Ferdi Mesuliyet Neden Önceliklidir?
Her birey kendi nefsinden başlayarak sorumluluklarını yerine getiriyor mu? Hz. Peygamber’in (s.a.v.) örnek hayatı, ferdi mesuliyetin toplumsal ve ahiretteki önemini nasıl gösteriyor?
Allah Teâlâ, kıymetli ve şerefli olarak yarattığı[1], akıl, irade ve muhakeme gibi özelliklerle güçlendirdiği insanı, boş yere yaratmamış ve başıboş bırakmamıştır.[2][3] Hz. Muhammed (s.a.s) de bu çerçevede son peygamber olarak, Allah Teâlâ’dan aldığı vahyi, bir başka deyişle vahyin içeriğini; Yüce Yaratıcının kullarına duyurmayı murat ettiği hususları, emirleri ve yasakları insanlara ferdi mesuliyet çerçevesinde tebliğ etmekle/ulaştırmakla yükümlü kılınmıştır.
Ferdi Mesuliyetin Temeli: Kendini Tanımak ve Sorumluluğu Kabullenmek
Kur’an, tebliğ konusunda Hz. Peygamber’in (s.a.s), bu sorumluluğu nasıl icra edeceğine, hangi aşamalarla gerçekleştireceğine, merkezden çembere doğru nasıl bir yöntem izleyeceğine dair ona bir yol haritası çizmiştir. Peygamber (s.a.s)’e ilk inen âyetler[4], aslında Hz. Peygamber’in (s.a.s) öncelikli olarak tebliğ ve tebyin açısından ferdi mesuliyetini öne çıkarmaktadır. “Oku” emrinden maksat, Hz. Peygamber’in (s.a.s), kendisine vahyedilen âyetleri okumasıdır. Âyetler, kıraatin, kitabetin, ilmin ve bu nimetlerle karşı karşıya gelen insanı yüceltmektedir. İlk dinî çağrı ilme, kıraate, kitabete yapılmıştır ki, bu çağrıda ilk muhatap kadın olsun erkek olsun insandır. Bu davet, bütün insan cinsini kapsamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s) ve onun zatında ümmetinin her biri, ferdi mesuliyetini önce kavrayarak kendine has ve uygun çabayı sarf ederek tebliğ ve tebyin görevini yapacaktır. Görüldüğü gibi, âyetin muhatabı bütün insan cinsini kapsasa da, ferdi yükümlüğü öne çıkarmaktadır.
Ferdi mesuliyet, kişinin öncelikle kendine yönelmesi, kendini tanıması, ilâhî yükümlülüğün ve kulluk bilincinin kendisinden başladığını fark etme yeteneğinin içselleşmesidir. Aslında ferdi mesuliyetin mahiyeti, “ben”, kavramı ile başlayan ve bu çerçevede, insan olduğunun ve yaradılış serüvenin kökenini ve gayesini teşkil ettiğinin bilinci anlaşılır. Ben kavramı, Türkçe’de, teklik, birinci kişiyi gösteren söz, kişiyi, öbür varlıklardan ayıran bilinç, bir kimsenin kişiliğini oluşturan temel öğe, ego şeklinde tarif edilmiştir.[5] Bu, kelimenin Arapça karşılığı, “nefs” kelimesi ile ifade edilir. Çok çeşitli anlamları içeren “nefs” kelimesinin, “bir nesnenin aynı/zatı ve cevheri”[6] anlamını içerir. Biz burada sadece, kişi, birey, şahıs, zat anlamlarındaki ben’in ferdi mesuliyet veçhesini kısaca ele alıyoruz
Hz. Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilen vahye ve onun düsturlarına iman etmekle yükümlü kılınmıştır.[7] Aynı zamanda Hz. Peygamber (s.a.s), kedisine vahyedilenlere tabi olmakla emrolunmuştur.[8] Tebliğle görevlendirilen Hz. Peygamber (s.a.s), kendisine indirilene tabi olacak ve onun prensipleriyle hayatını tanzim edecek ki, diğer insanlardan vahyin getirdiği ilkelere uymalarını istesin. Bu gerçek, vahyin tebliğinde ve başarıya ulaşmasında büyük önem taşımaktadır.[9] Görüldüğü gibi, diğer bütün sorumlulukların ifası, ferdi mesuliyetin anlaşılması ve icrası ile mümkündür.
