Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 0/5 - 0 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
En faziletli zikir hangisidir? Allah’ı zikretmenin en güzel şekli nedir?
#1
Oku-1 
En faziletli zikir hangisidir? Allah’ı zikretmenin en güzel şekli nedir?

Peygamberimizin okuduğu ve tavsiye ettiği zikirler var mı? Allah’ı
zikretmenin fazileti ile ilgili hadisler.Zikir; Allah’ı anma, hatırlama, ona dua ve ibadet etmek anlamlarına gelir.
Günlük okunacak zikirler ve anlamları:

SÜBHANALLAHİ VE BİHAMDİHİ ZİKRİ

Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurmuşlardır ki:
“Her kim günde yüz kere «Sübhânallâhi ve bihamdihi»
“Allah’ı hamd ile tesbih ederim” derse o kimsenin hataları deniz köpüğü
kadar da olsa dökülür, yâni mağfiret olunur.” Hadîs-i şerîfi, Buhârî Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-’dan rivayet etmiştir. (Buhârî, Deavât, 65) Bu hâdis-i şerîf mü’minler için büyük bir tebşîrdir, yani müjdedir. Yine Ebû Hüreyre’den rivayete göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“İki kelime vardır ki Rahman Teâlâ’ya sevgili, lisanda hafif, mîzanda da ağırdırlar. Bunlar:

SÜBHANALLAHİ VE BİHAMDİHİ SÜBHANALLAHİL AZİM ZİKRİ

«Arapça:
Türkçe Okunuşu: Sübhânallâhi ve bihamdihi sübhânallâhi'l azîm.
Anlamı: Allah’ı hamd ile tesbîh ederim, büyük Allah’ı tesbîh ederim.» kelimeleridir.” (Buhârî, Deavât, 65) Yine Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurmuşlardır ki:
“Rabbini zikredenle etmeyenin hâli diri ile ölünün hâli gibidir.” yani
Rabbini zikreden kimse diridir, Rabbini zikretmeyen kimse de ölüdür.
(Buhârî, Deavât, 66) Bu hadîs-i şerîf ehl-i zikr için pek büyük bir
tebşîrdir.
Zikrullahın envâı çoktur. Meselâ Lafza-i celâl, kelime-i tevhîd ve
sâir esmâ-i hüsnâ ile zikir olduğu gibi, Kur’ân tilâveti, hadîs-i şerîf
kırâati, din ilimleri öğrenmek dahi hep zikrullahtan ma’dûddur. Zira,
hayatta olan kimsenin zahiri nûr-i hayâtın parlamasıyla ve bâtını nûr-ı
ilim ve idrâkiyle süslendiği gibi, zikrullah eden zâtın dahi zahiri
amel-i sâlih ve tâat nûruyle, bâtını da ma’rifet-i sübhâniyye nûruyla
süslenir. Zikrullah etmeyen kimse ise her ne kadar dünyâ işiyle meşgul
olsa da onun zahiri ibâdetten uzak ve muattal olduğu gibi bâtını da
bâtıldır. Fakat kalbi uyanık ve zâkir olan kimse dünyâ işi ile meşgul
olsa da yine kalbi zâkirdir. Nitekim âyet-i celîlede böyle insanların
vasfında:
“Öyle ricâl vardır ki ticâret satış onları Allah’ın zikrinden alıkoymaz.” buyrulmuştur. (Nûr sûresi, 37)
Yine Buharî’nin Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-’dan rivâyet ettiğine göre Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır. “Allah Teâlâ Hazretlerinin husûsi bazı melekleri vardır ki, yüryüzünde elh-i zikri aramak için dolaşırlar. Ne vakit ki Allah’ı
zikreden bir cemâat bulurlarsa birbirlerine nidâ ederek «Geliniz
aradığınız buradadır» diyerek orada toplanırlar. Ve o mevkii
kanatlarıyla semâya kadar çevirirler. Sonra Allah Teâlâ Hazretleri, o
ehl-i zikrin ahvâl ve akvâlini, o meleklerden daha ziyâde kendisi
bildiği halde onlara hitaben: – Kullarım ne söylüyorlar? der.
Melekler; – Seni tesbîh ve tekbîr ediyorlar. Sana hamdediyorlar. Seni temcîd ediyorlar.
Allah Teâlâ: – Beni hiç görmüşler mi? der. Melekler de: – Hayır yâ Rabbi Zâtına kasem ederiz ki hiç görmemişler, derler.
Allah Teâlâ – Pekiyi, beni görselerdi nasıl olurlardı? Melekler:
– Eğer Seni görselerdi sana daha çok ibâdet ederler; seni bütün
kudretleriyle temcîd ederler, seni bütün kuvvetleriyle tesbîh ederlerdi,
derler. Allah Teâlâ: – Kullarım benden ne istiyorlar? der. Melekler: – Senden cenneti istiyorlar, derler.
Allah: – Orayı görmüşler mi? der. Melekler de: – Hayır, yemin ederiz ki hiç görmemişler. – Pekiyi görselerdi nasıl olurlardı?
– Eğer görselerdi oraya daha fazla düşkün olurlardı, orayı daha fazla
arzu ederlerdi, oraya daha fazla rağbet ederlerdi, derler.
Allah Teâlâ: – Pekiyi nelerden Allah’a sığınıyorlar? Melekler: – Cehennemden, derler. – Pekiyi onu hiç görmüşler mi? – Hayır, Vallahi hiç görmemişler. – Pekiyi ya bir görselerdi nasıl olurlardı? – Eğer bir görselerdi ondan daha çok kaçarlar, daha fazla korkarlardı.
Bunlardan sonra Allah Teâlâ şöyle buyurur: – Sizi şâhid tutarım ki, ben bu kullarımı mağfiret ettim. İçlerinden bir melek şöyle der: – Yâ Rabbi, filan onlardan değildir, o bir işi için onların arasına gelmiştir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: – Madem ki beraber duruyorlar, onlarla beraber oturanlar şekavetten uzak olurlar.” (Onları da mağfiret ettim.) buyurur. (Buhârî, Deavât, 66)

