Fatihler ve cengâverler yetiştiren bir şefkat kucağı olmalıdır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Toplumu Hayırlı Gençlik 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan
Zevç ve Zevcenin Birbirleri Üzerindeki Hakları

Zevç ve zevcenin birbirleri üzerindeki hakları nelerdir? Ailede vazife paylaşımı nasıl olmalıdır?

Fahr-i Kâinât Efendimiz, Vedâ Hutbesi’nin bir bölümünde şöyle buyurmaktadır:

“Ey insanlar! Kadınların haklarına riâyet ediniz! Onlara şefkat ve sevgi ile muâmele ediniz! Onlar hakkında Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allâh’ın emâneti olarak aldınız; onların nâmuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz!” (Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56; İbn-i Mâce, Menâsik, 76, 84; Ahmed, V, 30)

Hadîs-i şerifte beyan buyurulduğu üzere;

Aile yuvası Allâh’ın adına söz verilerek kurulur. Sâir akitlerden farklı olarak; ailede, mânevî ve rûhânî bir temel vardır. Duâlarla başlayan bir izdivaç, ancak tarafların vefâtıyla sona erecek şekilde, örfümüzdeki ifadesiyle «bir yastıkta kocamak» üzere tesis edilir.

Bu mukaddes yuvada elbette bir hukuk nizamı vardır. Cenâb-ı Hak; aile reisi olarak zevci vazifelendirmiş, zevceyi de, bu riyâsette, beyinin meşrû tâlimatlarına itaat etmekle memur kılmıştır.

Zamanımızda feminizm, kadın-erkek eşitliği gibi batı menşeli cereyanlar, kadınları bu itaati reddetmeye teşvik ediyor. Bu telkinler de aileyi parçalıyor. Anneliği gözden düşürüyor. Nüfus azalıyor.

Her şeyden evvel kadın ve erkeğin biyolojileri eşit değildir. Kas güçleri eşit değildir. Fıtratları eşit değildir. Hâlet-i rûhiyeleri eşit değildir. Eşit olmamaları, illâ erkeğin üstün olduğu mânâsında da değildir, şefkat ve merhamette kadın üstündür. Ciddiyet ve karar alma mekanizmasında erkek üstündür. Metânette erkeğin, letâfette kadının avantajı vardır.

Eşit oldukları bir yer vardır: O da Allah katındaki insânî kulluk vasıflarıdır. Orada da üstünlük takvâdadır.

Kadın ve erkek arasındaki farkların, ailedeki vazife tevziinde rol oynaması elbette ki fıtratın îcâbıdır, akl-ı selîmin neticesidir.

İslâm bu hakikat üzere, ailede vazife paylaşımı yapmıştır.

Erkeği; ailenin reisi ve geçimin mes’ûlü kılmış, aileyi korumak, dışarıdaki vazifeleri yerine getirmekle vazifelendirmiştir.

Kadını da, ev içi vazifelerle mükellef kılmıştır. Sâliha bir hanım ve sâliha bir anne olmak, büyük bir şereftir:

Peygamber Efendimiz’e; daha ziyade kime hürmet ve hizmet edilmesi gerektiği sorulduğunda, üç kere;

«–Annen!..», sonra da;

«–Baban!» buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1, 2)

Bir müslüman ailesinde, annenin mevkii hakkında hadîs-i şerifte buyurulur:

“Cennet, annelerin ayakları altındadır!..” (Nesâî, Cihâd, 6; Ahmed, III, 429; Süyûtî, I, 125)

Annelik nasîb olsun veya olmasın, sâliha bir hanımın kıymeti de hadîs-i şeriflerde tebârüz ettirilmiştir:

“Dünya, geçici bir faydadan ibârettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı; dindar, sâliha bir kadındır.” (Müslim, Radâ, 64; Nesâî, Nikâh, 15; İbn-i Mâce, Nikâh, 5)

Dînimizde sâliha bir hanımın kıymetini gösteren en mühim hakikat; asr-ı saâdette, Hazret-i Hatice, Hazret-i Fâtıma, Hazret-i Âişe ve diğer annelerimizin üstlendikleri vazifeler, sergiledikleri güzel ahlâk ve fazîletlerdir.

Kadın bir pırlantadır. Bir çöp tenekesine düşen bir pırlanta ne kadar talihsizdir!

Kadının eşitlik yalanlarıyla aile içindeki şerefli mevkiinden koparılıp; bir vitrin malzemesi, istismâr edilen bir dekor hâline getirilmesi çok hazindir.

Maalesef dış dünyaya sürüklenen kadın, kaldırımda açan çiçekler gibi ayaklar altında ezilmeye mahkûm oluyor. Ailesinde ise hakikî değerini buluyor.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2025 Ay: Nisan, Sayı: 242

İslam ve İhsan

RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)