Hz. Peygamber, öncelikle ferdi mesuliyet çerçevesinde kendisine indirilen vahyin birinci muhatabı olarak kendini görüyor, onun gereklerine göre hareket ediyor ve onun ilkelerini uygulamaya bizzat nefsinden başlıyordu.
Ferdi mesuliyet, kişinin yapıp ettiklerinde öncelikle kendisini muhatap olarak görmesini gerekli kılar. Kişinin, fiil ve hareketlerinde, tebliğ ve tebyin ettikleri hususlarda kendisini birinci derecede sorumlu görmemesi, Kur’an ölçeğinde tutarsızlıktır ve çirkin bir davranıştır.”[10]
Ferdi mesuliyetin, nereden başlanacağına dair şu âyet oldukça önem arz etmektedir: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…”[11]
Âyette zikredilen “enfüs” kelimesi ile her ne kadar hitap, çoğul olarak gelmiş olsa bile, her bireyi ve şahsı tek başına muhatap kabul edilmektedir. Ferdi mesuliyet, elbette hem birey hem de İslam cemaati ile birlikte yapılması ile tamamlanır. Ancak âyette, ferdi mesuliyetin önce kendilerinden başlamalarının lüzûmuna işaret edilmiştir.
Ferdi mesuliyetten kaçarak insanlara iyiliği emredip, tebliğ ve irşatta bulunup kendisini unutanları Kur’an’an şu soruyla tenkit eder: “(Ey Yahudi bilginleri) siz, insanlara iyiliği (gerçeği ve peygambere îman etmeyi) emredersiniz de kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki Kitab (Tevrat) da okursunuz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?”[12]
Muhammet Hamdi Yazır’ın ifadesiyle Kötülük emretmektense, iyilik emretmek elbette iyidir. Ancak, aklı olan, başkasının iyiliğini isterken kendini unutur mu? Başkasını irşat edip de kendisini unutmak ve kendisini iyilikten, irşattan mahrum bırakmak, eli selamete çıkarıp, kendisini ateşe atmak demektir ki, amelî akıl açısından bir çelişki teşkil eder...[13]
Aile ve Toplumda Ferdi Mesuliyetin Rolü
Toplumun nüvesi ve en küçük ünitesi olarak bilinen ailenin bireylerden oluşması gibi, toplum da, ailelerden oluşur. Ferdi mesuliyet önce aileden başlar. Anne-baba ailenin asli üyeleridir. Her birinin Kur’an ve sünnetin ortaya koydukları ilkelere, yürürlükte olan kanunlara ve öteden beri meşruluk zeminine oturan bilfiil yaşanan geleneklere göre sorumlulukları vardır. Ancak öncelikle ailede, annenin ve babanın ferdi mesuliyeti temel teşkil eder. Anne ve baba kendine düşen ferdi mesuliyetleri yerine getirerek, aile fertlerine karşı müşterek yükümlülüklerini ifa ederler. Aile fertlerinin sağlıklı bir şekilde hayata hazırlanması da ancak bu yöntemle gerçekleşir. Hiçbir şekilde ferdi mesuliyeti öteleyerek, eşlerin birbirlerine sorumluluk yüklemesi eğitim-öğretim açısından doğru değildir.