ZİKİRLE İLGİLİ HADİSLER

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyor: «Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh» zikrini çok ediniz. Zîrâ, o, cennetin hazînesidir.” (Buhârî, Deavât, 50) “Sana arşın altındaki cennet hazinesinden bir kelime söyleyeyim mi?

LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAH ZİKRİ

«Arapça:
Türkçe Okunuşu: Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh.
Anlamı: Günahlardan korunmaya güç yetirmek ve taate kuvvet
bulmak, ancak Allah’ın tevfik ve yardımıyladır.» kelimesidir. Kul bunu
söyleyince: «Kulum hakkı  teslîm etti ve benden onu selâmette
kılmamı istedi» der.”

LA İLAHE İLLALLAH ZİKRİ

“Ben bir söz biliyorum ki kul onu kendisine ölüm gelince söylerse
ruhu cesedinden çıkarken ruhuna bir başka ferahlık geldiğini görür. Ve o
söz kıyamette onun için nur, aydınlık olur. O söz:
«Arapça:
Türkçe Okunuşu: Lâ ilâhe illallah.
Anlamı: Allah’dan başka ilah yoktur.» sözüdür.” (Bkz. İbn Hanbel, I, 37; Râmûzü’l-ehâdis) “Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- “İmânınızı dâima yenileyiniz” buyurdu da: “– Yâ Rasûlallah imânımızı nasıl yenileyeceğiz?” diye suâl olundu. Cevaben: «Lâ ilâhe illallah» zikr-i şerifini çok yapınız, buyurdu. (İbn Hanbel, II, 359; Hâkim, IV, 285/7657)
“– Bir kul ihlâs ile «Lâ ilâhe illallah» derse,
bu hiç bir hicaba takılmadan yükselir. Allah’a vâsıl olunca Allah bunu
söyleyene nazar eder. Allah bu tevhîd getirene nazar etdi mi onu
rahmetine dâhil etmesi Allah’ın hakkıdır.” (Tirmizî, Deavât, 86) “Yâ
Muâz, günde kaç defa Allah’ı zikrediyorsun? On bin defa” Lâ ilâhe
illallah” diyerek mi? Bak sana bazı kelimeler öğreteyim, bu onbin defa
demenden senin için daha kolaydır. Şöyle de:
“Allah’ın kelimeleri adedince Lâ ilâhe illallah. Yarattıkları
adedince Lâ ilâhe illallah, Arş ağırlığınca Lâ ilâhe illallah. Semâlar
dolusu lâ ilâhe illallah. Bunlarla berâber bunların mislince lâ ilâhe
illallah. Bunlarla beraber bunların mislince Allahu ekber. Bunlarla
beraber bunların mislince elhamdülillah”. Böyle dersen ne bir melek
sevabını yazmağa takat getirebilir, ne de bir başkası.” (Ali el-Müttâkî, I, 442/1910)
“Dünyâ lezzetini ve eğlencesini terkedip de gençliğiyle beraber
Allah’ın tâatına yönelen gence Allah Teâlâ yetmiş iki sıddîkin ecrini
verir ve ona şöyle hitâb eder: “Ey şehvetini terkederek gençliğini benim
uğrumda feda eden genç! Sen benim yanımda bazı meleklerim gibisin!” (Tirmizî, Zühd, 53, Tuhfetü’z-Zakirîn, 241) “Ne ben, ne de benden evvelki nebiler:

SÜBHANALLAHİ VELHAMDÜLİLLAHİ VELA İLAHE İLLALLAHÜ VALLAHÜ EKBER ZİKRİ

«Arapça:
Türkçe Okunuşu: Sübhanallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber.
Anlamı: Allah eksik sıfatlardan beridir. Hamd Allah’adır. Allah’tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür.» tesbîhinden daha efdal bir kelime ile tesbîh etmemişlerdir.” (Ali el-Müttâkî, no: 2015)
“Yâ Hafsa! Çok konuşmaktan sakın. Söylenen şey zikrullah
olmadıkça kalbi öldürür. Fakat Allah’ın zikrini çok yap. İşte bu kalbi
diriltir.” (Ali el-Müttâkî, no: 1896)
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey Âdem oğlu, fecirden ve asırdan sonra bir saat beni zikret, bunların arasına ben kefilim.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no: 6055)