Ferdi mesuliyetin önemini ortaya koyan aşağıdaki âyeti bu hususta örnek verebiliriz. Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’e şu talimatı vermiştir. “Aile efradına namazı emret ve buna sabırla, ısrarla devam et.”[14]
Bu âyette Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz'den (s.a.s), aile halkına namaz kılmayı emretmesini, onlarla beraber ona sarılmasını, sabır ve azimle ona devam etmesini istemiştir. Âyetteki hitap, Hz. Peygamber'in (s.a.s) şahsınadır. Ancak bu hitabın içine umumi olarak bütün ümmeti, hususî olarak ta Hz. Peygamber'in (s.a.s) aile halkı girmektedir.[15] Bu âyetin hükmü gereği peygamberimiz, altı ay müddetle Mescid-i Nebevî'ye sabah namazına gitmeden önce, Hz. Fatıma ve Hz. Ali'nin (r.a.) evlerine uğrar ve kapılarının önünde durur ve: “Ey Ehl-i Beyt (Muhammed'in ev halkı) namaza kalkınız” buyururdu. … âyette “buna sabırla, ısrarla devam et[16] pasajında Hz. peygambere, tebliğ görevinin gereği namazı aile ve topluma emretmesinin yanı sıra, ferdi mesuliyet çerçevesinde kendisinin de sabırla namaza devam etmesi istenmiştir.
Peygamber (s.a.s), ferdi mesuliyetini, her daim canlı tutmuştur. Peygamberimiz (s.a.s), ev halkına karşı taşıdığı ağır mesuliyetleri hissederek sık sık endişelendiği görülmüştür. Daima onları, bu dünyadakilere kıyasla öteki dünyanın mükâfat ve güzelliklerine teşvik etmiştir.[17]
Ferdi Mesuliyetin Ahiret ve Tebliğ Açısından Önemi
Âhiretteki muhasebenin başlangıç noktasının da ferdi mesuliyetin yerine getirilip getirilmemesi ile başlayacağını şu âyet ne güzel ifade etmiştir: “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter”[18] Herkes, amel defterini kendisi okuyacak. Sorumlu olduğu ve inanmakla yükümlü kılındığı Kur’ân’ın/Kitabın, bir başkasının okuyup okumadığı kişiye sorulmayacaktır. Ferdi mesuliyet çerçevesinde sorgu suale tabi olacaktır. “Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenemez…”[19] ilâhî ilkesi, ferdi mesuliyetin önde geldiğini, diğer sorumlulukların ferdi mesuliyetle tamamlanacağını göstermektedir.
Dipnotlar:
[1] el-İsrâ 17/70.
[2] el-Kıyâme 75/36.
[3] el-Mü’min 25/114.
[4] el-Alak 96/1-5
[5] Şükrü Halûk Akalın ve Diğerleri, Türkçe Sözlük (Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2009), 241.
[6] Asım Efendi, Kamus Tercümesi (İstanubl: Asitane Yayınları tıpkı basım, ts), 2: 299-300.
[7] el-Bakara 2/285.
[8] el-En’âm 6/50, 106; el-A’raf 7/203; el-Ahzâb 33/2.
[9] Kerim Buladı, Kur’an’da Hz. Peygamber’in Vasıfları (İstanbul: Kayıhan Yayınları, 2018), 24.
[10] es-Saff 61/2-3.
[11] et-Tahrîm 66/6.
[12] el-Bakara 2/44.
[13] Bkz. Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili (İstanbul: Eser Kitapevi, 1971), 1: 338-339.
[14] Tâhâ, 19/132.
[15] Kurtubî, el-Camiu li Ahkâmu'l-Kurân (Beyrut: Dâru’l-Fikir, 1993), C. 4: Cz. 11: 174.
[16] Tirmizî, “Tefsir”, 34.
[17] Bkz. Afzalur Rahman, Hz. Muhammed (s.a.v) Sîret Ansiklopedisi, tercüme, Yusuf Balcı ve diğerleri (İstanbul: İnkılâb Yayınevi, 1996), C. 1: 264-265.
[18] el-İsrâ 17/14.
[19] el-İsrâ 17/15; 33/38; el-Fâtır 35/18; en-Necm, 53/38.
Kaynak: Kerim Buladı, Altınoluk Dergisi, Sayı: 477
İslam ve İhsan
Her birey kendi nefsinden başlayarak sorumluluklarını yerine getiriyor mu? Hz. Peygamber’in (s.a.v.) örnek hayatı, ferdi mesuliyetin toplumsal ve ahiretteki önemini nasıl gösteriyor?
Allah Teâlâ, kıymetli ve şerefli olarak yarattığı[1], akıl, irade ve muhakeme gibi özelliklerle güçlendirdiği insanı, boş yere yaratmamış ve başıboş bırakmamıştır.[2][3] Hz. Muhammed (s.a.s) de bu çerçevede son peygamber olarak, Allah Teâlâ’dan aldığı vahyi, bir başka deyişle vahyin içeriğini; Yüce Yaratıcının kullarına duyurmayı murat ettiği hususları, emirleri ve yasakları insanlara ferdi mesuliyet çerçevesinde tebliğ etmekle/ulaştırmakla yükümlü kılınmıştır.
Ferdi Mesuliyetin Temeli: Kendini Tanımak ve Sorumluluğu Kabullenmek
Kur’an, tebliğ konusunda Hz. Peygamber’in (s.a.s), bu sorumluluğu nasıl icra edeceğine, hangi aşamalarla gerçekleştireceğine, merkezden çembere doğru nasıl bir yöntem izleyeceğine dair ona bir yol haritası çizmiştir. Peygamber (s.a.s)’e ilk inen âyetler[4], aslında Hz. Peygamber’in (s.a.s) öncelikli olarak tebliğ ve tebyin açısından ferdi mesuliyetini öne çıkarmaktadır. “Oku” emrinden maksat, Hz. Peygamber’in (s.a.s), kendisine vahyedilen âyetleri okumasıdır. Âyetler, kıraatin, kitabetin, ilmin ve bu nimetlerle karşı karşıya gelen insanı yüceltmektedir. İlk dinî çağrı ilme, kıraate, kitabete yapılmıştır ki, bu çağrıda ilk muhatap kadın olsun erkek olsun insandır. Bu davet, bütün insan cinsini kapsamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s) ve onun zatında ümmetinin her biri, ferdi mesuliyetini önce kavrayarak kendine has ve uygun çabayı sarf ederek tebliğ ve tebyin görevini yapacaktır. Görüldüğü gibi, âyetin muhatabı bütün insan cinsini kapsasa da, ferdi yükümlüğü öne çıkarmaktadır.
Ferdi mesuliyet, kişinin öncelikle kendine yönelmesi, kendini tanıması, ilâhî yükümlülüğün ve kulluk bilincinin kendisinden başladığını fark etme yeteneğinin içselleşmesidir. Aslında ferdi mesuliyetin mahiyeti, “ben”, kavramı ile başlayan ve bu çerçevede, insan olduğunun ve yaradılış serüvenin kökenini ve gayesini teşkil ettiğinin bilinci anlaşılır. Ben kavramı, Türkçe’de, teklik, birinci kişiyi gösteren söz, kişiyi, öbür varlıklardan ayıran bilinç, bir kimsenin kişiliğini oluşturan temel öğe, ego şeklinde tarif edilmiştir.[5] Bu, kelimenin Arapça karşılığı, “nefs” kelimesi ile ifade edilir. Çok çeşitli anlamları içeren “nefs” kelimesinin, “bir nesnenin aynı/zatı ve cevheri”[6] anlamını içerir. Biz burada sadece, kişi, birey, şahıs, zat anlamlarındaki ben’in ferdi mesuliyet veçhesini kısaca ele alıyoruz
Hz. Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilen vahye ve onun düsturlarına iman etmekle yükümlü kılınmıştır.[7] Aynı zamanda Hz. Peygamber (s.a.s), kedisine vahyedilenlere tabi olmakla emrolunmuştur.[8] Tebliğle görevlendirilen Hz. Peygamber (s.a.s), kendisine indirilene tabi olacak ve onun prensipleriyle hayatını tanzim edecek ki, diğer insanlardan vahyin getirdiği ilkelere uymalarını istesin. Bu gerçek, vahyin tebliğinde ve başarıya ulaşmasında büyük önem taşımaktadır.[9] Görüldüğü gibi, diğer bütün sorumlulukların ifası, ferdi mesuliyetin anlaşılması ve icrası ile mümkündür.