SÜBHANALLAH, ELHAMDÜLİLLAH VE ALLAHU EKBER DEMENİN FAZİLETİ

Bir gün, başta Ebû Zer (r.a.) olmak üzere muhacirlerin fakir olanları
Peygamber Efendimiz’e gelerek şöyle dediler: “Yâ Resulallah, varlık
sahipleri yüksek dereceleri ve dâimi nimetleri alıp gittiler. Çünkü
onlar da bizim gibi namaz kılıyor, bizim gibi oruç tutuyor. Onlar sadaka
veriyor, biz veremiyoruz. Onlar köle âzat ediyor, biz edemiyoruz.”
Sahabîleri dinleyen Peygamberimiz, onların gönlünü şu müjdesiyle
aldı: “Ben size bir şey öğreteyim mi? Onunla sizi geçenlere yetişir,
sizden sonrakileri de geçersiniz. Hem hiçbir kimse sizden daha faziletli
olamaz. Meğer ki, sizin yaptığınız gibi yapmış olsunlar. Her
namazdan sonra ‘otuz üçer kere Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahu
ekber’ derseniz, tamamı 99 eder. Yüzün tamamında da, ‘Lâilaheillallahü
vahdehu lâ şerika leh, lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli
şeyin kadîr’ derseniz, günahlarınız denizin köpüğü kadar da olsa,
affolunur.” (Müslim, Mesacid: 146; Ebû Dâvud, Vitir: 2)

SÜBHANALLAH ZİKRİ

«Arapça:
Türkçe Okunuşu: Sübhanallah.
Anlamı: Allah noksanlardan münezzehtir.
ELHAMDÜLİLLAH ZİKRİ
«Arapça:
Türkçe Okunuşu: Elhamdülillah.
Anlamı: Şükür Allah’adır, Allah’a şükürler olsun, hamd Allah’adır.

ALLAHU EKBER ZİKRİ

«Arapça:
Türkçe Okunuşu: Allahu ekber.
Anlamı: Allah en büyüktür. Allah her şeyden üstündür, uludur, azametlidir.

ESMAÜL HÜSNA ZİKRİ

“Muhakkak ki Allah Teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları bellerse cennete girer.” اَللّٰهْ  Allah: Varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere layık bulunan zâtın husûsî ve en kapsamlı ism-i şerifi. اَلرَّحْمٰنُ er-Rahmân: Bütün mahlûkâta merhamet eden, hepsine de nîmetler veren. اَلرَّح۪يمُ  er-Rahîm: Pek ziyâde merhamet edici, bilhassa mü’minlere rahmet eden. اَلْمَلِكُ el-Melik: Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi. اَلْقُدُّوسُ  el-Kuddûs: Hatâdan, gafletten, aczden ve her türlü eksiklikten münezzeh/çok uzak ve pek temiz. اَلسَّلَامُ es-Selâm: Her
çeşit ârıza ve hâdiselerden sâlim kalan, her türlü tehlikelerden
kullarını selâmete çıkaran, Cennet’teki bahtiyar kullarına selâm eden.
اَلْمُؤْمِنُ  el-Mü’min: Gönüllerde îman ışığı
yakan, kendine sığınanlara eman verip onları koruyan, rahatlatan, güven
veren, vaadine güvenilen. اَلْمُهَيْمِنُ  el-Müheymin: Kâinâtın bütün işlerini gözetip yöneten ve koruyan. اَلْعَز۪يزُ  el-Azîz: Yenilmeyen yegâne gâlip. اَلْجَبّٰارُ  el-Cebbâr: Kırılanları
onaran, eksikleri tamamlayan, yaratılmışların hâlini iyileştiren,
irâdesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir
olan, hüküm ve iradesine karşı gelinmek ihtimali bulunmayan.
اَلْمُتَكَبِّرُ  el-Mütekebbir: Her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü gösteren, azamet ve yüceliğini izhâr eden. اَلْخَالِقُ  el-Hâlık: Her
şeyin varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri, hâdiseleri
tayin ve tesbit eden ve ona göre yaratan, yoktan vâr eden.
اَلْبَارِئُ  el-Bâri’: Eşyâyı ve her şeyin âzâ ve
cihazlarını birbirine uygun bir hâlde yaratan, bir örneği olmaksızın
canlıları yaratan. اَلْمُصَوِّرُ el-Musavvir: Tasvîr eden, her şeye bir şekil ve hususiyet veren. اَلْغَفَّارُ  el-Ğaffâr: Mağfireti pek bol olan. Dilediği kullarını da günahlardan koruyan. اَلْقَهَّارُ  el-Kahhâr: Her şeye, her istediğini yapacak surette gâlib ve hâkim. اَلْوَهَّابُ el-Vehhâb: Çeşit
çeşit nimetleri devamlı bağışlayıp duran. Her zaman, her yerde ve her
şeyi karşılık beklemeden çok çok ve bol bol veren. اَلرَّزَّاقُ er-Rezzâk: Yaratılmışlara, faydalanacakları şeyleri ihsân eden, bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren. اَلْفَتَّاحُ el-Fettâh: Her türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran, iyilik kapılarını açan, hakemlik yapan. اَلْعَل۪يمُ el-Alîm: Her şeyi hakkıyla ve çok iyi bilen. اَلْقَابِضُ  el-Kâbıd: Sıkan, daraltan, rızkı daraltan, canlıların rûhunu alan. اَلْبَاسِطُ el-Bâsıt: Açan, genişleten, rızkı bollaştıran, ruhları bedenlerine yayan. اَلْخَافِضُ  el-Hâfıd: Yukarıdan aşağıya indiren, alçaltan, zillete düşüren. اَلرَّافِعُ er-Râfi’: Yukarı kaldıran, yükselten, yücelten. اَلْمُعِزُّ  el-Mu’izz: İzzet ve şeref veren, ağırlayan. اَلْمُذِلُّ  el-Müzill: Zillete düşüren, hor ve hakîr eden. اَلسَّم۪يعُ  es-Semi’: Hakkıyla işiten. اَلْبَص۪يرُ  el-Basîr: Hakkıyla gören. اَلْحَكَمُ  el-Hakem: Hükmeden, hakkı yerine getiren, hükmünü eksiksiz icrâ eden. اَلْعَدْلُ  el-Adl: Mutlak adâlet sahibi, aşırılığa meyletmeyen. اَللَّط۪يفُ el-Latîf: En
ince işlerin bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nüfuz
edilemeyen en ince şeyleri yapan, yaratılmışların ihtiyacını en ince
noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan. اَلْخَب۪يرُ  el-Habîr: Her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar olan. اَلْحَل۪يمُ  el-Halîm: Suçluların
cezâsını vermeye gücü yettiği hâlde onlara yumuşak davranan ve
cezâlarını geriye bırakan. Allah, gazabda acele etmez, mühlet verir,
yaptıklarına pişman olup tevbe edenleri affeder, ısrar edenler hakkında
ise artık hüküm kendisine kalmıştır. اَلْعَظ۪يمُ el-Azîm: Bütün büyüklüklerin sâhibi. Zâtının ve sıfatlarının mâhiyeti anlaşılamayacak kadar ulvî. اَلْغَفُورُ  el-Ğafûr: Mağfireti
çok olan, bütün günahları bağışlayan. Allah, istediği kusurları
insanların gözünden gizlediği gibi, melekût âlemi sâkinlerinin gözünden
de gizler. اَلشَّكُورُ  eş-Şekûr: Kendi rızâsı
için yapılan sâlih amelleri, daha ziyâdesiyle karşılayan, az tâat
karşılığında çok büyük dereceler veren, sayılı günlerde yapılan amel
karşılığında âhiret âleminde sonsuz nimetler lûtfeden. اَلْعَلِيُّ
el-Aliyy: Her hususta, her şeyden yüce olan. Her şey kendisinin dûnunda, emrinde ve hükmü altında olan. اَلْكَب۪يرُ  el-Kebîr: Büyüklükte kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen, bütün büyüklükler kendisine mahsus olan. اَلْحَف۪يظُ  el-Hafîz: Yapılan
işleri bütün tafsilâtıyla tutan, her şeyi belli vaktine kadar âfât ve
belâlardan saklayan, koruyup gözeten. اَلْمُق۪يتُ  el-Mukît: Her yaratılmışın azığını ve gıdasını tayin eden, azıkları beden ve kalblere gönderen. اَلْحَس۪يبُ  el-Hasîb: Herkesin
hayatı boyunca yapıp ettiklerinin, bütün tafsilât ve teferruatıyla
hesabını iyi bilen, her şeye ve herkese her ihtiyacı için kâfi gelen,
onları hesaba çeken. اَلْجَل۪يلُ  el-Celîl: Celâdet, azamet ve heybet sâhibi, celâl sıfatları ile muttasıf. اَلْكَر۪يمُ  el-Kerîm: Keremi, lütuf ve ihsânı bol, her türlü fazilete sahip olan. اَلرَّق۪يبُ  er-Rakîb: Bütün varlıklar üzerinde gözcü, bütün işler murakabesi altında bulunan. اَلْمُج۪يبُ  el-Mücîb: Kendine duâ edip yalvaranların isteklerini işitip cevab veren, onları cevapsız bırakmayan. اَلْوَاسِعُ  el-Vâsi’: Geniş
ve müsaadekâr. Allah’ın ilmi, ihsânı, rahmeti, kudreti, af ve mağfireti