Hz. Peygamber, öncelikle ferdi mesuliyet çerçevesinde kendisine indirilen vahyin birinci muhatabı olarak kendini görüyor, onun gereklerine göre hareket ediyor ve onun ilkelerini uygulamaya bizzat nefsinden başlıyordu.
Ferdi mesuliyet, kişinin yapıp ettiklerinde öncelikle kendisini muhatap olarak görmesini gerekli kılar. Kişinin, fiil ve hareketlerinde, tebliğ ve tebyin ettikleri hususlarda kendisini birinci derecede sorumlu görmemesi, Kur’an ölçeğinde tutarsızlıktır ve çirkin bir davranıştır.”[10]
Ferdi mesuliyetin, nereden başlanacağına dair şu âyet oldukça önem arz etmektedir: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…”[11]
Âyette zikredilen “enfüs” kelimesi ile her ne kadar hitap, çoğul olarak gelmiş olsa bile, her bireyi ve şahsı tek başına muhatap kabul edilmektedir. Ferdi mesuliyet, elbette hem birey hem de İslam cemaati ile birlikte yapılması ile tamamlanır. Ancak âyette, ferdi mesuliyetin önce kendilerinden başlamalarının lüzûmuna işaret edilmiştir.
Ferdi mesuliyetten kaçarak insanlara iyiliği emredip, tebliğ ve irşatta bulunup kendisini unutanları Kur’an’an şu soruyla tenkit eder: “(Ey Yahudi bilginleri) siz, insanlara iyiliği (gerçeği ve peygambere îman etmeyi) emredersiniz de kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki Kitab (Tevrat) da okursunuz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?”[12]
Muhammet Hamdi Yazır’ın ifadesiyle Kötülük emretmektense, iyilik emretmek elbette iyidir. Ancak, aklı olan, başkasının iyiliğini isterken kendini unutur mu? Başkasını irşat edip de kendisini unutmak ve kendisini iyilikten, irşattan mahrum bırakmak, eli selamete çıkarıp, kendisini ateşe atmak demektir ki, amelî akıl açısından bir çelişki teşkil eder...[13]
Aile ve Toplumda Ferdi Mesuliyetin Rolü
Toplumun nüvesi ve en küçük ünitesi olarak bilinen ailenin bireylerden oluşması gibi, toplum da, ailelerden oluşur. Ferdi mesuliyet önce aileden başlar. Anne-baba ailenin asli üyeleridir. Her birinin Kur’an ve sünnetin ortaya koydukları ilkelere, yürürlükte olan kanunlara ve öteden beri meşruluk zeminine oturan bilfiil yaşanan geleneklere göre sorumlulukları vardır. Ancak öncelikle ailede, annenin ve babanın ferdi mesuliyeti temel teşkil eder. Anne ve baba kendine düşen ferdi mesuliyetleri yerine getirerek, aile fertlerine karşı müşterek yükümlülüklerini ifa ederler. Aile fertlerinin sağlıklı bir şekilde hayata hazırlanması da ancak bu yöntemle gerçekleşir. Hiçbir şekilde ferdi mesuliyeti öteleyerek, eşlerin birbirlerine sorumluluk yüklemesi eğitim-öğretim açısından doğru değildir.