geniştir ve her şeyi kaplamıştır. اَلْحَك۪يمُ  el-Hakîm: Bütün emirleri ve işleri hikmetli, yerli yerinde ve sağlam olan. اَلْوَدُودُ  el-Vedûd: İyi kullarını seven, onları rahmet ve rızâsına erdiren. Sevilmeye ve dostluğa lâyık yegâne varlık. اَلْمَج۪يدُ  el-Mecîd: Zâtı şerefli, ef‘âli güzel olan, her türlü övgüye lâyık bulunan. اَلْبَاعِثُ  el-Bâis: Ölüleri diriltip kabirlerinden kaldıran; gönüllerde saklı olanları meydana çıkaran. اَلشَّه۪يدُ  eş-Şehîd: Her zaman ve her şeyi gözlemiş olarak bilen, her yerde hâzır ve nâzır olan. اَلْحَقُّ  el-Hakk: Fiilen
var olan, mevcûdiyeti ve uluhiyeti gerçek olan, varlığı hiç değişmeden
duran. Hakikaten vâr olan yalnız O’dur. اَلْوَك۪يلُ el-Vekîl: Usûlüne
uygun şekilde, kendisine tevdi edilen işleri en güzel şekilde
neticelendiren, güvenilip dayanılan, tevekkül edilen. اَلْقَوِيُّ  el-Kaviyy: Çok kuvvetli, her şeye gücü yeten, kudretli. اَلْمَت۪ينُ  el-Metîn: Çok sağlam, kuvveti çok ve şiddetli olan. اَلْوَلِيُّ  el-Veliyy: İyi kullarına dost olan, yardım eden. اَلْحَم۪يدُ  el-Hamîd: Ancak kendisine hamd ü senâ olunan, bütün varlığın diliyle biricik övülen, medhedilen. اَلْمُحْص۪ي  el-Muhsî: Her şeyin sayısını ve miktarını tek tek ve bütün ayrıntılarıyla bilen. اَلْمُبْدِئُ  el-Mübdi’: Mahlûkatı maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan. اَلْمُع۪يدُ el-Mu’îd: Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan. اَلْمُحْي۪  el-Muhyî: Hayat veren, can bağışlayan, sağlık veren. اَلْمُم۪يتُ  el-Mümît: Canlı bir mahlûkun ölümünü yaratan, öldüren. اَلْحَيُّ  el-Hayy: Dâimâ diri; her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten. اَلْقَيُّومُ el-Kayyûm: Gökleri,
yeri, her şeyi ayakta tutan. Bir şeyin kıyâmı, yani, bir varlık sâhibi
olarak durabilmesi neye bağlı ise, onu veren. Her şeyin varlığı
kendisine bağlı olup kâinatı idare eden. Her şey Hak ile kâimdir.
اَلْوَاجِدُ  el-Vâcid: Hiçbir şeye ihtiyacı
olmayan, müstağnî; istediğini, istediği vakit bulan. Kendisi için
lüzumlu olan şeylerin hiç birinden mahrum olmayan. اَلْمَاجِدُ  el-Mâcid: Kadr ü şânı büyük, kerem ve semâhati bol. اَلْوَاحِدُ  el-Vâhid: Tek.
Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla
şerîki/ortağı, nazîri/benzeri ve dengi bulunmayan. اَلصَّمَدُ  es-Samed: Hâcetlerin
bitirilmesi, ızdırapların giderilmesi için tek merci’, ihtiyaç ve
dileklerde kendisine müracaat edilen, arzu ve bütün istekler kendisine
sunulan, kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan. اَلْقَادِرُ  el-Kâdir: İstediğini, istediği gibi yapmaya gücü yeten. اَلْمُقْتَدِرُ  el-Muktedir: Kuvvet ve kudret sâhipleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden. اَلْمُقَدِّمُ  el-Mukaddim: İstediğini ileri geçiren, öne alan. اَلْمُؤَخِّرُ  el-Muahhir: İstediğini geri koyan, arkaya bırakan. اَلْاَوَّلُ  el-Evvel: Her varlıktan mukaddem olan, başlangıcı olmayan. اَلْاٰخِرُ  el-Âhir: Varlığının sonu olmayan. اَلظَّاهِرُ  ez-Zâhir: Âşikâr olan, kat’î delillerle bilinen. اَلْبَاطِنُ  el-Bâtın: Gizli olan; duyu organları ile idrâk edilemeyen, mâhiyeti bilinemeyen. اَلْوٰالى  el-Vâlî: Mahlûkatın
işlerini yoluna koyan, bu muazzam kâinatı ve her an meydana gelen
hâdisatı tek başına tedbîr ve idare eden, kâinâtın hâkimi.
اَلْمُتَعَال۪ى el-Müteâlî: Yaratılmışlar hakkında aklın
mümkün gördüğü her şeyden, her hal ve tavırdan pek yüce ve pek
münezzeh. İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın.
اَلْبَرُّ  el-Berr: Kulları hakkında kolaylık isteyen; iyilik ve bahşişi çok olan, vaadini yerine getiren. اَلتَّوَّابُ et-Tevvâb: Kullarını tevbeye sevkeden, tevbeleri çokça kabûl edip, günahları bağışlayan. اَلْمُنْتَقِمُ el-Müntekım: Suçluları, adâleti ile müstehak oldukları cezaya çarptıran. اَلْعَفُوُّ el-Afüvv: Affı çok. Hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affeden, kökünden kazıyan. اَلرَّؤُۧفُ  er-Raûf: Çok re’fet ve şefkat sâhibi. مَالِكُ الْمُلْكِ  Mâlikü’l-Mülk: Bütün
mülkün mâliki ve hâkimi. Allah Teâlâ mülkün hem sâhibi, hem
hükümdârıdır, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. ذُو الْجَلَالِ
وَالْاِكْرَامِ Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm: Hem büyüklük ve azamet, hem de fazl u kerem sâhibi. اَلْمُقْسِطُ  el-Muksit: Bütün
işlerini denk, birbirine uygun ve yerli yerinde yapan. Adâlet sâhibi.
Mazlûma acıyıp zâlimin elinden kurtaran. اَلْجَامِعُ  el-Câmi’: İstediğini,
istediği zaman, istediği yerde toplayan. Birbirine benzeyen, benzemeyen
ve zıd olan şeyleri bir araya getirip tutan. Kıyâmet günü hesâba çekmek
için mahlukatı toplayan. اَلْغَنِيُّ  el-Ğaniyy: Çok zengin ve her şeyden müstağnî. اَلْمُغْن۪ي  el-Muğnî: İstediğini zengin eden, tatmin eden. اَلْمَانِعُ  el-Mâni’: Dilemediği şeyin gerçekleşmesine müsaade etmeyen, kötü şeylere mâni olan. اَلضَّآرُّ  ed-Dârr: Elem ve zarar verici şeyleri yaratan. اَلنَّافِعُ  en-Nâfi’: Hayır ve menfaat verici şeyleri yaratan, fayda veren. اَلنُّورُ en-Nûr: Âlemleri nurlandıran; istediği sîmalara, zihinlere ve gönüllere nûr bahşeden, nûr kaynağı. اَلْهَاد۪ى  el-Hâdî: Hidâyeti yaratan, yol gösteren, murada erdiren. اَلْبَد۪يعُ el-Bedî‘: Örneksiz,
misalsiz, acîb ve hayret verici âlemler îcad eden. Zâtında, sıfatında,
fiillerinde, emsâli görülmemiş olan. اَلْبَاق۪ي  el-Bâkî: Varlığı devamlı olan, sonu olmayan. اَلْوَارِثُ  el-Vâris: Servetlerin geçici sâhipleri elleri boş olarak yokluğa döndükleri zaman servetlerin hakikî sâhibi olan. اَلرَّش۪يدُ  er-Reşîd: Bütün
işleri ezelî takdîrine göre yürütüp, bir nizam ve hikmet üzere
âkıbetine ulaştıran; her şeyi yerli yerine koyan, en doğru şekilde nizâm
veren. اَلصَّبُورُ  es-Sabûr: Çok sabırlı. (Buhârî, Deavât, 68; Tirmizî, Deavât, 83; Hâkim, I, 62)

HASBÜNALLAHÜ VE Nİ’MELVEKÎL ZİKRİ

Türkçe Okunuşu: Hasbünallahü ve ni'melvekîl.
Anlamı: Allah bana yeter. O ne güzel vekildir.» Zikri bütün
korkan kimselerin emniyetli sığınağıdır. (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no:
3715) Kuvvet-i îmân ve îkan ile bu zikr-i şerîfin tekrarına ve
tilâvetine devam olunsa, mal ve can üzerine gelmesi melhuz olan musibet ve tehlikelerden insanı mahfuz kılar.
«Arapça:
Türkçe Okunuşu: La ilahe illallahü halimül kerim la ilahe illallahül
aliyyül azim... Bu zikr-i şerîfe devam edilirse biiznillahi teâlâ şiddet
ve musibetler ferahlık ve sürûra tebdil olunur.
Anlamı: Başka bir ilâh yok; ancak el-Hakîm, el-Kerîm Allah
var. Başka bir ilâh yok; ancak el-Aliyyü’l-Azîm Allah var. Başka bir
ilâh yok, ancak yedi semânın ve çok şerefli Arş’ın sahibi Allah var.”

LA HAVLE VE LA KUVVETE İLLA BİLLAH TESBİHİ

«Arapça:
Türkçe Okunuşu: Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh.
Anlamı: Günahlardan korunmaya güç yetirmek ve taatle kuvvet bulmak ancak Allah’ın tevfik ve yardımıyladır» kelime-i tayyibesi doksan dokuz illete devâ olur. Bu illetlerin en hafifi hüzün ve kederdir. (Hâkim, I, 727)

ALLAH’I ZİKRETMEK

«Arapça:
Türkçe Okunuşu: İzâ merartüm bi-riyadı’l-cenneti ferte’û. Kalû ve me riyadu’l cenneti kâle halikûz zikr.
Anlamı: Cennet bahçelerine uğradığınız zaman meyvelerinden istifade ediniz” buyurmakla, “Cennet bahçelerinin nereler olduğu” sual olundu. Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- de: “– Allah’ı zikretmek için teşekkül eden halkalardır” buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 82/3510)
“Kelime-i Tevhîd, yani «Lâ ilâhe illallah» kelime-i azîmesi asl-ı îmânı tevlîd etdiği için zikirlerin efdali «Elhamdülillah» diyerek Cenâb-ı Hakk’a hamdetmek de, O’nun sonsuz ni’metlerini artırmaya medar olduğu için duâların efdalidir.” (Tirmizî, Duâ, 9/3383)