Ferdi mesuliyetin önemini ortaya koyan aşağıdaki âyeti bu hususta örnek verebiliriz. Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’e şu talimatı vermiştir. “Aile efradına namazı emret ve buna sabırla, ısrarla devam et.”[14]
Bu âyette Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz'den (s.a.s), aile halkına namaz kılmayı emretmesini, onlarla beraber ona sarılmasını, sabır ve azimle ona devam etmesini istemiştir. Âyetteki hitap, Hz. Peygamber'in (s.a.s) şahsınadır. Ancak bu hitabın içine umumi olarak bütün ümmeti, hususî olarak ta Hz. Peygamber'in (s.a.s) aile halkı girmektedir.[15] Bu âyetin hükmü gereği peygamberimiz, altı ay müddetle Mescid-i Nebevî'ye sabah namazına gitmeden önce, Hz. Fatıma ve Hz. Ali'nin (r.a.) evlerine uğrar ve kapılarının önünde durur ve: “Ey Ehl-i Beyt (Muhammed'in ev halkı) namaza kalkınız” buyururdu. … âyette “buna sabırla, ısrarla devam et[16] pasajında Hz. peygambere, tebliğ görevinin gereği namazı aile ve topluma emretmesinin yanı sıra, ferdi mesuliyet çerçevesinde kendisinin de sabırla namaza devam etmesi istenmiştir.
Peygamber (s.a.s), ferdi mesuliyetini, her daim canlı tutmuştur. Peygamberimiz (s.a.s), ev halkına karşı taşıdığı ağır mesuliyetleri hissederek sık sık endişelendiği görülmüştür. Daima onları, bu dünyadakilere kıyasla öteki dünyanın mükâfat ve güzelliklerine teşvik etmiştir.[17]
Ferdi Mesuliyetin Ahiret ve Tebliğ Açısından Önemi
Âhiretteki muhasebenin başlangıç noktasının da ferdi mesuliyetin yerine getirilip getirilmemesi ile başlayacağını şu âyet ne güzel ifade etmiştir: “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter”[18] Herkes, amel defterini kendisi okuyacak. Sorumlu olduğu ve inanmakla yükümlü kılındığı Kur’ân’ın/Kitabın, bir başkasının okuyup okumadığı kişiye sorulmayacaktır. Ferdi mesuliyet çerçevesinde sorgu suale tabi olacaktır. “Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenemez…”[19] ilâhî ilkesi, ferdi mesuliyetin önde geldiğini, diğer sorumlulukların ferdi mesuliyetle tamamlanacağını göstermektedir.
Dipnotlar:
[1] el-İsrâ 17/70.
[2] el-Kıyâme 75/36.
[3] el-Mü’min 25/114.
[4] el-Alak 96/1-5
[5] Şükrü Halûk Akalın ve Diğerleri, Türkçe Sözlük (Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2009), 241.
[6] Asım Efendi, Kamus Tercümesi (İstanubl: Asitane Yayınları tıpkı basım, ts), 2: 299-300.
[7] el-Bakara 2/285.
[8] el-En’âm 6/50, 106; el-A’raf 7/203; el-Ahzâb 33/2.
[9] Kerim Buladı, Kur’an’da Hz. Peygamber’in Vasıfları (İstanbul: Kayıhan Yayınları, 2018), 24.
[10] es-Saff 61/2-3.
[11] et-Tahrîm 66/6.
[12] el-Bakara 2/44.
[13] Bkz. Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili (İstanbul: Eser Kitapevi, 1971), 1: 338-339.
[14] Tâhâ, 19/132.
[15] Kurtubî, el-Camiu li Ahkâmu'l-Kurân (Beyrut: Dâru’l-Fikir, 1993), C. 4: Cz. 11: 174.
[16] Tirmizî, “Tefsir”, 34.
[17] Bkz. Afzalur Rahman, Hz. Muhammed (s.a.v) Sîret Ansiklopedisi, tercüme, Yusuf Balcı ve diğerleri (İstanbul: İnkılâb Yayınevi, 1996), C. 1: 264-265.
[18] el-İsrâ 17/14.
[19] el-İsrâ 17/15; 33/38; el-Fâtır 35/18; en-Necm, 53/38.
Kaynak: Kerim Buladı, Altınoluk Dergisi, Sayı: 477
İslam ve İhsan
Portal
Forum
Search
Community 
Forum Statistics
Forum Team
Calendar
Members