EN FAZİLETLİ KULLAR

“Kıyamette Allah yanında en faziletli olan kullar, Cenâb-ı Hakk’ı çok zikredenlerdir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: 1279)

ALLAH’I ÇOKÇA ZİKREDİN

«Arapça:
Türkçe Okunuşu: Eksirû zikrallâhi hattâ yekülû mecnûn.
Anlamı: “Cenâb-ı Hakk’ı zikre o kadar ihtimam ediniz ki, münafıklar sizi gördükleri zaman «İşte mecnûnun biri» desinler.” (İbn Hanbel, III, 68)
“Muhakkak her şeye cilâ verecek bir âlet vardır. Kalbin
cilâsı ise Allah’ı zikretmektir. Azâbdan necat için zikrullah gibi bir
şey olamaz. Velev ki kılıncın kırılıncaya kadar Allah yolunda muharebe
edesin.” (Ali el-Müttâkî, no: 1848)
“Benim gözlerim uyur, lâkin kalbim uyumaz.” (Buhârî, Menâkıb, 24) Yani “zikrullahtan bir lahza gâfil olmaz.” “Zikrin hayırlısı hafî olanı, rızkın hayırlısı da kâfi mikdarda olanıdır.” (İbn Hanbel, I, 172)
“İki dudaktan dışarı çıkan bir söz yayılır” ifadesine göre, dil ile
yapılan cehrî zikir, insanın sağ ve solunda bulunan meleklerle, ondan
hiç ayrılmayan şeytan tarafından işitileceğinden dolayı, hafî zikir
kadar efdal olamaz. “Allah’ı zikretmek kalplerin şifasıdır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no 4330)
Cenâb-ı Hakk’ı kalb ile zikretmek, hased, riya, kibir gibi emrâz-ı
kalbiyyeyi izâle edip kalbi Allah’ın sevdiği vasıflarla ihya etmesi
cihetiyle bizzat şifâdır. “Zikir sadakadan hayırlıdır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no 4350)
“Şeytan Âdemoğlunun kalbine nüfuz için istilâ eder. Fakat kul
kalbiyle Cenâb-ı Hakk’ı zikredince ümidsiz olarak geri çekilir. Kul
Allah’ı unutur unutmaz hemen kalbini istilâ ederek vesvese vermeğe
başlar.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no 4972) “Cenâb-ı
Allah buyurmuştur ki: Ey Âdemoğlu! Sen beni zikrettiğin müddetçe bana
şükretmiş olursun. Beni unuttuğun müddetçe hakkımı unutmuş, nankörlük
etmiş olursun.” (Heysemî, X, 82)
“Hiçbir cemâat zikrullah için cem’ olup dağılmadı ki,
zikirleri sebebiyle Cenâb-ı Hakk tarafından af ve mağfiret ile tebşîr
olunmasınlar, kendilerine: “Zikrinizden dolayı mağfiret olunmuş olarak
kalkınız” denilmesin. (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no 7777)
«Arapça:
Türkçe Okunuşu: Men eksera zikrâllâhi bere-e minennifâkı.
Anlamı: Allah’ı çok zikreden kimse nifaktan beri olur.» (Beyhakî, Şuab, I,
414) Yâni kesret-i muhabbetinden dolayı Allah’ı çok zikreden ve kalbi
zikrullah’tan hiç gafil olmayan kimse münâfıklıkdan uzak olur.

ALLAH’IN SEVDİKLERİ

«Arapça:
Türkçe Okunuşu: Men eksera zikrâllâhi ehabbehûl'l teale.
Anlamı: Allah’ı çok zikreden kimseyi Allah Teâlâ sever.» (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no: 8510)
“Zikir, farz olmayan oruçtan efdaldir.” (Ali
el-Müttâkî, no: 1859) “Cenâb-ı Allah buyurmuştur ki: “Bir kul, beni
zikredeceğinden dolayı kendi ihtiyacını istemeye fırsat bulamazsa ben
ona ihtiyâcını istemeden evvel in’âm ve ihsan ederim.” (Ali el-Müttâkî,
no: 1873) “Cenâb-ı Hakk’ın âyet-i celîlesini, sonsuz
ni’metlerini ve ahvâl-i âhireti tefekkür gibi ibâdet olamaz.
Kalblerinizi de murakabeye alıştırınız.” (Ali el-Müttâkî, no: 5709, 44135)
“Cenâb-ı Hakk’ın velîleri o kimselerdir ki görüldükte Allah hatıra gelir.” (Heysemî, X, 78)
“Cenâb-ı Allah’ı sevmenin alâmeti Allah’ı zikretmeyi sevmektir. Allah’ı sevmemenin alâmeti Allah -azze ve celle- Hazretleri’nin zikrini sevmemektir.” (Beyhakî, Şuab, I, 367)
“Cenâb-ı Allah’ı kullarına sevdiriniz ki, Allah da sizi sevsin.” (Taberânî,
VIII, 90) Yani, Cenâb-ı Hakk’ın dünyâda ihsan ettiği sıhhat, a’zâ ve
cevârıh, rızık ve maîşet gibi sayılıp bitirilmesi mümkün olmayan sonsuz
ni’metleri ile, mevt, kabir, haşr, hisâb, sırat hengâmelerinde mü’minler
için va’d eylediği rahmetlerini, bunlardan gafil bulunan kullarına
hatırlatarak ve öğüt vererek muhabbetlerini uyandırmaya sa’y ve gayret
ediniz. “Cenâb-ı Allah’ın senin vesilenle bir kimseyi hidâyete ulaştırması, senin için üzerine güneş doğan her şeyden daha hayırlıdır.” (Hâkim, III, 690) Yani ondan hâsıl olacak ecir o kadar büyüktür.
“Tezkiye-i nüfûs ve tasfiye-i kulûb için insanlara,
ümmetime tebliğ için sünnetimi beyân eden kırk hadîs-i şerif hıfz edip
mahallinde sarfeden kimseyi kıyamet gününde şefaatime dâhil ederim.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: 8637)
“Beyt-i Mükerremi elli defa tavaf eden kimse günahlarından çıkar, temizlenir, anasından doğduğu gün gibi olur.” (Tirmizî, Hac, 41/866)
“Bir kimse Cenâb-ı Hakk’ı zikreder de, haşyetullah’tan
dolayı göz yaşları yere dökülünceye kadar ağlarsa Allah Teâlâ ona
kıyamet gününde azâb etmez.” (Hâkim, IV, 289) “Bir kimse kesret-i muhabbetinden dolayı Cenâb-ı Hakk’a kavuşmayı isterse Cenâb-ı Allah da ona kavuşmayı sever.” (Buhârî, Rikâk, 41) Bu muhabbet ekseri mü’minlerde mevte yakın bir zamanda zuhur eder.
“Kul, ubûdivyet vazifelerini ifâda ihmalkâr davranırsa;
yani her ibâdetini kâfi miktar yapmayıp azaltırsa ve kusur ederse
Cenâb-ı Allah onu gam ve kedere mübtelâ eder.” (Ali el-Müttâkî, no: 6788)
“Bir kimse bütün arzusu dünyâ olarak sabahlar ve bu arzu
üzere uyanırsa Cenâb-ı Allah onun işini perişan edip rahatını selb
eder.” “Dünyâ sevdâsıyle kalblerinizi meşgul
etmeyiniz. Böylece kalblerinizi Cenâb-ı Hakk’ın zikrinden ve
muhabbetinden muattal hâle getirmeyiniz.” (Beyhakî, Şuab, VII, 361) “Tahkikan
sabah namazıyla güneş doğma vakti arasındaki rızıkların taksim zamanını
uykuda geçirmek rızkın bir kısmına manî’ olur.” (Ahmed, I, 73)
“Cum’a günü ibâdet ve ezkâr ile mü’minlerin kalbi mesrur olacak bir bayram günüdür.” (Beyhakî, Şuab, III, 394) “Ölüm alâmetleri zuhur eden hastalarınız üzerine Yâsin-i Şerîfi kıraat ediniz.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 19-20) “Üzerinde ölüm alâmetleri zahir olan hastalarınızın yanlarında kelime-i tevhidi tekrar ile kendilerine telkîn ediniz.” (Müslim, Cenâiz, 1) Yalnızca telkîn edilir, söylemeleri için zorlanmaz.

SON SÖZ CENNETE GÖTÜREBİLİR

“Son sözü «Lâ ilâhe illallah» kelime-i tayyibesi olan bir mü’min cennete gider.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15-16)
“Lisânıyle Allah Teâlâ’yı zikrederken kalbiyle Allah’a isyan eden kimseye yazıklar olsun.”
“Lisâniyle Cenâb-ı Allah’ı çok zikredip de ameliyle Allah’a âsî olan kimseye yazıklar olsun.” (Ali el-Müttakî, no: 43738)
“Kim bir şeyi severse onu çok zikreder.” (Beyhakî, Şuab, I, 388) Yani, Cenâb-ı Hakk’ı çok zikir etmeyen kimse onu sevdiği iddiasında kâzibdir; yalancıdır.

İslam ve İhsan





Signing of RasitTunca

Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Cevapla


Konu ile Alakalı Benzer Konular
Konular Yazar Yorumlar Okunma Son Yorum
Oku-1 Hadislerle Sabah Yapılabilecek Faziletli Zikirler RasitTunca 0 2 08-03-2025, 01:01 PM
Son Yorum: RasitTunca
Oku-1 Günlük Yapılabilecek 8 Faziletli Zikir RasitTunca 0 3 08-03-2025, 01:00 PM
Son Yorum: RasitTunca
Oku-1 En Faziletli Günlük Zikirler RasitTunca 0 2 08-03-2025, 12:57 PM
Son Yorum: RasitTunca
Allah-Y Esmaül Hüsna ile Zikir ve Dualar RasitTunca 0 1,953 12-25-2019, 03:39 AM
Son Yorum: RasitTunca
Allah-G Esma-ül Hüsnanın Zikir Sayıları ve Ebced Değerleri RasitTunca 0 1,920 12-24-2019, 08:57 PM
Son Yorum: RasitTunca

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi