MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı
  

Şifreniz
  





Forum İstatistikleri
Toplam Üyeler» Toplam Üyeler 27
Son Üye» Son Üye Fahriye
Toplam Konular» Toplam Konular 15,175
Toplam Yorumlar» Toplam Yorumlar 16,344

Detaylı İstatistikler Detaylı İstatistikler

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)



Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla

Tevhidin aslı, buna îman etmenin en doğru yolu şudur: Allah´a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayrın ve şerrin Allah´tan olduğuna, hesap, mizan, cennet ve cehenneme inandım, bunların hepsi de haktır, demek gerekir.

Yüce Allah, sayı yönüyle değil, ortağı olmaması yönüyle birdir. O, doğurmamış ve doğurulmamıştır. O´na hiçbir şey denk değildir. O yarattıklarından hiç birine benzemez. İsimleri, zatî ve fiilî sıfatlarıyla daima var olmuş ve var olacaktır.

Allah´ın zatî sıfatları; hayat, kudret, ilim, semi, basar ve irâde sıfatlarıdır. Fiilî sıfatlar ise, tahlik (yaratma), terzik (rızık verme), inşa (yapma), ibda (örneksiz yaratma) ve sun´ (san´atla yaratma) ve diğer fiilî sıfatlardır.

Allah, sıfatları ve isimleri ile var olmuş ve var olacaktır. O´nun isim ve sıfatlarından hiçbiri sonradan olma değildir. O ilmiyle daima bilir, ilim O´nun ezelde sıfatıdır. O kudretiyle daima kadirdir, kudret O´nun ezelde sıfatıdır. Kelâm ile konuşur, kelâm O´nun ezelde sıfatıdır. Yaratması ile daima haliktır, yaratmak O´nun ezelde sıfatıdır. Fiili ile daima faildir, fiil O´nun ezelde sıfatıdır. Fail Allah´tır, fiil ise O´nun ezelde sıfatıdır. Yapılan şey, mahlûktur. Yüce Allah´ın fiili ise mahlûk değildir. Allah´ın ezeldeki sıfatları mahlûk ve sonradan olma değildir. Allah´ın sıfatlarının yaratılmış ve sonradan olduğunu söyleyen, yahut tereddüt eden veya şüphe eden kimse Yüce Allah´ı inkâr etmiş olur.

Kur´ân-ı Kerîm, Allah kelâmı olup, mushaflarda yazılı, kalplerde mahfuz, dil ile okunur ve Hz. Peygamber´e indirilmiştir. Bizim Kur´ân-ı Kerîm´i telaffuzumuz, yazmamız ve okumamız mahlûktur fakat Kur´ân mahlûk değildir. Allah´ın Kur´ân´da belirttiği Musa ve diğer peygamberlerden, firavn ve İblis´ten naklen verdiği haberlerin hepsi Allah kelâmıdır, onlardan haber vermektedir. Allah´ın kelâmı mahlûk değildir, fakat Musa´nın ve diğer yaratılmışların kelâmı mahlûktur. Kur´ân ise Allah´ın kelâmı olup, kadîm ve ezelîdir

Allah bir şey (varlık)´dir, fakat diğer şeyler gibi değildir. O´nun varlığı cisim, cevher, araz, had, zıd, eş ve ortaktan uzaktır. O´nun Kur´ân´da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah´ın Kur´ân´da zikrettiği gibi el, yüz ve nefs gibi şeyler, keyfiyetsiz sıfatlardır. O´nun eli, kudreti veya nimetidir denilemez. Zîra bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kaderiyye ve Mutezile´nin görüşüdür. O´nun elinin, keyfiyetsiz sıfat olması gibi, gazabı ve rızası da keyfiyetsiz sıfatlarından iki sıfattır.

Allah, eşyayı bir şeyden yaratmadı. Allah, eşyayı oluşundan önce, ezelde biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve oluşturandır. Allah´ın dilemesi, ilmi, kazası, takdiri ve Levh-i Mahfûz´daki yazısı olmadan, dünya ve âhirette hiçbir şey vaki olmaz. Ancak onun Levh-i Mahfûz´daki yazısı, hüküm olarak değil, vasıf olarak yazılıdır. Kaza, kader ve dilemek, O´nun nasıl olduğu bilinemeyen sıfatlarındandır. Allah, yok olanı yokluğu halinde yok olarak bilir, onun yarattığı zaman nasıl olacağını bilir. Var olanı, varlığı halinde var olarak bilir, onun yokluğunun nasıl olacağını bilir. Allah ayakta duranın ayakta duruş halini, oturduğu zaman da oturuş halini bilir. Bütün bu durumlarda Allah´ın ilminde ne bir değişme, ne de sonradan olma bir şey hâsıl olmaz. Değişme ve ihtilâf, yaratılanlarda olur.

Allah´ın "Allah Musa´ya hitap etti."(en-Nisa,164.) âyetinde belirttiği gibi. Musa Allah´ın kelâmını işitti. Şüphesiz ki Allah, Musa ile konuşmasından önce de, kelâm sıfatı ile muttasıftı. Yüce Allah yaratmadan da ezelde yaratıcı idi. Allah, Musa´ya hitap ettiğinde, ezelde sıfatı olan kelâmı ile konuştu. O´nun sıfatlarının hepsi, mahlûkların sıfatlarından başkadır. O bilir, fakat bizim bildiğimiz gibi değil. O kadirdir, fakat bizim gücümüzün yettiği gibi değil. O görür, fakat bizim görmemiz gibi değil. O işitir, fakat bizim işittiğimiz gibi değil. O konuşur, fakat bizim konuşmamız gibi değil. Biz uzuvlar ve harflerle konuşuruz. Oysaki Allah, uzuvsuz ve harfsiz konuşur. Harfler mahlûktur, fakat Allah´ın kelâmı mahlûk değildir.

Allah insanları küfür ve îmandan hâli olarak yaratmış, sonra onlara hitap ederek emretmiş ve nehyetmiştir. Kâfir olan; kendi fiili, hakkı inkâr ve reddetmesi ve Allah´ın yardımını kesmesiyle küfre sapmıştır. İman eden de kendi fiili, ikrarı, tasdiki ve Allah´ın muvaffakiyet ve yardımı ile îman etmiştir.

Allah Âdem´in neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış, onlara akıl vermiş, hitap etmiş, îmanı emredip, küfrü yasaklamıştır. Onlar da onun Rabb olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu, onların îmanıdır. İşte onlar bu fıtrat üzerine doğarlar. Bundan sonra küfre sapan bu fıtratı değiştirip bozmuş olur. İman ve tasdik eden de fıtratında sebat ve devam göstermiş olur.

Allah, kullarının hiç birini îman veya küfre zorlamamış, onları mü´min veya kâfir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür kulların fiilleridir. Allah, küfre sapanı, küfrü esnasında kâfir olarak bilir. O kimse daha sonra iman ederse, imanı halinde mü´min olarak bilir, ilmi ve sıfatı değişmeksizin onu sever.

Kulların hareket ve sükûn gibi bütün fiilleri hakikaten kendi kesbleri (kazançları)´dir. Onların yaratıcısı ise Yüce Allah´tır. Onların hepsi Allah´ın dilemesi, ilmi, hükmü ve kaderi ile olur.

Taatların hepsi, Allah´ın emri, muhabbeti, rızası, ilmi, dilemesi, kazası ve takdiri ile vacip kılınmıştır. Masiyetlerin hepsi de Allah´ın ilmi, kazası, takdiri ve dilemesi ile olmakla beraber, rızası ve emri değildir.

Peygamberlerin hepsi de (salât ve selâm olsun) küçük, büyük günah, küfür ve çirkin hallerden münezzehtir. Fakat onların sürçme ve hataları vâki olmuştur. Hz. Muhammed, Allah´ın sevgili kulu, resulü, nebisi, seçilmiş tertemiz kuludur. O hiç bir zaman puta tapmamış, göz açıp kapayacak bir an bile Allah´a ortak koşmamıştır. O, küçük büyük hiç bir günah işlememiştir.

Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Ebû Bekr es-Sıddîk, sonra Ömer el-Fârûk, sonra Osman b. Affân Zû´n-Nûreyn, daha sonra Aliyyu´l-Murtaza´dır. Allah hepsinden razı olsun. Onlar doğruluk üzere, doğruluktan ayrılmayan, ibâdet eden kimselerdir. Hepsine sevgi ve saygı duyarız. Hz. Peygamber´in ashabının hepsini sadece hayırla anarız.

Bir müslümanı, helâl saymaması şartıyla, büyük günahlardan birini işlemesi ile kâfir sayamayız. Bu durumdaki bir kimseden îman ismini kaldıramayız, ona gerçek anlamda mü´min deriz. Bir mü´minin kâfir olmamakla beraber günahkâr olması caizdir.

Günahlar, mü´mine zarar vermez demeyiz. Keza günah işleyen kimse Cehennem´e girmez de demeyiz. Dünyadan mü´min olarak ayrılan kimse, fasık da olsa Cehennem´de ebedî kalacaktır, demeyiz.

Mürcie´nin dediği gibi, iyiliklerimiz makbul, kötülüklerimiz de affedilmiştir, demeyiz. Fakat kim bütün şartlarına uygun, müfsit ayıplardan uzak amel işler ve onu küfür ve dinden dönme gibi şeylerle boşa çıkarmaz ve dünyadan mü´min olarak ayrılırsa şüphesiz Allah onun amelini zayi etmez, bilakis kabul eder ve ondan dolayı sevap verir, deriz.

Allah´a ortak koşmak ve küfür dışında, büyük ve küçük günah işleyen, fakat tevbe etmeden mü´min olarak ölen kimsenin durumu Allah´ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennem´de azap eder, dilerse affeder ve hiç azaba uğratmaz.

Herhangi bir amele riya karıştığı zaman, o amelin ecrini yok eder. Keza ucüb (kendi amelini üstün görmek) de böyledir.

Peygamberlerin mucizeleri ve velîlerin kerametleri haktır. Ancak, haberlerde belirtildiği üzere İblis, Firavun ve Deccal gibi Allah düşmanlarına ait olan, onların şimdiye kadar vukua geliş ve gelecek hallerine mucize de, keramet de demeyiz. Bu, onların hacetlerini yerine getirmedir. Zîra, Allah, düşmanlarının ihtiyaçlarını, onları derece derece cezaya çekmek ve sonunda cezalandırmak şeklinde yerine getirir. Onlar da buna aldanarak azgınlık ve küfürde haddi aşarlar. Bunların hepsi de caiz ve mümkündür.

Yüce Allah, yaratmadan önce de yaratıcı, rızıklandırmadan önce de rızık verici idi. Allah, âhirette görülecektir. Mü´minler Allah´ı Cennet´te, aralarında bir mesafe olmaksızın, teşbihsiz ve keyfiyetsiz olarak baş gözleriyle göreceklerdir.

İman, dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Gökte ve yerde bulunanların îmanı, îman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakın ve tasdik yönünden artar ve eksilir. Mü´minler, îman ve tevhid hususunda birbirlerine müsavidirler. Fakat amel itibarıyla birbirlerinden farklıdırlar. İslâm, Allah´ın emirlerine teslim olmak ve itaat etmek demektir. Lügat itibariyle iman ve islâm arasında fark vardır. Fakat islâmsız îman, îmansız da islâm olmaz. Onların ikisi de bir şeyin içi ve dışı gibidirler. Din ise; iman, islâm ve şeriatlerin hepsine birden verilen isimdir.

Biz, Yüce Allah´ı kendisini kitabında tavsif ettiği bütün sıfatlarıyla gerçek olarak biliriz. Hiçbir kimse Allah´a, O´nun şanına lâyık şekilde hakkıyla ibâdet etmeye kadir değildir. Fakat insan ancak Allah´ın kitabında, Resulünün bildirdiği ölçüde Allah´a ibâdet eder.

Bütün mü´minler; marifet, yakîn, tevekkül, muhabbet, rıza, korku ve ümit ve iman konusunda birbirlerine müsavidirler. Bu konuda imanın dışındaki hususlarda birbirlerinden farklıdırlar.

Yüce Allah, kullarına karşı lütufkârdır, adildir, kulun hakettiği sevabı lütfuyla kat kat fazlasıyla verir. Kulunu, adaletinin icabı olarak işlediği günahtan dolayı cezalandırır. Keza kendisinden bir lütuf olarak bağışlar da.

Peygamberlerin (salât ve selâm olsun) şefaati haktır. Peygamberimizin (s.a.) şefaati, günahkâr mü´minler ve onlardan büyük günah işleyip cezayı haketmiş olanlar için hak ve sabittir.

Kıyamet günü amellerin mizanla tartılacağı hususu haktır. Hz. Peygamberi´in havzı haktır. Kıyamet günü hasımlar arasında iyilikler alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır. İyilikler bulunmadığı takdirde kötülüklerin atılması hak ve caizdir.

Cennet ve Cehennem hâlen yaratılmıştır, ebediyen de fâni olmayacaklardır. Huriler ebediyen ölmezler. Yüce Allah´ın cezası da, sevabı da ebedîdir.

Allah dilediğini kendisinin bir lütfü olarak hidâyete ulaştırır. Dilediğini de adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Allah´ın sapıklığa düşürmesi, hızlânıdır. Hızlanın mânâsı ise, Allah´ın razı olacağı şeylerde onu muvaffak kılmayıp, yardımını kesmesidir. Bu, Allah´ın adaleti gereğidir. Keza, Allah´ın günahkârları isyanları sebebiyle cezalandırması da adaleti icabıdır.

Şeytan, mü´min kuldan imanını baskı ve cebirle alır, dememiz doğru değildir. Fakat kul îmanı terkederse, Şeytan da onun imanını alır, deriz.

Kabirde Münker ve Nekir´in sualleri haktır. Kabirde ruhun cesede iade edilmesi haktır. Bütün kâfirler ve asi mü´minler için kabir sıkıntısı ve azabı haktır.

Âlimlerin, Allah´ın sıfatlarını Farsça (Arapça´dan başka bir dille) söylemeleri caizdir. Fakat yed=el kelimesi, Allah´ın sıfatı olarak Farsça söylenemez. Fakat Farsça olarak Rûyi Hüdâ=Allah´ın yüzü demek caizdir. Allah´ın yakınlık ve uzaklığı, mesafenin uzunluk ve kısalığı ile değil, keramet ve zillet mânâsındadır. İtaatli olan kul, Allah´a keyfiyetsiz olarak yakın, âsi kul ise keyfiyetsiz olarak Allah´tan uzak olur. Yakınlık, uzaklık ve yönelmek, yalvaran kula racidir. Keza Cennet´te komşuluk ve Allah´ın önünde bulunmak da keyfiyetsiz şeylerdir.

Kur´ân-ı Kerîm, Allah´ın Resulüne (s.a.) indirilmiş olup, mushaflarda yazılıdır. Kelâm mânâsında Kur´ân âyetlerinin hepsi de fazilet ve büyüklük bakımından birbirine müsavidir. Fakat bazısında zikir ve zikredilen fazileti bahis konusudur. Âyete´l-Kürsi buna misaldir. Burada zikredilen Allah´ın yüceliği, azameti ve sıfatlarıdır. Bu âyette hem zikir, hem de zikredilenin fazileti olarak iki fazilet bir araya gelmiştir. Bu kısmında ise sadece zikir fazileti vardır. Kâfirlerin kıssalarında olduğu gibi. Bu âyetlerde zikredilenin bir fazileti yoktur, çünkü zikredilenler kâfirlerdir. Keza Allah´ın isim ve sıfatlarının hepsi de azamet ve fazilette müsavidir, aralarında farklılık yoktur.

Hz. Peygamber´in anne ve babası İslâm gelmeden önce öldüler. Kasım, Tâhir ve İbrahim Allah Resulünün oğulları, Fâtıma, Rukiyye, Zeynep ve Ümmü Gülsüm de kızları idiler.

İnsan tevhid ilminin inceliklerinden herhangi birinde güçlükle karşılaşırsa, sorup öğreneceği bir âlim buluncaya kadar, Allah katında doğru olana inanması gerekir. Böyle bir kimseyi arayıp bulmakta gecikmesi caiz değildir. Bu hususta tereddüt edilerek beklemek mazur görülmez. Eğer tereddüt ederek beklerse, kâfir olur.

Mîrac haberi haktır. Onu reddeden sapık bir bid´atçi olur. Deccal´in, Ye´cüc ve Me´cüc´ün ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Hz. İsa´nın gökten inmesi ve sahih haberlerde bildirilen kıyamet alâmetlerinin hepsi de haktır.

Yüce Allah, dilediğini doğru yola hidâyet eder.
Fıkhu´l - Ebsat

Allah´ın Dilemesi
İman Babı
Kader Babı

Günah İşleyen Kimsenin Kafir Olduğu İddiasının Reddi

FIKHU´L EBSAT

Hamd Âlemlerin Rabbına, Salât ve Selâm Efendimiz, Hz. Muhammed ve O´nun Âl ve Ashabına..

İmam Ebû Bekr Muhammed b. Muhammed el-Kâşânî, Ebû Bekr Alâu´d-Din Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî´den rivayet etti. Bize Ebû´l-Muin Meymun b. Muhammed en-Mekhûlî en-Nesefi, ona el-Fadl lakaplı, Ebû Abdillah el-Hüseyn b. Ali el-Kaşgarî, ona Ebû Mâlik Nasrân b. Nasr el-Huttelî, ona Ali b. el-Hasen b. Muhammed el-Gazzâl, ona Ebû´l-Hasen Ali b. Ahmed el-Fârisî, ona Nusayr b. Yahya el-Fakih haber verdi. Şöyle dedi: Ebû Muti Hakem b. Abdillah el-Belhi´nin şöyle söylediğini işittim: Ebû Hanîfe´ye (r.a.) fıkhı ekberi sordum, şöyle dedi:

Ehl-i kıbleden olan bir kimseyi herhangi bir günahla tekfir etmemen, kimseyi imandan uzaklaştırmaman, marufu emredip münkerden sakındırman, senin için takdir olunan şeyin sana mutlaka isabet edeceğini, senin için takdir olunmayanın da sana isabet etmeyeciğini bilmen, Hz. Peygamber´in ashabından hiçbiri ile ilgini kesmemen, birini sevip diğerini sevmemezlik etmemen, Hz. Osman ve Hz. Ali´nin durumunu Allah´a havale etmendir.

Ebû Hanîfe (r.a.) şöyle dedi: Dinde fıkıh, ahkâmda fıkıhtan daha üstündür. Kişinin nasıl ibâdet edeceğini öğrenmeye çalışması, kendisi için birçok ilmi toplamasından daha hayırlıdır.

Ebû Muti şöyle dedi: Bana dinin en faziletlisini haber ver, dedim. Ebû Hanîfe şöyle dedi:

-Fıkhın en faziletlisi, kişinin Yüce Allah´a îmanı, şerâyi, sünnetler, hadler, ümmetin ittifak ve ihtilafını bilmesidir.

Ebû Muti: Îmanın ne olduğunu bana açıklayın.

Ebû Hanîfe: Bana Alkame b. Mürsed, Yahya b. Ya´mur´dan rivayet etti ve şöyle dedi: İbnu Ömer´e, bana din nedir, haber ver dedim. O da îmana sarıl ve onu öğren, dedi. Ben îman nedir, bana öğret, dedim. Şöyle dedi: "...elimi tuttu ve beni yaşlı bir zata götürdü. Yanına oturttu ve şöyle söyledi: Bana îmanın ne olduğunu soruyor diyerek, bu zatın Hz. Peygamberle birlikte Bedir Savaşı´na katılanlardan olduğunu söyledi. İbnu Ömer şöyle devam etti: Ben Hz. Peygamber´in yanında idim, bu zat da beraberdi. Birden karşımıza, güzel saçlı, sarık giymiş, çölde yaşadığını zannettiğimiz bir adam çıkageldi. İnsanların arasından geçerek Hz. Peygamber´in (s. a.) önünde durdu-Ey Allah´ın elçisi, îman nedir diye sordu. Hz. Peygamber de:

-Îman, Allah´tan başka ilâh olmadığına, Muhammed´in Allah´ın kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmen, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Yüce Allah´tan olduğuna inanmandır, buyurdu. O zat buna karşı:

-Doğru söyledin, dedi.

Biz çöl insanlarının câhil olmaları dolayısıyla onun Hz. Peygamberin sözlerini tasdik etmesine hayret ettik. Bu zat daha sonra:

-Ey Allah´ın Resulü, İslâm´ın şeâiri (alâmetleri) nedir diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

-Namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak, gücü yeten kimse için hacca gitmek ve cünüplükten dolayı gusl etmektir, buyurdu. Bunun üzerine o zat:

-Doğru söyledin, dedi.

Biz, sanki sorduğunu biliyormuşçasına Hz. Peygamberi tasdik etmesine şaşırdık. O zat daha sonra:

-Ey Allah´ın Resulü, ihsan nedir diye sordu. Hz. Peygamber de:

-İhsan, Allah´ı görürcesine O´na ibâdet etmendir. Sen O´nu görmesen bile, O seni görür, buyurdu. O zat:

-Doğru söyledin, dedi ve devamla kıyametin ne zaman kopacağını sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

-Bu hususta sorulan, sorandan daha bilgili değildir, buyurdu. O zat daha sonra ayağa kalktı, insanların ortasına gelince, onu bir daha göremedik. Hz. Peygamber şöyle dedi:

-Bu gelen Cebrail idi, size dininizden bilmeniz gereken şeyleri öğretmek için geldi. (el-Buharî, îman 37; Müslim, îman 57; Ibn Hanbel, Müsned 1/37, 51, 53.)

Ebû Muti: Ebû Hanîfe´ye, buna kesin olarak inanan ve ikrar eden mü´min midir diye sordum. Şöyle dedi:

-Evet, bunu ikrar edince, İslâm´ın bütününü ikrar etmiş olur ve o kimse mü´mindir.

-Eğer Allah´ın halkettiklerinden bir şeyi inkâr edip, "bilmem ki bunun yaratıcısı kim " derse ne olur, diye sordum Şöyle dedi:

-O kimse, "Allah her şeyin halikıdır..."(el-En’am,103) âyetinden dolayı kâfir olur. Sanki o kimse, o şeyin Allah´tan başka yaratıcısı vardır, demiştir. Keza "Allah´ın bana namaz, oruç ve zekâtı farz kıldığını bilmiyorum," dese yine kâfir olur. Çünkü Allah "Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin."(el-Bakara,43,83,110) ve "Sizin üzerinize oruç farz kılındı.."(el-Bakara,178), «Akşama girerken de, sabaha ererken de, Allah´ı tenzih edin."(er-Rum,17,18) buyurmuştur. Eğer o kimse "ben bu âyete inanıyorum, fakat te´vil ve tefsirini bilmiyorum" derse kâfir olmaz. Çünkü o kimse âyetin Allah tarafından indirildiğine îman etmiş ve fakat tefsirinde hata etmiştir.

-Şirk diyarında bulunan. İslâm´ı mücmel olarak kabul eden, farzları ve amelleri bilmeyen, kitabı ve İslâm´ın icaplarını ikrar etmediği halde Allah´ı ve îmanı kabul eden, fakat îmanın icaplarını ikrar etmeyerek ölen kimse mü´min midir diye sordum.

-Evet, dedi. Ben de:

-Eğer îmanı kabulden başka bir şey bilmez, amel etmez ve ölürse diye sordum.

-O, mü´mindir, dedi.

-Bana îmanın ne olduğunu açıklayın, dedim. Şöyle dedi:

-Îman, Allah´tan başka ilâh olmadığına, O´nun bir olup şeriki bulunmadığına, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, cennetine, cehennemine, kıyamete, hayır ve şerrine, hiçbir kimseye kendi amelini yaratma gücünün verilmediğine, insanların kendisi için yaratıldıkları sonuca ve ilâhi takdirin cereyan ettiği şeye intikal edeceklerine şahitlik etmendir, dedi.

-Eğer bunun hepsini kabul eder ve fakat "Dileyen îman etsin, dileyen kâfir olsun."âyetinden dolayı dilemek bana aittir, istersem îman ederim, istersem îman etmem, derse ne olur diye sordum. Ebû Hanîfe şöyle dedi:

-O kimse iddiasında yalancıdır. Allah´ın "Gerçekten Kur´ân bir öğüttür. Kim dilerse ondan öğüt alır. Ancak Allah´ın dilediği kimse öğütlenir."(el-Müddesir,54,56), "Siz, Allah dilemedikçe birşey dileyemezsiniz."(el-İnsan,30) âyetlerini görmüyor musun "Dileyen îman etsin, dileyen kâfir olsun."el-Kehf,29) âyeti vaid (tehdid) içindir. O kimse bu sözü ile âyeti reddetmediği için kâfir olmamıştır. Ancak âyetin tenzilini reddetmemiş fakat te´vilinde hata etmiştir.

-Bir kimse, bana isabet eden bir musibetle Allah beni müptela mı kılmıştır, yoksa onu ben mi iktisap etmişimdir O musibet Allah´ın beni müptela kıldığı şeylerden değildir, derse kâfir olur mu diye sordum. Ebû Hanîfe:

-Hayır, dedi.

-Niçin diye sordum.

-Çünkü Allah "Sana isabet eden iyilik Allah´tandır. Sana isabet eden kötülük de nefsindendir."(en-Nisa,79) buyurur. Yani kötülük, günahın sebebiyledir, ben de onu günahın sebebiyle sana takdir ettim, demektir. Keza Yüce Allah şöyle buyurur: "Size isabet eden her musibet, ellerinizle işledikleriniz yüzündendir."(eş-Şura,30) Yani günahlarınız sebebiyledir. Keza "O dilediğini dalalette bırakır, dilediğine hidayet eder."(en-Nahl,93) buyurur. Fakat o kimse te´vilde hata etmiştir. "Allah insan ile kalbi arasına girer."(el-Enfal,24) âyetinin mânâsı mü´minle küfür arasına, kâfirle iman arasına girer, demektir.

Ebû Hanîfe (r. a.) şöyle dedi: Şüphesiz ki, kulun kendisiyle kötülüğü işlediği güç (istitâat), bizatihi kulun iyiliği işlemesi için de müsaittir. Kul, Allah´ın kendisinde meydana getirdiği, kötülükte değil, iyilikte kullanılmasını emrettiği istitâatı sarf ve tevcihinden dolayı ceza görecektir.

-Eğer Allah kullarını günah işlemeye icbar ediyor, daha sonra onları günahtan dolayı cezalandırıyor, derse nasıl cevap veririz, diye sordum. Şöyle dedi:

-O kimseye, "Kul kendisi için fayda veya zarar vermeye kadir olabilir mi " diye sor. Eğer, "Hayır, çünkü onlar taat ve masiyet dışında kendileri için fayda ve zarar konusunda mecburdurlar," derse, ona "Allah şerri yarattı mı " diye sor. O buna "evet" derse kendi iddiasından vazgeçmiş olur. Eğer "hayır" derse: De ki: "Yarattığı şeylerin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım."(el-Felak,1,2) âyetinden dolayı kâfir olur. Çünkü bu âyet, Allah´ın şerri yarattığım haber vermektedir.

-Eğer, "Siz, Allah küfrü ve îmanı diledi demiyor musunuz " der ve ona evet dersek, o yine Allah "O, takvaya lâyık olan, mağfirete ehil olandır"(el-Müddesir,56) buyurmuyor mu diye sorar, biz de "evet" dersek, o da, "Allah küfre lâyık mıdır " derse, biz o kimseye karşı ne cevap veririz diye sordum. Şöyle dedi:

-O taatı dileyene ehildir, masiyeti dileyene ehil değildir, deriz. Eğer "Allah kendisine karşı yalan söylenmesini dilemedi," derse ona şöyle söyle: Allah´a iftira etmek kelam ve söz müdür, yoksa değil midir Evet, derse: Âdem´e isimlerin hepsini öğreten kimdir diye sor. Eğer, Allah´tır, derse şöyle de: Küfür kelam nev´inden midir, değil midir Eğer, evet, derse şöyle sor: Kâfiri kim konuşturdu Eğer Allah konuşturdu, derse kendi fikrine karşı çıkmış olur. Çünkü şirk kelam nev´indendir. Eğer Allah dilemiş olsaydı, onlara şirk sözünü konuşturmazdı.

-Eğer "kişi isterse yapar, isterse yapmaz; isterse yer, isterse yemez, isterse içer, isterse içmez" derse diye sordum. Ona şöyle söyle, . dedi:

-Allah, İsrail Oğullarının denizi geçmelerine hükmedip, Firavun´un boğulmasını takdir etti mi diye sor. Evet, derse:

-Firavun´un Hz. Musa´yı ele geçirmek için gitmemesi (halinde), kendisinin ve ashabının boğulmaması vaki olur muydu diye sor. Eğer, evet, derse kâfir olur. Hayır, derse önceki sözünü nakzetmiş olur.



ALLAH´IN DİLEMESİ Başa Dön

-Allah yaratmayı dilemediği bir şeyi emretmiş fakat bir şeyi emretmediği halde yaratmış mıdır diye sordum:

-Evet, dedi.

-Bu nasıl olur diye sordum.

-Allah kâfire müslüman olmayı emretmiş, fakat kâfir için müslümanlığı yaratmamıştır. Kâfir için küfrü dilemiş, fakat kâfire küfrü emretmediği halde yaratmıştır, diye cevap verdi.

-Allah, emretmemiş olduğu bir şeyden razı olur mu diye sordum.

-Evet, nafile ibâdetler buna misaldir, dedi.

-Allah bir şeyi emrettiği halde ondan razı olmaması durumu olur mu diye sordum.

-Hayır, dedi.

-Niçin diye sordum.

-Çünkü Allah emrettiği her şeyden razı olur, dedi.

-Allah kullarını razı olduğu hususlardan dolayı mı, yoksa razı olmadığı hususlardan dolayı mı azaba çeker diye sordum.

-Allah kullarını razı olmadığı şeyler için azaba çeker. Onlara; küfür, masiyet ve rıza göstermediği konularda azap eder, dedi.

-Allah onlara, dilediği için mi, yoksa dilemediği için mi azap eder diye sordum.

-Allah onlar hakkında dilediği için azap eder. Çünkü Allah kullarında âsi için masiyeti, kâfir için küfrü dilediği halde, küfür ve masiyet dolayısıyla azaplandırır, dedi.

-Allah, onlara İslâm´ı emretmiş, sonra onlar için küfrü dilemiş midir diye sordum. Evet, dedi.

-Allah´ın dilemesi emrini mi geçmiştir, yoksa emri mi dilemesini geçmiştir diye sordum.

-Allah´ın dilemesi emrini geçmiştir, dedi.

-Allah´ın dilemesi onun rızası mıdır, değil midir diye sordum.

-Dilemesi, rızası ve emrettiği hususta taat ile amel eden kimse için, Allah´ın rızası vardır. Allah´ın emrettiğinin hilafına amel işleyen kimse onun dilemesi ile işlemiş olur, fakat onun rızasıyla işlemiş olmaz. Ona karşı masiyet işlemiş olur. Masiyet ise Allah´ın rızası hilâfınadır, dedi.

-Rızası olan konuda Allah kullarını azaba çeker mi diye sordum.

-Allah, kullarını, razı olmadığı küfürden dolayı azaba çeker. Fakat onların taatı terketmeleri ve masiyet işlemelerinden dolayı onlardan intikam alıp, azap etmeye rızası vardır, dedi.

-Allah, mü´minler için küfrü dilemiş midir diye sordum.

-Hayır, fakat mü´minler için îmanı dilemiştir. Keza kâfirler için küfrü, zina edenler için zinayı, hırsızlık edenler için hırsızlığı, ilim erbabı için ilmi, hayır sahipleri için de hayrı dilemiştir. Allah, kâfirleri yaratmadan önce onların kâfirler ve sapıklar olmasını dilemiştir,dedi.( Allah´ın ezelden dilemesi, küfrü ve dalaleti yaratması, kulun muhtar olup onu seçeceği dolayısıyladır. Bu ifadeden kulun mecbur olduğu anlaşılmamalıdır.)

-Allah kâfirleri, razı olduğu şeyi yarattığından dolayı mı, razı olmadığı şeyi yarattığından dolayı mı azaplandırır diye sordum.

-Allah kâfirleri yaratmaya razı olduğu şeyden dolayı azaba uğratır, dedi.

-Niçin diye sordum.

-Allah, küfrü yaratmaya rızası olduğu halde onları küfürlerinden dolayı azab çeker. Fakat Allah´ın bizatihi küfre rızası yoktur, dedi.

-Allah "Kulları için küfre rızası yoktur."(ez-Zümer,7)buyurduğu halde nasıl olur da küfrü yaratmaya rızası olur diye sordum. Şöyle cevap

verdi:

-Allah onlar hakkında diler, fakat razı olmaz.

-Niçin

-Çünkü Allah İblis´i yaratmıştır, İblis´i yaratmaya rızası var, fakat İblis´in kendisine rızası yoktur. Keza Allah, içkiyi ve domuzu yaratmıştır. Onları yaratmaya rızası olduğu halde kendilerine rızası yoktur.

-Niçin

-Allah içkinin kendisine rıza gösterse idi, onu içen Allah´ın razı olduğu şeyi içmiş olurdu. Fakat onun içkiye ve küfre, İblis´e ve fiillerine rızası yoktur. Fakat bizzat Hz. Muhammed´e rızası vardır.

-Yahudiler, "Allah´ın eli bağlıdır."(el-Maide,64) diyorlar. Onların bu sözüne Allah´ın rızası var mıdır

-Hayır, dedi.



O kimse "Allah bütün insanları melekler gibi itaatkâr yaratmak isteseydi, buna kadir olur muydu Bunu haber ver." denildiğinde "Hayır," diye cevap verirse, Allahı kendisini tavsif ettiğinden başkası ile vasıflandırmış olur. Zîra Allah Kur´ân´da: "Kullarının üzerine yegâne mutasarrıf O´dur."(el-En’am,18), "O kullarının küfrüne razı olmaz."(ez-Zümer,7) ve "O sizin üzerinizden size azap göndermeğe kadirdir."(el-En’am,65.) buyurmaktadır. Eğer "kadirdir." derse "Allah İblis´in itaat konusunda Cebrail gibi olmasını dileseydi, buna muktedir olmaz mıydı " de. Eğer "Hayır," derse kendi sözünü terketmiş ve Allah´ı sıfatlarından başkası ile vasıflandırmış olur. Eğer "Kulun zina etmesi, içki içmesi, namuslu insanlara dil uzatması Allah´ın izni ile değil midir " diye söylerse "Evet," denir. Eğer "O halde o kimseye niçin had cezası tatbik edilir " derse: "Allah´ın emrettiği şey terkolunmaz," denir. Çünkü o kimse kölesini kesse, bu Allah´ın dilemesi ile olur, insanlar da o kimseyi kötülerler. Eğer kölesini azad ederse, insanlar da yaptığından dolayı onu öğerler. Bunların her ikisi de Allah´ın dilemesi ile vücuda gelir, o kimse bu fiilleri Allah´ın dilemesi ile işlemiş olur. Fakat kul Allah´ın dilemesi ile masiyet işlerse, işleyen kimsenin fiilinde ilâhî rıza ve doğruluk yoktur. "Niçin ona had cezası tatbik edilir " sözü, onların prensiplerine göre fasit bir sualdir. Çünkü onlar bir çok masiyetlerde de Allah´ın dilemesini kabul etmiyorlar. Ona göre içki içmek gibi bir fiilin haricinde had cezası gerekmiyor. Oysaki yaptığı bütün işleri Allah´ın dilemesi ile yapmıştır.





İMAN BABI Başa Dön

Eğer: "îmanın yeri neresidir " diye sorulursa onun kaynağının ve yerinin kalb olduğu, fer´inin de cesette bulunduğu söylenir. Eğer: "O parmağında mıdır " diye sorulursa, "Evet" de. Eğer: "Parmak kesilince îman nereye gider " diye sorulursa: "Kalbe," de.

Eğer: "Allah kullarından bir şey talep eder mi " diye sorarsa: "Hayır onlar ancak Allah´tan isterler," de. Allah´ın kullar üzerindeki hakkı nedir " diye söylenirse: "O´na kulluk etmeleri, hiç bir şeyi ortak koşmamalarıdır. Bunu yaptıkları zaman onların Allah´tan bekledikleri, Allah´ın onları affetmesi ve sevaplandırmasıdır. Zîra Allah, Kur´ân´da: "Ağaç altında sana bey´at ettiklerinde Allah mü´minlerden razı oldu."(el-Fetih,18,) âyeti gereğince Allah, mü´minlerden razı olur. Allah İblis´e gazap eder. "Dilediğinizi yapın."(Fussilet,40,) âyeti Allah´ın tehdidini ifade eder. "Semûd´a gelince; biz onlara doğru yolu göstermiştik, fakat onlar körlüğü hidâyete tercih ettiler."(Fussilet,17) Yani onlara hidâyeti göstermiş ve açıklamıştık, demektir. "Dileyen îman etsin, dileyen kâfir olsun."(el-Kehf,29.) âyeti va´îd ifade eder. "Ben cinleri de insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım."(ez-Zariyat,56.)) -yani benim birliğimi kabul etsinler demektir- buyurulmaktadır. Fakat bu fiillerin hepsi; hayrı, şerri, tatlısı, acısı, zararlısı ve faydalısı, hepsi Allah´ın takdiriyledir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi de îman ederlerdi. Sen niçin insanları mü´min olsunlar diye zorlamak istiyorsun "(Yunus,99), "Biz onlara melekler indirseydik, ölüler onlarla konuşsaydı, her şeyi bir araya getirip onların önünde toplasaydık, Allah dilemedikçe yine îmana gelmezlerdi."(el-En’am,111.), "Hiçbir kimse Allah´ın izni olmadıkça îman edemez."(Yunus,100.), "Eğer Rabbin dileseydi, insanları bir tek ümmet yapardı, fakat onlar ihtilafta devam edecekler. Ancak Rabbinin rahmet diledikleri müstesnadır. Allah da onları bunun için yarattı."(Huh,118-119.), "Allah´a kulluk edin, şeytanden çekinin. Her kavimde Allah´ın hidâyet ettiği kimseler ve sapıklığa sarılanlar da vardır."(en-Nahl,36.). "Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz."(el-İnsan,30.)Yâni Allah, takdiri ile dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Hz, Şuayb (a.s.) şöyle söylemişti: "Allah bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra yine o dine dönersek, Allah´a iftira etmiş oluruz. Onun için Allah´ın dilemesi dışında bizim sizin dininize dönmemize ihtimal yoktur. Rabbimizin ilmi her şeyi kaplamıştır. Biz Allah´a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz kavmimizle bizim aramızdaki davada doğrulukla hükmet. Sen her şeyin doğrusunu gösteren ve bildirenlerin en hayırısısın."(et-Tekvir,29) Hz. Nuh şöyle dedi: "Allah sizin helak edilmenizi dilerse, benim size öğüt vermem ve hayrınızı istemem size hiçbir fayda vermez. O Rabbinizdir, dönüşünüz onadır."(Hud,34.) Keza Yüce Allah şöyle buyurur: "O, andolsun ona (Yûsuf’a) niyet kurmuştu. Eğer Rabbinin burhanını görmese idi, oda onu kasdetmiş gitmişti. Biz böylece ondan kötülüğü ve hayasızlığı giderdik. Çünkü o bizim ihlasa erdirilmiş kularımızdandı."(Yusuf,24.) Keza Allah şöyle buyurur: "Biz Süleyman´ı denedik. Onun tahtı üzerine bir ceset attık. O da hemen Allah´a dönüp sığındı."(Sad,34.)



KADER BABI Başa Dön

Bize Ali b. Ahmed, Nusayr b. Yahya´dan haber verdi. O da Ebû Muti´nin şöyle söylediğini duyduğunu nakletti: Ebû Hanîfe (Allah ondan razı olsun) şöyle dedi: Bize Hammad´ın, İbrahim´den, İbrahim´in de Abdullah b. Mes´ud´dan naklettiğine göre, Hz. Peygamber (s. a.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki sizin herhangi birinizin yaratılması, ana karnında kırk gün nutfe, sonra bunun gibi bir kan pıhtısı, sonra bunun gibi bir parça et olarak devam eder. Daha sonra Allah ona bir melek gönderir, üzerine rızkını ve ecelini, saîd veya saki olacağını yazar. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah´a yemin ederim ki, kişi, Cehennemle kendi arasında bir zira mesafe kalıncaya kadar cehennemliklerin amelini işler, daha sonra ilâhi yazı onu geçer. Hiç şüphesiz bir kimse cennet ehlinin amelini işler, öyle ki cennetle kendi arasında bir zira mesafe kalmışken cehennem ehlinin amelini işler, sonra ölür ve cehenneme girer."(Bkz, el-Buharî, Bed´ül-Halk, 6; Ebû Dâvud, es-Sunne, 16; Ibn Hanbel, el-Musned, IV/7.)

-Marufu emreden, münkerden nehyeden, bu konuda insanlar kendine tâbi olmuşken, daha sonra cemaate karşı çıkan kimse için ne dersin Bunu doğru görüyor musun diye sordum.

-Hayır, dedi.

-Niçin Oysaki Allah ve Resulü, marufu emredip, münkerden nehyetmeyi emretmişlerdir. Bu gerekli bir farizadır, dedim. Şöyle cevap verdi:

-Orası öyle. Fakat kan dökmek, haramı helâl saymak ve malları yağmalamak gibi fiillerle, bozup ifsat ettikleri şeyler, ıslah ettiklerinden daha fazla olur. Oysaki Allah, Kur´ân´da şöyle buyurmuştur:"Mü´minlerden iki zümre birbiriyle döğüşecek olurlarsa, aralarını bulup barıştırın. Onlardan biri diğerine tecavüzde bulunursa, mütecaviz olan tarafla Allah´ın emrine dönünceye kadar savaşın."(el-Hucurat,9)

-Tecavüz eden zümreye karşı kılıçla mı vuruşuruz diye sordum.

-Evet, marufu emredersin, münkerden sakındırırsın. Eğer kabul ederlerse ederler, yoksa onlarla savaşırsın. İmam zalim de olsa, sen âdil zümre ile beraber olursun. Zîra Hz. Peygamber "Size zâlim olanın zulmü, âdil olanın adaleti zarar vermez. Sizin ecriniz size, onun vebali de ona aittir." (Bkz, İbn Mace, es-Sunen, el-Fiten, 9.)buyurmuştur, dedi.

-Tahkimci Havâriç için ne dersin diye sordum

-Onlar Havâric´in en kötüleridir, diye cevap verdi.

-Onları tekfir edebilir miyiz diye sordum.

-Hayır, fakat Ali ve Ömer b. Abdulaziz gibi hayırlı imamların yaptığı şekilde onlarla harbederiz, dedi.

-Hiç şüphe yok ki. Hariciler tekbir getiriyorlar, namaz kılıyorlar, Kur´ân okuyorlar. Ebû Ümâme hadisini hatırlamıyor musun O, Şam mescidine girdiğinde, oradaki Haricilerin reisleri ile karşılaştı. Ebû Galib el-Hımsî´ye: "Ey, Ebû Galip, bunlar senin memleketinin insanlarındandır. Bunların kim olduklarını sana bildirmek istedim. Onlar cehennem ehlinin köpekleridir. Onlar semâ örtüsünün altında öldürülenlerin en şerlileridir" der ve bu esnada ağlar. Ebû Gâlib ona: "Ey Ebû Ümâme seni ağlatan nedir Onlar müslümandılar, halbuki sen onların hakkında işittiklerimi söylüyorsun" dedi. Bunun üzerine Ebû Ümâme: "Onlar Allah´ın kendileri için ´O gün kiminin yüzleri ağarır, kiminin yüzleri kararır. Yüzleri kararanlara, siz îman ettikten sonra kâfir mi oldunuz Küfrünüzden dolayı azabı tadın, denilecek. Yüzü ağaranlar ise Allah´ın rahmetine kavuşurlar ve orada ebedî kalırlar.´(Al’i-İmran,106) buyurduğu kimselerdir." Bunun üzerine Ebû Gâlib, söylediğinin kendi görüşü mü yoksa Hz. Peygamber´den mi işittiğini sordu. Ebû Ümâme de, "Eğer ben bunu Hz. Peygamber´den bir, iki, üç... yedi defa duymamış olsaydım sizce haber vermezdim," dedi ve Havaric´i Allah´ın kendi üzerindeki nimetlerini küfürle tekfir etti… (Bkz, İbn Hanbel, el-Musned, V/250, 253, 256, 259.)Havâriç isyan edip, muharebe yapıp, yağmacılık ettikten sonra, sulh yapsalar, onlar daha önceki hareketlerinden dolayı takibata uğrarlar mı diye sordum. Şöyle cevap verdi:

-Harp bittikten sonra onlar için bir zarar yoktur, onlara had de tatbik edilmez. Kan dökmeleri de böyledir, kısas yapılmaz.

-Niçin diye sordum. Şöyle cevap verdi:

-Osman (r. a.)´ın katli hususunda, insanlar arasında ortaya çıkmış olan fitneden ashap; bir te´vil neticesinde kana bulaşanlara kısas yapılmayacağı, te´vil sonucu haram ilişkide bulunanlara had cezası uygulanmayacağı, yine te´ville bir mala sahip çıkan kimse için takibatta bulunulmayacağında ittifak ettikleri hadisinden dolayıdır. Fakat mal mevcut olursa sahibine iade edilmesi gerekir.

-Bir kimse kâfiri kâfir olarak bilmem, derse diye sordum.

-O kâfir gibidir, dedi.

-Eğer kâfirin son gideceği yer neresi olduğunu bilmem derse diye sordum.

-O, Allah´ın kitabını inkâr etmiş ve kâfir olmuş olur, dedi.

-Kendisine, sen mü´min misin diye sorulan kimse, Allah daha iyi bilir diye cevap verirse, bu kimse hakkında ne dersin diye sordum.

-Onun îmanında şüphe vardır, dedi.

-Îmanla küfür" arasında üç durumdan biri olan münafıklıktan başka bir durum var mıdır O kimse ya mü´min, ya kâfir veya münafıktır, dedim. O da:

-Hayır, îmanında şüphe olan kimse münafık değildir, dedi.

-Niçin diye sordum.

-Muaz b. Cebel´in arkadaşı ve İbnu Mes´ud´un hadisinden dolayı. Bana Hammad´ın Muaz b. Cebel´in ashabından Haris b. Malik´den haber verdiğine göre; Muaz b. Cebel´e ölüm geldi çattı. Bu durumda Haris de ağladı. Muaz Haris´e niçin ağladığını sordu, o da "ölümden dolayı ağlamıyorum. Biliyorum ki, Âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır. Fakat senden sonra bizim öğreticimiz kim olacak " dedi. Bir başka rivayet de "Senden sonra dini bilen kim " şeklindedir. Muaz da "Acele etme, Abdullah b. Mes´ud´a tabi ol," dedi. Daha sonra Haris, Muaz´a, "Bana vasiyette bulun," dedi. O da Allah ne dilediyse vasiyet etti ve "Âlimin sürçmesinden sakın," dedi.

Muaz vefat edince Haris Kûfe´de, İbnu Mes´ud´un ashabına geldi. Namaz için nida edildiğinde Haris: "Bu davete uyun, bunu dinleyip icabet etmek her mü´min için haktır," dedi. Ona bakıştılar ve "Sen muhakkak mü´min misin " diye sordular. O da "evet, elbette mü´minim," diye cevap verdi. Onlar birbirine bakıştılar. Abdullah b. Mes´ud gelince durum ona anlatıldı. O da Haris´e, onların söylediği gibi söyledi. Bunun üzerine Haris, başını eğdi, ağladı ve "Allah Muâz´a rahmet etsin," dedi ve İbnu Mes´ud´a vaziyeti anlattı. İbnu Mes´ud ona "Sen şüphesiz mü´min misin " diye sorunca o da "Evet," diye cevap verdi. İbnu Mes´ud "Sen kendinin cennet ehlinden olduğunu söylüyorsun," dedi. Bunun üzerine Haris de "Allah muâz´a rahmet etsin, bana âlimin zellesinden, münafığın da hükmünü kabulden kaçınmamı vasiyet etti," dedi. İbnu Mes´ud "Sen benim sürçmemi gördün mü " diye sorunca. Haris, "Allah aşkına söyle. Hz. Peygamber hayatta iken insanlar, gizli ve açık durumlarında mü´min, gizli ve açık durumlarında kâfir, gizlilik durumunda münafık ve açıktan mü´min olmak üzere üç gruptan ibaret değiller miydi Sen bu üç fırkanın hangisindensin " dedi. İbnu Mes´ud "Madem ki Allah için and verdin, söyleyeyim. Ben gizli durumda da, açık durumda da mü´minim," dedi. Bunun üzerine Haris kendisini niçin, elbette mü´minim dediğinden dolayı ayıpladığını sordu. İbnu Mes´ud da "Evet. Bu benim sürçmemdir. Onu benim üzerime gömün, Allah Muâz´a rahmet etsin," dedi. (Âlimin sürçmesi hakkında bk. ed-Darimi, Mukaddime, 23.)

-Ben cennetliğim diyen kimsenin durumu nedir diye sordum, Ebû Hanife:

-Yalan söylemiştir, o bunu bilmiyor. Mü´min îmanı sebebiyle cennete giren, işledikleri sebebiyle ateşte azap gören kimsedir, dedi.

-Eğer kendisinin cehennem ehli olduğunu söylerse dedim. Şöyle dedi:

-Yalan söylemiştir. Onun bu hususta bilgisi yoktur. Şüphesizki o, Allah´ın rahmetinden ümit kesmiştir. Ve şöyle devam etti: Mü´minin, gerçekten mü´minim demesi gerekir. Çünkü o, îmanında şüphe etmemektedir.

-Onun îmanı meleklerin îmanı gibi olur mu diye sordum.

-Evet, dedi.

-Amelde kusur ederse de, gerçekten mü´min midir diye sordum. Şöyle cevap verdi:

-Bana Hârise´nin hadisini söylediler. Hz. Peygamber ona, "Nasıl sabahladın " diye sordu. O da "Gerçek mü´min olarak sabahladım," dedi. Hz. Peygamber: "Söylediğine dikkat et, çünkü her hakkın bir hakikati vardır, senin îmanının hakikati nedir " dedi. Bunun üzerine Harise "Canım dünyadan vazgeçti, gündüzümde susuz, gecemde uykusuz kaldım. Ben sanki Rabbimin arşına bakıyorum, sanki cennette birini ziyaret eden cennetliklere nazar ediyorum, sanki ben cehennemde yığılan insanları görüyorum," dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "isabet ettin, devam et; isabet ettin, devam et," dedi ve daha sonra: "Kim Allah´ın kalbini nurlandırdığı kimseye bakmak isterse Harise´ye baksın," buyurdu. Daha sonra Harise: "Ey Allah´ın Resulü, bana şehit olmam için dua et," dedi. Hz. Peygamber ona dua etti ve sonunda şehit oldu. (Bkz. el-Buharî, ez-Zekât, 1; Müslim, el-îman, 15; Fedailu´s-Sahabe, 150.)

-Bazılarına ne oluyor da, mü´min ateşe girmez, diyorlar diye sordum. Şöyle cevap verdi:

-Cehenneme girenler tamamen îman etmişlerdir.

-Kâfirin durumu nedir dedim.

-Onlar o gün îman ederler, dedi.

-Bu nasıl olur diye sordum. Şöyle dedi:

-Allah Kur´ân´da şöyle buyurur: "Onlar bizim cezamızı görünce, biz yalnız Allah´a inandık, Allah´a ortak koştuklarımızı reddettik, dediler. Onların, azabımızı gördüklerinde îman etmeleri fayda vermez."(Mü!min,84,85)

Ebû Hanife (Allah rahmet etsin) şöyle dedi:

-Kim haksız yere başkasını öldürürse, yahut hırsızlık ederse veya yol keserse yahut facirlik eder veyahut günah işlerse veya zina ederse yahut da içki içer sarhoş olursa; bu kişi günahkâr mü´mindir, kâfir değildir. Bu durumda olanlar işlediklerinden dolayı cehennemde azaba uğrarlar, fakat îmanları sebebiyle cehennemden çıkarılırlar.

Ebû Hanife (Allah rahmet etsin) şöyle dedi:

-Îman edilecek hususların hepsine inanan, fakat İsa ve Musa peygamber midir değil midir diyen kimse kâfir olur. Keza kâfir cennete mi, yoksa cehenneme mi gider, bilmem, diyen kimse de: "Kâfirler için cehennem ateşi vardır, onlar öldürülmezler ki ölsünler..."(Fatır,36), "Onlar için yakılma azabı vardır."(el-Buruc,11), "Onlar için şiddetli azap vardır."(Al’i-İmran,5) âyetlerinden dolayı kâfir olur.

Ebû Hanife (Allah rahmet etsin) şöyle dedi:

-Said b. el-Müseyyeb´den bana ulaştığına göre, kâfirleri bulundukları mevkie indirmeyen onlar gibidir.

-İman eden fakat namaz kılmayan, oruç tutmayan, bu amellerin hiçbirisini işlemeyen kimseyi iman kurtarır mı diye sordum. Ebû Hanife şöyle dedi:

-Onun işi, Allah´ın dilemesine bağlıdır. Dilerse azap eder, dilerse rahmet eder. Ve şöyle devam etti: Allah´ın kitabından herhangi bir şeyi inkâr etmeyen kimse mü´mindir. Bana ilim ehlinden birinin haber verdiğine göre, Muaz b. Cebel Hınıs şehrine geldiği zaman insanlar onun çevresine toplandılar. Bir genç ona, "Namaz kılan, oruç tutan, beyti hacceden, Allah yolunda cihadda bulunan, köle azad eden, zekâtını veren ve fakat Allah ve Resulünden şüphe eden kimse için ne dersin " diye sordu. Muaz: "Onun için ateş vardır," dedi. O genç: "Namaz kılmayan, oruç tutmayan beyti haccetmeyen, zekâtını vermeyen fakat Allah ve Resulüne inanan kimse için ne dersin " diye sorunca, Muaz b. Cebel: "Onun için Allah´tan affedileceğini umar, azaba uğrayacağından da korkarım." dedi. Bunun üzerine o genç: "Ey Abdurrahman´ın babası, şüphe ile amel fayda vermediği gibi, iman ile beraber herhangi bir şey de zarar vermez." dedi ve çekip gitti. Muaz b. Cebel de "Bu vadide bu gençten daha bilgilisi yok," dedi.

Ebû Hanife şöyle dedi:

-Mütecaviz kimselerle, küfürlerinden dolayı değil, haddi tecavüzlerinden dolayı savaş et. Âdil zümre ve zâlim sultanla beraber ol. Fakat mütecavizlerle beraber olma. Cemaat ehlinde fasit ve zalimler mevcut olsa bile, onların içinde sana yardımcı olacak salih insanlar da vardır. Eğer cemaat zâlimler ve mütecavizlerden teşekkül ediyorsa, onlardan ayrıl. Çünkü Allah "Allah´ın arzı geniş değil miydi Hicret edeydiniz."(en-Nisa,97), "Ey mü´min kullarım, benim arzım geniştir. Ancak bana kulluk edin,"(el-Ankebut,56)buyurmaktadır.

Ebû Hanife şöyle dedi:

-Bize Hammad´ın İbrahim´den, onun da İbnu Mes´ud´dan rivayet ettiğine göre (Allah hepsinden razı olsun) Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Bir yerde ma´siyetler zuhur edip onu değiştirmeye gücün yetmezse, oradan başka yere git, orada Rabbine kulluk et." Ebû Hanife şöyle devam etti: Bana ilim ehlinden birinin Hz. Peygamber´in ashabından birisinden verdiği habere göre, Hz. Peygamber "Fitneden korktuğu yeri bırakıp, fitneden korkmadığı bir yere giden kimse için Allah yetmiş sıddîk ecri yazar." (Bk. el-Buharî, el-Iman, 12; İbnu Mace, el-Fiten, 16.)buyurdu.

Ebû Hanife şöyle dedi:

-"Bilmiyorum, Rabbim semada mı yoksa arzda mıdır " diyen kimse kâfir olur. Keza "Allah arş üzerindedir" diyen de; "Bilmiyorum, arş semada mı yoksa arzda mıdır " diyen de böyledir.

Allah´a dua ederken yukarıya yönelinir, aşağıya değil. Çünkü aşağının rubûbiyet ve ulûhiyet vasfı ile ilgisi yoktur. Nitekim hadiste şöyle rivayet edilir: Bir adam Hz. Peygamber´e siyah bir cariye getirdi ve benim üzerime mü´min bir köle azad etmek vacip oldu. Bu kâfi midir diye sordu. Hz. Peygamber de cariyeye "Sen mü´min misin " diye sordu. Câriye de "Evet," diye cevap verdi. Hz. Peygamber "Allah nerede " diye sorunca, câriye semaya işaret etti. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Bu câriye mü´mindir, azat et." Buyurdu. (. Bk. Müslim, el-Mesacid, 33; Ebû Davud, es-Salat, 167.)

Ebû Hanife şöyle dedi:

-"Kabir azabını bilmem" diyen kimse, helake uğrayan Cehmiyye´dendir. Çünkü o, Allah´ın "Biz onları iki defa azaplandıracağız."(et-Tevbe,101) -ki burada kabir azabı kastolunmaktadır- ve "Zâlimler, bundan başka azaba uğrayacaklar." (et-Tur,47) -Yani kabir azabına çarptırılacaklardır- âyetlerini inkâr etmiş olur. Eğer ´Ben âyete inanıyorum, fakat tefsir ve te´viline inanmıyorum." derse kâfir olur. Çünkü Kur´ân´da, te´vili tenzilinin aynı olan âyetler vardır. Eğer bunu inkâr ederse kâfir olur.

Ebû Hanife şöyle dedi:

-Bana bir zat, el-Minhal b. Amr´dan. o da İbnu Abbas´tan rivayet etti: Hz. Peygamber: "Benim ümmetimin en şerlileri ben ateşte değil, cennette olacağım, diyenlerdir."( Bu rivayetin kaynağını bulamadık.)buyurdu. Ebû Zübyan´dan bana rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber: "Ümmetimden müteelli olanların vay haline," buyurdu. Müteellinin kim olduğu sorulunca: "Onlar, filan kimse cennette, filan kimse de cehennemdedir, diyenlerdir." (Bk. el-Buhari, es-Sulh, 10.)buyurdu, Bana Nafi´nin ona da İbnu Ömer´in naklettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Allah kıyamet günü aralarında hükmedinceye kadar, ümmetimin cennette veya cehennemde olduğunu söylemeyiniz." (Bu hadisleri belirtilen lafızlarla bulamadık. Mâna ile rivayet edilmiş olması mümkündür) Bana Eban, ona da el-Hasen´in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber: "Allah şöyle buyuruyor: Kullarımı ben aralarında Kıyamet günü hükmedip, yerlerine göndermeden, siz cennet veya cehenneme göndermeyin." (Bu hadisleri belirtilen lafızlarla bulamadık. Mâna ile rivayet edilmiş olması mümkündür.)

dedi.

-Bana katilden ve onun arkasında namaz kılmaktan bahsedin, dedim. Ebû Hanife:

-Her takva sahibi ve günahkâr kimsenin peşinde namaz kılmak caizdir. Senin ecrin sana, onun günahı da kendisine aittir, dedi.

-İnsanlara kılıç ile karşı çıkan, çarpışan ve onlardan bir takım şeyler alanlardan bahsedin, dedim.

-Onlar çeşitli zümrelerdir, hepsi de cehennemdedir, dedi. Ve şöyle devam etti: Ebû Hüreyre (r. a.) Hz. Peygamber´in şöyle dediğini nakletti: "İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı, benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacak. En büyük cemaat ötesinde hepsi ateştedir." (Bk. et-Tirmizî, el-lman, 18; İbnu Mace, el-Fiten, 17, 18, 19; Ebû Davud, es-Sunne, 1.)Bana Hammad, İbrahim´den, o da İbnu Mes´ud´dan rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kim İslâm´da kötü bir şey ihdas ederse helak olur, bid´at çıkaran sapıklığa düşer, sapıklığa düşen de cehennemdedir." (el-Buhari, el-İ´tisam, 5, 6.)

Bize Meymun´un, ona da İbnu Abbas´ın haber verdiğine göre Hz. Peygamber´e gelen birisi: "Ey Allah elçisi, bana öğret," dedi. Peygamberimiz üç defa, "Git, Kur´ân öğren." buyurdu. Dördüncü defasında da: "Hak, sevdiğinden de sevmediğinden de gelse kabul et. Kur´ân´ı öğren, onun yöneldiği tarafa yönel." (Bk. İbnu Hanbel, V/386; Ebû Davud, el-Filen, 1.)buyurdu.

Bize Hammad, ona da İbrahim´in haber verdiğine göre, İbnu Mes´ud: "Şüphesiz en şerli şeyler sonradan ortaya konulanlardır. Her ihdas edilen şey, bid´at; her bid´at, dalalet, her dalalet de cehennemdedir." derdi. Allah Kur´ân-ı Kerîm´de şöyle buyurmaktadır: "Ona hak yoldan uzak kalmayı, kötülükten sakınmayı ilham ile öğretti."(eş-Şems,8) Keza, Allah Musa´ya: "Biz senden sonra kavmini imtihana uğrattık. Samirî de onları saptırdı."(Taha,85)buyurmaktadır.



Günah İşleyen Kimsenin Kafir Olduğu İddiasının Reddi Başa Dön



-Eğer bir kimse "günah işleyen kimse kâfirdir", derse, onun sözünü boşa çıkaracak cevap nedir diye sordum. Şöyle söyledi:

-Ona şöyle cevap verilir: "Yûnus´u da an. Hani o öfkelenerek çıkıp gitmiş, kendisini tazyik etmeyeceğimizi sanmıştı. Karanlıklar içinde niyaz ederek, Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim, ben zâlimlerden oldum, dedi."(el-Enbiya,87.) Buna göre o, zalim mü´mindir, kâfir ve münafık değildir. Hz. Yûsuf un kardeşleri: "Ey babamız, bizim için günahlarımızın bağışlanmasını dile. Biz muhakkak suçlu idik."(Yusuf,97.) dediler. Bu durumlarıyla onlar günahkârdırlar, fakat kâfir değildiler. Yüce Allah, Peygamberi Hz. Muhammed´e "Senin geçmiş ve gelecek günahını Allah´ın affetmesi için..."(el-Fetih,2.) buyurmuş, günahını yerine küfrünü dememiştir. Hz. Musa kıptîyi öldürmesi dolayısıyla günah işlemişti, fakat kâfir değildi.

Eğer o kimse "Ben inşallah mü´minim," derse, "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber´e salât ve selâm ederler, ey mü´minler, siz de ona salâvat getirin, ona lâyık olduğu şekilde selâm getirin."(el-Ahzab,56)âyeti gereğince "Eğer mü´minsen ona salâvat getir, değilsen getirme," denir. Keza Allah şöyle buyurur: "Ey iman edenler, cuma günü namaz için nida olunduğunda Allah´ın zikrine koşun, alışverişi bırakın."(el-Cuma,9.)

Muaz (r.a) şöyle dedi: "Kişinin Allah hakkında şüphesi, onun bütün iyiliklerini iptal eder. Allah´a iman ettiği halde masiyet işleyen kimsenin affedilmesi umulur, azap görmesinden de korkulur." Muaz´a soran kimse: "Şüphe iyilikleri giderdiğine göre, îman etmek de kötülükleri daha çok giderir." demişti. Muaz da: ´Yemin ederim, bu adamdan daha çok hayret edilecek bir kimse görmedim," dedi. Ona "Sen müslüman mısın " diye sordu. O da "bilmiyorum" dedi.

O kimseye "bilmiyorum," sözün doğru mu, yanlış mı diye sorulur. Eğer "doğru" derse şöyle söyle: "Dünyada doğru olan âhirette doğru değil midir ". Eğer "Evet," derse: "Kabir azabına, suale, kadere, hayır ve şerrin Allah´tan olduğuna îman ediyor musun " diye sor. "Evet" derse "Sen mü´min misin " diye sor. Eğer yine "bilmiyorum" derse, o zaman; bilmeyesin, anlamayasın, iflah olmayasın, de.

-Eğer bir kimse cennet ve cehennem yaratılmış değillerdir, derse diye sordum

-O kimseye şöyle de: Onlar bir şeydir, yahut bir şey değildir. Oysaki, Allah Kur´ân-ı Kerîm´de "Allah her şeyin yaratıcısıdır."(ez-Zümer,62.), "Biz herşeyi bir ölçü ile yarattık."(el-Kamer,49.), "Onlar sabah akşam ateşe karşı getirilecekler."(el-Mü’min,46.) buyurmaktadır, dedi.

-Eğer cennet ve cehennem fâni olacaktır derse diye sordum.

-Ona Allah Kur´ân´da cennetin nimetlerini "Kesilip tükenmeyen, yasak da edilmeyen"(el-Vakıa,32.) olarak vasfetmektedir, de.

Cennetlik ve cehennemlikler girdikten sonra cennet ve cehennem yok olacaktır diyen kimse de orada ebedî kalışı inkâr ettiği için, kâfir olur.

Ebû Hanife (r.a.) şöyle dedi:

-Allah-u Taâla mahlukların sıfatı ile tavsif edilemez. O´nun gazabı ve rızası keyfiyetsiz sıfatlarındandır. Sünnet ve Cemaat Ehli´nin görüşü budur. Allah gazap eder ve razı olur. Onun gazabı cezalandırması, rızası da sevabıdır, denemez. Biz onu, kendisini tavsif ettiği gibi tavsif ederiz. O birdir, hiç bir şeye muhtaç değildir. Doğurmamış, doğurulmamıştır, kendisine hiç bir şey denk değildir. Hayy, kayyum, kadir, duyan, gören, bilen O´dur. O´nun eli, kullarının elleri üzerindedir, fakat kulların eli gibi bir uzuv değildir. O ellerin yaratıcısıdır. O´nun yüzü yarattıklarının yüzü gibi değildir. O bütün yüzlerin yaratıcısıdır. O´nun nefsi yarattıklarının nefsi gibi değildir. Bütün nefislerin yaratıcısı O´dur. "Onun benzeri hiç bir şey yoktur. Duyan ve gören O´dur."(eş-Şura,11)

-Eğer Allah-u Taâla nerededir, diye sorulursa diye sordum.

-O kimseye: Yaratılmadan önce mekân yoktu, halbuki Allah vardı. Mahlukattan hiç biri yokken, "nerede" mefhumu mevcut değilken, Allah vardı. O her şeyin yaratıcısıdır, diye söyle. Eğer "Dileyen, dilenmiş olan şeyi ne ile diledi " denilirse "Sıfatla" de. O kudretle kadir, ilimle âlim, mülk ile mâliktir. Eğer "meşietle mi diledi, meşietle takdir edilip ilimle mi diledi " diye sorarsa: "Evet," diye cevap ver. ( Allah´ın dilemesi ilmine, ilim de maluma tabidir. Buna göre insan ihtiyarî fiillerinde mücber değildir.)
1. Bir kimse öldüğünde Münker ve Nekir melekleri gelerek ona Muhammed (s.a.v.) ve onun risaleti hakkında soru sorduklarında o bu sorulara cevap veremezse Allahu Teala kıyamete kadar azap mı eder, yoksa beli bir zamana kadar mı azap eder
2. Ölü mezarının yanına oturan kimseyi tanır mı Kur’an okumasını işitir mi
3. Ölü için sadaka verme, köle azat etme, kurban kesme ve vakıf olarak birşey bırakma gibi hayırlı amellerin sevabı ölmüş kimseye ulaşır mı
4. Kur’an okumanın sevabı ölüye ulaşır mı
5. Kur’an okuyucu Kur’an’dan birşey okuduğu zaman ve onu ölülere hediye ettiği zaman bu onlara ulaşır mı yoksa ulaşmaz mı Ve okunanı ölü işitir mi yoksa işitmez mi
6. Ölü için namazdan, sadakadan veya Kur’an okumadan veya buna benzer başka iyilik çeşitlerinden hediye edilerek sunulduğunda ölü onu bilir mi Bundan gelecek olan sevap ölünün amel defterine yazılır mı
7. Hesap ve azaptan sonra dünyada olduğu gibi birbirlerine yakın ve akraba olanlar buluşurlar mı
8. Günahkar olan bir kişi kıyamete kadar kabrinde azap görür mü Yoksa sadece münker ve nekir melekleri geldikleri zaman mı azap görür
9. Şehidlerin ruhu semada mıdır yoksa yerde midir
10. Müslümanların çocuklarının ruhu kendi kabirlerinin üstünde midir yoksa cennetteki İbrahim’in (a.s.) Beyti Mamur’da (cennetteki İbrahim’in (a.s.) evi) mıdır Yoksa başka bir yerde midir Cennette İbrahim’in (a.s.) onlara Kur’an okuttuğuna dair sabit bir delil var mıdır
11. Kabirdeki bir ölünün yakınına veya uzağına başka bir ölü defnedildiğinde kabirdeki ölü onu tanır mı ve dünyadaki diğer olup biten şeyler hakkında, yeni gelen ölüye soru sorar mı
12. Allahu Tealanın: “Şüphesiz sen kabirlerinde onlara işittirici değilsin.” (Fatır: 35/22) Ayetiyle Rasululah’ın:
“Muhakkak ki ölü sizin ayakkabınızın sesini işitir. Onu çıkarın” hadisi arasında nasıl bir uygunlaştırma söz konusu olabilir
13. Kabirdeki iki sorgu meleği herkesin kendi dili ile mi sorar
14. Çocuklar için olan sorgu bütün çocukları mı kapsar yoksa sadece müslüman çocuklar için midir
15. Kabirde çocuğa soru sorulur mu yoksa sorulmaz mı
16. Öldükten sonra sorgu melekleri geldiğnide ruh bütün bedene girer mi yoksa bedenin bir kısmına mı girer
17. Müslümanların ölen çocuklarınnı beraberinde anne ve babası olmaksızın cennete girmeyecekleri doğru mudur
18. Ölünün ruhu dünyadaki gibi görüp işitir mi
19. Kabir ölünün üzerine, işlemiş olduğu amellere göre genişleyip daralır mı
20. Kabir küçük büyük her ölüyü sıkıştırır mı
21. Ölüye Ruman adı verilen ve onu oturtup Münker ve Nekir’in sorularına nasıl cevap vereceğini öğreten bir melek gelir mi
22. Ana babanın çocukları için ağlamaları haram mıdır, mekruh mudur
23. Dünyadaki ömürden geri kalan zaman bilinir mi
24. Yezid b. Muaviye’ye lanet edilir mi
25. Hıdır ve İlyas İsrailoğulları’nın nebilerinden miydiler Ve o ikisi yeryüzünde hala hayatta mıdırlar yoksa değiller mi
26. Rasulullah (s.a.v.) zamanında ay tutulması odu mu Olduysa hangi yılda oldu
27. Ölüm meleği hakkında Süneni Şafii’de Müzeni’nin Şafiii’den rivayet ettiğibir hadiste ölüm meleğinin bir kaç ismi olduğuna dair bir rivayet vardır. Şafii’nin Sünenindeki Fıtır sadakası babında ölüm meleği için İsmail ismi geçmektedir. Acaba ona niçin Azrail deniyor



ÖNSÖZ

Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla.
Bizi İslamla şereflendiren Allah’a hamdolsun. Onun hidayeti olmasaydı biz doğru yolu bulamazdık. Ona hamd ve sena olsun. Onu her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederiz. ehadet ederim Rabbim ve mabudum ibadet edilmeye sadece ve sadece kendisinin layık olduğu Allah’tır. Ondan başkası batıldır. ehadet ederim ki Muhammed (s.a.v.) Allah’ın kulu ve Rasulüdür. Allah (c.c.) tarafından insanları şirkin karanlığından İslam’ın nuruna çıkartmak için gönderilmiştir. Allah’ın salat ve selamı Onun, ehli beytinin, mübarek sahabelerinin ve kıyamet gününe kadar onun yolunda yürüyenlerin üzerine olsun.
En doğru söz Allah’ın kitabı, en güzel hidayet Rasulullah’ın (s.a.v.) gösterdiği yoldur. En kötü şey İslam’da olmayan şeyler, yani bid’atlerdir. Her bid’at delalettir ve her delalet ateştir.
Bu kitap İbni Hacer el-Askalani’nin el yazması kitabından çevrilmiştir. Kitap Hicri 838-839 yıllarında ona akide konusunda sorulan soruların cevabını içermektedir. Bu el yazmasının iki nüshası vardır. Her iki nüsha da iki nüshası vardrır. Her iki nüsha da Darü’l-Kütüb el-Mısriyye’dedir. Birincisinin numarası 1559, ikincisinin numarası ise 25-566’dır. İkincisinin sayfa sayısı 88’dir.
Bu kitap da ikinci nüshaya göre hazırlanmıştır.



YAZAR HAKKINDA BİLGİ

Hicri 773, Miladi 1372’de doğmuştur. Hicri 852, Miladi 1449’da vefat etmiştir.
İsmi; Ahmed b. Ali b. Muhammed el-Kinani el-Askalani Ebu’l-Fadıl ihabiddin İbn-i Hacer’dir. Büyük bir tarih ve islam ilimleri alimi aynı zamanda büyük bir hadis alimidir. Ailesi Filistin’de olan Askalan şehrindendir. Kahire’de doğmuştur ve vefat etmiştir. Yazdığı kitaplar çoktur. Onlardan bazıları:
1- Ed-dürerü’l-kamine Fi e’yan el mietü’s-samine (4 cilt).
2- Lisanü’l-mizan (6 cüz).
3- El-Kafü eş-şaf fi tahric ehadisi’l-keşşaf.
4- Zeylü ed-dürer’ül-kamine.
5- Takribu’t-tehzib
6- Tehzibu’t-tehzib (12 cilt).
7- Ta’cilu’l-menfea bi zevaid rical el-eimmeti’l-erbea.
8- Buluğu’l-meram min edilleti’l-ahkam.
9- Tuhfetu ehlu’l-hadis an şuyuhu’l-hadis.
10- Nüzhetü’n-nazar fi tevhidi nuhbetü’l-fikr.
11- El-kavlü’l-müvedded Fi’z-zehbi an mütred El-İmam Ahmed.
12- Tebsir El-müntebih fi tahririr Müctebih.
13- Fethü’l-Bari fi şerh Sahihu’l-Buhari.
14- Subulu’s-Selam fi erh Buluğu’l-Meram.






Birinci Soru:
Bir kimse öldüğünde Münker ve Nekir melekleri gelerek ona Muhammed (s.a.v.) ve onun risaleti hakkında soru sorduklarında o bu sorulara cevap veremezse Allahu Teala kıyamete kadar azap mı eder, yoksa beli bir zamana kadar mı azap eder

Cevap:Ayet1 ve hadislerde bildirildiğine göre muhakkak ki kafirere ve küfri nifak işleyen kimselere sonsuza dek sürecek azap vardır.
Ahmed b. Hanbel’in Bera b. Azib’den rivayet edip Ebu Uvane’nin “Kabir sualleri hakkında” adlı kitabında sahih dediği uzunca hadisin son kısmında:
“Sonra onun (kabirde azap gören kişi) için ateşten bir delik açılır. Kıyamete kadar bu delikten o kişiye duman ve azap gelir.”
Başka bir rivayette de şöyledir:
“Sonra onun (kabirde azap gören kişi) için sağır, dilsiz ve kör bir adam gelir. Onda demirden bir çubuk vardır. ayet onunla bir dağa vursa dağ unufak olur. Bu çubukla ölüye bir darbe vurulur ve ölü paramparça olur. Sonra kabirdeki adam eski şekline döner, ve azap bu şekilde tekrarlanır.”
Ahmed ve Tirmizi’nin Ebu Hureyre’den rivayet ettiği ve İbni Hibban’ın “Kabir sualleri hakkındaki” kitabında rivayet edip sahih dediği hadis şöyledir:

(1) Bu konuda bildirilen ayetler şunlardır:
“Onlar (kafirler) ateşen çıkmayacaklardır.” (Bakara: 2/167)
“Deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmeyecekler.”
(A’raf: 7/40)
“Onlar tam olarak ölmezler. Onlardan azap da hafifletilmez. Kafirleri işte böyle cezalandırırız.” (Fatır: 35/3)
“Toprağa sıkıştır denilir. O, ölü üzerine kapanır ve ölünün uzuvları, birbirine geçer. Allah onu yattığı yerden diriltinceye kadar ona bu şekilde azap edilir.”
Tirmizi’nin Ebu Said’den rivayet ettiği hadis şöyledir:
“Yer onun üzerine kapanır ta ki uzuvları birbirine geçinceye dek. Ona yetmiş tane ejderha hazırlanır. Onlardan her biri yeryüzüne bir üflese ondan hiçbir şey kalmaz. İşte bu ejderhalar o ölüye hesap için tekrar dirilinceye dek ateş püskürtüp tırmalar.”
Bu haberlerin verdiği ortak mana:
Kafirlerin herbirine değişik şekilde azap edilmesidir.
İbni Ebi’d-Dünya “Kabirler” kitabında abi’den şunu nakletti: Bir adam bir kabrin yanından geçerken kabirden çıkan birini gördü. Öyleki başka bir adam ona demirden bir sopa ile vurunca adam yerin dibine geçiyordu. Sonra tekrar mezardan çıkıyor ve bu, bu şekilde tekrar ediyordu. Bu haber Rasulullah’a ulaşınca bu olayı şöyle açıkladı:
“İşte bu Ebu Cehil İbni Hişam’dır. O, kıyamete kadar böyle azap olunur.”

İkinci soru:
Ölü mezarının yanına oturan kimseyi tanır mı Kur’an okumasını işitir mi

Cevap:Bu soruda iki mesele vardır.
Birincisi: Ölünün kabrinin başına gelen kişiyi bilip, bilmemesi.
İkincisi: Okunan Kur’an’ı işitip, işitmemesidir. Soruyu yalnız kabre yakın olduğu zaman duyması veya kabirden uzak olduğu zaman duymaması diye ve Kur’an okumasını işitip, diğer sözleri işitmez diye sınırlandırmak anlamsızdır. Sorunun cevabında bunları ayrı ayrı açıklayacağız.
Ölünün mezarını ziyaret eden kişiyi tanıması ve onun söylediklerini işitmesi, tartışma konusu olan meşhur “Ölümden sonra ruhlar nerede ikamet eder ” sorusunun bir parçasıdır.
İbni Abdu’l-Bir ve diğer alimlerin rivayetine göre hadis ehlinin çoğu ruhun ölünün kabrinin etrafında olduğu görüşündedirler. Fakat bu alimler bunun şehitler için de geçerli olduğunu söylemekten çekinmişlerdir. Zira bu konuda zahirinden bunun tam aksi anlaşılan hadisler varid olmuştur. (Bu konudaki açıklama ilerideki bu soruların cevabında yapılacaktır). Nebilerin diğer bakımdan şehitlerden daha üstün olduğunda şüphe yoktur. üphesiz onların ruhları da şehitlerin ruhlarından faziletçe daha üstündür.
Bu ikisi dışındaki ruhlar mümin ve kafir olmak üzere ikiye ayrılır. Kafirlerin ruhu (daha önce geçtiği ve gelecek bazı soruların cevabında görüleceği üzere) keder, sıkıntı, tatsızlık, üzüntü ve azap içindedir.
Mü’minin ruhu ise eğer Allah’a isyan olarak ma’siyette bulunmuşsa kafirin azabından daha hafif olan bir azap içinde, eğer Allah’a itaat içinde yaşamışsa müjde ve sevinç içindedir. (Bu konudaki ayrıntılı açıklama ileride gelecektir). Sahih hadislerin zahirinden anlaşıldığına göre müminlerin ruhları yükseklerde, kafirlerin ruhları ise ateştedir.
Bu iki guruptaki ruhların da cesedle bağlantısı vardır. Fakat bu bağlantı manevi bir bağlantı olup, dünya hayatındaki ruh ile cesed bağlantısına benzemez. Bu olaya en çok benzeyen uyku hadisesidir. Uyuyanın ruhu cesedinden ayrılmıştır. Fakat ve bu bir daha dönmemek üzere olan tam bir ayrılık değildir. Burada ruhun cesedle olan bağları kuvvetlidir. Ölünün ruhu ise cesedinden tamamen ayrılmıştır. Fakat ruh ile beden arasında mü’min için nimetleri hissedecek, kafir içinse azabı hissedecek bir bağlantı kalır. Ehli Sünnetin tercih ettiği görüşe göre ruhlara verilen nimet ve yapılan azap beden tarafından da hissedilir. Buna göre berzah alemindeki nimet ve azap hem ruh, hem de bedene tattırılır.
Ehli Sünnet’ten bir kısmı ise bunun sadece ruha tattıralacağını söylerler. Bazı kitaplarda tercih edilen görüşü destekleyen manevi mütevatire2 ulaşmış birçok rüyalar yer almaktadır. Ebubekr İbni Ebi’d-Dünya “El-Kubur” kitabında Ebu Abdulah b. Mendeh “er-Ruh” kitabında Abdul Bir “el-İstizkar” kitabında Abdul Hak “el-Akibeh” kitabında ve diğer alimlerin kitaplarında bu hususta bir çok rüyalar nakledilmiştir. Bu rüyalar delil derecesine yükselmese de, eğer bu konuda bir delil yoksa bir tercih unsuru olabilir.
Bunu bu şekilde açıkladıktan sonra azap ve nimetin hem ruh, hem de bedenle tadılacağı hususunda şöyle söylüyorlar: Ölü kendisini ziyaret edeni bilir ve yanında Kur’an okuyanı da işitir. Çünkü ruh bedenden ayrılmadığına göre ölünün ziyaret edeni tanıması ve Kur’an okuyanı işitmesinde engel teşkil edecek birşey yoktur.
Azab ve nimetin sadece ruhlara tattıracağı görüşünde olanlar ise:
“Ölü ziyaret edeni tanıyamaz, Kur’an okuyanı işitemez” demiyorlar. Ancak bu görüş sahiplerinden bazıları; “Azap gören ruhların azabla, nimetlendirilen ruhların da nimetle meşgul oldukları için bunları işitmeyip, tanımayacaklar” derler.
Bunu söyleyenler azdır ve meşhur olan bu görüşün aksi olan görüştür. (Dördüncü sorunun cevabında bu tercih edilen görüşü kuvvetlendiren bazı şeyleri Allah’ın yardımıyla zikredeceğiz).

Üçüncü Soru:
“Ölü için sadaka verme, köle azat etme, kurban kesme ve vakıf olarak birşey bırakma gibi hayırlı amellerin sevabı ölmüş kimseye ulaşır mı ”

Cevap:Ehli sünnet alimlerinin çoğunluğuna göre ölü için sadaka vermenin sevabı ölmüş kimseye ulaşır. Ve ona fayda verir.
Bid’atçilerden bazıları ehli sünnetten ayrıldılar ve şöyle dediler:
“Ölen kimse için kendi yaptığından başka hiçbir şey fayda vermez.”
Fakat ölü hakkında sadakanın fayda vereceği meşrudur ve sahih haberlerle sabit olmuştur. Ve ölü bundan yararlanır. Bununla ilgili haberler Buhari ve Müslim ve diğer kitaplarda geçmektedir. Müslim’in sahibinin mukaddimesinde İbni Mübarek’ten nakledildiğine göre ölü için verilen sadakanın ona fayda vereceği konusunda ihtilaf yoktur. Alimler, mü’minlerin ölüye yapacakları istiğfar ve duaların ona fayda vereceğinde icma ettiler. Bu icma bid’atçilerin ölüye ancak hayatında yaptıkları fayda verir, diye sınırlandırdıkları şeklindeki görüşü reddeder.
Ölü için yapılan şeylerden sadaka, ona fayda verdiğine göre köle azadı, kurban yahut vakıf da sadaka gibidir ve ölüye fayda verme açısından aralarında hiçbir fark yoktur.
Ehli Sünnet alimleri bedenle yapılan ibadetler hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Seleften ve hanefilerden bazıları Ahmed b. Hanbel’den gelen bir rivayete dayanarak ölü için yapılan bedeni ibadetlerin de ölüye fayda vereceğinin sahih olduğu görşündedirler.
Diğer alimler ise bu konuda aksi görüştedirler.
Buhari, Müslim’de (İmam Malik ve afii gibi) geçen hadiste Aişe’den (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse velisi onun oruç borcunu tutsun.”
İbni Abbas’tan şöyle rivayet edildi.
Rasulullah’a (s.a.v.) bir adam geldi ve şöyle dedi:
“Benim annem bir aylık oruç borcuyla öldü. Onu kaza edeyim mi ” Rasulullah (s.a.v.):
“Evet kaza et” buyurdu. 3
Yine onun gibi şu hadis de buna delalet eder;
Büreyde (r.a.) diyor ki: “Bir kadın Rasulullah’a (s.a.v.) gelip şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Rasulu annemin bir ay oruç borcu vardı. Onu kaza edeyim mi ” Rasulullah (s.a.v.):
“Evet onun oruç borcunu tut.” dedi. Kadın:
“Annem haccetmemiş idi, onun yerine haccedeyim mi ” Rasulullah (s.a.v.):
“Evet onun yerine haccet” buyurdu.4
Hacc hakkında İbni Abbas’tan Buhari’de rivayet edilen hadis de bunun gibidir. Hacc gibi bazı bedeni ibadetlerin ölüye fayda vereceği kabul edildiğine göre diğer bütün bedeni ibadetlerin de ölüye fayda vermesine engel ne olabilir
Bütün müslümanların icması şudur ki: Borçlu olarak ölmüş bir kişinin borcu başkaları tarafından ödenmiş olsa bu ödeme ölüyü borçtan kurtarır. Hatta bu borcu mirasçılarından başka kimseler ödese bile bu geçerlidir.
Buhari ve Müslim’de şu rivayet geçmektedir:
“Ebu Katade (r.a.) bir kişinin iki dinarlık borcuna kefil oldu. Daha sonra kefil olduğu bu adam öldüğünde Ebu Katade ona aid borcu ödeyince Rasulullah (s.a.v.) ona:
“İşte şimdi onun derisine serinlik verdin” dedi.
İbni Hamden el-Hanbeli “Reaya” kitabında ölüye fayda versin diye, Allah’a yaklaşmak için yapılan herşeyin ölüye fayda vereceğini açıklamıştır. Bu amel ister mali olsun, ister bedeni olsun farketmez. Sadaka, köle azadı, namaz, hacc, Kur’an okuma gibi bütün amellerin sevabı ölüye fayda verir demiştir.
Sonra şöyle devam etti: Denildi ki bu amel işlenirken veya işlenmeden önce ölüye faydalı olsun diye yapmaya niyet edilirse bu ölüye ulaşır. Fakat amel yapıldıktan sonra sevabı ölüye olsun diye niyet edilirse olmaz. Hanbeli’lerden bazı alimler böyle bir şart koşarlar. Delilleri ise Rasulullah’ın (s.a.v.) ölü için hayır yapmak isteyen bir kişiye hiçbir zaman: “Allah’ım bu amelin sevabını şu kimseye ver, şu kimseye verme” diye söylemesini emretmemesidir.
Selefin de bir amel yaparken böyle şeyler söylediği nakledilmemiştir:
“Bazı alimler: “Bir ölü için bir amel yapılacaksa o amele başlarken ölü için niyet edilmesi şarttır, şayet amel bittikten sonra niyet edilirse bu geçersizdir” demişlerdir.
Bazı alimler şöyle demişlerdir:
“Amel yapıldıktan sonra amelin sevabını ölüye bağışlanması geçerlidir. Zira kişi ibadet ettikten sonra şöyle dua eder: “Allah’ım! Bu amelin sevabını falan ölüye ulaştır.” Bundan dolayı bu alimler amele başlamadan önce ölü için niyet etmeyi şart koşmamışlardır. Doğru olan Rasule ittibadır.
Bu konuda; niyeti, amelin başlangıcında şart koşan görüş tercih edilir. Çünkü ameller niyetlere göredir. (İnşallah bu soruların sonuna doğru bu konuda daha geniş açıklama gelecektir.)

Dördüncü Soru:
Kur’an okumanın sevabı ölüye ulaşır mı Şayet ulaşırsa kabir yanında okunduğu zaman mı, yoksa uzakta okunduğunda mı ulaşır Ve ölü okuma sevabının tamamını mı, yoksa dinleme sevabını mı alır


Cevap: Burada iki mesele var. Bu meselelerden birincisi, ikinci meselenin bir parçasıdır.
Ben bu konuda Hanbeli mezhebinin şu görüşünü tercih ettim.
Okuyucu, ölü için niyet edip okumaya yöneldiğinde okuduğu Kur’an ölüye fayda verir ve sevabı da ona ulaşır.
Bazı alimler şöyle dedi: “Okumanın başında ölü için okumaya niyet etmek şart değildir. Bilakis önce okuyup sonra bunun sevabını ölüye hediye ederse bu sevap ölüye ulaşır. Daha önce zikrettiğim gibi birinci görüş tercih edilmiştir.
Bu iki görüş arasında yani Kur’an’ın kabirde okunmasıyla kabirden uzakta okunmasının sevabının ölüye ulaşması hususunda fark yoktur. Her iki durumda da okumanın sevabı ölüye ulaşır.
Bazı afii’ler ölü ancak dinleme sevabı alır dediler. Bu görüşün iki kurala dayandığını söylediler.
Birincisi: Sevabı hediye etmek sahih değildir.
İkincisi: Ruhlar kabirlerin etrafındadır.
Azaplanmayı ve nimetlenmeyi bedenlerinin hissetmesi sebebiyle ölülerin ruhları, kabirle ve bedenle manevi bir birleşmeyle birleşmişlerdir.
(Bedenin azap ve nimeti hissetmesinin sabitliği daha önce açıklanmıştı.)
Bunun için ölü okumayı duyar ve duyunca da dinleme sevabı ona ulaşır. Bu söz, söyleyen kişiyi çıkmaza sokar. Çünkü ölünün idraki ve duyuşu mükellef kişilerin (dirilerin) idraki gibi değildir. Bu konuda Allah’ın fazlına ihtiyaç duyar. Allah isterse ölüye duyma nimetini verebilir.
afiilerden bazıları okuma sevabı konusunda başka bir görüş ileri sürdüler. Kur’an okurken ölü için niyet edilirse bu doğru olmaz.
Eğer önce kendisi için okur, sonra bu sevabın ölüye ulaşması için Allah’a dua ederse ölüye sevabın ulaşması bu şekilde mümkün olur. Zaten bu da dua hükmündedir. Onun işi Allah’a kalmıştır, isterse onun duasını kabul eder, isterse kabul etmez. Bu söz onlarda şu sözü söyleyen kimsenin sözüne zıt değildir. Sevabı hediye etmek doğru değildir. Çünkü kul, mal konusunda hibe etme hakkına sahip olduğu gibi, ibadetler (sevap) konusunda herhangi bir tasarruf hakkına sahip değildir. Çünkü burada okuma sevabının ölü için olmasını amaçlıyor, veya sevabını ölüye verdim diyor. Bu görüş daha önce zikredilen duaya zıttır. Daha önce de geçtiği gibi sevabın ölüye ulaşması kesin değlidir. Kabirde Kur’an okuma hakkında sahabelerden gelen rivayetler azdır. Fakat dört mezhep zamanından günümüze kadar müslümanlar Kur’an’ı ölünün mezarının yanında okumayı sürdüregelmişlerdir.
Ahmed İbni Muhammed İbni Harun Ebubekir il-Hilal bu konuda “Cami” kitabında şöyle dedi:
“Abbas İbni Ahmed id-Devri bize şöyle dedi:
“Ahmet İbni Hanbel’e kabirlerin yanında Kur’an okumak konusunda birşey bilip, bilmediğini sordum.
“Bilmiyorum” dedi. Sonra dediki:
“Yahya b. Muin’e sordum. Mübeşşir b. İsmail el-Halebi’den şöyle dedi:
“Abdurrahman İbnil Ala b. El-Lahlah’ın babasından şöyle dedi:
“Babam dediki:
“Ben öldüğüm zaman beni lahite koy ve Allah’ın adıyla Rasulullah’ın sünneti üzere de başımın yanında Bakara’nın başlangıcını ve sonunu oku.
Ben İbin Ömer’in de bu şekilde vasiyet ettiğini duydum.
Sonra Hilal başka bir rivayette şöyle dedi:
“Ahmed İbni Hanbel’e bir cenazede iken ölü defnedilince, kör bir adam kabrin yanına gelerek Kur’an okudu. Ahmed b. Hanbel ona şöyle dedi:
“Ey adam kabrin yanında Kur’an okumak bid’attir.”
Muhammed İbni Kuddeme ona şöyle dedi:
“Ey Eba Abdullah! Mübeşşir el-Halebi hakkında ne diyorsun ” Ahmed b. Hanbel dedi ki:
“Güvenilir bir zattır.” Ona Mübeşşir’il-Halebi’nin daha önceki yukarıda zikredilen hadisini zikredince Ahmed b. Hanbel (r.a.) ona şöyle dedi:
“Adam git ve okumasını söyle.”
Hilal aynı şekilde şöyle demiştir:
“Ebubekr el-Mervezi bize şöyle demiştir:
“Ahmed İbni Muhammed İbni Hanbeli’yi şöyle derken işittim:
“Kabirlere girdiğiniz zaman: Fatiha, Felak, Nas ve İhlas surelerini okuyun ve okuduklarınızı kabir ehline hediye edin, böylece bu okuduklarınızın sevabı onlara ulaşır.”
Aynı şekilde Zaferani’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “ afii’ye (r.a.) kabri yanında Kur’an okuma hakkında sordum” O şöyle dedi:
“Bir sakınca yoktur.” Zaferani güvenilirdir ve afii’nin eski görüşünü rivayet etmiştir ve afii’den rivayet ettiği bu rivayet gariptir. afii’nin yeni görüşünde eski görüşüne muhalif bir şey varid olmadıkça eski görüşüyle amel edilir, fakat afii’nin Kur’an’ın sevabının ölüye ulaştığını söylediği yeni görüşü şöyledir:
“Kur’an zikrin en şereflisidir. Zikir zikredildiği yer için bir bereket sağlar ve bu bereket orada bulunanlara yayılır” Bu görüşün temeli şuna dayanmaktadır: Kabre iki hurma dikildiği zaman bunlar yaşadıkları müddetçe Allah’ı tesbih ederler. Böylece onların tesbihleri sonucu kabirde sahibi için bir bereket hasıl olur. Ve bu bereket, dallar kuruyuncaya kadar devam eder. Rivayetin bu tefsiri bazı müfessirlere göredir. Bitkilerin Allah’ı tesbih etmesinin bereketi hasıl olunca zikirlerin en şereflisi olan Kur’an ki hayvan, bitki ve cansızlardan daha şerefli olan Ademoğlu tarafından okunuyor, bilhassa okuyan salih kişi ise bu Kur’an’ın bereketinin hasıl olması tabiiki daha evladır. Allah en iyisini bilir.
İçinde Abdulhak’ın da bulunduğu bir gurup alimler ölünün duymasına, ölü hakkında selam vermenin meşruiyetini delil olarak göstererek şöyle dediler:
“Eğer ölü selamı işitmeseydi onlara yapılan hitap boş ve faydasız olurdu.” Bu zayıf bir görüştür. Çünkü bu, bunu gerektirmez. Namazdaki teşehhüdde Rasulullah’a (s.a.v.) hitaben selam söylenir. Elbette Rasulullah teşehhüdde ona bütün selam söyleyenleri duymaz. Mezarların yanından geçen kimsenin mezardaki mü’minlere selam söylemesi ölülerin, o selamı duymasını gerektirmez. Bu dua mahiyyetindedir. Ve “ey Rabbim! Onların üzerine selam olsun” demektir. Aynı şekilde namazda Rasule “Ey Allah’ın Rasulu! Selam senin üzerindedir” demek yani: “Ey Rabbimiz! Salat ve selamı Rasul’ün üstüne yap” demektir. Buhari ve Müslim’deki bir hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bizim üzerimize ve salih kulların üzerine selam olsun” dediğinde bu söz bütün salih kullara ulaşır.
Aslında bu söz Allah’tan bir istemedir. O sözün manası “Allah’ım salih kullara selam söyle” manasındadır.

Beşinci Soru:
Kur’an okuyucu Kur’an’dan birşey okuduğu zaman ve onu ölülere hediye ettiği zaman bu onlara ulaşır mı yoksa ulaşmaz mı Ve okunanı ölü işitir mi yoksa işitmez mi

Cevap: Bu ihtilaflı bir konudur. En iyi olan okuyucunun şöyle demesidir:
“Allah’ım eğer bu okuyuşumdaki amelimi kabul ettiysen bunun sevabını senden bir lütuf olarak filana ver.” Eğer böyle demeyip de: “Allah’ım okuduğum Kur’an sevabını filana ver” derse; bu sevabın ölüye ulaşıp ulaşmaması alimler arasında ihtilaflıdır.
Birinci söz (yani eğer Kur’an okuyuşumu kabul ettiysen bunun sevabını senden bir lütuf olarak filan kişiye ver) dua mahiyetindedir. Allah dilerse onu kabul eder, dilerse kabul etmez. Allah bunu kabul etmişse muhakkak ki ölüye fayda verir.

Altıncı Soru:
Ölü için namazdan, sadakadan veya Kur’an okumadan veya buna benzer başka iyilik çeşitlerinden hediye edilerek sunulduğunda ölü onu bilir mi Bundan gelecek olan sevap ölünün amel defterine yazılır mı


Cevap: Sadakanın sevabı ölüye ulaşır ama namazın ve orucun sevabının ona ulaşıp ulaşmadığı hususu ihtilaflıdır. Gerçi ölü hayatta iken tutamadığı oruçlarının velisi tarafından tutulması veya birisine tutturulması durumunda bu sevap ölüye ulaşır. Hac meselesinde de ücretle veya kendiliğinden veya ölen kişinin vasiyetiyle, ölünün hayattayken eda edemediği hac farizasının eda ettirilmesi caizdir. Ancak Kur’an okumanın sevabının ona ulaşıp ulaşamayacağı konusunda alimler arasında meşhur bir ihtilaf vardır. ehirlerin bir çoğunda ölü için Kur’an okumak adet halini almıştır. Kur’an okumasının bereketinin ölüye fayda vermesi hususunda ihtilaf yoktur.
Müslim’in sahihinde sabit olduğuna göre ölünün ancak şu üç konudaki ameli kesilmez. “Onun için dua eden salih oğul, faydalanılan ilim veya sadakai cariye” Bu hadis Sünende ve İbni Huzeyme’nin sahihinde geçmektedir.


Yedinci Soru:
Hesap ve azaptan sonra dünyada olduğu gibi birbirlerine yakın ve akraba olanlar buluşurlar mı

Cevap:Bu soruda bir kusur vardır. Eğer bu “hesap ve azaptan sonra” dan kastedilen kişiler cennete ve cehenneme yerleştirildikten sonrası ise böyle bir soruya gerek yoktur. Zaten cennet ehli toplanıp birbirlerini ziyaret edecek cehennem ehli ise toplanıp birbirleriyle atışacak.
Eğer “hesap ve azaptan sonra”dan kasdolunan kabirdeki sorgu ve sualden sonraki durum ise kabirdeki olaylara hesap denilemez. Allah’ın diledikleri dışında insanların çoğu kıyamet günü hesaba çekilecektir. Baazı insanlar azap görecek, bazıları ise görmeyecektir. Kabir sorgusu ve azaptan, kıyamet günü yapılacak olan sorgu ve azap kastedilmemesi gerekir.
Birçok hadiste ölülerin ruhlarının karşılaşacağına dair rivayetler vardır. Bunlardan İbnü Ebid Dünya’nın “Kubur” adlı kitabında Said ibni Müseyyeb’ten şöyle bir rivayet vardır.
O şöyle dedi! Selman’ı Farisi ile Abdullah İbni Selam karşılaştılar. Biri diğerine:
“Eğer sen benden önce ölürsen öldükten sonra benimle buluş ve Allah tarafından karşılaştığın şeyleri bana anlat. Eğer ben senden önce ölürsem seninle buluşup Allah tarafından karşılaştığım şeyleri sana haber veririm.” Diğeri şöyle dedi:
“Evet. Cennetteki ruhlar diledikleri yerlere giderler”

Sekizinci Soru:
Günahkar olan bir kişi kıyamete kadar kabrinde azap görür mü Yoksa sadece münker ve nekir melekleri geldikleri zaman mı azap görür

Cevap: Bu, işlenen günahın büyük veya küçük olmasına göre değişir. Bazı ölüler affedilebilir. Bazıları afedilmez. Bazı günahkarlar azap görmeyebilir. Ve bazıları için azap sürekli olur. Bazılarından ise azap daha sonra kaldırılabilir.
Bu konuya ilişkin hadislerden örnekler vardır.
Halid İbni Urfefa ve Süleyman İbni Sard’dan Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Karın ağrısından ölen kimseye kabrinde azap edilmez.” (Ahmed, Nesai, İbni Hibban)
Abdullah İbni Ömer’den (r.a.) rivayet edilen bir başka hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Cuma gecesi veya cuma günü ölen hiçbir kimse yoktur ki Allah onu kabir fitnesinden korumuş olmasın.”
(Tirmizi ve Hakim rivayet etti ve sahih dedi)
İbni Abbas’tan o şöyle dedi: “Bir adam kabrin üstünü örterken mülk suresini okuyan bir adam gördü. Sonra adam bunu Rasulullah’a (s.a.v.) haber verdi. Rasulullah da (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Bu sure engeldir, kurtuluştur ve bu kabirdeki kimseyi kabir azabından korur.” (Tirmizi rivayet etti ve hasen dedi)
Semura İbni Cundub’dan (r.a.) Rasulullah’ın uzun rüyasından bahseden hadiste Rasulullah şöyle buyurmuştur:
“Kendi ağzını yırtan ise işte o yalan söyleyip yalanı ufuklarda çıkıp yayılan kişidir. İşte bu yalancı kıyamete kadar bu şekilde azap edilcektir.” (Buhari)
Yine aynı hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
“Başı parçalanan kişi ise Allahu Teala bu adama Kur’an öğretmiş, bu adam geceleri uyuyup gündüzleri de bununla amel etmemişti. İşte bu kimseye kıyamete kadar bu şekilde azap edilecektir.”
Ebu Hureyre (r.a.) İsra kıssasını anlatırken Rasululah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet etmiştir:
“Başları kaya ile ezilen bir kavmin yanından geçtim. Başları ezildikçe tekrar eski hallerine dönüyorlar ve tekrar eziliyor. Onların üzerinden bu azaptan hiçbirşey kaldırılmayacaktır.” ( Bezzar, Beyhaki rivayet ettiler).
Bu gibi hadisler çoktur. Bazı günahkarlardan kabir azabının hafifletileceğine delalet eden hadislerden birisi de İbni Abbas’tan rivayet edilen iki hurma dalı hadisidir.
Kabirde bazı günahlarından dolayı azap gören ve üzerlerine Rasulullah’ın (s.a.v.) hurma dalları koyduğu iki kişi müslümandırlar. Bunların kafir olduklarına dair herhangi bir rivayet yoktur. En iyisini Allah bilir.

Dokuzuncu Soru:
Şehidlerin ruhu semada mıdır yoksa yerde midir

Cevap: Şehitlerin ruhu istediği yere gider sonra arşta asılı olan kandillerde geceler.
İbni Mesud şöyle dedi: “ ehitlerin ruhu hakkında Rasululah’a (s.a.v.) sorduk. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“ ehitlerin ruhu yeşil kuşların içindedir. Arşta bu kuşlar için asılı kandiller vardır. Bu ruhlar cennette dilediği yerde dolaşırlar. Sonra bu kandillerde gecelerler.” (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Darimi)
Ahmed b. Hanbel İbni Abbas’dan (r.a.) hasen olarak şu hadisi nakletmiştir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“ ehitlerin ruhu cnenetin kapısı üzerindeki bir nehir kenarındadır. Rızıkları sabah, akşam cennetten onlara çıkartılır.”
Bu iki hadis arasında bir zıtlık yoktur. Çünkü şehitlerin ruhunun kenarında bulundukları nehir cennetin kapısındadır. Müslim’de geçen hadiste ruhların geceledikleri kandillerin de cennetin kapısının yanında olma ihtimali vardır. Bundan dolayı iki hadis arasında zıtlık yoktur.
Buhari ve Müslim’de İbni Ömer’den şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Her ölüye kabrinde cennetteki veya cehennemdeki yeri sabah ve akşam gösterilir ona: “İşte bu sana dirilinceye kadar hergün gösterilecektir” denilir.
Bu hadis diğer hadislerle zıtlık teşkil etmez. Çünkü bu hadis şehit olmayan kişilerin durumunu anlatıyor.

Onuncu Soru:
Müslümanların çocuklarının ruhu kendi kabirlerinin üstünde midir yoksa cennetteki İbrahim’in (a.s.) Beyti Mamur’da (cennetteki İbrahim’in (a.s.) evi) mıdır Yoksa başka bir yerde midir Cennette İbrahim’in (a.s.) onlara Kur’an okuttuğuna dair sabit bir delil var mıdır

Cevap: Kuvvetli olan görüşe göre mümin’lerin ruhu Allah’ın dilediği yerdedir. Ve kabirdeki cesetlerle bir bağlantısı vardır. Yine kabirde gördüğü mükafatı beden ve ruhlarıyla hissederler. Ruh ceset arasında olan bağlantının nasıl olduğnu bilemeyiz. Bu dünyadaki cesetle, ruh bağlantısına benzemez. Müslüman çocuklarının ruhu hakkında ise şu sahih hadis vardır: Rasulullah’ın (s.a.v.) gördüğü uzun rüya hadisinde Rasulullah (s.a.v.) müslüman çocuklar hakkında şöyle der:
“Müslüman çocuklarının ruhu İbrahim’in (a.s.) yanındadır.”
Bu hadis Buhari’de geçer. Bu hadisin hiçbir rivayetinde İbrahim’in (a.s.) onlara Kur’an okuttuğuna dair bir söze rastlanmamıştır.


Onbirinci Soru:
Kabirdeki bir ölünün yakınına veya uzağına başka bir ölü defnedildiğinde kabirdeki ölü onu tanır mı ve dünyadaki diğer olup biten şeyler hakkında, yeni gelen ölüye soru sorar mı

Cevap: Evet. Bunun hakkında hadisler varid olmuştur. Bu hadislerden bazıları:
İbni Ebid Dünya’nın, Ebiz Zübeyr’den onun da Cabir’den rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Ölülerinizin kefenlerini güzel seçin. Çünkü onlar kefenlerinden dolayı övünürler ve kabirlerinde birbirlerini ziyaret ederler.”
İbni Mübarek, Ebu Eyyüb’den mevkuf olarak rivayet ettiği ve Taberani’nin buna benzer Rasululah’a merfu olarak rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Sağ olanların amelleri ölülere gösterilir. İyilik görürlerse sevinirler ve rahatlarlar. Eğer kötülük görürlerse Allah’ım onlara hidayet ver derler.”
Bu rivayette defnedilenlerin onların yakınında veya uzağında olduğuna dair bir kayıt yoktur. Fakat sadece yakınlarında defnedilenleri duyabilmeleri de mümkündür.
İbni Ebid Dünya şöyle rivayet etti: “Osman İbni Abdullah, Said İbni Cübeyr’e şu soruyu sordu:
“Ölülere sağ olanların haberi gelir mi Said İbni Cübeyr:
“Evet” dedi.
Bir kişi öldüğünde yakın akrabalarının haberlerini diğer ölülere ulaştırır. Mezardaki kişi haberler hayır ise sevinir, şer ise üzülür.
(Bu hadisi Tirmizi, Taberani, Enes İbni Malik’ten Rasulullah’a merfu olarak rivayet etmişlerdir).
Buhari’nin tarihinde Numan İbni Beşir’den Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Kabirlerde bulunan kardeşlerinize eziyet etme hususunda Allah’tan korkun. Çünkü amelleriniz onlara gösterilir.”
Hakim rivayet etti ve sahih dedi).
“Kabirler” kitabında İbni Ebid Dünya şöyle rivayet etmiştir. Yahya b. Abdurrahman b. Ebi Lebibe o da babasından o da dedesinden şöyle rivayet etmişlerdir:
“Bişr İbni Berra b. Ma’rur öldüğünde annesi ona çok üzüldü ve Rasulullah’a (s.a.v.) annesi şöyle dedi:
“Beni Seleme’den ölenler olarak ölüler birbirini tanır mı ki ben Bişr’e selam göndereyim ” Rasulullah (s.a.v.) ona:
“Evet ey Bişr’in annesi! Kuşların birbirini tanıdıkları gibi onlar da birbirini tanırlar.”
Bunun üzerine Beni Seleme’den bir kişi ölüm döşeğine düşse Bişr’in annesi ona gidip Bişr’e selam söyle derdi.
Taberani başka bir yoldan şöyle rivayet etti:
“Bişr’in annesi, Ka’b İbni Malik ölüm döşeğine düştüğü zaman ona gelip:
“Bişr’e selam söyle” dedi.
Bu rivayet Ebu Lebibe’nin rivayetini desteklemektedir.
Sufyan İbni Uyeyne, Amr İbni Dinar’dan o da Ubeyd İbni Umeyr’den şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Kabir ehli sağ olanların haberlerini beklerler. Bir kişi öldüğünde ona gelirler ve:
“Filanın durumu nasıl ” diye sorralar. O da:
“Salih bir kişidir” diye cevap verir.
“Peki falan kişi ne yaptı ” derler. O da:
“O size gelmedi mi ” der. Onlar:
“Hayır bize gelmedi” derler. O da:
“Biz Allah’A aidiz ve ona döneceğiz” dedikten sonra:
“Demekki bu bizim yolumuzdan başka bir yola gitti” derler. Bu rivayet Ubeyd İbni Umeyr’in sözüdür. Ubeyd İbnü Umeyr; tabiin alimlerinin en büyüklerinden birisidir. Ona ulaşan senet sahihtir. Bu gibi kişiler kendi görüşlerinden birşey söylemezler. Bu rivayet mürsel hükmündedir.
Nesei’ni Ebu Hureyre’den Rasulullah’a merfu olarak rivayet ettiğibuna benzer bir rivayeti vardır. Bu rivayetin sonunda şöyle bir ibare vardır. “Onlar yeni ölen kişiye: “Filan kişi ne haldedir ” diye sorduklarında yeni kişi:
“O daha size gelmedi mi ” diye sorunca onlar:
“Hayır” deyince,yeni ölen kişi:
“Demekki o cehenneme gitti” der.
İbni Mübarek’in Ebu Eyyüb’den Rasulullah’a merfu olan buna benzer bir rivayeti vardır.
Taberani Ebu Eyyüb’den şöyle rivayet etmiştir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Mü’min kişi ölünce salih kullar bu kişiyi müjdeleyici bir kişinin karşılandığ gibi karşılarlar ve birbirine onu rahat ettirelim derler. Sonra ona: “Filan erkek ne yaptı Filan kız ne yaptı Evlendi mi diye sorarlar. Fakat ondan önce ölmüş olan bir kişi hakkında sorduklarında; “O cehenneme gitti” der.”1
(1) Taberani Kebir’de ve el-Evsat’ta zayıf senetle rivayet etti. (Mecma ez-Zevaid, İbni Hacer el-Heytemi).
Bir rivayetlerden anlaşılıyorki ölülerin ruhu birbirleriyle buluşurlar ve konuşurlar. Fakat bu, dünyadaki buluştukları gibi değildir.
Çünkü Berzah hayatı (kabir hayatı) dünya hayatına benzemez. Dolayısıyla orada olan olaylar dünyadikelere benzemez. Alah daha iyi bilir.

Onikinci Soru:
Allahu Tealanın: “Şüphesiz sen kabirlerinde onlara işittirici değilsin.” (Fatır: 35/22) Ayetiyle Rasululah’ın:
“Muhakkak ki ölü sizin ayakkabınızın sesini işitir. Onu çıkarın” hadisi arasında nasıl bir uygunlaştırma söz konusu olabilir

Cevap: Hadis’in naklinde bir bozukluk vardır. Sanki o, şu iki hadisten birleştirilmiştir:
İlki: “Muhakkak ki ölü kendisinden ayrılanların eve döndüklerinde ayakkabılarının seslerini işitir.”
Diğeri: “Ey iki ayakabı sahibi! Ayakkabıların ıçıkar.”
Buhari ve Müslim’de geçen iki hadis Enes’den (r.a.) şu şekilde rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v.) dedi ki:
“Bir kimse kabre gömüldüğünde yakınları geri dönüp ondanu zaklaşınca onların ayakkabılarının sesini işitir.”
İkinci hadis: Ebu Davud, Nesei, ibni Mace’de yer almaktadır. İbni Hibban’ın rivayet edip sahih dediği Beşir İbni Hasasiye’den rivayet ediline hadiste şöyle bir ibare vardır: “Ayağında ayakkabılar olan bir adam kabirlerin üzerinde yürürken Rasulullah (s.a.v.) ona dedi ki:
“Ey iki ayakkabı sahibi! Ayakkabıların çıkar.”
Adam Rasulullah’ı (s.a.v.) görünce onu tanıdı ve ayakkabısını çıkardı.”
Bu hadisi tahriç eden Beyhaki: “Bu hadis ancak bu senedle bilinir” dedi.
Taberani Usmet İbni Malik’den rivayet ettiğihadisi şöyle nakleder: Rasulullah (s.a.v.) ayağında ayakkabı olduğ uhalde mezarlıkta yürüyen bir adamg ördü ve ona dedi ki:
“Ey filan ayakkabı sahibi! Ayakkabını çıkar.” (Bu hadisin senedi zayıf).
Bunları açıkladıktan sonra alimlerin de hadisle ayet arasındaki uygunlaştırma konusunda görüşleri vardır.
Onlardan bir kısmı ayetleri te’vil edip hadisin zahirine gör amel ettiler ve onun bütün ölüleri kapsadığını söylediler. (Yani bütün ölüler ayak seslerini duyarlar).
Onlardan diğer bir kısmı da Katade’nin dediği gibi bunu sadece Bedir ölüleri için haslaştırmışlardır. Katade bu hadisi zikrettikten sonra şöyle dedi:
“Allahu Teala onları diriltti. Ta ki azarlanarak üzüntü ve pişmanlık içinde Rasululah’ın sözünü duydular.”
Başkaları da onu sadece belli zamanlar kabir sorgusu anında duyarlar dediler. Sorgudan sonra tekrar duyma yoktur. onların bir kısmı hadisi tevil edip ayetin zahirine göre amel etmişlerdir. (Yani ölüler duymazlar görüşündedirler). Bu meseledeki ihtilaf meşhurdur. Buhari’nin Fethül Bari şerhinde ona değindim. En iyisini Allah bilir.

Onüçüncü Soru:
Kabirdeki iki sorgu meleği herkesin kendi dili ile mi sorar Yani Türke türkçe veya Farisi’ye farsça ile mi Yoksa sadece Arap dili ile mi sorulur. Eğer Arap dili ile sorulursa arapça bilmeyen kişiye arapça mı öğretilir Sağda ve solda bulunan yazıcı iki melek insaın başından geçen olayları arapça mı yazar, yoksa başka bir dil ile mi yazar

Cevap: Sorgu melekleriin hangi dille soracağına dair bir nakil bilmiyorum. Fakat yazıcı iki melek de, hakkında yazmak için görevlendirildiği kişinin dilini bilirler. Bu kesindir. Fakat yazarken o dille veya başka bir dille yazabilirler. Zayıf hadiste rivayet olunduğuna göre “Cennet ehlinin dili arapçadır.” Buna dayanarak melekler o kişinin söylediklerini bilip bunu arapça yazabilirler. Çünkü melekler ne yazdığın bilir.
Sorgu meleklerinin sualininse sahih bir hadisin zahirine göre arapça olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bu hadiste sorulana şöyle derler:
“Bu adam (yani Muhammed) hakkında neye inanıyorsun ” veya kişiye kendi lisanı ile hitap edilmesi de mümkündür.

Ondördüncü Soru:
Çocuklar için olan sorgu bütün çocukları mı kapsar yoksa sadece müslüman çocuklar için midir

Cevap: Müslüman çocuklara hesap yoktur. Müşrik çocuklara ise hesap var-yok hususu ise ihtilaflı meseledir.
Kimisi: “Onların hükmü müslüman çocuklarının hükmü gibidir” der.
Bazılarıda: “Hayır. Onlara hesap vardır” diye hüküm verir. Çünkü onlar hakkında varid olan kuvvetli bir hadiste olduğu gibi; Tebliğ ulaşmamış ve onun gibiler mahşerde imtihan olunur. En iyisi bu konuyu Allah’a bırakmaktır. Ta ki dayanacak delil oluncaya kadar herkesin üstüne farz olup dünyada yapılması gereken şeylerle ilgilenmek bu meseleyle ilgilenmekten daha önemlidir.

Onbeşinci Soru:
Kabirde çocuğa soru sorulur mu yoksa sorulmaz mı Eğer sorarlarsa münker ve nekir melekleri onlara ne sorar Buluğ çağına girenlere ne sorulur

Cevap: Kabir sorgusu buluğ çağındakileri içindir.

Onaltıncı Soru:
Öldükten sonra sorgu melekleri geldiğnide ruh bütün bedene girer mi yoksa bedenin bir kısmına mı girer
Cevap: Evet, ruh bütün vücuda girer fakat bu, ancak onun oturmasına müsade eder, yoksa ayağa kalkmasına müsade etmez.

Onyedinci Soru:
Müslümanların ölen çocuklarınnı beraberinde anne ve babası olmaksızın cennete girmeyecekleri doğru mudur
Yine müslümanların ölen çocuklarının mahşer gününde altın ya da gümüş taslarla anne ve babalarını sulamaya çalışacakları doğru mudur
Cevap: Soruda zikredilen çocuklar hakkında haberler varid olmuştur. Bu haberlerin1 tümü cennete sokma ve sulamanın ancak Allah’ın dilediği kimseler için geçerli olduğnu göstermektedir.
(1) Ebul Hasan dediki: “Ben Ebu Hureyre’ye hitaben:
“Benim iki oğlum öldü. Sen bize Rasulullah’dan (s.a.v.) ölülerimiz hakkında gönüllerimizi hoş edecek bir hadis söylemez misin ” dedim. Ebu Hureyre cevbaen şöyle dedi:
“Evet söylerim Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Onların küçükleri cennet halkının cennetten hiç ayrılmayan küçükleridirler ki, onların biri babasını yahut anne ve babasını karıştılar da benim, senin şu elbisenin kenarlarından tutuşum gibi (Rasulullah (s.a.v.) burada eliyle o tutuşu işaret edip göstermiştir) elbisesinden tutarv e artık Allah onu babasıyla beraber cennete sokuncaya kadar hiç bırakmaz.” (Müslim)

Onsekizinci Soru:
Ölünün ruhu dünyadaki gibi görüp işitir mi Bazılarınnı dediği gibi onların görme ve işitmesi mevcut mudur
Cevap: Ölünün ruhu işitir ve görür fakat bu işitme ve görmenin dünyada iken mevcut olang ibi olması gerekmez. Allah ona görüp işitecek, elemi ve nimeti hissedecek bir idrak bahşeder.

Ondokuzuncu Soru:
Kabir ölünün üzerine, işlemiş olduğu amellere göre genişleyip daralır mı
Cevap: Evet ameline göre kabir ölüye genişler yine aynı şekilde daralır. Fakat bu, şu kişi için daralır, şu kişi için genişler denemez. Allah dilerse kulunu affeder, dilerse cezalandırır. Dilerse de onu bunlardan başka şeylerde cezalandırır. Zira “O yaptığından sorulmaz.”1
(1) Ebu Hureyre’den (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir:
“Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Ölü defnedildiği zaman siyah (tenli) ve mavi (gözlü) iki melek gelir. Birine Münker ve öbürüne Nekir denir. Müteakiben bu iki melek o kimseye şöyle sorar:
“Bu adam (Muhammed) için ne demiştin Bunun üzerine o (ölmeden önce) söylediğini aynen söyler.
“O Allah’ın kulu ve rasulüdür. Allah’tan başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve Rasulu olduğuna şehedat ederim.” Sonra o iki melek:
“Senin böyle söyleyeceğini esasen biliyorduk” derler.
Sonra onun kabri yetmiş arşın murabba (kare) genişletilir; sonra aydınlatılır ve sonra kendisine:
“Uyu” denir. O da:
“Aileme dönüp onlara haber vereyim mi ” der. O iki melek:
“Gelin, güvey gibi uyu! Ki onu ailesinden elbet en çok seven kişi uyandırır” dediler. O kişi Allah onu o yatağıdan mahşere kaldırıncaya kadar (rahat, rahat) uyur. ayet şeyi söyledim; bilmiyorum” diyecek. Bunun üzerine iki melek:
“Senin esasen bunu söyleyeceğini biliyorduk” derler. Sonra toprağa:
“Çullan onun üzerine” denir. Toprak onun üzerien çullanır. “Bu ne” denir. Toprak onun üzerine çullanır. (Bu çullanma neticesinde) yan kaburga kemikleri yerlerinden oynar ve Allah onu o yatağından mahşere kaldırıncaya kadar toprakta devamlı azap içinde kalır.” (Tirmizi)

Yirminci Soru:
Kabir küçük büyük her ölüyü sıkıştırır mı
Cevap: Evet kabrin her ölüyü sıkıştırdığına dair sahih rivayetler vardır.1
(1) İbni Abbas şöyle rivayet etti: Saad İbni Muaz defnedildiğinde Rasululah (s.a.v.) onun kabrinin yanında şöyle dedi:
“Kabir sualinden kurtulan olsaydı Saad İbni Muaz kurtulurdu. Kabir onu bir sıkıştırdı sonra gevşedi. (Taberani sahih senedle rivayet etmiştir).

Yirmi birinci soru:
Ölüye Ruman adı verilen ve onu oturtup Münker ve Nekir’in sorularına nasıl cevap vereceğini öğreten bir melek gelir mi
Cevap: Ruman hakkında varid olan haberler zayıftır.

Yirmi ikinci soru:
Ana babanın çocukları için ağlamaları haram mıdır, mekruh mudur Ve bu yüzden ölü, küçük olsun büyük olsun acı çeker mi Çocuğun, ölen anne babası defnedilirse onların arkasından ağlaması mübah mı, dır yoksa değil midir Onların arkasından sesi aşırı olmaksızın ve iyiliklerini saymaksızın ağlarsa sevabından mahrum olur mu Cennette hamd evi ölünün arkasından ağlayan kişi için mi yoksa sabreden kişiler için mi yapılır Bir kişinin bir veya birden fazla çocuğu ölürse kişi yalnız sabrettiğ izaman mı ona ateşten bir koruyucu olurlar yoksa sabretmese de ona ateşten bir koruyucu olurlar mı
Cevap: Babanın ölen çocuğuna ağlaması, çocuğun ölen babasının arkasından ağlaması defnetmeden önce de sonra da mekruh değildir.1
Fakat ağlamayla birlikte feryat, yanaklarını dövme, elbiselerini yırtma, söylenmemesi gereken sözleri söylemek olursa bu caiz değildir.2 Çocuğu ölen kişi sabrederse ve ona isabet eden şeylerin Allah’ın takdiriyle olduğuna inanırsa; gözleri ağlayıp kalbi üzülse de Allah’a hamdederse Allah (c.c.) meleklere buna cennette hamd evi inşa edin der. Bir, iki veya üç çocuğu ölüp de feryat etmeyip sabredenkişilerin faziletleri hakkında çok rivayetler vardır.3 Tabii bu sevaplar yalnız saberedneler içindir.
(1) Enes (r.a.) şöyle demiştir:
“Bir kere Rasulullah (s.a.v.) ile demirci sanatkar olan Ebu Seyf b. Evs’in evine gitmiştik. Ebu Seyf’in zevcesi Ümmü Bürde peygamberin oğlu İbrahim’in süt annesi süt ninesi idi. Rasulullah (s.a.v.) İbrahim’i kucağına aldı. İbrahim’i öptü, kokladı. Bundan sonra bir kere daha Ebu Seyf’in evine gittik. Bu defa İbrahim can veriyordu. Rasulullah’ın (s.a.v.) iki gözü yaş dökmeye başladı. Bunun üzerine Abdurrahman İbni Avf:
“Ya Rasulallah! Halk musibet zamanında sabretmeyebilir. Fakat sen de mi ” diye şaşırarak sordu. Rasulullah (s.a.v.):
“Ey İbni Avf! Bu hal babanın çocuğuna karşı beslediği incelik ve şefkattir. Yoksa sabır tevekküle engel ağlama değildir” buyurdu. Sonra bu göz yaşını bir diğeri takip etti. Bu defa Rasulullah (s.a.v.):
“Gözler ağlar, kalp üzülür. Biz Rabbimizin razı olacağı sözden başka bir kelime ile üzüntümüzü belirtmeyiz. Ey İbrahim! Biz sein ayrılığınla pek ziyade üzüntülü ve kederliyiz” buyurdu.” (Buhari, Müslim)
(2) Rasululalh (s.a.v.):
“Ölünün arkasından yanaklarını dven, elbisesini yırtan, cahiliyyeni adetlerini yapan kişi bizden değildir” buyurdu. (Buhari)
(3) Ebu Hureyre’den (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir:
“Rasululah (s.a.v.) Ensar’dan bir gurup kadına hitaben:
“Sizlerden herhangi birinizin üç çocuğu ölür ve kendisi vefat eden çocukları sebebiyle Allah’tan sevap ümit ederse muhakkak cennete girmiştir” buyurdu.
İçlerinden bir kadın: İki tanesi de böyle değil mi Ya Rasulallah! dedi. Rasulullah (s.a.v.) cevaben:
“İki tanesi de öyledir” buyurdu.

Yirmi üçüncü soru:
Dünyadaki ömürden geri kalan zaman bilinir mi Bazı ilim idda edenler H. 835 seneinde dünya ömründen kalan 175 senedir, demeleri ve buna Rasulullah’ın (s.a.v.):
“Ben yer altında bin seneden fazla ölü olarak kalmayacağım” hadisin ve Rasulullah’ın (s.a.v.):
“Ben 6000 senenin bağşında Rasul oldum” hadislerini delil göstermeleri doğru mudur
Cevap: Bunu iddia edenlerin zikrettikleri birinci hadis “mevzu” (uydurma)’dır.
İkinci hadisin ise lafzı şöyledir: Dünyanın ömrü 7000 senedir. En son binine ben Rasul olarak gönderildim. Bu hadisi İbni Cevzi mevzu (uydurma) hadislara arasında zikretmiştir.
Kıyamet gününün ne zaman olacağını Allah bilir.

Yirmi Dördüncü Soru:
Yezid b. Muaviye’ye lanet edilir mi Onu seven ve şanını yücelten kimseye ne gerekir
Cevap: Kıya’l-Hemasi diye bilinen Taberi lanet etmenin caiz olup olmayacağı konusunda dört mezhebin ihtilaf ettiğni nakletti. Kendisi ise lanet etmenin caiz olacağı görüşünü tercih etti. Gazali’de bu konudaki değişik görüşleri naklettikten sonra caiz olmayacağı görüşünü seçti.
Yezid b. Muaviye’yi sevmek ve onun şanın yüceltmek ancak itikadı bozuk bid’atçilerden sadır olur. Çünkü Yezid de öyle kötü sıfatlar vardı ki onu seven kimseden imanın kaldırılmasını gerektirir. Çünkü iman Alah için sevmekv e Allah için buğzetmektir.

Yirmi Beşinci Soru:
Hıdır ve İlyas İsrailoğulları’nın nebilerinden miydiler Ve o ikisi yeryüzünde hala hayatta mıdırlar yoksa değiller mi
Cevap: Hıdır cumhura göre nebidir. Fakat Beni İsrail’den olduğusabit değildir. İlyas’ın (a.s.) Nebi olduğnuda ise ihtilaf yoktur. Fakat her ikisinin de hala yaşadığı sabit değildir.

Yirmi Altıncı Soru:
Rasulullah (s.a.v.) zamanında ay tutulması odu mu Olduysa hangi yılda oldu
Cevap: Buhari’nin şerhi olan Feth’ul-Bari’de namaz babında “ay tutulması” hakkında zikrettiğim gibi ve İbni Hibban tarihinde zikredildiğine göre ay tutulması hicretin beşinci senesinde oldu. Ve Rasulullah (s.a.v.) bu esnada iki rekat namaz kıldı. Yine İbni Hibban’ın sahihinde yıl tayin etmeksizin zikretti. Yine İbni Hİbban’ın tarihinde5. kısım 34. bölümde Eşas Hasan’dan o da Ebubekir’den rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) güneş ve ay tutulması anında sizin namazınız gibi iki rekat namaz kıldı. “Sizin namazınız gibi”den maksat, güneş tutulması anandı kaldığım namazg ibidir.

Yirmi Yedinci Soru:
Ölüm meleği hakkında Süneni Şafii’de Müzeni’nin Şafiii’den rivayet ettiğibir hadiste ölüm meleğinin bir kaç ismi olduğuna dair bir rivayet vardır. Şafii’nin Sünenindeki Fıtır sadakası babında ölüm meleği için İsmail ismi geçmektedir. Acaba ona niçin Azrail deniyor
Cevap: Tahavi’nin Müzeni’den, Müzeni’n de afii’den rivayet ettiğ ihadisi bana güvenilir, sağlam rehber hadisi olan Ebul Ferec Abdurrahman İbni Ahmed b. El-Muarraf b. Hammad el-Arabi et-Tenuhi bildirdi.
Rasulullah (s.a.v.) hastalandığı zaman Cibril ona geldi ve dediki:
“Ey Muhammed! Allah beni sana seni yüceltmekve seni şerefli kılmak için özel olarak gönderdi. Senin halini senden daha iyi bilen Allah beni sana şunu sormak için gönderdi.
“Kendini nasıl hissediyorsun ” Rasululah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Ben çok üzüntülüyüm ve çok hastayım”
Cibril ikinci gün tekrar geldi. Rasulullah’la arasındaki konuşma birinci günkü gibi tekrar cereyan etti. Üçüncü gün de gelerek aralarında konuşma diğer günlerdeki gibi yinelendi. Bu sefer Cebrail beraberinde yüzbin meleği idare eden adı İsmail olan bir melek olduğ uhalde tekrar geldi. O meleklerden de her biri yüzbin meleği idare ediyordu. Cibril o melek için Rasulullah’tan (s.a.v.) izin istedi. Sonra Rasulullah (s.a.v.) melek hakkında sordu. Cebrail de:
“Bu ölüm meleğidir. Senden önce hiçbir kişinin yanına girmek için izin istememesine karşın senden izin istiyor ki; senden sonra da hiçbir kimseden izin istemeyecektir.” Rasulullah (s.a.v.):
“Ona izin ver” dedi. Cebrail de (a.s.) ona izinv erdi. Ölüm meleği RAsulullah’a (s.a.v.) selamv ererek ona:
“Ya Muhammed! Allah Teala beni sana gönderdi. Eğer ruhunu almamı emredersen ruhunu alayım yoksa bunu emretmiyorsan seni terkedeyim” dedi. Rasulullah (s.a.v.):
“Yani ben ne dersem onu yapacak mısın Ey ölüm meleği!” dedi. O da:
“Evet. Çünkü ben bununla emrolundum” dedi. Bu sefer Rasulullah (s.a.v.) Cebrail’e (a.s.) doğru baktı. Cebrail ona:
“Ey Rasulullah! Allah (c.c.) seni özledi.”
Rasulullah (s.a.v.) ölüm meleğine:
“Emrolunduğun şeyi yap” buyurdu. Ölüm meleği de ruhunu kabzetti.
Bu hadis mürseldir. Çünküi bu hadisi rivayet eden Ali ibni Hüseyin Raslullah’ın (s.a.v.) ölümünden yaklaşık otuz yıl sonra doğmuştur. İmam afii’nin ondan bu hadisi rivayet ettiği Kasım; Ahmed İbni Hanbel tarafından yalanlanmış birisidir. İbni Hanbel onun hadisleri için uydurma olduğnu söylemiştir. Başkaları da onnu zayıf birisi olduğuna kanidirler.
Bu konuda Ebu Hatim, Ebu Zer’e Yakub İbni Süfan Aceli, Ezdi ve başkaları şöyle demiştir. Bu hadis metruktur. Bu hadisin sahih olduğnu söyleyen kimse görmedim. Ancak bir cemaat bu hadisin zahirindeki manasını alarak manasını kabul etmişlerdir. Onlar buradaki İsmail’in ölüm meleğinin ismi oludğ ukanısındadırlar. Fakat bu onların aznnettikleri gibi değildir. Çünkü bu hadisinkaldırılmış olan kısmında bu konuya açıklık getirilmektedir.
Taberani’nin Mucemin’deki hadisinde ek bir rivayet vardır ki bu olaya açıklık getirmektedir. O şöyle dedi:
“Abbas İbni Ham’dan el-Asbehemi ve İshak ibn. Ahmed Huzaye dediler ki:
“Abdul Cebber İbn. Ala, Abdullah İbni Meymun Kadah’tan Cafer b. Muhammed b. Abdullah’tan o da Ali İbni Hüseyin’den şöyle rivayet ettiler:
“Ali İbni Hasan şöyle dedi:
“Baban’dan şöyle işittim: “Rasulullah’ın (s.a.v.) vefatından üç gün önce Cibril (a.s.) gökten indi. Ve RAsulullah’a (s.a.v.):
“Ey Muhammed! Allah beni sana ikram etmem, seni yüceltme içing önderdi.” Üçüncü günde Cibril (a.s.) beraberinde lüm meleği ve ikisiyle beraber olarak da yetmişbin meleği idare eden ismi de İsmail olan meleği idare eden ismi de İsmailo lan “rüzgar meleği” ile indi. Onlardan hiçbir melek yoktur ki yetmişbin meleği idare etmesin. Onardan Cibril Rasululah’a (s.a.v.) şöyle dedi:
“Ey Muhammed! Seni senden daha iyi bilen Allah beni sana; seni yücetmem, yana ikram etme ve şunu sormam için gönderdi: “Nasılsın ” dedi.
Hadis diğer hadisteki gib devam eder. Bu hadisinsenedindeki Abdullah İbni Meymun el-Kaddah dışındaki ravilerin hepsi güvenilirdir. Buhari Abdullah İbni Meymun el-Kaddah hakkında: “Hadis uydurucusu” demiştir.
Ebu Zerr ise Abdullah İbni Meymun hakkında onun rivayeti geçersizdir demiştir.
Ebu Hatem ve Tirmizi ise Bu kişi hakkında rivayet ettiğihadisler münkerdir demişlerdir.
İbni Hibban, bu kişi hakkında O maklub hadisleri rivayet eden tek başına rivayet ederse hüccet değildir” dedi.
Hakim ise bunun rivayet ettiğ ihadis mevzudur, dedi. Bu kişi hakkında güveniir olduğu söyleyen kimse görmedim. Hüseyin b. Ali’nin ziyade olarak zikrettiği şeyleri bu kişi zikretmemiştir. Taberani bu hadisi Hüseyin İbni Ali İbni Ebu Talib’e dayandırarak Mucemil Kebir kitabında nakletmiştir. Bu rivayette ismi İsmail olan meleğin rüzgar meleği olduğu ve ölüm meleği olmadığı, Cibril ve ölüm meleği ile birlikte indiği ifade edilmiştir. İnenlerin üç kişi olduğu “İkisi de beraber indi” sözünden açıkça anlaşılmaktadır. Bu hadisin genel anlamına daha uygundur. Ve bu, ilkmetinden anlaşılmaktadır. “Ona izin verdi” yani rüzgar meleğine. Sonra da Cibril yani rüzgar meleğine. Sonra da Cibril ölüm meleği için izin istedi. Bu ilk rivayet de Cibril’in şu sözünden anlaşılıyor:
Sonra Cibril dedi ki: “Bu ölüm meleğidir. O izin istiyor” Bu hadisi Beyhaki Muhammed ibni Ali’den, Hüseyin İbni Ali’den o da Siyar İbni Hatim’den rivayet etmiştir. Beyaki bu hadisi “Nübüvvetin delilleri” kitabında üç yoldan bize rivayet etmiştir. Hüseyin İbni Ali şöyle dedi:
“Rasulullah’ın (s.a.v.) vefatından önce Cibril üç kişi ile birlikte indi. Ve Rasulullah’a şöyle dedi:
“Ya Muhammed! Allah beni sana bir ikram olarak, seni üstün tutmak ve yalnız sana özel olarak gönderdi. sein halini senden daha iyi bilen Allah senin nasıl olduğnu soruyor; Kendini nasıl buluyorsun ”
Sonra hadisi zikretti. Hadis şöyle geçiyor:
“Üçüncü gün olunca Cibril ile birlikte ölüm meleği ve onlarla birlikte yetmişbin meleğe komuta eden İsmail adındaki rüzgar meleği indi. (O yetmişbin melekten herbirinin emrinde ayrıca yetmişbin melek bulunmaktadır.). Sonra hadise şöyle devam etti: Cibril meleklere taziyede buundu ve Rasulullah’a (s.a.v.) şöyle dedi:
“Ey Muhammed! Muhakak ki Allah beni sana gönderdi.”
Hadisin baş kısmı Rasulullah’ın “Kendimi üzüntülü buluyorum. Ey Cibril!” sözüne kadar zikredilmişti.
Ve sonra ölüm meleği kapısının üstünden izini stedi. Cibril Rasulullah’a (s.a.v.) şöyle dedi:
“Ey Muhammed! Bu ölüm meleğidir. Sana gelmek için izin istiyor.”
Hadisin devamı daha önce zikredilmişti. Hadisin metni Kasım İbni Abdullah İbni Amr’ın rivayet ettiğ ihadisin metnine benzemektedir. Ancak iki yerinde:
“Yetmişbin melek yerine yüzbin melek” sözleriyle muhalefet etmiştir.
Ölem meleğine Azrail ismi verilmesi insanlar arasında meşhur olmuştur. Ben Ebu Kasım Süfey’in kitabı olan Mübhemat’il Kur’an kitabına baktım. Orada ölüm meleğine Azrail ismi verildiğnie rastlamadım. Taberi tefsirine baktım, ölüm meleği ismi orada geçmektedir. Fakat İmam Taberi bu rivayetin ihiç kimseye dayandırmamıştır. Ve bu konuda hiçbir rivayet zikretmemiştir. Salebi4nin tefsirine baktım; ölüm meleğinin isminin Azrailo ludğu gördüm. Orada şöyle bir rivayet vardır. Eşas’dan (r.a.) dedi ki: İbrahim (a.s.) Azrail adında bir gözü arkada bir gözü önde olan ölüm meleğine sordu:
“Ey ölüm meleği! Aynı anda hem doğuda hem batıda iki kişi ölecek olsa veya bir yerde veba hastalığı olsa veya iki ordu savaştığnda aynı anda ölenlerin canını nasıl alırsın ”
Ölüm meleği şöyle dedi: “Ben ruhları çağırırım. Allah’In izni ile onlar şu iki parmağın arasıan girerler” İbrahim (a.s.) dedi ki:
“Yer ölüm meleğinin önüne leğen gibi yarıldı. İşte onlardan dilediğiin ruhun kabzeder.”
Bu rivayetinin senedindeki ravilerin hepsi güvenilir kişilerdir. Fakat senette Eşas Anbese’nin eyhi Cabir el-Hasan’ın oğlu ve yaşı küçük olan tabiinlerdendir. Bu hadis de muaddaldır. Yani senette iki kişinin ismi zikredilmemiştir. Yani zayıftır.
E-İz’a kitabında Ebu’ş- eyh, İsmail İbni Abdulkerim yoluyla Vehb İbni Münbih’ten şöyle bir rivayet zikretmiştir: Allah Cebrail’i sonra Mikail’i sonra İsrafil’i yarattı. Sonra Azrail’i yarattı. Sonra Allah ruhları kabz görevini Azrail’e verdi. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“De ki! Sonra görevlendirilmiş ölüm meleği sizin canınızı alır.” (Secde: 32/11)
İsrafil ve ölüm meleği Allah’ın ilk olarak yarattığı yaratıklarıdır. Ve onlar son olarak öleceklerdir. Ölüm meleğine Azrail ismi verilmesine gelince Müfessirlerin çoğuna göre Cibril, Mikail, İsrafil, Azrail Süryanice’dir. Bazılarına göre bu isimler İbranice’dir. Bazılarına göre ise Cebrailv e Azrail arapçadır. Müfessirler “il” kelimesinin ne manaya geldiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları “il” Allah’In isimlerindendir. Cibr, Mika, İsraf, Azra kul manasındadır, demişlerdir. Dolayısıyla bu isimlerin manası Allah’ın kuludur. Bazı alimler ise “il” kul diğer isimler Allah’In isimleridir. Çünkü kul tek kelimedir. Allah’ın isimler iise çoktur demişlerdir.
Cennetliklerin Bazı Nitelikleri Ve Onlar İçin Hazırlanan.

Bir Kısım Nimetler:

Cennetlikler Kaç Yaşında Olacaklar .

Cehennemin Ve Oradaki Elemli Azabın Niteliği:

Selmân-i Farisî Ve Onun Cehennem Korkusu:

Cehennem Ateşi Dünya Ateşinden Yetmiş Kat Daha Sıcaktır. Ondan Allah´a Sığınırız:

Cehennem Ateşi Üç Bin Yıl Yakılarak Simsiyah Ve Kapkaranlık Hale Gelmiştir:

Cehennem Ateşinin Harareti Sönmez Alevine De Yaslanılmaz:

Ebû Talib, Kıyamet Gününde En Hafif Azâb Görecek Olan Cehennemliklerden Biri Olacaktır:

Ateş´in, Kendi Kendini Yemekten Ötürü Allah´a Şikâyetçi Olması:

Şiddetli Sıcaklar, Cehennemin Kaynamasından Dolayıdır:

Dünyadayken Nimetler İçinde Yüzen Bir Kimse, Cehenneme Girince O Nimetlerin Tadım Unutur. Dünyada Sefalet İçinde Kıvranan Bir Kimse, Cennete Girince Çektiği O Sefaleti Unutur:

Kıyamet Gününde Kâfirin Yeryüzü Doluşunca Altını Olsa Ve Azâbdan Kurtulmak İçin O Altınları Fidye Olarak Vermek İstese, Bu İsteği Kabul Edilmez:

Kıyamet Gününde Şehitliğin Ve Şehitlerin Üstünlüğünü Gören Müminin, Allah Yolunda Savaşıp Şehid Olmak İçin Dünyaya Dönmek İsteyiş

Cehennemin Niteliği, Genişliği, Orada Azap Görenlerin Cüsselerinin İriliği. Yüce Allah Kendi Lütuf, Kerem Ve İhsamyla Bizi Korusun, Amin. O, Dilediğini Yaptıracak Güce Sahiptir:

Sonucunu Düşünmeden Söylenen Söz, Sahibini Dünyanın Batısıyla Doğusu Arasındaki Mesafeden Daha Derin Bir Şekilde Cehennem Ateşine Düşürür:

Cehennem O Kadar Derindir Ki, Oraya Atılan Bir Taş, Ancak Yetmiş Senede Dibine Ulaşır:

Cehennemliklerin Gövdeleri İrileştirilecektir. Allah Bizi Onların Halinden Korusun:

Kâfirin Kıyamet Gününde Cehennem Ateşinde Vücudunun İri Ve Çirkin Oluşu:

Deniz Tutuşturulur Ve Cehennemin Bir Parçası Haline Gelir:

Cehennemin Kapıları, Bekçi Ve Zebanilerinin Evsafı. Allah Bizi Cehennemden Ve Onlardan Korusun

Sıratın Vasfı Ve İnsanların Oradan Farklı Süratte Geçecekleri:

Cehennemi Kuşatan Surlar, Oradaki Demir Tokmaklar, Varyözler, Prangalar, Zincir Ve Bağlar...

Cehennemliklerin Çekecekleri Azâb Türleri:

Cehennemliklerin Yiyecek Ve İçeceği:

Cehennemin Adlarıyla İlgili Olarak Nakl Edilen Hadisler. Bunlardan Hangisinin Sahih, Hangisinin Sahih Olmadığının Beyanı:

Cehennemin Bols Adlı Zindanı:

Cübbü´I-Hazen:

Dünyadaki Pisliklerin, Kokuşmuş Şeylerin Ve Çöplerin Atıldığı Çöplüğü Andıran Bir Nehrin Cennette Var Olacağı:

Lemlem Vadisi:

Hebheb Vadisi Ve Kuyusu:

Veyl Ve Saûd:

Cehennemin Yılan Ve Akrepleri:

Kalbi Olana Veya Hazırken Kulak Verene Öğüt Olan, İmrendirip Korkutan Bir Hutbe.

Cehennemin Sıcağından Ve Soğuğundan İhlasla Aman Dileyenlere Allah´ın Rahmeti Yakındır:

Cehennemin Tabakaları:

Cehennem Yılanları:

Cehennemliklerin Ağlaması:

Cehennemin Ve Cehennemliklerin Evsafına Dâir Müteferrik Hadis-i Şerifler:

Garip Bir Eser Ve Tuhaf Bir İfade:

En Garip Haber Ve Eserlerden Biri Daha:

Kıyamet Gününde Rasûlullah (S.A.V)´in Şefaati İle İlgili Hadisler Ve Bunların Nevileri, Sayısı Büyük Şefaat (Şefaati Uzmâ)

Diğer Nebi Ve Mürselier Arasında Sadece Peygamberimiz (S.A.V.)´E Verilen Bazı Hususiyetler:

Şefaatin İkinci Ve Üçüncü Nevileri: Hz. Peygamberin, İyiliklerimle Kötülükleri Birbirine Eşit Olan Kimselere, Cennete Girmeleri İçin; Cehenneme Girmeleri Emredilmiş Olan Kimselere De, Cehenneme Girmemeleri İçin Şefaat Etmesi:

Hz. Peygamberin Şefaatinin Dördüncü Nev´i:

Şefaate Mazhar Olanların Bir Kısmı Hesaba Çekilmeksizin Cennete Girecek; Bir Kısmının Da Azabı Hafifletilecektir:

Şefaatin Yedinci Nev´i: Cennete Girmelerine İzin Verilmesi İçin Hz. Peygamberin Tüm Müminlere Şefaat Etmesi:

Şefaatin Sekizinci Nev´i: Muhammed Ümmetinin Büyük Günah İşlemişlerinin Cehennemde Olanlarına Hz. Peygamberin Şefaat Ederek Cehennemden Çıkarması:

Şefaat Bilgisi Kendilerine Gizli Kaldığı İçin Hariciler Ve Mutezile Şefaati İnkâr Etmişlerdir:

Mü´minler Kendi Ailelerine Şefaat Edeceklerdir:

Kıyamet Gününde Rasûlullah (S.A.V.) Nefsinin Yularını Salıveren Ve Günah Yükünü Ağırlaştıran Kimselere Şefaat Edecektir:

Kıyamet Gününde Şefaatçiler; Önce Peygamberler, Sonra Alimler, Sonra Da Şehidler Olacaktır:

Mü´minlerin Kendi Ailelerine Şefaatleri:

Lânetçiler Dışında Bütün Müminler Kıyamet Gününde Şefaat Edecektir:

Müminlerin Kendi Ailelerine Şefaat Edeceklerine Dâir Nakledilen Hadisler:

A´raftakiler:

Cehennemden Çıkıp Cennete Girecek İlk Kimseler:

Fasıl:

Cennetliklerin Evsafı Ve Cennetteki Nimetler

Cennete İlk Girecek Olan, Rasûlullah (s.a.v.)´dir:

Rasûlullah (S.A.V.)´in Ümmetinden Cennete Girecek İlk Kişi, Ebubekir Es-Sıddîk (R.A.)´Dır:

Sadece Oruç Tutatılar Reyyan Kapısından Cennete Girerler:

Fakirler, Zenginlerden Önce Cennete Girerler:

Cennetliklerin Çoğu Düşkünler Ve Fakirlerdir. Cehennemliklerin Çoğu İse Zenginler Ve Kadınlardır:

Cennete Girecek İlk Üç Kişi, Cehenneme Girecek İlk Üç Kişi:

Şehidlerin, İnsanları Affedenlerin, Darlıkta Ve Genişlikte Rablerine Hamdedenlerin Üstünlükleri:

Cennetteki Mahallerin Sayısı, Yükseklik Ve Genişliği:

Cennet Kapılarının Adları:

Cennetin Anahtarı Kelime-i Şehadettir. Salih Ameller De Bu Anahtarın Dişleridir:

Cennet Mahallerinin Sayısı, Yükseklik Ve Genişliği:

Allah Yolunda Az Bir Amel, Dünyadan Ve İçindeki Şeylerden Daha Hayırlıdır. Cennetteki Az Bir Şey De Dünyadan Ve İçindeki Şeylerden Daha Hayırlıdır:

Firdevs, Cennetin En Yüksek Derecesidir. Namaz ve Oruç´ta Yüce Allah´ın Bağışlanması İcâb Ettirirler:

Cennetin Nehirleri Firdevs´ten Kaynar:

Cennetin Dereceleri Farklıdır. Dereceler Arasındaki Farkın Miktarını Ancak Alemlerin Rabbi Allah Bilir:

Cennetliklerin En Düşük Mertebelisine De En Yüksek Merte Belisi Ne De Verilecek Geniş Ve Büyük Mülk:

Cennetin Odaları, Bu Odaların Genişlik Ve Büyüklüğü

Bu Odaları Bol Lutfuyla Bize Bahşetmesini Allah´tan Dileriz:

Allah İçin Birbirlerini Sevenlerin Cennetteki Yerleri Ve Mertebeleri:

Cennetteki En Yüksek Makam, Rasûlullah (s.a.v.)´in Vesile Adlı Makamıdır:

Vesile, Cennetteki En Yüksek Derecedir. Oraya Ancak RasûluIIah (s.a.v.) Ulaşabilir:

Cennet Köşklerinin Yapısı Nedendir .

Gece Namazının, Yemek Yedirmenin Ve Çok Oruç Tutmanın Fazileti:

Cennetteki Çadırlar:

Cennetin Toprağı:

Cennetin Irmakları, Ağaçları Ve Meyveleri:

Kevser Irmağının Vasfı

Cennetteki Beydah Irmağı:

Cennetin Kapısındaki Barık Irmağı:

Cennetin Ağaçları:

Cennette O Kadar Büyük Bir Ağaç Var Ki, Süratli Bir Binek Üzerindeki Süvari Yüz Senede Bile Onun Gölgesini Bir Baştan Bir Başa Katedemez:

Tûbâ Ağacı:

Cennetin Meyveleri:

Fasıl:

Cennetliklerin Yiyecek Ve İçecekleri

Cennetliklerden Biri Ekin Ekmek İstiyor. Allah Onun İsteğini Kabul Buyuruyor Ve Rasûlullah´ın (S.A.V.)´İ Güldüren Hoş Bir Söz:

Cennetliklerin Yiyeceği İlk Şey:

Cennet Ehlinin Hülleleri, Elbiseleri Ve Güzellikleri:

Cennet Ehlinin Yatakları:

Hurilerin Zinctlcri, Dünya Kadınlarının Onlardan Üstün Oluşu Ve Dünya Kadınlarından Her Birine Kaç Hizmetçinin Verileceği:

Cennet Ehlinin Kadınları Hakkında Ümmü Seleme´nin Sorduğu Sorulara Rasûlullâh (s.a.v.)´in Verdiği Cevaplar:

Hurilerin Cennette Şarkı Okumaları:

Cennet Ehlinin Kendi Kadınlarıyla Cinsel İlişki Kurmaları. Onlardan Biri Dilemedikçe De Çocuğu Olmaz:

Cennetliklere Doğum Yoluyla Çocuk Bahsedilmesi:

Hayatları Kâmil Olduğundan Cennetlikler Ölmezler:

Cennetlikler Uyumazlar:

Cennetliklerin İlahî Hoşnutluğa Mazhar Olmaları:

Onur Ve Üstünlük Sahibi Olan Allah, Cennet Ehlinin Üzerine Sürekli Hoşnutluğunu İndirir:

Mukaddes Olan Rabbin Cennetliklere Bakması Cennetliklerin de Münezzeh Olan Rabbe Bakmaları:

Cennet Ehlinin Aziz Ve Celil Olan Rablerini, Cuma Günleri Gibi Bu İş İçin Hazırlanan Bir Toplantı Yerinde Görmeleri

Cuma Günü Fazla İnsan, (Yani Cenab-ı Allah´ı Görme) Günüdür:

Cennetin Çarşısı:

Cennet Toprağının Niteliği, Kokusunun Güzel Olup Etrafa Saçılması:

Cennetin Esintisi, Kokusu Ve Kokusunun Etrafa Yayılması:

Cennetin Nuru, Pahası, Etrafının Hoşluğu, Sabah Akşam Manzarasının Güzelliği:


Cenneti İstemenin Emredilişi. Cenab-ı Allah´ın Kullarını Oraya Özendirmesi Ve Oraya Gitmek İçin Tez.

Davranmalarını Emretmesi:

Cehennemden Allah´a Sığınana Allah Aman Verir. Allah´tan Cennet İsteyeni Allah Cennete Koyar. Yalnız Niyetin Halis, Amelin de Dürüst Olması Şarttır:

Cennet İle Cehennem, Şefaatleri Kabul Edilen Şefaatçilerdir:

Olanca Gücünüzle Cenneti İsteyin

Var Kuvvetinizle De Cehennemden Kaçın:

Cennet, Hayırlı İşler Yapmak Ve Haramları Terketmek Gibi Zorluklarla Kuşatılmıştır. Cehennem İse Şehvetlerle Kuşatılmıştır:

Hurilerin Cennette Şarkı Okumaları:

Cennet Atları:

Cennetliklerin Ziyaretleşmeleri Dünyadaki Taât Ve Kusurlarını Birbirlerine Anlatmaları:

Cennetle Ve Müteferrik Bazı Hadisler Hakkındaki Hükümler Bahsi

Çocukların Salih Amellerinin Bereketi Sebebiyle Cenab-ı Allah´ın Babalara Lutufta Bulunması:

Cennet Ve Cehennem Hal-İ Hazırda Mevcuttur:

Cennetliklerle Cehennemliklerin Bazı Nitelikleri:

Fasıl:

Müslümanların Fakirleri, Zenginlerinden Beşyüz Sene Önce Cennete Gireceklerdir:

Cennete Girecek İlk Üç Kişi İle Cehenneme Girecek İlk Üç Kişi:93

Kıvançta Ve Tasada Aziz Ve Ceiil Olan Allah´a Hamdedenler, Kıyamet Gününde Cennete Girmeye Çağrılan İlk Kimseler Olacaktır:

Muhammed Ümmeti Cennetliklerin Çoğunluğunu Teşkil Edecek Ve Yer İle Rütbe Bakımından Diğer Ümmetlerden Üstün Olacaktır:

Hz. Peygamberin Ashabının İlkleri, İbn Mes´ud´un Da Dediği Gibi Bu Ümmetin En Hayırlılarıdır:

Bu Ümmetten Çok Sayıda İnsanın Hesap Sorulmaksızın Cennete Gireceğine Dâir Nakledilegelen Hadisler:

Cennet Ve Cehennem, Aksini İddia Eden Batıl Ehlinin Hilafına, Yaratılmış Ve Şu Anda Mevcutturlar

Dünyada Bir Kaç Koca Değiştirmiş Olan Kadın, Cennette Onların En Güzel Ahlaklısının Eşi Olacaktır:








Fasıl:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Rabbine andolsun ki; biz onları uydukları şeytanlarla beraber mutlaka hasredeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulunduraca­ğız. Sonra her toplumdan rahmana en çok kimin baş kaldırdığını ortaya ko­yacağız. Cehenneme en lâyık olanları biz biliriz. Sizden cehenneme uğrama­yacak yoktur. Bu, Rabbinin, yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hüküm­dür. Sonra Biz, Allah´a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtarır, zâlimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakırız." (Meryem, 19/68-72)

Yüce Allah kendi şerefli zâtına yemin ederek Âdem oğullarından şeyta­na itaat edenleri cehennemde diz çökmüş vaziyette toplayacağını bildirmiş­tir: "Her ümmeti diz üstü çökmüş olarak görürsün. Her ümmet kitabına çağı­rılır." (Câsiye, 45/28)

İbn Mes´ud, insanların ayakta bekler vaziyette toplanacaklarını ve onla­rın cehennemdeki korkunçlukları, hoşa gitmeyen manzaraları müşahede ede­ceklerini ve bu durumları görünce de artık cehenneme girmelerenini kesin-leştğine inanacaklarını bildrmiştir. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

"Bu ateş onlara uzak bir yerden gözükünce, onun kaynamasını ve uğul­tusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlanarak, dar bir yerden atıldıkları za­man, orada, yok olup gitmeyi işlerler. "Bir kere yok olmayı değil, bir çok de­fa yok olmayı isteyin." denir. De ki: "Bu mu iyidir, yoksa Allah´a karşı gelmkten sakınanlara mükâfat ve gidilecek yer olarak söz verilen ebedi cen­net mi daha iyidir " Temelli kalacakları cennette diledikleri şeyleri bulurlar. Bu rabbinin yerine getirilmesi istenen bir vadidir." (Furkan, 25/12-16)

"Andolsun ki, cehennemi göreceksiniz. Andolsun ki onu gözünüzle ke­sin olarak göreceksiniz. Sonra, o gün size verilmiş olan her nimetten sorgu­ya çekileceksiniz." [1]

Sonra Cenab-ı Allah, herkesin cehennemi göreceğin yemin etmiştir. Şöyleki: "Sizden cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbinin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür." (Meryem, 19/71)

İbn Mes´ud, "Bu, gereğinin yapılması vacib olan bir yemindir" demiştir. Buharı ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olundu k; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sultandan aldığı ücretle değil de gönüllü olarak müslümanların gerile­rinde bekçilik yapan kimse, -yukarıdaki ayette geçen yeminin gereğinin ye­rine getirilmesi amacıyla bir defalığına hariç olmak üzere başka hiçbir za­man- cehennem ateşini görmeyecektir. Zira yüce Allah buyurmuş ki: "Siz­den cehenneme uğramayacak yoktur." [2]

Tefsirciler bu uğramakla neyin kastedldiği hususunda farklı görüşler ile­ri sürmüşlerdir. Bizim de tefsirde (İbn Kesîr tefsirinde) benimsediğimizi be­lirttiğimiz kuvvetli görüşe göre mezkur ayetteki uğramak sözüyle, sırat köp­rüsünden yapılacak olan geçiş kastedilmiştir. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki: "Sonra biz, Alah´a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtarır, zalimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakırız." (Meryem, 19/72)

Mücahid dedi ki: "Sıtma, her müminin cehennem ateşindeki payı(na mahsub edilecek)dir."

"Sizden cehenneme uğramayacak yoktur." (Meryem, 19/68) İbn Cerir... Ebû Salih´ten rivâyt etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), sıtma nöbetine yakalanan bir sahabiyi ziyarete gitti. Ben de beraberindeydim. Şöyle dedi: "Yüce Allah buyuruyor ki: Bu sıtma nöbetini, ahirette cehennem ateşindeki payına mahsub edilsin diye dünyada kuluma musallat ediyorum." Bu rivayetin senedi hasendir. [3]

"Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur." âyet-i kerimesinin tefsiriyle İlgili olarak İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet etti k!; peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanların hepsi oraya gelirler ama sonra (iyi) amelleri sebebiyle ora­dan ayrllip giderler." [4]

Esbat... Mürre´den rivayet etti ki; Abdullah b. Mes´ud şöyle demiştir:

"İnsanlardan hepsi sırat köprüsünden geçeceklerdir. Cehenneme uğra­maları, ateşin çevresinde durup bakmalarıdır. Sonra herkes kendi ameline göre o köprüden geçer. Kimi şimşek gibi, kimi rahvan at gibi, kimi hızlı ko­şan iyi cins develer gibi, kimi erkeklerin koşusu gibi hızlı bir geçişle geçip gider. En sondakileriyse, ışığı ayaklarının baş parmaklarında bulunan bir adamdır. Sırat onu yalpalatıp düşecek hale getirir. Sırat köprüsü kaygandır. Üzerindeki geven dikeni gibi dikenler vardır. İki tarafında da ellerinde ateş­ten kancalar bulunan ve bu kancalarla insanları yakalayan melekler vardır."

Önceki sayfalarda bunu doğrulayan rivayetler olduğu gibi ileriki kısım­larda da bunu teyid edici rivayetleri inşaallah nakledeceğiz.

Süfyan-ı Sevrî... Ebü´z-Zehrâ´dan rivayet etti ki; Abdullah b. Mes´ud şöyle demiştir:

Cenab-ı Allah emir verir, sırat köprüsü cehennemin üzerine kurulur. İn­sanlar amellerine göre üzerindn geçerler. İlk baştakiler şimşek gibi çakıp ge­çerler. Bir sonrakiler rüzgar gibi esip geçerler. Bir sonrakiler en hızlı koşan hayvanlar gibi koşarak geçerlr. Bir sonra gelen adamlar yürüyerek geçip gi­derler. Nihayeten sondaki adam karınüstü sürünerek geçer. Sonra da, "Ya Rab! Beni niye geciktirdin " diye sorar. Yüce Allah ona şöyle cevap verir: "Ben sen geciktirmedim. Seni geciktiren, yalnızca amelindir."

Hafız Ebû Nasr el-Vaylî, el-İbane kitabında... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar bundan hoşlanmasalar da sünnetimi öğrenmişlerdir. Sen cen­nete girinceye dek sırat üzerinde bir göz açıp kapayacak kadar kısa bir an da­hi durdurulmamak istersen, dinde kendi görüşünle bir bid´at çıkarma." [5]

Kurtubî´nin rivayet ettiği bu hadisin metni hasendir, ama senedi gariptir. Hasen b. Arefe... Halid b. Ma´dan´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cennetlikler cennete girdikten sonra derler ki: "Rabbimiz cehenneme mutla­ka uğrayacağımızı bize söylememiş miydi " Onlara şu cevap verilir: "Ateşi sönüp küllenmiş iken oraya uğradınız."

Başkaları, ayette sözü edilen "cehenneme uğramanın" cehenneme gir­mek olduğu görüşüne kail olmuşlardır. Ebû Abbas, Abdullah b. Revaha, Ebû Meysere ve bir kaçı daha böyle demişlerdir.

İmam Ahmed b. Hanbel..´! Ebû Sümeyye´nin şöyle dediğini rivayet etrnştir: Ayette sözü edilen "Cehenneme uğrama" konusunda ihtilafa düştük.

Kimimiz, "Mümin kimse cehenneme girmez" dedi. Kimileri de: "Hepsi ora­ya girer. Sonra Cenab-ı Allah, gerçek inanmışları oradan kurtarır" dediler. Câbir b. Abdullah´a rastladım. Ona: "Biz, ayette sözü edilen ´Cehenneme uğrama´ konusunda ihtilafa düştük" dedim. O: "Herkes cehenneme girecek­tir" dedi.

Selman dedi ki: "Herkes cehenneme girecektir." Böyle dedikten sonra da ellerini kulaklarına götürerek "Eğer ben Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu kendi kulaklarımla işitmemişsem sağır olayım!" dedi. "iyi kötü her­kes mutlaka cehenneme girecektir. Ama oranın ateş, müminler için serin ve selâmte olacaktır, tıpkı İbrahim (a.s.)´a olduğu gibi. Öyle ki, oraya girişleri nedeniyle insanlar gürültü koparacaklardır."

Böyle dedikten sonra Selman şu âyet-i kerimeyi okudu: "Sonra bir, Al­lah´a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtarır, zâlimleri de orada diz üstü çökmüş Olarak bırakırız." [6]

Ebubekir Ahmed b. Süleyman en-Neccar... Ya´lâ b. Münebbih´ten riva­yet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde cehennem ateşi, mümine der ki: Ey mümin! Az iler­le, bakalım. Çünkü senin nurun benim alevimi söndürdü." [7]

İbn Mübarek... Halid b. Ma´dan´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: (Cen­netlikler cennete girdikten sonra) derler ki: "Rabbimiz mutlaka ateşe gelec-ğimizi bize söylememiş miydi " Onlara şöyle cevap verilir: "Siz, sönüp kül-lendiği bir esnada ateşe uğramıştınız."

İbn Cerir... Guneym b. Kays´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bazıları ayette sözü edilen "Cehenneme uğrama" konusunu ele aldılar. Dedim ki: Ateş, insanları yakalar. Yağlarını eritir. Hatta bazılarının tabanla­rı yanıp pişer, iyileri de kötüleri de bu sıkıntıya düşer. Sonra bir çağına, ate­şe: "Sana ait olanları tut, ama bana ait olanları bırak" der. Cehennemliklerin hepsi ateşe gömülür. Allah, kimlerin cehennemlik olduğunu, kişinin kendi çocuğunu tanımasından daha iyi tanır. Müminleri de kendi elleriyle cehen­nemden çıkarır." [8]

İmam Ahmed b. Hanbel... Zeyd b. Harise´nin karısı Ümmü Meyse-re´den rivayet etti ki; Hafsa´nın evinde bulunduğu bir sırada Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bedir ve Hudeybiye savaşlarına katılan bir kimse ateşe girmez." Hafsa sordu: Cenab-ı Allah: "Sizden cehenneme uğramayacak yoktur" demiyor mu Rasûlullah (s.a.v.) de Hafsa´ya cevap olarak şu âyeti okudu: "Sonra biz, Allah´a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtarır, zâlimleri de orada diz üs­tü çökmüş Olarak bırakırız." [9]

İlerüd kısımlarda nakledilecek olan şefaat hadislerinde, müminlerin kendi amellerine göre sırat köprüsünden farklı süratlerde geçecekleri anlatı­lacaktır. Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi peygamberler arasında sadece peygamberimiz (s.a.v.) ilk olarak kendi ümmetiyle birlikte sırat köprüsünden eçecektir. Abdullah b. Selâm dedi ki: "Rasûllerden ilk olarak Muhamrned (s a.v.)´ sonra İsâ, sonra Mûsâ, sonra İbrahim, bunlardan sonra da Nûh (a.s.) irattan geçecektir. Müminler sıratı geçip kurtulduktan sonra cennet görevli­si melekler onları karşılayıp cennete götüreceklerdir."

Sahih-i Buharî´de geçen bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş-

"Bir kimse kendi malından bir çift (deve, koyun v.s.)´i Allah yolunda in-fak ederse cennetin bütün kapılarından çağırılır; ki cennetin sekiz kapısı var­dır. Eğer o kimse namaz ehli insanlardansa namaz kapısından çağırılır. Zekât ehli insanlardansa zekât kapısından çağırılır. Oruç ehli insanlardansa Reyyan kapısından çağırılır."

Ebubekir (r.a.) dedi ki: Ey Allah´ın Rasûlü! Anam babam sana feda ol­sun. Bir adamın bu kapıların tümünden çağırılması, kendisine ne zarar verir (Aksine bu, onun için bir şeref vesilesi olur.) Şu halde bir adam bu kapıların tümünden çağırılabilir mi " Rasûlullah (s.a.v.), bu soruyu şöyle cevapladı: "Evet... Umarım ki sen de bunlardan biri olursun ey Ebubekir." [10]

Bunlar cennete girdiklerinde orayı, dünyadaki evlerinden daha iyi tanır­lar. Nitekim bununla ilgili açıklama, ileriki kısımlarda Sahih-i Buharî´den alıntılar yapılarak verilecektir.

Taberanî... Selmân-ı Farisî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennete ancak şu izinname ile girilir: Bismillahirrahmanrrahim. Bu, Allah´tan falan kimseye yazılmış bir nâmedir. Onu meyveleri sarkmış yük­sek bir cennete (bahçeye) koyun." [11]

Hafız Ziya... Selmân-ı Farisî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Sırat üzerinde müminlere şöyle bir geçiş izinnamesi verilir: Bismilla-hirrahmanirrahim. Bu, aziz ve hakim olan Allah´tan falan kimseye yazılmış bir nâmedir. Onu meyveleri sarkmış yüksek bir cennete (bahçeye) koyun."

Cami adlı eserinde Tirmizî... Muğire b. Şube´den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sırat üzerinde müminin sloganı ´Ya Rab! Koru´ olacaktır." Bu garip bir rivayettir. [12]

Sahih-i Müslim´de de aynı hadis şu ilaveyle nakledilmektedir:

"...Sizin peygamberiniz de ´Rabbim koru, koru´ diyecektir." [13]

Diğer peygamberlerin ve meleklerin de aynı sloganı söyleyeceklerine Pişkin bir rivayet vardır.

Sahih-i Buharî´de... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet olundu ki; Rasûlul-*ah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Müminler sırattan kurtulunca-bu defa cennetle cehennem arasındaki bir köprüde bekletilir, dünyada aralarında geçen haksızlıkların Ödeşmes yapılır, arınıp tertemiz olmalarından sonra cennete girmelerine izin verilir. Onlardan (her) biri cennetteki konağını, dünyadaki konağından çok daha iyi tanır." [14]

Tezkire adlı eserinde Kurtubî bu hadisten bahsederken bu köprünün sa­dece müminlerin geçişine özgü ikinci bir sırat olduğunu ve buradan geçen­lerden hiç birinin ateşe düşmeyeceğini bildirmiştir.

Ben derim ki: Bu, cehennemin üzerinden geçtikten sonra yaranılacak olan bir köprüdür ve başka bir korkulu yere kurulmuştur ki orasını biz bilme­yiz, ancak Allah bilir. O, her şeyi en iyi bilendir.

İbn Ebi´d-Dünyâ... Muhammed b. Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Ra-sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde Cenab-ı Allah: "Affını vesilesiyle ateşi geçin; rah­metim vesilesiyle cennete girin; amellerinizin fazilet ve üstünlüğü vesilesiy­le de cenneti paylaşın" der." Bu garip bir hadistir. Ebû Muaviye de Abdul­lah´tan böyle bir rivayette bulunmuştur.

Tezkire adlı eserinde Kurtubî´nin naklettiğine göre vaizin biri şöyle de­miştir: "Ey kardeşim! Kendini sırat üzerinde yürürken, altındaki kapkara ce­hennem bakacağını bir düşün hele! O cehennem ki; çılgınca alevlenen ve ale­vi yükselen ateşi vardır. O köprüden geçmek için bazan yürüdüğünü, bazan da süründüğünü bir tahayyül et hele!" Vaiz böyle dedikten sonra şu şiiri okumuş:

"Nefsim geri dönmeye yanaşmıyor... Çarem nedir Kullar Allah´ın hu­zuruna vardıklarında ne yapacağım Onlar şaşkın vaziyette ve dağlar misali günahlarla kalktıklarında, geçmeleri için sırat kurulur. Kimi yüz üstü kapak­lanıp sola (cehenneme) gider. Kimi de Adn yurduna (cennetine) doğru ilrler. Gelinler onları pahalı hediyelerle karşılar.

Her şeyi hüküm ve kontrolü altına alan Allah ona der:[15]

Ey dostum! Günahlarını bağışladım ben Kalmasın sende hiç tasa ve keder." [16]


Fasıl:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Sakınanları o gün Rahmân´ın huzurunda O´na gelmiş konuklar olarak toplarız. Suçluları suya götürür gibi cehenneme süreriz. Rahmân´ın huzurun­da bir ahd almamış olandan başkası asla şefaatte bulunamıyacaktır." (Meryem, 19/85-87)

İleriki kısımlarda da değinileceği gibi bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Müminler cennetten getirilen asil develere binmiş olarak (Rahmân´ın huzu­runa) getirileceklerdir." Bu hadisin sahihliğinde ihtilâf vardır. Zira önceki bölümlerde nakledilen bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Herkes yaya olarak mahşere gelecek Rasûlullah (s.a.v.) ise bir deveye binmiş olarak gelecektir. Bilâl onun önünde ezan okuyacak; eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah dediğinde, "Onu evvelkiler ve sonrakiler tasdik et­tiler" diyecektir." Rasûlullah (s.a.v.) böyle bir özelliğe sahib olduğuna göre müminlerin sıratı geçtikten sonra asil develere bindirilerek haşir yerine geti­rilmeleri akla uygun düşmektedir. Doğrusunu Allah bilir.

Sûr hadisinde de şöyle denilmişti: "Sıratı geçtikten sonra müminler için havuzlar kurulur. Cennetin kapısına vardıklarında önce Âdem´den, sonra Nuh´tan, sonra İbrahim´den, sonra Musa´dan, sonra İsa´dan, en sonunda da Muhammed´den -Allah´ın salât-ü selâmı hepsinin üzerine olsun- şefaat di­lenirler. Ama onlara şefaat eden zât, Rasûlullah (s.a.v.) olacaktır.

Sahih-i Müslim´de... Enes b. Mâlik´ten rivayet olunduğuna göre Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetin kapısına gelir, açmalarını söylerim. Cennetin bekçisi: "Sen kimsin " diye sorar. Ben, "Muhammed" derim. O, der ki: "Senden önce bu kapıyı başkasına açmamakla emrolundum." [17]

Müslim... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Kıyamet gününde peygamberler arasında tabileri en çok olan peygamber ben olacağım. Ve Cennetin kapısını ilk çalan da ben olacağım." [18]

Sahih-i Müslim´deki bir hadiste şöyle denmektedir:

"Cenab-ı Allah kıyamet gününde insanları toplayacak; cennet kendileri­ne yakın geldiğinde mü´minler kalkıp Âdem (a.s.)´a gelecek ve ona: "Ey ba­bamız! Bize şefaatçi ol" diyecekler, o da onlara şöyle cevap verecektir: "Siz­leri cennetten çıkaran sebep, babanız Âdem´in günahından başka bir şey mi­dir ki Ben bu istediğinizi yapacak durumda değilim..." [19]

Bu hadis, sûr hadisinde anlatılanları teyid etmektedir. Orada anlatıldığı­na göre müminler ikinci kez peygamber ere uğıayarak onlardan, Allah katın­da kendilerine şefaatçi olmalarını ve cer nete gi -melerine ilişkin ilâhi bir izin sağlamalarını isteyecekler; nihayet ilk ve büyük şefaatte olduğu gibi bu defa da Rasûlullah (s.a.v.) şefaatçi olarak ortaya çıkacaktır. Nitekim bu husus ön­ceki bölümlerde de anlatılmıştı. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel´in oğlu Abdullah, Süveyd b, Saîd´in şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

Ali (r.a.)´nin yanında oturmaktaydık. Biz şu îyet-i kerimeyi okudu: "Sa­kınanları o gün Rahmân´ın huzurunda O´na gelmiş konuklar olarak toplarız. Suçluları suya götürür gibi cehenneme süreriz." (Vleryem, 19/85-86) Âyeti oku­duktan sonra Ali (r.a.) dedi ki: "Vallahi onlar ayakları üzerine yaya olarak mahşere gelmezler. Çünkü konuklar yaya olarak getirilmezler. Aksine, hal­kın benzerini görmediği develer üzerinde gelirler ki; o develerin üzrinde, binmeleri için altın semerler vardır. İşte gelip cennetin kapısını çalıncaya ka­dar deve üzerinde olacaklardır."

Abdurahman b. İshak tarafından nakledilen başka varyantda ise şu ifa­deler yer almaktadır: "O develerin üzerinde, zebercedi geride bırakacak al­tından mamul semerler vardır." [20]

İbn Ebi Hatim... Mesleme b. Cafer el-Becelî´deı rivayet etti ki; Ebû Mu-az el-Mısrî şöyle demiştir:

"Bir gün Ali (r.a.), Rasulullah (s.a.v.)´in yanında idi. Şu âyeti okudu: "Sakınanları o gün Rahrnân´ın huzurunda O´na gelmiş konuklar olarak top­larız." (Meryem, 19/85) Bu âyeti okuduktan sonra Ali (r.a.) şöyle dedi: "Ey Al­lah´ın Rasûlü! Ben Öyle sanıyorum ki, konuklar mutlaka binek üzerinde olur­lar. Öyle değil mi " [21] Rasülullah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: "Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki; onlar mezarlarından çıktıklarında kar­şılanırlar veya altın semerli, kanatlı, beyaz develere bindirilerek getirilirler. Kendilerinin ayakkabılarının bağlanysa nurdandır, ışık saçar. Develerin adımlan, göz alabildiğince uzaklara kadar ulaşır. Nihayet dibinden iki pınar kaynamakta olan bir ağacın yanına varırlar. Pınarlardan birinin suyunu içer­ler; içlerindeki pislikten aranırlar. Diğer pınarın suyuyla da yıkanırlar. Artık gözlerini hiç toz bürümez. Parlak nimetler üzerlerine akar. Nihayet cennetin kapısına varırlar. Kapının altın levhaları üzerinde kızıl yakuttan bir halka gö­rürler. Halkayı levhaya vururlar. Yüksek dozda bir tangırtı tungurtu duyulur. Huri kadınlar eşlerinin gelmekte olduğunu duyarlar. Kayyumlarını gönderip kapıyı açtırırlar. İçeri giren mümin, onu görür görmez secdeye kapanır. Kay-yum ona: "Başını kaldır. Ben senin kayyumunum. Emrine verildim" der. Adam onun peşine düşer, onu takib eder. Huri, hafif davranıp acele eder. İn­ci ve yakuttan yapılmış olan çadırından çıkar. Adamını kucaklar. Sonra ona şöyle der: "Sen benim sevgilimsin. Ben de senin sevgilimin. Ben, ölümsüz ve ebediyim. Ben yumuşağım, zarar vermem. Ben hoşnudum, kızmam. Ben burada kalıcıyım, göçmem." Böyle dedikten sonra temelden tavana yüksek­liği yüz zira olan bir eve girerler. O ev, mercan kayaları üzerine inşâ edilmiş­tir. Yollan kızıl, yeşil ve sarı renkli (taşlarla döşenmiş)dir. Hiç bir yolu diğe­rine benzemez. Evin içinde yetmiş divan, her divânın üzerinde yetmiş min­der, her minderin üzerinde yetmiş zevce, her zevcenin üzerinde yetmiş elbi­se vardır. Bacaklarının ilikleri elbiselerinin üzerinden görülür. Onunla yapı­lan cinsel ilişki, sizin şu gecelerinizden bir gece kadar süren bir zamanda ta­mamlanır. Köşklerinin altlarından ırmaklar akar, o ırmakların suları saf ve te­mizdir. Bulanıklık yoktur onlarda. Orada tadı bozulmamış sütten ırmaklar vardır. O sütler davar memelerinden çıkmış değildir. Orada, içenlere lezzet verici şarap ırmakları vardır. O şarapları adamlar ayaklarıyla (üzüm) ezerek elde etmiş değildirler. Orada saf bal ırmakları vardır. O ballar, arılardan elde edilmiş değildir. Cennete girenler, hoş ve tatlı buldukları meyveleri dilerler­se ayakta yer, dilerlerse bir yere yaslanarak yerler." Böyle dedikten sonra Ra-sûlullah (s.a.v.) şu âyet-i kerimeyi okudu: "Meyve ağaçlarının gölgeleri üzer­lerine sarkmış ve onların koparılması kolaylaştırılmıştır." [22] Yukarı­daki hadisin devamında şöyle deniyor:

"Cennete giren müminin canı yemek ister. Ona beyaz (bazı rivayetler-deyse yeşil) bir kuş gelir, kanadını kaldırır, adam onun dilediği renkteki kısmır" yer, sonra kuş uçup gider. Melek gelip selâm verir ve şöyle der: "işle­diklerinize karşılık, size miras verilen işte bu cennettir." (Zuhruf, 43/72) Eğer hurilerin saçlarından bir tel yeryüzüne düşse, güneş onun aydınlığı karşısın­da kararıp kalır."

Ebü´l-Kasım el-Beğavî... Asım´dan rivayet etti ki; Hz. Ali cehennemden bahsederek onun ne denli korkunç olduğunu, ezberimde tutamadığı bazı ke­limelerle anlattı; sonra da şu âyet-i kerimeyi okudu: "Rablerine karşı gelmek­ten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler." (Zümer, 39/83) Nihayet cen­netin kapılarından birinin yanına varırlar. Orada bir ağaçla karşılaşırlar. Ağa­cın gövdesinin altından iki pınarın kaynayıp akmakta olduğunu görürler. Bi-rjne yönelirler. Emrolunmuşlar gibi oradan su içerler. O suyla, içlerindeki pislikler veya eza yahut hastalık verici şeyler giderilir, içleri temizlenir. Son­ra diğer pınara yönelirler. Onun suyuyla (yıkanıp) temizlenirler. Üzerlerine nimetin parlaklığı akar. Artık saçları hiç değişmez; yağ sürünmüş gibi artık başlan hiç tozlan(ıp kirle*n)mez. Sonra cennete vardıklarında cennetin bekçi­leri onlara şöyle derler: "Selâm size, hoş geldiniz! Temeli olarak buraya gi­rin." (Zümer, 39/73) Sonra çocuklar onları karşılarlar. Dünyadakilerin çocukla­rı gibi, ellerinde buhurdandıklan tüttürerek etraflarında dolanırlar. Yanlarına gelir ve: "Allah´ın sizin için hazırladığı konuklukları size müjdeiyoruz!" der­ler. Sonra bu çocuklardan biri kaçıp bu adamın iri gözlü huri eşlerinden biri­nin yanına gider ve -dünyadayken çağırıldığı adını vererek- "Falan adam geldi!" der. Huri: "Sen onu gördün mü " diye sorunca çocuk: "Ben onu gör­düm ama o beni görmedi" der. Bu cevab alan huri, sevinçten (uçacak gibi) hafifler ve kendini kapının eşiğinde bulur. (Kocasını karşılayıp evine götü­rür. Kocası) evine vardığında binasının temellerine bakar. Binanın mercan kayası üzerine sarı, kırmızı, yeşil mücevher taşlarıyla inşâ edilmiş olduğunu görür. Sonra başım kaldırıp evin tavanına bakar. Şimşek gibi (parlamakta) olduğunu görür. Eğer Cenab-ı Allah (sağlam kalmasını) takdir etmiş olma­saydı, gözü kör olurdu o zaman. Sonra başını indirir. Eşlerini, yerleştirilmiş kâseleri, sıra sıra yastıkları ve serilmiş yumuşak tüylü halıları görür; sonra bir yastığa yaslanıp şöyle der: "Biri buraya eriştiren Allah´a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamazdık. Andolsun ki Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmiştir." derler. Onlara, "İşledi­ğinize karşılak işte mirasçısı olduğunuz cennet" diye seslenilir." (A´râf, 7/43)

Sonra bir çağıncı şöyle seslenir: "Yaşayacaksınız; artık ebediyyen öl­meyeceksiniz. Burada ikamet edeceksiniz; artık ebediyyen göçmeyeceksiniz. Sağlıklı olacaksınız; artık ebediyyen Hastalanmayacaksınız."

Bu, insanların dünyadayken içinde bulunmuş oldukları durumut değiş-besini, örneğin kişinin altmış zira´lık bir boya ve altı zîrahk bir ene sahib kı­lınmasını gerektirmemektedir. Nitekim bir hadiste cennetlik kimselerin evsa­fı böyle anlatılmaktadır. Bu durum o iki pınarın yanında tahakkuk edecektir. Bu pınarlardan birinin suyunu içince, içlerindeki pislikler yok olur ve içleri temizlenir. Diğer pınarın suyu ile yıkanırlar. Yıkanınca da üzerlerine nimette pırıltısı akar."

Burada anlatılanların hepsi, önceki hadiste anlatılanlara uygun düşmek­tedir. Yine orada anlatıldığına göre bu durum, mahşer meydanında gerçekle­şecektir. Ama bu durum, mahşer meydanında gerçekleşecektir. Ama bu du­rumun, mahşer meydanında gerçekleşecektir. Ama bu durumun, insanların mezarlarından çıkışları esnasında gerçekleştiğini söyleyenlerin sözleri, haki­katten çok uzaktır. Çünkü bunun zıddını ispatlayan deliller vardır. Doğrusu­nu yüce Allah daha iyi bilir.

Abdullah b. Mübarek.., Hamid b. Hilal´ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Bize anlatıldı ki; bir adam cennete girip, cennetliklerin suretine büründü-rüldüğünde, onların elbiseleri kendisine giydirildiğinde, onların kılığına so­kulduğunda, eşleri ve hizmetçileri kendisine gösterildiğinde öyle bir coşku­ya kapılır ki; o anda ölmesi gerekse bile, şiddetli sevinç ve coşkusundan do­layı ölmez. Kendisine, "Ne kadar sevinip coştuğunu gördün mü İşte bu se­vinç ve coşkun, sende ebedi kalsın." denir.

İbn Mübarek... Ebû Abdirrahman el-Hîlî´nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Kul, cennete ilk girdiğinde kendisini mercanları andıran yetmiş bin hizmetçi karşılar."

İbn Mübarek... Ebû Abdirrahman el-Meafirî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cennetiklerden bir adamı için iki sıra hizmetçi dizilir. Bu sıraların uçları, onun hizmetçi delikanlıların çokluğundan dolayı görülmez. Kendisi geçip gittiğinde onlar da peşinden giderler."

Ebû Nuaym... Dahhâk b. Müzahim´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mümin kişi cennete girdiğinde onun Önü sıra bir melekte içeri girer; onu cennettin sokaklarında doıaştırır ve ona şöyle der:

— Ne görüyorsun

— Karşılaştığın köşklerin çoğunun altın ve gümüşten yapılmış olduğu­nu görüyorum.

— Bunlar senindir!..

Köşklerin içindekiler dışarı çıkınca o adamı, "Biz seniniz" diyerek her kapıda ve her mekânda karşılarlar. Sonra melek, o adama şöyle der:

— Yürümene devam et. Söyle bakalım, ne görüyorsun

— Çadırlar görüyorum. Gördüğüm çadırların çoğunda askerler görüyo­rum ve bu askerlerin çoğuda tanıdık yüzlerdir.

— Bütün bunlar senindir!..

Çadırlardakiler dışarı çıkınca o adamı, "Biz seniniz" diyerek karşılarlar." "Oranın neresine baksan, nimet ve büyük bir saltanat görürsün." [23] Ayet-i kerimesinin tefsiriyle ilgili olarak Ahmed b. Ebi´l-Havarî, Ebû Süleyman ed-Darânî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir;

"Melek, Aziz ve Celil olan Allah´ın dostuna armağan getirir, ama izin almaksızın ona ulaşması mümkün değildir. Allah dostunun kapıcısına "Allah dostunun yanına girmem için gerekli izni sağla" der. O kapıcı bu dileği bir üstüne, o üstü de kendi üstüne iletir. Onun evinden dârüsselâma (cennete) açılan bir kapı vardır. Kendisi dilediği takdirde izinsiz olarak Rabbinin huzu­runa varır. Ama yüce Rabbin elçisinin yanına izinsiz girilemez."

İbn Ebi´d-Dünyâ... Bişr b. Saaf´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ab­dullah h- Selâm´in yanında oturuyorduk. Bize dedi ki: Noksanlıklardan mü-zzeh olan yüce Allah katında yaratıkların en kıymetlisi Ebü´l-Kasım (Mu-hanımed) sallallahü aleyhi ve sellemdir. Cennet gökte, cehennem ise yerde­dir Kıyamet günü olduğunda Cenab-ı Allah, yaratıkları ümmet ümmet peş-pese ve peygamberleri de sırasıyla bir bir diriltir. Sonra cehennem üzerine köprü kurulur. Bunun ardısıra bir çağına, "Ahmed ve ümmeti nerede " di­ye sorar. Ahmed (s.a.v.) kalkar, iyisiye kötüsüyle ümmeti O´nun ardına dü­şer; köprüyü tutarlar. Cenab-ı Allah, düşmanlarının gözlerini kör eder. Ora­da şaşkına döner, sağa sola çarpılırlar. Peygamber (s.a.v.) ve beraberindeki salih insanlar kurtulurlar. Melekler onları karşılarlar. Cennetteki evleri ve ko­naklan sağ ve sol taraflarınıza düşer. Nihayet peygamber (s.a.v.), Rabbinin huzuruna varır. Diğer taraftan onun için bir kürsü kurulur. Sonra diğer pey­gamberlerle ümmetler onun ardısıra gelirler. En sonda Nuh (a.s.) gelir."

Bu, Abdullah b. SeMm´dan mevkuf olarak rivayet edilmiştir. (Yani bu, onun sözüdür.) Allah ondan razı olsun,

İbn Ebi´d-Dünyâ... Ebû Osman en-Nehdî´den rivayet etti ki; Selmân-ı Farisî şöyle demiştir:

"Kıyamet günü olduğunda sırat köprüsü kurulur. Ustura gibi bir keskinli­ği vardır. Melekler, "Rabbimiz! Bunun üzerinden kim geçecek " diye soracak­lar. Yüce Rab: "Yaratıklarımdan dilediklerim geçecektir1´ deyince Melekler: "Rabbimiz! Biz sana hakkıyla ibadet edemedik." karşılığını vereceklerdir." [24]


Fasıl
Cennetliklerin Bazı Nitelikleri Ve Onlar İçin Hazırlanan
Bir Kısım Nimetler:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennete girecek olan ilk zümrenin suretleri, dolunay gecesindeki ay gi­bi (parlak)dır. Cennetin içinde yere tükürmez, sümkürmez, dışkı yapmazlar. Tarakları altın ve gümüşten, buhurdanlıkları da öd ağacından olup kokuları da misktir. Her birinin iki zevcesi vardır. Bu zevceleri o kadar güzeldir ki, bacak kemiklerindeki ilikler, etin üstünden görünür. Aralarında anlaşmazlık ve düşmanlık yoktur. Gönül birliği vardır. Sabah akşam Allah´ı teşbih eder-ier." [25]

Ebû Ya´lâ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennete ilk girecek olan zümrenin suretleri, dolunay gecesindeki ay gi­bi (parlak)dır. Onların peşi sıra gelenlerin suretleriyse gökteki en parlak yıl­dız gibi parlaktır. Orada küçük-büyük abdest bozmaz, tükürmez ve sümkür-niezer. Tarakları altından olup kokuları misk, buhurdanlıkları ise öd ağacm-dandır. Zevceleri, iri gözlü hurilerdir. Yaratılışları tek tip olup babaları Adem´in suretinde ve altmış zira´ boyundadırlar." [26]


Cennetlikler Kaç Yaşında Olacaklar



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlul-lah(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetlikler cennete tüysüz, kılsız, beyaz tenli, kıvırcık saçlı, gözleri sürmeli, yaşları otuz üç, tıpkı Adem (a.s.)´in yaratılışında, yani altmış zira boyunda ve altı zira eninde olarak gireceklerdir." [27]

Taberanî... Muaz b. Cebel´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetlikler cennete tüysüz, kılsız, gözleri sürmeli ve hepsi de otuz üç yaşında olarak gireceklerdir." [28]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:^

"Cennetlikler cennete Âdem (a.s.)´ın boyunda yani melik zirâıyla altmış zira boyunda, Yusuf (a.s.)´ın güzelliğinde ve Muhammed (s.a.v.)´in lisanın­da (anlatıldığı gibi) tüysüz, kılsız ve gözleri sürmeli olarak gireceklerdir."

Ebubekir b. Ebi Dâvud... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlul-lah(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetlikler Adem (a.s.)´in suretinde, onun yaşında yani otuz üç yaşın­da, tüysüz, kılsız, gözleri sürmeli olarak diriltilir, sonra cennetteki bir ağacın yanına götürülür, orada kendilerine giysi giydirilir. Elbiseleri pörsümez, gençlikleri de tükenmez." [29]

Ebubekir b. Ebi Davud... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Büyük veya küçük, cennetliklerden biri ölünce yaşı otuz üçe getirilir, öylece cennete girer. Yaşları asla fazlalaşmaz artık. Cehennemlikler de böye [30] olacaklardır." [31]


Cehennemin Ve Oradaki Elemli Azabın Niteliği:



Yüce Allah kendi rahmetiyle bizi oradan korusun. Doğrusu O, cömert ve âlicenaptır. Şöyle buyurmuştur: "Yapamazsanız -ki yapamıyacaksınız- o tak­dirde, inkâr edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sa-kmin." (Bakara, 2/24)

"İşte, Allah´ın, meleklerin, insanların hepsinin laneti onlaradır." (Bakara, 2/161)

"Onlar doğruluk yerine sapıklığı, mağfiret yerine azabı alanlardır. Ate­şe ne kadar da dayanıklıdırlar!" (Bakara, 2/175)

"Doğrusu inkâr edip, inkarcı olarak ölenlerin hiçbirinden, yeryüzünü dolduracak kadar altını fidye vermiş olsa bile, bu kabul edilmeyecektir. İşte elem verici azâb onlaradır. Onların hiç yardımcıları da yoktur." (âi-i imrân, 3/9D

"Doğrusu, âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız. Derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah güçlüdür, Hakimdir." (Nisa, 4/56)

"İnkâr edenleri ve zâlimleri Allah şüphesiz bağışlamaz. Onları içinde te­melli ve ebediyyen kalacakları cehennem yolundan başka bir yola eriştirmez. Bu, Allah´a kolaydır." (Nisa, 4/168-169)

"Doğrusu, yeryüzünde olan bütün şeyler ve onların bir katı daha kâfir­lerin olsa da, kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verseler ka­bul edilmez. Onlara elem verici azâb vardır. Ateşten çıkmak isterler; çıka­mazlar. Onlara sürekli azâb vardır." (Mâide, 5/36-37)

"Doğrusu âyetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara göğün kapıları açılmaz. Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de gi­remezler. Suçluları böyle cezalandırırız. Onlar için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtülür vardır. Zâlimleri böyle cezalandırırız." (A´râf, 7/40-41)

"Sıcakta savaşa çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcak­tır" Keski buseydiler! Yaptıklarının cezası olarak, bundan böyle az gülsün­ler, çok ağlasınlar." (Tevbe, 9/81-82)

"İnkârlarına karşılık, onlara çetin azabı tattıracağız." (Yunus, 10/7) "Onlar orada ah edip inlerler. Rabbinin dilemesi bir yana, gökler ve yer durdukça, orada temelli kalacaklardır. Rabbin, şüphesiz, her istediğini ya­par." (HÛd, 11/106-107)

"Biz onları kıyamet günü yüzü koyun, körler, dilsizler ve sağırlar oarak hasrederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz-tutsa hemen alevini artırırız." (isrâ, 17/97)

"İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O´nu inkâr edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir. Başlarına da kaynar su dökülür de bununla ka-rınlarındaküer ve deriler eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir. Orada uğra-dıkan gamdan ne zaman çıkmak isteseler, her defasında oraya geri çevrilir­ler. "Yakıcı azabı tadın" denir." (Hacc, 22/19-22)

"Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtuluşa ermiş olanlardır. Tartılan ha­fif gelenler, işte onlar, kendilerine yazık edendir; cehennemde temellidirler. Ateş onların yüzlerini yalar; dişleri sırıtıp kalır. Allah: "Âyetlerinin size oku­nurken onları yalanlıyordunuz değil mi " der. Şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi bedbahtlığımız yenmişti. Sapık bir millet olmuştuk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Tekrar günaha dönersek, doğrusu zulmetmiş oluruz." Allah: "Sinin orada! Benimle konuşmayın. Kullarımdan bir topluluk: ´Rabbimiz! inandık. Artık bizi bağışla. Bize acı...´ diyordu"der." (Mü´minûn, 23/102-109)

"Zâten onlar, kıyamet saatini de yalanladılar. O saatin geleceğini yalan­layanlara çılgın alevli bir ateş hazırlanıl sızdır. Bu ateş, onlara uzak bir yer­den gözükünce, onun kaynamasını ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlanarak dar bir yerden atıldıkları zaman, orada yok olup gitmeyi isterler. "Bir kere yok olmayı değil, bir çok defa yok olmayı isteyin" denir." (Furkân. 25/11-14)

"Onlar, azgınlar ve İblisin adamları, hepsi, tepetakla oraya atılırlar. Ora­da putlarıyla çekişerek: "Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik. Çünkü biz si­zi âlemlerin rabbine eşit tutmuştuk. Bizi saptıranlar ancak suçlulardır. Şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur. Keski geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak" derer. Bunda şüphesiz bir ders vardır, ama çoğu inanma­mıştır. Rabbin şüphesiz güçlüdür, merhametlidir." (Şuârâ, 26/94-104)

"Kötü azâb işte bunlaradır. Ahirette en çok kayba uğrayacaklar da bun­lardır." (Nahl, 16/5)

"Onları az bir süre geçindiririz. Sonra da ağır bir azaba sürükleriz." (Lok­man. 31/24)

"Ama yoldan çıkanların, işte onların varacağı yer ateştir. Oradan çıkmak isteyişlerinin her defasında geri çevrilirler ve onlara: "Yalanlayıp durduğu­nuz ateşin azabını tadın" denir. Belki yollarından dönerler diye and olsun on­lara büyük azâbdan önce dünyâ azabından tattırırız." (Secde, 32/20-21)

"Allah şüphesiz, inkarcılara Iânet etmiş ve onlara -içinde sonsuz olarak temelli kalacakları- çılgın alevli cehennemi hazırlamıştır. Onlar bir dost ve yardımcı bulamazlar. Yüzleri ateşte çevrildiği gün: "Keski Allah´a itaat et­seydik; keski peygambere itaat etseydik!" derler. "Rabbimiz! Biz yöneticile­rimize ve büyüklerimize itaat etmiştik. Fakat onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azâb ver. Onları büyük bir lanete uğrat!" derler." (Ahzâb, 33/64-68)

"İnkâr edenlere cehennem ateşi vardır. Ölümlerine hükmedilmez ki öl­sünler. Kendilerinden cehennemin azabı da hafifletilmez. Her inkarcıyı böy­lece cezalandırırız. Orada: "Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka, ya­rarlı iş işleyelim" diye bağinşırlar. O zaman onlara şöyle deriz: "Öğüt alacak kişinin öğüt aabileceği kaar bir süre sizi yaşatmadık mı Size uyarıcı da gel­mişti. Artık azabı tadınız. Zâlimlerin yardımcısı olmaz." (Fâör, 35/36-37)

"İşte bu, size söz verilen cehennemdir. Bu gün, inkarcılığınıza karşılık oraya girin. İşte o gün ağızlarını mühürleriz. Bizimle elleri konuşur; ayakla­rı da yaptıklarına şâhidlik eder. Dilesek; gözlerini kör ederdik de yol buma-ya çalışırlardı. Nasıl görebilirlerdi Dilesek, onları oldukları yerde dondurur­duk da, ne ileri gidebilirler ve ne de geri dönebilirlerdi." (Yasin, 36/63-67)

"Zulmedenleri, onlarla işbirliği edenleri ve Allah´ı bırakıp da taptıkları­nı derleyin. Onları cehennem yoluna koyun. Onları durdurun. Çünkü kendi­lerinden daha da sorulacaktır." Şöyle sorulur: "Size ne oldu ki, birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz " (Saffet, 37/22-25)

"Bu böyle; ama azgınlara kötü bir gelecek vardır. Cehenneme girerler. Ne kötü bir konaktır! işte bu kaynar su ve irindir. Artık onu tatsınlar. Bunla­ra benzer daha başkaları da vardır. İnkarcıların ileri gelenlerine: "İşte bu top­luluk sizinle beraber gerçeğe karşı göğüs gerenlerdir. Behemehal ateşe gire­ceklerdir." denir. "Onlar rahat yüzü görmesin" derler. Toplulukta bulunanlar ise: "Hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin. Bizi buraya süren sizsiniz. Ne kö­tü bir duraktır!" derler. "Rabbimiz! Bizi buraya kim sürdüyse ateşte onun azabını kat kat artır." derler. Şöyle derler: "Kendilerini dünyada iken, kötü saydığımız kimseleri burada niçin görmüyoruz Onları alaya alırdık. Yoksa şimdi gözlere görünmezler mi " İşte cehennemliklerin bu şekilde tartışması gerçektir." (Sâd. 38/55-64)

"İnkâr edener, bölük bölük cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında ka­nıları açılır. Bekçileri onlara: "Size içinizden rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi " derler. "Evet seldi" derler. Lâkin azâb sözü, inkarcıların aleyhine gerçekleşir. Onlara: "Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Böbürlenenlerin durağı ne kötüdür!" denir." (Zümer, 39/71-72)

"Ama inkâr edenlere, "Allah´ın gazabı, sizin birbirinize olan öfkenizden daha büyüktür. İmana çağırıldığınızda inkâr ederdiniz" diye seslenilir. Onlar: "Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün. İki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik. Bir daha çıkmaya yol var mıdır " derler. Onlara: "Yalnız Allah´a çağı­rıldığı zaman inkâr ederdiniz de, O´na eş koşulunca inanırdınız. Bugün hü­küm yüce Allah´ındır" denir." {Mümin. 40/10-12)

"Allah o adamı, kurmak istedikleri tuzaktan korudu. Kötü azâb, fira-vun´un adamlarını sardı. Onlar, sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çat­tığı gün, "Firavun´in adamlarını azabın en ağırına sokun" denir. Ateşin için­de birbirleriyle tartışırlarken, güçsüzler, büyüklük taslayanlara: "Doğrusu biz size uymuştuk. Şimdi ateşin bir parçasını olsun bizden savabilir misiniz " derler. Büyüklük taslayanlar: "Doğrusu hepimiz onun içindeyiz. Allah, kul­lar arasında şüphesiz hüküm vermiştir" derler. Ateşte olanlar, cehennemin bekçilerine: "Rabbinize yalvarın da hiç değilse bir gün azabımızı hafiflet-sin"derer. Bekçiler: "Size, belgelerle peygamberlerimiz gelmemiş miydi " derler. Onlar da: "Evet, gelmişti" derler. Bekçiler: "O halde kendiniz yalva-nn" derler. İnkarcıların yalvarışı şüphesiz boşunadır. Doğrusu biz peygam­berlerimize ve inananlara dünya hayatında ve şâhidlerin şâhidlik edecekleri günde yardım ederiz. O gün zâlimlere, özür beyan etmeleri fayda vermez. Lanet onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır." (Mümin, 40/45-52)

"Kitabı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette bileceklerdir. Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. Sonra onlara: "Allah´ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar nerede " denir. "Bizden uzaklaştılar; hayır biz zâten önceleri hiç bir şeye kulluk etmiyorduk" derler. İşte Allah inkarcıları böyle saptırır. Onlara: "İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Te­melli kalacağınız cehenneme, kapılarından girin" denir. Büyüklenenlerin du­rağı ne kötüdür!" (Mümin, 40/70-76)

"İşte Rabbinizi böyle sanmanız sizi mahvetti de hüsrana uğrayanlardan oldunuz. İster sabretsinler ister etmesinler, onların durağı ateştir. Hoştutul-malarını isteseler de artık hoş tutulmazlar. Onların yanına bir takım yardak­çılar koyarız da geçmişlerini geleceklerini onlara güzel gösterirler. Verilen söz, gerek cinlerden ve gerekse insanlardan, gelip geçmiş ümmetler içinde, onların aeyhine gerçekeşmiştir. Doğrusu onlar hüsranda idiler. İnkâr edenler: "Bu Kur´ân´ı dinlemeyin. Okunurken gürültü yapmayın; belki bastırırsınız" dediler. İnkâr edenlere çetin bip azabı tattıracağız. İşledikleri en kötü işlere karşılık, onların cezasını vereceğiz. İşte böyle, Allah´ın düşmanlarının cezası ateştir. Ayetlerimizi bile bile inkâr etmeleri karşılığı, orası onların temelli kalacakları yerdir. İnkâr edenler: "Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan, bizi saptıranları göster. Onları ayaklarımızın altına alalım da en altta kalanlardan olsunlar" derler." (Fussilet, 41/23-29)

"Doğrusu suçlular, temelli kalacakları cehennemin azabı içindedirler. Azaba hiç ara verilmez. Onlar orada tamamen umutsuzdurlar. Biz onlara zul­metmedik. Ama onlar zâlim kimselerdi. Cehennemde şöyle seslenirler: "Ey nöbetçi! Rabbin hiç değilse canımızı alsın." Nöbetçi: "Siz böyle kalacaksı­nız" der. Andolsun ki, size gerçeği getirdik. Fakat çoğunuz gerçeği sevmi­yorsunuz." (Zııhruf, 43/74-78)

"Doğrusu günahkârların yiyeceği, zakkum ağacıdır. Karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan erimiş maden gibidir. "Sucuyu yakalayın. Cehen­nemin ortasına sürükleyin. Sonra başına -azâb olarak- kaynar su dökün" de­nir. Sonra ona: "Tad bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İş­te bu, şüphelenip durduğunuz şeydir" denir." (Duhân, 44/43-50)

"Allah´a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennet şöyledir: Orada temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları, süzme bal ırmakları vardır. Onlara orada her türlü ürün ve Rable-rinden mağfiret vardır. Bunların durumu, ateşte temelli kalan ve bağırsakla-rım parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu " (Muhammed, 47/15)

"O gün cehenneme; "Doldun mu " deriz. O: "Daha var mı " der." (Kâf, 50/30)

"Cehennem ateşine itildikçe itildikleri gün, onlara: "İşte yalanlayıp dur­duğunuz ateş budur. Bu bir büyümüdür, yoksa hala görmez misiniz Girin oraya. Sabr etseniz de etmeseniz de artık birdir. Ancak işlediklerinizin karşı­lığını görüyorsunuz" denir." (Tûr, 52/13-16)

"Kıyamet, onların azâb ile vâdedildikleri gündür. O ne korkunç bir gün­dür, ne acı bir gündür! Doğrusu suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler. Ateşe yüz üstü sürüldükleri gün, onlara: "Cehennemin dokunan azabını ta­dın" denir. Şüphesiz biz her şeyi bir ölçüye göre yaşatmışızdır." (Kamer, 54/46-50)

"Suçlular simalarından tanınırlarda, perçemlerinden ve ayaklarından ya­kalanırlar, Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız İşte suçluların yalanladıkları cehennem budur. Onlar, cehennem ateşiyle kaynar-su arasında dolaşır dururlar. Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız " (Rahman, 55/41-45)

"Defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara! İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, seriniği ve hoşluğu olmayan kara bir duma­nın gölgesinde bulunurlar. Çünkü onlar, bundan önce dünyada nimet içinde bulunurlarken büyük günah işlemekte direnir dururlardı. Şöyle söylerlerdi: "Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar diri­leceğiz Önce gelip geçmiş babalarımız mı " (Vâfcta, 56/41-48)

"Bu gün sizden ve inkâr edenlerden fidye kabul edilmez. Varacağınız yer ateştir. Lâyığınız orasıdır. Ne kötü bir dönüştür!" (Hadid, 57/15)

"Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden ko­ruyun. Onun yakıtı, insanlar ve taşlardır. Görevlileri, Alah´ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyurulanları yerine getiren pek haşîn meeklerdir." (Tahrîm, 66/6)

"Rablerini inkâr eden kimseler için cehennem azabı vardır. Ne kötü bir dönüştür! Oraya atıldıkları zaman, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitir­ler. Nerede ise öfkesinden paralanacak! İçine her bir topluluğun atılmasında, bakçileri onlara: "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi " diye sorarlar. Onlar: "Evet, doğrusu bize bir uyarıcı geldi. Fakat biz yalanladık ve ´Allah hiç bir şey indirmemiştir. Siz büyük bir sapıklık içindesiniz´ demiştik" derler. "Eğer kulak vermiş veya akletmiş olsaydık, çılgın alevli cehennemikler içinde ol­mazdık" derler. Böylece günahlarını itiraf ederler. Çıgm alevli cehennemlik­ler yok olsunlar!" (Mülk, 67/6-ii)

"İşte azâb böyledir. Ama ahiret azabı daha büyüktür; keski bilseler!" (Kalem, 68/33)

"Fakat kitabı kendisine solundan verilen kimse: "Kitabım keski bana ve-rilmeseydi; keski hesabımın ne olduğunu bilmeseydim; bu iş keski son bul­muş olsaydı. Malım bana fayda vermedi. Gücüm de kalmadı." der. İlgililere şöyle buyurulur: "Onu alın bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın. Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun. Çünkü o, yüce Allah´a inanmazdı. Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmezdi. Bu sebeple bu gün burada bu gün onun bir acıyanı yoktur. Günahkârların yiyeceği olan kanlı irinden başka bir yiye­ceği de yoktur." (Hakka, 69/25-37)

"Suçlu kimse o günün azabından kurtulmak için oğullarını, ailesini, kar­deşini, kendisini barındırmış olan sülalesini ve yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister. Hayır, olmaz... Orada sırtı­nı çevirip yüz geri edeni, malını toplayıp kimseye hakkım vermeden sakla­yanı çağıran, deriyi soyup kavuran alevli ateş vardır." (Meâric, 70/11-18)

"İşte bu adamı yakıcı bir ateşe yaslıyacağım. Yakıcı ateşin ne olduğunu sen nereden bilirsin O ne geri bırakır, ne de azâbdan vazgeçer. İnsanın de­risini kavurur. Orada andolsun bekçi vardır. Cehennemin bekçilerini yalnız meleklerden kılmışızdır. Sayılarını bildirmekle de, ancak inkâr edenlerin de­nenmesini ve kendilerine kitab verilenlerin kesin bilgi edinmesini ve inanan­ların da imanlarının artmasını sağladık. Kendilerine kitâb verilenler ve ina­nanlar şüpheye düşmesinler, Kalblerinde hastalık bulunanlar ve inkarcılar: "Allah bu misâlle neyi murâd etti " desinler. İşte Allah, böylece dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, insanoğluna bir öğütten ibarettir." (Müddessir, 74/26-31)

"Herkes kazancına bağlı bir rehindir. Ancak defteri sağdan verilenler böyle değildir. Onlar cennettedirler. Suçlulara: "Sizi bu yakıcı ateşe sürükle­yen nedir " diye sorarlar. Onlar derler ki: "Namaz kılanlardan değildik. Düşkün kimseyi doyurmuyorduk. Bâtıla dalanarla biz de dalardık. Ceza gününü yalanlardık. Ölüm bize o haldeyken geldi." Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez. Öyleyken, bunlara ne oluyor ki, öğütten yüz çeviriyorlar " (Müddessir, 74/38-49)

"Doğrusu inkarcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehen­nem hazırladık." (İnsan, 76/4)

"İnkarcılara o gün şöyle denir; "Yalanlayıp durduğunuz şeye gidin. Göl­ge yapmayan ve ateşten de korumayan cehennem dumanının üç kollu gölge­sine gidin. O gölgenin saçtığı her bir kıvılcım sanki birer san devedir. Konak gibi de büyüktür. Yalanlamış olanların o gün vay haline!" (Mürselât, 77/29-34) "Cehennem, yalnız azgınları bekleyen yerdir. Dönecekleri yer orasıdır. Orada sonsuz kalacaklardır. Orada serinlik bulamayacaklar; işlediklerine uy­gun olan kaynar su ve irin dışında bir içecek tadamıyacaklardır. Çünkü on­lar, hesaba çekileceklerim ummazlardı. Âyetlerimizi hep yalan sayıp durur­lardı. Biz de her şeyi yapıp saymışızdır. Şöyıe deriz: "Artık tadınız. Bundan böyle size azâbdan başka bir şey artırmayız." Doğrusu, Allah´a karşı gelmek­ten sakınanlara kurtuuş, bahçeler, bağlar, göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar ve dolu kadehler vardır," (Nebe´, 78/21-34)

"Sakının; Allah´ın buyruğundan dışarı çıkanlar, muhakkak siccin adlı defterde yazılıdır. Siccîn´in ne olduğunu sen nereden bilirsin O, yazılmış bir kitabdır. Yalanlayanların o gün vay haline!" (Muttafiffîn, 83/7-1 D)

"Sizi alevler saçan ateşle uyardım. Oraya, yalanlayıp yüz çevirmiş olan o en azgından başkası yaslanmaz." (Leyi, 92/14-16)

"Rabbine suçlu olarak gelen, bilsin ki; cehennem onun içindir. Orada ne öür, ne yaşar." (Tâ-Hâ, 20/74)

"O gün bir takım yüzler zillete bürünmüştür. Zor işler altında bitkin düş­müştür. Yakıcı ateşe yaslanırlar. Kızgın bir kaynaktan içirilirler. Semirtme­yen, açlığı gidermeyen kötü kokulu bir dikenden başka yiyecekleri yoktur."

(Ğaşiye, 88/2-7)

"Ama yer çarpılıp paralandığı zaman; meerler sırı sıra dizilip rabbinin buyruğu gelince, O gün, cehennem ortaya konur. O gün insan öğüt almaya çalışır ama artık öğütten ona ne "Keski bu hayatım için önceden bir şey yap-saymışım der. O gün hiç kimse, Allah´ın azâb ettiği gibi azâb edemez. Hiç omse O´nun vurduğu bağ gibisini bağlayamaz." {Fecr, 89/21-26)

"Ayetlerimizi inkâr edenler, işte onlar amel defterleri sollarından veri-enlerdir. Onlar her yönden ateşle kapatılacaklardır." (Beled, 90/19-20)

"Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip alay eden âmsenin vay haline! Malının kendisini ölümsüz kılacağını sanır. Hayır; O, ınd olsun ki, Hutame´ye atılacaktır. Hutame´nin ne olduğunu sen bilir misin yüreklere çökecek olan, Allah´ın tutuşturulmuş ateşidir. Onlar, uzun sü-unlar arasında, her yönden o ateşle kapatılmışlardır." (Hümeze, 104/1-9)

ibn Mübarek... Halid b. Ebi İmrân´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) öyle buyurmuştur:

"Ateş, cehennemlikleri yer (yakmaya başlar), yüreklerine çökünce dö­ner, yeniden onları karşılar (yakmaya başlar) yüreklerine çöker. Bu, ebediye­te kadar böyle devam eder." Allah´ın ayetinde anlatılan da budur: "O, yürek­lere çökecek olan, Allah´ın tutuşturulmuş ateşidir." (Hümeze, 104/8)

Konuyu fazla uzatmaktan korktuğumuz için ilgili birçok ayeti naklet­mekten vazgeçtik. Nakl ettiğimiz ayetlerde, nakletmediklerimize işaret var­dır. Her hususta yardımı dilenilecek olan zât, yüce Allah´tır. Cehennemin ev-safıya ilgili -ki Alalı bizi kendi güç ve kuvvetiyle ondan korusun, âmîn- ha­disler, güzel bir sıralama dahilinde gelecektir. Başarı Allah´tandır.

İbn Mübarek... Muhammed b. Münkedir´in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Cehennem yaratıldığında melekler paniğe kapıldılar, (korkudan) yürek­leri adeta uçtu. Adem (a.s.) yaratımca sâkinleştiler ve korkuları yok oldu."

Cehennem Korkusu Ensârî Bir Genci öldürüyor!

İbn Mübarek, Muhammed b. Mutarrif´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Ensarî bir gencin fçine cehennem korkusu düşmüştü. Yanında cehen­nemden bahsedildiğinde ağlardı. (Cehennem bahsini duymamak için) evine kapandı; dışarı çıkmaz oldu. Bu durum kendisine anlatıldığında Hz. Peygam­ber, gidip o genci evinde ziyaret etti. Hz. Peygamber içeri girince genç adam onu kucakladı ve hemen o anda vefat edip yere düştü. Hz. Peygamber, orada bulunanlara şu buyruğu verdi: "Arkadaşınızı kefenleyin ve diğer hazırlıkla­rını yapın. Çünkü cehennem korkusu onun ciğerini parçaladı." [32]

Haraitî´nin Kitâb´üt-Tennur adlı eserde nakl ettiğine göre Kurtubî şöyle demiştir: Rivayet olunduğuna göre İsâ (a.s.) dört ı,in kadının yanına uğramış; onların renklerinin değişik olduğunu, üzerlerinde yün ve kıldan dokunmuş hırkalar bulunduğunu görmüş ve onlara şöyle bir soru sormuştu:

— Renginizi değiştiren sebep nedir ey kadınlar topluluğu

— Ey Meryem´in oğlu! Cehennem bahsi rengimizi değiştirdi. Çünkü oraya giren kimse, orada serinlik ve içecek bulamayacaklardır." [33]


Selmân-i Farisî Ve Onun Cehennem Korkusu:



"Ve cehennem onların hepsinin toplanacağı yerdir." (Hicr, 15/43)

Rivayete göre Selmân-ı Farisi bu âyet-i kerimeyi duyduğunda korkusun­dan aklı başından uçtu ve üç gün süre ile kaçıp gitti. Nihayet bulunup Rasû­lullah (s.a.v.)´in huzuruna getirildi. Bu davranışının sebebi kendisine sorul­duğunda şu cevabı verdi: "Ey Allah´ın Rasûlü! "Ve cehennem onların hepsi­nin toplanacağı yerdir" mealindeki âyet-i kerime nazi olduğunda -seni hak dinle gönderen zât´a yemin ederim ki; yüreğimi parçaladı."

Bunun üzerine Cenâb-ı Allah şu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu: "Allah´a karşı gelmekten sakınmış olanlar, elbette gölgeliklerde ve pınar başlarında-dır." (Mürselât, 77/41) Bunu Saalibî aplatmiştir. [34]

Yüce Allah buyurdu ki: "De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır." Keski buseydiler." (Tevbe, 9/81)

"Tartılan hafif gelenler ise, onların yeri bir çukurdur. O çukurun ne ol­duğunu sen bilir misin O, kızgın bir ateştir." (Kâria, 101/8-11)

"Kızgın bir kaynaktan içirilirler. Semirtmeyen, açlığı gidermeyen kötü kokulu bir dikenden başka yiyecekleri yoktur." (Gaşiye, 88/5-7)

"Onlar, cehennem ateşiyle kaynar su arasında dolaşır [35] dururlar." [36]


Cehennem Ateşi Dünya Ateşinden Yetmiş Kat Daha Sıcaktır. Ondan Allah´a Sığınırız:



Muvatta´ adlı eserinde İmam Mâlik... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanların yakmış olduğu ateş, cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır." Ashab:

"—Ey Allah´ın Rasûlii! Dünya ateşi (cezalandırmak için) yeterlidir" de­diler. Rasûlullah (s.a.v.) de:

"— Cehennem ateşi dünya ateşinden altmışdokuz derece daha şiddetli kilindi." buyurdu. (Muvatta, Cehennem,

Buharı... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Doğrusu sizin bu ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır. Denize de iki kez vurulmuştur. Eğer böyle olmasaydı Cenab-ı Al­lah onu hiç kimseye faydalı kılmazdı." [37]

Bu hadis, Buharı ve Müslim´in sıhhat şartlarına uygundur.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (sa.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanların yaktığı şu ateşiniz, cehennem sıcaklığın yetmiş parçasından bir parçadır." [38]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (sa.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanların yaktığı şu ateşiniz, cehennem sıcaklığın yetmiş, parçasından bir parçadır." Ashab:

"— Vallahi bu (dünya) ateşi, (insanları cezalandırmak için) yeterlidir" dediler. Rasûlulah (s.a.v.) de şöyle buyurdu:

"— Cehennem ateşi dünyadaki ateşten altmış dokuz kat daha şiddetli kı­lındı. (Bu altmış dokuz katın) hepsi de sizin ateşiniz gibi sıcaktır." [39]

İmanı Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bu (dünyadaki) ateş, cehennem ateşinin yüzde bir sıcaklığındadır." Müslim´in sıhhat şartına uygun olan bu senedin lafzında gariplik vardır. Çünkü Ebû Hüreyre´den gelen rivayetlerin çoğunda, dünyadaki ateşin cehen­nem ateşinin yetmişte bir sıcaklığında olduğu bildirilmektedir.

Bezzâr... Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu sizin şu ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır. Onun her parçasında aynı sıcaklık vardır." [40]

Taberanî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Cehennem ateşine göre şu ateşinizin derecesini biliyor musunuz Ce­hennem ateşi, sizin bu ateşinizin dumanından doksan kat daha siyahtır."[41]


Cehennem Ateşi Üç Bin Yıl Yakılarak Simsiyah Ve Kapkaranlık Hale Gelmiştir:



Tirmizî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Cehennem ateşi binmene yakıldı; kızardı. Bin sene daha yakıldı; beyaz-laştı. Bin sene daha yakıldı; karardı. Artık o, simsiyah ve [42] kapkaranlıktır." [43]


Cehennem Ateşinin Harareti Sönmez Alevine De Yaslanılmaz:



Hafız el-Beyhakî... Selman´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"(Cehennemdeki) ateşin harareti sönmez ve alevine de yaslanımaz." Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) şu âyet-i kerimeyi okudu: "Yakıcı azabı tadın, diyeceğiz." (Âl-i imrân, 3/181)

İbn Merdeveyh... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şu âyet-i kerimeyi okumuştur:

"Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden ko­ruyun. Onun yakıtı, insanlar ve taşlardır. Görevlileri, Allah´ın kendisine ver­diği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanları yerine getiren pek ha­şin meleklerdir." (Tahrim, 66/6)

Bu âyet-i kerimeyi okuduktan sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Cehennem ateşi bin sene yakıldı; nihayet beyazlaştı. Bin sene daha yakıldı; nihayet kızardı. Bin sene daha yakıldı; nihayet karardı. Cehennem ateşi sim­siyahtır; alevi ışık Saçmaz." [44]

İbn Merdeveyh... Adey b. Adiy´den rivayet etti ki; Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle demiştir: Cebrail, gelmeyi âdet edinmediği bir zamanda Peygamber (s.a.v.)´in yanma geldi. Peygamber (s.a.v.) ona dedi ki:

— Ey Cebrail! Bana ne olmuş ki, seni, rengin değişmiş olarak görüyo­rum!

— Ben sana gelecek değildim. Allah, ateşin açılmasını emredince sana geldim.

— Ey Cebrail! Bana ateşin evsafını ve cehennemin niteliklerini anlat.

— Doğrusu Cenab-ı Allah emretti de cehennem bin sene yakıldı; nihayet ateşi kızardı. Sonra bin sene daha yakıldı; nihayet ateşi beyazlaştı. Sonra bin sene daha yakıldı; nihayet ateşi karardı. Artık cehennem ateşi simsiyah ve kapkaranlıktır. Kıvılcımı ışık saçmaz, alevi de sönmez. Seni hak dinle gönde­ren zât´a yemin ederim ki; Allah´ın kendi kitabında anlattığı cehennem zincir­lerinden bir halka, dünya dağlarının üzerine konulacak olsa, o dağları eritir.

— Ey Cebrail! Bu anlattıkların bana yeter. Kalbim paralanmasın!.." Böyle dedikten sonra Peygamber (s.a.v.) Cebrâile baktı; ağlamakta ol­duğunu gördü. Ve ona şöyle dedi:

— Ey Cebrail! Allah katında böyle büyük bir yere sahib olduğun halde yine mi ağlıyorsun !

— Niye ağlamıyayım ki Allah´ın ilm-i ezelisinde bundan başka bir ha­le düşeceğim takdir edilmiş mi, edilmemiş mi, bilmiyorum ki. Örneğin daha önce İblis, meleklerle beraberdi. Harut ile Marut, meleklerdendi! (Bak sonra ne hale düştüler.)"

Peygamber (s.a.v.) ile Cebrail (a.s.) ağlamayı sürdürdüler. Nihayet onla­ra seslenildi ki: "Cenab-i Allah, gazaba uğramayacağınıza dair size âmân ver­miştir." Bu sesi duyan Cebrail kalkıp gitti. Hz. Peygamber de dışarı çıktı. Ko­nuşup gülüşmekte olan bir gurup ashabının yanına gitti ve onlara şöyle dedi:

"İleri tarafınızda cehennem olduğu halde gülüyor musunuz Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlar, yüksek yerlere çıkıp Allah´a yük­sek sesle yakanrdınız!"

Bunun üzerine Cenab-ı Allah ona şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Se­ni müjdeleyici olarak gönderdim." Bu vahyi alan Rasûlullah (s.a.v.), sahabi-îere şöyle buyurdu: "Size müjdeler olsun! Kendinizi ve amellerinizi düzeltin. Elden geldiğince (salah ve olgunluğa) yakın [45] olun." [46]


Ebû Talib, Kıyamet Gününde En Hafif Azâb Görecek Olan Cehennemliklerden Biri Olacaktır:



Buharı... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; yanında amcası Ebû Ta-lip´den söz edildiğinde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Umarım ki kıyamet gününde şefaatim ona fayda verir de cehennemin sığ bir yerine bırakılır. (Ama yine de orada) ateş onun topuk kemiklerine ula­şır ve bu nedenle beyni kaynar!" [47]

Müslim... Ebû Saîd´aen rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Cehennemliklerin en nafif azaplısı, ateşten bir ayakkabı giyecek ve ayakkabılarının harareti nedeniyle beyni kaynayacaktır!" [48]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehennemliklerin en hafif derecede azâb görecek olanı, ayaklarına (ateşten) bir çift ayakkabı giyip bu yüzden beyni kaynayacak olan bir adam­dır." [49]

Buharı... Numan´dan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuş­tur:

"Cehennemliklerin kıyamet gününde en hafif derecede azâb görecek olanı, ayaklarının tabanının altına bir ateş közü konulup da bu yüzden beyni, tencere ve gümgüm gibi kaynayan adamdır!" [50]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehennemliklerin en hafif derecede azâb görecek olanı, ateşten bir çift ayakkabı giyen ve bu yüzden beyni kaynayacak olan bir adamdır." [51]

Bu senedle rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş­tur: "Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız."

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlulah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Muhammed´in caşı kudret elinde bulunan zât´a yemin ederim ki; be­nim gördüklerimi görseydiniz çok ağlar az gülerdiniz." Ashab: "Sen ne gör­dün Ya Rasûlullah " diye sorduklarında, "Cenneti ve Cehennemi gördüm" diye cevap verdi. [52]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), Cebrail (a.s.)´a sordu:

— Bana ne olmuş ki Mikâil´i hiç gülerken görmedim

— Cehennem yaratılalı beri o hiç gülmemiştir."[53]


Ateş´in, Kendi Kendini Yemekten Ötürü Allah´a Şikâyetçi Olması:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ateş, Rabbine şikâyetçi olup, "Ya Rab! Bir kısmım bir kısmımı yedi. Bana biraz soluk ver" dedi. Bunun üzerine ona yılda iki kez soluk alma izni verildi. Kışın hissettiğiniz en şiddetli soğuk, cehennemin zemherır soğuklu-ğundandır. (Yazın) hissettiğiniz en şiddetli sıcaklık ise, cehennem sıcaklığm-dandir." [54]


Şiddetli Sıcaklar, Cehennemin Kaynamasından Dolayıdır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ateş, Rabbine şikâyetçi olup, "Bir kısmım bir kısmımı yedi" dedi. Bu­nun üzerine biri yazın, biri de kışın olmak üzere (yılda) iki kez soluk olma­sına izin verildi. Şiddetli derecedeki sıcaklar, cehennemin kaynamasından dolayıdır." [55]

Yine bu senedle rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Sıcaklar şiddetlendiğinde namazı serin vakte erteleyin. Çünkü sıcaklı­ğın şiddetlenmesi, cehennemin kaynamasından dolayıdır." [56]

Yüce Allah bu hususta şöyle buyurdu:

"Yalanlayıp durduğunuz şeye gidin. Gölge yapmayan ve ateşten de ko­rumayan cehennem dumanının üç kollu gölgesine gidin. O gölgenin saçtığı her bir kıvılcım sanki birer sarı devedir. Konak gibi de büyüktür. Yalanlamış olanların o gün vay haline!" (Mürselât, 77/29-35)

Taberanî... İbn Mes´ud´un, "O gölgenin saçtığı her bir kıvılcım konak gibi büyüktür" (Mürselât, 77/32) mealindeki ayeti tefsir ederken şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"O kıvılcımlar, ağaç ve dağ büyüklüğünce değil, aksine şehir ve kaleler büyüklüğüncedir."

Taberanî... Enes´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuş­tur:[57]

"O kıvılcımlardan biri dünyanın doğusuna düşse, sıcaklığı dünyanın ba­tısında hissedilir!" [58]


Dünyadayken Nimetler İçinde Yüzen Bir Kimse, Cehenneme Girince O Nimetlerin Tadım Unutur. Dünyada Sefalet İçinde Kıvranan Bir Kimse, Cennete Girince Çektiği O Sefaleti Unutur:



İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Dünyadayken en çok nimete mazhar olmuş cehennemliklerden biri, kı­yamet gününde getirilip ateşe bir kez daldırılır, sonra kendisine sorulur: "Ey Ademoğlu! Hiç hayır gördün mü Hiç nimete mazhar oldun mu " O da şöy­le cevap verir: "Hayır, vallahi Ya Rab."

Cennetliklerden dünyadayken en çok sefalete maruz kalmış biri getirilip Cennete konulur ve kendisine şöyle sorulur: "Ey Âdemoğlu! Hiç sefalete maruz kaldın mı Hiç sıkıntı çektin mi " O da şöyle cevap verir: "Hayır val­lahi ya Rab. Hiç sefalete maruz kalmadım ve hiç sıkıntı [59] çekmedim." [60]


Kıyamet Gününde Kâfirin Yeryüzü Doluşunca Altını Olsa Ve Azâbdan Kurtulmak İçin O Altınları Fidye Olarak Vermek İstese, Bu İsteği Kabul Edilmez:



İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde kâfir, huzura getirilir ve kendisine şöyle denilir:

— Ne dersin Yeryüzü doluşunca altının olsa, azâbdan kurtulmak için o altınları fidye olarak verir misin

— Evet...

— Ama bundan daha fazlasını yağmalamışım.

İşte âyet-i kerimede söylenmek istenen budur:

"Doğrusu inkâr edip inkarcı olarak ölenlerin hiç birinden, yeryüzünü dolduracak kadar altını fidye vermiş olsa bile, bu kabul edilmeyecektir." (Âl-İmrân, 3/9i) Doğrusunu Allah bilir. [61]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kîvâmet gününde cehennemliklerden bir adama denilir ki:

— Yeryüzündeki herşey senin olsa, o şeyleri -azâbdan kurtulmak için-fidye olarak.verir misin

— Evet, veririm.

Onun bu cevabına karşı yüce Allah şöyle der:

— Bundan daha kolayım senden istemiştim. Sen daha Âdem´in sulbün­de iken bana hiç bir şeyi ortak koşmamanı senden istemiştim. Ama sen illâ da bana ortak [62] koştun!" [63]


Kıyamet Gününde Şehitliğin Ve Şehitlerin Üstünlüğünü Gören Müminin, Allah Yolunda Savaşıp Şehid Olmak İçin Dünyaya Dönmek İsteyişi:



İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlulah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"(Kıyamet gününde) cennetliklerden biri huzura getirilir. Kendisine: "Ey Ademoğlu! Yerini nasıl buldun Beğendin mi Dile, ne dilersen!" deni­lir. O da şehitliğin fazilet ve üstünlüğünü gördüğü için şöyle der: "Tek dile­ğim, beni dünyaya geri göndermen ve orada Allah yolunda on kez öldürülüp şehit olmaktır!"

Bu kez cehennemliklerden biri huzura getirilir. Kendisine denilir ki:

— Ey Ademoğlu! Yerini nasıl buldun, beğendin mi

— Ya Rab! Yerim çok fenadır.

— Buradan kurtulmak için yeryüzü doluşunca altını fidye verir misin

— Evet ya Rab!

— Yalan söylüyorsun. Bundan daha azım ve kolayım senden istemiş­tim, yapmamıştın!"

Bundan sonra o tekrar cehenneme gönderilir. [64]

Bezzâr... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Ateş gibi görülmemiştir: Çünkü ondan kaçmakta olan kimse uyuyor!.. Cennet gibisi de yoktur; çünkü onu istemekte olan kimse de uyuyor!.."

Hafız Ebû Ya´lâ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur:

"Eğer mescidin dibinde yüz bin veya daha fazla sayıda cemaat olsa, bunların arasında cehennemliklerden bir adam bulunsa ve o adam soluklan-sa, soluğu da onlara isabet etse, mescidi ve içindeki herkesi yakar!.." [65]


Cehennemin Niteliği, Genişliği, Orada Azap Görenlerin Cüsselerinin İriliği. Yüce Allah Kendi Lütuf, Kerem Ve İhsamyla Bizi Korusun, Amin. O, Dilediğini Yaptıracak Güce Sahiptir:



Noksanlıklardan münezzeh olan Yüce Allah buyurdu ki:

"Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara yar­dımcı bulamayacaksın." (Nisa, 4/145)

"Tartıları hafif gelenler ise, onun yeri bir çukurdur. O çukurun ne oldu­ğunu sen bilir misin O, kızgın bir ateştir." (Kâria, lOl/8-li)

"Onlar için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Zâlim­leri böyle cezalandırırız. İnanan ve yararlı iş işeyenler -ki kişiye ancak gücü­nün yeteceği kadar yükleriz- işte cennetlikler onlardır." (A´râf, 7/41-42)

"Cehennem ateşine itildikçe itildikleri gün, onlara: "İşte yalanlayıp dur­duğunuz ateş budur." (denir)." (Tür, 52/13)

"Her inatçı inkarcıyı cehenneme atın!" (Kaf, 50/24)

"O gün cehenneme; "Doldun mu " deriz. O: "Daha var mı " der." (Kaf, 50/30)

Buharı ve Müslim´in Sahihlerinin bir kaç yerinde rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehenneme habire (adam) atılır. O "Daha var mı " der. Nihayet onur ve üstünlük sahibi Rab, ayaklarıyla onun üzerine basar da o büzülür ve: "Se­nin üstünlüğüne yemin ederim ki yeter, yeter!" der."[66]


Sonucunu Düşünmeden Söylenen Söz, Sahibini Dünyanın Batısıyla Doğusu Arasındaki Mesafeden Daha Derin Bir Şekilde Cehennem Ateşine Düşürür:



Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Kul, meydana getireceği fitne ve şerri düşünmeksizin bir söz söylerse, doğuyla batı (ufku) arasındaki mesafeden daha fazla bir derinlikte cehennem ateşine düşer." [67]

Abdullah b. Mübarek... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Adam bir kelime konuşur da kendisiyle aynı mecliste oturmakt olanlar onun bu söylediğine gülerlerse, bu yüzden o, Süreyya yıldızına kadar olan mesafeden daha faza miktarda cehennemin derinliğine düşer."

Bu, garip bir hadistir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hazim´den rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Bir gün Rasûlullah (s.a.v.)´in yanındaydık. Bir şeyin yere düştüğünü andıran bir ses duyduk. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

— Bu (sesin) ne olduğunu biliyor musunuz

— Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.

— Bu, yetmiş bahardan (seneden) beri cehenneme gönderilen (sarkıtı­lan) bir taş(ın sesiy)di. Şu anda cehennemin dibine ulaştı." [68]

Hafız Ebû Nuaym el-İsbahanî... Ebü´l-Habbab Saîd b. Yesar´dan riva­yet etti ki; Ebû Saîd el-Hudrî şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v.) bir ses duydu. Bu ses onu ürküttü. Cebrail yanına gel­di. "Ey Cibril! Bu ses nedir " diye sordu. Cebrail dedi ki: "Bu, cehennemin kenarından yetmiş yıl önce aşağısına doğru yuvarlanan ve az önce dibine dü­şen bir kaya parçasının sesidir. Cenab-ı Allah o sesi sana duyurmak istedi."[69]

Sahih-i Müslim´de rivayet olunduğuna göre Utbe b. Gazvan bir hutbe­sinde şöyle demiştir: "Cehennemin kenarından aşağıya doğru yuvarlanan bir taş, yetmiş yıl sonra bile cehennemin dibini bulmaz. Allah´a yemin ederim ki (bu kadar derin olmasına rağmen cehennem) mutlaka dolacaktır. Siz buna şaştınız mı Oysa (bir hadis-i şerifte) bize şöyle anlatılmıştı: "Cennetin kapı­larının iki kanadı arasınHaki mesafe, kırk yıllık yoldur. Ama o öyle bir gün­le karşılaşacak ki; insanların meydana getirdiği kalabalık nedeniye çatırdaya-caktir."[70]

Cenab-ı Allah kendi lütuf, kerem ve.rahmetiyle bizi o cennetliklerden kılsın. [71]


Cehennem O Kadar Derindir Ki, Oraya Atılan Bir Taş, Ancak Yetmiş Senede Dibine Ulaşır:



Hafız Ebû Ya´lâ... Ebû Musa el-Eş´arî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir taş cehenneme atılacak olursa, ancak yetmiş bahar (yıl) sonra dibi­ne ulaşır." [72]

Abdullah b. Mübarek... Mücahid´den rivayet etti ki; İbn Abbas şöyle de­miştir:

— Cehennemin ne kadar geniş olduğunu biliyor musunuz —- Hayır.

— Evet vallahi, gerçekten bilmiyorsunuz. (Cehennemliklerden) birinin kulak memesiyle omuzu arasmdaki mesafe, yetmiş bahar (yıl)lık bir yoldur.

— Hayır, olamaz!..

— Evet vallahi, gerçekten bilmiyorsunuz. Çünkü Âişe (r.a.) bana, şu ayet-i kerimeyi "Bütün yeryüzü, kıyamet günü O´nun avucundadır. Gökler, O´nun kudretiyle durulmuş olacaktır." (ZUmer, 39/67) Rasûlullah (s.a.v.)´e nak­ledip "O gün insanlar nerede bulunacaklar " diye sorduğunu; Rasûlullah (s.a.v.)´in de ona: "Cehennem köprüsü üzerinde olacaklar" dediğini naklet­ti." [73]

Sahih-i Müslim´de... İbn Mes´ud´dan merfu olarak şöyle bir hadis riva­yet edilmiştir:

"Kıyamet gününde cehennen) yetmiş bin yuara çekilerek getirilecektir. Her yuları yetmiş bin melek tutup çekecektir." Bu, İbn Mes´ud´dan mevkuf °larakta rivayet edilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [74]

Ali b. Mûsâ er-Rızâ... Hz. Ali´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Siz şu âyetin tefsirini biliyor musunuz "Ama yer, çarpılıp paralandığı zaman; melekler sıra sıra dizilip Rabbinin buyruğu gelince, o gün, cehennem ortaya konur. O gün insan öğüt almaya çalışır ama artık öğütten ona ne " (Fecr, 89/21-23)

Yukarıdaki soruyu sorup, peşinden bu âyeti okuduktan sonra Hz. Ali şöyle demiştir: "Kıyamet günü olduğunda cehennem yetmiş bin yularla çeki­lerek getirilir. Her yuları yetmiş bin meleğin elinde olacaktır. Cehennemin küçücük bir kıvılcımı etrafa saçılır. Eğer Allah onu tutmasaydı, gökleri ve yeri yakardı!"

imam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Rasûlul-lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Şunun gibi (başına işaret ederek) bir kurşun gökten yere bırakılsa -ki bu, beşyüz senelik yoldur- gece olmadan önce yeryüzüne ulaşır. Eğer bu kur­şun cehennemdeki zincirin ucundan bırakılacak olsa, cehennemin dibine ulaşmadan önce aradan gecei gündüzlü kırk sene geçer." Bunu Tirmizî de ri­vayet etmiştir. [75]

İmam Ahmed b. Hanbel... Makil´in babasından rivayet etti ki; Rasûlul-lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sıcaklık, cehennemin kendisidir." [76]


Cehennemliklerin Gövdeleri İrileştirilecektir. Allah Bizi Onların Halinden Korusun:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Doğrusu âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız. Derilerinin her ya­nışında, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah güç­lüdür, hakimdir." (Nisa, 4/56)

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehennemlikler ateşin içinde irileştirilirler. Öyleki onlardan birinin ku­lak memesiyle omuzunun arası yediyüz senelik yol olur. Derisinin kalınlığı yetmiş zira´; azı dişi de Uhud dağı kadar olur!" [77]

Beyhakî de böyle bir rivayette bulunmuştur. Doğrusunu Allah bilir. Bu kelime ve cümleleriyle bu hadis gariptir. Ama başka varyantlarda bunun bir ksmmı doğrulayıcı ifadeler vardır. Ebû Hüreyre´den de bunu teyid edici bir rivayet vardır. Doğrusunu Allah bilir. [78]


Kâfirin Kıyamet Gününde Cehennem Ateşinde Vücudunun İri Ve Çirkin Oluşu:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde kâfirin (cehennemdeyken) azı dişi, Uhud dağı; baldırı kazan; ateşteki yeri Kudeyd vadisiyle Mekke arası; derisinin kalınlığı da Cibar zirâıyla kırk iki zira´ kadardır!"

Bezzâr... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "(Cehennemdeyken) kâfirin azı dişi Uhud dağı kadardır. Derisi­nin kalınlığı da kırk zirâ´dir." [79]

Bezzâr... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Kâfirin azı dişi Uhud dağı gibidir. Cehennemdeki oturağı ise üç günlük yol (uzunluğunda ve büyüklüğü) kadardır." [80]

Hasan b. Süfyan... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"(Cehennemdeki) kâfirin iki omuzunun arasındaki mesafe, hızlı giden bir süvari için beş günlük yoldur." [81]

Hasan... Ebû Hazinf´den rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir:

"Cehennemdeki kâfirin iki omuzu arasındaki mesafe, hızlı giden süvari için üç günlük yoldur."[82]

Bezzâr... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"(Cehennemdeki) kâfirin azı dişi Uhud dağı; baldırı ise Verkan dağı ka­dardır. Derisinin kalınlığı da kırk Zİrâ´dir." [83]

İmam Ahmed b. Hanbel... Amr b. Şebib´in dedesinden rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Büyüklük tasayanlar, kıyamet gününde insan suretindeki karıncalar gi­bi haşredileceklerdir. Bütün küçük şeyler bile onlardan yüksek olur. Öyleki bols denen bir cehennem zindanının ve ateşler ateşinin içine düşerler. Ken­dilerine cehennemliklerin vücutlarının sıkılmasıyla elde edilen bir sıvı içiri-UrL" [84]

Tirmizî, bunun hasen bir hadis olduğunu söylemiştir. Burada anlatılmak istenen şudur ki; onlar daha faza azab ve acı çeksinler diye, bu şekilde topla­nıp cehenneme sevkedildiklerinde vücutları irileştirilerek ateşe gireceklerdir. Nitekim azabı şiddetli olan Allah bunun sebebini şöyle açıklamıştır: "Azabı tadsınlar diye..." [85]


Deniz Tutuşturulur Ve Cehennemin Bir Parçası Haline Gelir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ya´lâ b. Ümeyye´den rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Deniz, cehennemin kendisidir."

"Cenab-ı Allah´ın şöyle buyurduğunu görmüyor musunuz: "Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışız-dır." (Kehf, 18/29) Canım kudret elinde bulunan zât´a yemin ederim ki, ben Al­lah´a arzedilmeden o ateşe asla girmeyeceğim. Ben Aziz ve Celil olan Al­lah´ın huzuruna varmadan o ateşin bir katresi dahi bana isabet etmeyecektir." [86]

Ebû Davud... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ya hacılar, ya umreciler ya da Allah yolunda savaşa gidenler deniz yol­culuğu yaparlar. Doğrusu denizin altında ateş, ateşin altında da deniz [87] vardır." [88]


Cehennemin Kapıları, Bekçi Ve Zebanilerinin Evsafı. Allah Bizi Cehennemden Ve Onlardan Korusun:



Yüce Allah buyurdu ki:

"İnkâr edenler, bölük bölük cehenneme sürülür. Oraya vardıkların Ja! x-pıları açılır. Bekçileri onlara: "Size içinizden Rabbinizin ayetlerini oku an ve bu güne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi " derler "Evet geldi" derler. Lâkin azâb sözü inkarcıların aleyhine gerçekleşir. Onl -ra: "Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin; böbürlenenlerin c j-rağı ne kötüdür!" denir." (Zümer, 39/71-72)

"O Cehennemin yedi kapısı olup, her kapıdan onların girecekleri a} nl-mış bir kısım [89] vardır." [90]


Sıratın Vasfı Ve İnsanların Oradan Farklı Süratte Geçecekleri:



Beyhakî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Sırat köprüsü cehennemin iki yakasının üzerine kurulur. Kaygandır, üzerinde ayak durmaz. (İnsanlar geçerlerken) peygamberler, "Allah´ım selâ­met ver, selâmet ver." derler. Kimi şimşek hızında geçer. Kimi göz açıp ka­payacak kadar kısa bir sürede geçer. Kimi rahvan atlar, katırlar ve merkepler gibi koşarak geçip gider. Kimi yara bere almadan, kimi yaralanıp berelene­rek geçip gider. Kimi de oraya düşer. Onun yedi kapısı olup, her kapıdan on­ların girecekleri ayrılmış bir kısım vardır." [91]

Beyhakî... Halil b. Mürre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) yatma­dan önce mutlaka Mülk ve Secde surelerini okur ve şöyle derdi:

"Hamîmler yedi tanedir. Cehennemin kapılan da yedi tanedir: Hutame, cehennem, lezâ, sair, sakar, haviye ve cahim. Kıyamet gününde bu hamim(le başlayan sure)Ierden her biri cehennemin bir kapısına gelir durur ve şöyle der: "Allahım! Bana inanan ve beni okuyan kimseleri bu kapılardan içeri SOkma!" [92]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Asım b. Damüre´den rivayet etti ki; Hz. Ali şöyle demiştir:

"Cehennemin kapılan üst üstedirler. (Böyle derken hadisin râvilerinden Ebû Şihâb parmaklarıyla gösterdi) Önce bu, sonra bu, sonra bu, sonra da bu doldurulur."

"Cehennemin yedi kapısı vardır" mealindeki hadisle ilgili olarak Ebube­kir b. Ebi´d-Dünyâ... İbn Cüreyc´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cehennemin yedi kapısının ilkinin adı cehennem; sonrakinin leza, sonrakinin Hu­tame, sonrakinin sair, sonrakinin sakar, sonrakinin cahim -ki orada Ebû Ce­hil vardır- sonrakininse Haviye´dir." [93]

Tirmizî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Cehennemin yedi kapısı vardır." Tirmizî bu hadisi rivayet ettikten son­ra "Bu garip bir hadistir" demiştir.

Übeyy b. Kâ´b dedi ki: "Cehennemin yedi kapısı vardır. Bunlardan biri Haruriler içindir." [94]

Vehb b. Münebbih dedi ki: "Cehennemin her iki kapısı arasındaki me­safe yetmiş senelik yoldur. Her kapı, bir üstündekinden yetmiş kat daha kuv­vetlidir."

Yüce Allah buyurdu ki: "Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun. Onun yakıtı, insanlar ve taşlardır. Görevlileri, Allah´ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulan-lan yerine getiren pek haşin meleklerdir." (Tahrim, 66/6)

Yani o görevliler, kendilerine verilen emirleri yerine getirecek güçtedir­ler. Bu emirleri uygulamak için azim sahibidirler. Büyük işleri yapabilecek kadar acı kuvvete, göz alıcı şiddete sahiptirler. Yüce Allah buyurdu ki:

"Orada on dokuz bekçi vardır. Cehennemin bekçilerini yalnız melekler­den kılmışızdır." (Müddessir, 74/30-31). Çünkü onlar son derece itaatkâr ve kuv­vetlidirler. "Sayılarını bildirmekle de ancak inkâr edenlerin denenmesini sağ­ladık." (Müddessir, 74/31) Bununla, kâfirleri deneyip imtihan etmek istedik. San­ki bu on dokuz görevi melek, kendilerine bağı yardımcılarının öncüleri gibi­dirler. Bunu şu ayetten; "Onu alın, bağlayın" (Hakka, 69/30) bahsederken riva­yet etmiştik. Sonra yüce Rab bu emri verince yetmiş bin zebanî o suçluyu he­men alıp götürürler. Yüce Allah buyurdu ki: "O gün hiç kimse Allah´ın azâb ettiği gibi azâb edemez. Hiç kimse onun vurduğu bağ gibisini bağlayamaz."(Fecr, 89/25-26)

Hafız Ziya... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Canım kudret elinde bulunan zât´a yemin ederim ki; cehennem melek­leri, cehennemin yaratılmasından bin sene önce yaratılmıştır. Her gün güçle­rine güç katarlar. Öyle ki, yakalayacakları kimseleri perçem ve ayaklarından yakalarlar." [95]


Cehennemi Kuşatan Surlar, Oradaki Demir Tokmaklar, Varyözler, Prangalar, Zincir Ve Bağlar...



Yüce Allah buyurdu ki;

"Şüphesiz zâlimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışızdır. Onlar yardım istediklerinde, erimiş maden gibi yüzleri kavu­ran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır!" (Kehf, 18/29)

"Onlar, uzun sütunlar arasında, her yönden o ateşle kapatılmışlardır."

(Hümeze. 104/8-9}

"Şüphesiz katımızda onlar için ağır boyunduruklar, cehennem, boğazı tıkayan bir yiyecek ve can yakan azâb vardır." (Müzzemmil, 73/12-13)

"Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar." (Gâfir, 40/71-72)

"Ateşe yüzüstü sürüldükleri gün onlara: "Cehennemin dokunan azabını tadın" denir. Şüphesiz biz herşeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır. Bizim buy­ruğumuz bir göz kırpması gibi anidir." (Kamer, 54/48-50)

"Onlara üstlerinden kat kat ateş vardır. Altlarında da kat kattır. Allah kullarını bununla korkutur. Ey kullarım, benden sakının." (Zümer, 39/16)

"Onlar için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Zâlim­leri böyle cezalandırırız." (A´râf, 7/41)

"İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O´nu inkâr edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir. Başlarına da kaynar su dökülür de bununla ka­rini armdakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir." (Hacc, 22/19-21)

Hafız Ebû Ya´lâ... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehennemlikleri kuşatan dört duvar vardır. Duvarlardan her birinin uzunluğu kırk senelik yoldur."

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehennemliklere (azâb için) tahsis edilen demir topuzlardan biri yere konuacak olursa, bütün cinler ve insanlar toplansalar bile onu yerden kaldı­ramazlar." [96]

İbn Vehb... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:[97]

"(Cehennemdeki) demir topuzlardan biriyle bir dağa vuruacak olsa, o dağı parçalar ve toz haline getirir." [98]


Cehennemliklerin Çekecekleri Azâb Türleri:



Aziz ve Celil olan Allah bizi o azâbdan korusun.

Hafız Ebubekir b. Merdeveyh, tefsirinde,.. Ya´lâ b. Münebbih´ten riva­yet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cenab-i Allah, cehennemlikler için kara bir bulut yaratır. Bu bulut on­ların üst tarafına gelince onlara şöyle seslenir: "Ey cehennemikler! Ne isti­yorsunuz, ne taleb ediyorsunuz " Onlar da bu seslenme nedeniyle dünyanın bulutlarım ve o bulutlardan üzerlerine inen suları hatırlar ve "Ya Rab! İçecek istiyoruz" derler. Bunun üzerine boyunlanndaki prangalara ek olarak fazla­dan prangalar ve zincirler, üzerlerinde alevlenecek olan ateş korları üzerleri­ne yağar!" [99]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Ebû Ahves´ten rivayet etti ki; İbn Mes´ud, bir adama şöyle bir soru sormuş:

— Cehennemliklerin en şiddetli azâb görecek olanları kimlerdir

— Münafıklardır.

— Doğru söyledin. Onların nasıl azâb göreceklerini biliyor musun

— Demirden tabutlara konulurlar. Tabutların kapakları üzerlerine kapa­nır. Sonra satranç karesinden daha küçük ve Cübbü´l-Hazen denen tandırla­ra -ki bunlar cehennemin en dibindeki vadidedir- atılırlar. Ve bu tandırlar, iç­lerine atılan kimselerin üzerine sonsuza dek kapalı kalırlar."

İbn Ebi´d-Dünyâ... Ebû Seleme es-Sakafî´den rivayet etti ki; Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Doğrusu Cehennem ehli ~ki onlar cehennemlikler ve ateşte olanlardır- kendilerine gelemez, uyuyamaz ve (azâbdan kurtulmak için de) ölmezler. Ateş üzerinde yürür, ateş üzerinde oturur, cehennemlikle­rin irinlerini içer, onların taamından yerler. Yorganları ateştendir, döşekleri ateştendir, gömlekleri a-teşten ve katrandandır. Yüzlerini ateş kapar. Bütün cehennemlikler, ucu zebanilerin elinde olan zincirlere vurulmuş olup ileriye ve geriye doğru çekilirer. İrinleri cehennemdeki bir çukura akar. Onların içe­cekleri işte budur."

Böyle dedikten sonra Vehb ağladı; sonra da bayılıp yere düştü. Orada bulunan Bekir b. Huneys de kendini tutamayıp ağladı; nihayet kalktı ve ko­nuşamaz oldu. Orada bulunan Muhammed b. Cafer de hıçkıra hıçkıra ağladı.

Yukarıda naklettiğimiz sözlerin sahibi Vehb b. Münebbih el-Yemanî; öncekilerin kitaplarına bakar; Ehl-i kitabın muteber olan olmayan kaynakla­rından nakiller yapardı. Ancak onun bu sözlerini Kur´ân-ı Azim´de ve hadis­lerde doğrulayıcı deliller vardır. Zira Yüce Allah buyurmuş ki: "Doğrusu suç­lular, temelli kalacakları cehennemin azabı içindedirler. Azaba hiç ara veril­mez. Onlar orada tamamen umutsuzdurlar. Biz onlara zulmetmedik. Ama on­lar zâlim kimselerdi. Cehennemde şöyle seslenirler: "Ey nöbetçi! Rabbin hiç değilse canımızı alsın." Nöbetçi: "Siz böyle kalacaksınız" der." (Zuhruf, 43/74-77)

"Bu kâfirler, ateşi yüzlerinden ve sırtlarından menedemeyecekleri ve yardım da göremeyecekleri zamanı keşke bilseler. Belki aniden gelecek de onları şaşırtacaktır. Artık onu geri çeviremezer; kendileri de ertelenmez." (En­biyâ, 21/39-40)

"İnkâr edenlere cehennem ateşi vardır. Ölümlerine hükmedimez ki öl­sünler; kendilerinden cehennemin azabı da hafifletilmez. Her inkarcıyı böy­lece cezalandırırız. Orada; "Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka, ya­rarlı iş işleyelim" diye bağırışırlar. O zaman onlara şöyle deriz: "Öğüt alacak kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mı Size uyarıcı da ge-rnişti. Artık azabı tadınız. Zâlimlerin yardımcısı olmaz." (Fânr, 35/36-37)

"Ateşte olanlar, cehennemin bekçilerine: "Rabbinize yalvarın da hiç de­ğilse bir gün azabımızı hafifletsin" derler. Bekçiler: "Size, belgelerle pey­gamberleriniz gelmemişmiydi " derler. Onlar da; "Evet gelmişti" derler. Bekçiler: "O halde kendiniz yalvarın" derler. İnkarcıların yalvarışı şüphesiz boşunadır." (Mü´min, 40/49-50)

"Bedbaht olan ondan kaçınacaktır. O, en büyük ateşe yaşlanacaktır. O, orada ne ölecektir ne de dirilecektir." (A´Iâ, 87/11-13)

Önce geçen sahih bir hadiste şöyle denilmişti: "Doğrusu cehennem eh­li, cehennemliklerin kendileridir. Onlara orada ne ölürler, ne de dirilirler."

Ölümün kendisinin de cennetle cehennem arasındaki bir yerde boğazla­nacağının anlatıldığı hadiste ifade edildiğine göre ölüm boğazlandıktan son­ra şöyle denilecektir: "Ey cennetlikler! Size ölümsüzlük ve ebediyet vardır. Ey cehennemlikler! Size de ölümsüzlük ve ebediyet vardır." [100] Bir saat hatta bir an bile ara verilmeyen mütemadi azâb içindeki bir adam nasıl uyuyabilir !.. "Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artmnz."(isrâ, 17/97)

"Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defasında oraya geri çevrilirler. "Yakıcı azabı tadın" deriz." (Hacc, 22/22)

İmam Ahmed b. HanbeL. Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; cehennem­likler hakkında Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Onlardan birinin başına kaynar su dökülür. Bu su, kafatasından içeri gi­rip karnına ulaşır. Karnındaki (organ)lan yok eder, sonra da ayaklarından çı­kar!" [101]

Tirmizî ile Taberanî... Ebû Derdâ´dan rivayet ettiler ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehennemliklere bir açlık bırakılır da bu açlık, çekmekte oldukları aza­ba denk olur. Meded dileyerek yemek isterler. Kendilerine, boğazı tıkayan bir yemek verilir. (Boğazları tıkanınca) dünyadayken bu gibi durumlarda içe­cekler sayesinde kurtuduklarını hatırlarlar. Meded dileyerek içecek isterler; kendilerine ateşten kupalar içinde kaynar su verilir. Bu su onlara yaklaştırıl­dığında, yüzlerinin derisi soyulur. İçince, içleri parçalanır. Meded dilerler. Kendilerine denilir ki:

— "Size, belgelerle peygamberleriniz gelmemiş miydi " (Mü´min, 40/50)

— Evet, gelmişti.

— O halde yalvarın. İnkarcıların yalvarışı şüphesiz boşunadır.

— Bize Mâlik´i (cehennem nöbetçisini) çağırın (Mâlik gelince ona şöy­le seslenirler):

~ Ey Mâlik! Rabbin hiç değilse canımızı alsın.

— Siz böyle kalacaksınız." (Zuhruf, 43/77)

Cehennemlikler şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi bedbahtlığımız yenmişti. Sapık bir millet olmuştuk." (Müminûn, 23/306)

Onlara şöyle denilir: "Sinin orada. Benimle konuşmayın." [102]


Cehennemliklerin Yiyecek Ve İçeceği:



Yüce Allah buyurdu ki:

Âyetin aslında geçen ve "kötü kokulu bir diken" diye terceme ettiğimiz (£)arî´) kelimesi, Hicaz diyarında yetişen Şabrak adını alan bir dikendir; pis kokulu oluşu nedeniyle hayvanlar onu yemezler. Dahhâk´ın, İbn Abbas´tan nıerfu olarak rivayet ettiği bir hadiste anlatıldığına göre "Dan"; cehennemde­ki bir şeydir. Denildiğine göre dikene benzer. Sabir bitkisinden daha acı, leş­ten daha pis kokar. Ateşten daha sıcaktır. Kişi onu yer; ama karnına girmez, ağzına da yükselmez. Bu ikisi arasında kalır. Semirtmez; açlığı da gider-mez." Bu, cidden garip bir hadistir. [103]

Yüce Allah buyurdu ki:

"Şüphesiz katımızda onlar için ağır boyunduruklar, cehennem, boğazı tıkayan bir yiyecek ve can yakan azâb vardır." (Müzzemmil, 73/12-13)

"Peygamberler yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı. Ar­dında cehennem vardır. Orada kendisine irinli su iç irilecektir. Onu yudum yudum alacak fakat yutamıyacaktır. Ölüm ona her taraftan geldiği halde öle-meyecek, arkasından da* çetin bir azâb gelecektir." (İbrahim, 14/15-17)

"Sonra siz ey sapıklar, yalanlayanlar! Doğrusu zakkum ağacından yiye­ceksiniz. Karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Onun üzerine kaynar su içe­ceksiniz. Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. İşte onla­ra, ceza günü sunulacak konukluk budur." (Vakıa, 69/51-56)

"Konukluk olarak bu mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı Biz o ağacı, zâ­limler için bir dert yaptık. O, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomur­cukları şeytan başı gibidir. [104] İşte cehennemlikler bundan yerler. Karınlarını onunla doldururlar. Sonra üzerine kaynar su katılmış içki, şüphesiz onlar içindir. Doğrusu sonra dönecekleri yer yine cehennemdir." (Saffât, 37/62-68)

"Orada kendisine irinli su iç irilecektir. Onu yudum yudum alacak fakat yutamayacaktır." (İbrahim, 14/16-17)

Abdullah b. Mübarek... Ebû Ümame´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), yukarıdaki âyet-i kerimeyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

"İrinli su, cehennemliğe yaklaştırıldığında yüzü yanıp kavrulacak ve ba­şının derisi içine düşecektir, içince bağırsakları paralanacak, öyleki anusun-dan dışarı çıkacaktır!" Yüce Allah buyurmuş ki: "Onlara kaynar su içirildi ve o su, bağırsaklarını paraladı." (Muhammed, 47/15)

Yüce Allah buyurdu ki:

"Onlar yardım istediklerinde, erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecektir." [105]

Ebû Davûd et-Tayalisî... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şu âyet-i kerimeyi okudu: "Allah´tan, sakınılması gerektiği gibi sakı­nın sizler, ancak müslüman olarak can verin." (Âi-i imrân, 3/102)

Rasûlullah (s.a.v.) yukarıdaki âyet-i kerimeyi okuduktan sonra şöyle bu­yurdu:

"Zakkumun bir damlası dünya denizlerine düşse, dünyalıların hayatını alt üst edeceğine göre, onu yiyenlerin durumu acaba nice olacaktır !." [106]

Ebû Ya´lâ... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"(Cehennemliklerin irininden ibaret olan) gassak suyundan bir kova, dünyaya akıtılacak olsa, dünyalıları kokuşturur." [107]

Tirmizî... Kâ´bü´l-Ahbar´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kıyamet gününde Cenab-ı Allah öfkeli bir halde kuluna bakıp, "Şunu yakalayın!" der ve yüzbin yahut daha fazla sayıda melek onu yakalar. Allah´ın ona gazaplan-ması nedeniyle onlar da o kula gazaplanarak perçemini ayaklarına bağlar ve yüz üstü onu cehenneme sürüklerler. Cehennem de ona onlardan yetmiş kat daha fazla gazaplanır. O kul meded dileyerek su ister. Kendisine bir su içiri-lir. İçtiği o sudan ötürü eti ve sinirleri (sıyrılıp) düşer; ateşte üst üste yığılır, Ateşten vay haline onun!"

Yine Kâ´b´üJ-Ahbar demiş ki:

— Gassak´ın ne olduğunu biliyor musunuz

— Hayır.

— O, cehennemde bir pınardır. Oraya yılan, akrep ve diğer zehirli hay­vanların tümünün zehiri akar. O zehirler bir çukurda yığııp bekler. Daha da zararlı ve tehlikeli olur. Sonra bir adam getirilip oraya bir kez daldırılır; çı­karıldığında derisi kemiklerinden sıyrılmış olur! Derisi ve eti topuk kemiği­ne takılır. Kişinin elbisesini ardından sürümesi gibi o da etini ve derisini ar­dından sürüyüp çeker." [108]


Cehennemin Adlarıyla İlgili Olarak Nakl Edilen Hadisler. Bunlardan Hangisinin Sahih, Hangisinin Sahih Olmadığının Beyanı:



Haviye: İbn Cüreyc: "Haviye, cehennemin en alt tabakasıdır" demiştir. Yüce Allah buyurdu ki: "Tartıları hafif gelenler ise, onun yeri bir çukur (ha-Vİye)dİr." (Karia, 101/8-9)

Bu âyeti şöyle man âl andıranlar da olmuştur: "Onun kafatası (cehenne­me) düşer!" Nitekim bir hadis-i şerifte de şöyle Duyurulmuştur: "Adam, Al­lah´ı gazaplandıracak bir söz söyler. Bu yüzden o, yetmiş bahar (yıl) boyun­ca cehennem ateşine düşer." [109]

Başka bir rivayette ise şöyle denilmiştir: "O, doğuyla batı ufku arasın­daki mesafeden daha uzun bir derinlikteki cehennem ateşine düşer." [110]

Bazıları demişler ki: Ayette geçen "Fe ümmühu Haviye"den kasıt; onun varacağı yer, cehennemin en alt tabakasıdır. Ya da bu söz, cehennem ateşi­nin mahiyetini bildiren bir vasıftır. Bu manayı takviye edici bir hadiste riva­yet edilmiştir: Doğrusunu Allah bilir.

Ebubekir Ahmed b. Mûsâ b. Merdeveyh... Enes b. Mâlik´ten rivayet et­ti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Mümin öldüğünde onu sorarlar. (Eğer erkekse) "Falan adam ne yap­tı "; (Eğer kadınsa) "Falan kadın ne yaptı " derler. Eğer o mümin ölmüş te yanlarına gelmemişse, "O ters yoldan, annesi haviyeye (yani cehenneme) gö­türüldü. O ne kötü anadır! O ne kötü bir mürebbiyedir!" derler. Nihayet şu­nu da sorarlar: "Falan adam ne yaptı! Evlendi mi Falan kadın ne yaptı Ev­lendi mi " Sonra da şöyle derler: "Bırakın da dinlensin. Çünkü o, (dünya de­nen) gemiden yeni çıkmıştır."

İbn Cerir... Ma´mer´den rivayet etti ki; Eş´as b. Abdullah el-A´mâ´mn şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mümin kişi öldüğünde ruhu, diğer mümin­lerin ruhlarının yanına gider. "Kardeşinizi evlendirin. Çünkü o, dünyanın gam ve kederi içindeydi." derler. Ona: "Falan adam ne yaptı " diye sorarlar. O da; "Öldü; yanınıza gelmedimi yoksa " diye karşılık verir. Onlar derler ki: "Demek ki o, anası haviyeye (cehennemin en alt tabakasına) gitti!" [111]

Hafız Ziya... Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) öyle buyurmuştur:

"Allah yolunda şehid olmak, emanet günahı dışında tüm günahları örter. Emanete hıyanet suçu işlemiş bir adam huzura getirilir. Ona, "Emanetini öde!" denir. O da der ki: "Ya Rab! Ben nasıl ve nereden öderim !. Dünya da geride kalmıştır artık." Bu sözünü üç kez tekrarlar. "Onu Haviye´ye götü­rün!" denilir. Oraya atılır, dibine düşer. Emaneti orada, olduğu gibi görür. Alıp omuzuna koyar. Sonra onunla birlikte cehennem ateşinin içinde (yuka­rılara doğru) tırmanır. Tam çıkacağını sandığı bir sırada ayağı kayar ve geri­sin geri aşağıya düşer. Ve sonsuza dek orada kalır. Emanet, namazdadır. Emanet, oruçtadır. Emanet abdesttedir. Emanet, sözdedir. Bundan daha şid­detlisi, emanet olarak bırakılan eşyadadır."

Bu hadisi rivayet edenlerden biri olan Zadân diyor ki: "Bera´a rastladım. Ona, "Abdullah´ın kardeşinin dediğini duymuyor musun " diye sordum. O da: "O, doğru söylüyor" dedi." [112] Bu hadis, müsnedde ve kütüb-ü sittede yok­tur. [113]


Cehennemin Bols Adlı Zindanı:



Aziz ve Celil olan Allah bizi oradan korusun. Bu zindanla ilgili olarak imam Ahmed b. Hanbel´in... Amr.b. Şuayb´m dedesinden rivayet ettiği ha­dis, önceki sayfalarda geçti. [114]


Cübbü´I-Hazen:



Ali b. Harb... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cübbü´l-Hazen´den Allah´a sığının." Sahabîler, "Cübbü´I-Hazen nedir ya RasûlaJlah " diye sordular. Buyurdu ki: "O, cehennem de bir vadidir. Ce­hennemin kendisi ondan her gün dört yüz kez Allah´a sığınır. O vadi, amel­leri ile gösteriş yapan kurrâlar için hazırlanmıştır. Allah´ın en çok öfke duy­duğu kurcalar, zalim ümerâya riyakârlık yapan kurrâlardır," [115] Tirmizî ile İbn Mâce de bu hadisi rivayet etmişlerdir. Tirmizî bunun ga­rip olduğunu söylemiştir. Onun rivayetinde, "Cehennemin kendisi, Cübbü´l-Hazan´den günde yüz kez Allah´a sığınır"[116] denmektedir.[117]


Dünyadaki Pisliklerin, Kokuşmuş Şeylerin Ve Çöplerin Atıldığı Çöplüğü Andıran Bir Nehrin Cennette Var Olacağı:



Yüce Allah kendi lütuf ve keremiyle bizi oradan korusun. Sürekli içki içen, akrabalık bağlarını koparan, sihri doğrulayan kimse cennete giremez.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Musa´dan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Üç kişi, sürekli içki içen, akrabalık bağlarını koparan, sihri tasdik eden kimse cennete giremez. İçki içmeye devam ederek ölen kimseye Cenab-ı Al­lah, Gota ırmağından içirir." Gota ırmağı nedir diye sorulduğunda buyurdu ki: "Fahişelerin tenasül organlarından akan bir ırmaktır. Onların tenasül or­ganlarının kokusu cehennemliklere ezâ verir." [118]


Lemlem Vadisi:



Hasan b. Süfyân... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehennemde öyle bir vadi var ki, ona Lemlem denir. Cehennemin di­ğer vadileri onun sıcaklığından Allah´a sığınırlar." [119] Bu, garip bir hadistir. [120]


Hebheb Vadisi Ve Kuyusu:



Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Ezher b. Süfyan´dan rivayet etti ki; Muham-med b. Vasi şöyle demiştir: Bilâl b. Ebi Bürde´nin yanma gittim. Kendisine dedim ki: Ey Bilâl! Baban, kendi babasından (yani senin dedenden) rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu cehennemde Hebheb denen bir vadi vardır. Her zorbayı oraya yerleştirmesi, Cenab-ı Allah´ın üzerinde haktır. Ey falan! Allah´ın oraya yer­leştirdiklerinden biri OİmayaSin Sakin!" [121]

Taberanî... Ezher b. Sinan´dan rivayet etti ki; Muhammed b. Vasi´, Bi­lâl b. Ebi Bürde b. Ebi Musa´nın yanına girdi ve ona şöyle dedi: Baban, de­denden rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu cehennemde bir vadi, o vadi de de Hebheb adında bir kuyu vardır. Her zorbayı oraya yerleştirmesi, Cenab-ı Allah´ın üzerinde [122] haktır." [123]


Veyl Ve Saûd:



Veylin Anlamı:

Yüce Allah buyurdu ki: "O gün, yalanlamış olanlara veyl vardır." [124]

"Onu sarp bir yokuşa (Saûd´a) sardıracağım." (Müddessir, 74/17)

İmam Ahmed b. Hİnbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Veyl, cehennemde bir vadidir. Kâfirler oraya kırk bahar (sene) müddet­le düşerler, ama yine de dibine ulaşamazlar. Saûd ise ateşten bir dağdır. Ora­ya yetmiş baharda (senede) tırmanılır. Sonra aynı süre kadar oradan aşağıya düşülür. Bu, ebediyete kadar böyle devam eder."[125]

Bu, garip, hatta münker bir hadistir.

Veyl kelimesi, kuvvetli görüşe göre şu manâya gelir: Veyl; selâmet ve kurtuluşun zıddıdır. Nitekim araplar; "Veyl ona olsun! Veyl ona!" derler.

Saûd´un Anlamı:

Bezzâr... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), Saûd kelime­sinin anlamı hakkında şöyle buyurmuştur:

"Saud, cehennemdeki bir dağdır. Kâfir, oraya tırmanmakla yükümlü kı­lınır. Elini üzerine koyduğunda erir. Elini kaldırdığında eski haline döner. Ayağını üzerine koyduğunda erir. Kaldırdığında da eski haline döner."[126]

Katâde, İbn Abbas´ın şöye dediğini rivayet etmiştir:

"Saûd, cehennemdeki bir kayadır. Kâfir, onun üzerinde yüz üstü sürük­lenir."

Süddî dedi ki: "Saûd, cehennemde düz ve kaygan bir kayadır. Kâfir ora­ya tırmanmakla yükümlü kılınır." Mücahid dedi ki: "Onu sarp bir yokuşa (sa-ud´a) sardıracağım" (Müddessir, 74/17) âyetinde geçen Saûd kelimesi, zorlu azâb anlamına gelir. Katâde ise bu kelimenin, içinde rahat olmayan bir azâb anlâ-mına geldiğim söylemiş, İbn Cerir de bu görüşü benimsemiştir. [127]


Cehennemin Yılan Ve Akrepleri:



Allah bizi onlardan korusun. Kur´ân-ı Kerîm´de bu konuya şöyle deği­nilmektedir:

"Allah´ın bol nimetinden verdiklerinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayın olduğunu sanmasınlar. Bilâkis bu onların kotülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır." (Âl-i İmrân,

3/180)

Sahih-i Buharî´de... Ebû Hüreyre´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir kenze (hazineye) sahib olup da zekâtını ödemeyen kimseye, kıya­met günü hazinesi, dazlak başlı bir yılan olarak karşısına gelecektir. O yıla­nın her bir gözünün üzerinde bir tane olmak üzere iki siyah noktası vardır. Sahibini iki çene kemiğiyle tutar ve ona: "Ben senin malınım. Ben senin ha-zinenim!" der." Bu hadisin bir başka varyantında şöyle denmektedir: "... Sa­hibi o yılandan kaçar. Ama yılan onun peşini bırakmaz. Adam ona karşı eliy­le kendini korur. Ama yılan onun elini yutar, sonra da boynuna dolanır."

"İnkâr eden, Allah´ın yolundan alıkoyanlara, bozgunculuklarına karşılık azâb üstüne azâb veririz:." (Nahl, 16/88)

A´meş... Mesruk´tan rivayet etti ki; yukarıdaki âyet-i kerimenin tefsirin­de Abdullah b. Mes´ud şöyle demiştir: "Onlara azâb ettirmek için, uzun hur­ma ağacı gibi kuyrukları olan akrepler saldirtılır."

Beyhakî... Abdullah b. Haris b. Cüz´ ez-Zebidî´den rivayet etti ki; Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu Cehennemde öyle yılanlar var ki, buhti develerinin boyunları gibi uzundurlar. Onlardan birinin ısırdığı kişi, zehirinin tesirini kırk bahar (yıl) boyunca hisseder." [128]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Peygamber (s.a.v.)´i gören ve onunla birlik­te Veda Hacci yapan Haccac b. Abdullah es-Sümalî´den rivayet etti ki; As-hab´ın önde gelenlerinden Nasr b. Necib, kendisine şöyle demiştir: "Doğru­su cehennemde yetmiş bin vâdî her vadide yetmiş bin mahalle, her mahalle­de yetmiş bin ev, her evde yetmiş bin daire, her dairede yetmiş bin yılan, her bir yılanın yanında yetmişbin akrep vardır. Kâfir ve münafık kimse, bunların hepsiyle karşılaşmadan varacağı yere varamaz." (Beyhakî, ei-Ba´sü ve´n-Nüşur, 263)

Bu; mevkuf, cidden garip ve şiddetli derecede münker bir rivayettir. An­cak Buharî de Tarih´ül-Kebir´inde buna benzer bir rivayette bulunmuştur. Doğrusunu Allah bilir.

Bazı tefsirciler Gayy ve Esâm´dan da bahsetmişlerdir ki; bunlar, cehen­nem vadilerinden iki vadidir. Allah bizi bunlardan da korusun.

"Aralarına bir cehennem deresi koyarız." (Kehf, 18/53)

Bazıları bu âyette sözü edilen derenin, cehennemdeki kan ve irin deresi olduğunu söylemişlerdir.

Abdullah b. Amr ile Mücahid, bunun cehennem derelerinden biri oldu­ğunu söylerken, Abdullah b. Amr şu eklemeyi yapmıştır: "Kıyamet günün­de, doğru yolda olanlarla sapıklıkta olanlar, birbirlerinden ayrılacaklardır."

Beyhakî... Heşim b. Avvam b. Havşeb´den rivayet etti ki; Abdülcebbar el-Havlanî şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.)´in ashabından biri, dımışka,an geldi. İnsanların çok dünyalık peşinde olduklarını gördü. "Bununnlara ne yararı olacak İleride, önlerine galak çıkmayacak mı " dedi. "Ga­lak nedir " diye sorulunca, dedi ki: "Galak, cehennemde bir kuyudur. Acıl­ığında cehennemlikler oradan can havliyle kaçarlar." Burada sadece "kaçar­lar" denmemiş; aksine "Can havliyle kaçarlar" denilmiştir. Bu dikkat edilmeci tereken bir noktadır. [129]


Kalbi Olana Veya Hazırken Kulak Verene Öğüt Olan, İmrendirip Korkutan Bir Hutbe[130]



Beyhakî... Mücahid´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Yezid b. Şecere, zahid insanlardandı. Muaviye onu komutan olarak çalıştırırdı. Yezid bir gün bize bir hutbe irâd etti. Allah´a hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

"Ey İnsanlar! Allah´ın üzerinizdeki nimetlerini anın. Kırmızı ile sarı ve diğer renkler arasında, yüklere ve onların içindekilerde gördüklerimi keski görebilseydiniz. Doğrusu namaz kılındığında göğün ve cennetin kapıları açı­lır. İri gözlü huriler süslenir. Sizden biri şahsen savaşa yöneldiğinde iri gözü huriler onun için süslenir ve koşup "Allahım! Ona sebat ver. Allahım! Ona yardım et" derler. Ama o adam arkasını düşmana dönerse huriler ona görün­mez ve "Allahım! Ona lanet et." derler. Anam babam size feda olsun. Düş­manın kanını için. Bu uğurda sizin vücudunuzdan düşecek ilk kan damlası, ağacın yaprağının dalından düşürülmesi gibi sizin de günahlarınızı vücudu­nuzdan düşürür. Cephede biriniz yaralanıp yere düşünce o hurilerden iki ta­nesi hemen koşup onun yüzündeki toprağı siler ve "Sana kurban olalım" der­ler. O da "Ben size kurban olayım" der. Kendisine yüz elbise giydirilir. Bu elbiseler (o kadar incedirler ki,) şu iki parmağımın arasına konulsalar, sığar­lar. Çünkü insanlar tarafından dokunmamışlardır. Onlar cennet elbiseleridir.

Ey İnsanlar! Allah katında isimleriniz, simanız, fısıltılarınız, helal ve ha­ram işleriniz, meclisleriniz (oturduğunuz yerler ve o yerlerde yaptığınız ko­nuşmalar) yazılıdır. Kıyamet günü olduğunda "Ey falan! Şu senin nurundur. Ey falan! Şu da senin nurundur. Ey falan! Senin nurun yoktur." denilir. Doğ­rusu cehennemin deniz kıyısı gibi bir kıyısı vardır. Orada buhatî (yani sekiz dokuz yaşlarındaki horasan) develeri kadar iri haşere ve yılanlar vardır. Ce­hennemlikler azâblarınm hafifletilmesini dilediklerinde onlara, "Kuyuya çı­kın" denilir. O kuyuya çıktıklarında haşere (ve yılan)lar onların dudaklarını, böğürlerini ve Allah´ın dilediği yerleri ısırırlar. Allah bu hayvanları onalra musallat kılar. Sonra o suçlular geri döner, ateşin göbeğine gömülürler. Son­ra uyuzluğa müptelâ olurlar. Öyleki onlardan biri, kemiği ortaya çıkıncaya dek derisini kaşır. Kendisine: "Ey falan! Bu sana eziyet veriyor mu " diye sorulur. "Evet" deyince ona denilir ki: "İşte bu durum, dünyadayken mümin­lere eziyet vermiş olmandan ötürü başına geldi!"

Tirmizî... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Bir kimse Allah´tan üç kez cenneti isterse, cennet: "Allahım, onu cen­nete koy" der. Bir kimse de cehennem ateşinden kurtulmak için üç kez aman dilerse, cehennem: "Allahım! Onu cehennemden koru" der." [131]


Cehennemin Sıcağından Ve Soğuğundan İhlasla Aman Dileyenlere Allah´ın Rahmeti Yakındır:



Beyhakî... Ebû Hüceyre´den (veya çoğu hadisçilere göre Ebû Hürey-re´den) rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sıcak bir gün olduğunda Cenab-ı Allah yer ve gök halkını dinleyip gö­zetler. Kul: "La ilahe illallah, bu gün ne kadar da çok sıcak! Allahım! Beni cehennem ateşinin sıcaklığından koru." deyince, Cenab-ı Allah cehenneme şöyle der: "Kullarımdan biri senden bana sığındı. Şâhid ol ki sana karşı ben ona âmân verdim." Şiddetli bir soğuk güne gelindiğinde de Cenab-ı Allah, yer ve gök halkım dinleyip gözetler. Kul "Lâ ilahe illallah, bu gün ne kadar da soğuk!" Allahım! Beni cehennemin zemheri soğuğundan koru!" deyince, Cenab-ı Allah cehenneme şöyle der: "Kullarımdan biri senin zemherinden bana sığındı. Şâhid ol ki, sana karşı ben ona âmân verdim." Ashab: "Cehen­nemin zemherisi nedir " diye sorduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı ver­mişti: "Cenab-ı Allah kâfiri cehenneme attığında cehennem, soğuğunun şid­detinden ötürü çatlayıp birbirinden [132] ayrılır." [133]


Cehennemin Tabakaları:



Oralarda azâb görmekten Allah´a sığınırız.

Kurtubî, âlimlerin bu hususta şöyle dediklerini nakletmiştir: Cehenne­min en üstteki tabakası, Muhammed (s.a.v.)´in ümmetinin günahkâr ve asi­lerine mahsustur. Orası, içindekilerden tahliye edilecek ve rüzgar kapılarına çarpacaktır. Bundan sonraki tabakalar da sırasıyla şunlardır: Lezâ, Hutame, Şâir, Sakar, Cehim, Haviye.

Dahhâk dedi ki: "Cehennemin üst tabakasında (günahkâr) Muhammedi-ler, ikinci tabakasında hristiyanlar, üçüncü tabakasında yahudiler, dördüncü tabakasında yıldızperestler, bdşinci tabakasında mecusiler, altıncı tabakasın­da arap müşrikleri, yedinci tabakasında da münafıklar bulunacaktır." [134]

Ben derim ki: Bu tabakaların adlarının belirlenmesi ve malum sınıflara tahsis edilmesinin kesinlik kazanması için, her bakımdan masum olan Pey-garaber (s.a.v.)´e dayanan sahih bir senede ihtiyaç hissettirmektedir. O ma­sum insan ki; kendiliğinden konuşmamaktadır. "Onun konuşması ancak bil­dirilen bir vahiy iledir. Ona, çetin kuvvetlere sahip ve güçlü olan Cebrail öğ­retmiştir." (Necm, 53/4-5)

Bilindiği gibi yukarıda serd edilen sınıfların hepsi ateşe gireceklerdir. Ama anlatılan şekil ve tertipte girip girmeyecekleri meselesine gelince, bununcak Allah bilir. Münafıkların cehennemin en alt tabakasında azâb görecek­leri kesiıdir ve bu hususta Kur´ân nassı vardır. Kurtubî dedi ki: "Bu isimler­den bazıları örneğin cehennem, saîr ve lezâ cehennem ateşinin genelini kap­ayan özel isimlerdir. Yani Cehennemin hususi manada bazı tabakalarının adları değildir. Bunu söyleyen doğru söylemiştir. Allah ondan razı olsun." [135]


Cehennem Yılanları:



Onlardan Allah´a sığınırız.

Harmele... Abdullah b. Haris b. Cüz ez-Zebidî´den rivayet etti ki; Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehennemde buhtî (horasan) develerinin boynu gibi (uzun ve kalın) yı­lanlar vardır. Onlardan birinin ısırdığı adam, onun zehirinin tesirini kırk ba­har (yıl) boyunca hisseder. [136]

Taberanî... Berâ´ b. Azib´den rivayet etti ki; "Onlara azâb üstüne azâb veririz." (Nahi, 16/88) âyetinin tefsirini kendisine sorduklarında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Uzun hurma ağaçları gibi akrepler, cehennemde [137] onları ısırır." [138]


Cehennemliklerin Ağlaması:



Allah Azze ve Celle bizi ondan kurtarsın.

Ebû Ya´lâ el-MavsıIî... Enes b. Mâlik´ten (r.a.) rivayet ettiğine göre Re-sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ey insanlar! Ağlayınız; ağlayamazsanız ağlar gibi görününüz. Çünkü cehennemlikler, cehennemde, gözyaşları yanaklarından iplikler gibi akmca-ya kadar ağlarlar; nihayet gözyaşları kesilir, gözleri gemilerin yüzebileceği büyüklükte oyuklara dönüşür."

İbn Mâce... Zeyd b. Refî´den merfu olarak, şöyle dediğini rivayet edi­yor:

"Cehennemlikler ateşe girdiklerinde bir zaman göz yaşı akıtarak ağlar­lar. Ondan sonra bir zamanda gözlerinden irin akıtarak ağlarlar. Cehennem nöbetçileri onlara: "Ey bahtsızlar topluluğu! Sakinlerine merhamet edilen bir diyarda, yani dünyada ağlamadınız. Şimdi medet dileyecek birini bulabilecek misiniz bakalım " derler. Onlar da yüksek sesle şöyle derler: "Ey cennetlik­ler! Ey babalar, analar ve evlat topluluğu! Mezarlardan susamış olarak çık-ük. Mahşerde uzun süre susuz bekledik. Bu günde susamış haldeyiz. Bize bi­raz su ya da Allah´ın size rızık olarak bahşettiği şeylerden birazını gönderin." Kırk sene müddetle kendi hallerine bırakılırlar. Onlara hiç kimse cevap ver­mez. Sonra onlara: "Siz bekleyeceksiniz" denilir ve onlar her hayırdan ümit keserler." Nitekim yüce Allah buyurmuş ki: "Ateş onların yüzlerini yalar. ii sırıtıp kalır." [139]

İmanı Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.), "Dişleri sırıtıp kalır." mealindeki âyeti okuduktan sonra şöyle buyur­du:

"Adamın yüzünü ateş yakar, üst dudağı büzülür, başının tepesine kadar ekilir; alt dudağı da sarkıp göbeğine kadar uzanır." [140]

Tirmizî de bu hadisi... Mübarek´ten rivayet etmiştir. Hasen ise bunun sa­hih ve garib olduğunu söylemiştir.

İbn Merdeveyh... Ebû Derdâ´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), "Ateş onların yüzlerini yalar" âyetiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

"Ateş onların yüzlerini öyle bir yalar ki, (vücutlarının) etleri topukları­na akar!" [141]


Cehennemin Ve Cehennemliklerin Evsafına Dâir Müteferrik Hadis-i Şerifler:



Ebü´l-Kasım et-Taberanî... Ebû Musa´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehennemlikler -ateşe girmelerini Allah´ın dilemiş olduğu- kıble eh­linden bazıları ile bir araya gelip toplandıkları kâfirler, müslümanlara şöyle sorarlar:

— Siz müslüman değil miydiniz

— Evet müslümandık.

— Müslümanlık size yarar sağlamadı mı Siz de bizimle beraber Cehen­nemdesiniz!

— Bizler günahkârdık. Günahlarımız nedeniyle sorumlu tutulup yaka­landık.

Cenab´i Allah onların konuşmalarını duyar ve cehennemdeki ehl-i kıb­lenin çıkarılmalarını emr eder; çıkarılırlar. Cehennemde kalan kâfirler bu du­rumu görünce "Keşke biz de müslüman olmuş olsaydık ta bunlar gibi bura­dan çıksaydık" derler." Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) şunu okudu: "Kovulmuş şeytandan Allah´a sığınırım. Bunlar Kitabın ve apaçık olan Kur´ân´ın âyetleridir. İnkâr edenler, daha önceden müslüman olmuş bulun­malarını nice kereler dileyecekleri günler göreceklerdir." [142]

Taberanî... Salih b. Ebi Tarifin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebû Sa-îd el-Hudrî´ye şöyle bir soru yönelttim: "Sen Rasûlullah (s.a.v.)´in, "İnkâr edenler, daha Önceden müslüman olmuş bulunmalarını nice kereler dileye­cekleri günler göreceklerdir." âyet-i kerimesi hakkında bir şey söylediğini duydun mu " cevaben şöyle dedi: Evet, onun şöyle dediğini duydum:

"Cenab-ı Allah, kendilerinden intikamını almadan (onlara azâb etme­den) bazı kimseleri cehennemden çıkaracaktır. Onları müşriklerle birlikte ce­henneme koyduğunda müşrikler onlara: "Siz, kendinizin Allah´ın dostları ol­duğunuzu iddia ediyorsunuz. Şu halde bizime beraber ateşte ne işiniz var !" derler. Cenab-ı Allah onların böyle dediklerini duyunca o günahkâr (müslüman)lara şefaat edilmesine izin verir. Bunun üzerine Melekler, peygamber-ıer ve müminler onlar için şefaatte bulunurlar. Nihayet Allah´ın izniyle ce­hennemden çıkarlar. Müşrikler bu durumu görünce "Keski biz de bunlar gi­bi olsaydık. Şefaate nail olur ve bunlarla birlikte cehennemden çıkardık." derler. "İnkâr edenler, daha önceden müslüman olmuş bulunmalarını nice ke­reler dileyecekleri günler göreceklerdir." âyetinin manâsı işte budur. Bunlar cennete girer ve orada (yanık lekesi olarak duran) yüzlerindeki siyahlık ne-deniye cehennemlikler adını alırlar. "Ya Rab! Bu adı üzerimizden kaldır" derler. Cenab-ı Allah onlara emir verir; Cennet ırmağında yıkanırlar ve üzer­lerindeki bu (leke, dolayısıyla o) ad yok olup gider."

Taberanî... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Lâilâhe illallah diyenlerden bir kısım kimseler günahları sebebiyle ce­henneme girerler. Lâfa ve Uzzâ´ya tapanlar, onlara: "Lailahe illallah deme­nizin size yararı olmadı. ÎSakın, bizimle birlikte cehennemdesiniz!.." derler. Cenab-ı Allah onların bu sözüne kızar ve günahkâr müsümanları cehennem­den çıkarır, hayat nehrine atar. (O nehirde yıkanınca) tutulmanın ardısıra açı­ğa çıktığında ayın kara lekelerden arınışı gibi onlar da yanık izi ve lekelerin­den arınıp iyileşirler. Sonra da Cennete girerler. Cennete onlara cehennem­likler denir."

Adamın biri bu hadisi nakleden Enes´e dedi ki: "Ey Enes! Sen, Rasûlull-lah (s.a.v.)´in, "Her kim bana yalan isnad ederse ateşteki yerini hazırlasın" dediğini işitmişsindir. Şimdi nakletmiş olduğun sözleri sen RasÛullah (s.a.v.)´in kendisinden duydun mu " Enes: "Ben bunu Rasûlullah (s.a.v.)´in kendisinden duydum." [143] diye cevap verdi." [144]


Garip Bir Eser Ve Tuhaf Bir İfade:



Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Şa´bî´den rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir:

«Kıyamet gününde cehennem, her birini yetmiş bin meleğin tuttuğu yet­miş bin yulara bağlı olarak huzur-u ilâhîye getirilir. Cehennem üzerlerine meyleder. Nihayet götürülüp Arş´ın sağ yanında durdurulur. O gün Cenab-ı Allah cehennemi zelil kılar [145] ve ona: "Bu ne zillettir " diye vahyeder. O da: "Ya Rab! Korkarım ki bu surette benden intikam alacaksın" der. Cenab-ı Al­lah ona: "Ben seni intikam aracı olarak yarattım. Senden alınacak intikamım yoktur" der. Sonra Cenab-ı Allah ona vahyeder. O da öyle bir kükrer ki göz­lerde olan yaşların tümü akar. Sonra yine kükrer. Bu defa rahmet peygambe­ri olan peygamberinizden başka bütün gözde melekler ve mürsel peygamber­ler düşüp bayılırlar. Ancak peygamberiniz: "Ya Rab! Ümmetim, ümmetim." der.» [146]


En Garip Haber Ve Eserlerden Biri Daha:



Hafız Ebû Nuaym el-İsbahanî... Zadân´dan rivayet etti ki; Kâ´b´ül-Ah-bâr şöyle demiştir:

"Kıyamet günü olduğunda Cenab-ı Allah, evvelki ve sonraki ümmetleri aynı alanda toplar. Melekler inip sıra halinde dizilirler. "Ey Cibril! Cehenne­mi bana getir" denir. Cibril, yetmiş bin yulara bağlanmış olarak güdülen ce­hennemi getirir. Sonra yaratıkların üzerinden yüz yıl kadar bir zaman geçer. Cehennem bir daha kükrer; halkın (korkudan adeta) yüreği uçar. İkinci kez kükrer; gözde meleklerin ve mürsel peygamberlerin hepsi diz üstü çökerler. Üçüncü kez üfieyince yürekler ağızara gelir; akıllar baştan gider. O zaman herkes kendi ameli nedeniyle paniğe kapılır. Öyle ki İbrahim Halil (a.s.) bi­le; "Seninle olan dostluğum hatırına senden ancak nefsimin bağışlanmasını diliyorum ya Rab!" der. İsâ (a.s.)´da; "Beni üstün ve şerefli kılman hürmeti­ne senden beni doğuran Meryem´in değil, sadece nefsimin bağışlanmasını diliyorum." der. Muhammed (s.a.v-)´e gelince O, "Bu gün senden kendi nef­simin değil, ümmetimin bağışlanmasını diliyorum Ya Rab!" der. Yüce Allah ona şöyle cevap verir: "Ümmetinden olan dostlarıma korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir de. Onur ve üstünlüğüme yemin ederim ki; ümmetin ko­nusunda senin gözünü aydınlatacağım."

Bundan sonra meleker, Aziz ve Celil olan Allah´ın huzurunda durur, kendilerine verilecek olan emirleri beklerler. Yüce ve Mukaddes Rab onlara der ki: "Ey zebaniler topluluğu! Muhammed (s.a.v.)´in ümmetinden olup bü­yük günah işlemekte ısrar edenleri alın, ateşe götürün! Dünyadayken emrimi Önemsememeleri, hakkımı hafife almaları ve saygınlığım hiçe saymaları ne­deniyle onlara karşı gazabım şiddetlenmiştir. Kötülüklerini insanlardan giz­liyorlar, ama bana açıklıyorlar. Oysa ben kendilerim diğer ümmetlerden üs­tün ve kıymetli kılmıştım. Benim lutfumu ve nimetimin büyüklüğünü takdir etmediler."

O esnada Zebaniler erkeklerin sakalından, kadınlarında saç örgülerinden tutarak onları cehenneme götürürler. Bu ümmetten başka cehenneme götürü­len her kulun yüzü mutlaka kara olacaktır. Götürülürlerken ayaklarına buka­ğı, boynuna da pranga vurulacaktır. Ama bu ümmetten cehenneme götürü­lenler kendi aslî renkleriyle götürüleceklerdir. Bunlar cehennem bekçisinin yanına götürüldüklerinde bekçi onlara der ki:

— Ey bahtsızlar topluluğu! Siz hangi ümmettensiniz Şimdiye kadar ya­nıma sizden daha güzel yüzlü kimse gelmedi!

— Ey bekçi! Biz Kur´ân ümmetiyiz.

— Ey bahtsızlar topluuğu! Kur´ân, Muhammed (s.a.v.)´e inmedi mi

Bundan sonra o bahtsızlar yüksek sesle feryâd edip ağlayarak "ey Mu­hammed! Ya Muhammed! Ümmetinden ateşe götürülmeleri emredilenler için şefaat et" derler. Cehennem nöbetçisine (Mâlik´e) şöyle seslenilir: "Ey Mâlik! O bahtsızları kınamanı, onları muhakeme etmeni, onları azâb içine sokmakta gecikmeni kim sana emretti Ey Mâlik, onların yüzleri kararmayaçaktır. Çünkü onlar dâr-ı dünyadayken âlemlerin Rabbi Allah´a secde eder­lerdi. Ey Mâlik! Onların vücutlarını prangalarla ağırlaştırma. Çünkü onlar cünüb olunca guslederlerdi. Ey Mâlik! Onların ayaklarını bukağı vurma. Çünkü onlar, saygın olan beytimi tavaf ederlerdi. Ey Mâlik! Onlara katran­dan giysiler giydirme. Çünkü onlar ihrama girmek için elbiselerini çıkarıp soyunmuşlardı. Ey Mâlik! Ateşe de ki: Onları amellerine göre yakalasın. Ateş onları ve hakettikleri cezanın miktarını, annenin kendi evladını tanıma­sından daha iyi tanıyıp bilirler. Ateş onardan kimini topuklarına, kimini diz­lerine, kimini göbeğine, kimini göğsüne kadar yakalar. Cenab-ı Allah onla­rın günahları, taşkınlıkları ve masiyet işlemekteki ısrarları nispetinde onları cezalandırdıktan sonra onlarla müşriklerin arasında bir kapı açar. Onlar, ce­hennemin üst tabakasında bulunup orada ne bir soğukluk ne de içecek tadar­lar. Ağlayıp şöyle derler: "Ey Muhammed! Bahtsız ümmetine merhamet ve şefaat et. Çünkü ateş, onların kanlarını, etlerini ve kemiklerini yedi." Bu de­fa bahtsızlar Rablerine seslenirler: "Ey Rabbimiz, ey efendimiz! Her ne ka­dar kötülük yapmış, günah işlemiş ve haddi aşmışsa da dâr-ı dünyada sana ortak koşmamış olanlara merhamet et." O esnada müşrikler, onlara: "Allah´a ve Muhammed´e inanmanız size yarar sağlamadı." derler. Müşriklerin bu sö­züne Cenab-ı Allah gazaplanıp "Ey Cibril! Hadi bakalım; Muhammed (s.a.v.)´in ümmetinden cehennemde olanları çıkar" diye emreder. Cibril´de onları yanmış vaziyette cemaatler halinde cehennemden çıkarır ve cennetin kapısındaki bir nehire atar. O nehire hayat nehri denir. O nehirde kalırlar. Derken eskisinden daha parlak bir hale gelirler. Sonra yüce Allah, melekle­re; Muhammed (s.a.v.)´in ümmetinden olan o bahtsızları Rahmanın azatlıla­rı olarak cennete koymalarını emreder. Bunlar (vücutlarındaki yanık izleri nedeniyle) cennetlikler arasında tanınırlar. O izleri vücutlarından silmesi için Allah´a yalvarıp yakarırlar. Allah da o izleri siler. Artık cennetliklerden ayır-dedilemez hale gelirler."[147]

Bu eserleri teyid edici bazı hadisler vardır. Doğrusunu Allah bilir. Yüce Allah dilerse, şefaatle ilgili hadisler nakledildikten sonra, cehennemden çıka­rılıp cennete konuacak kimselerle ilgili başka rivayetler de aktarılacaktır. [148]


Kıyamet Gününde Rasûlullah (S.A.V)´in Şefaati İleİlgili Hadisler Ve Bunların Nevileri, SayısıBüyük Şefaat (Şefaati Uzmâ)



Bunların birinci nev´i, Rasûlullah (s.a.v.)´in ilk şefaati yani şefaat-ı uz-mâdır. Bu, onun kardeşleri olan diğer müminlerin ve Rasûllerin arasında sa­dece kendisine özgü olan şefaattir. Allah´ın salât-ü selâmı hepsinin üzerine olsun. Bütün insanlar, hatta İbrahim Halilullah, Musa Kelimullah bile Rasû­lullah (s.a.v.)´in bu şefaatine rağbet edip yönelirler. İnsanlar önce şefaat ta­lebiyle Âdem (a.s.)´a, sonra sırasıyla diğer peygamberlerle müracatta bulu­nurlar. Hepsi, şefaatte bulunamayacaklarını söyler ve onlardan yüz çevirirler. Nihayet iş gelip dünya ve ahirette, her zaman insanların efendisi ve Allah Ra-sûlü Muhammed (s.a.v.)´e dayanır. O: "Ben buna varım. Ben buna varım" der. Gidip Aziz ve Celil olan Allah katında şefaatte bulunur. Gelip kullan arasında hüküm vermesini, onları mahşerde beklemekten kurtarmasını, mü-minlere cennet mükâfatını, kâfirlere de cehennem cezasını vererek mümin­lerle kâfirleri birbirlerinden ayırmasını diler. Nitekim biz bu şefaat-ı uzmâyı (İbn Kesir tefsirinde) şu âyet-i kerimeyi açıklarken anlatmıştık:

"Ey Muhammed! Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak fazladan namaz kıl. Belki de Rabbin seni övülecek bir makama yükseltir." (isrâ, 17/79)

Bu şefaat makamını yeterince anlatan hadisleri önceki kısımlarda nak-letmişizdir. Hamd ve minnet Allah´adır. [149]


Diğer Nebi Ve Mürselier Arasında Sadece Peygamberimiz (S.A.V.)´E Verilen Bazı Hususiyetler:



Buharı ve Müslim´in sahihlerinde... Câbir b. Abdullah´tan rivayet olun­du ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Benden önce hiç bir peygambere verilmeyen beş şey bana verildi: Bir aylık mesafeye kadar korkumun uzamasıyla bana yardım edildi. Yeryüzü be­nim için mescit ve temizleyici kılındı. Benden önce hiç kimseye helâl kılın­mamışken ganimetler bana helâl kılındı. Bana şefaat hakkı verildi. Daha ön­celeri bir peygamber sadece kendi kavmine gönderildi. Bense bütün insanlı­ğa gönderildim." [150]

"Bana şefaat (hakkı) verildi" sözüyle, şefaat-ı uzmâ makamı kastedil­miştir ki bu, Rasûlullah (s.a.v.)´in Aziz ve Celil olan Allah katında yapacağı ilk şefaattir. Mahşerde bekleşen kullar arasında gelip hüküm vermesini, bu şefaati yaparken Allah´tan dileyecektir. Bütün insanlar, hatta İbrahim Halilullah, Musa Kelimullah, diğer nebi ve rasûllerle müminler de bu şefaate rağ­bet edecek ve imreneceklerdir. Öncekiler ve sonrakiler bu makamın üstünlü­ğünü kabulleneceklerdir. Bu sadece Peygamber (s.a.v.) efendimize özgü bir şefaattir.

Günahkârlar için yapılacak olan şefaate gelince, bunu peygamberimiz yapacağı gibi diğer peygamberler ve melekler de yapacaklardır. Bununla il­gili açıklamayı inşaallah nakledeceğimiz sahih hadislerde vereceğiz.

Evzaî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Kendisi için yerin yarılarak (mezardan ilk çıkacak) kişi ben olacağım. İlk şefaat eden ve şefaati ilk kabul edilen kişi de ben olacağım."

Beyhakî... Abdullah b. Selâm´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Ben A demoğull arının efendisiyim. Bunu söylemekle övünmüyorum. Kendisi için yerin yarılarak (mezardan ilk çıkacak) kişi ben olacağım. İlk şe­faat eden ve şefaati ilk kabul edilen ben olacağım. Elimde livâül hamd (hamd sancağı) bulunacaktır. Adem´e ve onun alt seviyesinde bulunanlara da şefa­at edeceğim." [151]

Sahih-i Müslim´de... Übey b. Kâ´b´dan rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu Rabbim Kur´ân´ı bir harf (kıraat) üzere okumam için bana va­hiy gönderdi. Ben O´na müracaatta bulunarak "Ya Rab! Bu hususta ümme­time kolaylık ver" dedim. Bu ikincide müracaatımı reddederek Kur´ân´ı bir harf üzere okumamı emretti. "Ya Rab! Bu hususta ümmetime kolaylık ihsan et." dedim. Bu üçüncüde, Kur´ân´ı yedi harf (kıraat) üzere okumamı vahyet-ti. Ve "Her reddettiğim müracaatına karşılık, bir dilekte bulun ki o dileğini kabul edeyim" dedi. Ben: "Allahım! Ümmetimi bağışla" dedim. İkinci dile­ğimi ise, bütün halkın hatta İbrahim (a.s.)´m bile bana (ve şefaatime) rağbet edip yöneleceği güne [152] erteledim." [153]


Şefaatin İkinci Ve Üçüncü Nevileri: Hz. Peygamberin, İyiliklerimle Kötülükleri Birbirine Eşit Olan Kimselere, Cennete Girmeleri İçin; Cehenneme Girmeleri Emredilmiş Olan Kimselere De, Cehenneme Girmemeleri İçin Şefaat Etmesi:



Kitabü´l-Ehvâl adlı eserinde Hafız Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Abdullah b. Abbas´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde peygamberler için altından minberler kurulur. Bu minberlerin üzerine otururlar. Benim minberim kurulu kalır. Üzerine otur­mam. Ben cennete götürülürm de benden sonra ümmetim arkada kalır kor­kusuyla minbere oturmam; Aziz ve Celil olan Allah´ın huzurunda ayakta bekler ve "Ya Rab! Ümmetim" /lerim. Yüce Allah: "Ya Muhammed! Üm­metine ne yapmamı istiyorsun " der. "Ya Rab! Hesaplarını çabuk gör." de­rim. Onları çağırır; hesaba çekilirler. Kimi yüce Allah´ın rahmetiyle, kimi de benim şefaatimle cennete girer. Şefaate devam ederim. Nihayet cehenneme gönderilen bazı adamların kurtuluş vesikası bana verilir. Öyleki cehennem bekçisi Mâlik bana şöyle der: "Ya Muhammedi Rabbinin gazabının senin ümmetinden intikam almasına imkân bırakmadın." [154]

Yine Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar çıplak olarak hasredilirler. Gözlerini semaya dikmiş olarak toplanır ve haklarında hüküm verilmesini göğe bakarak kırk sene müddetle beklerler. Aziz ve CeJiI olan Allah, Arş´tan kürsüye iner. İlk çağırılan İbra­him Halil (a.s.) olur. Ona ince ve beyaz dokumalı iki cennet elbisesi giydiri­lir. Sonra Aziz ve Celil olan Allah: "Ümmî peygamber Muhammed´i çağı­rın" der. Ben kalkar (ve huzura gider)im. Bana bir cennet elbisesi giydirilir. Havuzdan benim için su fışkırtılır. Havuzun genişliği, Eyle´den Kabe´ye ka­dardır. İnsanların susuzluktan boğazlan parçalanmış olduğu halde ben o ha­vuzun suyundan içer ve o suyla yıkanırım. Sonra kalkıp Arş´in sağ tarafına gider dururum. O makamda benden başkası duramaz. Sonra: "Dilekte bulun ki, dileğin verilsin; şefaat et ki, şefaatin kabul edilsin." denilir."

Adamın biri "Ebeveynin için bir şey umuyor musun ey Allah´ın Rasû-lü " diye sorunca Rasûlullah (s.a.v.) şöye cevap verdi: "İstediğim şey bana verilse de verilmese de onlar için mutlaka şefaat edeceğim. Onlar için bir şey ummuyorum."

Minhal, Abdullah b. Haris´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ümmetimden bir topluluğun cehenneme götürülmeleri emredilir. "Ya Muhammed! Senden şefaat diliyoruz." derler. Meleklere, onları durdurmala­rını emrederim. Hemen gider, Aziz ve Celil olan Rabbimden izin isterim. Ba­na izin verilir, secdeye kapanırım ve: "Ya Rab! Ümmetimden bir topluluğun cehenneme gönderilmesini emretmişsin!" derim. Yüce Rab: "Git bakalım; çıkarılmalarını Allah´ın dilediği kimseleri cehennemden çıkar" der. Bu defa cehennemde kalan diğerleri; "Ya Muhammed! Senden şefaat diliyoruz. Rab-bine tekrar git ve (bizim de buradan çıkarılmamız için) izin iste." diye sesle­nirler. Tekrar Rabbime gidip izin isterim. Bana izin verilir; secdeye kapanı­rım. Yüce Rab, bana: "Başını secdeden kaldır. Dile ki, dileğin yerine getiril­sin. Şefaat et ki, şefaatin kabul edilsin." der. Ben secdeden kalkar ve Allah´ı daha önce hiç kimsenin övmediği bir şekilde överim. Sonra, "Ümmetimden bir topluluğun cehenneme gönderilmesi emredilmiştir" derim. Yüce Allah: "Git bakalım; onlardan ´lâilahe illallah´ diyenleri cehennemden çıkar." der. Ben: "Kalbinde bir habbe ağırlığınca imân bulunanlarıda cehennemden çıka­rayım mı " diye sorarım. Yüce Allah: "Ya Muhammed! Bu sana değil, bana mahsustur" der. Ben hemen gidip, "çıkarılmalarını Allah´ın dilediği kimse­leri cehennemden çıkarırım." Geride bazı kimseler kalır ve onlar cehenneme girerler. Cehennemlikler onları ayıplayarak, "Siz Allah´a ibadet etmiş ve

O´na ortak koşmamış olduğunuz halde Allah sizi cehenneme koydu!" derler. Cehenneme girmiş olan günahkâr müminler bu ayıplanma nedeniyle hüzün-lenirler. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, meleklerden birini bir avuç suyla ora­ya gönderir. Melek o suyu ateşe serper. La ilahe illallah ehli günahkârların tümünün yüzüne o sudan birer damla isabet eder. O su damlacağıyla belli olup tanınırlar. Diğer cehennemlikler onlara imrenirler. Sonra Cehennemden çıkıp cennete girerler. Onlara: "İlerleyin bakalım" denilir. İnsanları konuke-derler. İnsanların hepsi onlardan sadece birine konuk olsa, yine de hepsini alabilecek yeri olur ve ikram da bulunabilir! Onlara "Tecrid edilmişler" adı verilir." [155]

Bu ifadeler şefaatin birden fazla olacağını ve ateşe girmeleri emredilmiş olanlara üç kez ateşe girmesinler diye -şefaat edileceğini gerektirmektedir. Yüce Allah´ın, Hz. Peygambere "Çıkar" yani cehennemden kurtar diye bir kaç kez emir vermesi ve bundan sonra bile bazı kimselerin cehenneme girip orada kalmaları, şefaatin bir kaç kez yapılacağını ispatlamaktadır. Doğrusu­nu yüce Allah daha iyi bilir. [156]


Hz. Peygamberin Şefaatinin Dördüncü Nev´i:



Bu, cennete girenlerin orada amellerinin sevabının gerektirdiğinden da­ha üst erecelere çıkarılmalarını sağlayacak olan şefaattir. Mutezile mezhebi, diğerlerine değil de sadece bu nevi şefaatin olacağına muvafakat etmiştir. Bu mezhep, bu konuda mütevatir hadisler varid olmasına rağmen şefaatin diğer nevi ve makamlarına inanmamakta ve muhalefet etmektedir. Bu husus inşa-allah yakında açıklanacaktır. Güvencimiz ve dayanağımız Allah´tır.

Bu nevi şefaatin mevcudiyetinin delili, Buharı ve Müslim´in sahihlerin­de, Ebû Mûsâ el-Eş´arî tarafından rivayet edilmiştir:

Ebû Musa´nın amcası Ebû Âmir, Evtas muharebesinde yaralanıp ta Ebû Musa bu durumu kendisine haber verdiğinde, Rasûlullah (s.a.v.), ellerini kal­dırıp şöyle duâ etmişti: "Allahım! Ubeyd Ebû Amir´i bağışla ve kıyamet gü­nünde onu halkının çoğuna üstün kıl." [157]

Ümmü Seleme´nin hadisi de böyledir: Ebû Seleme vefat ettikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) onun için şöyle duâ etti:

"Allahım! Ebû Seleme´yi bağışla. Hidayete ermişler arasında onun de­recesini yükselt. Hayatta kalanlar arasında onun için (hayırlı) bir halef yarat. Bizi ve onu bağışla ey âlemlerin Rabbi. Mezarını genişlet ve nûrlandır." [158]


Şefaate Mazhar Olanların Bir Kısmı Hesaba Çekilmeksizin Cennete Girecek; Bir Kısmının Da Azabı Hafifletilecektir:



Kadı İyaz ve başkaları, beşinci nevi bir şefaatten bahsetmişlerdir. Bu, bazı kimselerin hesaba çekilmeksizin cennete girmelerini sağlayacak olan bir şefaattir. Ancak bildiğim kadarıyla ben bu nevi şefaatin varlığını teyid edici bir delile rastlamadım. Gördüğüm kadarıyla Kadı İyaz da bunun dayanağın­dan bahsetmemiştir. Sonra ben Ukkâşe b. Mihsan´m hadisini hatırladım: Bir zaman Rasûlullah (s.a.v.), Ukkâşe b. Mihsan´ı, hesaba çekilmeksizin cennete girecek olan yetmiş bin kişinin arasına katmasını yüce Allah´tan dilemişti.

Önceki kısımlarda da geçtiği gibi bu hadis, Buharı ve Müslim´in sahih­lerinde tahric (nakl) edilmiştir. Bu hadis, şefaatin bu makamına münasiptir.

Tezkire adlı eserinde Ebû Abdullah el-Kurtubî, altıncı nevi olarak şefa­atin bir nevinden daha bahsetmiştir. Bu, Hz. Peygamberin, amcası Ebû Ta-lib´in azabının hafifletilmesi için yapacağı şefaattir. Bu nevi şefaatin varlığı­na delil olarak Sahih-i Müslim´de yer alan ve Ebû Saîd tarafından rivayet edilen şu hadis gösterilmektedir. Yanında Ebû Talib´den bahsedildiğinde Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Belki kıyamet gününde şefaatim ona fayda verir de o, ateşin sığ bir ye­rine konulur ve orada ateş onun topuk kemiklerine kadar ulaşır. (Buna rağ­men ateşin tesiriyle) beyni kaynar." [159]

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) sözünü şöyle sürdürdü: "Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez." [160] Eğer, yüce Allah böyle buyurmuş denilecek olursa, böyle diyen şöyle cevap verilir: Şefaat, ce­hennemden çıkıp cennete giren tevhid ehli günahkârlara fayda verdiği gibi Ebû Talib´e, cehennemden çıkacak kadar fayda vermez (sadece azabı hafifler)." [161]


Şefaatin Yedinci Nev´i: Cennete Girmelerine İzin Verilmesi İçin Hz. Peygamberin Tüm Müminlere Şefaat Etmesi:



Sahih-i Müslim´de... Enes b. Mâlik´ten rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet(e giriş hususun)da ilk şefaat edecek olan benim." [162]

Sûr hadisinde, insanların sırat köprüsünü geçmeleri anlatıldıktan sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

"Cennetlikler cennetin kapısına vardıklarında, "Rabbimizin katında, cennete girmemiz için kim bize şefaat edecek " derler. Sonra da; "Bu husus­ta babanız Adem´den daha liyakatli kim vardır ! Çünkü Allah onu kendi eliyle yarattı, ona kendi ruhundan üfledi ve önce onunla konuştu." diyerek Adem (a.s.)´in yanma gider; ondan şefaat talebinde bulunurlar. O da bir gü­nah işlemiş olduğunu hatırlatarak "Ben şefaat edecek durumda değilim ama Nûh (a.s.)´m yanına gidin. Çünkü O, Allah´ın ilk elçisidir." der. Nûh (a.s.)´ın yanına gidip şefaat talebinde bulunurlar, ama o da bir günah işlemiş olduğu­nu hatırlatara "Ben şefaat edecek durumda değilim, ama Mûsâ (a.s.)ıın yanı­na gidin." der. Mûsâ (a.s.)´ın yanına gider, ondan şefaat talebinde bulunur­lar, ama o da bir günah işlemiş olduğunu hatırlatarak "Ben şefaat edecek du­rumda değilim, ama Muhammed (s.a.v.)´in yanına gidin" der.

Yanıma gelirler. Aziz ve Celil olan Rabbimin nezdinde O´nun bana söz vermiş olduğu üç şefaat hakkı vardır. Koşup cennetin kapısına gider, kapının halkasını tutar, açmalarını söylerim. Kapıyı bana açar ve bana selâm verip merhaba derler. Cennete girip Aziz ve Celil olan Rabbime baktığımda, huzu­rundan hiç birine vermediği kadar bana, kendisine hamdedip temcitte bulun­mama izin verir. Sonra bana: "Ya Muhammed! Başını secdeden kaldır. Şefa­at et ki, şefaatin kabul edilsin. Dile ki, dilediğin verilsin." der. Başımı kaldır­dığımda durumumu daha iyi bildiği halde bana sorar:

— Durumun nedir Ne istiyorsun

— Ya Rab! Şefaat hakkı vermiştin bana. Şimdi cennete girebilmeleri için, cennetliklere şefaat etmeme izin ver.

— Seni onlara şefaatçi kıldım. Onların cennete girmelerine izin ver­dim."

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle derdi: "Beni hak dinle gönderen zât´a yemin ederim ki; sizler, cennetliklerin cennette eşlerini ve meskenlerini tanıdıkları kadar dünyada eşlerinizi ve meskenlerinizi tanıyor değilsiniz."

"Cennetliklerden rjer bir erkek, Aziz ve Celil olan Allah´ın yaratmış ol­duğu yetmiş iki zevcenin ve Adem´in neslinden olan iki kızın yanına (gerde­ğe) girecektir. Bu iki kız dünyada Allah´a ibadet ettiklerinden dolayı, (huri­lerden) Allah´ın dilediklerine üstün kılınacaklardır." [163]


Şefaatin Sekizinci Nev´i: Muhammed Ümmetinin Büyük Günah İşlemişlerinin Cehennemde Olanlarına Hz. Peygamberin Şefaat Ederek Cehennemden Çıkarması:



Bu neviden şefaatin mevcudiyetine ilişkin mütevatir hadisler rivayet edilmiştir. [164]


Şefaat Bilgisi Kendilerine Gizli Kaldığı İçin Hariciler Ve Mutezile Şefaati İnkâr Etmişlerdir:



Bazıları da işi inada bindirdiklerinden dolayı ´şefaat vardır´ demeyi red­detmişlerdir. Haricîler ve Mutezile bu konuda bilgi sahibi olmadıklarından ilgili hadislerin sıhhatini bilmediklerinden ve bunu bilenlere karşı inatçılık­larından dolayı muhalefet etmişler ve bidatlerini devam ettirmişlerdir. Bu şe­faate melekler, peygamberler ve müminler iştirak ederler. Peygamber (s.a.v.) bu şefaati tekrarla yapacaktır. [165]


Mü´minler Kendi Ailelerine Şefaat Edeceklerdir:



İbn Ebi´d-Dünya... Übey b. Kâ´b´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde ben peygamberlerin hatibi, imamı ve şefaat sahibi olacağım." [166]

İbn Ebi´d-Dünya... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"(Kıyamet gününde) ben onların (mezardan) ilk çıkanı, geldiklerinde rehberleri, sustuklarında sözcüleri, alıkonulduklarında şefaatçileri, ümitsizli­ğe düştüklerinde müjdecileri olacağını. O gün anahtarlar elimde olacaktır. Livâül hamd (hanıd sancağı) elimde olacaktır. Aziz ve Celil olan Allah ka­tında insanların en kıymetisi benim. Etrafımda bin hizmetçi dolaşacaktır. On­lar Örtülü yumurta ve saçılmış inci gibidirler." [167]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Şefaatim, ümmetimin büyük günah işlemiş ol ani armadır." [168]

Müsned adlı eserinde Hafız Ebubekir el-Bezzâr, Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Şefaatim, ümmetimin büyük günah işlemiş ol ani armadır." [169]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Her peygamber bir dilekte bulundu" Ya da şöyle buyurmuştur: "Her peygamberin yaptığı bir duâ vardır ve bu duası kabul edilmiştir. Cenab-ı Al­lah benim duamı da, kıyamet gününde ümmetime şefaat etmekliğim şeklin­de kabul buyurmuştur." [170]

İbn Ebi´d-Dünya... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Kıyamet günü olduğunda bana şefaat hakkı verilir. Kalbinde zerre ağır­lığınca imân bulunan kimselere şefaat ederim. Öyle ki kalbinde şu kadar iman bulunan bir kimse dahi (cehennemde) kalmaz." Rasûlullah (s.a.v.) böy­le buyururken baş parmağıyla işaret parmağını oynatmıştı. [171]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Her peygamberin yaptığı ve kabul edilen bir duası vardır. Ben duamı, kıyamet gününde ümmetime şefaat olarak gizledim." [172]

Müslim... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde müminler toplanır ve şefaati derinden derine düşün­meye başlarlar. Sonra da "Bizi şu bulunduğumuz yerden kurtarıp rahata er­dirmesi için birini Rabbimiz şefaatçi gönderse" diyerek ve Hz. Âdem´in ya­nına gidip ona şöyle derler; "Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliy­le yarattı. Ruhundan sana üfledi. Meleklere emredip onları sana secde ettir­di. Bizi şu bulunduğumuz yerden kurtarıp rahata erdirmesi için Rabbin katın­da bize şefaatçi ol." Hz. Âdem: "Ben bunu size sağlayamam" der; işlemiş ol­duğu bir günahı hatırlatır; bu nedenle Rabbinden utanır."

Ebû Avane´den nakledilen bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şefaatin aşa­malarını anlatırken şöyle buyurmuştur: "Sonra dördüncü kez Allah´ın huzu­runa gidip şöyle derim: Ya Rab! Kur´ân´ın hapsettiklerinden başkası kalma­dı." [173]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde müminler (toplanma yerinde) bekletilirler. Bu işten kurtulmanın çaresini derinden derine düşünmeye başlarlar. "Bizi şu bulundu­ğumuz yerden kurtarıp rahata erdirmesi için Rabbimize birini şefaatçi olarak göndersek" derler. Âdem´ (a.s.)´e gidip şöyle derler: "Sen babamızsm. Yüce Allah seni kendi eliyle yarattı. Meleklerini sana secde ettirdi. Her şeyin ismi­ni sana öğretti. Rabbin katında bize şefaatçi ol." Âdem (a.s.): "Ben bunu si­ze sağlayamam" der. Yasaklanmış olduğu halde ağacın meyvesinden yediği­ni, böylece günah işlediğini söyleyerek Nuh (a.s.)´a gitmelerini salık verir. Onun allah tarafından yeryüzü halkına gönderilen (ulül-azm) peygamberle­rin ilki olduğunu söyler. Bunun üzerine insanlar Hz. Nuh´a giderler. O da on­lara: "Ben bunu size sağlayamam" der. Bilmediği bir konuda Rabbinden (kâ­fir oğlunu affedip kurtarması gibi) bir istekte bulunma günahını işlediğini ha­tırlatır ve Hz. İbrahim´e gitmelerini salık verir. Onlar da Hz. İbrahim´e gider­ler. Ancak Hz. İbrahim onlara: "Ben bunu size sağlayamam" der. Ve üç kez yalan söyleyerek günah işlemiş olduğunu beyan eder. [174] Ve Allah´la konuş­ma şerefine dünyadayken ermiş ve kendisine Tevrat gönderilmiş olan Musa peygambere gitmelerini salık verir. Yanına gittiklerinde Hz. Musa onlara: "Ben bunu size sağlayamam" der. Adam öldürerek günah işlemiş olduğunu beyan eder ve: "İsa´ya gidin. O, Allah´ın kelimesi ve ruhu olan bir kuldur." der. Hz. İsa´ya giderler. Hz. İsâ onlara: "Ben bunu size sağlayamam. Ama siz Muhammed´e gidin. O, önceki ve sonraki günahları Allah tarafından bağış­lanmış bir kuldur." der. Bana gelirler. Ben de konağına [175] gitmek için Rab-bim´den izin isterim. Bu izin verilir. Gidip kendisini gördüğümde secdeye kapanırım. Rabblm beni dilediği kadar o halde bırakır. Sonra da: "Ya Mu­hammed! Başını secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecektir. Şefaat et, şe­faatin kabul edilecektir. Dile, dileğin gerçekleşecektir." der. Başımı secdeden kaldırırım. Rabbimi, O´nun bana öğrettiği şekilde hamd edip överim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır konulur. (Günahkârları) cennete koya­rım." Hemmam dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)´ın şöyle buyurduğunu da işittim: "Onları cehennemden çıkarıp cennete koyarım. Yanına ikinci kez gitmek için Rabbimden izin isterim. Bana bu izin verilir. Onu görünce secdeye ka­panırım. Rabbim beni dilediği kadar o halde bırakır. Sonra da: "Ya Muham-med başını kaldır. Konuş, dinleneceksin. Şefaat et; şefaatin kabul edilecek­tir. Dile; dileğin gerçekleşecektir." der. Başımı secdeden kaldırırım. Rabbi­mi, O´nun bana öğrettiği şekilde hamdedip överim. Sonra şefaat ederim. Be­nim için bir sınır konulur. Günahkârları cehennemden çıkarıp cennete koya­rım. Yanına üçüncü kez gitmek için Rabbimden izin isterim. Bana bu izin ve­rilir. Yanma gidip O´nu görünce secdeye kapanırım. Rabbim beni dilediği kadar o halde bırakır. Sonra da, "Ya Muhammedi Başını secdeden kaldır. Konuş, dinleneceksin. Şefaat et; şefaatin kabul edilecektir. Dile; dileğin ger­çekleşecektir." der. Başımı secdeden kaldırırım. Rabbimi, O´nun bana öğret­tiği şekilde hamd edip överim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır ko­nulur. Günahkârları cehennemden çıkarıp cennete koyarım. Cehennemde sa­dece Kur´ân´ın hapsettikleri kalır." Yani orada ebediyyen kalmaları vacib olanlar kalırlar. Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) şu âyet-i kerimeyi okudu:

"Belki de Rabbin seni övülecek bir makam yükseltir." (îsrâ, 17/79)

Bu âyette sözü edilen makam, yüce Allanın Peygamberi (s.a.v.)´e ver­meyi vaadettiği Makam-ı Mahmud´dur. [176]

Sahih-i Buharî´nin Kitâb´üt-Tevhid bölümünde... Hammad b. Zeyd´den rivayet olundu ki; Mabed b. Hilal el-Beğavî şöyle demiştir:

Basra´da bir gurup oluşturup Sabit el-Benanî´yi de yanımıza alarak, sa­bit kendisine bizim için şefaat hadisini sorsun diye Enes b. Mâlik´in yanına gittik. Evine vardığımızda Enes ´in kuşluk namazı kılmakta olduğunu gördük. Bekledik, namazını tamamladı. Yanına girmek için izin istedik. Bize izin verdi. Yatağının üzerinde oturmaktaydı. Sabit´e: "Şefaat hadisinden daha ön­celikli bir şeyi ona sorma" dedik. Sabit ona dedi ki: "Ey Hamza´nın babası! Bunlar, Basra´dan gelen kardeşlerin... Şefaat hakkında senden (hadis) sorma­ya gelmişler." Bunun üzerine Enes, söze şöyle başladı: Muhammed (s.a.v.) bize dedi ki: "Kıyamet günü olduğunda insanlar dalgalar halinde birbirlerine karışırlar. Adem (a.s.)´e gelip, "Rabbin katında bize şefaat et" derler. Âdem (a.s.): "Ben bunu yapamam. Ama siz İbrahim (a.s.)´e gidin" der. İnsanlar ya­nına gittiklerinde ibrahim (a.s.): "Ben bunu yapamam. Ama siz Musa (a.s.)´a gidin. Çünkü o, Allah´ın ruhu ve kelimesidir." der. Yanına gittiklerinde İsâ (a.s.), insanlara: "Ben bunu yapamam. Ama siz Muhammed (s.a.v.)´e gidin." der. Bana gelirler. Ben de: "Ben bu işe varım" der ve Rabbimden izin isterim. Bana izin verilir. [177] Kendisini övmem için şu anda hatırlayamadığım ba­zı cümleleri bana ilham eder. Huzurunda secdeye kapanırım. "Ya Muham­med! Başını secdeden kaldır. Konuş; sözün dinlenecektir. Şefaat et; şefaatin kabul edilecektir. Dile; ne dilersen sana verilecektir." denir. "Ya Rab! Üm­metim!" derim. O zaman bana: "Hadi git bakalım. Kalbinde bir arpa tanesi ağırlığınca imân bulunan kimseleri cehennemden çıkar." denilir. Hemen gi­der, emri yerine getiririm. Tekrar dönüp aynı övgülerle Rabbimi över, sonra da secdeye kapanırım. Bana: "Ya Muhammed! Başını secdeden kaldır. Ko­nuş; sözün dinlenecektir. Şefaat et; şefaatin kabul edilecektir. Dile; ne diler­sen sana verilecektir." denir. "Ya Rab! Ümmetim." derim. O zaman bana: "Hadi git bakalım. Kalbinde bir arpa tanesi ağırlığınca imân bulunan kimse­leri cehennemden çıkar" denilir. Hemen gider, emri yerine getiririm. Tekrar dönüp aynı övgülerle Rabbimi över, sonra da secdeye kapanırım. Bana: "Ya Muhammed! Başını secdeden kaldır. Konuş; sözün dinlenecektir. Şefaat et; şefaatin kabul edilecekfir. Dile; ne dilersen sana verilecektir." denir. "Ya Rab! Ümmetim." derim. O zaman bana: "Hadi git bakalım. Kalbinde en kü­çük bir hardal tanesi ağırlığınca imân bulunan kimseleri cehennemden çıkar" denilir. Hemen gider, emri yerine getiririm."

Bu hadisi rivayet eden Mabed b. Hilâl diyor ki: Enes´in yanından çıktı­ğımızda arkadaşlarımdan bazısına "Keski bir de Hasan´a uğrasak. O babam Halifenin evinde gizleniyor." dedim. Yanına gittik. Enes b. Mâlik´in bize ri­vayet ettiği hadisi ona naklettik. Enes´in şefaat konusunda bize rivayet ettiği hadisi onaylamadı. "Onun rivayet ettiği hadisi bana nakledin bakalım" dedi. Hadisin şu kısmına geldiğimizde, "O böyle rivayet etmemişti bana. Yirmi se­ne önce bu hadisi bana rivayet etmişti. Bilemiyorum; şimdi hadisi unutmuş mudur, yoksa sizinle fazla konuşmak mı istememiştir " dedi. Hasan´a: "Ey Saîd´in babası! Onun yirmi sene önce rivayet etmiş olduğu şekliyle bu hadi­si sen bize naklet" dedik. Gülüp "Esasen insanoğlu acelecidir" (îsrâ, n/l D me­alindeki âyeti okudu ve şöyle dedi: Bu hadisi sırf size nakletmek için ağzıma alıyorum. Enes, bunu size rivayet ettiği gibi bana da rivayet etti. Size rivayet ettiği kısmın devamında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"... Dördüncü kez Rabbimin yanıma dönüp O´nu aynı cümlelerle över, sonra da huzurunda secdeye kapanırım. Bana: "Ya Muhammed! Başını sec­deden kaldır. Konuş, sözün dinlenecek; şefaat et, şefaatin kabul edilecek; di­le, ne dilersen verilecektir." denir. "Ya Rab! Lailahe illallah diyenleri de ce­hennemden çıkarmama izin ver" derim. Cenab-ı Allah; "İzzet ve kibriyama, azametime yemin ederim ki; lailahe illallah diyenleri mutlaka cehennemden çıkaracağım" der." [178]

Ebû Ya´lâ da... Enes´ten böyle bir rivayette bulunarak hadisi uzun uzadıya nakletmiş, şefaatin üç aşamasını anlatmış ve sonuncusunu anlatırken de Rasûlullah (s.a.v.)´in şu sözlerini nakletmiştir:

"Ben, "Ümmetim" derim. Bana şöyle cevap verilir: "İhlaslı olarak laila-he illallah diyen kimseler sana bağışlandılar." [179]

Bezzâr... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Benden şefaat istenilmeye ve ben de şefaat etmeye devam ederim. Aziz ve Celil Rabbim de şefaatimi kabul buyurur. Nihayet ben derim ki: Ya Rab! Beni lâ ilahe illallah diyen kimselere şefaatçi kıl." [180]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ben ayakta durup ümmetimin sıratı geçmesini beklerken İsa bana gelip şöye der: "Ya Muhammed! Şu Peygamberler toplanıp sana gelmişler. Bütün ümmetler hakkında gerekli hükmü verip gidecekleri yere göndermesi ve on­ları içinde bulundukları şu durumdan kurtarması için Allaha dua etmeni sen­den istiyorlar. Bütün insanlar (maşherde) ağızlarına kadar tere batmışlardır. Mümin kimse, nezleye tutulmuş gibidir. Kâfiri ise ölüm bürür. Ben isa´ya: "Ben dönünceye kadar burada bekle" derim. Hemen gidip Arş´in altında du­rurum. Seçkin ve mürsel peygamberlerin karşılaşmadıkları bir ikramla karşı­laşırım. Cenab-ı Allah, Cebrail´e şöyle vahyeder: "Muhammed´e git ve ona de ki: Başını secdeden kaldır. Dile, ne dilersen sana verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir." Ümmetim için şefaat eder ve her doksan dokuz kişiden birin cehennemden çıkarırım. Şefaat için sürekli Rabbimin yanına gi­derim. Huzurunda her duruşumda mutlaka şefaat ederim. Nihayet Allah ba­na dilediğimi verir. Bu cümleden olmak üzere bana şöyle der: "Ey Muham­med! Ümmetinden bir gün dahi ihlaslı olarak Allah´tan başka ilah bulunma­dığına şehadet eden ve bu şehadet üzere vefat eden herkesi cennete koy."[181]

İbn Ebi´d-Dünyâ... Nadr b. Enes´ten rivayet etti ki; Enes şöyle demiştir:

"Kulların başına gelenler gelmiş iken Cibril, Peygamber (s.a.v.)´in yanı­na gelir ve "Rabbinden izin iste; ümmetin için şefaatçi olmayı dile." der. Ben de arşın yanına yaklaşır, orada dururum. Orada hiç bir peygamberin ve göz­de meleğin karşılaşmadığı bir ikramla karşılaşırım. Yüce Allah: "Dile ne di­lersen verilecektir; şefaat et, şefaatin kabul edilecektir." der. Ben de: "Üm­metim" der."

İbn Ebi´d-Dünya... Ebû Büreyde´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ümmetimden taşlar ve kerpiçler sayısınca insanlara şefaat edeceğimi umuyorum."

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir b. Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:[182]

"Her peygamberin yaptığı bir duâ vardır. Ben duamı, kıyamet gününde ümmetime şefaat olarak gizledim." [183]


Kıyamet Gününde Rasûlullah (S.A.V.) Nefsinin Yularını Salıveren Ve Günah Yükünü Ağırlaştıran Kimselere Şefaat Edecektir:



Hafız el-Beyhakî... Câbir b. Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyen kimse­leredir."

Bu hadisi Câbir´den rivayet eden Muhammed diyor ki: Ben, "Ey Câbir bu nedir " diye sordum. Câbir şöyle cevap verdi: Evet ey Muhammed. Bir kimsenin iyilikleri kötülüklerinden fazla olursa, o kimse hesaba çekilmeksi-zin cennete girer. Bir kimsenin iyilikleriyle kötülükleri eşit sayıda olarsa, o kimse kolay bir hesaba çekilir, sonra da cennete girer. Rasûlullah (s.a.v.)´in şefaati, nefsinin yularım salıverip sırtının günah yükünü ağırlaştıran kimse­leredir."

Beyhakî... Câbir´der^ rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şu âyet-i kerîme­yi okudu:

"Onlar Allah´ın hoşnud olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler. O´nun korkusundan titrerler." (Enbiyâ, 21/28) Bu âyeti okuduktan sonra Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Şefaatim; ümmetimden büyük günah işleyen­leredir."

Beyhakî dedi ki: Bu âyet ve hadisin zahirinden anlaşılıyor ki, büyük gü­nah işleyenlere şefaat etmek, Rasûlullah (s.a.y.)´e özgüdür. Melekler, ancak küçük günah işleyenlere şefaat edeceklerdir. Âyetten anlaşılıyor ki, kendisi­ne şefaat edilecek olan kimse; her ne kadar şirkten aşağı derecede büyük gü­nahları olsa da, imânı nedeniyle Allah´ın kendisinden hoşnud olduğu kimse­dir. Şu halde âyetten anlaşılıyor ki; kâfirlere şefaat edilmeyecektir. Zira Ce­nab-ı Allah buna izin vermemiştir. Kâfire şefaatin caizliğine inanmaya da ra­zı olmamıştır. [184]

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir b. Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Her peygamberin kendi ümmeti için yaptığı müstecab bir duası vardır. Ben de duamı, kıyamet gününde ümmetime şefaat olarak sakladım." [185]

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur:

"Cennetliklerle cehennemlikler birbirlerinden ayrılıp da cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdiklerinde, peygamberler kalkıp Şefaat ederler. Onlara: "Haydi gidin bakalım. Kalbinde zerre kadar bir kırat kadar imân bulduğunuz kimseyi cehennemden çıkarın" denir. O denilen va­sıftaki kimseleri cehennemden çabucak çıkarırlar. Sonra yine şefaat ederler. Kendilerine: "Haydi gidin bakalım. Kalbinde bir hardal tanesi ağırlığınca imân bulduğunuz kimseleri cehennemden çıkarın" denir.

Sonra Cenab-ı Allah: "Şimdi de ben kendi ilim ve rahmetimle bazıları­nı cehennemden çıkaracağım." der. Peygamberlerin cehennemden çıkardıklanndan kat kat fazlasını çıkarır. Çıkardıklarının boyunlarına "Allah´ın azat ettikleri" ibaresi yazılır. Sonra onlar cennete girerler. Orada onlara "Cehen­nemlikler" adı verilir."

İbn Ebi´d-Dünyâ... Saîd b. Mühelleb´den rivayet etti ki; Talk b. Habib şöyle demiştir:

"Ben önceleri şefaati şiddetle inkâr edenlerdenim. Derken Câbir b. Ab­dullah´la karşılaştım. Cehennemliklerin cehennemde ebedi kalacaklarını ifa­de eden âyetlerden bildiğim kadarını ona okudum. Bana dedi ki: "Ey Talk! Kendini Allah´ın kitabım benden daha çok okuyan ve Rasûlünün sünnetini de benden daha iyi bilen biri mi sanıyorsun Okuduğun âyetlerde kastedilen­ler, müşriklerdir. Ama şefaate mazhar olacak olanlar; bazı günahlar işleyen­ler ve bu günahlar nedeniyle azâb görenler, sonra da cehennemden çıkarılan­lardır." Böyle dedikten sonra Câbir, eliyle kulaklarım göstererek, "Eğer şim­di okumakta olduğumuz bu âyetleri de o zaman da okumakta olduğumuz hal­de Rasûlullah (s.a.v.)´in şefaatten bahsettiğini duymamış isem bu kulaklarım sağır olsunlar!"

İmam Ahmed b. Hanbel... Ali b. Zeyd b. Ebi Nadre´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: İbn Abbas, Basra Camiinin minberinde bize bir hutbe irâd etti. Hutbede bize Rasûlullah (s.a.v.)´in şu hadisini aktardı:

"Her peygamberin mutlaka dünyada karşılığını aldığı bir duası olmuş­tur. Ben duamı, kıyamet gününde ümmetime şefaat olarak sakladım. Kıya­met gününde ben Âdemoğullannın efendisiyim. Bunu övünmek kastıyla söy­lemiyorum. Mezarı açılıp yerden ilk çıkacak olan benim. Bunu da övünmek kastıyla söylemiyorum. Livâül hamd (hamd sancağı) o zaman elimde olacak­tır. Bunu da övünmek kastıyla söyemiyorum. Âdem (a.s.) ve ondan sonraki­ler, sancağımın altında duracaklardır. Bunu da övünmek kastıyla söylemiyo­rum. Kıyamet gününde insanların (haşir yerinde) bekleyişi uzayacaktır. Bir­birlerine, "Beşeriyetin babası Adem´e gidelim de aramızda hüküm vermesi için Rabbimiz katında bize şefaatçi olsun." derler. Yanına gidip ona derler ki: ´´Ey Adem! Sen Allah´ın kendi eliyle yarattığı, Cennetine yerleştirdiği, me­leklerini de secde ettirdiği bir kimsesin. Rabbinin katında bize şefaatçi ol da hakkımızda hüküm versin." Âdem (a.s.) onlara şöyle cevap verir: "Ben bu is­tediğinizi yapacak durumda değilim. Çünkü ben, işlediğim bir günah nede­niyle cennetten çıkarıldım." [186] Bugün ben ancak kendi nefsimi düşünmekteyim. Ama siz İbrahim Halil (a.s.)´e gidin." İbrahim (a.s.)´a gider ve: "Ey İb­rahim! Rabbin katında bizim için şefaat et de aramızda hüküm versin." der­ler. İbrahim (a.s.) onlara şöyle der: "Ben bu istediğinizi yapacak durumda de­ğilim. Çünkü ben İslâm için üç kez yalan söyledim." Vallahi o bunları söy­lerken sadece dini savunmaya çabalamıştı. "Ben rahatsızım" (Saffat, 37/89) de­mişti. Oysa rahatsız değildi. Putları kimin kırdığını soranlara demişti ki: "Belki onu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa onlara sorun." (Enbiya, 21/ 63). Hükümdarın huzuruna getirildiğinde karısı için, "Bu benim kardeşim­dir" demişti. [187] "Bugün ben sadece kendi nefsimi düşünüyorum. Ama siz, Allah´ın elçi yaparak ve dünyada kendisiyle konuşarak seçtiği Musa´ya gi­din." Hz. Musa´nın yanma gidip şöyle derler: "Rabbin katında bizim için şe­faat et de aramızda hüküm versin." Hz. Musa onlara der ki: "Ben bu istedi­ğinizi yapacak durumda değilim. Çünkü ben hiç kimseyi öldürmemiş bir adamı öldürdüm. [188] Bugün ben ancak kendi nefsimi düşünüyorum. Ama siz: Allah´ın ruhu ve kelimdsi İsa´ya gidin." Hz. İsa´ya gider ve ona: "Rabbin ka­tında bizim için şefaat et de aramızda hüküm versin." derler. İsâ (a.s.) onla­ra cevaben der ki: "Ben bu istediğinizi yapacak durumda değilim. Çünkü ben, Allah´tan başka bir tanrı edinildim. [189] Bugün ben ancak kendi nefsimi düşünüyorum. Bakın hele siz şu işe ne dersiniz Ağzı mühürlü bir kabın için­deki şeyi, mührü kırmadan ele geçirmek mümkün müdür " İnsanlar "Hayır" deyince, sözüne şöyle devam eder: "Doğrusu Muhammed (s.a.v.) peygam­berlerin hatemi(mührü)dir. Bugün o burada hazırdır. Onun önceki ve sonra­ki günahları bağışlanmıştır." İnsanlar yanıma gelir ve "Ya Muhammed! Rab­bin katında bizim için şefaat et de hakkımızda hüküm versin." derler. Onla­ra: "Ben buna varım" derim. Nihayet Cenab-ı Allah, dilediği ve Razı olduğu kimselere şefaat etmeme izin verir. Yaratıkları arasında hüküm vermek iste­diğinde, bir seslenici şöyle ünler: "Muhammed ve ümmeti nerede " Biz hem sonrakileriz hem de öncekileriz..Son geln ümmetiz, ama ilk hesaba çekilecek ümmetiz. Ümmetler, geçmemiz için bize yol açarlar. Yüzümüz, el ve ayak­larımız abdestin etkisiyle parıldar vaziyette yolumuza devam ederiz. Bizim için ´Neredeyse bu ümmetin hepsi peygamber olacaktı.´ denilir. Cennetin ka­pısına gelir, kapının halkasını tutar, kapıyı çalarım. Sen kimsin derler. "Ben Muhammedinı" derim. Kapı açılır. Aziz ve Celil olan Rabbimi, kürsüsünün (ya da tahtının) üstünde görürüm. [190] Huzurunda hemen secdeye kapanırım. O´nu benden önce hiç kimsenin söyleyemediği sözlerle överim. Benden son­ra da hiç kimse O´nu bu şekilde övemeyecektir. "Ey Muhammedi Başını sec­deden kaldır. Dile, ne dilersen verilecektir. Konuş, sözün dinlenecektir. Şe­faat et, şefaatin kabul edilecektir." denir. Ben: "Ey Rabbim! Ümmetim, üm­metim..." derim. Cenab-ı Allah: "Kalbinde şöyle ve şöyle ağırlıkta (neyin ağırlığında olacağını Rasûlullah bildirmiş, ama Ravi Hammad, o kelimeyi aklında tutamamıştır.) imân bulunan kimseleri cehennemden çıkar." diye emreder. Tekrar secdeye kapanır ve diyeceklerimi derim. Cenab-ı Allah: "Başını secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecektir. Dile, ne dilersen veri­lecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir." der. Ben: "Ey Rabbim! Ümme­tim, ümmetim..." derim. Cenab-ı Allah: "Kalbinde şöyle ve şöyle ağırlıkta (bu defa öncekinden küçük bir şeyin adını verir) imân bulunan kimseleri ce­hennemden çıkar." diye emreder. Tekrar dönüp Rabbimin huzurunda secde­ye kapanır ve aynı şeyleri söylerim. Cenab-ı Allah bana: "Başını secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir." der. Ben: "Ey Rabbim! Ümmetim, ümmetim..." derim. Cenab-ı Allah buyurur: "Kalbinde şöyle ve şöyle ağırlıkta (bu defa öncekinden daha küçük bir şeyin adını verir) imân bulunan kimseleri cehennemden çıkar." [191]

Taberanî... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Şefaatim, ümmetimin büyük günah işleyenleri içindir." [192]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Ömer´den rivayet etti ki; Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Şefaat etmek ve ümmetimin yarısının cennete konulması ikilemi ara­sında bir seçim yapmak durumunda bırakıldım. Ben şefaat etmeyi seçtim. Çünkü şefaat daha genel ve daha yeterlidir. Siz şefaatin takvahlar için yapı­lacağını mı sanıyorsunuz Hayır, o Allaha dönen günahkârlar içindir." [193]

Müslim... Abdullah b. Amr b. Âs´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), Hz. İbrahim´in sözlerini nakleden şu âyet-i kerimeyi okudu:

"Rabbim! O putlar çok insanları saptırdı. Bana uyan bendendir. Bana karşı gelen kimseyi sana bırakırım; sen bağışlarsın, merhamet edersin." (İbra­him, 14/36}

Sonra, Hz. isa´nın sözlerini nakleden şu âyet-i kerimeyi okudu: "Onlara azâb edersen, doğrusu onlar senin kullarındır. Onları bağışlarsan, güçlü olan, Hakim olan şüphesiz ancak sensin." (Mâide, 5/118)

Sonra da Hz. Nuh´un sözlerini nakleden şu âyet-i kerimeyi okudu: "Rabbim! Yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma." (Nûh, 71/26)

Bu âyetleri okuduktan sonra Rasûlullah (s.a.v.) ellerini kaldırıp "Alla-hım! Ümmetim, ümmetim..." dedi ve ağladı. Bunun üzerine Cenab-ı Allah buyurdu ki: "Ey Cibril! Muhammed´e git. Niçin ağladığını (onun niçin ağla­dığını Rabbini daha iyi bilir.) ona sor." Cebrail ona gelip niçin ağladığını sor­du. Rasûlullah (s.a.v.),.ağlamasının nedenini ona bildirdi. Cebrail de gidip bu nedeni Rabbine bildirdi (oysa o nedeni Rabbin -kendisine anlatılmasa da-çok iyi biliyordu.) Bunun üzerine yüce Allah buyurdu: "Ey Cibril! Muham­med´e git ve ona de ki: Doğrusu biz seni ümmetin konusunda memnun ede­cek ve Üzmeyeceğiz." [194]

Beyhakî... Abdurrahman b. Ebi Ukayl´ın şöyle dediğim rivayet etmiştir: Bir heyetle birlikte Peygamber (s.a.v.)´in yanına gittik. Kapıda oturup bekledik. Yanına varıp kendisiyle görüşeceğimiz adam (yani Hz. Peygam­ber) kadar kendisine kızdığımız hiç kimse yoktu. Görüşüp yanından ayrıldı­ğımızda, kendisiyle görüştüğümüz adam kadar sevdiğimiz hiç bir kimse yok­tu.

Heyettekilerden biri, "Ya Rasûlallah! Rabbinden, Süleyman Peygambe­rin mülkü gibi bir mülk istedin mi " diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) güldü. Sonra şöyle buyurdu: "Belki de ihtiyaçlarınıza yetecek kadarının size veril­mesi, Allah katında Süleyman´ın mülkünden daha üstün ve iyidir. Şüphesiz, Allah göndermiş olduğu her peygambere bir duâ vermiştir. Kimi bu duâsıy-la dünyalık istedi. Kendisine dünyalık verildi. Kimi bu hakkını kendisine is­yan ettiklerinde kavmine karşı beddua olarak kullandı ve kavmi de bu yüz­den helak oldu. Allah bana bir duâ verdi. Ben bunu kıyamet gününde ümme­time şefaat etmek üzere Rabbimin katında gizledim." [195]

Ben derim ki; bu hadis de, senedi de gariptir. [196]


Kıyamet Gününde Şefaatçiler; Önce Peygamberler, Sonra Alimler, Sonra Da Şehidler Olacaktır:



Hafız Ebû Ya´lâ... Müminlerin emiri Osman b. Affan (r.a.)´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde üç sınıf insan şefaat edecektir: Peygamberler, sonra âlimler, sonra da şehidler."[197]

Bezzâr... Osman (r.a.)´dan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Kıyamet gününde ilkin peygamberler, sonra şehidler, sonra da mümin­ler şefaat edeceklerdir."[198]

Ebubekir el-Bezzâr... Harb b. Şüreyh el-Bezzâr´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebû Cafer Muhammed b. Ali´ye dedim ki:

— Iraklıların sözünü ettiklerî şu şefaat hakkında ne diyorsun Gerçek­ten şefaat var mıdır

— Neyin (kimin) şefaatini soruyorsun

— Muhammed (s.a.v.)´in şefaatini soruyorum.

— Evet. Vallahi bu şefaat vardır. Allah´a yemin ederim ki; amcam Mu­hammed b. Ali b. Hanefiye, Ali´den naklederek Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Ümmetim için o kadar çok şefaat ederim ki, niha­yet Aziz ve Celil olan Rabbim bana seslenerek, "Razı oldun mu ey Muham­med " diye sorar. Ben de: "Razı oldum ya Rab." derim."

İbn Ebi´d-Dünyâ... Avf b. Mâlik el-Eşcaî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Dün gece Rabbimin katından biri yanıma gelerek beni, ümmetimin ya­rısının cennete girmesi ve şefaat ikilemi arasında seçim yapmak durumunda bıraktı. Ben de şefaati seçtim. Sahabîler: "Ey Allah´ın Rasûlii! Allah aşkına ve sahabilerin olmamız hatırına bizi de kendilerine şefaat edeceklerin arası­na kat. " deyince Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Burada hazır bulunan­lar şahid olsunlar ki; şefaatim, ümmetimden, hiç bir şeyi Allah´a ortak koş-maksızın ölen kimseleredir." [199]

Yakub b. Süfyan... Avf b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Rabbimin katından Cibril (a.s.) yanıma gelip beni iki şeyden birini seç­me durumunda bıraktı: Ya Ümmetimin yarısı cennete girecekti. Ya da şefa­atte bulunacaktım. Ben şefaatte bulunmayı seçtim."[200]

Beyhakî... Şa´bî´den rivayet etti ki; Kâ´b b. Ucre şöyle demiştir:

"Ya Rasûlallah! Şefaat, şefaat..." dedim. Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Şefaatim, ümmetimin büyük günah işleyenlerdedir." [201]

İmam Ahmed b. Hanbel... Huzeyfe´den rivayet etti ki; Ebubekir es-Sid-dık (r.a.) şöyle demiştir:

"Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) sabahladı, namazını kıldı. Sonra oturdu. Kuşluk vakti olunca güldü. Sonra yerinde oturdu. Derken öğlen, ikinci ve ak­şam namazlarını da kıldı. Bütün bunlar olup biterken o hiç konuşmuyordu. Nihayet yatsı namazını da kıldı. Sonra kalkıp ailesinin yanına gitti. İnsanlar bana "Rasûlullah (s.a.v.)´e durumunu sormayacak mısın Çünkü o bugün da­ha önce hiç yapmadığını yaptı!" dediler. Ben de durumu kendisine sordum. Bana şu açıklamada bulundu:

"Evet. Bana dünya ve ahiret halleriyle ilgili manzaralar gösterildi. (Kı­yamet gününde Cenab-ı Allah, önceki ve sonraki ümmetleri aynı alanda top­layacak. İnsanlar şöyle kıtalara ayrılacaklar, nihayet çenelerine kadar tere gö­mülecekler ve o halde Âdem (a.s.)´e gidip diyecekler ki: "Şen beşeriyetin atasısın. Allah seni seçti. Rabbin katında bize şefaatçi ol." Âdem (a.s.) ise şöyle cevap verir: "Sizin karşılaştığınız şelerle ben de karşılaştım. Siz, baba­nız (Adem)´den sonra (ikinci) babanız olan Nûh (a.s.)´a gidin."

"AHah, Adem´i, Nuh´u, İbrahim ailesini, İmrân ailesini âlemlere tercih etti." (Âl-i İmrân. 3/33)

İnsanlar Hz. Nuh´un yanma gider ve derler ki: "Rabbin katında bize şe­faat et. Sen Allanın seçtiği, tercih ettiği, duasını kabul buyurduğu bir kimse­dir. Peygamberlerden hiç biri seninki gibi bir duâ yapmamıştır." [202] Hz. Nûh, onlara: "İstediğiniz şey yanımda yoktur. Ama siz İbrahim´e gidin. Çünkü Al­lah onu dost edinmiştir." Yanına gittiklerinde Hz. İbrahim onlara: "İstediği­niz şey yanımda yoktur. Ama siz Musa´ya gidin. Çünkü Allah onunla konuş­muş ta konuşmuştur." der. Yanına gittiklerinde Hz. Mûsâ onlara: "İstediği­niz şey yanımda yoktur. Ama siz Ademoğullannın efendisinin yanına gidin. Çünkü yer ilk olarak onun için yarılacak ve o, mezarından ilk çıkacak kişi olacaktır. Siz, Muhammed (s.a.v.)´e gidin." der.

Yanıma gelirler. (Şefaat için) Rabbimden izin isterim. Bana izin verilir. O´nu gördüğümde [203] secdeye kapanırım. Yüce Allah dilediği bir süre kadar beni o halde bırakır. Sonra şöyle buyurur: "Başını secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir." Başını kaldırıpta Aziz ve Celil olan Rabbim bana baktığında O´nun huzurunda secdeye kapa­nırım. O vaziyette bir cuma (hafta) kadar daha beklerim. Yüce Allah: "Başı­nı secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edi­lecektir." der. Başımı kaldırıp ta Aziz ve Celil olan Rabbim bana baktığında O´nun huzurunda secdeye kapanırım. O vaziyette bir cuma (hafta) kadar da­ha beklerim. Yüce Allah: "Başını secdeden kaldır. Konuş, sözün dinlenecek­tir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir." der. Tekrar secdeye kapanmak Rab­bimin huzuruna vardığımda Cebrail pazumdan tutar ve hiç bir beşere öğret­mediği bir duayı bana öğretir. Ben de derim ki: "Ey Rabbim! Beni Âdemo-ğullarının efendisi olarak yarattın. Bunu övünmek için söylemiyorum. Kıya­met gününde yer ilk olarak benim için yarılacak ve mezardan çıkacak ilk ki­şi ben olacağım. Bunu da Övünmek için söylemiyorum." Derken Eyle ile San´a arasındaki mesafeden daha fazla bir yeri dolduracak kadar ümmetim­den çok sayıda kişi. Kevser havuzuna (su içmeye) gelecektir. Sonra peygam­berler çağırılırlar. Allah´ın salât-ü selâmı üzerlerine olsun. Kimi peygamber bir toplulukla gelecek; kimi peygamber beş altı kişiyle gelecek, kimi pey­gamber de yalnız başına gelecektir. Sonra şehidler çağırılır. Onlar, diledikle­ri kimselere şefaat ederler. Şehidler böyle yaptıktan sonra yüce Allah: "Ben merhametlilerin en merhametlisiyim. Allah´a hiç bir şeyi ortak koşmayan kimseleri de cennete koyun." diye emreder. Onları da cennete koyarlar. Son­ra yüce Allah "Cehenneme bakın bakalım. Orada hiç bir hayırlı amel bulabi­lecek misiniz " diye sorar. Cehenneme bakar, orada bir adama rastlar ve ona: "Hiçbir hayırlı amel işledin mi " diye sorarlar. O da şöyle cevap verir: "Ha­yır. Sadece alışverişte insanlara müsamahalı davranırdım." Bunun üzerine Cenab-ı Allah: "Kendisi diğer kullarıma nasıl müsamahalı davranmışsa siz de bu kuluma müsamaha gösterin." der. Sonra cehennemden bir adam çıka­rırlar. Ona: "Hiç hayır yaptın mı " diye sorarlar. O da: "Hayır. Yalnız çocuk­larıma şu vasiyette bulunmuştum: ´Ben öldüğümde beni ateşle yakm. Sonra beni öğütür gibi ufalayın. Sürme haline geldiğimde beni deniz kıyısına götü­rüp rüzgara vererek savuran. Vallahi o zaman âlemlerin Rabbi beni artık hiç yakalayıp azablandıramaz´!" Yüce Allah o adama sorar:

— Neden böyle yaptın

— Senden korktuğum için.

— En büyük mülke sahib olan hükümdara bak! Onun mülkü kadar mülk ve on kat fazlası sana verilecektir!

— Sen en büyük hükümdar olduğun halde benimle niye alay ediyorsun Resûlullah (s.a.v.): "Kuşluk vaktinden beri beni güldüren, işte buydu."dedi. [204]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sırat köprüsü cehennemin iki yakasının üzerine kurulur. Üzerinde hur­ma dikeni gibi dikenler vardır. Sonra insanlar onun üzerinden geçerler. Kimi selâmetle geçip kurtulur. Kimi yaralanarak geçip gider. Kimi yakalanıp ce­henneme düşer. Cenab-ı Allah, kullar arasında hüküm verme işini tamamla­dıktan sonra müminler, dünyadayken kendileri gibi namaz kılıp, zekât veren, oruç tutan, hac eden, gaza yapan bazı adamları aramaya başlar ve şöyle der­ler: "Ya Rab! Kullarından bazıları dünyadayken bizimle beraber ve bizim gi­bi namaz kılar, zekât verir, oruç tutar, hacceder ve gaza yaparlardı. Ama şim­di onları göremiyoruz !" Cenab-ı Allah, müminlere der ki: "Cehenneme gi­din. Bu dediklerinizden orada bulduklarınızı ateşten çıkarın." Müminler ce­henneme gider, onları orada bulurlar. Ateş onları amellerine göre yakalamış­tır: Kimini ayaklarına kadar, kimini bacaklarının yarı yerine kadar, kimini dizlerine kadar, kimini beline kadar yakalamıştır. Ama yüzlerini bürümemiş-tir. Onları ateşten çıkarıp hayat suyuna atarlar." Ashab: "Hayat suyu nedir ey Allah´ın Rasûlü " diye sorduklarında, Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Cennetliklerin yıkandığı sudur. (O suda yıkanınca) tarladaki ekin gibi biter-ler" fBir defasinda da şöyle demişti: Ekin, selin (ardı sıra yerde kalan) köpü­ğünün içinde biter.) Sonra peygamberler, ihlâslı olarak ´Allah´tan başka ilâh yoktur1 diye şehadet getirmiş olanlar için şefaatte bulunarak onları cehen­nemden çıkarırlar. Sonra da Cenab-ı Allah kendi rahmetiyle, cehennemdeki-lere tecelli eden ve kalbinde zerre ağırlığınca imân bulunan hiç bir kulu ora­da bırakmaz, mutlaka çıkarır." [205]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehennemlikler, o ateş ehlidir ki, onlar orada ölmezler ve dirilmezler. Cenab-ı Allah, kendilerine merhamet etmek istediği kimseleri cehennemde öldürür. Sonra onları gurup halinde hayat nehrine koyar. Onları dağıtır. (Ya­hut onlar hayat nehrine ya da cennet nehrine açılırlar.) Sonra da sel artığı su­lardaki bitkiler gibi biterler. Ağacı hiç görmüyor musunuz Önce yeşerir, sonra sararır, ardından tekrar yeşil olur." Bazıları dediler ki: Rasûlullah (s.a.v.) böyle derken badiyedeymiş gibiydi. [206]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehennemlikler, o ateş ehlidir ki; orada ölmez ve dirilmezler. Onlar o kimselerdir ki suçları (ya da günahları) sebebiyle cehenneme girerler. Yüce Allah onları öyle bir öldürüşle öldürür ki adeta kömür haline gelirler. İşte o zaman Cenab-ı Allah ohlara şefaat edilmesine izin verir. Onlar toplu olarak getirilip cennet ırmaklarına serpiştirilirler. Cenab-ı Allah: "Ey Cennetlikler! Bunlara su gönderin" der. Sonra onlar, sel köpüğünde biten tahıllar gibi bi­terler." Bu hadisi dinleyen ashaptan biri: "Rasûlullah (s.a.v.) böyle derken badiyedeymiş gibiydi." dedi. [207]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Nadre´den rivayet etti ki; Ebû Saîd el-Hudrî şöyle demiştir:

İnsanlar üzerinde kancalar, dikenler ve çengeller bulunan ve bunlara ta­kılmaktan da kurtulamayacakları cehennem köprüsünden geçmek durumun­da bırakılırlar. Kimi o köprüden yıldırım gibi, kimi rüzgar gibi, kimi rahvan at gibi geçip gider. Kimileri de sürünerek geçip giderler.

Cehennemliklere gelince onlar orada ölmezler ve dirilmezler. Günah­kârlar ise günahları nedeniyle yakalanıp yakılırlar. Adeta kömür haline gelir­ler. Sonra Cenab-ı Allah onlara şefaat edilmesine izin verir de guruplar ha­linde cehennemden alınıp bir ırmağa atılırlar. Orada sel köpüklerinde biten bitki gibi biterler. Evet, Rasûlullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurdu:

"Cehenneme en yakın bir adam çıkarılıp cehennemin kenarına getirilir. Yüce Allah´a şöyle der:

— Ya Rab! Yüzümüzü cehennemden başka tarafa çevir.

— Bundan başka bir şeyi benden istemeyeceğine dâir ahdine ve zimme­tine yemin eder misin

— Ahdime ve zimmetime yemin ederim ki, başka bir şeyi istemeyece­ğim senden.

Cenab-ı Allah onun yüzünü başka tarafa çevirir. O esnada bir ağaç gö­rür ve şöyle der:

— Ya Rab! Beni şu ağaca yaklaştır da gölgesinde gölgeleneyim ve mey­vesinden yiyeyim.

— Bundan başka bir şeyi benden istemeyeceğine dâir ahdine ve zimme­tine yemin eder misin

— Ahdime ve zimmetime yemin ederim ki, başka bir şeyi istemeyece­ğim senden.

Cenab-ı Allah onu o ağaca yaklaştırır. Ama adam o esnada öncekinden daha güzel bir ağaç görür ve şöyle der:

— Ya Rab Beni şu ağacın yanına götür de gölgesinde gölgeleneyim ve meyvesinden yiyeyim.

— Bundan başka bir şeyi benden istemeyeceğine dâir ahdine ve zimme­tine yemin eder misin

— Ahdime ve zimmetime yemin ederim ki, başka bir şeyi istemeyece­ğim senden.

Cenab-ı Allah onu o güzel ağacın yanına götürür. O esnada adam (önce­kilerden daha güzel) üçüncü bir ağaç görür ve şöyle der:

— Ya Rab Beni şu ağacın yanına götür de gölgesinde gölgeleneyim ve meyvesinden yiyeyim.

—- Bundan başka bir şeyi benden istemeyeceğine dâir ahdine ve zimme­tine yemin eder misin

— Ahdime ve zimmetime yemin ederim ki, başka bir şeyi istemeyece­ğim senden.

Cenab-ı Allah onu o ağacın yanına götürür. Adam insan topluluğunu (cennette) görüp seslerini işitince ´Ya Rab! Beni cennete koy´ der. Adam cennete konulur. Kendisine dünya ve bir o kadarı daha verilir. (Başka bir ri­vayette ise şöyle denilmiştir: Adam cennete girer. Kendisine dünya ve on ka­tı daha verilir)." [208]

İmam Ahmed b. Hanbel... Amr b. Saîd´den rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)´e: "Kıyamet gününde senin şefaatin sebe­biyle en fazla bahtiyar olacak insan hangisidir " diye sordum. Buyurdu ki:

"Ey Ebû Hüreyre! Senin hadise tutkun olduğunu gördüğüm için bu ha­disi senden önce hiç kimsenin bana sormayacağını tahmin etmiştim doğrusu. Kıyamet gününde benim şefaatim sebebiyle en fazla bahtiyar olacak insan, kendiliğinden ihlâslı olarak lâilahe illallah diyen kimsedir." [209]

Bu, Buharî ve Müslim´in sıhhat şartlarına uygun sahih bir hadistir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebü Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu her peygamberin kabulle karşılanan bir duası vardır. Peygam­berlerin hepsi acele ederek dualarını (dünyadayken) yaptılar. Bense, duamı, ümmetime şefaat olarak gizledim. Allah´a hiç bir şeyi ortak koşmamış ola­rak ölen kimse, inşaallahü taala şefaatime nail olacaktır." [210]

İmam Ahmed b. Hanbel... Muaviye b. Ma´teb el-Hüzelfden rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)´e: "Şefaat konusunda Rabbin senden ve murâd eyledi " diye sordum. Buyurdu ki:

"Muhammed´in cam kudret elinde bulunan zât´a yemin ederim ki; senin ilme tutkun olduğunu gördüğümden dolayı ümmetimden ilk senin bu soruyu bana soracağını tahmin etmiştim doğrusu. Muhammed´in canı kudret elinde bulunan zât´a yemin ederim ki; insanların cennet kapısında durmaları beni şefaatimin tamam olmasından daha çok ilgilendirip düşündürmektedir. Şefa­atim, "Allah´tan başka ilâh yoktur" diyerek ihlaslıca şehadette bulunan, kal­bi dilini ve dili de kalbini doğrulayan kimseleredir." [211]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Her peygamberin yaptığı bir duâ vardır. Ben duamı âhirette ümmetime şefaat olarak gizlemek istiyorum." [212]

Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Her peygamberin yaptığı bir duâ vardır. İnşaallah ben, duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat olarak gizlemek istiyorum."

Kâ´b´ül Ahbar, bu hadisi kendisine nakleden Ebû Hüreyre´ye: "Sen bu­nu Rasûlullah (s.a.v.)´in kendisinden mi işittin " diye sormuş, Ebû Hüreyre de "Evet" diye cevap germişti.

Müslim, bu hadisi nıünferid olarak rivayet etmiştir. [213]

İmam Ahmed b. Hanbel... Hz. Osman´ın azatlısı Ebû Dâre´nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

Bakî´ mezarlığında Ebû Hüreyre ile beraberdik. Bir ara onun şöyle de­diğini duyduk: "Kıyamet gününde Muhammed (s.a.v.)´in şefaatini insanlar arasında en iyi bilen benim!" Böyle demesi üzerine insanlar gelip etrafında toplandılar ve: "Haydi, Allah sana rahmet etsin. Sözün gerisini getir." dedi­ler. Ebû Hüreyre dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle duâ etti: "Allahım! Sana inanmış ve sana ortak koşmamış olarak huzuruna gelen her kulu bağışla."[214]

Beyhakî... Ümmü Habibe´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Benden sonra ümmetimin ne gibi durumlarla karşılaşacakları, birbirle­rinin kanlarını akıtacakları hakkında sen ne dersin Önceki ümmetler hakkın­da Cenab-ı Allah bu hususta ne karar vermiş ise ümmetim hakkında da öyle karar vermiştir. Bu nedenle ben, Cenab-ı Allah´tan beni ümmetime şefaatte yetkili kılmasını diledim. Oda yetkili kıldı."

Beyhakî bunun senedinin sahih olduğunu söylemiştir. [215]


Mü´minlerin Kendi Ailelerine Şefaatleri:



Önceki sayfalarda da geçen Ebû Hüreyre hadisinde Emirül müminin Os­man (r.a.)´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde ilk şefaat edecek olanlar peygamberler, sonra şehid-ler sonra da müminlerdir." İbn Mâce´nin rivayetine göre ise Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde üç sınıf (insan) şefaat edecek­tir: "Peyamberler, sonra âlimler, sonra şehidler." [216]

Tezkire adlı eserinde Kurtubî... İbn Mes´ud´un şöyle dediğini nakletmiş-tir:

"Peygamberiniz (s.a.v.), dört kişinin dördüncüsü olarak şefaat edecektir: Cibril, sonra İbrahim, sonra Mûsâ ya da İsâ, sonra peygamberiniz, sonra me­lekler, sonra sıddıklar, sonra da şehidler." [217]

Ebû Davud et-Tayalisî de bunu rivayet etmiş, ancak onun rivayetinde şu ilave kısım vardır: "Peygamberinizden sonra, ondan daha büyük biri şefaat etmeyecektir." İşte Makam-ı Mahmud budur ki, bu makam hakkında yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Belki de Rabbin seni övülecek bir makama yük­seltir." (Isrâ, 17/79)

Bu cidden garip bir hadistir. Sahih-i Buharî´de Atâ b. Yesar tariki ile Ebû Saîd´den merfu olarak şöyle bir rivayette bulunulmuştur:

Müminler sırattan kurtulup ta necata erdiklerini gördüklerinde, siz hak hususunda onlardan daha şiddetli değilsinizdir. Cehennemdeki (mümin) kar­deşleri için tavırları Rablerine açıklandıktan sonra derler ki: "Ey Rabbimiz! Bunlar bizim kardeşlerimizdi. Bizimle beraber namaz kılar, oruç tutar, hacce­der ve okurlardı." Yüce Allah da onlara şu buyruğu verir: "Gidin bakalım. Kalbinde zerre ağırlığınca imân bulduğunuz kimseleri cehennemden çıkarın."

Bu hadisi rivayet eden Ebû Saîd dedi ki: Dilerseniz şu âyet-i kerimeyi okuyun: "Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz. Zerre kadar iyilik ol­sa onu kat kat artırır ve yapana büyük ecir verir." (Nisa, 4/40)

Yüce Allah buyurur ki: "Melekler şefaat ettiler, peygamberler şefaat et­tiler, müminler şefaat ettiler. Sadece merhamet edicilerin en merhametlisi kaldı." Böyle dedikten sonra Cenab-ı Allah cehenneme avucunu uzatır. Ora­dan asla hayırlı bir amel yapmamış ve yanarak adeta kömüre dönüşmüş olan bir kavmi çıkarıp cennetin önlerindeki bir nehire atar. O nehire hayat nehri denir. Oradan, selin ardında kalan köpük ve birikintilerde biten bitkiler gibi bitip çıkarlar. İnci gibi olurlar. Ancak boyunlarında mühürler olur. Cennet­likler onları bu mühürlerden tanırlar ve şöyle derler: "Bunlar Allah´ın azâd ettiği kimselerdir. Allah bunları işledikleri (salih) bir amelleri ve önceden sundukları bir hayırları olmaksızın cennete koydu!"

Sonra Cenab-ı Allah onlara şöyle buyurur:

— Cennete girin. Her gördüğünüz şey sizin olsun.

— Ey Rabbimiz! Bundan daha üstün bir şey mi var ki Alemlerden kim­selere vermediğini bize verdin.

— Benim katımda bundan daha üstün ve faziletli şeyler vardır.

— Ey Rabbimiz! Bundan daha üstün olan nedir

— Hoşnutluğum ve rızâmdır. Artık size hiç kızmayacağım." [218]


Lânetçiler Dışında Bütün Müminler Kıyamet Gününde Şefaat Edecektir:



İsmail b. Rafi... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) cen­nete girişi anlattıktan sonra şöyle buyurmuştur:

"... Sonra derim ki: "Ya Rab! Ümmetimden cehenneme düşenler için be­ni şefaatçi kıl." Cenab-ı Allah buyurur ki: "Evet. Kalbinde dinarın üçte ikisi, yarısı, üçte biri, dörtte biri, hatta iki kırat ağırlığınca imân bulunan kimsele­ri cehennemden çıkarın. Hiç hayırlı amel işlememiş kimseleri de cehennem­den çıkarın." Sonra (müminlerin) şefaat etmelerine izin verilir. Herkes şefa­at eder. Şefaat etmeyen kalmaz. Yalnız lânetçi hariç. O şefaat edemez. İblis bile o gün Allanın bol rahmetim gördüğü için kendisine şefaat edileceğini umarak cehennemde ayağa kalkarak boynunu uzatıp bakar. Artık şefaat ede­cek kimse kalmayanıca Cenab-ı Allah: "Şefaatçi olarak merhametlilerin en merhametlisi olan ben kaldım." der ve sayılarını ancak kendisinin bildiği miktarda çok kimseyi cehennemden çıkarır. -Onlar yanmış tahtalar gibidir­ler.- Onları cennet kapısının bitişiğindeki hayat ırmağına atar. Orada sel ar­tığı su ve birikintilerde yetişen bitkiler gibi bitip çıkarlar."

Hafız Ebû Ya´lâ... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Cehennemliklere sıra halinde resm-i geçit yatırılır. Müminler onların yanından geçerler. Cehennemliklerden biri, dünyadan tanıdığı bir mümini onlonn arasında görür ve ona şöyle der: Ey falan! Söyleve şöyle bir ihtiyaç için benden yardım istediğin günü hatırlıyor musun İhtiyaç duyduğun o şe­yi sana verdiğm günü hatırlıyor musun (Ravi diyor ki: Bence o ´Şöyle ve şöyle bir şeylerden daha bahseder.´ Mümin kişi, cehennemlik adamın anlat­tıklarını hatırlar. Onu tanır; Rabbinin katında onun için şefaat eder ve Rabbi de onun hakkında yaptığı şefaati kabul eder." [219]

Bu hadisin senedinde zayıflık vardır.

İbn Mâce... Hasan´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Kıyamet gününde cennetliklerden bir adam şöyle der: "Ya Rab! Dün­yadayken falan adam bana bir içim su içirdi. Beni ona şefaatçi kıl." Cenab-ı Allah ona: "Git, onu cehennemden çıkar bakalım! der. O da gidip araştırır ve onu cehennemden çıkarır." [220]


Müminlerin Kendi Ailelerine Şefaat Edeceklerine Dâir Nakledilen Hadisler:



Bazıları Hz. Davud´un Zebur´unda şu âyetlerin yazılı olduğunu naklederler:

"Zahid kullarıma kıyamet gününde şöyle derim: ´Ey kullarım! Buna gö­re çok basit olduğunuz için dünyayı sizden uzaklaştırmadım. Ama bu gün na­sibinizi tam almanızı istedim. İnsan saflarının arasına girip araştırın. Beni ve hoşnutluğunu kazanmak amacıyla dünyada size bir lokma yemek yediren ve­ya gıyabınızda sizi savunan veya bir ihtiyacınızı karşılayan sevdiğiniz kim­seleri, elinden tutup cennete koyun."

Tirmizî ve Beyhakî... Ebû Saîd´den rivayet ettiler ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu ümmetimden öyle adamlar vardır ki; onlardan bazısı bir insan topluluğuna şefaat eder ve onun şefaat ettiği kimseler cennete girerler. Yine onlardan bazısı bir kabileye şefaat eder ve o kabile, onun şefaati sayesinde cennete girer. Yine onlardan bazısı bir erkeğe ve ailesine şefaat eder ve on­lar da onun şefaati sayesinde cennete girerler." [221]

Bezzâr´ın kendi senediyle yaptığı merfu bir rivayette ise şöyle denmek­tedir: "Şüphesiz, bir adam, iki üç kişiye şefaat eder." [222]

Bezzâr... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Adama, "Ey Falan! Kalk ta şefaat et" denir. Adam kalkar; kendi (salih) ameline göze ya bir kabileye, ya bir aile efradına, ya bir adama, ya da iki ada­ma şefaat eder."

Bezzâr... Ebû Sümame´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Ümmetimden bir adamın şefaati sayesinde Mudar kabilesinin nüfusun­dan daha fazla sayıda insan cennete girer. Adam, kendi aile efradına şefaat eder. Kişi, kendi salih ameli nisbetinde şefaat eder." [223]

Hâkim... Ebû Ümame´den rivayet etti ki; Rasûlullah {s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Hasan veya Hüseyin gibi kadar olmayan bir adamın şefaati sayesinde Rebia veya Mudar kabilelerinin nüfusu kadar insan cennete girecektir." Ada­mın biri: "Ey Allah´ın Rasûlü! Mudar kabilesine göre Rebia kabilesi ne olur ki " deyince Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben diyeceğimi dedim." [224]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Şakik´in şöyle dediğim rivayet etmiştir: Kudüs´te üç kişilik bir cemaatin yanına oturarak dördüncüleri ben oldum. Onlardan biri dedi ki: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işittim:

"Ümmetimden bir adamın şefaati sayesinde Benî Temim kabilesinin nü­fusundan daha çok insan cennete girecektir." Bizler, "Ey Allah´ın Rasûlüî Senden başka değil mi " diye sorduk; şu cevabı verdi: "Evet, benden baş­ka..." Ben kendisine: "Bunu sen Rasûlullah´tan işittin mi " diye sordum. "Evet" dedi. Kalkıp gittikten sonra da oradakilere: "Bu kimdir " diye sor­dum. İbn Ebi Hazza olduğunu söylediler. [225]

Ebû Ömer b. Semmâk... Ebû Ümame´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ümmetimden bir adamın şefaati sayesinde Rebia ve Mudar kabilelerin­den birinin nüfusu kadar insan cennete girecektir." Rebia ve Mudar kabilele­rinin nüfusu ne ki ey Allah´ın Rasûü! diye sorulunca Rasûlullah (s.a.v.): "Ben diyeceğimi dedim" dedi. Sahabilerbu şefaatçinin Osman b. Affan (r.a.) Olduğu görüşündeydiler. [226]

Muhammed b. Yusuf el-Feryabî... Abdullah b. Şakik el-Ukaylî´nin şöy­le dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.)´in ashabından bir topluluğun yanında oturdum. Aralarında Abdullah b. Ebi Ced´â da vardı. Abdullah dedi ki: Ben_ Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işittim:

"Ümmetimden bir adamın şefaati sayesinde Beni Temim kabilesinin nü­fusundan fazla insan cennete girecektir." Sahabiler: "O adam senden başka­larına şefaat edecek, öyle değil mi " diye sorunca, Rasûlullah (s.a.v.): "Ben­den başkalarına şefaat edecek" diye cevap verdi.

Feryabî dedi ki: "Bu hadiste sözü edilen şefaatçinin Osman b. Affan (r.a.) olduğunu Söylenir." [227]

Tirmizî... Haris b. Kays´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:[228]

"Doğrusu ümmetimde öyle bir adam vardır ki; onun şefaati sayesinde Rebia ve Mudar kabilelerinin nüfusundan daha fazla sayıda insan cennete gi­recektir." [229]


A´raftakiler:



Yüce Allah buyurdu ki:

"İki taraf arasında bir perde ve burçlar üzerinde her iki tarafı da sımala­rından tanıyan adamlar vardır. Cennetliklere: "Size selâm olsun" derler. Bun­lar henüz girmeyen fakat cenneti uman kimselerdir. Gözleri cehennemlikler yönüne çevrilince: "Rabbimiz! Bizi zâlimlerle beraber bulundurma" derler." (A´râf, 7/46-47)

İbn Abbas ve başkası dediler ki: "A´râf, cennetle cehennem arasındaki bir surdur."

Utbî... Huzeyfe´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "A´raftakiler; sevap­ları kendilerini cehennemden kurtaran ama günahları da cennete girmelerine engel olan kimselerdir."

"Gözleri cehennemlikler yönüne çevrilince: "Rabbimiz! Bizi zâlimlerle beraber bulundurma" derler." (A´râf, 7/47)

Onlar bu haldeyken Rabbin onlara görünüp şöyle buyurur: "Kalkın, cen­nete girin. Şüphesiz, ben SİZİ bağışladım!" [230]

Beyhakî... Mücahid´den rivayet etti ki; Abdullah b. Haris b. Nevfel şöy­le demiştir:

"A´raftakiler, iyilikleriyle kötülükleri birbirine eşit olan kimselerdir. Onlar, hayat ırmağı denen bir ırmağa götürülürler. O ırmağın toprağı, alaçeh-re ve safrandır, kıyıları ise altundan kamıştır ve inci ile taçlanmıştır. Arafta-kiler işte o ırmakta yıkanırlar; gerdanlarında beyaz bir ben oluşur. Yine yıka­nırlar; beyazlıkları daha da artar. Sonra onlara: "Her ne dilerseniz dileyin." denir. Onlar da dilediklerini dilerler. Daha sonra onlara şöyle denir: "Dile­dikleriniz yetmiş kat fazlasıyla size verildi. İşte bunlar, cennetin miskinleri­dir."[231]

A´raftakiler ve onların evsafı hakkında bazı hadisler daha varid olmuş­tur. Ancak o hadisler gariplik içermektedir. Zayıf oluşları nedeniyle onları burada nakletmedik. [232]


Cehennemden Çıkıp Cennete Girecek İlk Kimseler:



Sahih-i Müslim´de... Ebû Hüreyre´den rivayet olundu ki; bazı kimseler Rasûlullah (s.a.v.)´e şöyle demişlerdir:

— Ey Allahın Rasülü! Kıyamet gününde Rabbimizi görür müyüz

-— Dolunay olduğu gecede ayı görürken bir sıkışıklığa düşer misiniz

— Hayır ya Rasulallah.

— Berisinde bir bulut olmadığında güneşi görmekte bir sıkışıklığa dü­şer misiniz

— Hayır.

— Şüphesiz siz Allah´ı işte böyle göreceksiniz. Allah, kıyamet gününde insanları toplayacak ve: "Kim neye tapiyorduysa şimdi de ona tabi olsun" der. Bunun üzerine, güneşe tapanlar güneşe; aya tapanlar aya; tağutlara ta­panlar tağutlara tabi olurlar. Aralarında münafıkları da olmak üzere bu üm­met (haşir yerinde) kalır. Derken Cenab-ı Allah onlara, daha önceden tanı­madıkları bir surette gelir. [233] "Ben sizin Rabbinizim" der. Onlar da: "Senden Allah´a sığınırız. Rabbimiz yanımıza gelinceye dek biz buradan ayrılmaya­cağız. Rabbimiz gelince [234] biz O´nu tanırız." derler. Cenab-ı Allah, tanıdıka-rı bir surette onlara gelir [235] ve "Ben Rabbinizim"der. Onlar da: "Evet, sen Rabbimizsin" der ve O´na tabi olurlar. Sırat köprüsü, cehennemin iki yaka­sının üzerine kurulur. Oradan ilk olarak ben ve ümmetim geçeriz. O gün pey-gambererden başkası konuşmaz. O gün peygamberler: "Allahım! Selâmet ver, selâmet ver." diye duâ ederler. Cehennemde deve dikenini andıran kan­calar vardır. Siz deve dikenini gördünüz mü hiç " Sahabiler: Evet, ya Rasu­lallah, diye cevap verince Rasûlullah (s.a.v.), sözünü şöyle sürdürdü: "İşte o kancalar deve dikeni gibidir. Yalnız ne kadar büyük olduklarını ancak Allah bilir. Amelleri sebebiyle insanlar kapılıp götürülürler. Kimi ameli sebebiyle heiâk olur; kimi ceza görür. Cenab-ı Allah kullar arasında yargılama işini ta-mamlayıpta cehennemliklerden bazılarını kendi rahmetiyle ateşten çıkarmak istediğinde; cehennemliklerden lâilahe diyenlerden, rahmetine mazhar kıl­mak istediklerinden ve Allah´a hiç bir şeyi ortak koşmayanlardan bazı kim­seleri ateşten çıkarmaları için meleklere emir verir. Melekler cehennemde onları secde izlerinden tanırlar. Ateş, Âdemoğlunun her tarafını yakar, secde yaparken yere gelen organlarını yakmaz. Melekler onları yanmış vaziyette cehennemden çıkarırlar. Üzerlerine hayat suyu dökülür. Bu nedenle onlar sel artığı köpüklerde yeşeren bitkiler gibi bitip yeşerirler.

Cenab-ı Allah, kullar arasında yargılama işini tamamlar. Bir adam, yü­zü cehenneme yönelik olarak kalır. O, cehennemliklerin cennete en son gire­ni olacaktır. "Ya Rab! Yüzümü ateşten başka tarafa çevir. Kokusu beni ra­hatsız etti. Alevi beni yaktı." der. Allah´ın dilediği şekilde Allah´a duâ eder. Sonra Allah ona: "Bu isteğini yerine getirirsem, benden başka bir istekte bu­lunmayacağından emin misin " sorar. O da: "Senden başka bir istekte bulun­mayacağım." der ve Rabbine, dilediği söz ve teminatları verir. Rabbi de onun yüzünü cehennemden başka tarafa çevirir. Cennete taraf dönüp cenneti gö­rünce, Allahın dilediği kadar bir süre susar. Sonra "Ya Rab! Beni cennetin kapısına götür" der. Allah´ta ona şu karşılığı verir: "Sana verdiğimden başka bir şeyi benden istemeyeceğine dair bana söz ve teminatlar vermemiş miy­din Yazıklar olsun sana ey Âdemoğlu! Sen ne kadar dönekmişsin!" Yine "Ey Rabbim!.." deyip duaya başlar. Nihayet Cenab-ı Allah ona: "Bunu sana verdiğim takdirde benden başka bir istekte bulunmayacağından emin misin " diye sorar. O da: "Senin 6nur ve üstünlüğüne yemin ederim ki artık senden başka bir istekte bulunmayacağım." der. Rabbine, diediği söz ve teminatları verir. Rabbi de onu cennetin kapısına getirir. Cennetin kapısında durup ta cennet açılıp genişeyerek ona görünür ve o da cennetteki hayırları ve sevin­dirici şeyleri görünce, Allah´ın dilediği kadar bir süre susar. Sonra: "Ya Rab! Beni cennete koy." der. Cenab-ı Allah ona: "Sana verdiğimden başka bir şe­yi benden istemeyeceğine dâir bana söz ve teminatlar vermemiş miydin " di­ye sorar. O da: "Ey Rabbim! Senin en bahtsız kulun ben olmıyayım." der ve Allah´a duâ etmeye devam eder. Nihayet Allah güler ve ona: "Cennete gir" der. O da cennete girer. Sonra Allah ona: "Dilekte bulun."der. O da bazı di­lek ve isteklerde bulunur. Öyleki Allah ona "Şunu da, şunu da iste" der. Ar­tık dileyeceği bir şey kalmayınca Allah ona şöyle der: "Dileğin bir kat fazla­sıyla sana verildi." Bu hadisin râvilerinden Ata b. Yezid dedi ki: Ebû Saîd el-Hudrî, bu hadisi bize nakletmekte olduğu esnada Ebû Hüreyre´nin yanında duruyordu. Ebû Hüreyre´nin söylediklerine itiraz etmiyordu. Ebû Hüreyre: "Allah o adama: ´Dileğin bir kat fazlasıyla sana verildi´ der" deyince, Ebû Saîd: "Ey Ebû Hüreyre! O adama dileği on kat fazlasıyla verildi" dedi. Ebû Hüreyre ise: Ben "Dileğin bir kat fazlasıyla sana verildi" şeklinde ezberle­miştim bu hadisi, dedi. Ebû Saîd de: "Tanıklık ederim ki ben bu hadisi, Ra­sûlullah (s.a.v.)´den şu şekilde ezberlemişim: "Dileğin on kat fazlasıyla sana verildi." Sözün sonunu Ebû Hüreyre şöyle bağladı: "İşte o adam, cennetlik­lerin, cennete en son girecek olanıdır."

Bu hadisin bazı varyantlarında şu ifadelere rastlanmaktadır: "O adam cehennemden cennetin kapısına ancak üç aşamada ulaşabilir. Her aşamada bir ağacın altında oturur. O ağaçlardan her bir öncekinden daha güzeldir."[236]

Buharî... Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Doğrusu ben cehennemliklerin ateşten en son çıkacak olanını, cennetliklerin de cennete en son girecek olanını çok iyi biliyorum. Adamın biri sü­rünerek cehennemden çıkar, Cenab-ı Allah ona: "Git, cennete gir" der. Adam cennete gelir; oranın dolu olduğu hayalen kendisine görünür ve geri dönüp: "Ya Rab! Cennetin dolu olduğunu gördüm" der. Cenab-ı Allah ona: "Git, cennete gir. Sana dünya ve on kat fazlası kadar yer verildi." der. Adam da şöyle der: "Sen bir hükümdar olduğun halde benimle alay mı ediyorsun (ve­ya bana gülüyor musun !." Ravi diyor ki: Böyle dediği esnada Rasûlullah (s.a.v.)´in, azı dişleri görünecek kadar güldüğünü gördüm." İşte o adam, cen­netliklerin en düşük derecelisidir, deniyordu." [237]

Müslim... Ebû Zer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Doğrusu ben, cennetliklerin cennete en son girecek olanını ve cehen­nemliklerin de cehennemden en son çıkacak olanım çok iyi biliyorum. Kıya­met gününde bir adam (hesap yerine) getirilir. Kendisine: "Falan günde fa­lan ve falanca işi yaptım. Falan günde şöyle ve şöyle bir şey yaptın mı " di­ye sorulur. O da inkâr edemeyip "Evet..." der. O, büyük günahlarının kendi­sine gösterilmesinden korkar. Kendisine: "Her kötülüğünün yerine sana bir iyilik yazılmıştır" denir. O da: "Ya Rab! İşlediğin bazı fiilleri şurada (amel defterinde) göremiyorum! "der." Râvi diyor ki: Böyle dediği esnada Rasûlul­lah (s.a.v.)´in, azı dişleri görününceye kadar güldüğünü gördüm."[238]

Taberanî... Ebû Ümame´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Cennete en son girecek olan adam, sırat köprüsü üzerinde babasından dayak yiyen çocuk gibi debelenen ve kaçmak isteyen ama kaçmasına ameli engel olan kimsedir. "Ya Rab! Beni cennete kavuştur ve cehennemden kur­tar" der. Cenab-ı Allah da ona şöyle der: "Ey kulum! Seni cehennemden kur­tarıp cennete koyarsam suçlarım ve günahlarını bana itiraf eder misin " Kul: "Evet ey Rabbim. Senin izzetine yemin ederim ki; eğer beni cehennemden kurtarırsan, suçlarımı ve günahlarımı sana mutlaka itiraf ederim." der. Köp­rüyü geçer. Kendi kendine: "Eğer suçlarımı ve günahlarımı itiraf edersem Allah beni mutlaka cehenneme geri gönderir" der. Allah´ta ona: "Suçlarını ve günahlarım itiraf etki senin için onları affedeyim ve seni cennete koya­yım" diye vahyeder. Kul: "Hayır, izzet ve üstünlüğüne yemin ederim ki; ben asla suç işlemedim ve hiç mi hiç günaha girmedim" der. Cenab-ı Allah, ona: "Ey kulum! Sana karşı benim ispatlayıcı kanıtım vardır." diye vahyeder. Kul: "Ya Rab! Kanıtını bana göster" der. Cenab-ı Allah da cildini konuşturarak günahlarını itiraf ettirir. Kul bu durumu görünce: "Ya Rab! Senin onuruna yemin ederim ki; benim büyük günaharım vardır." der. Cenab-ı Allah ona: "Ben bunu senden daha iyi biliyorum. Bu günahlarını itiraf et de seni affede­yim ve cennete koyayım." diye vahyeder. Kul, günahlarını itiraf eder, Al­lah´ta onu cennete koyar."

Böyle derken Rasûlullah (s.a.v.), azı dişleri görününceye kadar güldü ve şöyle buyurdu: "Bu adam, cennetliklerin en küçük mertebelisidir. Ondan üst dereceli olanların durumu nasıldır (Varın siz düşünün)."

İmam Ahmed b. Hanbel. Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu cehennemde bir kul bin yıl müddetle ´Ya Hannân, ya Men-nan!´ (Ey şefkati bol, eyiutfu ve nimeti bol Allahım!..) diye seslenir, Yüce Allah, Cibril´e: "Git, şu kulumu bana getir" der. Cibril gider, cehennemlik­lerin yüzü ütü yere kapanıp ağlamakta olduklarını görür; Rabbine dönüp du­rumu O´na haber verir. Cenab-ı Allah: "Onu bana getir. O, şöyle ve şöyle bir yerdedir." der. Cibril onu getirir. Rabbinin durdurmasını emrettiği yerde dur­durur. Cenab-ı Allah ona: "Ey kulum! Mekânını ve istirahatgâhmı nasıl bul­dun " diye sorar. Kul da: "Mekânım çok fena bir mekân; istirahatgahım da çok kötü bir istirahatgahtır" der. Cenab-ı Allah: "Onu geri (cehenneme) gö­türün!" deyince kul: "Beni cehennemden çıkardığında tekrar cehenneme göndereceğini senden ıSmmamıştım" der. Bunun üzerine Cenab-ı Allah: "Kulumu rahat bırakın" diye emir verir." [239]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.av.) şöyle buyurmuştur:

"Dört kişi (Sabit´in ifadesine göre iki kişi) cehennemden çıkarılıp Al­lah´ın huzuruna götürülürler. Sonra tekrar cehenneme gönderilmeleri emre­dilince onlardan biri dönüp: "Ya Rab! Beni cehennemden çıkardığında tek­rar geri göndereceğini ummamıştım" der. Böyle demesi üzerine Cenab-ı Al­lah onu cehennemden kurtarır." [240]

Abdullah b. Mübarek... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlulah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehenneme girenlerden iki kişinin çığlıkları şiddetlenir. Şanı yüce Rab: "Bunları cehennemden çıkarın" diye emreder. Çıkarılırar. Sânı yüce Rab, onlara: "Çığlığınız neden şiddetlendi " diye sorar. Onlar: "Bize merha­met edesin diye böyle yaptık" deyince Aziz ve Celil olan Allah: "Rahmetim size şu şekilde tecelli edecektir: Cehenneme gideceksiniz!" der. Cehenneme gidince onlardan biri kendini cehenneme atar. Ama Cenab-ı Allah ateşi ona serin ve selâmet kılar. Diğeri ise kendini cehenneme atmaz. Cenab-ı Allah ona: "Seninde kendini arkadaşın gibi ateşe atmana engel olan nedir " diye sorar. O da şu cevabı verir: "Ey Rabbim! Beni cehennemden çıkardıktan son­ra tekrar oraya göndermeyeceğini ummuştum." Yüce Rab: "Umduğun sana verilecektir" der ve her ikisi de Aziz ve Celil olan Allah´ın rahmetiye cenne­te girerler."

Bilâl b. Sa´d, hutbesinde bunun devamını şöyle getirir;

"... Doğrusu Cenab-ı Allah onlara, cehenneme geri dönmelerim emretti­ğinde onlardan biri, zincir ve prangalarına gidip onları açar. Diğeri duraksar. Cenab-ı Allah, ilkine: "Neden böye yaptın " diye sorunca şu cevabı verir: "Sana isyan edişimizin vebalinderi korkarak kendimi acıklı azaba attım ki, senin gazabına ikinci maruz kalmıyayım." Diğeri de şu cevâbı verir: "Beni cehennemden çıkardığında oraya tekrar göndermeyeceğine dair hüsnü zan-nım beni böyle davranmaya şevketti." Cenab-ı Allah onlara merhamet eder ve ikisini de cennete koyar." [241]


Fasıl:



Günahkârlar cehennemden çıkarılıp da orada kâfirlerden başka kimse kalmadığında, kâfirler orada ne ölür ne de dirilirler. Nitekim yüce Allah bu­yurmuş ki: "O gün oradan çıkarılmazlar." (Câsiye, 45/24)

Oradan çıkıp sapacakları başka bir yer yoktur. Aksine orada temelli ka­lıcıdırlar onlar. Kur´ân´ın cehennemde hapsettiği kimselerdir onlar. Orada te­melli kalmalarına hükmettiği kimselerdir onlar.

Nitekim Yüce Allah buyurmuş ki: "Allah´a ve peygamberine kim karşı gelirse ona, içinde sonsuz ve temeli kalınacak cehennem ateşi vardır. Sonun­da, kendilerine söz verileni gördükleri zaman, kimin yardımcısının daha güç­süz ve sayısının daha az olduğunu bileceklerdir." (Cin, 72/23-24)

"Allah şüphesiz, inkarcılara lanet etmiş ve onlara -içinde sonsuz olarak temelli kalacakları- çılgın alevli cehennemi hazırlamış izdir. Onlar bir dost ve yardımcı bulamazlar." (Ahzâb, 33/64-65)

"İnkâr edenleri ve zâlimleri Allah şüphesiz bağışlamaz. Onları içinde te­melli ve ebediyyen kalacakları cehennem yolundan başka bir yola eriştirmez. Bu, Allah´a kolaydır." (Nisa, 4/168-169)

Bu üç ayetle, kâfirlerin cehennemde temelli kalacaklarına dâir hüküm vardır. Ama Kur´ân-ı Kerîm´de şu âyetler de vardır. Bunlara ne diyeceksiniz:

"Cehennem, Allah´ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız dura-ğınızdır" der." (En´âm, 6/128)

"Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onar orada âh edip inlerler. Rabbi-nin dilemesi bir yana, gökler ve yer durdukça, orada temelli kalacaklardır. Rabbin, şüphesiz, her istediğini yapar." (Hûd, il/106-107)

İbn Cerir ve diğer tefsirciler bu âyet üzerinde uzun uzadıya açıklamalar­da bulunmuşlardır. Bu hususta sahabilerden garip eserler ve tuhaf haberler de nakledimiştir. Burası bu hususta açıkama yapmanın yeri değildir. Başka bir yerde buna değineceğiz. Allah çok daha bilen ve hikmet sahibi olandır.

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdiklerinde ölüm getirilip cennete cehennem arasındaki bir yerde durdurulur; sonra da boğaz­lanır. Ardı sıra bir ünleyici: "Ey Cennetikler! Ebedîlik var, ölüm yok. Ey ce­hennemlikler! Ebedîlik var, ölüm yok." diye seslenir. Bunun üzerine cennet­liklerin sevincine sevinç; cehennemliklerin üzüntüsüne de üzüntü eklenir." [242]

Buharı... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Ölüm, alaca bir koç suretinde getirilip cennetle cehennem arası bir yerde durdurulur. "Ey Cennetlikler!.." denilir. Cennettekiler, boyunlarını uzatıp bakarlar. Sonra "Ey Cehennemlikler!.." denilir. Onlar da boyunlarını uzatıp bakarlar ve düzüğe kavuşma vaktinin geldiğini görürler. (Koç suretine bü­rünmüş olan) ölüm boğazlanır ve "Ebedilik var, ölüm yok" denir..." [243]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ölüm kıyamet gününde getirilip sırat köprüsünün üzerinde durdurulur ve "Ey Cennet halkı!.." diye seslenilir. Onlar da içinde bulundukları mekân­dan çıkarılacakları endişesiye korkarak boyunlarını uzatıp bakarlar. Onlara: "Şunu tanıyor musunuz " denilir. Onlarda: "Evet ey Rabbimiz. Bu ölümdür" derler. Sonra "Ey Cehennem halkı!.." diye seslenilir. Onlar da içinde bulun­dukları mekândan çıkarılacakları ümidiyle sevinerek boyunlarını uzatıp ba­karlar. Onlara: "Şunu tanıyor musunuz " denilir. Onlar da: "Evet, bu ölüm­dür" derler. Sonra emir verilir ve ölüm, sırat köprüsü üzerinde boğazlanır. Sonra da her iki fırkaya: "İçinde bulunduğunuz yerde temelli kalacaksınız. Artık size ebediyyen ölüm yoktur." denilir. Bu hadisin senedi kuvvetli olup Sahihin sıhhat şartına uygundur. [244]

Hafız Ebubekir el-Bezzar... Enes´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ölüm, kıyamet gününde getirilip cennetle cehennem arası bir yerde durdurularak boğazlanır. Ardı sıra, "Ey Cennet halkı! Size ebedilik var, ölüm yok. Ey Cehennem halkı! Size de ebedilik var, [245] ölüm yok" denir." [246]


Cennetliklerin Evsafı Ve Cennetteki Nimetler



Aziz ve Celil olan Allah´tan, kendi rahmetiyle hepimizi oraya koyması­nı diliyoruz. [247]


Cennete İlk Girecek Olan, Rasûlullah (s.a.v.)´dir:



O, bütün peygamberlerden ve ümmetlerden önce cennete girecektir.

Nitekim Sahih-i Müslim´de... Enes´ten rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetin kapısını ilk çalacak olan benim."

Yine aynı senedle rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Cennetin kapısına gelir, açmalarını söylerim. Bekçi: "Sen kimsin " di­ye sorar. "Muhammed´im" derim. O da der ki: "Senden önce bu kapıyı hiç kimseye açmama emrini aldım." [248]

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olundu ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Biz sonda (gelen bir ümmetiz), kıyamet günündeyse önde olacağız ve biz, cennete ilk girenler olacağız."

Hafız Ziya... Ömer b. Hattab´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Ben içine girmedikçe diğer peygamberlerin cennete girmeleri haram kılınmıştır. Ümmetim içine girmedikçe ve diğer ümmetlerin cennete girme­leri haram kılınmıştır." [249]


Rasûlullah (S.A.V.)´in Ümmetinden Cennete Girecek İlk Kişi, Ebubekir Es-Sıddîk (R.A.)´Dır:



Sünen-i Ebû Davûd´da.., Ebû Hüreyre´den rivayet olundu ki; Peygam­ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cibril bana geldi ve ümmetimin gireceği Cennet kapısını bana göster­di." Hz. Ebubekir dedi ki:

— Ey Allah´ın Rasûü! O kapıya bakmak için (o zaman) senin yanında olmayı isterdim.

— Ama sen ey Ebû Bekir, ümmetimden cennete girecek ilk kişisin!" Sahih-i Buharî´de sabit olduğuna göre Cenab-ı Allah, Rasûlullah´a şöy­le buyuracaktır:

"Ümmetinden üzerinde hesap bulunmayanları sağ kapıdan cennete koy. Onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktıklar."

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Her kim Allah yolunda malından bir çift şeyi infak ederse o kişi, cen­netin kapılarından çağırılır. Cennetin sekiz kapısı vardır. Namaz ehlinden olan kişi, namaz kapıcından çağırılır. Sadaka ehlinden olan kişi, sadaka ka­pısın çağırılır. Cihâd ehlinden olan kişi, cihad kapısından çağırılır. Oruç eh­linden olan kişi, oruç kapısından çağırılır."

Ebubekir (r.a.) dedi ki: "Bir kimse bu kapılardan hangisinden çağırılacak olursa olsun, vallahi o kimseye zarar yoktur. Ey Allah´ın Rasûlü! Bir adamın bu kapıların tümünden çağırılması mümkün müdür " [250] Rasûlullah buyurdu ki: "Evet. Senin de onlardan biri olacağını umuyorum." [251]


Sadece Oruç Tutatılar Reyyan Kapısından Cennete Girerler:



Buharı ve Müslim´in sahihlerinde... Sehl b. Sa´d´dan rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cennetin sekiz kapısı vardır. Onlar­dan birine Reyyan kapısı denir. Bu kapıdan, ancak oruç tutanlar cennete gi­rerler. Girince de kapı kilitlenir. Onlardan başkası o kapıdan giremez." [252]


Fakirler, Zenginlerden Önce Cennete Girerler:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Müslümanların fakirleri, zenginlerinden yarım gün Önce -ki o da beş-yüz senedir- cennete girerler." [253]

Bu hadisin bir varyantında.ise Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz, müminlerin fakirleri, zenginlerinden yarım gün önce -ki o da beş-yüz senedir- cennete girerler." [254]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Abdirrahman el-Hanbelî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu muhacirlerin fakirleri kıyamet gününde zenginlerden kırk ba­har (yıl) önce cennete girerler." [255]

imam Ahmed b. Hanbel... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Dünyadayken biri zengin diğeri de fakir olan iki mümin, cennetin ka­pısında karşılaşırlar. Fakir olan cennete konulur. Zengin olansa, Allah´ın di­lediği bir süre alıkonulur. Sonra cennete konulur. Fakir olan cennette onunla karşılaşır ve ona: "Ey kardeşim! Seni alıkoyan sebep neydi Vallahi o kadar bekletildin ki, doğrusu senin adına korktum." der. O da şöyle cevap verir: "Ey kardeşim, senden sonra çok feei ve rahatsız edici bir yerde hapsedildim. Üzerimden su gibi ter aktıktan sonra ancak sana ulaşabildim. Üzerimden akan terleri bin deve içmeye gelseydi ve onların hepsi de hims yeyicisi [256] ol­saydı yine de kanıp giderlerdi." [257]


Cennetliklerin Çoğu Düşkünler Ve Fakirlerdir. Cehennemliklerin Çoğu İse Zenginler Ve Kadınlardır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Üsâme b. Zeyd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetin kapısında durdum; oraya girenlerin çoğunu düşkünlerin oluş­turduğunu gördüm. Cehennemin kapısında durdum; oraya girenlerin çoğunu İse kadınların oluşturduğunu gördüm." [258]

Abdürrezzak... İmrân b. Husayn´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennete baktım; oradakilerin çoğunun fakir olduğunu gördüm. Cehen­neme baktım; oradakilerin çoğunun da zengin olduğunu gördüm." [259]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki: Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennete baktım; oradakilerin çoğunun fakir olduğunu gördüm. Cehen­neme baktım; oradakilerinse çoğunun zenginler ve kadınlar olduğunu [260] gör­düm." [261]


Cennete Girecek İlk Üç Kişi, Cehenneme Girecek İlk Üç Kişi:



Ebubekir b. Ebi Şeybe... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ümmetimden cennete girecek ilk üç kişiyle, cehenneme girecek ilk üç kişi bana arz edildi. Cennete girecek ilk üç kişi şunlardır: Şehid. Dünyadaki köleliğin, kendisim Rabbinin taat (ve ibadetinden alıkoymadığı köle ve ço­luk çocuk sahibi olup (dilenmekten utanan) iffetli fakir. Cehenneme girecek ilk üç kişi ise şunlardır: Zorba hakim. Malındaki Allah hakkını (zekâtı) öde­meyen mal ve servet sahibi ve kibirli fakir." [262]


Şehidlerin, İnsanları Affedenlerin, Darlıkta Ve Genişlikte Rablerine Hamdedenlerin Üstünlükleri:



Galib el-Kattân... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Kullar hesap için (mahşerde) durduklarında, kılıçlarım boyunlarına koymuş ve kılıçlarından kan damlamakta olan bir topluluk gelir. Cennetin kapısında sıkışıhk meydana getirirer. "Bunlar kimlerdir " diye sorulur. "Bu-nar şehidlerdir. Diri idiler ve (Rableri katında) nzıklanmaktaydılar." derler. Sonra bir ünleyici: "Ücreti Allah´a âid olanlar kalkıp cennete girsinler" diye seslenir. İkinci kez, "Ücreti Allah´a âid olanlar kalkıp cennete girsinler" di­ye seslenir. Ücreti Allah´a âid olanlar kimlerdir diye sorulur. "İnsanları af­fedenlerdir" diye cevap verilir. Aynı ünleyici üçüncü kez: "Ücreti Allah´a âid olanlar kalkıp cennete girsinler" diye seslenir. Şu kadar ve şu kadar bin kişi kalkıp hesapsız olarak cennete girer." [263]

Habib b. Ebi Sabit... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:[264]

"Kıyamet gününde cennete ilk davet edilecek olanlar, hamd edicilerdir. Onlar ki darlıkta ve bollukta (Allah´a) hamdederler." [265]


Cennetteki Mahallerin Sayısı, Yükseklik Ve Genişliği:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları* açıldığında, bekçileri onlara: "Selâm size, hoş geldi­niz! Temelli olarak buraya girin" derler. Onlar: "Bize verdiği sözde duran ve bizi bu yere vâris kılan Allah´a hamdolsun. Cennette istediğimiz yerde otura­biliriz. Yararlı iş işleyenlerin ecri ne güzelmiş!" derler." (Zümer, 39/73-74)

"Kapıları onlara açılmış Adn cennetleri vardır." (Sâd, 38/50)

"Melekler her kapıdan yanlarına girip: "Sabretmenize karşılık size se­lâm olsun. Burası dünyanın ne güzel bir sonucudur" derler." (Ra´d, 13/23-24)

Önceki kısımlarda geçen hadislerden birinde şöyle denmekteydi:

"Müminler cennetin kapısına vardıklarında kilitli olduğunu görürler.´ [266] Kapının açılmasını sağlamak için Aziz ve Celil olan Allah´tan, aracılık yap­masını dilerler."

Sûr hadisinde ise şöyle denilmektedir:

"İnsanlar Âdem´e, sonra Nuh´a, sonra İbrahim´e, sonra Musa´ya, sonra İsa´ya gelirler. Hepsi onların şefaat isteminden yüz çevirir. Sonra o insanlar Rasûlullah (s.a.v.)´e gelirler. O, gidip cennetin kapısının halkasını şiddete vurur. Bekçi: "Kim O " der. O da: "Ben Muhammed´im" der. Bunun üzeri­ne bekçi: "Bu kapıyı senden önce kimseye açmama emrini adım." der. (Ka­pı açılır. Rasûlullah) cennete girer. Allah katında, müminlerin keramet yur­duna girmeleri için şefatte bulunur. Allah onun şefaatini kabul eder. Böylece Rasûlullah (s.a-.v.), cennete ilk giren peygamber olur. Onun ümmeti de cen­nete ilk giren ümmet olur."

Sahih´de rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:[267]

"Cennette ilk şefaat edecek olan ve cennetin kapısına şiddetle ilk vura­cak olan benim."

Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmaktadır efendimiz:

"Cennetin anahtarı lâ ilahe illâllahür." [268]

İmam Ahmed b. Hanbel... Müminlerin emiri Ömer b. Hattab´dan riva­yet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Abdestini güzelce aldıktan sonra gözlerini semâya dikip ´eşhedü en la ilahe illallahü vahdehu la şerike leh. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Rasûlüh´ derse, ona cennetin sekiz kapısı açılır. Dilediği kapıdan içeri gi­rer." [269]

İmam Ahmed b. Hanbel... Sehl b. Sa´d´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu cennette bir kapı vardır. Ona Reyyan denir. Oruçlular kıyamet gününde o kapıdan cennete davet edilirler. "Oruçlular nerede " denilir. Oruçlular içeri girince de kapı kilitlenir. Artık onlardan başkası o kapıdan içeri giremez." [270]

Taberanî... Sehl b. Sa´d´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Cennette sekiz kapı vardır. Onlardan birine Reyyan kapısı denir. Ora­dan ancak oruç tutanlar içeri girebilirler." [271]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse Allah yolunda kendi malından bir çift (şeyi) infak ederse, Cennet´in (bütün) kapılarından çağırılır. Cennetin sekiz kapısı vardır. Namaz kılanlardan olan kişi, sadaka kapısından çağırılır. Oruç tutanlardan olun kişi, Reyyan kapısından çağırılır." Ebubekir (r.a.): "Vallahi ey Allah´ın Rasûlü! Bir kimse bu kapıların her hangi birinden çağınhrsa ona zarar yoktur. Bir kimse bu kapıların tümünden çağırılabilir mi ya Rasûlallah " diye sordu. Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi: "Evet... Senin de onlardan biri olacağını umarım." [272]

İmam Ahmed b. Hanbel´in oğlu Abdullah... Utbe b. Abdullah es-Süle-mî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir müslümanın buluğa ermemiş üç çocuğu vefat ederse, onun bu ço­cukları kendisini cennetin sekiz kapısında karşılarlar. Dilediği kapıdan içeri girer." [273]

Beyhakî... ihlaslının, günahkârın ve münafıkın savaşımıyla ilgili olarak Utbe b. Abdullah es-Sülemî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Cennetin sekiz kapısı vardır. Doğrusu kılıç, günahları silendir, ama münafıklığı Sİlmez." [274]

Buharî ve Müslim´in sahihliğinde ittifak ettikleri şefaat hadisinde... Ebû Hüreyre, Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Allah der ki: ´Ya Muhammed! Ümmetinden üzerinde hesab bulunma­yan kimseleri sağ kapıdan cennete koy. Onlar diğer kapılarda da insanlara or­taktırlar.´ Muhammed´in canı elinde bulunan zâta yemin ederim ki; cennet kapısının iki kanadı arasındaki mesafe, Mekke ile Hecer (ya da Mekke ile Busrâ) arasındaki mesafe kadardır."

Müslim, Halid b, Umeyr el-Adevî´den rivayet etti ki; Utbe b. Gazvan, kendilerine bir hutbe irâd etmiş, Allah´a hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle demiştir:

"İmdi, dünyâ, sonu geldiğini ilân etmiş olup arkasını dönüp kaçmakta­dır. Onda, kabın dibinde kaan ve kabın sahibi tarafından (yere) boşaltılan (su) birikinti(si) kadar az bir (zaman) birikinti(si) kalmıştır. Siz dünyadayken ebedi bir diyara intikal edeceksiniz. (Bari) hayırlı amelinizle birlikte oraya intikal edin. Bize anlatıldığına göre cennetin kapısının iki kanadı arasında kırk senelik bir yol vardır. Orası öyle bir gün görecek ki, sıkışıklıktan adeta cızırdayacaktır." [275]

Bu hadisin Saîd el-Harirî b. Muaviye tarafından gelen bir varyantında ise şöyle denilmektedir:

"Doğrusu cennetin kapısının iki kanadı arasında yetmiş senelik yol vardır."

Yakub b. Süfyân... Salim´in babası Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ümmetimin, içinden geçerek cennete gireceği kapının genişliği, rahvan ata binmiş bir süvarinin üç günde katedeceği yol mesafesi kadardır. Sonra onlar o kapıda öyle bir sıkışıklık meydana getirirler ki, neredeyse omuzları yerinden çıkar." [276]

Utbe b. Gazvan´ın rivayet ettiği hadiste anlatıldığına göre o kapının iki kanadı arasındaki mesafe, "kırk senelik yol kadardır." Bu, esahh bir rivayet­tir. [277]

Müsned adlı eserinde Abd b. Humeyd... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz, cehennemin yedi kapısı vardır. O kapılardan her birinin ge­nişliği, bir süvarinin ancak yetmiş senede alabileceği yol kadardır."

Bu meşhur bir hadistir. Bazı alimler bu mesafenin bir kapının iki kana­dı arasındaki genişliği değil de her iki kapı arasındaki genişilği ifade ettiğini söylemişlerdir ki, bununla önceki hadis arasında bir çelişki meydana gelme­sin. Doğrusunu Allah bilir.

Kurtubî, cennetin on üç kapısı olduğunu iddia etmiş ancak bunu ispatla­ma sadedinde kuvvetli bir delil ibraz edememiş, en fazla şöyle demiştir: Cen­netin kapılarının sekizden fazla olduğunu gösteren delillerden biri, Hz. Ömer´in Tirmizî ve diğerleri tarafından rivayet edilen şu hadisidir:

"Abdest alıp ´Eşhedü en lailâhe illallah´ diyen kimseye cennetin kapıla­rından sekiz tanesi açılır. Bunlardan dilediği birinden cennete girer." [278]

Kitabu´n-Nasîha adlı eserinde Acurî... merfu olarak Ebû Hüreyre´den şöyle bir rivayette bulunmuştur:[279]

"Doğrusu cennette duhâ (kuşluk) kapısı denen bir kapı vardır. Bir ünle-yici şöyle seslenir: Nerede kuşluk namazı kılmaya devam edenler Bu, sizin kapınızdır!.. (Buradan) cennete girin." [280]


Cennet Kapılarının Adları:



Halimi dedi ki: "Cennetin kapılarından biri Muhammed (s.a.v.)´in kapı­sıdır ki, bu, tevbe kapısıdır. Ondan başka şu kapılar da vardır: Namaz kapı­sı, oruç kapısı, zekât kapısı, sadaka kapısı, Hac kapısı, Umre kapısı, Cihâd kapısı ve sıla kapısı."

Başkaları şu ilâveyi yapmışlardır: "Öfkelerini yutanların kapısı, razı olanların kapısı ve eymen (sağ) kapısı ki, üzerinde hesap bulunmayan kim­seler bu kapıdan cennete girerler."

Tirmizî tarafından da rivayet edildiği gibi Kurtubî, "İki kanadı arasında­ki genişliğin rahvan ata binmiş bir süvari tarafından üç günde katedilebilen yol kadar olduğu kapı ön üçüncü kapıdır" demiştir. [281] Doğrusunu Allah bilir. [282]


Cennetin Anahtarı Kelime-i Şehadettir. Salih Ameller De Bu Anahtarın Dişleridir:



Hasan b. Arefe... Muaz b. Cebel´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle demiştir:

"Cennetin anahtarı, ´Allah´tan başka ilâh yoktur´ diye şehadet getirmek­tir."

Sahih-i Buharî´de şöyle denmektedir: Vehb b. Münebbih´e: "Allah´tan başka ilâh yoktur" şeklindeki şehadet, Cennetin anahtarı değil midir diye sorulduğunda Vehb şu cevabı verdi: "Evet, öyledir. Ama dişleri olan bir anahtar getirirsen, kapı sana açılır; Yoksa açılmaz. Yani tevhidin yanı sıra ki­şiye, haramları terketmek, taatlerde bulunmak gibi salih ameller de gerekli­dir." [283]


Cennet Mahallerinin Sayısı, Yükseklik Ve Genişliği:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Rabbine karşı durmaktan korkan kimseye iki cennet vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Bu iki cennet türlü ağaç­larla doludur. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Bu cennetlerde akan iki kaynak vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Bu cennetlerde her türlü meyveden çift çift vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Orada, örtüleri parlak atlastan yataklara yaslanırlar. İki cennetin meyvelerini de kolayca top­larlar. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Oralarda, bakışlarını yalnız erkeklerine çevirmiş, daha önce ne insan ve ne de cinlerin dokunmuş olduğu eşler vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisi­ni yalanlarsınız Onlar yakut ve mercan gibidirler. Öyleyken Rabbinizin ni­metlerinden hangisini yalanlarsınız İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil mi-dir Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Bu iki cen­netten başka iki cennet daha vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Renkleri koyu yeşildir. Öyleyken Rabbinizin nimetle­rinden hangisini yalanlarsınız İkisinde de durmadan fışkıran iki kaynak var­dır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız İkisinde de türlü türlü meyveler, hurmalıklar ve nar ağaçları vardır. Öyleyken Rabbini­zin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Oralarda iyi huylu güzel kadınlar vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Çadırlar içinde ceylan gözlüler vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Onlara daha önce insan da cin de dokunmamış tır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Cennetlikler orada yeşil yastıklara ve harikulade işlemeli döşeklere yaslanırlar. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Büyük ve pek cömert olan Rabbinin adı ne yücedir." (Rahman, 55/46-78)

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Musa el-Eş´a´rî´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kendileri, kapları :ve içlerindeki her şeyleriyle altundan mamul olan iki cennet vardır. Kendileri, kapları ve içlerindeki her şeyleriyle gümüşten mamul olan iki cennet vardır. Adn cennetinde insanların, Aziz ve Celil olan iki cen­net vardır. Adn cennetinde insanların, Aziz ve Celil olan Rablerinin görmele­rine engel olan, sadece O´nun yüzündeki ululuk örtüşüdür." [284]

Beyhakî... Ebû Musa el-Eş´arî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Hayırda öne geçmiş olanlar için altundan iki cennet vardır. Amel def­terleri sağ ellerine verilenler için de gümüşten iki cennet vardır." [285]

Buharî... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Ümmü Harise, Rasûlullah (s.a.v.)´in yanına geldi -oğlu Harise, Bedir savaşında bir ok darbesiyle şehit düşmüştü- ve dedi ki: "Ey Allah´ın Rasûlü! Oğlum Hârise´nin, kalbimdeki yerini (onu ne kadar çok sevdiğimi) biliyorsun. Eğer o, cennette ise ona ağla­mayacağım. Ama değilse gör ne yapacağım!" Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:[286]

"Sadece bir cennet mi yoksa bir çok cennet mi var Harise, Firdevs-i ala cennetindedir." [287]


Allah Yolunda Az Bir Amel, Dünyadan Ve İçindeki Şeylerden Daha Hayırlıdır. Cennetteki Az Bir Şey De Dünyadan Ve İçindeki Şeylerden Daha Hayırlıdır:



Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Öğlenden önce veya sonra bir kerecik Allah yolunda yola çıkmış, dün­yadan ve içindeki şeylerden daha hayırlıdır. Birinizin yayının ve kırbacının miktarı kadar (cennetteki) bir yer, dünyadan ve içindeki herşeyden daha ha­yırlıdır. Şayet cennet kadınlarından biri uzanıp da göktekilere ve yerdekilere bakacak olursa, gök ile yerin arasını aydınlatır ve gök ile yerin arasım kendi kokusuyla doldurur. Onun başörtüsü, dünyadan ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır."[288]

Katâde´den gelen bir rivayette ise şöyle buyurulmuş:

"Firdevs, cennetin ortasındaki en yüksek ve en faziletli yeridir."

Bu hususta yüce Allah´ta şöyle buyurmuştur:

"Yüksek bir cennette (bahçede)dir." (Hakka, 69/22)

"İşte onlara en üstün dereceler vardır." (Tâ-Ha, 20/75)

"Rabbinizin mağfiretine, ve Allah´a karşı gelmekten sakınanlar için ha­zırlanmış, eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun." (Âi-imrân, 3/133)

"Ey insanlar! Rabbiniz tarafından bağışlanmaya, Allah´a ve peygambe­rine inananlar için hazırlanmış, genişliği yerle göğün genişliği kadar olan cennete koşuşun. Bu, Allah´ın dilediğine verdiği lütufdur. Allah, büyük lütuf sahibidir." (Hadid, 57/21)

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Allah´a ve Rasûlüne inanan, namaz kılan, Ramazan orucunu tutan kim­se, Allah yolunda hicret etse de doğduğu yerde ikamet etse de, onu cennete koymak, Allah´ın üzerine bir haktır." Sahabiler, ´Bunu insanlara bildirelim mi ey Allah´ın Rasûlü ´ diye sorduklarında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi:[289]

"Cennette yüz derece vardır. Cenab~ı Allah orayı, kendi yolunda cihâd eden kimselere hazırlamıştır. Her derecenin arasında gökle yer arası kadar uzaklık vardır. Allah´tan istediğinizde firdevs cennetini isteyin. Çünkü orası cennetin orta yerinin en üst katıdır. Üzerinde Rahman´in arşı vardır. Cennet nehri (veya nehirleri) oradan kaynarlar." [290]


Firdevs, Cennetin En Yüksek Derecesidir. Namaz ve Oruç´ta Yüce Allah´ın Bağışlanması İcâb Ettirirler:



Ebü´l-Kasım et-Taberanî... Muaz b. Cebel´den rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Şu beş vakit namazı kılan, Ramazan orucunu tutan (zekâttan söz etti mi, etmedi mi Bilmiyorum) bir kimse hicret etmişte olsa veya anasının ken­disini doğurduğu yerde oturmuşta olsa onu bağışlamak, Allah´ın üzerine bir haktır."

Muaz diyor ki: "Bunu çıkıp insanlara duyurayım mı " diye sordum. Ra­sûlullah (s.a.v.) bana buyurdu ki:

"Bırak insanları, amellerini yapmaya devam etsinler. Cennette yüz dere­ce vardır. Her iki derecenin arasında, gök ile yer arası kadar mesafe vardır. Bu derecelerin en yükseği Firdevs´tir. Onun da üzerinde Arş vardır. O, [291] cen­netin ortasının en üst katıdır. Cennetin nehirleri oradan kaynayıp çıkarlar. Al­lah´tan dilekte bulunduğunuzda Firdevs cennetini dileyin." [292]


Cennetin Nehirleri Firdevs´ten Kaynar:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ubade b. Samit´ten rivayet etti ki; Peygam­ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet yüz derecedir. Her iki derecenin arası yüz senelik yoldur." İbn Affan dedi ki: "Cennetin her iki derecesinin arası, yer ile göğün bir­birine olan uzaklığı kadar uzaktır. Firdevs, cennetin en yüksek derecesidir. Dört nehir oradan kaynayıp çıkar. Arşta onun üstündedir. Allah´tan dilekte bulunduğunuzda Firdevs cennetini isteyin."[293]

Ben derim ki: Cennet, kubbemsi bir yapıdır. Kubbenin en yüksek yeri de orta noktasıdır. Doğrusunu Allah bilir. [294]


Cennetin Dereceleri Farklıdır. Dereceler Arasındaki Farkın Miktarını Ancak Alemlerin Rabbi Allah Bilir:



Ebubekir b. Ebi Davûd... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet yüz derecedir. Her iki derecenin arası, beşyüz senelik yoldur."

Tirmizî´nin... Yezid b. Harun´dan rivayet ettiğine göre; "her iki derece arasındaki mesafe, yüz senelik yoldur."

Hafız Ebû Ya´lâ... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:[295]

"Cennet yüz derecedir. Bütün âlemler bunlardan birinde toplanacak ol­sa, yine de hepsine yeter." [296]


Cennetliklerin En Düşük Mertebelisine De En Yüksek Merte Belisi Ne De Verilecek Geniş Ve Büyük Mülk:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Oranın neresine baksan, nimet ve büyük bir saltanat görürsün." (insan, 76/20)

Önceki kısımlarda geçen, sahihliği üzerinde Buharî ile Müslim´in ittifak ettikleri ve İbn Mes´ud´un Peygamber (s.a.v.)´den rivayet ettiği bir hadiste ifade edildiğine göre Muhammed ümmetinden cennete en son girecek olan şahsa Cenab-ı Allah şöyle buyuracaktır:

"Dünya ve on katı kadar yerin sana verilmesine razı olmaz mısın "

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetliklerin mertebece en düşük olanı kendi bahçesine, nimetlerine, hizmetçilerine ard arda gelen bağışlarına bakar. Cennetinin genişliği bin se­nelik yoldur. Cennetliklerin Allah katında en üstün olanı ise sabah akşam Rabbinin mübarek yüzüne bakar." Hz. Peygamber böyle dedikten sonra şu âyeti okudu:

"O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır." [297]

Yine İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetliklerin en küçük mertebelisi iki bin senede bir ucundan diğer ucuna gidilebilecek olan bir mülke bakar. O mükün yakınını gördüğü gibi en uzak noktasını da görebilir. (Mülküne), eşlerini ve hizmetmetçilerini görür. Cennetliklerin en yüksek mertebelisi ise her gün Allah´ın mübarek yüzüne [298] İki kez bakar."[299]

Müslim... Muğire b. Şube´den rivayet etti ki; Musa (a.s.) şöyle demiştir: "Ya Rab! Cennetliklerin mertebece en düşük olanım bana bildir(ir mi­sin )" Yüce Allah buyurdu ki: "Evet. O, insanların cennetteki yerlerine yer­leşmelerinden ve alacaklarım almalarından sonra gelecek olan bir adamdır. Kendisine, "Cennete gir" denilir. O da der ki:

— Ya Rab! Nasıl gireyim ki Herkes yerine yerleşmiş ve alacağını al­mıştır.

— Dünya meliklerinden birinin mülkü kadar sana verilmesine razı ol­maz mısın

— Razı oldum ya Rab.

— Sana onun mülkü bir kat fazlasıyla verildi (Böyle derken hadisin ra-visi Süfyan beş parmağını yumdu).

— Razı oldum ya Rab.

Musa (a.s.) demiş ki: "Ya Rab! Bana cennetliklerin en yüksek mertebe-lisini bildir(ir misin )". Yüce Allah buyurdu ki: "Evet... Zaten kasdettiğim de onlardır. Onlar hakkında sana haber vereceğim. Şeref (ve üstünlük)lerini el­lerimle diktim, üzerini mühürledim. Onlara vereceğim şeyleri hiç bir göz görmemiştir. O şeyleri hiç bir kulak işitmemiştir ve o şeyler hiç bir insanın kalbinden geçmemiştir." Bunu doğrulayan ölçü, Allah´ın kitabındadır: "Yap­tıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez." [300]

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olunduğu­na göre Peygamber (s.a.v.), yüce Allah´ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve beşer kalbinden geçme­yen şeyleri salih kullarım için hazırladım." Bunu doğrulayan ölçü, yüce Al­lah´ın kitabındadır: "Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez." [301]

İmam Ahmed b. Hanbel... Sehl b. Sa´d´ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Rasûlullah (s.a.v.)´in bir oturumunda hazır bulundum. O oturumunda cennetin evsafını anlattı. Sözlerinin sonuna geldiğinde şöyle dedi:

"Cennette gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve beşer kalbinden geçmeyen şeyler vardır." Böyle dedikten sonra da şu âyeti okudu:[302]

"Ayetlerimize ancak vücudlarını yataklardan uzak tutup korkarak ve umarak Rablerine yalvaranlar ve verdiğimiz rızıklardan sarfedenler inanır. Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez." [303]


Cennetin Odaları, Bu Odaların Genişlik Ve Büyüklüğü.
Bu Odaları Bol Lutfuyla Bize Bahşetmesini Allah´tan Dileriz:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Fakat Rablerinden sakınanlara, üst üste bina edilmiş köşkler vardır. Altlarından ırmaklar akar. Bu, Allah´ın verdiği sözdür. Allah verdiği sözden caymaz." (Zümer. 39/20)

"İşte onların yaptıklarına karşılık mükâfatları kat kattır. îşte onlar, yük­sek derecelerde, güven içindedirler." (Scbe\ 34/37)

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet olun­du ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu cennetlikler, üzerlerindeki (yani içinde bulundukları) odalar­dan görünürler. Tıpkı ufukta doğudan batıya giden inci gibi parlak yıldızları gördüğünüz gibi. Aralarındaki fazilet farkı onları böyle yukarıda gösterir." [304]

Bunun üzerine asha^: "Ey Allah´ın Rasûlü! Bu söylediğiniz, peygam­berlerin makamı olmalı. Başkaları oraya ulaşamamalı." dedi. Ancak Rasûlul­lah (s.a.v.) buyurdular ki: "Canım kudret elinde bulunan zât´a yemin ederim ki, o odalarda kalanlar, Allah´a inanıp peygamberleri tasdik eden kimseler­dir." [305]


Allah İçin Birbirlerini Sevenlerin Cennetteki Yerleri Ve Mertebeleri:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Allah için birbirlerini sevenlerin [306] cennetteki odaları doğu veya batı ufkunda doğan yıldız gibi görünür. "Bu odalardakiler kimlerdir " diye soru­lur. "Bunlar, Allah için birbirlerini sevenlerdir." diye cevap verilir." [307]

Atiyye, Ebû Saîd´den merfu olarak şöyle bir rivayette bulunmuştur:

"(Cennetin) İlliyyin tabakasındaki kimseleri, başkaları -sizin göğün uf-kundaki yıldızı görmeniz gibi- görürler. Şüphesiz, Ebubekir ve Ömer de on­lardandır." [308]


Cennetteki En Yüksek Makam, Rasûlullah (s.a.v.)´in Vesile Adlı Makamıdır:



Buharî ve Müslim´in sahihlerinde... Câbir b. Abdullah´tan rivayet olun­du ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse ezanı duyduğunda: "Allahümme Rabbe hâzihi´d-da´veti´t-tâmmeti ve´s-salâti´I-kâimeti âti Muhammeden el-vesilete ve´1-fazilete veb´ashü makamen mahmuden´illezi vaadtehu. (Ey bu eksiksiz davetin ve kılınan namazın sahibi! Muhammed´e vesileyi ve fazileti ver. Onu, va´d et­tiğin makamı mahmuda gönder) derse, kıyamet gününde şefaatim ona helâl Olur." [309]

Sahih-i Müslim´de... Abdullah b. Amr b. Âs´tan rivayet olundu ki; Ra-sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:[310]

"Müezzini(n ezanını) duyduğunuzda onun dediklerini tekrarlayın. Son­ra bana salât okuyun. Çünkü bana bir salât okuyana Allahtan, benim için ve­sileyi isteyin. Doğrusu kim benim için Allah´tan vesileyi isterse, ona şefa­attim) helâl olur." [311]


Vesile, Cennetteki En Yüksek Derecedir. Oraya Ancak RasûluIIah (s.a.v.) Ulaşabilir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; RasûluIIah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bana salât okuduğunuzda Allahtan benim için vesileyi isteyin." Ashab: "Ey Allah´ın Rasûlü! Vesile nedir " diye sordu. RasûluIIah (s.a.v.) buyurdu ki: "Cennetteki en yüksek derecedir. Oraya ancak bir adam ulaşacaktır. Uma­rım ki o adam da ben olurum." [312]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Rasû­luIIah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Vesile, Allah katında bir derecedir. Onun üstünde bir derece daha yoktur. Vesileyi bana bahşetmesini Allah´tan dile­yin." [313]

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; RasûluIIah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Allah´tan benim için vesileyi isteyin. O makamı dünyadayken benim için isteyen kula kıyamet gününde mutlaka şefaatçi -bir rivayete göre şahid-Oİumm." [314]


Cennet Köşklerinin Yapısı Nedendir



imam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Bizler, Allah Rasûlü (s.a.v.)´e dedik ki:

— Ya Rasulallah! Seni gördüğümüz de kalbimiz yufkahyor ve ahiret eh­li kimseler oluyoruz. Ama senin yanından ayrıldığımızda dünya hoşumuza gidiyor, kadınlar ve çocuklar bizi kendilerine bağlıyorlar.

— Benim yanımdayken büründüğünüz halinizi her zaman devam ettire­cek olsanız, melekler ellerini uzatıp sizinle tokalaşır ve sizi evlerinizde ziya­ret ederler. Hiç günah işlemeseniz, Allah -kendilerini bağışlamak için- gü­nah işleyen bir kavim getirir.[315]

— Ey Allah´ın Rasûlü! Bize cennetten bahset. Onun yapısı nedendir, na­sıldır

— Bir kerpiç gümüşten, bir kerpiç altındandır. Harcı misktir. Kumu, in­ci ve yakuttur. Toprağı safrandır. Cennete giren, nimete garkolur. Asla peri­şan olmaz. Ebediliğe ve ölümsüzlüğe erer. Elbiseleri çürümez. Gençliği yok

Olmaz." [316]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Enes´ten rivayet etti ki; RasûluIIah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cenab-ı Allah Adn cennetini kendi eliyle yarattı. Bir kerpiç beyaz in­ciden, bir kerpiç kızı) yakuttan, bir kerpiçten yeşil zebercedden. Harcı misk­tir. Kumu incidir. Otu safrandır. Sonra Cenab-ı Allah, cennete: "Konuş" der. Cennet şöyle der: "Müminler saadete ermişlerdir." [317] Yüce Allah da: "Onur ve üstünlüğüme yemin ederim ki; senin içinde cimri kimse bana komşu olamaz." Böyle dedikten sonra RasûluIIah (s.a.v.) şu âyet-i kerimeyi okudu: "Nefsinin tamahkârlığından korunan kimseler, işte onlar saadete erenlerdir." [318]

Ebubekir b. Merdeveyh... tbn Ömer´den rivayet etti ki; RasûluIIah (s.a.v.) -kendisine cennet sorulduğunda- şöyle buyurmuştur:

"Cennete giren (ebedi) yaşar, ölmez. Nimete gark olur, mahrumiyet gör­mez. Elbiseleri çürümez, gençliği de yok olmaz." Ashab: "Onun yapısı nasıl­dır ya Rasulallah " diye sorunca buyurdu ki: "Bir kerpiç ahundan, bir ker­piçte gümüştendir. Harcı, halis misktir. Kumu, inci ve yakut, toprağı da saf­randır." [319]

Bezzâr... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Cenab-ı Allah, cenneti bir kerpiç altundan, bir kerpiç gümüşten, harcı da miskten olarak bina etti. Sonra ona: "Konuş" dedi. O da: "Müminler sa­adete ermişlerdir" [320] dedi. Melekler, ona: "Ne mutlu sana! Hü­kümdarların konağısın sen" dediler." [321]

Beyhakî´nin ve diğerlerinin rivayetine göre bu sözü ona Cenab-ı Allah Söylemiştir. [322]

Davud b. Ebi Hind... Enes´ten merfu olarak şöyle bir rivayette bulun­muştur:

"Doğrusu Cenab-ı Allah, firdevs cennetini kendi eliyle yarattı. Onu müşrik ve içkiye devam eden her sarhoşa yasaklamıştır."

Ebubekir b. Ebi Şeybe... İbn Ömer´den rivayet etti ki; RasûluIIah (s.a.v.) -cennetin yapısı nasıldır diye sorulduğunda- şöyle buyurmuştur:

"Bir kerpiç gümüşten, bir kerpiç altundan. Harcı misktir. Kumu, inci ve yakuttur. Toprağı da safrandır." [323]

Taberanî... Muhacir b. Meymun´dan rivayet etti ki; Hz. Fatıma, Pey­gamber (s.a.v.) efendimize şöyle bir soru sormuş:

— Annemiz Hatice nerededir

— İçi delikli inciden yapılmıştır köşktedir. Orada boş sözler ve yorgun­luk yoktur. Meryem ile Firavun´un karısı Âsiye´nin arasındadır.

— Kamıştan yapılmış bir evde midir [324]

— Hayır. İnci, mercan ve yakutla örülü bir köşktedir."

Ben derim ki: Bu garip bir hadistir. Ancak Sahih-i Buharî´de bunu teyid edici bir rivayet vardır. Şöyle ki: "Doğrusu Allah bana, Hatice´ye, kendisi için cennette inciden yapılma bir köşk hazırlandığını müjdelememi emretti. Orada gürültü ve yorgunluk yoktur."

Bazı alimler dediler ki: Hz. Hatice´nin cennetteki köşkü, tele geçirilmiş inci dizileriyle inşâ edilmiştir. Çünkü o, ´Bi´setin başlangıcı´ hadisinin de de­lâlet ettiği gibi, Aziz ve Celil olan Allah tarafından elçi olarak gönderildiğin­de Hz. Peygamberi tasdik yarışında ipi göğüslemişti. ilk imân eden, o olmuş­tu. İlk vahiy geldiğinde Hz. Peygamber: "Vallahi aklımı yitireceğimden korktum" deyince Hz. Hatice ona şöyle demişti: "Hayır, yemin ederim ki Al­lah seni asa rüsvay etmeyecektir. Çünkü sen akrabalık bağlarını muhafaza ediyor, sözünü doğru söylüyor, sabrediyor, yoksulu kazandırıyor ve zamanın musibetlerine maruz kalanlara yardım ediyorsun."

Bu hadiste Meryem ile Âsiye´den bahsedilmesi, Rasûlullah (s.a.v.)´m âhiret yurdunda bunlarla evleneceğine bir işarettir. Bazıları bu manâyı şu âyetlerden çıkarmaya çalışmışlardır:

"Ey peygamber! Allah´ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine yasak edi­yorsun " (Tahrim, 66/1)

"Rabbi ona^dul ve bakire eşler verebilir." (Tahrîm, 66/5) Sonra da bu sure­nin nihâyetinde Âsiye ile Meryem´den söz edilmiştir.[325]

Berâ´ b. Azib´den veya ondan başka seleften bu yolda rivayetler varid olmuştur. Doğrusunu Allah bilir. [326]


Gece Namazının, Yemek Yedirmenin Ve Çok Oruç Tutmanın Fazileti:



Ebubekir b. Ebi Davud... Ali b. Ebi Tâlib´den rivayet etti ki; Rasûlulah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu cennette; dışı içinden, içi de dışından görünen odalar vardır. Cenab-ı Allah bu odaları; yemek yediren, oruca devam eden ve insanlar uyurken geceleyin namaz kılan kimseler için hazırlamıştır." [327]

Taberanî... Ebû Musa el-Eş´arî´den rivayet etti ki; Rasûiullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu cennette; dışı içinden içi de dışından görünen odalar vardır. Bunlar, konuşmayı güzel yapan, yemek yediren, insanlar uyurken kendileri geceyi namaz kılarak geçirenler içindir." [328]

Yine Taberanî... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) Şoylebuyurmuştur:

"Doğrusu cennette; dışı içinden içi de dışından görünen odalar vardır."

Ebû Mâlik el-Eş´arî: "Ey Allah´ın Rasûlü! O odalar kimler içindir " di­ye sordu.

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Konuşmayı güzel yapan, yemek yediren, insanlar uyurken kendileri ge­ceyi namaz kılarak geçirenler içindir." [329]

Bazı hadislerde anlatıldığına göre; cennetteki köşk kapıları, kapı kanat­ları ve tavanlarıyla birlikte yekpare inciden yapılmıştır.

Başka bir hadis-i şerifteyse şöyle buyurulmuştur:

"Cennetin çatıları nurdandır. Çakan şimşek gibi parıldar. Cenab-ı Allah insanların gözlerini sabitleştirmeseydi, bu parlaklık onların gözlerini kısa sü­rede kör ederdi."

Beyhakî... Câbir b. Abdullah´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlu­lah (s.a.v.) bize şöyle buyurdu:

— Size cennetin odalarından bahsedeyim mi

— Evet, anlat ya Rasulallah, anamız babamız sana feda olsun.

— Cennette öyle odalar var ki, yapımında bütün mücevher çeşitleri kul­lanılmıştır. Dışı içinden, içi de dışından.görünür. Oralarda gözlerin görmedi­ği, kulakların duymadığı nimetler, lezzetler ve imrenilecek şeyler vardır.

— O odalar kimler içinde ya Rasulallah

— Selâmı yayan, yemek yediren, oruca devam eden ve insanlar uyurken geceleyin namaz kılanlar içindir.

— Ey Allah´ın Rasûlü! Buna kim güç yetirebilir

— Ümmetim buna güç yetirebilir. Bunu size haber vereceğim. Şöyleki: Bir kimse müslüman kardeşiyle karşılaştığında ona selâm verir, kardeşi de selâmını alırsa selâmı yaymış olur. Ailesine ve hâne halkına doyurasıya ye­mek yediren kişi, yemek yedirmiş olur. Ramazan ayını ve her ayın da üç gü­nünü oruçlu geçiren kimse, oruca devam etmiş olur. Yatsı ve sabah namaza-nnı cemaatle eda eden kimse, insanlar yani yahudi, hristiyan ve mecusiler uyurken geceleyin namaz kılmış olur." [330]

Beyhakî... İmrân b. Husayn ile Übeyy´den rivayet etti ki; "Sizi Adn cen­netlerinde hoş yerlere koyar." (Tevbe, 9/73) âyet-i kerimesini kendisine sorduk­larında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnciden bir saray... Bu sarayda, yakuttan inşâ edilmiş yetmiş bina; her binada yeşil zümrütten yetmiş oda; her odada bir kanepe; her kanepede her renkten yetmiş yatak; her yatakta iri gözlü hurilerden bir zevce; her odada yetmiş sofra; her sofrada yetmiş türlü yemek; her evde de yetmiş câriye bu­lunacak ve bu anlatılanların hepsine varacak kadar bir güç, mümine verilir." [331]

Ben derim ki: Bu hadis gariptir. [332] Bu (sened) köprü(sü) cidden zayıftır.

Köprü zayıf olunca, onunla bir yere ulaşmak mümkün olmaz.[333]

Abdullah b. Vehb... Zeyd b. Eslem´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"(Cennette) bir tek kişiye mükâfat olarak yekpare inciden yapılma bir saray verilir. O sarayda yetmiş oda, her odada iri gözlü hurilerden bir zevce, her odada bir kapı vardır. Her kapıdan cennetin ayrı bir kokusu içeri girer."

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) şu âyeti okudu: "Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez." (Secde, 32/17)

Kurtubî... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlulah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Doğrusu cennette öyle odalar vardır ki; onları üstten tutan askılar olma­dığı gibi, alttan tutan direkler de yoktur." "O odalar kimler içindir ya Rasû-lallah " diye sorulduğunda buyurdu ki: "Hastalanan, ağrılarla sancılarla ve belâlara müptelâ olan kimseler [334] içindir."[335]


Cennetteki Çadırlar:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Çadırlar içinde ceylan gözlüler vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetle­rinden hangisini yalanlarsınız." (Rahman, 55/72-73)

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Musa el-Eş´arî´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu mümin kişiye cennette içi delik yekpare inciden, altmış mil uzunluğunda bir çadır verilir. Müminin o çadırda aile efradı vardır. Dolaşıp onlara uğrar ve birbirlerini görmezler."

Buharî´ye ait bir rivayette, bu çadırın uzunluğunun "otuz mil" olduğu ifade edilmiştir. Ama "altmış mil" olduğunu ifade eden rivayet daha sahihtir. [336]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Ebû Salih´ten rivayet etti ki; İbn Abbas şöy­le demiştir:

"(Cennetteki) çadır, içi oyuk inciden yapılmıştır. Uzunluğu bir fersah, eni de bir fersahtır. Onun altundan yapılmış bir kapısı vardır. Oraya Aziz ve Celil olan Allah´tan bir hediye ile her kapıdan girilir. Yüce Allah´ın şu sö­zünde anlatılan´da budur: [337] "Melekler her kapıdan yanlarına girerler." (Ra´d, 13/23)

İbn Mübarek... İkrime´den rivayet etti ki; İbn Abbas şöyle demiştir: "(Cennetteki) çadır, içi oyuk inciden yapılmıştır. Eni, boyu birer fersahtır. Altundan mamul dört bin kapısı vardır."[338]

Katâde... Ebû Derdâ´nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "(Cennetteki) çadır, yekpare inciden yapılmıştır. Ve toprağı da misktir." [339]


Cennetin Toprağı:



Buharî ve Müslim´in sahihlerinde yer alan Miraç hadisinde... Ebû Zer´den rivayet olundu ki; fRasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennete girdirildim. Orada çok büyük incilerle karşıaştım. Toprağının da misk olduğunu gördüm." [340]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), İbn Sâid´e cennetin toprağını sorduğunda İbn Sâid şöyle cevap verdi:

"(Elbise ağartmada kullanılan) bembeyaz taş gibidir ve katıksız misk­tendir." Rasûlullah (s.a.v.) de: "Doğru söyledi" dedi. [341]

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir b. Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.), yahudiler hakkında şöyle buyurmuştur:

"Onlara cennetin toprağını soracağım. O toprak (elbise ağartan) bembe­yaz taş gibidir." Bunu yahudilere sorduğunda onlar: "O toprak, hubzedir ey Ebû Kasım" diye cevap verdiler. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Hubz da in­cidendir." [342]

Cennetin binasının evsafı hakkında önceki kısımlarda geçen ve Ebû Hü-reyre ile İbn Ömer´den ve diğerlerinden rivayet edilen bir hadiste şöyle bu-yurulmaktadır:

"Cennet binasının harcı misk, kumu inci ve yakut, toprağı da safrandır." Belki de toprağının bir kısmı misk, bir kısmı da safrandır. Doğrusunu Allah bilir.

Cennet bu kadar geniş ve büyük olmakla birlikte, Sahih-i Buharî´de... Enes´ten rivayet olunan bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden birinizin yayının miktarınca cennetin yeri veya kılıcınızın mik-tarmca cennetin yeri, dünyadan ve içindeki herşeyden daha hayırlıdır." [343]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden birinin kırbacının kapladığı kadar cennetteki bir yer, gökten ve yerden daha hayırlıdır." [344]

İbn Vehb... Sa´d b. Ebi Vakkas´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Şayet cennetten azıcık bir nûr dünyaya görünecek olsa, o nûr sayesin­de gök ile yerin arası parıldar." [345]


Cennetin Irmakları, Ağaçları Ve Meyveleri:



Yüce Allah buyurdu ki:

"İnananlar ve yararlı işler yapanlara, onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele." (Bakara, 2/25)

"Cennette altlarından ırmaklar akar." (A´râf, 7/43)

"Allah´a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennet şöyledir: Orada temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları, süzme bal ırmakları vardır. Onlara orada her türlü ürün ve Rable-rinden mağfiret vardır." (Muhammed, 47/15)

"Allah´a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin altından ır­maklar akar. Oranın yiyecekleri ve gölgeleri süreklidir. Bu, sakınanların mü­kâfatıdır. İnkarcıların cezası ise ateştir." (Ra´d, 13/35)

İmam Ahmed b. Hanbel... Muaviye b. Ebi Behz´den rivayet etti ki; Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennette süt denizi, su denizi, bal denizi ve şarap denizi vardır. Bun­dan sonra ırmaklar (kollara) ayrılırlar." [346]

Tirmizî... Abdullah b. Kays´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet ırmaklarının yer üzerinde bir sınır gibi (akıp gittiğini) sanıyor­sunuz. Hayır vallahi o ırmaklar (bir şerit ve çığır takib etmeksizin) yerin üs­tüne yayılarak akarlar. Kıyıları inci, kubbeleri inci, kokusu da katıksız misk­tir."

İbn Ebi´d-Dünyâ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Allah´ın âhirette kendisine şarâp içirmesin-den hoşlanıyorsa onu dünyada içmeyi bıraksın. Bir kimse Allah´ın âhirette kendisine ipek (elbise) giydirmesinden hoşlanıyorsa, onu dünyada giymeyi bıraksın. Cennetin ırmakları, misk tepelerinin (veya dağlarının) altından çı­kar. Cennetliklerin en kıymetsiz elbiselisinin elbisesi ile dünyadakilerin tü­münün elbiseleri karşılaştırılacak olursa, o cennetliğin elbisesinin, dünyada­ki herkesin elbisesinden daha üstün olduğu görülür."

Ebû Muaviye... Meserre´den rivayet etti ki; Abdullah şöyle demiştir: "Cennetin ırmakları, misk dağının altından çıkar." [347]


Kevser Irmağının Vasfı



Bu, Cennet ırmaklarının en meşhurudur. Yüce Allah, kendi lütuf ve ke-remiyle bize ondan içmeyi nasib eylesin.

Bununla ilgili olarak Kurân-ı Kerim´de şöyle buyurulmaktadır:

"Ey Muhammed! Doğrusu sana Kevser´i vermişizdir. Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan, sana kin tutan kimsedir." (Kevser, 108/1-3)

Sahih-i Müslim´de... Enes´ten rivayet olundu ki; bu sûre kendisine nazil olduğu zaman Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kevser´in ne olduğunu biliyor musunuz "

Sahabiler dediler ki:

— Allah ve Rasûlü daha iyi bilir. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"O bir nehirdir, Allahj, azze ve celle bana vaad etmiştir; onda birçok ha­yır vardır." [348]

Sahihayn´da... Enes´ten rivayet olundu ki; Mirâc hadisinin bir bölümün­de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir ırmağın yanına götürüldüm. O ırmağın kıyılarında içi oyuk iri inci­ler vardı. "Ey Cibril! Bu nedir " diye sordum. "Bu, Aziz ve Celil olan Al­lah´ın sana bahşetmiş olduğu Kevser´dir." dedi."

Bu hadisin bir varyantında şöyle bir ifadeye rastlanmaktadır: "Elimi su­yun açtığı yere vurduğumda su yatağının katıksız bir misk olduğunu gör­düm." [349]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kevser, cennette bir ırmaktır. Aziz ve Celil olan Rabbim onu bana va-adettî." [350]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bana Kevser verildi. Onun yer üzerinde akan bir ırmak olduğunu gör­düm. Kıyılarında iri inciler vardır. Üstü kapalı değildir. Elimi toprağına (ya­tağına) vurduğumda katıksız misk olduğunu gördüm. Çakılları da incidendi." [351]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; kendisine Kevser´in ne olduğu sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kevser, Allah´ın bana bahşettiği bir cennet ırmağıdır. Toprağı misktir. Suyu sütten beyaz, baldan tatlıdır. Oraya boyunları deve boynu gibi (uzun) kuşlar su içmeye gelirler."

Ebubekir dedi ki:

— Ey Allah´ın Rasûlü! O çok hoştur.

— Onu yemek çok daha hoştur." [352] Hâkim... Huzeyfe´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Cennette horasan devesi gibi (iri) bir kuş vardır." Ebubekir dedi ki:

— O çok hoştur ya Rasulaüah.

— Onu yiyenler daha hoştur. Ve ey Ebubekir! Sen de onu yiyenlerden biri olacaksın." [353]

İmam Alımed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; kendisine Kevser´in ne olduğunu sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kevser, Aziz ve Celil olan Allah´ın bana bahşettiği bir ırmaktır, (suyu) sütten beyaz, baldan tatlıdır. Onda boyunları deve boynu gibi (iri) kuşlar var­dır."

Ömer (r.a.) dedi ki:

— Ey Allah´ın Rasûlü! O kuşlar hoştur.

— Onu yemek daha hoştur ey Ömer." [354]

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

´Kevser, cennetteki bir ırmaktır. Kıyıları altundandır. Suyu, incinin üze­rinden akar. Suyu sütten beyaz, baldan tatlıdır." [355]

İsmail b. Aliyye... İbn Ömer´den merfu olarak, şöyle bir rivayette bulun­muştur:

"Kevser, cennetteki bir ırmaktır. Kıyıları altundandır. Yatağı, inci ve ya­kuttandır. Toprağı miskten daha hoştur. Suyu, kardan daha beyazdır." [356]

Bu hadisin bir varyantında şöyle bir ifade vardır: "Suyu sütten daha be­yaz, baldan tatlıdır; süt, kaymak ve köpüktür." [357]

Buharı... Saîd b. Cübeyr´den rivayet etti ki; İbn Abbas, Kevser hakkın­da şöyle demiştir:

"O, Allah´ın Muhammed (s.a.v.)´e verdiği bir hayırdır."

İbn Bişr dedi ki: Ben Saîd b. Cübeyr´e şöyle dedim:

— Bazi kimseler Kevser´in cennette bir ırmak olduğunu söylüyorlar. Buna sen ne dersin

— Cennetteki ırmak, Cenab-ı Allah´ın, Peygamber (s.a.v.)´e bahşetmiş Olduğu hayırdandır." [358]

İbn Cerir... İbn Abbas´ın Kevser hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kevser, Cennetteki bir ırmaktır. Kıyıları altın ve gümüştendir. înci ve yakut(tan yapılma bir su yatağının) üzerinden akar. Suyu kardan beyaz, bal­dan tatildir." [359]

Buharî... Ebû İshak´tan rivayet etti ki; Ebû Ubeyde şöyle demiştir: "Ey Muhammed! Doğrusu sana Kevser´i vermişizdir." (Kevser, 108/1) âye­tinin ne mânaya geldiğini Hz. Âişe´ye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Kev­ser, Peygamberiniz (s.a.v.)´e verilen bir ırmaktır. Kıyıları, içi oyuk inciden­dir. Susakları yıldızlar sayisincadir." [360] Mücahid, Kevser´in, "Cennetin kendisi" olduğunu söylemiştir. Hz. Aişe dedi ki: "Kevser, cennetteki bir ırmaktır. Parmaklarını kulaklarına koyduğunda bile bu ırmağın şırıltısını duymayan bir kimse yoktur."[361]

İbn Cerir... Hz. Âişe´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kevser ırma­ğının şırıltısını duymak isteyen kimse, o sesi gözüyle duyamaz. Aksine o akıntının uğultusu, insanın parmaklarını kulaklarına koyduğunda duyduğu uğultu gibidir." [362]


Cennetteki Beydah Irmağı:



İmam Ahmed b. Hanbel... Sabit´ten rivayet etti ki; Enes şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) güzel rüyadan hoşlanırdı. Bazı kereler, "Bir rüya gö­reniniz oldu mu " diye sorrardı. Bir adam bir rüya görmüşse (tabirini) ona sorardı. Eğer sakıncası yoksa rüyasını hoş gösterirdi o adama. Kadının biri gelip dedi ki: "Ya Rasûlallah! Rüyada cennete girdiğimi gördüm. Bir gürül­tü duydum orada. O gürültü nedeniyle bütün cennetlikler yüksek sesle ağla­yıp feryâd ettiler. Bir de fie göreyim: Falan oğlu falanı, falan oğlu falanı... ge­tirdiler." Kadın, on iki adamın adını verdi: Bu olaydan bir süre önce Rasûlul­lah (s.a.v.) bir seriyye göndermişti. Kadın, anlatmaya devam etti rüyasını: "O adamlar (on iki kişi) getirildi. Üzerlerinde eski püskü elbiseler vardı. Şah da­marlarından kan akıyordu. ´Bunları Beydaha (ya da Beydah ırmağına) götü­rün´ denildi. Irmağa daldılar. Çıktıklarında, yüzleri dolunay gecesindeki ay gibiydi. Sonra altın kürsüler getirildi. O kürsülerin üzerine oturdular. İçinde taze yiyecekler bulunan bir tabak veya kâse getirildi. Ondaki yiyecekleri ye­diler. Hangi tarafa çevirdilerse, tabağın o tarafında diledikleri yiyecekleri mutlaka yediler. Ben de onlarla beraber yedim." Kadın rüyasını anlatırken mezkûr seriyenin habercisi gelip şöyle dedi: "Ya Rasûlallah! Başımıza şun­lar ve şunlar geldi. Falan vuruldu; falan vuruldu..." Rüya sahibi kadının ad­larını vermiş olduğu on iki adamı saydı. Rasûlullah (s.a.v.): "O kadını bana çağırın" dedi. Kadın geldi. Rasûlullah (s.a.v.): "Rüyanı şu adama da anlat" diye emretti. Kadın anlattı. Seriyyenin habercisi: "Tıpkı şu kadının anlattığı gibi oldu ya Rasûlallah" dedi. [363]


Cennetin Kapısındaki Barık Irmağı:



İsrâ hadisinde Rasûlullah (s.a.v.) Sidre-i Müntehadan bahsederken şöy­le buyurmuştur:

"Baktım ki oranın dibinden ikisi açık, ikisi de gizli (olmak üzere dört) ırmak çıkıyor. Gizli olanlar cennettedir. Açık olanlarsa Nil ile Fırat´tır." [364]

İmam Ahmed b. Hanbel´in Müsned´inde ve Müslim´in Sahih´inde... Ebû Berire´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:[365]

"Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil. Bütün bunlar Cennet ırmaklarındandır.[366]

İbn Abbas, Peygamber (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Cenab-ı Allah, cennetten şu beş ırmağı (dünyaya) indirdi: [367] Seyhun... Bu, Hindistan´daki bir ırmaktır. Ceyhun. Bu, Belh´teki bir ırmaktır. [368] Dicle ve Fırat... Bunlar, Irak ırmaklarıdır. Nü. Bu da Mısır´daki bir ırmaktır. Ce­nab-ı Allah bunları cennetin en alt derecelerinden Cebrail´in iki kanadı üze­rinde (dünyaya) indirmiş, dağlara bırakmış ve sonra da yeryüzüne akıtmıştır. Maişetlerinin çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak üzere o ırmaklarda çeşitli fayda­lar meydana getirmiştir.

Şu ayette kastedilen manâ da budur: "Gökten suyu ölçü ile indirdik de onu yerde durdurduk." (Müminûn, 23/18)

Ye´cuc ve Me´cuc ortaya çıktığında Cenab-ı Allah Cibril´i dünyaya gönderir. O da yeryüzünden Kur´ân-ı Azim´i, bütün ilimleri, Makam-ı İbra­him´den taraf Beytin köşesindeki Hacer-i Esved´i, içindekilerle birlikte Mu­sa´nın tabutunu ve bu beş ırmağın hepsini kaldıracaktır. Şu âyete anlatılmak istenen de budur: "Şüphesiz onu gidermeğe de kadiriz." (Müminûn, 23/18)

Bu eşyalar yeryüzünden kaldırılınca, yeryüzü halkı dünyâ ve ahiret ha­yırlarından yoksun kalmış Olur." [369]

Bu, cidden garip, hatta münker bir hadistir. Bunun râvilerinden Mesle-me b. Ali, hadis imamları nazarında zayıf bir râvidir.

Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, cennet ırmaklarını çok akan ırmaklar olarak nitelemiş ve cennetliklerin o ırmakları diledikleri tara­fa çekebildiklerini bildirmiştir. Onlara bu ırmaklar vesilesiyle çeşitli pınarlar ve otlaklar yaratır. İbn Mes´ud bu hususta şöyle demiştir: "Cennetteki her pı­nar mutlaka bir misk dağının altından kaynayıp çıkar." [370]

Müstedrek adlı eserinde Hâkim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasû-lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ahirette Cenab-ı Allah´ın kendisine şarâb içirmesinden hoşlanan kimse, onu dünyada içmeyi bıraksın. Ahirette Cenab-ı Allah´ın kendisine ipek (elbise) giydirmesinden hoşlanan kimse, dünyada onu giymesin. Cennetin ır­makları, misk tepelerinin (veya dağlarının) altından kaynayıp çıkar. Cennet­liklerin en kıymetsiz elbiselisinin elbisesiyle dünyalıların tümünün elbiseleri mukayese edilecek olsa, ahirette Cenab-ı Allah´ın o cennetliğe giydirmiş ola­cağı elbise, dünyalıların tümünün elbiselerine [371] üstün gelir." [372]


Cennetin Ağaçları:



Yüce Allah buyurdu ki:

"İnanıp yararlı iş işleyenleri, içinde temelli ve ebedi kalacakları, altların­dan ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Onlara orada ter temiz eşler vardır. Onları en koyu gölgeliklere yerleştireceğiz." (Nisa, 4/56)

"Bu iki cennet, türlü ağaçlarla doludur. Öyleyken Rabbinizin nimetle­rinden hangisini yalanlarsınız " (Rahman, 55/48-49)

"Renkleri yemyeşildir." (Rahman, 55/64)

Yani koyu yeşil renkte olduklarından ve ağaçlarının dallan birbirine gir­diğinden dolayı siyaha mail bir renktedirler.

"Orada, örtüleri parlak atlastan yataklara yaslanırlar. İki cennetin mey­velerini de kolayca toplarlar." (Rahman, 55/54)

Yani onlar yataklarında oldukarı halde ağaçların meyveleri, ellerini uza­tıp koparacak kadar kendilerine yakındır. "Artık o, meyveleri sarkmış yük­sek bir bahçedir." (Hakka, 69/22-23)

"Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve onların koparılması kolaylaştırılmıştır." (İnsan, 76/14)

"Defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara! Onlar dikensiz sedir ağaçlan, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında, yüksekdösekler üzerindedirler." (Vakıa, 56/28-34)

"İkisinde de türlü türlü meyveler, hurmalıklar ve nar ağaçları vardır." (Rahman, 55/68)

"Bu cennetlerde her türlü meyveden çift çift vardır." (Rahman, 55/52)

Ebubekir b. Ebi Dâvud... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûiullah (s.a.v.) şöye buyurmuştur:[373]

"Cennetteki ağaçların tümünün gövdeleri altundandır."[374]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Saîd b. Cübeyr´den rivayet etti ki; İbn Ab­bas şöyle demiştir:

"Cenneti hurma ağacının gövdesi yeşil zümrütten, dalları da kızıl altun­dandır. Yaprakları, cennetlikler için giysidir. Çeşitli elbiseleri hep ondan ya­pılır. O ağaçların meyveleri testi ve kovalar gibi (iri) olup sütten beyaz, [375]baldan tatlıdır. Sütün kaymağı gibidir. Ve de çekirdeksizdir.[376]

İbn Ebi´d-Dünyâ... İkrime´den rivayet etti ki; İbn Abbas şöyle demiştir: "Zıll-i Memdud, cennette bir ağaçtır. Gövde üzerindedir. (Gölgesi o ka­dar uzundur ki,) rahvan ata binmiş bir süvari, onun gölgesinde, yani her ta­raftan gölgesinde yüz yıl gider. Cennetlikler, cennetteki özel odalarda (gur-felerde) bulunanlar ve diğerleri o ağacın altına gider, gölgesinde konuşup sohbet ederler. Bazısının arzuları kabarır. Dünya eğlencelerini hatırlar. Ce-nab´i Allah cennetten bir rüzgarı o tarafa estirir. Rüzgar dünya eğlenceleri­nin her çeşidiyle o ağacı hareketlendirip oynatır." [377]


Cennette O Kadar Büyük Bir Ağaç Var Ki, Süratli Bir Binek Üzerindeki Süvari Yüz Senede Bile Onun Gölgesini Bir Baştan Bir Başa Katedemez:



Buharı ve Müslim´in sahihlerinde... Sehl b. Sa´d´den rivayet olundu ki; Rasûlulah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennette öyle bir ağaç var ki, süvari onun gölgesinde yüz yıl gittiği hal­de yine de gölgenin sonuna ulaşamaz." [378]

Bu hadisin râvisi Sehl diyor ki: Ben bu hadisi Numan b. Ebi´l-Abbas er-Rızkî´ye anlattığımda bana dedi ki: Ebû Saîd el-Hudrî de Peygamber (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu bana nakletti:[379]

"Cennette öyle bir ağaç var ki, seri ve rahvan ata binen bir süvari (onun gölgesinde) yüz yıl gittiği halde (gölgesinin) sonuna ulaşamaz." [380]

Sahih-i Buharî´de... Enes´ten rivayet olundu ki; "Ve zillin memdûd" âyet-i kerimesiyle ilgili olarak Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennette öyle bir ağaç var ki, süvari onun gölgesinde yüz yıl gittiği hal­de yine de sonunu getiremez." [381]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennette öyle bir ağaç var ki; süvari bir kimse onun gölgesinde yüz se­ne yol gider." [382]

Dilerseniz "Ve zillin memdud" âyetini okuyun.

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Cennette bir yay ve kırbaç kadar yer, güneşin üzerine doğup battığı yerlerle sahib olmak)dan daha hayırlıdır." [383]

Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Cennette öyle bir ağaç var ki, süvari onun gölgesinde yüz yıl gittiği hal­de yine de sonunu getiremez."[384]

İmam Ahmed b. Hanbel, Haccac tarikıyla... Ebû Hüreyre´den rivayet et­ti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennette öyle bir ağaç var ki, süvari onun gölgesinde yüz yıl yol gi­der." [385]

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman tarikıyla... Ebû Hüreyre´den ri­vayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennette öyle bir* ağaç var ki, süvari onun gölgesinde yüz yıl yol gi­der."

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman ve Hammad tarikıyla... Ebû Hü­reyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennette öyle bir ağaç var ki, süvari onun gölgesinde yüz yıl yol gitti­ği halde yine de sonunu getiremez." [386]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu cennette öyle bir ağaç var ki, süvari bir kimse onun gölgesin­de yetmiş (veya yüz) yıl yol gider. O, ebediyet ağacıdır." [387]


Tûbâ Ağacı:



İmam Ahmed b. Hanbel... Utbe b. Ubeydullah es-Sülemî´nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

Bedevinin biri Peygamber (s.a.v.)´e gelerek (cennetteki) havuzu sordu. Peygamber (s.a.v.), ona cenneti anlattı. Bedevi sordu:

— Orada meyve var mı

— Evet...

— Orada tuba adında bir ağaç var mı

Peygamber (s.a.v.) ona, anlamadığım bir şeyler söyledi. Bedevî sordu:

— Memleketimizin hangi ağacına benzer

—- Senin memleketindeki hiç bir ağaca benzemez. Sen Şam´a gittin mi

— Hayır.

— Tûbâ ağacı, Şam´da yetişen, tek gövde üzerinde biten, tepe kısmı açı­lıp yayılan cevze denen bir ağaca benzer.

— Gövdesinin büyüklüğü ne kadardır

—- Senin kabilenin develerinden güçlü bir deve onun gövdesinin etrafın­da dolansa, arka ayaklarının diz bağı çözülünceye ve ihtiyarlayıncaya kadar yol alsa, yine de gövdenin etrafındaki turunu tamamlayamaz.

— Orada üzüm var mıdır

— Evet.

— Üzüm salkımlarının büyüklüğü ne kadardır

— Alaca karganın kesintisiz olarak uçması halinde bir ayda alabileceği yol kadar uzun ve büyüktür.

— Üzüm taneleri ne kadar iridir Bir taneyle bir kovayı doldurabilir miyiz

— Evet...

— Anlattığın bu cennet, beni ve ailemi içine alabilecek kadar büyük mü­dür

— Hem de aşiretinin tümünü içine alabilecek kadar büyüktür." [388]

Harmele... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; adamın biri Peygamber (s.a.v.)´e şöyle dedi:

— Ey Allah´ın Rasûlü! Seni gören ve sana inanan kimseye ne mutlu!

— Beni gören ve bana inanan kimseye ne mutlu! Beni görmediği halde bana inanan kimseye ne mutlu, hem de ne mutlu!..

— Tûbâ nedir ya Rasûlallah

— Cennetteki bir ağaçtır. Büyüklüğü, yüz senelik yoldur. [389] Cennetliklerin elbiseleri, onun kapçıklarından elde edilir." [390]


Sidretü´l-Müntehâ



Yüce Allah buyurdu ki:

"Andolsun ki Muhammed, Cebrail´i sınırın sonunda (Sidretü´l-Münte-hâ´da) başka bir inişinde de görmüştür. Orada Me´vâ cenneti vardır. Sidre´yi bürüyen buruyordu. Muhammed´in gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı. Andolsun ki, Rabbinin varlığının büyük delillerini gördü." (Necm, 53/J3-1S)

Tefsirde (İbn Kesir tefsirinde) demiştik ki: "Sidretü´l-Müntehâ´yı yüce Rabbin nuru bürür. Onu melekler adeta kargalar gibi örterler. Onu altundan kelebekler kaplar. Onu çeşitli renkler bürür."

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Onu, ne olduğunu anlayamadığım ve kimsenin nitelemeyeceği renkler bürür."

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde yer alan mirâc hadisinde Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"... Sonra yedinci gök tabakasındaki Sidretü´l-Münteha´ya yükseltildim. Meyvesinin Hacer testisi, yaprağının fil kulağı kadar iri olduğunu gördüm. Kökünden de ikisi zahir, ikisi de batın olan (dört) ırmağın çıkmakta olduğu­nu gördüm. Ey Cibril, bu nedir diye sordum. Dedi ki: "Batın olan iki ırmak, [391] cennettedir. Zahir olan iki ırmağınsa biri Nil, diğeri Fırat´tır." [392]

Hafız Ebû Ya´lâ... Esma binti Ebi Bekir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (Ş-a.v.), Sidretü´l-Müntehâ´dan bahsederek şöyle buyurmuştur:

- "Sidretü´l-Müntehada´ki pınarın gölgesinde bir süvari yüz yıl yol alır (veya şöyle demiştir: Onun gölgesinde yüz süvari gölgelenir). Orada altun­dan bitkiler vardır. O bitkilerin meyveleri testi iriliğindedir." [393]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Süleym b. Âmir´den rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.)´in ashabı şöyle diyorlardı: "Doğrusu Allah bizi bedevilerden ve onların sordukları sorulardan yararlandırıyor." Süleym diyor ki: Bir gün be­devinin biri gelip dedi ki: "Ya Rasûlallah! Cenab-ı Allah cennette, dikeniyle sahibine eziyet veren bir ağaç bulunduğunu bildirmiş." Rasûlullah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: "Cenab-ı Allah, ´Onlar dikensiz sedir ağaçlarındadırlar.´ (Vakıa, 28) diye buyurmamış mı Cenab-ı Allah onun dikenlerini kesmiş, her dikenin yerinde bir meyve yaratmıştır. O ağaç öyle bir meyve verir ki, ondan da yetmiş iki renk (tür) meyve çıkar ve bunların hiç biri diğerine benzemez." [394]

Ebubekir b. Ebi Dâvûd... Habib b. Utbe b. Abdüsselâm´ın şöyle dediği­ni rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)´in yanında oturmaktaydım. Bedevinin biri gelip şöyle dedi: "Ey Allah´ın Rasûlü! Duyuyorum ki sen cennette bir ağaçtan bahsediyorsun. Ben ondan daha büyük bir ağaç bulunduğunu bilmi­yorum. (Bununla muz ağacım kasd etmişti.)" Rasûlullah (s.a.v.) ona şu ceva­bı verdi:

"Doğrusu Cenab-ı Allah o ağaçtaki her dikenin yerinde bir meyve .yarat­mıştır. O meyveler de yapağısı birbirine yapışmış tekenin testisi iriliğincedir. Ondan yetmiş renk (tür) taam çıkar ve o taamların hiç biri diğerine benze­mez." [395]

Tirmizî... Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İsrâ gecesinde İbrahim (a.s.) ile karşılaştım. Bana dedi ki: "Ya Muham­med! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara Cennetin toprağının hoş, su­yunun tatlı, yerinin ova, oraya dikilen şeylerin xie Sübhanallah, Elhamdülil­lah, Lailahe illallah ve Allahü ekber olduğunu bildir." Tirmizî: Bu, hasen ve garip bir hadistir, demiştir.

Aynı bapta İbn Mâce... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), ağaç dikmekte olduğu bir sırada Ebû Hüreyre´ye uğrayarak ona şöy­le buyurmuş:

"Sana bundan daha hayırlı bir fidanı bildireyim mi Sübhanallah, El­hamdülillah, Lailahe illallah ve Allahü ekber. Bunları söylediğin takdirde her biri karşılığında cennette senin için bir ağaç dikilir."

Tirmizî... Câbir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş­tur:

"Sübhanallahil azim ve bihamdih" diyen bir kimse için cennette bir ağaç dikilir." [396]

Tirmizî: Bu, hasen, sahih ve garip bir hadistir, demiştir. [397]


Cennetin Meyveleri:



Cenab-ı Allah´tan, kendi lütuf ve keremiyle bize o meyvelerden yedir­mesini diliyoruz. Amin.

Cennet meyveleriyle ilgili olarak Kur´ân-ı Kerîm´de şöyle buyurulmak-tadır:

"İkisinde de türlü türlü meyveler hurmalıklar ve nar ağaçlan vardır." (Rahman, 55/68)

"Bu cennetlerde her türlü meyveden çift çift vardır." (Rahman, 55/52)

"Orada örtüleri parlak atlastan yataklara yaslanırlar. İki cennetin meyve­lerini de kolayca toplarlar." (Rahman, 55/54)

"Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve onların koparılması kolaylaştırılmıştır." (İnsan, 76/14)

"Defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara! Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında, bitip tükünmeyen ve yasak da edilmeyen bol mey­veler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler." (Vakıa, 56/27-34)

"Oranın yiyecekleri ve gölgeleri devamlıdır. Bu, sakınanların elde ede­ceği sonuçtur." (Ra´d, 13/35)

Orası, yani cennet; meyveleri bazı mevsimlerde ortaya çıkan, bazı mev­simlerde yok olan, ağaçları bir zaman yapraklanan, bir zaman da ağaçları yaprak döken dünyâ gibi değildir. Meyveleri her zaman mevcud olup yasak da değildir. İsteyene vardır ve elde edilmesi de kolaydır. Meyvelerle, onları koparmak isteyenler arasında bir engel yoktur. Hatta meyve, ağacın en yük­sek yerinde olsa bile -kişi onu koparmak istediğinde- aşağı doğru sarkıp kendisini koparmak isteyene yaklaşır.

"Onların koparılması kolaylaştırılmıştır." (insan, 76/14) Yani onlar uya-maktayken meyveler onlara yaklaştırılır ki koparabilsinler. Ebû İshak, Berâ´ın bu âyeti böyle açıkladığını söylemiştir. Nitekim Yüce Allah buyurmuş ki:

"İnananlar ve yararlı işler yapanlara, kendilerine altlarından ırmaklar akan cennetler olduğun müjdele. Onlara buranın bir ürünü rızık olarak veril­diğinde "Bu, daha önce de rızıklandığımizdır" derler. Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur. Onlara orada tertemiz eşler vardır ve orada te­melli kalırlar." (Bakara, 2/25)

"Allah´a karşı gelmekten sakınmış olanlar, elbette gölgeliklerde ve pı­nar başlarındadırlar. Canlarının istediği meyveler arasmdadrılar. Onlara de­nir ki: "İşlediklerinize karşılık afiyetle yeyiniz, içiniz. Biz, iyi davrananlara işte böyle karşılık veririz." (Mürselât, 77/41-44)

"Seçecekleri meyveler, arzu 1 ayacakları kuş eti ile dolaşırlar. İşledikleri­ne karşılık olarak, sedeflerdeki inciler gibi ceylan gözlüler vardır." (Vakıa, 56/20-24)

"Orada güven içinde olarak her yemişi isteyebilirler." (Duhân, 44/55)

Önceki sayfalarda naklettiğimiz hadislerde anlatıldığına göre Cennetin toprağı misk ve safrandır. Oradaki her ağacın gövdesi de altundur. Cennetin toprağı ve ağaç gövdeleri böyle olduğuna göre, bu ağaçların verdiği parlak, olgun ve o güzelim meyveleri varın siz düşünün. O meyveler ki, dünyada kendileri değil, sadece isimleri vardır.

İbn Abbas (r.a.) demiş ki: "Dünyada cennetten sadece isimler vardır." [398]

Örneğin dünyadaki sedir ağacı, sadece nebak gibi zayıf bir meyve ve çok diken veriyor. Muğaylan ağacı da dünyada sadece gölgesinden yararlan­mak amacıyla dikiliyor. İşte bu iki ağaç, cennette çok güzel ve bol meyveler verecektir. Hatta bunların bir meyvesi yarılarak ondan, tad ve renk bakımın­dan birbirine benzer yetmiş çeşit meyve daha çıkacaktır. Dünyadayken de güzel meyveler veren elma, hurma ve üzüm ağaçlarının cennette ne kadar lezzetli meyveler vereceklerini artık siz düşünün. Ya güzel kokular saçan bit­ki ve çiçeklere ne dersiniz !. Hülâsa cennette gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve insanın kalbinden geçmemiş güzel şeyler ve nimetler vardır. Bizi o nimetlere kavuşturmasını yüce Allah´ın lutfundan diliyoruz.

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde... Güneş tutulması namazıyla ilgili ha­diste İbn Abbas´ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: Sahabiler: Ey Allah´ın Rasûlü! Şuracıkta elini bir şeye uzattığını ama sonra da (o göremediğimiz şeyden) geri çektiğini gördük. (Bu ne demek oluyor ) Rasûlullah (s.a.v.) bu­yurdu ki:

"Cenneti gördüm. Elimi oradaki bir üzüm salkımına uzattım. Eğer onu almış olsaydım ve siz de yeseydiniz dünya yerinde durmazdı!" [399]

Müsned´de, Abdullah b. Muhammed b. Akil´in naklettiği hadiste, Câ-bir´in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Cennet, ondaki çiçekler ve parlaklık bana arzedildi. Getirip size ver­mek niyetiyle oradan bir salkım üzüm koparmak için elimi uzattığımda be­nimle o salkımın arasına bir engel girdi (koparamadım). Şayet onu size ge­tirmiş olsaydım ve gökle yer arasındakilerin tümü ondan yeseydi yine de on­dan bir şey eksiltemezlerdi."[400]

Sahih-i Müslim´de yine Câbir´den nakledilen bir rivayet bunu teyid et­mektedir.

Önceki sayfalarda da nakedildiği gibi İmam Ahmed b. Hanbel´in Müs~ nedinde... Abdullah b. Utbe es-Sülemî´den rivayet olundu ki; bedevinin biri Rasûlullah (s.a.v.)´e sormuş:

— Cennette üzüm var mıdır

— Evet, vardır.

— Salkımı ne kadar büyüktür

— Dazlak karganın ara vermeksizin bir ay müddetle uçarak katedeceği mesafe kadar büyüktür."

Kasım et-Taberanî... Sevbân´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Adam cennetten bir meyve kopardığında yerinde bir başkası biter." [401]

Hafız´ın ifadesine göre bu hadisin râvilerinden Abbad, bazı âlimler tara­fından eleştirilmiştir.

Taberanî... Ebû Musa´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:[402]

"Âdem (a.s.) cennetten yeryüzüne indirildiğinde Cenab-ı Allah ona her işi yapmayı öğretti. Azık olarak ona cennet meyvelerini verdi. Şu yedikleri­niz cennet meyvelerindendir. Şu farkla ki bunlar değişirler ama, cennetteki meyveler değişikliğe uğramazlar." [403]


Fasıl:



Yüce Allah buyurdu ki:

"(Cennetlikler) seçecekleri meyveler ve arzulayacakları kuş elleriyle do­laşırlar." (Vakıa, 56/20-21)

Hasan b. Arefe... Mesud´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Cennetteyken bir kuşa bakar, onu iştahın çeker ve hemen pişmiş olarak O, senin Önüne düşer." [404]

Tirmizî´nin hasen saydığı ve kendi Sünen´inde yer verdiği bir rivayete göre Enes (r.a.) şöyle demiştir: Kendisine Kevser´i sorduklarında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"O, Aziz ve Celil olan Allah´ın bana bahşettiği bir ırmaktır. Suyu sütten beyaz, baldan tatlıdır. Onda, boyunları develerinki gibi uzun olan kuşlar var­dır." [405]

Ömer (r.a.): "Onlar çok hoştur ya Rasûlallah" deyince Rasûlullah (s.a.v.): "Onları yemek daha hoştur" diye cevap verdi.

Sa´lebî´nin [406] tefsirinde Ebû Derdâ´dan merfu olarak şöyle rivayet edil­miştir: "Cennette boyunları horasan develerininki gibi uzun olan kuşlar var­dır. Bunlar Allah´ın veli kulunun eline konup sıra halinde dizilirler. Bunlar­dan biri: "Ey Allah´ın dostu! Ben, arşın altındaki altun kırıntılarını yiyerek yayıldım. Nesim pınarlarının suyundan içtim. Beni ye." der. Adamın karşı­sında kendini över. Nihayet adam, onlardan birin yemeyi içinden geçirir. Kuş, çeşitli şekillerde ve renklerde pişmiş olarak önüne düşer. Adam doyun­caya kadar ondan yer. Doyduktan sonra o kuşun kemikleri toparlanır ve cen­netin dilediği yerinde dolaşıp yayılmaya başlar." Ömer (r.a.): "Ey Allah´ın Rasûlü! O çok hoştur" deyince Rasûlullah (s.a.v.): "Onu yemek daha hoştur" [407] diye cevap verdi. [408]


Cennetliklerin Yiyecek Ve İçecekleri



Yüce Allah´ın lutfundan bize de o yiyecek ve içeceklerden ihsan etme-sini diliyoruz.

Kur´ân-i Kerîm´de bu hususta şöyle buyurulmuştur: "Onlara şöye denir: "Geçmiş günlerde, peşinen işlediklerinize karşılık afiyetle y ey iniz, içiniz." (Hakka, 69/24)

"Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazar. Sadece selâma karşı­lık selâm sözü işitirler." (Vakıa, 56/25-26)

"Orada azıklarını sabalı akşam hazır bulurlar." (Meryem, 19/62)

"(Cennetlikler) seçecekleri meyveler ve arzulayacakları kuş eti ile dola­şırlar." (Vakıa, 56/20)

"Onlar için altın kadeh ve tepsiler dolaştırılır. Canlarının istediği ve göz­lerinin hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada temellisiniz." (Zuhraf, 43/71)

"Şüphesiz iyiler kâfur katılmış bir tastan içerler. Bu, ancak Allahm kul­larının taşıra taşıra içebileceği bir pınardır." (İnsan, 76/5-6)

"Çevrelerinde gümüş kaplar ve billur kâseler dolaştırılır. Billurları gü­müş gibi parlaktır. Onları ölçüp ölçüp dağıtırlar." (insan, 76/15-16)

Çevrelerinde dolaştırılan kaseler, parlaklık ve saflıkta gümüş gibi olup dünyada benzerleri yoktur. O kâselerin hacmi, Allah´ın velisine yetecek mik­tarda içeceği içine alır. Ne fazla ne de eksik. Bu da onlara ne kadar özen gös­terildiği ve ne kadar şerefli olduğunu gösteriyor.

"Orada, zencefil karışık bir tasa içirilirier. O pınara selsebil (tatlı su) de­nir." (İnsan, 76/17-18)

"Onlara buranın bir ürünü rızık olarak verildiğinde: "Bu daha önce de n-zıklandırdığımızdır" derler. Bunlar söylediklerinin benzerleri olarak sunul­muştur." (Bakara, 2/25)

Hizmetçileri cennetliklere öncekinden değişik bir meyve getirdiğinde onlar, hakikatte değişik olmakla birlikte görünürde benzer oluşundan dolayı bunu, önceki meyvenin aynısı sanırlar. Şekil bakımından birbirlerine benzer­ler, ama hakikat, tad ve koku bakımından birbirlerine benzemezler.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlulah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu cennetliklerin mertebece en düşük olanının yedi katlı binası ve üç yüz hizmetçisi vardır. Bunlar sabah akşam ona üç yüz tabak (öyle sa­nıyorum ki, altın tabak dedi) içinde her birinde ayrı turdan yemekler sunar­lar. O, evvelkinden lezzet aldığı gibi ondakinden de lezzet alır. Ona, her bi­rinde ayrı türden olmak üzere üç kap içinde de içecek sunarlar. Öncekinden lezzet aldığı gibi sondakinden de lezzet alır ve şöyle der: "Ya Rab! İzin ver­sen de bunlardan cennetliklere de yedirip içirsem. Onların yeyip içmesiyle yanımdaki erzaktan bir şey eksilmez." O cennetlik adama, dünyadaki zevce­lerinden ayrı olarak iri gözlü yetmiş iki huri verilir. [409] Onlardan birinin oturağı, bir millik yeri kaplar."[410]

Bunu İmam Ahmed b. Hanbel, münferid olarak rivayet etmiştir. Bunda gariplik ve inkıta vardır.

İmam Ahmed b. Hanbel... Stimame b. Ukbe´den rivayet etti ki; Zeyd b. Erkam şöyle demiştir: Yahudilerden biri Peygamber (s.a.v.)´e gelip şöyle de­di: "Ey Ebu´l-Kasım! Sen cennetliklerin (cennette) yeyip içtiklerini İddia ediyorsun, değil mi " Bu adam, Rasûlullah (s.a.v.)´m yanına gelirken arka­daşlarına: "Muhammed eğer bu soruma evet diye cevap verirse ben onu tar­tışmada yenerim" demişti. Onun bu sorusuna Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi: "Evet. Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki, onlardan bi­rine; yeme, içme ve cinsel iktidar bakımından yüz erkeğin gücü verilir." [411] Yahudi: "Yeyip içen kimsenin def-i hacette bulunması gerekmez mi " diye sorunca Rasûlullah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: "Onların def-i hacetleri ter halinde derilerinin dışına çıkar ve misk gibi bir koku saçar. Bir de bakarsınız ki karınlan zayıftır." [412]

Bu hadisin Ebû Cafer er~Razî kanalıya A´meş´ten nakledilen bir varyan­tında şöyle denmektedir: Yahudi: "Yeyip içen kimsenin def-i hacette bulun­ması gerekir. Peki cennette def-i hacette bulunmak yok mudur " diye sorun­ca, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi: "Onların def-i hacetleri derilerinden çıkan ter şeklinde olur. Misk gibi koku saçar ve karınları zayıf kalır." [413]

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet ehli kimseler cennette yeyip içerler ama büyük-küçük def-i ha­cette bulunmaz, sümkürmez ve tükürmezler. Yiyecekleri de misk gibi bir ter­leme ve geğirmeyle (sindirilir ve) dışarı çıkar." [414]

Müslim de... Câbir´den böyle bir rivayette bulunmuştur. Bu rivayette Câbir´in anlattığına göre sahabiler: Ya yemek nasıl hazmedilecek ve artığı nasıl dışarı atılacak diye sormuşlar; Rasûlullah (s.a.v.) de onlara şöyle ce­vap vermiş:

"Geğirme ve misk gibi kokan bir terle dışarı atılır. Teşbih ve hamd ge­tirmeleri, kendilerine ilham edilir."

Bu hadisin bir varyantında da şöyle denmektedir:

"Onların bu yedikleri misk gibi kokan bir geğirmeyle sindirilir. Nefes alıp vermeleri kendilerine ilham edildiği gibi, teşbih ve tekbir getirmeleri de kendilerine ilham edilir." [415]

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir b. Abdullah´tan rivayet etti ki; Peygam­ber (s.a.v.) kendisine "Cennetlikler bir şeyler yerler mi " diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir:

"Evet... Yerler ve içerler. Ama büyük-küçük abdest bozmazlar ve süm-kürmezler. Ancak gerek akacak şekilde çok gerek zerrecikler halinde terle­yerek misk gibi koku saçan bir ter ciltlerinden çıkar. Kendilerine nefes alıp vermeleri ilham edildiği gibi, teşbih ve tahmidde bulunmaları ilham edilir." [416]

Müsned adlı eserinde Hafız Ebubekir el-Bezzâr... Câbir b. Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetlikler yerler, içerler ama dışkı yapmaz ve sümkürmezler. Nefes alıp vermeleri kendilerine ilham edildiği gibi, teşbih ve hamdde bulunmaları da kendilerine ilham edilir." [417]

Hasan b. Arefe... Abdullah b. Mes´ud´un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bana buyurdu ki:

"(Cennetteyken) sen kuşa bakarsın. İştahın onu çeker. O da pişmiş ola­rak senin Önüne düşer."[418]


Cennetliklerden Biri Ekin Ekmek İstiyor. Allah Onun İsteğini Kabul Buyuruyor Ve Rasûlullah´ın (S.A.V.)´İ Güldüren Hoş Bir Söz:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ali b. Atâ b. Yesar´dan rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir: pir gün yanında bedevilerden bir adam varken Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Cennetliklerden bir adam, ekin ekmek için Aziz ve Celil olan Rabbin-den izin istedi. Rabbi ona dedi ki:

— Dilediğin şeyin içinde değil misin

— Evet ama kendim ekin ekmek istiyorum.

İzin verildi. Ekin ekti. Ekini hemen tuttu. Köklerinin üstünde dikilip durdu. Biçilmeye hazır hale geldi. Dağlar kadar oldu. Aziz ve Celil olan Rab­bi ona: "Ekinden geri dur. Çünkü seni hiç bir şey doyurmaz!" dedi.[419]

Rasûlullah (s.a.v.)´in yanında oturmakta olan bedevî dedi ki: "O adam mutlaka Kureyşli ya da Ensarî olmalı. Çünkü ekin sahipleri onlardır. Bize ge­lince biz ekin sahibi değiliz." Bedevinin bu sözüne Rasûlullah (s.a.v.) gül­dü." [420]


Cennetliklerin Yiyeceği İlk Şey:



İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Abdullah b. Selâm´dan rivayet etti ki; Medine´ye geldiğinde Rasûlullah (s.a.v.)´e sorulan suallerden biri de şuydu: "Cennetliklerin yiyeceği ilk şey nedir " Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Ballk Cİğerİn Üzerindeki fazlalıktır." [421]

Sahih-i Müslim´de... Sevbân´dan rivayet olunduğuna göre bir yahudi Rasûlullah (s.a.v.)´e: "Cennete girdiklerinde müminlere ilk ikram edilecek şey nedir " diye sormuş; Rasûlullah (s.a.v.) de şöyle cevap vermiş: "Balık ci­ğerinin fazlalığıdır." Yahudi: "Onun peşi sıra yiyecekleri nedir " diye sorun­ca Rasûlullah (s.a.v.): "Cennetin etrafından (yayılıp) yiyen cennet sığın (piş­miş olarak) önlerine düşer." diye cevap vermiş. Yahudi: "Bunun üzerine on­ların içecekleri nedir " sorusunu sorunca Rasûlullah (s.a.v.) buyurmuş ki: "Selsebil (tatlı su) denen bir pınardan içerler." Bu cevaplan alan Yahudi:

"Doğru Söyledin" diye karşılık verrnİŞ. [422]

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Saîd´den rivayet olundu ki; Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde yer yüzü bir ekmek parçası gibi olur. Her şeye güç yetiren Allah onu -tıpkı sizden birinin seferdeyken ekmeğini evirip çevirme­si gibi- elinde evirip çevirir. Bu, cennetliklere sunulan bir konukluktur." Ya­hudilerden biri gelip dedi ki:

— Allah sana bereket ihsan eylesin ey Ebâ Kasım. Kıyamet gününde cennetliklere sunulacak bir konukluk var mıdır

— Evet vardır. Kıyamet gününde onlara konukluk olarak sunulacak şe­yi sana bildireyim mi

— Evet, bildir.

— Kıyamet gününde yer (yüzü) bir ekmek parçası gibi olur (ve onlara sunulur).

— Onlara yerilecek katığı da sana bildiriyem mi

— Evet, bildir.

— Katıkları sığır ve balıktır.

— O da ne

— Sığır ve balık... Yetmiş bin kişi bunlardan birinin ciğerinin üzerinde­ki fazlalıktan yer." [423]

"Sonunda misk kokusu bırakan, ağzı kapalı saf bir içecekten içerler." [424]

A´meş... Bu âyet-i kerimeyi İbn Mes´ud´un şöyle tefsir ettiğini rivayet etmiştir: Âyet-i kerimede geçen ve ´içecek´ diye tercüme ettiğimiz rahik, ağ­zı kapalı bir kapta olup onu içtikten sonra misk kokusu duyarlar."

"Onun katkısı gözdelerin içtiği tesnîm (yüce kaynak)dandır." [425]

Süfyân b. Atâ b. Sayib... Bu âyet-i kerimeyi İbn Abbas´ın şöyle tefsir et­tiğini rivayet etmiştir: "Tesnim, cennetliklerin en üstün içeceğidir. Mukarreb (Allah´a çok yakın) olanlar onu katıksız olarak içerler. Defterleri sağ ellerin­den verilenlere ise karışık olarak içirilir."

Ben derim ki: Aziz ve Celil olan Allah, cennet içeceklerini, dünya içe­ceklerinin sahib olmadığı çok güzel sıfatlarla nitelemiştir. Onların akmakta olan ırmaklar olduğunu anlatmıştır. Allah Teâlâ´nın buyurduğu gibi:[426]

"Orada akan kaynak vardır." (öâşiye, 88/12)

"Orada temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları, içenlere zevk veren şarâb ırmakları, süzme bal ırmakları vardır." (Muhammed, 47/15)

Bu içecekler akan ırmaklardadır. Bu ırmaklar; oralardaki büyük deniz­lerden, misk tepelerinin altından çıkan pınarlardan ve Aziz ve Celil olan Al­lah´ın dilediği yerlerden kaynayıp çıkarlar. Bu ırmaklar, adamların ayaklan altında akmakta olan perişan haldeki ırmaklar değildirler. Bu ırmaklardaki içecekler, içkiler, içenlere zevk ve lezzet verirler. Dünyadaki içkiler gibi ta­dı pis değildir bunların. İçenin aklını bozmazlar. Karın ağrıtmazlar, baş dön­dürmezler. Yüce Allah, cennet içkilerini bu pis nitelikteliklerden tenzih et­miştir:[427]

"Karın ağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk bah´ş eden bem­beyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehler sunulur."[428]

Bu ayette bembeyaz kaynak sözüyle, güze görünümü bir kaynak; içen­lere zevk bahşeden sözüyle, tadı hoş ve güzel içki kastedilmiştir. İçki içmek­le aşırı derecede gönül süruru amaçlanır. İşte bu amaç, cennet içkileriyle el­de edilir. Akim baştan gitmesi ve içein, ortada bir hayvan ya da cansız var­lık gibi kalması bir kusur ve ayıptır ki, bu da dünya içkisini içme nedeniyle meydana gelir. Cennet içkilerini içmekle bu gibi ayıplar ortaya çıkmaz. O iç­kilerle sevinç, güzellik ve neşe meydana gelir. Bu nedenle yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Karın ağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen..." (Saffât, 37/45)

"Ölümsüz gençler yanlarında, başağrısı ve dönmesi vermeyen bembe­yaz bir kaynaktan doldurulmuş kâseler, ibrikler, kadehler ile dolaşırlar." (Vâ-kıa, 56/17-19)

"Onun katkısı gözdelerin içtiği yüce kaynak (tesnim)dandır." (Mutaffifîn, 83/27)

Tefsirimizde (İbn Kesir tefsirinde) Abdullah b. Abbas´tan şöyle bir riva­yette bulunmuştuk: "Cennetliklerden bir cemaat, -dünyadakilerin yaptıkları gibi- şaraplarının çevresinde toplanırlar. O esnada üzerlerinden bir bulut ge­çer. Diledikleri her şey, o buluttan üzerlerine yağdırılır. Hatta onlardan biri: "Bize, göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar yağdır" der ve bulut, onlara, göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar yağdırır."

Önceki kısımlarda nakledilen bir rivayette de şöyle denilmişti: "Cennet­likler Tûbâ ağacının yanında toplanıp dünya eğlencelerini anlatmaya başlar­lar. (O eğlence de sarhoşluk ve neşedir) Cenab-ı Allah onlara cennet tarafın­dan bir rüzgar estirir ve bu rüzgarın etkisiyle o ağaç, dünyadaki bütün eğlen­celerle hareketlenir."

Eserlerden birinde de şöyle denmektedir: "Cennetliklerden bir cemaat, cennetin asil develerine binmiş olarak geçip giderken saf halinde ki ağaçarın karşısına çıkarlar. Toplulukları dağılmasın diye o ağaçlar sağa sola açılarak onlara yol verirler. Bütün bunlar onlara Allah´ın lutfu ve rahmetidir. Hamd ve minnet Allah´adır."

"Dolu kadehler vardır." (Nebe\ 78/34)

"Orada boş ve yalan söz işitmezler." (Nebe\ 78/35)

İçki içtiklerinden ötürü orada boş ve kötü söz ağızlarından çıkmaz. Ya­lan da söylemezler. Nitekim yüce Allah buyurdu ki:

"Orada boş sözler değil sadece esenlik veren sözler işitirler." (Meryem, 19/62)

"Fakat bunda ne bir saçmalama, ne de bir günaha girme vardır." (Tûr, 52/23)

"Orada boş söz işitmezler." (Ğâşiye, 88/11)

"Orada boş ve günâha sokacak bir söz duymazlar. Sadece selâma karşı­lık selâm sözü işitirler." (Vakıa, 56/25-26)

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde... Huzeyfe´den rivayet olundu ki: Ra-sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:[429]

"Altın ve gümüş kaplarda ve tabaklarda içmeyiniz. Çünkü bunlar dün­yada (inkarcıların) âhirette ise sizlerindir." [430]


Cennet Ehlinin Hülleleri, Elbiseleri Ve Güzellikleri:



Allah´tan onlardan bize vermesini dileriz.

Yüce Allah buyurdu ki:

"Üzerlerinde ince yeşil ipekleri, parlak atlastan giyimlikler vardır. Gü­müş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir." (in­san, 76/12)

"Bunlar, Adn cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir." (Fâtır, 35/33}

"Doğrusu inanıp iyi hareket edenin ecrini zayi etmeyiz. İşte onlara, alt­larından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bilezikler takınır­lar. İnce ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek tahtları üzerinde otururlar. Ne güzel bir mükâfat ve ne güzel duraktır!" (Kehf, 18/30-31)

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde rivayet olunduğuna göre RasûluUah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"(Cennetteki) müminin hüllesi (elbise ve zineti) abdest alırken suyun ulaştığı yere kadar uzanır."[431]

Hasan-ı Basrî dedi ki: "Cennette erkekler üzerindeki hülle kadınlar üze-rindekinden daha güzeldir."

Ibn Vehb... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Ebû Ümame kendisine şöy­le demiştir: RasûluUah (s.a.v.) bizimle sohbet ederken cennetliklerden de söz edip şöyle buyurdu:

"Onlar altın ve gümüş bilezikler, inciden taçlarla süslenirler. Üzerlerin­de inci ve yakuttan taçlar vardır. Üzerlerinde hükümdarların tacı gibi taç var­dır. Genç, tüysüz ve sürmelidirler."

îbn Ebi´d-Dünyâ... Davud b. Âmir b. Sa´d b. Ebi Vakkas´ın babası ve dedesinden rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Eğer cennetliklerden bir adam bileziğinin bağını çıkarıp (dünyaya) gösterecek olursa, güneşin yıldızların ışığını bastırışı gibi o da güneşin ışığı­nı bastırır (karartır)."

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennete giren, nimete gark olur, ümitsiz olmaz, elbiseleri çürümez, gençliği tükenmez. Cennette gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve beşer kalbinden geçmeyen nimetler vardır." [432]

Müslim... Hammâd b. Seleme´den rivayet etmiştir ki:

"Orada elbisesi eskimez ve gençliği gitmez." [433]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Rafi´den rivayet etti ki; Allah´ın pey­gamberi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"(Cennette) müminin iki zevcesi olur ki, bunların bacak (kemik)lerinde-ki ilik, elbiselerinin üstünden dahi görünür." [434]

Taberanî... Abdullah´tan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Cennete giren ilk zümrenin yüzleri, dolunay gecesindeki ayın ışığı gi­bidir. İkinci zümrenin yüzleri ise, semadaki en güzel ve en parlak yıldız gi­bidir. Cennetliklerden her birinin iri ve güzel gözlü hurilerden ikişer zevcesi olur. Bu zevcelerden her birinin üzerinde yetmiş elbise olur. Bunların bacak (kemek)lerindeki ilik -kırmızı şarâbın beyaz bardakta görünüşü gibi- etleri­nin ve elbiselerinin üstünden görünür." [435]

Ziya dedi ki: Bu hadis bana göre sıhhat şartlarım taşımaktadır.

İmam Ahmed b. Hjanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden birinin cennette kırbacının kaplayacağı kadar bir yer, dünyâdan ve dünyha ile birlikte bir mislinden daha hayırlıdır. Cennet ehlinin kadınla­rından biri dünyaya görünecek olsa, gök ile yerin arasım güzel kokularla dol­durur. Onun başındaki örtü, dünyâdan ve içindeki her şeyden daha hayırlı­dır." [436]

Harmele... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Cennetteki bir adam kımüdamaksızın yetmiş sene müddetle bir yere yaslanır. Sonra zevcesi gelip omuzlarına vurur. Adam, zevcesinin yanağına bakar. Yanağının aynadan daha saf olduğunu görür. Zevcesinin üzerindeki en düşük değerli inci dahi doğu ile batı arasını aydınlatır. Zevcesi ona selâm verir. O da selâmını alır ve "Sen kimsin " diye sorar. O da: "Aziz ve Celil olan Allah´ın bol lütuf ve ihsanındanım" diye cevap verir. O kadının üzerin­de yetmiş elbise vardır. En düşük değerisi, Tûbâ ağacından olup kan gibi (kırmızı renkli)dir. Gözlerini o kadına dikip iyice bakar. İçini görür. Hatta bunun ötesinde bacağının (kemiğindeki) iliği görür. O kadının üzerinde taç­lar vardır. Onun üzerindeki en düşük değerli inci dahi doğu ile batı arasını aydınlatır." [437]

"Bunlar, Adn cennetlerine girerler. Orada altın bileziklerle süslenirler." (Fâtır, 35/33)

İbn Vehb´in... Ebû Saîd´den rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.) yukarı­daki âyet-i kerimeyi okuduktan sonra şöyle buyurmuştur:

"Cennetliklerin üzerinde taçlar vardır. O taçlardaki incilerin en düşük değerli olanı dahi doğu ile batı arasım aydınlatır." [438]

İmam Ahmed b. Hanbel... Cebbar b. Harice es-Sülemî´den rivayet etti ki; Abdullah b. Ömer şöye demiştir: Adamın biri Hz. Peygamber´e gelip; "Ey Allah´ın Rasûlü! Bize cennet elbiseleri hakkında bilgi ver: Bunlar hazır

olarak mı yaratılmışlardır Yoksa dokunarak mı imâl edilmişlerdir " diye sordu. Orada bulunanların bir kısmı buna gülünce Rasûlullah (s.a.v.): "Ne­den gülüyorsunuz Cahil birinin bilen birine sormasına mı gülüyorsunuz " dedi. Sonra başını önüne eğip sustu. Ardından, "Soru sahibi nerede " diye sordu. Adam: "İşte buradayım ey Allah´ın Rasûlü!" deyince Rasûlullah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: "Hayır o elbiseler, cennet ağacının meyvelerin­den çıkarlar." Bu cevabı üç kez tekrarladı. [439]

İmam Ahmed b. Hanbel de... Ebû Saîd´den böyle bir rivayette bulun­muştur: Adamın biri: "Tûbâ nedir ya Rasûlallah " diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle cevap verdi:

"Cennette bir ağaç olup büyüklüğü yüz senelik yol kadardır. Cennet eh­linin elbiseleri onun tomurcuklarından çıkar." [440]

Ebubekir Abdullah b. Muhammed b. Ebi´d-Dünyâ... Ebû Ümame´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden cennete giren herkes mutlaka tûbâ ağacının yanma götürülür. Tûbâ da ona tomurcuklarını açar. Adam da gelincik gibi hatta daha ince da­ha güzel olan bu tomurcuklardan dilediğini alır. Dilerse beyazını, dilerse ye­şilini, dilerse sarısını, dilerse siyahını alır."

Bu, garip ve hasen bir hadistir.

İbn Ebi´d-Dünyâ... Simâk´ın, İbn Abbas´a şöyle bir soru sorduğunu ri­vayet etmiştir:

— Cennetliklerin elbiseleri nedir

— Cennette bir ağaç vardır. O ağacın nar gibi meyveleri vardır. Cenab-ı Allah bir dostuna elbise giydirmek istediğinde o ağacın dalı o dosta doğru eğilip uzanır ve (ucundaki meyvesinden) rengârenk yetmiş elbise çıkar ve sonra o dal eski yerine ve eski haline döner."

Önceki kısımlarda da nakledildiği gibi Sevrî... İbn Abbas´m şöyle dedi-diğini rivayet etmiştir:

"Cennetteki hurma ağaçlarının kökü zümrütten, dalları kızıl altındandır. [441] Yaprakları da cennet ehli için giysidir. Çamaşırları ve hülleleri (güzel elbise­leri) de ondan yapılır."[442]


Cennet Ehlinin Yatakları:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Orada astarlan parlak atlastan yataklara yaslanırlar; iki cennetin mey­velerini de kolayca toplarlar." (Rahman, 55/54)

İbn Mes´ud dedi ki: "O yatakların astarları parlak atlastan olduğuna gö­re yüzleri acaba nedendir dersiniz "

Yüce Allah buyurdu ki:

"Yüksek döşekler üzerindedirler." (Vakıa, 56/34)

İmam Ahmed b. Hanbel ile Tirmizî... Ebû Saîd´den rivayet ettiler ki; Ra­sûlullah (s.a.v.) yukarıdaki âyet-i kerimeyi okudu ve sonra da şöyle buyurdu:

"Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki; o döşeklerin yük­sekliği, yer ile gök arasındaki kadardır. [443] Yer ile gök arasındaki yükseklik İse beşyÜZ senelik yoldur," [444]

Tirmizî dedi ki: Bazı ilim ehli bu hadisi açıklarken şöyle demişlerdir: "Bu hadiste anlatılan yatakların yüksekliğinden kasıt, manevi derece yüksek­liğidir. Her iki derecedeki yatakların arası da yerle gök arası kadardır."

Ben derim ki: Bu manâyı teyid sadedinde Abdullah b. Vehb... Ebû Sa­îd´den rivayet etti ki; "Onlar yüksek yataklar üzerindedir" mealindeki âyet-i kerimeyi açıklarken Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İki yatak arasındaki mesafe, gök ile yer arası kadardır."

Hammad b. Seleme... "Onlar yüksek yataklar üzerindedir" mealindeki âyet-i kerimeyle ilgili olarak Kâ´b´ül-Ahbâr´ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "O yatakların yüksekliği kırk senelik yol kadardır."

Yani cennetin her yerinde -ihtiyaç duyulacağı düşünülerek- hazır du­rumda yataklar vardır. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

"Orada akan kaynak vardır. Orada, yükseltilmiş tahtlar vardır. Yerleşti­rilmiş kâseler, sıra sıra yastıklar, serilmiş, yumuşak tüylü halılar vardır." [445]

Cennetin şurasında, burasında, bir çok yerinde dizili yastıklar vardır. Ni­tekim yüce Allah buyurmuş ki:

"Cennetlikler orada yeşil yastıklara ve harikulade işlemeli döşeklere yaslanırlar." (Rahman, 55/76)

Bu âyet-i kerimelerde araplara, nazarlarında en güzel, gönüllerde en mu­azzam ve en kıymetli olan şeylerle, zevk ve manzara cinsinin her sınıf ve nev´i ile hitab edimiştir.

Yardımına başvurulacak olan zât, yüce Allah´tır. [446]


Hurilerin Zinctlcri, Dünya Kadınlarının Onlardan Üstün Oluşu Ve Dünya Kadınlarından Her Birine Kaç Hizmetçinin Verileceği:



Yüce Allah buyurdu ki;

"Orada örtüleri parlak atlastan yataklara yaslanırlar. İki cennetin meyve­lerini de kolayca toplarlar. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini ya­lanlarsınız Oralarda, bakışlarını yalnız erkeklerine çevirmiş, daha önce ne insan ve ne de cinlerin dokunmuş olduğu eşler vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Onlar yakut ve mercan gibidirler. Öy­leyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini ya­lanlarsınız " (Rahman, 55/54-61)

"Oralarda iyi huylu güzel kadınlar vardır. Öyleyken Rabbinizin nimet­lerinden hangisini yalanlarsınız Çadırlar içinde ceylan gözlüler vardır. Öy­leyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Onlara daha önce insan da, cin de dokunmamıştır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangi­sini yalanlarsınız Cennetlikler orada yeşil yastıklara ve harikulade işiemei döşeklere yaslanırlar. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlar­sınız Büyük ve pek cömert olan Rabbinin adı ne yücedir!" (Rahman, 55/70-78)

"Onlara orada tertemiz eşler vardır." (Bakara, 2/25) Yani âdet kanamasın­dan, lohusalıktan, idrardan, dışkıdan, tükürük ve balgamdan arınmış eşler vardır. Bu gibi şeyler onlardan çıkmaz. Aynı şekilde huyları, nefesleri, söz­leri karakterleri ve elbiseleri de temizdir.

"Onlara orada tertemiz eşler vardır" mealindeki âyet-i kerime hakkında Abdullah b. Mübarek... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur: .

"Ö eşler; âdet kanamasından, dışkıdan, balgam ve tükürükten arınmış­lardır." [447]

"Çadırlar içinde ceylan gözlüler vardır." (Rahman, 55/72) mealindeki âyet-i kerimeyle ilgili olarak Ebü´l-Ahves şöyle demiştir:

"Bize ulaşan bir rivayette anlatıldığına göre arşın altında ki bir buluttan yağmur yağmış. O yağmurun damlalarından ceylan gözlü huriler yaratılmış­tır. Sonra nehir kıyılarında o ceylan gözlülerden her birinin üzerine bir çadır kurulmuştur. O çadırların genişliği kırk mil olup kapıları yoktur. Öyleki Al­lah dostu bir kul o çadıra girmek istediğinde kapı tarafı (denebilecek bir yer­de) bir yarılma olur (ve o yarıktan içeri girer) ki Allah dostu o kul, melek ve hizmetçi gibi yaratıkların dahi o ceylan gözlüleri görmemiş olduklarım anla­sın. O ceylan gözlüler çadırlarda ve yaratıklarından gözlerinden uzaktadır­lar."

Yüce Allah buyurdu ki:

"İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki incifer gibi ceyan gözlüler var­dır." (Vakıa, 56/22-23)

"Onlar (huriler) örtülü yumurta gibidirler." (SaiTât, 37/49)

Denildi ki: Bu ayette geçen yumurta kelimesiyle, kumlarda saklı devekuşu yumurtasıdır. Bu yumurtanın beyazlığı, araplara göre beyazın en güzel tonudur.

Şöyle diyenler de olmuştur: Ayette geçen yumurta kelimesiyle, sedefin­de çıkmamış inci kastedilmiştir.

Yüce Allah buyurdu ki:

"Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmı-şısizdır. Onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kilmışızdır." (Vâ-kıa, 56/35-38)

Yani dünyada yaşlılık, acizlik ve zayıflıklarından sonra âhirette onları Cenâb-ı Allah yeniden yarattı. Hepsi de taze, bakire, aynı yaşta kızlar oldu-ar. Defterleri sağdan verilen kocaları tarafından sevilen ve onlarla aynı yaşta kızlar oldular. [448]


Cennet Ehlinin Kadınları Hakkında Ümmü Seleme´nin Sorduğu Sorulara Rasûlullâh (s.a.v.)´in Verdiği Cevaplar:



Taberânî... Ümmü Seleme´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben de­dim ki:

— Ya Rasûlallah, âyette geçen ´Hûr-ı în´ ne demektir Bana anlatır mı­sın

—., Hûr-ı în, iri özlü demektir. Onların kiprikleri, kartal kanadı gibidir.

— "Sedefteki inciler gibi" sözünü biraz açıklar mısın , .

— Henüz sedeflerinden çıkarılmamış ve el değmemiş inciler gibi saf ve temizdirler.

— "Oralarda iyi huylu güzel kadınlar vardır" ne demek

— Yani cennette huyu iyi, yüzü güzel kadınlar vardır. ,

— "Onlar (huriler) Örtülü yumurta gibidirler" âyetini bana açıklar mi-; sın ´;

—- Derileri yumurta akının üzerindeki zar kadar incedir.,

— "Onları eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır" âyetini açık­lar mısın

— Yani onlar dünyada gözü çapaklı acuzeler olduktan sonra cennette kocalarına düşkün ve aynı yaşta (genç) kadınlar olurlar.

— Ya Rasûlallah! Dünya kadınları mı yoksa huriler mi daha üstündürler

— Elbisenin yüzünün astarından üstün oluşu gibi dünya kadınları da hu­rilerden üstündürler.

— Neden ya Rasûlallah

— Namaz kılmalarından, oruç tutmalarından ve Allah´a ibadet etmele­rinden dolayı... Cenab-ı Allah onların yüzlerine nûr, bedenlerine ipek giydir-miştir. Tenleri beyaz, elbiseleri yeşil, zinetleri san, buhurdanlıkları inci, ta­rakları altındır, Şöyle derler: "Biz ebedi yaşayacaklarız; ölmeyiz. Nimete gark olmuşlarız; asla yoksul düşmeyiz. Biz mukim kimseleriz; göçmeyiz. Razı olanlarız; asla darılmayız. Bize koca olarak verilenlere, zevce olarak kendilerine verildiğimiz kimselere ne mutlu!"

— Ya Rasulallah! Bir kadın bu dünyada (bir), iki, üç veya dört evlilik yapar, sonra Ölür, cennete girer. Kocaları da kendisiyle birlikte cennete girer­ler. Orada kocası hangisi olur "

— Ey Ümmü Seleme! O kadın seçim yapar. Onları en güze ahlâklısını seçer ve: "Ya Rab! Bu, dünyadayken de benimle en iyi geçinen kocamdı. Bu­rada da ona eş olarak beni ver" der. Ey Ümmü Seleme! Güzel ahlak(lı kim­se) dünyanın da ahiretin de iyiliklerini elde eder." [449]

Ebubekir b. Ebi Şeybe... Saîd b. Müseyyeb´den rivayet etti ki; Âişe (r.a.) şöyle demiştir: Ensarilerden bir kocakarı Hz. Peygambere gelip: "Ya Rasu­lallah! Allaha duâ et de beni cennete koysun" dedi. Hz. Peygamber ona: "Cennete kocakarı girmez" diye cevap verdi. Ve gidip namaz kıldı. Sonra Âişe (r.a.)´nin yanma döndü. Âişe (r.a.) ona: ´"Kadıncağız senin sözünden çok rahatsız oldu" deyince Hz. Peygamber buyurdu ki:

"Evet tıpkı dediğim gibidir. Cenab-ı Allah yaşlı kadınları cennete koyar­ken onu bakirelere dönüştürür." [450]

Önceki sayfalarda geçen sûr hadisinde müminlerin cennete girişinin ni­teliği anlatılırken şöyle buyurulmuştu:

"Erkek, Allah´ın yarattığı (hurilerden) yetmiş iki zevceyle cinsel ilişki­de bulunur. Âdem neslinden gelen iki kadınla da temas kurar. Ancak bunlar dünyadayken ibadet ettiklerinden dolayı, Allah´ın dilediği kimselerden üstün olurlar. Yakuttan bir odada, inciyle taçlanmış altın karyola üzerinde bu ka­dınlardan biriyle yatar. O odada atlas ve ibrişim giysilerle dolu yetmiş dolap vardır. Adam elini o kadının omuzlan arasına koyar, sonra dönüp göğsünden bakınca kendi elini o kadının etinin, cildinin ve elbisesinin içinden görür (çünkü o kadının her tarafı saydamdır). Kadının bacaklarına bakar. Kemikle-rindeki iliği görür. Tıpkı yakuta geçirilen gümüş tel bacaklarındaki iliği gö­rür. O bu haldeyken kendisine şöyle seslenilir: [451] Senin bıkmayacağını ve bıktırmayacağını anladık. Ancak senin bundan başka zevcelerin de vardır." Adam o karısının yanından çıkar. Diğer eşleriyle de birer birer ilişkide bulu­nur. Onlardan her birine uğradığında şöyle der: "Vallahi cennette senden da­ha güzel bir şey yoktur. Cennette senden daha çok sevdiğim bir şey yoktur." [452]

Önceki sayfalarda da nakledildiği gibi İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kişinin dünyadaki zevcelerinden ayrı olarak hurilerden de yetmiş iki eşi olacaktır. [453] Onlardan birinin makadmın kapladığı yer, bir mil kadardır. "[454]

Harmele... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Cennetliklerin mertebece en düşük olanının seksen bin hizmetçisi ve yetmiş iki zevcesi olacaktır. [455] Onun için Câbiye ile San´a arasındaki mesafe büyüklüğünce inci, zeberced ve yakuttan bir kubbe kurulur."[456]

Muhammed b. Cafer el-Feryabî... Ebû Ümâme´den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennete giren her kul mutlaka yetmiş iki eşle evlenir. Bunların ikisi ceylan gözlü hurilerden, yetmişi de kendi zamanındaki dünya kadınlarından­dır."[457]

Bu cidden garip bir hadistir. Çünkü önceki sayfalarda nakledilen mah­fuz rivayet bunun hilaf/nadir. O rivayete göre cennetteki müminin yetmiş iki eşinden ikisi dünya kadınlarından, yetmişi de ceylan gözlü hurilerdendir. Doğrusunu Allah bilir. Bu garip hadisin râvilerinden olan Halid b. Yezid b. Ebi Mâlik´i, İmam Ahmed b. Hanbel eleştirmiştir. Diğer râvisi ise Yahya b. Mâin´dir. Bunlar bazan yanlış rivayetlerde bulunmuşlardır. Kendilerine pek güvenilemez. [458]

İmam Ahmed b. Hanbel, Tirmizî ve İbn Mâce... Mikdam b. Madike-rib´den rivayet ettiler ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu Allah katında şehid için altı şey vardır: Kanının ilk damlası yere düştüğünde Allah onu bağışlar. O da cennetteki yerini görür. Kendisine imân elbisesi giydirilir. Kabir azabından emin kılınır. (Kıyametteki) büyük korkudan emin olur. Başına vakar tacı konulur. O tâcdaki bir yakut parçası, dünyâdan ve içindeki her şeyden daha iyidir. Şehid yetmişiki tane ceylan gözlü huri ile evlenir. Akrabalarından da yetmiş kişiye şefaatçi olur." [459]

Sahih adlı eserinde Müslim... İbn Aliyye´den rivayet etti ki; Eyyub b. Muhammed şöyle demiştir: "Cennette erkeklerin mi, yoksa kadınların mı çok olduğu konusunu niye övünerek müzakere etmiyorsunuz " Eyyub´un bu sözü üzerine söze giren Ebû Hüreyre dedi ki: Ebü´l-Kasım (s.a.v.) şöyle bu-yurmadı mı:

"Cennete giren ilk zümre, dolunay gecesindeki ay suretindedirler. Bun­ların ardından gelen zümrenin suretleri, semadaki en parlak yıldız gibi ışık saçar. Onlardan her birinin yetmiş iki eşi vardır. Eşlerinin bacaklarındaki (kemiklerin) ilikleri, etlerinin dışından görünür. Cennette bekâr kimse olma­yacaktır." [460]

Bu eşlerden ikisi, dünya kadınlarındandır. Beraberlerinde Aziz ve Celil olan Allanın dilediği sayıda ceylan gözlü huriler vardır. Nitekim bununla il­gili açıklama, az önce geçti. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet ehlinden (her) bir adamın ceylan gözlü hurilerden iki zevcesi olur. Bu hurilerden her birinin üzerinde yetmiş güzel elbise olur. Bacakların­daki (kemiklerin) ilikleri, elbiselerinin üstünden görünür."

(Ahmed b. Hanbel, Bu hadisler, Buharı ve Müslim´in sahihlerinde yer alan şu hadisle çeliş­memektedir:

"Cehenneme baktım; oradakilerin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm."[461]

Cennet ehlinin, cehennem ehlinin veya sadece cehennem ehlinin çoğun­luğunu kadınlar teşkil edebilirler. Ama bu kadınların bir kısmı şefaat saye­sinde cehennemden çıkıp cennete gider ve oranın sâkinlerinin sayısını artırır. Doğrusunu Allah bilir.

Derâc... merfu olarak Ebû Saîd´den şöyle bir rivayette bulunmuştur:

"Adam cennette yetmiş sene müddetle hiç bir tarafa dönmeden (yastığa) dayanıp oturur. Sonra bir kadın gelip omuzlarına vurur. Kadının yüzüne, ya­nağına bakar. Yüzünün aynadan daha saf olduğunu görür. Kadının üzerinde­ki en basit inci bile doğuyla batı (ufkunun) arasını aydınlatır. Kadın ona se­lâm verir. Selâmım alır ve kadına: "Sen kimsin " diye sorar. Kadın da: "Ben, yüce Allah´ın bol lutfundan ve ihsanındanım." diye cevap verir. Üzerinde de yetmiş elbise vardır. O elbiselerin en basiti, kan kırmızısı rengindedir. Ada­mın gözü, kadının iç kısımlarını görebilir. Öyle ki onun bacak (kemik)lerin-deki iliği [462] elbisesinin dışından görür."[463]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûİullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Öğleden Önce veya sonra Allah yolunda yola çıkış, dünyadan ve için­deki şeylerden daha hayırlıdır. Sizden birinin yayı ve kamçısı kadar cennet­te bir yer, dünyadan ve içindeki şeylerden daha hayırlıdır. Cennet ehlinin ka­dınlarından biri arza görünecek olsa gök ile yerin arasını güzel kokuyla dol­durur. İkisinin arası hoş kokar. O kadının baş örtüsü, dünyadan ve içindeki şeylerden daha hayırlıdır." [464]

Buharî... Enes´den bu hadisin bir benzerini rivayet etmektedir. Bunun tamamını sifatu´l-cennet babının başında nakletmiştir:

"Cennet ehlinin kadınlarından biri arza görünecek olsa gök ile yerin ara­sını güzel kokuyla doldurur. İkisinin arası hoş kokar. O kadının baş örtüsü, dünyadan ve içindeki şeylerden daha hayırlıdır." [465]

Ebubekir b. Ebi´d-Dtinyâ... Saîd b. Cübeyr´den rivayet etti ki; İbn Ab-bas şöyle demiştir:

"Hurilerden biri elini semâ ile arzın arasında çıkaracak olsaydı onun gü­zelliği nedeniyle halkın tümü fitneye düşerdi. Baş Örtüsünü çıkarıp göstere­cek olsaydı, onun güzelliğinin yanında güneş, ışıksız bir fitil gibi kalırdı. Yü­zünü gösterecek olsaydı, güzelliği yerle göğün arasını aydınlatırdı."

İbn Vehb, Muhammed b. Kâ´b el-Kurazî´nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah´a yemin ederim ki; ceylân gözlü hurilerden biri, Arf´ın yanından bileziğini gösterecek olsaydı, bileziği­nin ışıltısı, ay ile güneşin ışığını söndürürdü. Ya yüzünü gösterseydi acaba nasıl olurdu Giyenlerin giydiği Allah yaratığı elbiseler, hurilerin giydikleri elbise ve zinetli giysilerden daha iyi ve daha güzel değildir."

Ebû Hüreyre dedi ki: "Cennette kendisine ´Ceylan gözlü´ denen bir hu­ri vardır ki; yürürken etrafında yetmiş bin hizmetçi de yürür ve kendisi: "İyi­liği emredip kötülüğü yasaklayanlar nerede " der." [466]

Kurtubî... Mücahid b. Ebi Üsâme´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Huriler zaferandan yaratılmışlardır." Bu hadis, garip bir hadistir. [467]

İkrime´nin mürsel rivayetlerinden biri şudur:

"Ceylan gözlü huriler, henüz dünyada bulunan eşleri için şöyle dua ederler: ´Allahım! Ona, senin dinine bağlı kalması hususunda yardım et. Kal­bini, sana itaate yönelt. Kendi gücünle onu bize ulaştır ey merhametlilerin en merhametlisi!"

İmam Ahmed b. Hanbel*in Müsned´inde Kesir b. Mürre, merfu olarak Muaz´dan şöyle bir rivayette bulunmuştur:

"Dünyadayken bir kadın, kocasına eziyet ederse, o kocanın huri eşi mut­laka o kadına şöyle beddua eder: ´Allah seni kahretsin! O misafirdir. Yakın­da senden ayrılıp yanımıza gelecektir!" [468]


Hurilerin Cennette Şarkı Okumaları:



Tirmizî... Ali (r.a.)´den rivayet etti ki; Rasûİullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Cennette kara gözlülerin (hurilerin) toplanma yerleri vardır. Orada ben­zerini mahlukatın hiç işitmediği güzel bir sesle şarkı okurlar ve şöyle derler:

"Bizler ebedileriz, hiç ölmeyiz!

Bizler nimetlere mazhanz, yoksulluk görmeyiz.

Rabbimizden razıyız, kederlenmeyiz.

Bize koca olanlara ve kendilerine zevce olduklarımıza ne mutlu!" [469]

İbn Ebi Züeyb... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet ehlinin zevceleri kocalarına hiç kimsenin duymadığı en güzel sesle şarkı okurlar. Şarkılarından biri şudur:

"Bizler ebedileriz, hiç ölmeyiz. Bizler güvendeyiz, hiç korkmayız.

Bizler kalıcıyız, hiç göç etmeyiz." [470]

Leys b. Sa´d... Velid b. Abde´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) Ceb­rail´e: "Beni ceylan gözlü hurilerin yanında durdur." dedi. Cebrail onu götü­rüp orada durdurdu. O da onlara: "Siz kimlersiniz " diye sordu. Onlar şu ce­vabı verdiler: "Bizler; yerleşen ve göçmeyen, gençleşen ve ihtiyarlamayan, takvalı olan ve günah işlemeyen bir kavmin cariyeleriyiz."

Kurtubî, ceylan gözlü hurilerin şarkı okumalarıyla ilgili olarak yukarıda geçen hadisi naklettikten sonra der ki: Onlar bu şarkıyı okuduktan sonra dün­yalı mümine kadınlar da onlara şöyle karşılık verirler:

"Bizler namaz kılanlarız; siz kılmadınız. Bizler oruç tutanlarız; sit tut­madınız. Bizler abdest alanlarız; siz almadınız. Bizler sadaka verenleriz; siz vermediniz." [471]

Hz. Âişe dedi ki: "Böylece dünyalı kadınlar, hurileri mağiub ederler."

Doğrusunu Allah bilir. Kurtubî, Tezkire adlı eserinde böyle demiştir. Bu dediklerini hiç bir kitaba dayandırmamıştır. Doğrusunu Allah bilir. [472]


Cennet Ehlinin Kendi Kadınlarıyla Cinsel İlişki Kurmaları. Onlardan Biri Dilemedikçe De Çocuğu Olmaz:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Doğrusu bugün cennetlikler eğlenceyle meşguldürler. Onlar ve eşleri gölgeliklerde, tahtlar üzerine yaslanmışlardır. Orada meyveler ve her istedik­leri onlarındır. Merhametli olan Rab katından onlara selâm vardır." (Yasin. 36/55-58)

İbn Mes´ud, İbn Abbas ve diğer bazı tefsircüer, ayette geçen meşguli­yetle, hurilerin bekâret zarını parçalama meşguliyetinin kastedilmiş olduğu­nu söylemişlerdir.[473]

Yüce Allah buyurdu ki:

"Allah´a karşı gelmekten sakınmış olanlar ise, güvenli bir yerde, bahçe­lerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan giyinerek kar­şılıklı otururlar. Bu böyledir. Onları iri siyah gözlülerle evlendiririz. Orada, güven içinde olarak her yemişi isteyebilirler. Orada ilk ölümden başka bir ölüm tadmazlar. Rabbin lutfuyla onları cehennem azabından korumuştur. İş­te büyük kurtuluş budur." (Duhân, 44/51-57)

Ebû Davud et-Tayalisî... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Cennette mümin kişiye şu kadar ve şu kadar erkeğin kuvveti verilir." Ben, "Ya Rasulallah, bu kadar gücü olur mu " diye sorduğumda buyurdu ki: "Ona yüz kişinin kuvveti verilir." [474]

Taberanî... Muhammed b. Sîrin´den rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir:

"Denildi ki: ´Ey Allah´ın Rasûlü! Adam cennette cinsel ilişkide bulunur mu " (Başka bir rivayete göre ise şu soru soruldu: ´Cennette kadınlarımızla cinsel ilişkide bulunur muyuz ´)

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki; adam sadece bir sa­bahta, yüz bakireyle cinsel ilişkide bulunur!"

Hafız Ziya: Benim görüşüme göre bu hadis sıhhat şartlarını taşımakta­dır, demiştir.

Bezzâr... Ammare b. Raşid´den rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiş­tir: Rasûlullah (s.a.v.)´e: "Cennet ehli kimseler zevceleriyle cinsel ilişkide bulunurlar mı " [475] diye sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "[476]

Harmele... Abdurrahman b. Humeyre´den rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)´e: "Cennette cinsel ilişkide bulunur mu­yuz " diye sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi: "Evet... Ca­nım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki; hem de bastıra bastıra ya­parsınız. [477] Adam, cinsel temasta bulunduktan sonra karısı tekrar temiz ve bakire olur." [478]

Taberanî... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Cennet ehli kimseler kadınlarıyla cinsel ilişkide bulunduktan sonra ka­dınları tekrar bakire olurlar." [479]

Taberanî... Ebû Ümame´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.)´e: "Cen­netlikler cinsel ilişkide bulunurlar mı " diye sorulduğunda şu cevabı verdi: "Hem de bastıra bastıra. Ama meni (dölsuyu) ve ölüm yoktur orada."[480]

Taberanî... Ebû Ümame´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), kendisine: Cennetlikler cinsel ilişkide bulunurlar [481] mı " diye sorulduğunda şu cevabı verdi:[482]


Cennetliklere Doğum Yoluyla Çocuk Bahsedilmesi:



Cennetliklerden biri, dünyadaki gibi çocuk sahibi olma arzusuna kapılır-sa (ona hemen bir çocuk bahşedilir). Bununla ilgili olarak şöyle bir hadis va-rid olmuştur: İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Allah´ın Peygamberi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennette mümin kişi çocuk sahibi olmayı arzulayınca (karısının) hami­le kalıp doğurması ve çocuğunun da yaşını doldurması, arzu duyduğu o an­da hemen oluverir." [483]

Tirmizî ve îbn Mâce de... Muaz´dan böyle bir rivayette bulunmuşlardır. Ancak Tirmizî, bunun hasen ve garib olduğunu söylemiştir. .

Süfyan-ı Sevrî... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v.)´e şöyle bir, sual soruldu; "Ey Allah´ın Rasûlü! Cennetliklerin çocukları olur mu Çünkü çocuklar, mutluluğu tamamlayan faktörlerdendir."

RasÛlullah (s.a.v,) buyurdu ki: ,

"Evet... Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki; sizden biri­nin orada çocuk sahibi olmayı dilemesiyle karısının hamile kalıp (doğurma­sı) emzirmesi ve çocuğun yetişip gençleşmesi hemen hemen aynı anda olur."

Bu ifadeler gösteriyor ki; cennette bu iş -Buharî ve Tirmizî´nin rivayet­lerinin aksine-gerçekleşecektir.

Yalnız şunu da söylemek gerekir ki, cennetlik, eğer isterse çocuk sahibi ölür. Ama o böyle bir istekte bulunmayacaktır ki Tavus, Mücahid, İbrahim en-Nehaî ve diğer bazı tabiilerden şöyle bir rivayet varid olmuştur:

"Doğrusu cennette çocuk doğurulmaz."[484]

Bu doğrudur. Çünkü cennetliklerin cinsel ilişkileri -dünyadaki gibi ol­mayıp- çocuk doğumunu gerektirmez. Çünkü dünya, varlığını sürdürmek için neslin bekası için bir diyardır. Cennet ise mülkün bekası için bir diyar­dır. Bu nedenle cennettekilerin cinsel ilişkilerinde lezzeti sona erdirici meni (döl suyu) akmaz. Ama onlardan biri, çocuk sahibi olmayı dileyince, dileği doğrultusunda çocuğu doğar. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

"Onlara, Rablerinin katında diledikleri şeyler vardır. Bu» iyilerin mükâ­fatıdır." [485]


Hayatları Kâmil Olduğundan Cennetlikler Ölmezler:



Ayrıca onların gençliklerinin kuvveti, yüzlerinin parlaklığı, görünümle­rinin güzelliği, yaşamlarının hoşluğu artar. Bu nedenle bazı hadislerde anla­tılmıştır ki; lezzetlerden ve mutlu yaşantıdan alıkonmamak için uyumazlar. Allah bizleri de cennetliklerden kılsın..

Yüce Allah buyurmuş ki:

"Orada, ilk ölümden başka bir ölüm tadmazlar. Rabbin lutfuyla onları cehennem azabından korumuştur." (Duhân, 44/56)

"Ama inanıp yararlı iş işleyenlerin konakları firdevs cennetleridir. Ora­da temelli kalırlar. Başka bir yere gitmek istemezler." (Kelıf, i8/]Q7-i()8)

Yani oradan başka bİT konağı seçmezler. Aksine en çok orayı arzularlar. Orada sıkılıp usanmazlar. Oysa dünyada insan, hoş ve lezzetli, de olsa bazı durumlarda mekânlarından sıkılıp usanırlar. Şairler ve fesahat sahibi edipler ne güzel söylemişler:

"Süveyda, gönlüme yerleşti. Ondan başkasını istemiyorum.

Bu halimden başka bir hale dönmeyi de taleb etmiyorum."

Önceki kısımlarda nakedilen bir hadiste anlatıldığı gibi ölüm, cennet ile cehennem arasında boğazlanacak ve o esnada bir ünleyici şöyle seslenecektir:

"Ey cennetlikler! Size ebediyet var, ölüm yok. Ey Cehennemlikler! Si­ze de ebediyet var, ölümjyok. Herkes bulunduğu yerde sonsuza dek kalacak­tır." [486]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre ile Ebû Saîd´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: .

"O ünleyici şunları da söyleyecektir: ´Sizler yaşayacak, hiç ölmeyecek­siniz. Sağlıklı olacak, hiç hastalanmayacaksınız, Genç kalacak, hiç ihtiyarla­mayacaksınız. Nimete mazhar olacak, hiç yoksulluk görmeyeceksiniz.´ Evet, işte bu dört husus da ilân edecektir." [487]

Nitekim şu âyet-i kerimede de buna değinilmektedir:[488]

"Onlara: ´İşlediğinize karşılık işte mirasçısı olduğunuz cennet´ diye ses­lenilir." [489]


Cennetlikler Uyumazlar:



Hafız Ebubekir b. Merdeveyh... Câbir´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Uyku ölümün kardeşidir ve cennetlikler uyumazlar."

Taberanî... Câbir´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v.); kendisine. ´Cen­netlikler uyurlar mı ´diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:

"Uyku, ölümün kardeşidir ve cennetlikler uyumazlar," [490]

Beyhakî... Abdullah b. Ebi Evfâ´dan rivayet etti ki; adamın biri, RasÛ­lullah (s.a.v.)´e şöyle bir suâl sordu: "Cenab-ı Allah, dünyada gözlerimizi uy­kuyla dinlendiriyor. Şu halde cennetlikler de uyurlar mı " RasÛlullah (s.a.v.) ona şöyle cevap verdi:

"Doğrusu uyku Ölümün ortağıdır. Cennette Ölüm yoktur."

Peki ya cennetliklerin dinlenmesi nasıl olacaktır diye sorduklarında RasÛlullah (s.a.v.) şöyle cevaplandırdı:

"Doğrusu orada usanç yoktur. Onların bütün işleri rahattır."

Bunun ardından Cenab-ı Allah şu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu:[491]

"Orada bize ne bir yorgunluk gelecek, ne de bir usanç gelecektir." [492]


Cennetliklerin İlahî Hoşnutluğa Mazhar Olmaları:



Bu da onlardaki fazilet ve üstünlükten dolayıdır.

Yüce Allah buyurdu ki:

"Allah´a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennet şöyledir: Orada temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları, süzme bal ırmakları vardır. Onlara orada her türlü ürün ve rable-rinden mağfiret vardır." {Muhammed, 47/15)

"Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, temelli kalacakları, içlerin­den ırmaklar akan cennetler, Adn [493]cennetlerinde hoş meskenler vâdetmiştir. Al­lah´ın hoşnud olması en büyük şeydir. İşte büyük kurtuluş budur." [494]


Onur Ve Üstünlük Sahibi Olan Allah, Cennet Ehlinin Üzerine Sürekli Hoşnutluğunu İndirir:



Mâlik b. Enes... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Yüce Allah, cennetliklere şöyle seslenir:

— Ey cennet ehli!.

— Buyur ey Rabbimiz. Emrine amadeyiz.

— Hoşnud oldunuz mu

— Yaratıklarından hiç birine vermediğini bize verdin. Artık ne diye hoş­nud olmıyalım !

— Size bundan daha üstün olanını verdim.

— Ey Rabbimiz! Bundan daha üstün olan nedir

— Hoşnudluğumu üzerinize indireceğim ve bundan sonra size artık hiç kızmayacağım." [495]

Ebubekir eI~Bezzar... Câbir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetlikler cennete girdiklerinde yüce Allah onlara: "Size bundan da­ha üstün olanı vereyim mi " der. Onlar da: "Bundan daha üstün olan şey ne­dir ki ey Rabbimiz " diye sorarlar. Yüce Allah: "Hoşnudluğum bundan daha büyüktür" diye cevap verir."[496]

Bu hadis, Buharî´nin sıhhat şartlarını taşımaktadır ama diğer hadis kitap­larının sahipleri bunu bu kelimelere tahric etmiş değildirler. [497]


Mukaddes Olan Rabbin Cennetliklere Bakması Cennetliklerin de Münezzeh Olan Rabbe Bakmaları:



Yüce Allah buyurdu ki:

"O´na kavuştuklan gün müminlere yapılacak dirlik temennileri "Selâm" demek olacaktır. Onlara cömertçe verilecek ecir hazırlanmıştır." (Ahzâb, 33/44)

"Merhametli Rab katından onlara selâm vardır." (Yasin, 36/58)

Sünen adlı eserinde îbn Mâce... Câbir b. Abdullah´tan rivayet etti ki; Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetlikler nimetleri içindeyken bir ara kendilerine bir nurun parılda­dığını görürler. Başlarını kaldırıp baktıklarında Aziz ve Celil olan Rabbin, kendi lutfuyla üst taraftan kendilerine bakmakta olduğunu görürler. Rableri onlara: "Selâm size ey cennet ehli!" der. Şu âyette söylenen de budur:

"Merhametli Rab katından onlara selâm vardır." (Yasin, 36/58}

Rableri onlara, onlar da Rablerine bakarlar.[498]

Cenab-ı Allah´ın zâtını temaşa ettikleri sürece başka hiç bir nimete dö­nüp bakmazlar. Nihayet Cenab-ı Allah gözlerine görünmez olur. Ama diyar­larında O´nun nûr ve bereketi üzerlerinde kalır." [499]

Beyhakî... Câbir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş­tur:

"Cennetikler kendi rheclislerinde oturmaktayken bir ara cennetin kapı­sında kendierine bir nûr parıldar. Başlarını kaldırıp baktıklarında yüce Rab­bin kendilerine azametinin nurları ve rahmetiyİe tecelli etmekte olduğunu görürler. Onlara şöyle der:

— Ey cennet ehli! Benden dilekte bulunun.

— Bizden hoşnud olmanı senden diliyoruz.

— Diyarımı vererek hoşnud oldum sizden. Size ikramda bulunacağım. İşte şimdi dilekte bulunmanın zamanıdır. Benden dilekte bulunun.

— Senden, daha fazlasını diliyoruz."

Yularları kızılyakut ve yeşil zümrütten olan kızıl renkli yakut develer getirilir. [500] Bunlar o develere bindirilirler. O develer, adımlarını gözlerinin görebildiği en uzak noktaya atarlar. Yüce Allah emreder: Ceylan gözlü hım cariyeler, şöyle diyerek gelirler:

"Bizler nimete mazhar olmuşuz; yoksul düşmeyiz. Ebediyiz; ölmeyiz. İnanmış, âlicenap kimselerin eşleriyiz." [501]

Sonra Cenab-ı Allah emir verir. Katıksız., beyaz misk tepeleri getirilir. Onların üzerine mensere denen bir koku saçılır. Nihayet Adn cennetine gö­türülürler. Melekler: "Ya Rab! Kavim geldi" derler. Cenab-ı Allah: "Sadık­lara merhaba. İtaatkârlara merhaba" der. Aradan perde kalkar onlar için. Aziz ve Celil olan Allah´a bakarlar. Rahman´in nuruyla gözlerini ihya olur. Öyle ki birbirlerini dahi göremezler. Cenab-ı Allah: "Bunları armağanlarla köşk­lerine gönderin" der. Köşklerine dönerler ve artık birbirlerini görürler." Ra­sûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Şu âyette anlatılan da budur: "Bağışlayan ve acı­yan Allah katından bir ziyafet olarak size sunulur." (Fussılei, 41/32)

Yukarıda anlatılanları naklettikten sonra Beyhakî şöyle demiştir: "Rü´yet kitabında, rivayet ettiğimiz bu hadisi teyid edici ifadeler vardır."

Doğrusunu Allah bilir.[502]

Ebü´l-Meâlî El-Cüveynî, Secerî´ye reddiye olarak şöyle demiştir: "Kut­lu ve yüce Allah, aradaki perdeyi kaldırıp cennetliklere tecellide bulundu­ğunda ırmaklar hızla akar, ağaçların dalları birbirine girer, fırtına eserek oda­lar ve kanepeler târ-ü mâr olur, gözlerden şırıl şırıl yaşlar akar, fırtınalar eser, evlerle köşkler kâfur ve katıksız misk kokar, kuşlar öter, ceylân gözlü huri­ler ortaya çıkarlar." [503]


Cennet Ehlinin Aziz Ve Celil Olan Rablerini, Cuma Günleri Gibi Bu İş İçin Hazırlanan Bir Toplantı Yerinde Görmeleri



Yüce Allah buyurdu ki:

"O gün bir takım yüzler, Rablerine bakıp parlayacaktır." (Kıyamet, 75/22-23)

"İyiler, şüphesiz, nimet içinde ve tahtlar üzerinde etrafı seyrederler. On­ları, yüzlerindeki nimet pırıltısından tanırsın." (Mutaffifm, 83/22-24)

Önceki kısımlarda geçen ve Ebû Musa eKEş´arî tarafından rivayet edi­len bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur;

"İki cennetin bitkileri ve içindeki her şey altındandır. İki cennet daha var ki; bunların bitkileri ve içindeki her şey gümüştendir. Oradakilerin Rablerini görmelerini engelleyen şey, sadece O´nun mübarek yüzündeki ululuk örtüşü­dür. Onlar adn cennetlerindendirler." [504]

Bu hadisin bir varyantında şöyle denmektedir:

"Onların en üstünleri, günde iki kez Allah´a bakar."

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde, müminlerin kıyamet gününde Aziz ve "Celil olan Rablerini görmeleri bahsinde Cerir´den merfu olarak gelen bir rivayette bunu doğrulamaktadır:

"Güneşi ve Ay´ı gördükleri gibi müminler, Rablerini de görürler. Eğer güneşin doğuşundan ve batışından önce namazdan gafil kalmayabiliyorsanız, bunu yapın." Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) şu âyeti okudu:

"Rabbini, güneşin doğmasından önce ve batışından önce Överek teşbih et." (Raf." 50/39)

Sahih-i Buharî´de de şöyle bir hadis vardır: "Doğrusu siz, Rabbinizi apaçık göreceksiniz." [505]

Bu ifadelerden anlaşılıyor ki; müminler cennette Cenab-ı Allah´ı, ibadet vakitleri gibi vakitlerde göreceklerdir. Bunu dileyen seçkin müminler, Aziz ve Celil olan Allah´ı gündüzün iki ucunda, sabahleyin ve akşamleyin göre­ceklerdir ki bu, yüksek bir makamdır. Hatta onlar koltuklarında ve kanepele­rinde oturmaktayken -dünyada bu gibi hallerde ay´ı gördükleri gibi- Cenab-ı Allah´ı da daha genel ve daha kapsamlı bir toplantıda göreceklerdir. Cuma gününün toplantısını andıran toplantılar düzenlenir. Cennet ehli, beyaz misk akan geniş bir vadide toplanırlar. Herkes orada menziline göre oturur. Kimi nurdan, kimi altından, kimi cevherden, kimi de başka madenlerden mamul minberler üzerinde oturur. Sonra üzerlerine hilaller giydirilir. Önlerine gözle­rin görmediği, kulakların işitmediği, hiç bir insanın kalbinden geçmemiş yi­yecek ve içeceklerle dolu safralar konulur. Sonra aynı şekilde onlara çeşitli kokular sürülür. Daha önce hiç kimsenin aklından dahi geçmemiş olan çeşit­li ikramlara mazhar olurlar. Sonra sânı yüce, noksanlıklardan münezzeh olan Hak Teâla onlara birer birer hitab eder. Nitekim hadisler de bunun böyle ola­cağına delâlet etmektedirler. Bu husus, inşaallah yakında da anlatılacaktır.

Bazı âlimler, kadınlar hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Şöyle ki: Erkek­ler gibi kadınlar da Allah´ı cennette görebilecekler mi Kimi, onların çadır­larda kapalı kalmaları nedeniyle Allah´ı göremeyeceklerini söylerken; kimi çadırlardayken dahi Allah´ın görülmesine engel bulunmadığı gerekçesiyle kadınların da cennette Allah´ı görebileceklerini söylemişlerdir. Zira yüce Al­lah buyurmuş ki:

"İyiler, şüphesiz, nimet içinde ve tahtlar üzerinde etrafı seyrederler." (MutaffiJîn, 22-23)

"Onlar ve eşleri gölgeliklerde, tahtlar üzerine yaslanmışlardır." (Yasin;36/56)

Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki:

"Doğrusu sizler, Aziz ve Celil olan Rabbinizi, şu ay´r gördüğünüz gibi göreceksiniz. Ö´nu görebilmek için birbirinizle tartışmazsınız (yani rahatça görebilir, itişip kalkışmazsınız). Eğer yapabiliyorsanız güneşin doğuşundan önce, batışından önce namaz kılmaya devam edin." [506]

Bu hüküm genel olup kadınları da erkekleri de içine alır. Doğrusunu Al­lah bilir.

Bazı âlimler üçüncü bir görüş daha iler sürmüşlerdir. Şöyle ki: ´Mümin­ler Cenab-ı Allah´ı bayram gibi günlerde görürler. Yüce Allah bayram gibi günlerde cennet ehline genel bir tecellide bulunur. O´nu başka değil, ancak bu gibi hallerde görürler. Ancak bu görüşü doğru kabul etmek için özel bir delile ihtiyaç vardır. Doğrusunu Allah bilir. Nitekim şöyle buyurmuştur:

"İyi davrananlara, daima daha iyisi ve fazlası verilir." (Yunus, 10/26)

Bu âyette geçen "fazlası" kelimesini bir sahabe topluluğu, Aziz ve Celil olan Allah´ın mübarek yüzünü görmek şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu sahabe cemaati arasında Ebubekir es-Sıddîk, Übey b. Kâ´b, Kâ´b b. Ucre, Huzeyfe b. Yeman, Ebû Mûsâ el-Eş´arî, Abdullah b. Abbas, Saîd b. Müseyyeb, Mü-cahid, İkrime, Abdurrahman b. Ebi Leylâ, Abdurrahman b. İshak da vardır. Ayrıca halef ve seleften bazı âlimler de bu kelimeyi böyle tefsir etmişlerdir. Allah onlara rahmet etsin. Hepsinin makamını da âlî kılsın.

Müminlerin âhiret yurdunda Aziz ve Celil olan Rablerini göreceklerini bildiren hadis, aralarında Ebubekir es-Sıddîk´ın da bulunduğu bir sahabe ce­maatından rivayet edilmiştir. Ebubekir es-Sıddîk´ın rivayet etmiş olduğu uzun hadis, önceki kısımlarda geçti.

Allah´ın görüleceğini bildiren /hadisi rivayet edenlerden biri de Hz. Ali´dir.

Onun bu hadisini Yakub b. Süfyân, şu senedle rivayet etmiştir: Muhammed b. Musaffa... Ali b. Ebi Talib´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet ehli yüce Rabbi her cuma görür." [507] Yakub, hadisin tamamını nakletmiş olup o hadiste şu ifadeler de vardır: "Perde açıl(ip yüce Rab tekrar göründüğünde) daha önce sanki hiç gö­rülmemiş gibi olur."

Yüce Allah buyurmuş ki: "Katımızda fazlası da vardır." (Kaf, 50/35)

Rüyetullah hadisini rivayet eden sahabe topluluğu arasında şu zâtlar da vardır: Übey b. Kâ´b, Enes b. Mâlik, Büreyde b. Hasîb, Câbir b. Abdullah, Huzeyfe, Zeyd b. Sabit, Selmân-ı Farisî, Ebû Saîd Sa´d b. Mâlik b. Sinan el-Hudrî, Ebû Umame Südâ b. Aclân el-Bahilî, Suheyb b. Sinan er-Rûmî, Uba-de b. Sâmit, Abdullah b. Abbas, İbn Ömer, Abdullah b. Amr, Ebû Mûsâ Ab­dullah b, Kays, Abdullah b. Mes´ud, Adiyy b. Hatim, Ammar b. Yasir, Am-mare b. Rüveybe, Ebû Rezîn el-Ukaylî, Ebû Hüreyre, Sahabilerden (adı ha­tırlanmayan) bir adam ve müminlerin annesi Âişe. Allah hepsinden razı ol­sun.

Konuyla ilgili rivayetlerin çoğu önceki kısımlarda geçti. Bu makama uy­gun bazı rivayetler de inşaallah müteakip kısımlarda gelecektir. Güvencimiz ve dayanağımız Allah´tır. [508]


Cuma Günü Fazla İnsan, (Yani Cenab-ı Allah´ı Görme) Günüdür:



İmam Ahmed b. Hanbel... Suheyb´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.);

"İyi davrananlara, daima daha iyisi ve fazlası verilir." (Yunus, 10/26) âyet-i kerimesini okudu ve sonra şöyle buyurdu:

"Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girdiklerinde bir ün-leyici: "Ey Cennet ehli! Allah katında size verilmiş bir vaad vardır. O, bu va­adini sizin için gerçekleştirmek istiyor." diye seslenir. Cennet ehli: "Nedir o vaad Terazimiz (iyiliklerimizle) ağır gelmedi mi Yüzümüz ağarmadi mı Bizi ateşten uzaklaştırıp cennete koymadı mı (Bundan öte ne var ki )" diye sorarlar. Cenab-ı Allah onlarla arasındaki perdeyi kaldırır. Onlar da O´na ba­kar ve O´nu temaşa ederler. Yemin ederim ki; Cenab-ı Allah onlara, kendi­sini temaşa etmelerinden daha çok hoşlarına gidecek ve gözlerini aydın kıla­cak bir şeyi onlara vermiş değildir." [509]

Abdullah b. Mübarek... Ebû Musa el-Eş´arî´nin, Basra Cami´inin min­berinde şöyle bir hutbe irâd ettiğini rivayet etmiştir:

"Doğrusu Cenab-ı Allah kıyamet gününde Cennet ehline bir melek gön­derir. Bu melek onlara: "Ey cennet ehli! Cenab-ı Allah size verdiği sözü ye­rine getirdi mi " diye sorar. Cennet ehli, etraflarına bakar; zinetleri, elbisele­ri, ırmakları ve tertemiz zevceleri görürler ve üç kez; "Evet. Bize verdiği sö­zü yerine getirdi." derler. Melekler der ki: Bir şey kaldı. Cenab-ı Allah bu­yuruyor ki: "İyi davrananlara daima daha iyisi ve fazlası verilir." Bilesiniz ki daha iyisi cennettir. Fazlası ise Aziz ve Celil olan Allah´ın mübarek zâtını te­maşa etmektir." Bu mevkuf bir rivayettir. [510]

İbn Cerîr... Ebû Musa el Eş´ârî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu Cenab-ı Allah kıyamet gününde bir ünleyici gönderir. Bu, şöyle seslenir:

"Ey Cennet ehli! (Onun bu sesini baştakiler de sondakiler de duyarlar.) Şüphesiz, Cenab-ı Allah size daha iyiyi ve fazlasını vaad etmiştir. Daha iyi olan, cennettir. Fazlası ise, Rahman olan Allah´ın mübarek zâtını temaşa et­mektir." [511]

İbn Cerir... Kâ´b b. Ucre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.), "İyi davrananlara daima daha iyisi ve fazlası verilir." ayetiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

"Dünyadayken salih amelde bulunanlara daha iyisi olan cennet ve fazla­sı olarakta Aziz ve Celil olan Allah´ın mübarek zâtını seyretme imkânı veri­lir." [512]

Müsned´inin Kitâb´ül-Hücce bölümünde İmam Şafiî... Umeyr´den riva­yet etti ki; Enes b. Mâlik şöyle demiştir:

"Cebrail, üzerinde bir nokta bulunan beyaz bir aynayı Peygamber (s.a.v)´e getirdi. Peygamber (s.a.v.) ona sordu:

— Bu nedir

— Bu cumadır. Bu vesileyle sen ve ümmetin üstün kılındınız. Bu hususa insanlar yani yahudi ve hristiyanlar size tabidirler. Bunda sizin için hayır var­dır. Bu günde öyle bir an vardır ki, o anda Allah´a hayır duada bulunan kim­senin duasına mutlaka icabet edilir. Bizim yanımızda Cuma, mezid günüdür.

— Ey Cebrail! Mezid günü ne demektir

— Şüphesiz, Rabbin firdevs cennetinde geniş bir vadi edinmiştir. Orada bir misk tepesi vardır. Cuma günü olduğunda, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah oraya iner. [513] Dilediği miktarda meleklerim de oraya indirir. O vadinin çevresinde nurdan minberler vardır. O minberlerin üzerinde pey­gamberlerin kürsüleri vardır. O minberlerin etrafında altın kürsüler vardır. Kürsüler, yakut ve zeberced taçlıdır. Bu kürsülerin üzerine şehidler ve sıd-dıklar otururlar. Evet, bunlar, peygamberlerin arka plânında otururlar. Aziz ve Celil olan Allah: "Ben Rabbinizim, ben Rabbinizim. Size vermiş olduğum sözü yerine getirdim. Dileyin benden, vereyim size." der. Onlar da: ´Ey Rab-bimiz! Senden hoşnudluğunu diliyoruz´ derler. Yüce Allah buyurur ki: "Siz­den hoşnud oldum. Dileğiniz yerine getirilecektir. Benim katımda daha faz­lası (mezid) de vardır. "

Rablerinin kendilerine cuma gününde hayırlı şeyler vermesi nedeniyle müminler o günü çok severler. O, Rablerinin Arş üzerinde istiva ettiği bir gündür. O günde Adem (a.s.) yaratıldı. O günde kıyamet kopacaktır." [514]

Bezzâr... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cibril, elinde beyaz bir aynayla bana geldi. Aynanın üzerinde siyah bir nokta vardı. Ona dedim ki:

— Ey Cibril, bu nedir

— Bu Cumadır. Rabbin bunu sana sunacak ve bu, senin için, senden sonra da kavmin için bir bayram olacaktır. Bu hususta sen ilk olacaksın. Ya­hudi ve hristiyanlarsa senden sonra geleceklerdir.

— Cumada bizim için ne vardır

— O günde Öyle bir an vardır ki; mümin kişi o anda Rabbine -kendisi için taksim edilmiş- bir hayır duâ bulunursa, Rabbi, dilediğini ona mutlaka verir. Kendisi için taksim edilmemiş bir hayır duada bulunursa Rabbi ona, di­lediği o şeyden daha büyük bir şeyi onun için yanında tutar. Mü´min kişi o anda -kaderine yazılmış olan- bir kötülükten Rabbine sığınırsa Rabbi onu, o kötülükten daha büyük bir kötülükten korur.

— Şu siyah nokta nedir

— Kıyamet günündeki o (eşref) andır. Bizim yanımızda Cuma, günlerin efendisidir. Ahirette biz ona mezid günü deriz.

— Mezid günü ne demektir

— Rabbin cennette, beyaz misk akıtan geniş bir vadi edindi. Cuma gü­nü olunca yüksek oan illiyyîn makamından oraya inip [515] kürsüsünün üzerine oturur. Sonra o kürsünün çevresine nurdan minberler kurulur. Peygamberler gelip o minberlere otururar. Sonra o minberlerin çevresine altundan kürsüler konulur. Sıddıklar ve şehider gelip o kürsülere otururlar. Daha sonra cennet ehli gelip (miskten) tepenin üzerine otururar. Aziz ve Celil olan Rableri on­lara tecellîde buunur ki onlarda O´nun mübarek zâtını seyretsinler. Rableri onlara: "Size verdiğim sözü yerine getirdim. Nimetimi size tamamladım. Bu­rası benim ikramda bulunacağım yerdir. Dileyin benden ne dilerseniz." der. Onlar da artık hiç bir istek ve arzuları kalmaymcaya dek dilekte bulunurlar. O esnada Rableri onlara gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insanın kalbinden geçmemiş şeyleri verir. İnsanların Cuma namazından sonra (cami­den) ayrılıp gitmeleri kadar bir zaman geçtikten sonra yüce Allah kürsüye çı­kar. O´nunla birlikte şehidler ve sıddıklar da yerlerine otururlar. Oda (gurfe) sahipleri de beyaz inciden veya kızıl yakuttan, yahut yeşil zebercedden ma­mul olan odalarına dönerler. O odaların kapıları süslü olup yanlarında mey­veleri aşağı sarkmış ağaçlar vardır. Odalarda (müminlerin) eşleri ve hizmet­çileri de vardır. Daha fazla ikram görmek ve yüce Rabbin mübarek zâtını seyretmek için onlar, Cuma gününe ihtiyaç duydukları kadar başka bir şeye ihtiyaç duymazlar. Bu nedenle cumaya, mezid günü denilmiştir." [516]

Bezzâr... Huzeyfe´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Cebrail bana gelip mezid gününü anlattı ve şöyle dedi: Cenab-ı Allah arşı taşıyan meleklere, onlarla kendisi arasındaki perdeleri kaldırmalarını vahyeder. O´ndan duyacakları ilk söz şu olur: "Beni görmedikleri halde gı­yaben bana itaat eden, elçilerime tabi olan, emrimi tasdik eden kullarım ne­rede Benden dilekte bulunun. Bu, mezid günüdür." Kullar da hep bir ağız­dan "Razı olduk. Sen de bizden razı ol." derler. Yüce Allah sözünü şöyle sür­dürür: "Ey Cennet ehli! Eğer sizden razı olmasaydım sizi cennetime yerleş-tirmezdim. Bu gün, mezid günüdür. Benden dilekte bulunun." Bunun üzeri­ne kullar, hep bir ağızdan, "Ya Rab! Bize yüzünü göster de seni görelim" derler. Cenab-ı Allah perdeyi açar. Onlara nûrû ile tecelli eder. Eğer ölme­melerini hükme bağlamış olmasaydı, bu tecelli nedeniyle kullar yanarlardı. Sonra onlara: [517] "Konaklarınıza dönün" denilir. Onlar da konaklarına dönerler. Her yedi günde bir onlaf için bir gün vardır ki, o da cuma günüdür." [518]


Cennetin Çarşısı:



Hafız Ebubekir b. Ebi Asım... Ebû Hüreyre´nin kendisiyle karşılaşan Saîd b. Müseyyeb´e şöyle dediğini rivayet etmişti: "Allah´tan dilerim ki; se­ninle beni cennet çarşısında bir araya getirsin." Saîd: "Orada çarşı var mı ki " diye sorunca, Ebû Hüreyre dedi ki: "Evet vardır. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) bana şu haberi vermişti:

"Cennetlikler, amellerinin üstünlüğü sayesinde cennete girdiklerinde, dünyâ günlerinden cuma günü kadar olan bir zaman süresince kendilerine izin verilir. Cennet bahçelerinden birinde Cenab-ı Allah´ı ziyaret ederler. Onlar için nurdan, inciden, zebercedden, yakuttan, altundan, gümüşten, min­berler kurulur. Onların en aşağı mertebelisi -gerçi onların aşağı mertebelisi yoktur- misk ve kâfur tepeleri üzerinde oturur. Kürsülerde oturanların yerle­rinin kendilerinkinden üstün olmadığını görürler."

Ebû Hüreyre dedi ki:

— Ya Rasûlallah (cennette) Rabbimizi görür müyüz

— Evet göreceksiniz. Güneşi ve dolunay gecesinde ay´ı görme hususun­dan birbirinizle hiç tartışır mısınız

— Hayır.

— Aynı şekilde Rabbinizi görme hususunda da tartışmazsınız. O mec­liste hazır bulunan herkesle, Rabbi muhakkak konuşur. Dünyadayken onun yapmış olduğu bazı haksızlıkları hatırlatarak der ki:

— Ey falan oğlu falan! Şöyle ve şöyle yaptığın günü hatırlıyor musun

— Evet, ama beni affetmedin mi

— Affettiğin için bu mertebeye ulaştın.

Onlar bu haldeyken üzerlerini bir bulut kaplar, üzerlerine bir koku yağ­dırır. Onun kadar güzel bir kokuyu asla görmemişlerdir. Sonra Aziz ve Celil olan Rabbimiz: "Sizin için hazırladığım ikramların başına gelin ve arzuladık­larınızı alın" der. Bir çarşı görürler ki, orada bulunan eşyaları melekler koru­ma altına alıp çevrelemişlerdir. O eşyaların benzerini daha önce gözler gör­memiş, kulaklar duymamış ve onlar hiç bir beşer kalbinden de geçmemiştir. Arzuladığımız eşyalar bize getirilir. O çarşı da alış veriş olmaz. Orada cen­netlikler birbirleriyle karşılaşırlar. Üzerinde kıymetli elbiseler bulunan biri gelir. Kendisinden aşağı derecede olan -gerçi orada aşağı dereceli kimse yoktur- biri onun karşısına çıkar. Üzerindeki kıymetli elbiseler onu çok e!ki-ler. Karşısındaki adam sözünü daha tamamlamadan, diğerini kendisininkin­den daha güzel bir elbiseye karşısına dikilmiş olarak görür. Çünkü cennette hiç bir kimsenin hüzünlenmemesi gerekir.

Sonra konaklarımıza döneriz. Zevcelerimiz bizi karşılar, bize: "Hoşgel-diniz, safâlar getirdiniz. Sizi seviyoruz. Gidişinden daha güzel kokulu ve alımlı bir halde yanımıza döndün" derler. Biz de onlara deriz ki: "Her dile­diğini yaptıran, Aziz ve Celil olan rabbimizle oturduk. Elbette ki böyle güzel bir halde yanınıza dönmemiz gerekir. Bu, tabiîdir." [519]

İbn Mâce bunu böyle rivayet etmiş ve bunun garib olduğunu söylemiştir.

Müslim... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; RasûluIIah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Cennette bir çarşı vardır. Cennetlikler her cuma oraya gelirler. Şimal rüzgarı eser, yüzlerine ve elbiselerine savurulur. Daha bir güzelleşip hoş olurlar. Sonra ailelerinin yanına dönerler. Aileleri onlara: "Vallahi bizim ya­nımızdan gittikten sonra daha bir güzelleşip hoş olmuşsunuz" derler. Onlar da kendilerine: "Yanınızdan ayrıldıktan sonra Vallahi siz de daha bir güzel ve hoş olmuşsunuz." cevabını verirler." [520]

Bu hadisin İmam Ahmed b. Hanbel tarafından nakledilen varyantında ise şöyle denilmektedir:

"Doğrusu cennette -içinde misk tepeleri bulunan- bir çarşı vardır. Cen­netlikler o çarşıya vardıklarında rüzgâr eser (ve o kokular üzerlerine savrulur)." [521]


Cennet Toprağının Niteliği, Kokusunun Güzel Olup Etrafa Saçılması:



Ebubekir b. Ebi Şeybe... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur

"Cennetin toprağı bembeyazdır. Arsasında kâfur [522] kayaları vardır. Kum tepeleri gibi miskle çevrelenmiştir. Orada sürekli ve düzenli akan ır­maklar vardır. Cennet ehli orada toplanıp tanışırlar. Cenab-i Allah rahmet rüzgarını estirir. Üzerlerine misk kokusu eser. Adam daha yakışıklı ve daha güzel kokar halde zevcesinin yanma döner. Zevcesi ona der ki: "Sen yanım­dan çıkıp giderken de seni beğeniyordum. Ama şimdi daha çok beğeniyo­rum."

Tirmizî... Hz. Ali´den rivayet etti ki; RasûluIIah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennette bir çarşı vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sade­ce erkek ve kadın suretleri vardır. Erkek bunlardan bir suret arzu ederse o sıı-rete girer."

Tirmizî´nin de dediği gibi bu, garip bir hadistir. Bu şöyie yorumlanabi­lir: Erkekler ancak beğendikleri erkek suretlerine girmeyi arzularlar. Aynı şekilde kadınlar da beğendikleri kadın suretlerine girmeyi arzularlar. Bu, ön­ceki hadisle açıklanabilir. Orada kişinin gölünümünden, şeklinden, elbisesin­den, kılık-kıyafetinden bahsedilmişti. Nitekim Cennetin çarşısıyla ilgili ola­rak Ebû Hüreyre´nin rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulmuştu:

"... Üzerinde kıymetli elbiseler bulunan biri gelir. Kendisinden aşağı de­recede olan -gerçi orada aşağı derecede kimse yoktur- biri onun karşısına çı­kar. Üzerindeki kıymetli elbiseler onu çok etkiler. Karşısındaki adam sözünü daha tamamlamadan, diğerini kendisininkinden daha güzel bir elbiseyle kar­şısına dikilmiş olarak görür. Çünkü cennette hiç kimsenin hüzünlenmemesi gerekir,"

Matar lakabıyla meşhur olan Hafız Muhammed b. Abdullah el-Hadre-mî... Câbir b. Abdullah´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Biz toplanmış iken RasûluIIah (s.a.v.) evinden çıkıp yanımıza geldi ve şöyle buyurdu:[523]

"Ey Müslümanlar topluluğu! Doğrusu cennette bir çarşı vardır. Orada alış veriş yapılmaz. Sadece suretler vardır. Bir kimse erkek veya kadın suret­lerinden birini beğenirse, o surete girer." [524]


Cennetin Esintisi, Kokusu Ve Kokusunun Etrafa Yayılması:



Cennetin güzel kokusu bir kaç senelik yoldan ve çok uzak mesafelerden dahi hissedilir.

Bununla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Allah, kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz. Onları doğ­ru yola eriştirir, durumlarını düzeltir. Onları, kendileri için kokulandırdığı cennete koyar." (Muhammed, 47/4-6)

Ebû Davud et-Tayalisî... Abdullah b. Amr b. As´tan rivayet etti ki; Ra­sûluIIah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse gerçek babasından başka bir adamın oğlu olduğu iddiasında bulunursa. Cennetin kokusunu alamaz. Oysa cennetin kokusu, elli senelik -başka bir rivayete göre ise yetmiş senelik- yoldan hissedilir." [525]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; RasûluI­Iah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse gerçek babasından başka bir adamın oğlu olduğu iddiasında bulunursa, cennetin kokusunu alamaz. Oysa cennetin kokusu yetmiş senelik yoıdan hissedilir. Kasıtlı olarak bana yalan isnadında bulunan kimse, ateşte­ki yerini hazırlasın." [526]

Buharî... Abdullah b. Anır´dan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir zİmmîyi öldüren kimse, cennetin kokusunu alamaz. Oysa cennetin kokusu kırk senelik yoldan hissedilir." [527]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Rasûlul-lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Zimmilerden bir maktulü öldürmüş olan kimse, cennetin kokusunu ala­maz. Oysa cennetin kokusu bir senelik yoldan hissedilir."[528]

Ebû Davud ile Tirmizî´nin... merfb olarak Ebû Hüreyre´den yaptıkları rivayette ise şöyle denilmektedir:

"(Oysa cennetin kokusu) yetmiş güzlük (senelik) yoldan hissedilir." [529]Abdürrezzak... Ebû Bekre´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a-v.)´in şöyle buyurduğunu işittim:

"Cennetin kokusu, yüz senelik yoldan hissedilir."

Saîd b. Arube´nin, Katâde´den yaptığı rivâyetteyse şöyle denilmektedir:

"...Cennetin kokusu beşyüz senelik yoldan hissedilir." [530]

Hafız Ebû Nuaym Isfahanî´nin, Sifatu´l-Cennet kitabında Ebû Hüreyre´den yaptığı merfu rivayet ise şöyledir:

"Cennetin kokusu beşyüz senelik yoldan hissedilir."

Mâlik... Ebû Hüreyre´den şöyle bir rivayette bulunmuştur:

"Giyinik -çıplak (yani yan çıplak), erkeklere meyleden, erkekleri de kendilerine meylettiren kadınlar cennete girmezler ve cennetin kokusunu da almazlar. Oysa cennetin kokusu beşyüz senelik yoldan hissedilir." [531]

Taberanî... Câbir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cennetin kokusu bin senelik yoldan hissedilir. Ana babasına ezâ ve ce­fâ eden, akrabalık bağlarını koparan kimse -Allah´a yemin ederim ki- Cen­netin kokusunu alamaz."

Buharî ve Müslim ´i/ı sahihlerinde şöyle anlatılır:

Sa´d b. Muaz, Uhud savaşında şehid edilen Enes b. Nadr´m cesedinin yanı başına gitti. Vücudundaki yaraların çokluğu nedeniyle onu tanıyamadı. Kız kardeşi Rebi binti Nadr de onu ancak parmak uçlarından tanıyabildi. Vu´-cudunda seksen küsur kılıç, mızrak ve ok darbesi gördü. Allah ondan razı ol­sun. Sa´d dedi ki: "Enes, Cennetin kokusunu aldı." [532] Enes´in kendisi yer­deydi. Cennet ise göktedir!.. Ancak Uhud gününde cennet, müminlere yak­laşmış olabilir. Doğrusunu Allah bilir. [533]


Cennetin Nuru, Pahası, Etrafının Hoşluğu, Sabah Akşam Manzarasının Güzelliği:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Oranın neresine baksan, nimet ve büyük bir saltanat görürsün. Üzerle­rinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan giyimlikler vardır. Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir." (İnsan, 76/20-21)

"Orada temellidirler. Ne güzel bir yer ve ne güzel duraktır." (Furkân. 25/76) "Doğrusu cennette ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın. Orada ne susarsın. ne de güneşin sıcağında kalırsın." (Tâ-Hâ. 20/118-119)

"Orada yakıcı sıcak ve dondurucu soğuk görmezler." (İnşân, 76/13) Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Simâk´m şöyle dediğini rivayet etmiştir: Gözlerini kaybetmesinden sonra Medine´de Abdullah b. Abbas´la karşılaş­tım. Ona dedim ki:

— Cennetin toprağı nedir

— Gümüş gibi bembeyaz mermerdir. Tıpkı ayna gibidir.

— Onun aydınlığı nasıldır

— Güneşin doğuşundan önceki anı görmemiş misin Oranın aydınlığı da işte öyledir. Yalnız orada güneş ve dondurucu sıcaklık yoktur."

İbn Sayyad´ın bir sorusuna cevab olarak Rasûiullah (s.a.v.), cennet top­rağı hakkında şöyle buyurmuştu:

"O, beyaz taşın tozu gibi bembeyaz katıksız misktendir." [534]

Ahmed b. Mansur er-Remadî... İbn Abbas´tan rivayet elti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cenab-ı Allah, cenneti beyaz renkte yarattı. O´nun en çok sevdiği elbi­se, beyaz renkli olanıdır. Dirileriniz beyaz renkli elbise giysin. Ölülerinizi de beyaz renkli kefene koyun." Sonra Rasûlullah (s.a.v.) koyun çobanlarını top­lantıya çağırdı. Toplandılar. Onlara: "Koyunu olan, sürüsüne beyaz koyunla­rı katsın" dedi. Kadının biri gelip: "Ey Allah´ın Rasûlü! Ben kara koyunlar edindim. Çoğalacaklarım sanmıyorum" dedi. Rasûlullah (s.a.v.) de ona: "Ka­ra koyunlarının arasına beyazları da kat" diye emretti.

Ebubekir ei-Bezzâr... Üsame b. Zeyd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur;

"Cennete gitmek üzere paçalarını sıvayacak kimse yok mu Doğrusu -Kabe´nin Rabbine yemin ederim ki- cennetin misli yoktur. O; parlayan bir nûr, titreyip salınan bir reyhan, sağlam yapılı bir saray, düzgün ve sürekli akan bir ırmak, olgunlaşmış bir meyve, alımlı ve çok güzel bir zevce, ebedî makamda ve rahat bir diyardaki çok elbiseler sebze ve meyve, kıymetli ve yüksek yerdeki beyaz taşlar ve nimetlerdir." Ashab: "Ey Allah´ın Rasûlü! Biz paçamızı sıvayıp oraya gideriz" deyince Rasûlullah (s.a.v.): "lnşaaliah deyin" dedi. Onlar da; "İnşaallah" dediler." [535]

İbn Mâce... Ebû Hüreyre´den merfu olarak şöyle bir rivayette bulunmuş­tur:

"Cennetin yeri beyazdır. Arsasında kâfur kayaları vardır. Çevresi kum tepelerini andıran misk tepeleri ile kuşatılmıştır. Orada sürekli ve düzgün akan ırmaklar vardır. Cennet ehli o arsada toplanıp tanışırlar. Cenab-ı Allah rahmet rüzgarını estirir. Bu sebeple üzerlerine misk kokusu ve güzellik siner. (Sonra) Adam karısının yanına döndüğünde karısı ona: "Sen yanımdan çıkıp gittiğinde seni beğeniyordum. Ama şimdi seni daha çok beğeniyorum" der."[536]


Cenneti İstemenin Emredilişi. Cenab-ı Allah´ın Kullarını Oraya Özendirmesi Ve Oraya Gitmek İçin Tez
Davranmalarını Emretmesi:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Allah, Dâr´üs-Selâm´a (cennete) çağırır." (Yunus, 10/25)

"Rabbinizin mağfiretine ve Allah´a karşı gemekten sakınanlar için ha­zırlanmış, eni gökler ve yer kadar olan cennete koşusun." (Âl-i imrân, 3/133)

"Ey İnsanlar! Rabbiniz tarafından bağışlanmaya, Allah´a ve peygambe­rine inananlar için hazırlanmış, genişliği yerle göğün genişliği kadar olan cennete koşusun. Bu, Allah´ın dilediğine verdiği lutfudur. Allah, büyük lutuf sahibidir." (Hadid, 57/21)

"Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminle­rin canlarını ve mallarını cennete karşılık satın almıştır." (Tevbe, 9/111)

Buharı... Saîd b. Minâ´dan rivayet etti ki; Câbir şöyle demiştir: Melek­ler, Rasûlullah (s.a.v.) uyamaktayken yanına gediler. Bazıları: "O uyuyor" dediler. Bazıları da dediler ki: "Gözleri uyuyor ama kalbi uyanıktır. Onun durumu şu adama benzer ki; adam bir ev yaptırır. Orada bir sofra kurar. Sof­raya insanları çağırması için dışarıya bir dâvetçi gönderir. Dâvetçiye icabet eden, eve girer ve sofradaki yemekleri yer." İşte bu misâli Rasûlullah (s.a.v.)´e yorumladılar. Bazıları: "O uyuyor" dedi. Bazıları da: "Göz uyuyor ama kalb uyanıktır" dedi. Dediler ki: Ev, cennettir. Dâvetçi, Muhammeddir. Muhammed´e itaat eden, Allah´a itaat etmiş; Muhammed´e isyan eden de Allah´a isyan etmiş olur. Muhammed insanları birbirinden (seçip) ayırdı." [537]

Tinnizî´nin rivayeti ise şöyledir:

"Rasûlullah (s.a.v.) bir gün çıkıp yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: "Rü­yada Cebrail´i baş tarafımda, Mikâil´i de ayak tarafımda gördüm. Biri diğe­rine: ´Şunun hakkında bir misal ver´ dedi. Diğeri de dedi ki: "Duy; kulakla­rın da duysun. Anla; kalbin de anlasın. Senin ve ümmetinin misali şu hüküm­darın durumuna benzer: Hükümdar bir konak edinir. Konakta bir oda yapar. O odada bir sofra kurar. Sonra insanları o sofraya davet etmesi için bir elçi gönderir. Kimileri o elçinin çağrısına icabet eder; kimileri de etmez. Bu mi­sâldeki hükümdar, Allah´tır. Konak, İslâmiyettir. Oda, cennettir. Sen de ey Muhammed, elçisin. Senin dâvetine icabet eden, İslama girer. İslama giren, cennete girer. Cennete giren de oradaki taamı yer." [538]

Hammad b. Seleme... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir bey, bir ev edindi. O evde bir sofra kurdu. (İnsanları yemeğe çağır­ması için) bir dâvetçi gönderdi. Dâvetçiye icabet edenler konağa girdiler ve sofradaki yemekleri yediler. Bey de onlardan hoşnud oldu. Bilesiniz ki (bu misâlde sözü edilen) bey-Allah´tır, ev İslâmiyettir, sofra cennettir, dâvetçi de Muhammed ´dir." [539]


Cehennemden Allah´a Sığınana Allah Aman Verir. Allah´tan Cennet İsteyeni Allah Cennete Koyar. Yalnız Niyetin Halis, Amelin de Dürüst Olması Şarttır:



Ebû Ya´lâ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir kul üç kez cehennemden âmân dilerse, mutlaka cehennem şöyle der: "Ya Rab! Falan kulun benden aman diledi, ona aman ver." Bir kul da ye­di kez ceneneti dilerse, mutlaka cennet şöyle der: "Ya Rab! Falan kulun be­ni diedi. Onu cennete koy." [540]

Bu hadis, Müslim´e göre sıhhat şartlarını taşımaktadır.

Tirmizî ve Neseî, İbn Mâce kanalıyla... Enes´ten rivayet ettiler ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse Allah´tan üç kez cenneti isterse, cennet: ´Allahım! Onu cen­nete koy´ der. Bir kimse cehennemden üç kez Allah´a sığınırsa, cehennem: ´Allahım! Onu ateşten koru´ der." [541]


Cennet İle Cehennem, Şefaatleri Kabul Edilen Şefaatçilerdir:



Hasan b. Süfyân... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cenneti çokça isteyin ve cehennemden ona sığının. Çünkü cennet ile cehennem, şefaatleri kabul edilen iki şefaatçidir. Kul cenneti çokça isterse, cennet der ki; "Ya Rab! Beni senden isteyen şu kulunu bende iskân et." Ce­hennem de der ki: "Ya Rab! Benden sana sığman şu kuluna âmân ver." [542]


Olanca Gücünüzle Cenneti İsteyin,
Var Kuvvetinizle De Cehennemden Kaçın:



Ebubekir eş-Şafıî, Küleyb b. Harb´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Olanca gücünüzle cenneti isteyin. Var kuvvetiyle cehennemden kaçın. Doğrusu cenneti taleb eden uyumaz (uyumamalıdır). Cehennemden kaçan da uyumaz (uyumamalıdır). Şüphesiz, âhiret zorluklarla kuşatılmıştır. Dünyâ ise şehvetlerle kuşatılmıştır. Dünyâ sizi âhiretten alıkoymasın." [543]


Cennet, Hayırlı İşler Yapmak Ve Haramları Terketmek Gibi Zorluklarla Kuşatılmıştır. Cehennem İse Şehvetlerle Kuşatılmıştır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet, zorluklarla kuşatılmıştır. Cehennem ise şehvetlerle kuşatılmış­tır." [544]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet, zorluklarla kuşatılmıştır. Cehennem ise şehvetlerle kuşatılmış­tır.1´ [545]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cenab-ı Allah cenneti yarattığında Cebrail´i oraya gönderdi ve ona: ´"Cennete ve cennetlikler için hazırlamış olduğum şeylere bak" dedi. Cebrail gelip cennete ve Allah´ın cennetlikler için hazırlamış olduğu şeylere baktı. Dönüp yüce Allah´ın katma vardığında: "Senin onur ve üstünlüğüne yemin ederim ki; cenneti duyan bir kimse, mutlaka cennete (girmek için gerekeni yapar ve) girer" dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Allah emir verdi; Cennet, zor­luklarla kuşatıldı. Sonra Cebrail´e: "Tekrar gidip cennete bak" dedi. Cebrail gelip baktı. Cennetin zorluklarla kuşatılmış olduğunu gördü; yüce Rabbin huzuruna dönüp dedi ki: "Senin onur ve üstünlüğüne yemin ederim ki; ora­dan kimsenin kurtulamayacağından korktum." [546]

Bunu İmam Ahmed b. Hanbel münferid olarak rivayet etmiştir. Senedi sahihtir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlııilah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanı en fazla cehenneme koyan iki delik; yani tenasül organı ve ağız­dır. İnsanı en fazla cennete koyan şeyler de Allah´a karşı gelmekten sakın­mak ve güzel ahlâktır." [547]

Dikkat edin! Cehennem şehvetlerle kuşatılmıştır. Bütün muzır ve haşe­reler oraya girecektir. Cennet ise zorluklarla kuşatılmıştır. Orada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve beşer kalbinden dahi geçmemiş lezzet ve memnuniyetler vardır. Nitekim muhkem âyetlerde ve sabit hadislerde bunla­rı nakletmiştik.

Cennetliklerin kalıcı nimetlerinden ve sürekli lezzetlerinden biri de mis­lini kulakların duymamış olduğu bir neşe ve coşkudur.

Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

"Ama inanıp yararlı iş işleyenler, ağırlanacakları bir cennette bulunur­lar." (Rûm, 30/15)

Evzaî, Yahya b. Kesir´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Cennetliklerin neşesi, orada yapılacak olan semâdır." [548]


Hurilerin Cennette Şarkı Okumaları:



Önceki sayfalarda da naklettiğimiz gibi Tirmizî... Hz. Ali´den rivayet et­ti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennette siyah gözlü hurilerin bir toplantı yeri vardı. Orada yaratıkla­rın mislini duymadıkları bir sesle şarkı okurlar. (Şarkılarında) derler ki:

Bizler ebedi olanlarız. Asla helak olmayız.

Bizler nimete mazhar olanlarız. Asla yoksul düşmeyiz.

Kendilerine eş olarak verildiğimiz erkeklere ve bize koca kılman erkek­lere ne mutlu!" [549]

Cafer el-Feryabı... Ebû Salih´ten rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle de­miştir:

"Cennette boydan boya uzanan bir ırmak vardır. İki kıyısında karşılıklı oturan bakireler, halkın duyacağı bir sesle şarkı okurlar. Cennette insanlar onun kadar lezzetli byr şey göremezler." Ben: "Ey Ebû Hüreyre o şarkı ne­dir " diye sorduğumda şu cevabı verdi: "İnşaallah teşbih, tahmid, takdis ve onur ve üstünlük sahibi Allah´ı övmektir." [550]

Cennetin evsafım anlatırken Ebû Nuaym... Ebû Hüreyre´den merfu ola­rak şöyle bir rivayette bulunmuştur:

"Cennette kökü altından, dallan inci ve zebercedden olan bir ağaç var­dır. O ağacın üzerine bir rüzgar eser; dalları birbirine girer. Duyanlar ondan daha lezzet verici bir şey duymazlar."

Önceki sayfalarda İbn Abbas´tan şöyle bir rivayette bulunulmuştu:

"O ağacı rüzgarlar sallar. O da dünyadaki her eğlencenin sesiyle hareket eder."

İbn Ebi´d-Dünyâ... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Doğrusu siyah gözlü huriler cennette (şöyle bir) şarkı okurlar: Bizler güzel hurileriz. Kıymetli kocalar için yaratılmışız."

Hafız Ebû Nuaym Muhammed b. Cafer b. Asîle... İbn Ebi Evfâ´dan ri­vayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetliklerden her bir adam, dört bin bakire, sekiz bin dul ve yüz hu­ri ile evlenir. Bunlar, her yedi günde bir toplanır ve yaratıkların mislini duy-madıkan güzel sesle şöyle bir şarkı okurlar:

Bizler mazhar olanlarız. Yoksul düşmeyiz.

Nimete mazhar olanlarız. Yoksul düşmeyiz.

Razı olanlarız. Kırgınlık nedir bilmeyiz.

Kalıcılarız asla göç etmeyiz.

Bize koca kılınan erkeklere ve kendilerine eş olarak verildiklerimize ne mutlu!"[551]

Taberanî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.aiv.) şöyle buyur­muştur:

"Doğrusu cennetliklerin zevceleri, kocalarına, hiç kimsenin duymadığı en güzel süslerle şarkı okurlar. Okudukları şarkılardan biri şudur:

Biz ebedileriz, asla ölmeyiz. Güvende olanlarız, hiç-korkmayız.

Kalıcılarız, hiç göç etmeyiz." [552] Cafer el-Feryabî... Ebû Ümâme´den rivayet etti ki; RasûkıUah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennete giren her erkeğin baş tarafına ve ayaklarının yanına mutlaka ceylan gözlü iki huri oturur. Ona, insanların ve cinlerin duyabileceği en gü­zel sesli şarkı olurlar. Bunlar, şeytanın zurnaları değildirler." [553]

İbn Vehb, Saîd b. Ebi Eyyub´un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kureyş´ten biri İbn Şihab´a dedi ki: Cennette semâ var mıdır Çünkü o samâi çok seviyordu. İbn Şihab dedi ki: İbn Şihab´ın canı elinde olana yemin olsun ki, Cennette bir ağaç vardır ki üzerinde inci ve zebercedler bulunur. Al­tında da memeleri tomurcuklanmış huriler şarkı okuyarak derler ki: Biz nimete mazhar olanlarız, yoksulluğu düşmeyiz. Biz ebedileriz, hiç ölmeyiz.

İbn Vehb, Halid b. Yezid´in rivayetine göre şöyle demiştir: "Cariyeler (yani huriler) kocalarına şu şarkıyı okurlar: Bir hayırlı güzelleriz, âlicenap gençlerin eşleriyiz. Biz ebedileriz, ölmeyiz.

Nimete mazhar olanlarız, yoksulluğa düşmeyiz. Razı olanlarız; küslük nedir bilmeyiz. Kalıcılarız; göç etmeyiz.

Onlardan birinin göğsünde şu yazılıdır: "Sen benim se- gilimsin, ben de senin. Gözlerim senin gibisini asla görmedi." (Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 212^ İbn Mübarek... Yahya b. Ebi Kesir´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Siyah gözlü huriler, cennetin kapısı yanında kocalarını karşılayıp du­yulmamış güzellikteki bir sesle onlara şöyle derler: "Sizi uzun zamandan be­ri bekliyoruz. Biz razı olanlarız. Küskünlük nedir bilmeyiz. Kalıcılarız; göç etmeyiz. Ebedileriz, Ölmeyiz." Bir huri de kocasına şöyle der- "Sen benim sevgilirnsin, ben de senin. Senden başka bir hedefim yoktur. Seni bırakıp ta başka yere sapmam."

İbn Ebi´d-Dünyâ.,. Saîd b. Ebi Saîd´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "´Cennette altun ve inciden san.y ve kaleler vardır. İnci yüklüdürler. Cennetlikler bir ses duymak istediklerinde Cenab-i Allah o saray ve kalele­rin üstünden bir rüzgar estirir. Bu rüzgar onlara, arzuladıkları her sesi geti­rir."

Hammad b. Seleme... Şehr b. Havşeb´den rivayet etti ki; Aziz ve Celil olan Allah, meleklerine şöyle buyurur:

"Doğrusu kullarım dünyadayken güzel sesi severlerdi. Ama benim için önu terkettiler. Şimdi kullanma güzel sesler dinletin." Bunun üzerine melek­ler, asla misli duyulmamış güzel seslerle teşbih tekbir ve tehlil getirmeye başlarlar.

İbn Ebi´d-Dünyâ... Mâlik b. Enes´ten rivayet etti ki; Muhammed b. Münkedir şöyle demiştir:

"Kıyamet günü olduğunda bir ünleyici şöyle seslenir: ´Kulaklarını ve nefislerini eğlence meclislerinde ve şeytan zurnalarından uzak tutanlar nere­de ! Onları misk bahçelerine yerleştirin.´ Sonra Cenab-ı Allah meleklere: ´Onlara tahmid ve temcidlerini dinletin.´ diye ferman buyurur.´"

İbn Ebi´d-Dünyâ:.. Evzaî´nİn şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Duyduğuma göre Allah´ın yaratıkları arasında İsrafil´den daha güzel sesli biri yokmuş. Cenab-ı Allah ona emir verir. O da bir şeyer okumaya ve herkese dinletmeye başlar. Onun sesini duyup ta namazını bırakıp onu dinle­meyen bir tek melek kalmaz. Gökteki bütün melekler onu dinlerler. Cenab-ı Allah´ın dilediği müddetçe böyle kalınır. Sonra onur ve üstünlük sahibi Al­lah buyurur ki: "İzzetime yemin ederim ki; eğer kullar benim azametimin miktarını bilselerdi, benden başkasına tapmazlardı."

"Doğrusu onun katîmizda yüksek bir makamı ve güzel bir istikbali var­dır." (Sâd, 38/40)

Mâlik b. Dinar bu âyet-i kerime hakkında şöyle demiştir:

"Kıyâmel günü olduğunda yüksek bir minberin kurulması emredilir. Bu minber cennette kurulur. Sonra şöyle bir ses duyulur: "Ey Dâvûd! Dâr-ı dün­yâda beni temcid etmekte olduğun o sesinle beni temcid et (medhiyemi oku)." Dâvûd (a.s.), bütün cennetliklere duyuracak yüksek bir sesle medhi-yesini okur. Şu âyette anlatılmak istenen de budur: "Doğrusunu onun katı­mızda yüksek bir makamı ve güzel bir istikbal vardır." [554]

Yani konuşmasını dinlemek için cennetlikler yüce ve mukaddes Rabbin huzurunda toplandıklarında O, her birine ayrı ayrı hitab eder ve dünyada yap­tıklarını ona hatırlatır. Aynı şekilde onlara apaçık bir surette tecelli ettiğinde de onlara selâm verir. Nitekim bunu, şu âyet-i kerimeyi tefsir ederken de söy­lemiştik: "Merhametli olan Rab katından onlara selâm vardır." (Yasin, 36/58)

Ebü´ş-Şeyh el-İsbahanî... Abdullah b. Büreyde´nin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Cennet ehli her gün zorlu gücün sahibi Allah´ın huzuruna varırlar. O, onlara Kur´ân okur. Herkes, kendisi için tahsis edilen inci, yakut, zeberced, altın ve Zümrüt minberlere oturur. Cenab-ı Allah´ın Kur´ân okumasından başka hiç bir şey onların gözlerini aydın kılmaz. O´nun Kur´ân okuyuşundan daha muazzam ve daha güzel bir şey duymuş değildirler. Sonra gözleri aydın olarak barınaklarına dönerler. Ertesi günün oturumuna kadar gözlerinin ay­dınlığı devam ede-."

Ebû Nuaym... Merfu olarak Ebû Berze el-Eslemî´den .şöyle bir rivayet­te bulunmuştur:

"Cennetlikler Öğleden önce başka, öğleden sonra başka bir elbiseyle -si­zin dünyâ hükümdarlarından birini1 ziyaret edişiniz gibi- Aziz ve Celil olan Rablerini öğleden önce ve öğleden sonra ziyarete giderler. Bunu da kendilerine verilen bir ölçü ve prensip çerçevesinde yaparlar. Aziz ve Celil olan Rablerini ziyaret edecekleri saati bilirler." [555]


Cennet Atları:



Tirmizî... Ebû Büreyde´den rivayet etti ki; adamın biri Rasûlullah (s.a.v.)´e şöyle bir suâl sordu:

— Ya Rasûlulah! Cennette at var mıdır

— Cenab-i Allah seni cennete koyduğunda ata binmek isteyecek olur­san seni mutlaka kızıl yakuttan bir ata bindirir. [556] O at da cennette seni dile­diğin yere uçurur."

Adamın biri, Rasûlullah (s.a.v.)´e şöyle bir suâl sordu:

— Ey Allah´ın Rasûlü! Ben, at seven bir adamım. Cennette at var mı­dır

— Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki; Cennette hızlı koşan, ince karınlı, sık eyerli at ve develer vardır. Cennet (ağaçların)ın yap­rakları arasında yürürler. Cennetlikler onlara binerek birbirlerini ziyarete gi­derler." [557]

Tirmizî... Ebû Eyyub´un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bedevinin biri Hz. Peygambere gelip şöyle bir sual sordu:

— Ya Rasûlallah! Ben at severim. Cennette at var mıdır

— Cennete girdiğinde sana yakuttan, iki kanatlı bir at getirilir ve ona bindirilsin. Sonra o, seni dilediğin yere uçurur."

Sonra Tirmizî, râvilerî arasında Ebû Eyyub´un kardeşi oğlu Ebû Sevre de bulunduğundan dolayı bu rivayetin senedinin zayıf olduğunu söylemiştir. Buharı de onun bu hadisinin münker olduğunu bildirmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [558]

Kurtubî... Hasan-ı Basrî´den nakilde bulunarak Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Cennetliklerin mertebece en düşük olanı, bir milyon ölümsüz genç hiz-metçisiyle birlikte altın kanatlı kızıl yakuttan ata biner." Rasûlullah (s.a.v.) böyle buyurduktan sonra şu âyet-i kerimeyi okudu: "Oranın neresine baksan, nimet ve büyük bir saltanat görürsün." (İnşân, 76/20)

Ben derim ki: Bu hadisin senedinde Abdurrahman b. Zeyd ile -ki o za­yıf bir ravidir- Hasan-ı Basrî arasında apaçık bir munkatilik vardır. Ayrıca bu, mürsel bir hadistir. [559]

Ebû Nuaym... Ebû Eyyub´dan şöyle bir merfu rivayette bulunmuştur:

"Cennet ehli, yakutu andıran beyaz develer üzerinde birbirlerini ziyare­te giderler. Cennette at ve deve dışında hayvan yoktur." [560]

Abdullah b. Mübarek... Katâde´den rivayet etti ki; Abdullah b. Ömer şöyle demiştir:

Cennette iyi cins atlar ve asil develer vardır. Cennetlikler bunlara bi­nerler."

Ebû Nuaym´in rivayet ettiği hadiste, cennette at ve deve dışında hayvan bulunmadığı bildiriliyor, ama bu hadisle böyle bir ifade yoktur. Buna göre orada at ve deve dışında hayvanların da mevcud olacağı anlaşılıyor. Kaldı ki Ebû Nuaym´ın rivayet ettiği hadisle İbn Mâce´nin Sünen´inde Abdullah b. Ömer´den rivayet edilen şu hadis arasında çelişki vardır. Şöyle ki: "Koyun cennet hayvanlanndandır." Ancak bu, münker bir hadistir. [561]

Bezzâr´ın Müsned´inde, Peygamber (s.a.v.)´in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Keçiye iyi davranın. Eziyet verici şeyleri ondan uzaklaştırın. Çünkü o, cennet hayvanlanndandır."

Ebü´ş-Şeyh el-İsbahanî... Câbir b. Abdullah´ten rivayet etti ki; Peygam­ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetlikler cennete girdiklerinde onlara kızıl yakuttan, kanatlı atlar gelir. O atlar işemez ve dışkı yapmazlar. Cennetlikler onlara biner ve cenne­tin içinde uçarlar. Her istediğini yapacak güçte olan Allah, onlara tecellide bulunur. O´nu görünce secdeye kapanırlar. Cebbar (yani her dilediğini yap­ma gücüne sahib) olan Allah, onlara: "Başınızı secdeden kaldırın. Çünkü bu­gün amel (çalışma) günü değil, nimete mazhar olma ve ikram görme günü­dür." der. Onlar da başlarını kaldırırlar. Cenab-ı Allah, üzerlerine güzel ko­kular yağdırır. Sonra anlır misk tepelerine götürür. O tepelerin üzerine bir rüzgar estirir. Misk kokusu üzerlerine siner. Nihayet onlar, ailelerinin yanına dönerler. Üzerlerine dağınık ve tozludur."[562]

İbn Ebi´d-Dünyâ... Ali (r.a.)´den rivayet etti ki; RasüluIIah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Cennette bir ağaç vardır. O ağacın üstünden ve altından inci eğerli, ya­kut gemli altun atlar çıkar. Bunlar dışkı yapmaz ve işemezler. Kanatlıdırlar. Adımlarını, göz alabildiğince uzak mesafelere atarlar. Cennet ehli bunlara bi­nerler ve bunlar, cennetlikleri diledikleri yerlere uçururlar. Derece bakımın­dan kendilerinden aşağıda olanlar: "Ey Rabbimiz! Şu kulların neyle bütün bu ikramlara nail oldular " diye sorarlar. Onlara şu cevap verilir: "Siz uyurken onlar geceleyin namaz kılıyorlardı. Siz yerken onlar oruç tutuyorlardı. Siz cimrilik yaparken onlar mallarını Allah yolunda harcıyorlardı. Siz korkuyor-ken onlar savaşıyorlardı." [563]


Cennetliklerin Ziyaretleşmeleri Dünyadaki Taât Ve Kusurlarını Birbirlerine Anlatmaları:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Birbirlerine dönüp soruşurlar: "Doğrusu bundan Önce ailemizin yanın­da bile korku içindeydik. Allah lütfedip bizi kavurucu azâbdan korudu. Doğ­rusu bundan önce de O´na yalvanyorduk. Şüphesiz O, iyilik yapandır, acı­yandır" derler." (Tür, 52/25-28)

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetlikler cennete girip kardeşler birbirlerini özlediklerinde birinin tahtı diğerininkinin yanma doğru ilerler ve nihayet ikisi bir araya gelir. Biri diğerine: "Cenabı Allah´ın bizi ne zaman bağışladığını biliyor musun " diye sorar. Diğeri cevap verir: "Şöyle ve şöyle bir yerdeydik. Allah´a duâ ettik. O da bizi bağişadı." [564]

Yüce Allah buyurdu ki:

"Birbirlerine dönüp soruşurlar: İçlerinden biri şöyle der: "Benim bir dostum vardı. Bana: ´Sen de mi ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman di-rilerek ceza göreceğimizi tasdik edenerdensin ´ derdi." Yanındakilere: "Siz onu bilir misiniz " der. Bir bakıp onu cehennemin ortasında görür. Ona der ki: "Allah´a andolsun ki; az kalsın beni de mahvedecektin. Eğer Rabbimin lutfu olmasaydı ben de oraya götürülenlerden olurdum. Birinci ölümden son­ra bir daha ölmeyeceğiz değil mi Azâb da görmeyeceğiz." İşte büyük kur­tuluş şüphesiz budur. Çalışanlar bunun için çalışsın." (Saftat, 37/49-61)

Bu kurtuluş insanları da cinleri de kapsamına alır.

Dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerden biri diyecek ki: Bir arka­daşım vardı. Bana vesvese vererek ahiret hayatını inkâr etmemi ve kâfir ol­mamı telkin ederdi. Ben Allah´ın rahmeti sayesinde ondan kurtuldum. Gelin cehenneme bakalım. Gidip cehenneme baktıklarında onu azabın derinlikle­rinde görürler. Cennetlik arkadaşı da, kendisini ondan kurtardığı için Allah´a hamd eder:

"Allah´a and olsun ki; az kalsın beni de mahvedecektin. Eğer Rabbimin lutfu olmasaydı ben de oraya götürülenlerden olurdum." Sonra içinde bulun­duğu mazhariyeti anlatır:Ve bu nedenle Allah´a şükreder. "Birinci ölümden sonra bir daha ölmeyeceğiz değil mi Azâb da görmeyeceğiz." Yani biz ölümden ve azâbdan kurtulduk. Çünkü artık cennete girdik. "İşte büyük kur­tuluş, şüphesiz budur. Çalışanlar bunun için çalışsın." Tırnak içindeki bu sözler onun sözü olabileceği gibi, Aziz ve Celil olan Allah´ın da sözü olabi­lir. Zira bir âyette yüce Allah şöyle buyurmuştu: "İyi şeyler için yarışanlar, bunun için yarışsınlar." [565]

Buna benzer bir çok âyet vardır. Tefsirimizde bir kısmından bahsetmiş­tik.

Sahih-i Buharî´nin Kitâbü´1-İmân bölümünde rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Harise b. Sürâka´ya şöyle demiştir:

— Nasıl sabahladın

— Allah´a hakkıyla imân eden biri olarak sabahladım.

— Senin imanının hakikati nedir

— Kendim dünyadan yüz çevirdim. Geceleri uykusuz, gündüzleri de su­suz kaldım (yani geceleyin namaz kıldım; gündüzleyin de oruç tuttum.) Rab­bimin Arş´ını açıkça görür gibi oluyorum. Cennet ehlini, cennette birbirleri­ni ziyaret ederlerken ve cehennemlikleri de cehennemde azâb görürken gö­rür gibi oluyorum.

— (Sen) Allah´ın kalbini nûrlandırdığı bir kulsun." [566]

Süleyman b. Muğire, Humeyd b. Hilâl´in şöyle dediğini rivâyte etmiş­tir:

"Duyduğumuza göre cennetliklerin üstte olanları altta olanlarını ziyaret ederlermiş ama altta olanları üsttekileri ziyaret etmezlermiş."

Ben derim ki: Bu, iki mânaya gelebilir:

1- Alt rütbenin sahibi, rütbesini aşamaz. Zaten bunu yapmaya yetki ve ehliyeti de yoktur.

2- Alt rütbedeki insan, üsttekilerin mazhar oldukları nimetleri görüp te üzülmesin diye üst rütbedekilerin yanına gidemez. Cennette üzüntü yok­tur.´[567]

Taberânî... Ebû Ümame´den rivayet etti ki; "Cennetlikler birbirlerini zi­yaret ederler mi " diye sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) .şöyle buyurmuştur:

"Üsttekiler, alttakileri ziyaret ederler. Ama alttakiler üsttekileri ziyaret etmezler. Ancak Allah için birbirlerini sevenler develerinin sırtına halı ve yastıkları bağlayıp Allah´ın dilediği yere gider (ziyaretleşir)ler."

İbn Ebi´d-Dünyâ... Şefi b. Mati´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet nimetlerinden biri de şudur ki; cennetlikler, bineklere ve buhtî develere binerek birbirlerini ziyarete giderler. Eğeri, gemli, işemeyen, dışkı yapmayan atlara biner, Aziz ve Celil olan Allah´ın dilediği yerlere giderler. Üzerlerine bulut gibi bir şey gelir. Onda gözlerin görmediği, kulakların duy­madığı şeyler vardır. "Bize yağdır." derler. Sonuna kadar üzerlerine yağdırır. Sonra Cenab-ı Allah, rahatsız edici olmayan bir rüzgar estirir. Bu rüzgar, sağlarından ve sollarından misk tepelerini savurur. Bu miskin eseri atlarının alınlarında, mafsallarında, başlarında görülür. Onlardan her bir adam, arzu ettiği yöne gider. Üzerlerine, altlarına, elbiselerine misk bulaşır. Sonra yolla­rına devam ederler. Aziz ve Celil olan Allah´ın dilediği yere varırlar. Kadın­lar, bunlardan bazısına seslenirler:

— Ey Allah´ın kulu! Senin bize ihtiyacın yokmudur

— Sen kimsin

— Eşin ve sevgilinim.

— Yerini bilmiyordum.

— Cenab-ı Allah´ın şöyle buyurduğunu duymadın mı : "Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez." (Secde. 32/17)

— Rabbim´e yemin ederim ki, öyledir.

Belki de içinde bulunduğu nimetler ve gördüğü ikramlar bundan sonra onu meşgul edip oyalar o da dönüp o kadına bakmaz." Bu, mürsel ve cidden garip bir hadistir.[568]

İbn Mübarek... Ebû Hüreyre´nin şöyle dediği rivayet etmiştir:

"Cennetlikler, ince ve güze develere binerek birbirlerine ziyarete gider­ler. O develerin sırtında miskten palan vardır. Genizlerinde misk tozu olup onlardan birinin yuları, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır."

İbn Ebi´d-Dünyâ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.), Cebrail´e şu âyet-i kerimeyi sormuş:

"Sûr´a üflenince, Allah´ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar baygın düşer." (Zümer, 39/68) Cebrail de şu cevabı vermiş: "Onlar şe-hidlerdir. Cenab-ı Allah onları, Arş´ının etrafında kılıçlarını kuşanmış olarak diriltir. Mahşerden bazı melekler onlara beyaz yakuttan develer getirirler. Bu develerin palanı altundan, yuları ince ipekten ve atlastan, dayanılacak yastık­ları da ipektendir. Adamların gözlerinin görebildiği kadar uzakları görürler. Şehider cennette atlarına binerek gezerlerken, "Hadi bizi götür de Cenab-ı Allah´ın kulları arasında nasıl hüküm verdiğini görelim" derler. Aziz ve Ce­lil olan Allah onlara güler. Cenab-ı Allah bir kula gülünce de ona hesap so­rulmaz artık." [569]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Muafa b. İmrân´dan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennette, Tûbâ denen bir ağaç vardır. Eğer imkân verilseydi de rahvan ata binmiş bir süvari onun gölgesinde gitmiş olsaydı, yüz sene müddete onun gölgesinde giderdi. Yaprağı yeşil zümrüttendir. Çiçekleri sarı örtülerdir. Et­rafı (dalları) ipek ve atlastandır. Meyvesi, güzel elbiselerdir. Zamkı, zencefil ve baldır. Vadisi, kızıl yakuttan ve yeşil zümrüttendir. Toprağı misk, otları da safrandır. Yakıtsız ısınır. Dibinden selsebil (tatlı su) ve saf şarap ırmağı fışkırır. Gölgesi, cennet ehlinin meclislerinden biridir. Ona alışıp ısınırlar. Orada hepsi konuşurlar. Bir gün onlar orada konuşup sohbet etmekleyken melekler onlara yakuttan develeri sürüp getirirler. O develere ruh üflenmiş-tir. Yularları altın zincirdir. Yüzleri kandil gibidir. Üzerlerinde, levhaları in­ci ve yakuttan olan palanlar vardır. Palanlar, inci ve mercanla işlenmiştir. As­tarları kızıl altındandır. Atlas ve erguvanla örtülmüştür. Melekler bu devele­ri cennetlikler için çöktürürler. Onlara: "Rabbiniz size selâm söylüyor. Du­rumunuzu görmek için sizi ziyaret etmek istiyor ki, siz de O´nu gorebilesi-niz; O´na selam veresiniz, O da sizi sevsin, O´nunla konuşasınız, size olan lutfunu artırsın. Çünkü O büyük lütuf ve geniş rahmet sahibidir.

Cennetliklerden her biri bineğinin başına geçer. Sonra düzgün bir saf ha­linde yola koyulurlar. Bu kafilede kimse kimseyi geçmez. Birinin devesinin kulağı, diğerinin kulağının hizasını geçmez. Bir devenin dizi, diğerinin dizi­nin hizasını geçmez. Cennet ağaçlarından hangisinin yanına varırlarsa, o ağaç onlara mutlaka meyvesini hediye olarak verir. Saflarının bozulmasını istemediğinden dolayı, yollarından çıkıp bir kenara çekilir ki iki kişinin ara­sını ayırmasın.

Her istediğini yapacak gücosahib olan Allah´ın huzuruna çıkarıldıkla­rında Allah onlara mübarek yüzünü gösterir. Büyüklük ve yücelikle onlara tecellide bulunur. Onlar Rablerini görünce: "Rabbimiz sen selâmsın. Selâm sendendir. Ululuk ve ikram hakkı senindir." derler. Aziz ve Celi) olan Rab-leri de onlara der ki: "Doğrusu selâm benim. Selâm bendendir. Ululuk ve ik­ram hakkı benimdir. Vasiyetimi yerine getiren, hukukuma riâyet eden, gıya­ben benden korkan, her hâl-ü kârda benden çekinen kullarıma merhaba diyo­rum." Kullar O´na derler ki: "Üstünlüğüne ve mekânının yüceliğine yemin ederiz ki; senin kadrini hakkıyla bilemedik. Bütün haklarını sana ödemedik. Sana secde etmemize izin ver." Rableri onlara der ki: "Sizden ibadet yükünü kaldırdım. Bedenlerinizi rahatlandırdım. Çünkü (dünyadayken) bedenlerini­zi benim için çok yordunuz; yüzlerinizi zelil kıldınız. Şimdi ise ruhuma, rah­metime, ikramıma kavuştunuz. Dileyin benden ne dilerseniz. Temennide bu­lunun ki temenni ettiğiniz şeyleri size vereyim. Bugün sizleri amelleriniz ka­dar değil, rahmetim, ikramım, geniş lutfum, ululuğum, mekânımın üstünlü­ğü ve sânımın yüceliği kadar mükâfatlandıracağım."

Kullar dilek ve temennilerde bulunmaya devam ederer. Öyle ki en az di­lekte bulunan kimse, -Cenab-ı Allah´ın yarattığı günden yok edeceği güne kadar İçinde var olmuş ve olacak şeyler de dahil olmak üzere- tüm dünya ka­dar dilekte bulunur. Aziz ve Celil olan Allah onlara şöyle buyurur: "Çok az dilekte bulundunuz. Size lâyık olmayan şeylerle yetindiniz. Dileyip temenni ettiğiniz şeyleri sizin için vacip kıldım, (onları muhakkak size vereceğim) soylarınızı size kalacağım. Dilemekte hayal edemediğiniz şeyleri dahi size vereceğim."

Bu zayıf, garip ve mürsel bir hadistir. En iyimser deyişle bu, seleften bi­rinin sözü olabilir. Bazı râvilerinin vehmi bunu merfu bir rivayet olarak gös­termiştir. Aslında öyle değildir. Doğrusunu Allah bilir. [570]


Cennetle Ve Müteferrik Bazı Hadisler Hakkındaki Hükümler Bahsi



Yüce Allah buyurdu ki:

"İnanan, soyları da inançta kendilerine uyan kimselere soylarını da ka­tarız. Onların işlediklerinden hiç bir şey eksiltilmez." [571]

Bunun manâsı şudur: Cenab-ı Allah cennette çocukları -her ne kadar onların amelleri gibi amelde bulunmuş olmasalar da- babalarının derecesine yükseltir. Babaların amellerinden eksiltme de yapmaz. Nihayet babalarla ço­cuklarını bir araya getirir. Babalar, hak ettikleri cennette çocuklarıyla topla­nıp birleşirler. Yükselip bir araya gelerek gözeri aydınlansın diye hepsini bir araya getirmek maksadıyla nakıs olanı, yüksek seviyedekiyle eşitlemek için derece bakımından yükseltir.

Sevrî... Saîd b. Cübeyr´den rivayet etti ki; İbn Abbas şöyle demiştir:

"Cenab-ı Allah, mümin zürriyetini -amel bakımından kendisinden aşa­ğı derecede olsalar bile- kendisinin derecesine yükseltir ki bu sayede gözü aydın olsun."

İbn Abbas böyle söyledikten sonra şu âyet-i kerimeyi okudu: "İnanan, soyları da inançta kendilerine uyan kimselere soylarını da ka­tarız. Onların işlediklerinden hiç bir şey eksiltmeyiz." [572]

İbn Ebi´d-Dünyâ... Saîd b. Cübeyr´den rivayet etti ki; İbn Abbas bu âyet hakkında şöyle demiştir: "Bunlar, müminlerin imân üzere ölen zürriyetidir. Bunların babalarının mertebeleri kendilerinkinden yüksekse, kendileri baba­larının mertebesine katılırlar ve babalarının işlemiş oldukları amelden de hiç bir şey eksiltilmez."

Taberanî... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Adam cennete girdiğinde annesini, babasını, eşini ve çocuğun sorar. Kendisine: ´Onlar senin derecene ulaşmadılar´ denir. O da: ´Ya Rab! Ben hem kendim hem de onlar için salih amel işledim´ der. Bunun üzerine onla­rında kendisine katılmaları emredilir."

Bu hadisi rivayet ettikten sonra İbn Abbas şu âyeti okudu:

"İnanan, soyları da inançta kendilerine uyan kimselere soylarını da ka­tarız."[573]

Avfî, İbn Abbas´frı bu ayet hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Cenab-ı Allah buyuruyor ki: "Zürriyetleri (soyları) inanıp bana taatte bulunan kimselerin o zürriyetlerini de cennette babalarına ilhak edelim. On­ların küçük çocukları da onlara katılır."

Bazı âlimler ayette geçen zürriyet kelimesinin küçük çocukları kapsadı­ğını söylerken başka bazı âlimlerse bu kelimenin küçükleri de büyükleri de kapsadığını söylemişlerdir. Yukarıdaki ayette geçen zürriyet (soy) kelime­siyle küçükler kastedilmiştir. Ama şu ayetlerde geçen zürriyet kelimesi ile hem küçükler hem de büyükler kastedilmiştir:

"Daha önce Nuh´u ve soyundan Davud´u, Süleyman´ı... Dünyalara üs­tün kıldık." (En´âm, 6/84)

"Ey Nuh´la beraber taşı(Zeker) kurtardığımız kimselerin soyundan olan­lar!" (İsrâ. 17/3)

Bu ayetlerde geçen soy (zürriyet) kelimesi, büyükleri kapsamına aldığı gibi küçükleride kapsamına almıştır. Bu da babaların işledikleri salih amel­lerin bereketi vesilesiyle Cenab-ı Allah´ın evlatlara bir lütuf ve merhameti­dir. [574]


Çocukların Salih Amellerinin Bereketi Sebebiyle Cenab-ı Allah´ın Babalara Lutufta Bulunması:



Çocukların duaları sebebiyle Cenab-ı Allah´ın babalara lutufta bulun­masına gelince İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cenab-ı Allah cennette salih kulun derecesini yükseltir. ´Ya Rab! Bu yüksek derece bana nereden geldi ´ diye sorar. Cenab-ı Allah da ona: "Oğ­lunun senin için mağfiret dilemesi sebebiyle oldu" diye cevap verir."

Bu kütüb-ü sittede yer almamakla birlikte senedi sahihtir. Ayrıca Sahih-i Müslim´de... Ebû Hüreyre´den rivayet edilen şu hadis de bunu teyid etmek­tedir:

"Âdem oğlu Ölünce şu üç şey dışında ameli kesilir: Sadaka-i cariye ve­ya kendisinden yararlanılan bir ilim, yahut kendisi için hayır duada bulunan Salih bir evlât." [575]


Cennet Ve Cehennem Hal-İ Hazırda Mevcuttur:



Cennet ve Cehennem şu anda mevcutturlar. Sahipleri için hazır hale ge­tirilmişlerdir. Nitekim Kur´ân-ı Kerîm böyle demiştir. Rasûlullah (s.a.v.)´den de bu hususta mütevatir haberler gelmiştir. Bu kopmak bilmeyen sağlam kul­pa sarılmış olan ehl-i sünnet ve cemaatin inancıdır. Bu kulp, kıyamete kadar sağlam kalacak olan ideal sünnettir. Ama bazıları bunun aksine Cennet ve Cehennemin henüz mevcut olmadığı, ancak kıyamet gününde yaratılacağı inancındadır. Bu, Buharı ve Müslim´in sahihlerinde, mütevatir ve meşhur ol­duklarından dolayı reddi mümkün olmayan sahih ve hasen senedli, diğer şöh­retli, mutemed îslâmî kitaplarda yer alan ve sahihliğinde ittifak edilen hadis­lerden haberi olmayan kimselerin söylediği bir sözdür. Buharı ve Müslim´in sahihlerinde rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), İsrâ gecesinde Cen­neti ve Cehennemi görmüştür. Ve bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur:

´´Cehennem, Rabbine şikâyette bulunup ´Ya Rab! Bir kısmım bir kısmı­mı yedi´ dedi. Rabbi de biri kışın, biri de yazın olmak üzere onun iki kez ne­fes almasına izin verdi. Kışın gördüğünüz zemheri soğuğu, cehennemin so-ğuğundandır. Yazın gördüğünüz şiddetli sıcak da cehennemin kaynamasın-dandir. Sıcak olunca (öğle) namazi(ni) serin vakte erteleyin." [576]

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet ve cehennem aralarında tartıştılar. Cehennem: "Ben mütekeb-birler (dünyada büyüklük taslayanlar) ve mütecebbirler (zorbalık yapanlar) için tercih edildim" diye övündü. Cennet de: "(Ey Rabbim!) Bana niçin sa­dece hitâb etti: "Sen benim rahmetimsin. Kullarımdan dilediklerime rahme­timi seninle ulaştıracağım." Sonra da cehenneme hitâb etti: "Sen de benim azâbimsın. Kızlarımdan dilediğimi seninle azâblandıracağım!" (Her ikisine yönelerek): "İkiniz (inde vazifesi var; ikiniz de) dolacaksınız!" buyurdu. An­cak cehennem, bir türlü dolmak bilmedi. Yüce Allah da ayağını üzerine bas­tı. Derken cehennem: "Yeter! Yeter!" diye inledi. Bu suretle dolmuş olan ce­hennemin ağzı birbirine kavuştu. Allah, mahlukatından hiç bir ferde asla zul­metmez. Cennete gelince, yeni mahlukat yaratarak onu dolduracaktır." [577]

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde... Enes´ten rivayet olundu ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehennem, içine asiler atıldıkça: "Daha var mı " demekten geri dur­maz. Bu hal, yüce Allah´ın cehennemin üzerine ayağını koyup, iki yakasını durup birleştirmesine kadar devam eder. İşte o zaman cehennem: "Yeter, ye­ter! İzzet ve keremine yemin olsun ki yeter!" der. Cennette fazlalık devam eder. Allah, ona mahsus yeni bir halk yaratır ve bunları cennetin fazla kısmı­na yerleştirir." [578]

Sahih-i Buharî´de... Ebû Hüreyre´den rivayet olunduğuna göre Peygam­ber (s.a.v.) buyurmuş ki; Cenab-ı Allah, Cehennem için de yeni mahluklar yaratacak ve onları cehennemin içine atacak, cehennem de: "Daha var mı "

diyecek.

Yukarıdaki iki rivayet arasında uyumsuzluk vardır. Bazı hadis hafızları, bunun, râvilerden bazısının yanılmasından kaynaklandığını söylemişlerdir. Yanılan ravi, kelimeleri birbirine karıştırmış, dolayısıyla cennet hakkında söylenen bir hususu, cehennem hakkında söylenmiş gibi algılamıştır. Doğru­sunu Allah bilir.

Ben derim ki: Eğer yanılgı olmayıp bu iki rivayet de doğruysa; olabilir ki Cenab-ı Allah, dünyada aleyhlerinde bir delil bulunmayan başkalarını im­tihan ettiği gibi onları da hesap yerinde imtihan eder. Asi olanları cehenne­me, çağrıya uyanları da eennete koyar. Çünkü O, şöyle buyurmuştur:

"Biz peygamber göndermedikçe kimseye azâb etmeyiz." (isrâ, [7/15)

"Peygamberlerden sonra insanların Allah´a karşı bir hüccetleri olmama­sı için, gönderilen müjdeci ve uyarıcı peygamberlerden bir kısmını daha ön­ce sana anlatmış, bir kısmını da anlatmamıştık. Allah, Musâya hitâbetmişti. Allah güçlüdür, [579] hakimdir." [580]


Cennetliklerle Cehennemliklerin Bazı Nitelikleri:



Önceki kısımlarda cennetliklerin cennete girmeleri halinde bazı nitelik­lerini; örneğin oraya girerlerken bedenlerinin yedi zira´ genişliğinde ve alt­mış zira´ uzunluğunda olacağını, tüysüz, sürmeli ve otuz üçer yaşında ola­caklarını söylemiştik.

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetlikler cennete melik ziraıyla altmış zira´ uzunluğunda (yani) Adem (a.s.)´inboyunda Yusuf (a.s.)´in güzelliğinde, İsâ (a.s.)´ın yaşında (ya­ni) otuz yaşında girerler ve orada Muhammed (s.a.v.)´in lisanıyla konuşur­lar," [581]

Dâvud b. Husayn... İbn Abbas´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Cennet ehlinin dili arapçadir."

Beyhakî... Ebû Kerime Mikdam b. Madikerib´den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlardan düşük olarak doğup ölen, yaşlanarak ölen veya bu ikisinin arası bir durumda ölen herkesi Cenab-ı Allah (ahirette) mutlaka otuz (veya başka bir rivayete göre otuzüç) yaşında diriltir. Kişi eğer cennetliklerdense, Yusuf (a.s.)´ın suretinde, Eyyub (a.s.)´ın kalbi gibi bir kalbe sahib, gözleri sürmeli ve bedeni tüysüz olur. Ama cehennemliklerdense onların vücutları genişletilip büyütülerek dağlar gibî iri hale getirilirler." [582]

Başka bir rivayette şöyle denilmektedir:

"Öyle ki, onlardan birinin elinin derisi kırk zira´ kalınlığında ve hatta onlardan birinin sivri dişi Uhud dağı kadar büyük olur."

Sahih bir hadiste şöyle buyurulmuştur:

"Cennetlikler yerler, içerler ama işemez ve dışkı yapmazlar. Onların ye­dikleri, katıksız misk gibi kokan bir ter halinde vücutlarından dışarı çıkar. Nefesleri de tahmid tekbir ve teşbihtir." [583]

Bir başka sahih hadiste de şöyle Duyurulmuştur:

"Cennete girenlerin ilk zümresinin yüzleri ay gibidir. Onlardan sonra gelenlerinkiyse kıymet ve paha bakımından gökteki en parlak yıldız gibidir. Onlar eşleriyle cinsel ilişkide bulunurlar, ama dilemedikçe doğurmaz ve üre-mezler. Ölmezler, uyumazlar... Çünkü lezzetlerinin çokluğu, yiyecek ve içe­ceklerinin sürekliliği nedeniyle yaşantıları eksiksiz ve tamdır. Oradaki ebe­dilikleri arttıkça güzellikleri, gençlikleri, kuvvet ve olgunlukları da artar. Cennet onların hoşluk, yakışıklılık, güzellik ve parlaklıklarını da arttırır. Cennete olan rağbet ve tutkuları daha bir artar. Cennet, onlar için çok kıy­metli, pahalı, lezzetli ve tatlı olur. Yüce Allah bu hususta şöyle buyurmuştur: "Orada temelli kalırlar, hiç ayrılmak istemezler." [584]


Fasıl:



Önceki kısımlarda demiştik ki; cennete girecek ilk âdemoğlu, mutlak su­rette Rasûlullah (s.a.v.)´dir. Çünkü o, âdemoğuHarım mertebece en yüksek olanıdır. Cennete girecek ilk ümmet, onun ümmetidir. Bu ümmetten cennete girecek ilk kişi de Ebubekir es-Sıddik (r.a.)´dır. Önceki sayfalarda da anlatıl­dığı gibi bu ümmet, cennetliklerin çoğunluğunu, oradakilerin üçte ikisini teş­kil edeceklerdir. Nitekim önceki bölümlerde denilmişti ki:

"Cennetlikler yüz yirmi saftır. Onların seksen safını bu ümmet teşkil edecektir." [585]


Müslümanların Fakirleri, Zenginlerinden Beşyüz Sene Önce Cennete Gireceklerdir:



Ahmed b. Hanbel´in Müsned´inde, Tirmizî´nin Câmii´nde, İbn Mâ-ce´nin Sünen´inde... merfu olarak Ebû Hüreyre´den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir:

"Müslümanların fakirleri, zenginlerinden yarım gün -yani beşyüz sene-önce cennete gireceklerdir." [586] İsnadı Müslim´in şartlarına göre sahihtir. Tirmizî dedi ki: Bu hadis, hasen sahihtir.

Müslim... Abdullah b. Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Muhacirlerin fakirleri kıyamet gününde zenginleri kırk yıl geride bıra­kacaklardır." [587]

Tirmizî de Câbir b. Abdullah´tan merfu olarak böyle bir rivayette bulun­muş ve sahih olduğunu söylemiştir. Onun Enes´ten de bunun gibi bir rivaye­ti vardır. Ancak bu rivayeti garip saymıştır.

Ben derim ki: Eğer birinci rivayet sağlam olarak hıfz edilmiş ise; bu de­mektir ki; cennete önce giren fakirlerin ilki ile sonda giren zenginlerin so­nuncusu arasında bu kadar zamanlık bir öncelik ve sonralık farkı vardır. Doğrusunu Allah bilir! [588]


Cennete Girecek İlk Üç Kişi İle Cehenneme Girecek İlk Üç Kişi:



İmam Ahrned b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennete girecek ilk üç kişi ile cehenneme girecek ilk üç kişi bana arze-dildi. Cennete girecek ilk üç kişi şunlardır: Şehid. Dünya köleliği kendisini Rabbine taatte bulunmaktan alıkoymayan köle. Çoluk çocuk sahibi olan (di­lenmekten utanan) iffetli fakir. Cehenneme girecek ilk üç kişi de şunlardır: (Halkına) musallat olan emir. Malındaki Allah hakkını ödemeyen servet sa­hibi. Böbürlenen fakir." [589]

Sahih-i Müslim´de İyaz b. Muharhmed el-Mücaşiî´den rivayet olundu­ğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet ehli şu üç kişidir: Sadaka veren, adaletli, başarılı sultan. Tüm yakınlarına karşı kalbi merhametli olan adam. Çoluk çocuk sahibi, dilenme­yen, iffetli müslüman. Cehennem ehli de şu beş kişidir: Her hususta size uyan, mal ve aile talebinde bulunmayan, yakışıksız işlerde bulunmasını en­gel olucu aklı olmayan zayıf (iradeli) kimse. [590] Tamahkârlığı gizli olmayan, az bir şey için dahi hıyanette bulunan hâin kimse. (Geceleyin) sabaha varma­dan, (gündüzleyin de) akşama ermeden ailende veya malında sana mutlaka tuzak kuran adam. Cimri (ya da yalancı) adam. Hayadan uzak olan çok utan­maz adam." [591]

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde... Harise b. Vehb´den rivayet olundu ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Size cennetlikleri haber vereyim mi (Onlar, şu kimselerdir): Horlanan her zayıf kimse ki, Allah´a yemin verse, Allah onun yemininin gereğini mut­laka yerine getirir. Cehennemlikleri size haber vereyim mi (Onlar da şu kimselerdir): Her kaba tabiatlı, büyüklük taslayan mütekebbir kimse." [592]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Rasûlul-lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cehennemlikler; kötü huylu, kaba tabiatlı, büyüklük taslayan, mal top­layan, iyiliği meneden kimselerdir. Cennetliklerse zayıf ve mağluplardır."[593]

Taberanî... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Cennetlik kişi o kimsedir ki; Allah, kulağım hakkında halkın hayırlı övgüleriyle doldurmuştur. Kendisi de hayırla yâd edildiğini işitir. Cehen­nemlik olan da, kendi kulakları, halkın hakkındaki kötü anmalarıyla doian ve bunu bizzat işiten kimsedir." [594]

Kadı Ebû Ubeyd Ali b. Hüseyin... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Peygam­ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennete girecek adamlarınızı size haber vereyim: Peygamber cennette­dir. Sıddık cennettedir. Şehid cennettedir. Şehrin en uç noktasındaki kardeşi­ni sırf Allah rızası için ziyaret eden adam cennettedir. Cennetlik kadınlarınız da şunlardır: Şefkati doğurgan, kocası kendisine darıldığmda gelip elini ko­casının üzerine koyan. Sonra da: ´Sen benden hoşnud olmadıkça Allah´a ye­min ederim ki, uykuyu tadmayacağım´ diyen kadındır."

Önceki kısımlarda geçen sahih hadislerden birinde Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu görmüştük:

"Cennete baktım. Oradakilerin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Ce­henneme baktım. Oradakilerin çoğunun [595]zenginler olduğunu gördüm." [596]


Kıvançta Ve Tasada Aziz Ve Ceiil Olan Allah´a Hamdedenler, Kıyamet Gününde Cennete Girmeye Çağrılan İlk Kimseler Olacaktır:



Habib b. Ebi Sabit kanalıyla önceki bölümlerde İbn Abbas´tan merfu olarak şöyle bir hadis rivayet edilmişti:

"Kıyamet gününde cennete ilk davet edilenler, kıvançta ve tasada Al­lah´a hamd edenler olacaktır." [597]


Muhammed Ümmeti Cennetliklerin Çoğunluğunu Teşkil Edecek Ve Yer İle Rütbe Bakımından Diğer Ümmetlerden Üstün Olacaktır:



Cennetliklerin çoğu bu ümmettendir. Bunlar orada en zengin ve merte­bece en yüksek kimseler olacaklardır, Cennetliklerin Önde gelenleri bu üm­mettir. Nitekim Yüce Allah, kendisine yakın gözdelerin evsafını bildirirken şöyle buyurmuştur:

"Onların büyük kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir."[598]

Defterleri sağ ellerine verilecek kimselerin evsafını bildirirken de yüce lı şöyle buyurmuştur:

"Bunların bir kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir."[599]

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde yer alan bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Nesillerin en hayırlısı benim dönemimdekilerdir. Sonra onların ardı sı­ra gelenler sonra onların ardı sıra gelenlerdir. Daha sonra güneşin (veya Se­mânın) altında bir kavim meydana çıkacak; bunlar adakta bulunacaklar ama adaklarını yerine getirmeyecekler, şahitlikleri istenmeyecek ama kendileri şahitlik edecekler, hıyanet edeceklerdir. Kendilerine güvenilmeyecektir." [600]


Hz. Peygamberin Ashabının İlkleri, İbn Mes´ud´un Da Dediği Gibi Bu Ümmetin En Hayırlılarıdır:



"Sizden uyacak biri olunca, ölmüş olanlara uysun. Çünkü onlar, Mu­hammed (s.a.v.)´in ashabıdır. Onlar, bu ümmetin kalben en imanlıları, ilmen en büyükleri, tekellüf bakımından en azlarıdırlar. Onlar, Cenab-ı Allah´ın, Peygamberinin sohbeti ve dinine yardım için seçtiği kimselerdir. Onların kadrini bilin, onlara uyun. Çünkü onlar dosdoğru hidâyet yolundadırlar." [601]


Bu Ümmetten Çok Sayıda İnsanın Hesap Sorulmaksızın Cennete Gireceğine Dâir Nakledilegelen Hadisler:



Önceki sayfalarda bildirildiği gibi bu ümmetten yetmiş bin kişi, hesap sorulmadan cennete girecektir. Sahih-i Müslim´deki bir rivayette şu ifade yer almaktadır:

"Onlardan her bin kişi ile birlikte yetmiş bin kişi daha cennete girecek­tir." [602]

İmam Ahmed b. Hanbel´in rivayet ettiği bir hadisteyse şöyle denmektedir:

"Onlardan her bir kişiyle yetmiş bin kişi daha cennete girecektir."

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olunduğu­na göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ümmetimden bir zümre cennete girecektir. Onlar yetmiş bin kişi olup yüzleri, dolunay gecesindeki ay gibi parlaktır." Orada hazır bulunan Ukkâşe b. Mihsan kalkıp: "Ey Allah´ın Rasûlü! Beni de o zümreden kılması için Al­lah´a duâ et" dedi. Rasûlullah (s.a.v.) onu cennetliklerden kılması için Al­lah´a dua etti. Bunun üzerine Ensar´dan bir adam kalkıp dedi ki: Ya Rasülal-lah, beni de onlardan kılması için Allaha dua et. Rasûlullah (s.a.v.) ona şöy­le cevap verdi: "Bu hususta Ukkâşe seni geride bıraktı." [603]

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde... İbn Abbas´tan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ümmetler bana arz edildi. Bir peygamber gördüm; beraberinde bir top­luluk vardı. Bir peygamber gördüm;, beraberinde bir iki adam vardı. Bir pey­gamber de gördüm ki, beraberinde hiç kimse yoktu. Kalabalık bir topluluk

gördüm. Onları kendi ümmetim sandım. Bana: "Bu, Musa ve kavmidir. Ama sen ufuka bak" denildi. Baktım; öncekinden daha büyük bir topluluk gör­düm. Bana denildi ki: "Bu, senin ümmetindir. Beraberlerinde yetmiş bin ki­şi daha hesaba çekilmeden ve azâb görmeden cennete girecektir." Bu hadisin bir yerinde şu ifade de mevcuttur: "... Onlar ki, hırsızlık yapmazlar. Uğursuz­luğa inanmaz ve Rablerine güvenip dayanırlar."

Müslim... İmrân b. Husayn´dan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ümmetimden yetmiş bin kişi hesaba çekilmeksizin ve azaba uğramak-sızın cennete girecektir. Onlar, vücutlarına dağlama yaptırmaz, uğursuzluğa inanmaz ve Rablerine güvenip dayanırlar." [604]

Hişâm b, Amman,. Ebû Ümame´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Rabbim, ümmetimden yetmiş bin kişiyi, onlardan her bin kişiyle birlik­te yetmiş bin kişiyi daha hesaba çekmeksizin ve azaba uğratmaksızın cenne­te koyacağını; ayrıca Aziz ve Celil olan Rabbimin avucuyla üç avuç insanı da cennete koyacağını bana va´detti." [605]


Cennet Ve Cehennem, Aksini İddia Eden Batıl Ehlinin Hilafına, Yaratılmış Ve Şu Anda Mevcutturlar



Yüce Allah buyurdu ki:

"Rabbinizin mağfiretine ve Allah´a karşı gelmekten sakınanlara hazır­lanmış, eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun." (Âl-i İmrân. 3/133)

"Ey İnsanlar! Rabbiniz tarafından bağışlanmaya, Allah´a ve peygambe­rine inananlar için hazırlanmış, genişliği yerle göğün genişliği kadar olan cennete koşuşun. Bu, Allah´ın dilediğine verdiği lutfudur. Allah büyük lütuf sahibidir." (Hadid, 57/21)

"İnkâr edenler için hazırlanmış ateşten sakının." (Âl-i tmrân, 3/131)

Cenab-ı Allah, Firavun hanedanı hakkında şöyle buyurmuştur:

"Onlar, sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün, "Firavun´un adamlarım azabın en ağırına sokun" denir." (Mü´min, 40/46)

"Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez." (Secde,32/17)

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde Ebû Hüreyre´den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Yüce Allah buyuruyor ki: ´Salih kullarım için gözlerin görmediği, ku­lakların işitmediği ve insan beşer kalbinden geçmemiş ve sizin muttali olduk­larınızdan başka şeyleri hazırladım.´ Böyle dedikten sonra Rasûlulah (s.a.v.) şu âyet-i kerimeyi okudu: "Onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez."[606]

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde Mâlik´ten rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden biri öldüğünde sabah akşam yeri kendisine gösterilir. Eğer cennetliklerden s e cennetliktir. Cehennemliklerdense cehennemliktir. Kendisine denilir ki: Allah kıyamet gününde seni diriltinceye kadar yerin burasıdır." [607]

Sahih-i Müslim´de Ebû Mes´ud´dan şöyle bir rivayette bulunmuştur:

"Şehidlerin ruhları, yeşil kuşların kursağındadır. Cennette dilediği yere giderler. Sonra Arş´a asılı kandillere gidip barınırlar." [608]

İmam Ahmed b. Hanbel... Kâ´b b. Mâlik´ten riâyet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Mü´minin ruhu, cennet ağacına takılı bir kuştadır. Allah onu diriltece­ği günde bedenine gönderinceye kadar orada tutacaktır." [609]

Önceki kısımlarda Ebû Hüreyre tarafından rivayet edilen ve sahihliğin-de Buharı ile Müslim´in ittifak ettikleri bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet zorluklarla kuşatılmıştır. Cehennemse şehvetlerle kuşatılmış­tır." [610]

Hammad b. Seleme, şu hadisi Ebû Hüreyre´den merfu olarak rivayet et­miştir:

"Cenab-ı Allah cenneti yarattığında Cebrail´e: ´Git cennete bak´ dedi."[611]

Önceki bölümlerde geçen diğer bir hadiste şöyle denilmekteydi: "Cenab-ı Allah cenneti yarattığında ona: ´Konuş´ dedi. O da: ´Mümin­ler saadete ermişlerdir´ dedi."

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde yer alan bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennet ile Cehennem birbirleriyle tartıştılar." [612] Aynı kitaplarda İbn Ömer´den merfu olarak rivayet edilen bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:

"Sıtma, cehennemin sıcaklığmdandır." [613] Aynı kitaplarda Ebû Zer´den merfu olarak rivayet edilen bir hadiste şöy­le buyurulmaktadır:

"Sıcaklar şiddetlendiğinde namazı serin vakte erteleyin. Çünkü sıcaklı­ğın şiddeti, cehennemin kaynamasmdandır." [614]

Buharî ve Müslim´in sahihlerindeki bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Ramazan ayı girdiğinde cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kilitlenir." [615]

İsrâ hadisinde de anlattığımız gibi Rasûlullah (s.a.v.) İsrâ gecesinde cen­net ve cehennemi görmüştür.

Yüce Allah buyurdu ki:

"Andolsun ki Muhammed, Cebrail´i sınırın sonunda başka bir inişinde de görmüştür. Orada varılacak olan cennet vardır." [616]

Ayette sınırın sonu diye tercüme ettiğimiz Sidretü´l-Müntehâ´nın vasfı hakkında Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Onun dibinden ikisi zahir, ikisi de batın (olmak üzere dört) ırmak çı­kar." [617] Batın olan iki ırmağın cennette olduğunu bil­dirmiştir Peygamber efendimiz.

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde yer alan bir hadiste Peygamber efen­dimiz şöyle buyurmuştur:

"Sonra cennete konuldum. Orada iri mercan kayaları vardır. Toprağı da misktir."

Sahih-i Müslim´de Enes´ten rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir ara ben cennette yürümekteyken iki kıyısında oyuk incilerden ya­pılmış kubbemsi çadırlar bulunan bir ırmak gördüm. "Bu nedir " diye sor­dum. "Bu, Rabbinin sana verdiği Kevser´dir" diye cevap verdiler." [618]

Hz. Ömer´in menakıbında anlatıldığına göre, Rasûlullah (s.a.v.), kendi­sine göre demiştir:

"Cennete konuldum. Bir köşkün yanında abdest almakta olan bir cariye gördüm. Ona: "Sen kime aitsin " diye sordum. "Ömer b. Hattab´a aidim" de­di. Ona duhûl etmek istedim ama senin kıskanacağını düşünerek vazgeçtim." Hz. Ömer ağlayarak, "Sana karşı mı kıskanacağım ya Rasûlallah " dedi." [619]

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde Câbir´den rivayet olunduğuna göre RasûluJIah (s.a.v.) Bilâl (r.a.)´e şöyle demiştir:

"Cennete konuldum. Orada, önümde senin ayakkabılarının sesini duy­dum. (Şimdi sen) İslâmiyette yaptığın en ümit verici amelini bana bildir." Bi­lâl şöyle cevap verdi: "İslâmiyette yaptığım en ümit verici bir amel olarak sa­dece şunu yaptım: Gece veya gündüzün her hangi bir saatinde tam bir abdest aldığımda mutlaka o abdestimle Allah´ın bana müyesser kıldığı kadar namaz kılardım."

Yine Bilâl (r.a.) dedi ki:[620]

"Rasûlullah (s.a.v.), Rümeysa´yı cennette gördüğünü de bana haber ver­di."[621]

Güneş tutulması (küsuf) namazıyla ilgili olarak Câbir b. Abdullah´tan ri­vayet olunduğuna göre; Cennet ve Cehennem Rasûlullah (s.a.v.)´e arz edil­miş, cennet ona yaklaştırılmış; o da cennetten bir salkım üzüm koparmak istemiştir. Câbir diyor ki: "Eğer koparsaydı siz, dünya durdukça o üzümden yerdiniz."

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Amr b. Amir b. Luhay el-Huzaî´yi cehennemde bağırsaklarını (ardın­dan) çekip sürerken [622] gÖfdÜm."[623]

Başka bir hadiste de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:[624]

"Cehennemde baston sahibini gördüm."[625]

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamiştl." [626]

"O kedinin cehennemde onu gazab ve öfkeyle sevkedip ittiğini gör­düm."

Rasûlullah (s.a.v.)J geçenlerin yolundan diken dallarını alıp bir kenara atan adam hakkında şöyle buyurmuştur:

"O adamın cennette o diken dallarının gölgesinde gölgelendiğini gör­düm."

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde İmrân b. Husayn´dan rivayet olundu­ğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennete muttali oldum. Oradakilerin çoğunun fakirler olduğunu gör­düm. Cehenneme de muttali oldum. Oradakilerin çoğunun ise kadınlar oldu­ğunu gördüm." [627]

Sahih-i Müslim´de... Enes´ten rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki; benim gördükleri­mi görseydiniz az güler çok ağlardınız." Ey Allah´ın Rasûlü ne gördünüz di­ye sordular. "Cennet ve cehennemi gördüm" diye cevap verdi." [628]

Bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Abdest alan kişi, abdestten sonra kelime-i şehadet getirirse, kendisine cennet kapılan açılır. O kapılardan dilediği birinden içeri girer." [629]

Sahih-i Buharî´de... Berâ b. Azib´in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ra­sûlullah (s.a.v.), oğlu İbrahim vefat ettiğinde şöyle buyurdu:

"Şüphesiz, onun için cennette bir emzirici vardır." [630]

Beyhakî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

•´Müminlerin çocukları cennet dağındadırlar. Kıyamet gününde onları babalarına geri verinceye kadar Hz. İbrahim ve Sara onlara bakacaklardır."

Yine Veki´, Süfyan es-Sevrî´den bu hususta birçok hadis rivayet etmiş­tir. Biz bunların çoğunu sened ve metinleriyle geçmiş bölümlerde aktarmış­tık... [631]

Yüce Allah buyurdu ki:

"Ey Âdem! Eşin ve sen cennette kal. Orada olandan istediğiniz yerde bol bol yeyin. Yalnız şu ağaca yaklaşmayın." (Bakara, 2/35)

Cumhur-u ulemâya göre bu ayette sözü edilen Cennet, ahirette kalına­cak olan cennettir. Başka bir ulema gurubuna göre ise bu, Cenab-ı Allah´ın yeryüzünde Hz. Âdem için yarattığı, sonra da onu oradan çıkardığı bir bah­çedir. Bunu el-Bidaye ve´n-Nihaye (Büyük İslâm Tarihi) adlı kitabımızın ´Hz. Âdem´in Kıssası´ bölümünde -burada tekrarlamaya gerek bırakmaya­cak kadar- teferruatlı olarak anlatmıştık. Yardımına baş vurulacak olan zât; yüce Allah´tır.

Sahih-i Müslim´de... Abdullah b. Amr´dan rivayet olunduğuna göre Ra-sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde Muhacirlerin fakirleri zenginlerden kırk sene önce cennete girerler." [632]

Tirmizî´nin Ebû Hüreyre´den yaptığı rivayete göre;

"Fakirler, zenginlerden yarım gün, yani beşyüz sene önce cennete gire­ceklerdir." [633]

Ben derim ki: Eğer Tirmizî´nin de sahih gördüğü gibi bu hadis sağlam ve sahih bir hadis olarak hıfzedilmişse şöyle bir sonuç ortaya çıkar: Fakirle­rin ilkinin cennete girmesiyle zenginlerin sonuncusunun cennete girmesi ara­sında kırk senelik bir zaman geçer. Doğrusunu Allah bilir.

Kurtubî de Tezkire´de buna şöyle işaret etmiştir:

"Bu, fakirlerle zenginlerin durumuna göre değişir." [634]

Zührî dedi ki:

"Cennetliklerin konuşması arapçadır. Bize ulaşan bir habere göre insan­lar kıyamet gününde Süryanice konuşacaklar, cennete girince de arapça ko­nuşacaklardır."[635]


Dünyada Bir Kaç Koca Değiştirmiş Olan Kadın, Cennette Onların En Güzel Ahlaklısının Eşi Olacaktır:



Tezkire adlı eserinde Kurtubî´nin... Malik´ten rivayet ettiğine göre Hz. Ebubekir´in kızı Esma, kocası Zübeyr´i babasına şikâyet etmiş; babası Ebu-bekir de ona şöyle demiş: "Ey kızcağızım, sabret. Zübeyr iyi bir adamdır. Belki o, cennette de senin kocan olacaktır."

Bana ulaşan bir´rivayette anlatıldığına göre bakire bir kadınla evlenen bir adam, cennette de o kadınla evlenecektir. Ebubekir b. Arabi, bunun garip bir hadis olduğunu söylemiştir.

Ebü´d-Derdâ ile Huzeyfe b. Yeman´dan rivayet olunduğuna göre dün­yaya (birkaç koca değiştirmiş olan) kadm, ahirette son kocasıyla beraber ola­caktır En güzel ahlaklısıyla beraber olacağına dâir bir haber de rivayet edil­miştir.

Ebubekir en-Necc^d... Humeyd b. Enes´ten rivayet etti ki; Ummü Habıbe, Hz. Peygambere şöyle sormuş:

— Ya Rasûlallah! Dünyada eş değiştirmiş olan bir kadm, ahirette hangi kocasıyla beraber olacaktır

— Dünya da kendisiyle beraberken en güzel ahlaklısı hangisi ise ahiret­te ona eş olacaktır. Ey Ümmü Habibe! Güzel ahlak, dünyanın da ahiretin de altınıdır."

Ümmü Seleme´den de buna benzer bir rivayette bulunulmuştur. [636]

Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan Yüce Allah daha ıyı bilir. Dönüş O´nadir.

Mehmet Keskin, 06.07.1995[637]



[1] Tekâsiir, 102/6-8

[2] Meryem, 19/68) (Taberî, Câmi´ul-Beyân,16/114

[3] Taberi, Câ-rni´ul Beyân, 16/111

[4] Ahmed b. Hanbel, 1/435

[5] Kur-tubî, Tezkire, 366

[6] Meryem, 19/72) (Ahmed b. Hanbel, 3/329

[7] Bk. Heysemî. Mec-ma´uz-Zevâid, 10/360, Ebû Saîd´den

[8] Taberî, Câmi´ul-Beyan, 16/109

[9] Meryem, 19/72) (Ahmed b. Hanbel, 6/362

[10] Buharı, Savm,2/4

[11] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 1/398, Taberaııî´den

[12] Tirmizî, Kıyame, 4/9

[13] Kurtubî, Tezk´re, 366

[14] Buharî, Mezalim, 3/1

[15] Kurtubî, Tezkire, 358-359

[16] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 315-320.

[17] Müslim, İman, 1/333

[18] Mösüm, ı/i88

[19] Müslim, İman, 1/180

[20] Taberî, Câmi´ul-Beyân, 16/126

[21] Büliin uzunluk ve tafsilatıyla bu hadis mevzu hadislerdendir, Çünkü Hz. Peygamberin ve Aii (r.a.)´nin böyle bir şey demiş olduğu iddiasını şiddetle reddediyoruz. Okuyucu buna ve benze­ri uydurmalara aldanmaktan

sakınsın. Çünkü bu hasta ve habis bir İsrâiliyat hayalidir.

[22] İnsan, 76/4

[23] İnsan: 20

[24] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 320-325.

[25] Müslim, Cennet. 3/17

[26] Müslim, Cennet, 3/15 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 325.

[27] Ahmed b. Hanbel, 2/295

[28] Tirmizî, Cennet, 4/12

[29] Beyhakî, El-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 230

[30] Tirmizî, Cennet, 4/23

[31] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 326.

[32] Kenzul´1-Um-mâl, 8526-5900

[33] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 326-333.

[34] Kurtubî, Tezkire, 414

[35] Rahman, 55/44

[36] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 333-334.

[37] Buhari, Bed´ül-Halk, 4/10

[38] Ahmed b. Hanbel, 2/467

[39] Muvatta, Cehennem, 3

[40] Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/388. Bezzâr´dan

[41] î. Mecma´uz-Zevâid. 10/386, Taberanî´den İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 334-335.

[42] Tirmizî, Cehennem, 4/710

[43] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 335.

[44] Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/387, İbn Merdeveyh´den

[45] Heysemî, Mecma´uz-Zevâid. 10/387

[46] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 335-336.

[47] Buharî. Menakıb 4/247 (40

[48] Müslim, îman, 1/361

[49] Ahmed b. Hanbel, 2/432

[50] Buharî, Rikak, 7/51

[51] Ahmed b. Hanbel, 4/271

[52] Ahmed b. Hanbel, 2/432

[53] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Ze-yâid, 10/385, Enes b. Mâlik´den İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 236-237.

[54] Buharı, Mevakit, 1/9 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 337.

[55] Buharî, Mevakit, 1/9; Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/388

[56] Buharî, Mevakit, 1/9

[57] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/387, Taberanî´den

[58] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 337-338.

[59] Müslim. Münafikun. 3/55

[60] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 338.

[61] Ahmed b. Hanbel, 3/218

[62] Ahmed b. Hanbel, 3/127

[63] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 338-339.

[64] Ahmed b. Hanbel, 3/208

[65] Bk. Hey-semî, Mecma´uz-Zevâid, 10/391, Ebû Hüreyre´den İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 339.

[66] Buharî, imanveNüzur, 7/12 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 340.

[67] Müslim, Zühd, 3/2290

[68] Müslim, Cennet, 3/31

[69] Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/389

[70] Müslim, Zühd, 3/14

[71] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 340-341.

[72] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/389

[73] Ahmed b. Hanbel, 6/117

[74] Tirmizî, Cehennem, 4/1

[75] Tirmizî, Cehennem, 4/6

[76] Ahmed b. Hanbel, 2/257 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 341-342.

[77] Ahmed b. Hanbel, 2/26

[78] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 342.

[79] Ahmed b. Hanbei, 2/334

[80] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/391

[81] Buharî, Rikak, 7/201

[82] Buharî, Rikak, 7/201

[83] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/391

[84] Tirmizî, Sıfat-ı Kıyame, 4/47

[85] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 342-343.

[86] Ahmed b. Hanbel, 4/223

[87] Ebû Davud, Cihad, 3/9

[88] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 343-344.

[89] Hicr, 15/44

[90] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 344.

[91] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşur, 254

[92] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşur, 254

[93] Beyhakî, el-Ba´sü vc´n-Nüşur, 255

[94] Ahmed b. Hanbei, 2/94

[95] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 344-345.

[96] Ahmed b. Hanbel, 3/29

[97] Ahmed b. Hanbel, 3/29; Bk. Mecma´uz-Zevâid, 10/388, Ebû Ya´lâ´dan

[98] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 345-346.

[99] Bk. Mecma´uz-Zevâid, 10/390, Ebû Ya´lâ´dan

[100] Buharî, Rikak, 7/50

[101] Tirmizî, Cehennem, 4/4

[102] Müminûn, 23/108) (Tirmizî, Cehennem, 4/5 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 346-348.

[103] Tirmizî, Cehennem, 4/5

[104] Zakkum ağacının tomurcuğu, çirkin görünümlü olduğundan dolayı şeytan başına benzetilmiş­tir. Çünkü insanlar, şeytanın başını, çok çirkin ve gönüllerle gözlere şiddetli derecede menfur bir görünümde tahayyül ederler. Örneğin araplar hafit" cisimli, dilini çıkaran ve ısırdığını ânın­da öldüren yılanı şeytana benzetirler. Bâ´zj alimler, "Tomurcuklan şeytan başı gibidir" âyetini bu manâda bir benzetme olarak kabul etmişlerdir ki bu da makbul ve makuldür. Çünkü şey­tan, haya edilemeyecek kadar çirkindir.

[105] Kehf, 18/29 Tirmizî, Cehennem, 4/4

[106] Tirmi­zî, Cehennem, 4/4

[107] Tirmizî, Cehennem, 4/4

[108] Kurtubî, Tezkire, 456 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 348-350.

[109] İbn Mâce, Fiten, 2/12

[110] Müslim, Zühd, 3/2290

[111] Taberî, câ-mi´ul-Beyân, 30/282

[112] Tirmizî, Cihad, 4/13

[113] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 350-351.

[114] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 351.

[115] Tirmizî, Zühd, 4/48

[116] İbn Mâce, Mukaddime 23

[117] Burada dört yüz veya yüz denirken sayı değil, çokiuk kastedilmiştir. Nitekim bir âyette de şöy­le denmektedir: "Onlarayetmiş defa bağışlanma dilesen Allah onları bağışlamayacaklar." (Tevbe. 9/80) Rasûlullah (s.a.v.) de haklarında bu âyetin nazil olduğu kimseler için şöyle demiştir: "Vallahi bunlar için yetmiş defadan fazla bağışlanma dilediğim takdirde bağışlanacaklarını bil­seydim, dilerdim." Demek ki yukarıdaki hadiste 40ü veya 100 rakamlarıyla sayı değil, çokluk kastedilmiştir. Nitekim aynı cümleden olmaz üzere yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Bir aksak­lık bulmak için gözünü tekrar tekrar çevir bak. Ama göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yor­gun düşer." (Mülk, 67/4) Alimlerin dediği gibi göz, iki kez boşuna dönmez, mutlaka bir şey görür. Bu nedenledir ki, iki. rivayetteki sayı farklılığı nedeniyle bir çelişki görülmemekledir. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 351-352.

[118] Neseî, Eşribe, 5/76 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 352.

[119] Kurtubî, Tezkire, 440

[120] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 352.

[121] Bk. Mecma´uz-Zevâid, 10/393, İbn Ebi Diinyâ´dan

[122] Bk- Mecma´uz-Zevâid, 10/393, Taberanî´den

[123] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 352-353.

[124] Murselât. 77/15

[125] Tirmizî, Tefsiru´l-Kur´ân 21. su­re/4; Ahmed b. Hanbel, 3/75

[126] Bey-hakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşur, 268

[127] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 353.

[128] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/390

[129] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşur, 264 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 353-355.

[130] Bkz. Kaf suresi: 37

[131] Tirmizî, Cennet, 4/27 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 355-356.

[132] Kurtubî, Tezkire, 414

[133] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 356.

[134] Kurtubî, Tezkire, 416

[135] Kurtubî. Tezkire, 417 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 356-357.

[136] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/390

[137] el-Ba´sü ve´n-Nüşur, 615

[138] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 357.

[139] Müminim, 23/104 Kitabü´l-Ehval, 170

[140] Tirmizî, Cehennem, 4/5

[141] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 357-358.

[142] Hicr, 15/1-2 Taberi, Câmi´ul-Beyân, 2/14

[143] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/380. Enes b. Mâlik´ten

[144] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 358-359.

[145] Cenab-ı Allah cehennemi azâb yurdu kıldığı ve onun vasıtasıyla kâfirlere sapıklardan inlikâm aldığı halde onu ne diye zelil kılıyor

[146] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 359.

[147] İbn Cevzî, el-Mevduat, 1/272

[148] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 360-361.

[149] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 362.

[150] Buharı, Teyemmüm, 1/1

[151] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/372, bu Ya´lâ´dan

[152] Ahmed b. Hanbel, 5/127

[153] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 362-363.

[154] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâ-id, 10/380; Kitabü´I-Ehval (İstidrakât), 5

[155] Kitabü´l-Ehval (îstirdakât), 6

[156] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 363-365.

[157] Buhari, Megazi, 5/55

[158] Müs­lim, Cenaiz, 1/7 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 365.

[159] Müslim, İman, 1/195

[160] Mtiddessir, 74/48

[161] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 365-366.

[162] Müslim, İman, 1/188

[163] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nü-şûr, 332 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 366-367.

[164] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 367.

[165] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 367.

[166] Ahmed b. Hanbel, 5/175

[167] Bk. Delâilü´n-Nübüvve, 5/484

[168] Tirmjzî, Kıya-mc, 4/11

[169] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/378

[170] Ahmed b. Hanbel, 3/319

[171] Kurtubî, Tezkire, 378

[172] Ahmed b. Hanbel, 3/258

[173] Müslim, İman, 1/180

[174] Hz. İbrahim asla yalan söylememiştir. Allah´ın peygamberlerinden birinin yalancı olması, hâ­şâ mümkün değildir. Hz. İbrahim, kendi inançsız kavmine mecazi manâlarla tarizde bulun­muştur. O, lafızların zahiri manâlarını kasdetmemiştir. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Ki-nayeü sözierie yalandan kurtulabilirsiniz." Şu halde Hz. İbrahim "Ben hastayım" derken, kav­minin nakdine davete aldırış etmeyip yüz çevirmeleri, peygamberliğini yalanlamaları nedeniy­le çektiği manevi sıkıntılar! kasdetmişti. Putları kimin kırdığım soranlara da "Büyükleri kırdı" demekle de; akıldan ve fikirden yoksun kalarak, görmeyen, işitmeyen, kendilerini savunama­yan taştan yapılma putlara tapa kimselerle alay etmek istemişti.

Karısını soran görevlilere "Bu benim kardeşimdir" demekie de imân ve islâm kardeşliğini kas-detmİştir ki; bu, kardeşliğin en kıymetlisi ve en yücesidir. Zira yüce Allah: "Müminler ancak kardeştirler" (Hucurât: 10) buyurmuştur. Şu halde Aliah´ın masum peygamberi İbrahim Halil-lullah asla yalan söylemiş değildir.

[175] Yüce Allah´ın mekânı yoktur. O, yönlere ve mekânlara girmekten münezzehtir; Bu dini bir ha­kikattir. Selim akıl ve sahih akide sahipleri arasında bu hususta ihtilaf yoktur. "O´nun benzen hiç bir şey yoktur. O, işitendir, görendir." (Şûra, 42/11)

Kesinleşen bu İslâmî ilke karşısında bu ve benzeri hadislerde geçen konak kelimesini ikamet konağı olarak yorumlayanlayız, Bu ancak şeref ve keramet makamı olarak yorumlanabilir. Ra­sûlullah (s.a.v.)´e verilen ziyaret izni ise ancak yüce Rabbin onu onurlandırması şeklinde açık­lanabilir. Kendisinden önce hiç bir peygambere verilmeyen bir şerefe mazhar olarak, göz ka­maştıran ilâhî nur basamaklarından çıkarak ilâhi rızâ makamlarına yükselir. Duâ eder, duası kabul edilir. Allah´ın tutfu büyüktür.

[176] Buharî, Tevhid, 8/24

[177] Hz. Peygamberin izin istemesi, günahkârlara şefaat hususunda kutlu ve yüce Rabbin ona müs-maha etmesini bekleyip ümid etmesidir. -Ancak Allah´ın izin vermesi durumunda şefaatin fay­da vereceği günde günahkârların bağışlanmalarını umarak Rasûlullah (s.a.v.) şefaaı izni ister. "O´nun izni olmadan kalında şefaat edecek kimdir " (Bakara, 2/255)

[178] Buharı, Tevhid, 8/36

[179] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/373

[180] Kitabü´l-Ehval (îstidrakât), 6

[181] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/373

[182] Müslim, îman, 1/334

[183] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 367-372.

[184] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 23

[185] Ahmed b. Hanbel, 3/292

[186] Âdem (a.s.)´in günahı, yasaklandığı haidc unutarak cennetteki ağacın meyvesini yemesidir. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki: ´"And olsun ki daha önce Âdem´e and vermiştik. Fakat unut­tu. Onu azimli bulmadık." (Tâ-Hâ, 20/115) O, sata makamlarının en yükseği olan peygamber­lik makamına münasip olmayacak şekilde münacat ve ibadet yönüyle kendini Allah´a verme­yip sürekli O´nu düşünüp zikretmeye, O´nunla bağlantı halinde olmaya ters düşecek tarzda unutkanlığa girdi ve bu nedenle sorumlu tutuldu. Hz. Âdem´in günahı, belki de "iyiler için ha-sene sayılan şey, gözdeler için seyyie hükmündedir" kuralının kapsamına giren davranışlar­dandır. Zira peygamberlerden başkalarının unutmaları af kapsamına girer. Hz. Âdem, Allah (c.c.) ile irtibattan gafil kalınca kınandı; sonra bağışlayıcı olan Allah onu affetti. "Âdem, Rab-bine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı. Rabbi yine de onu sevip tevbesini kabul buyurdu. Ona doğ­ru yoîu gösterdi."

[187] Hz. İbrahim´in yalandır dediği bu sözlerle ilgili (Tâ-Hâ, 20/121-122) açıklama Önceki kısım­larda dipnotta verilmiştir.

[188] Hz. Musa o adamı Öldürmek İstememiş, yardım isteyen müminin imdadına yetişmek için o adama değneğiyle vurmuş ve o darbenin etkisiyle düşüp ölmüştü. Çünkü eceli tamam olmuş­tu. Her vâdenin bir bitimi vardır. Hz. Musa bu duruma üzülmüş, Rabbinden mağfiret dilemiş, Rabbi de onu bağışlamıştı. "Musa: "Rabbim! Doğrusu kendime yazık ettim. Beni bağışla." dedi. Allah´da onu bağışladı. O, şüphesiz bağışlayandır. Merhamet edendir." (Kasas, 28/16)

[189] Kendisinin izin ve rızâsı olmaksızın bazı insanların onu tanrı sayarak kendisine ibadet etmiş olmalarında İsâ peygamberin ne suçu vardır Kendisi insanları bir Allah´a ibadete çağırıyor­du. Kendisinin, Allah´ın kulu ve elçisi olduğu gerçeğini kavminin zihinlerine ve kalblerine yerleştirmeye çalışıyordu. "Ben onla/a sadece ´Rabbim ve Rabbiniz olan Allah´a kulluk edin´ diye bana emretiğini söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şâ-hiddim. Beni öldürdüğünde onları sen göziüyordun. Sen herşeye şâhidsin." (Mâide, 5/117)

[190] Cenab-ı Allah, bir nicelik ve sınır çerçevesinde olmaksızın görülecektir. Çünkü onur ve üs-tunluk sahibi olan yüce Rab, cesed ve bir şeye hulûf etmekten münezzehtir. Gönül ve akıl sa­hiplerinin imânı böyledir.

[191] Ahmed b. Hanbel, 2/281-282

[192] Mu´cemu´l-Kebir, 11/11454

[193] Ah­med b. Hanbel, 2/75

[194] Müslim, İman, 1/346

[195] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid. 10/380

[196] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 373-377.

[197] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/381

[198] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/381

[199] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid. 10/369

[200] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Ze-vâid, 10/369

[201] Beyhakî, el-Ba´s ve´n-Nuşûr, 23

[202] Hz. Nûh, Kur´ân-ı Kerîm´de de anlatıldığı gibi inançsız kavmine şöyle beddua etmişti: "Rab­bim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar. Sadece ahlâksız ve çok inkarcıdan başkasına doğurup yetiştirmezler." (Nûh, 71/26-27) Hz. Nuh´tan başka hiç bir peygamber böyle bir bedduada bulunmamıştı. Çünkü bu, kâfirlerinin köklerinin kazınması, varlıklarına son verilmesi, nesillerinin sona ermesi İçin yapılan bir bedduaydı. Hz. Musa´nın kendi kavmine yapmış olduğu beddua, şiddetli olmakla birlikte Hz. Nuh´unkinin derecesine ulaşmamıştı. Çünkü o, kavminin kalblerinin mühürlenerek, malları telef edilerek dünya azabına çarptırılmasını istemişti. Nitekim onun bedduasını da Kur´ân-ı Kerim bize şöyle nakletmektedir: "Rabbimiz! Doğrusu sen Firavuna ve erkânına zinetler ve dünya hayatında mallar verdin. Rabbimiz! Senin yolundan şaşırtmaları için mî Rabbimiz! Mallarını yok et, kalblerini sık. Çünkü oıalar can yakıcı azabı görmedikçe inanmazlar." (Yu­nus, 10/88)

[203] Bu görme, sınırsız ve keyfiyetsiz bir görme olacaktır.

[204] Ahmed b. Hanbel, 1/4

[205] Ahmed b. Hanbel, 3/12

[206] Ahmed b. Hanbel, 3/5

[207] Ahmed b. Hanbel. i/306

[208] Ahmed b. Hanbel, 3/25

[209] Buharî, ilim, 1/33

[210] Müslim, îman, 1/338

[211] Ahmed b. Hanbel, 2/307

[212] Müslim, İman, 1/334

[213] Müslim, İman, 1/335

[214] Ahmed b. Hanbel, 2/454

[215] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 377-383.

[216] İbn Mâce, Zühd, 2/37

[217] Kurtubî, Tezkire, 372

[218] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 383-384.

[219] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/382, Ebû Ya´lâ ve Taberanî´dcn

[220] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 384-385.

[221] Tirmîzî, Kıyame, 4/12

[222] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/382

[223] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Ze-vâid, 10/382, Taberânî´den

[224] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/381, Taberânî´den

[225] Ahmed b. Hanbel, 3/469

[226] Ahmed b. Hanbel, 5/257

[227] Ahmed b. Hanbel, 5/366; Tirmizî, Kıyame, 4/12

[228] Ahmed b. Hanbel, 5/267

[229] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 385-387.

[230] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 82

[231] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 86

[232] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 387.

[233] Yani aziz ve celil olan Allah´a inanan kalblerinin görünce rahatlayıp tatmin olacağı, sükûnel bulup saadete ereceği bir suretten ayrı bir surette onlara gelir. Seçkin ve takvâlı kimseler, rabbani bir iîham ile o sureti bilip tanırlar.

[234] Yani keyfiyetsiz ve vasıfsız olarak kullarına tecelli edince.

[235] Yani basiretlerinin tanıdığı, görünce ruhlarının aydınlandığı bir surette yanlarına gelir. Çün­kü aziz ve celil olan Allah´ın gözlerle algılanacak bir sureti yoktur. O´nu görünce kirpikler adeta sürmelenir. "Gözler O´nu görmez. O, bütün gözleri görür. O lâtiftir haberdârdır" CEn´âm, 6/103)

[236] Buharı, Rikak. 7/204

[237] Buharı, Rikak, 7/204

[238] Müslim, İman, 1/314

[239] Ahmed b. Hanbel, 3/230

[240] Müslim, İman, 1/321

[241] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 388-392.

[242] Ahmedb. Hanbel, 2/118

[243] Buharî, Tefsir 19 (Meryem)/5

[244] Ahmed b. hanbel, 2/261

[245] Timizi, Sı-fatü´l-Cenne, 4/20

[246] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 392-393.

[247] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 394.

[248] Müslim, İman, 1031

[249] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 394.

[250] Müslim, Zekât, 1/85

[251] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 394-395.

[252] Müs­lim,Siyam, 1/166 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 395.

[253] İbn Mâce, Zühd, 2/6

[254] İbn Mâce, Zühd, 2/6

[255] Ahmed b. Hanbel, 2/169

[256] Hims: Suları çok uzakta olan yerler. Öyleki deve, ilk su içiminden sonra ikinci içime ancak beşinci günde ulaşabilir. Ya da iki su kaynağı arasında üç günlük yol bulunan bir yer.

[257] Ahmed b. Hanbel, 1/304 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 395-396.

[258] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 129

[259] Tirmizî, Ce­hennem, 4/1

[260] Ahmed b. Hanbel, 1/234

[261] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 396.

[262] Ahmed b. Hanbel, 2/425 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 396.

[263] Kîtabü´l-Ehval, 63

[264] Kenzü´l-Ummâl, 3/6410

[265] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 396-397.

[266] Bu ifade yüce Allah´ın Kur´an-ı Kerim´indeki apaçık olan; "Cennetlikler oraya geldiklerin­de Cennetin kapıları açılacaktır" âyet-i kerimesindeki ifadeyle çelişmektedir. Belki de bura­da bir vav harfinin düşmüş olması mümkündür. Çünkü âyetler de anlaşıldığı gibi cennet eh­li burada toplandıklarında cennet kapıfarı onlara açılmış olacaktır. Ama cehennemlikler gel­diklerinde cehennem kapıları oniar için kapalıdır. Allah bizler için cehennem kapılarının açıl­masından bizi korusun.

[267] Müslim, İman, 1/330

[268] Ahmed b. Hanbel, 5/242

[269] Müslim, Taharet, 1/17

[270] Buharî, Savm, 1/4

[271] Buharî, Bed´ül-Halk, 4/9

[272] Ahmed b. Hanbel, 2/268

[273] Ahmed b. Hanbel, 5/159

[274] Beyhakî, cl-Ba´süve´n-Nüşür. 148

[275] Müslim, zuhd, 3/14

[276] Tirmizî, Cennet, 4/2548

[277] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 150

[278] Tirmizî, Taharc, 1/55

[279] Kurtubî, Tezkire, 449

[280] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 397-399.

[281] Kurtubî, Tezkire, 498

[282] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 400.

[283] Ahmed b. Hanbel, 5/242 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 400.

[284] Buharî, Tevhid, 8/24

[285] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 141

[286] Buharî, Rikak, 7/51

[287] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 400-401.

[288] Buharî, Cihad, 6/3

[289] Buharı, Cihad. 3/4

[290] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 401-402.

[291] Tirmizî, Cennet, 4/4

[292] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 402.

[293] Tirmizî, Cennet, 4/4

[294] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 402-403.

[295] Tirmizî, Cennet, 4/4

[296] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 403.

[297] Kıyâme, 75/22 Tirmizî, Cennet, 4/17

[298] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 238

[299] Allah´ı görmek keyfiyetle sınırlı değildir. O, yönlerden hiç biriyle kayıtlı değildir. Cisimde değildir. O zayıflığı hususunda alimlerin icma´ ettikleri ve bu hadisin ravisi olan Süveyr b. Ebi Fahite´nin durumu üzerinde düşünmek gerekir.

[300] Secde, 32/17 Müslim, İman. 1/312

[301] Secde, 32/17 Buharî, Tevhid, 8/35

[302] Secde, 32/16-17 Müslim, İman, 1/312

[303] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 403-404.

[304] Müslim, Cennet, 3/11

[305] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 405.

[306] Allah için birbirlerini sevenler, dünyevi bir menfaat veya kişisel çıkarlar olmaksızın Allah sevgisi üzerinde kalbleri bir araya gelen kimselerdir.

[307] Ahmed b. Hanbel, 3/87

[308] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 405.

[309] Buharî, Ezan, 1/8

[310] Müslim, Salât, 1/11

[311] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 405-406.

[312] Ahmed b. Hanbel, 2/265

[313] Ahmed b. Hanbel, 3/83

[314] Neseî, Ezan, 2/37 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 406.

[315] Rasûlulah (s.a.v.), Allah´ın rahmetinin kendilerine yakın olduğuna müminlerin kanaat getir­melerini sağlamak; ilâhi rahmetin, tevbe edenlerin günahlarım sileceğine, kendisine dönme­leri halinde de inananları kendi lütfuyla örteceğine gönüllerini kandırmak ve dolayısıyla da korku onları ümitsizlik çölüne düşürmesin istemiştir. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki: "Ey Muhammedi De ki: "Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah´ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü o bağışlayandır, merhametlidir." (Zümc, 39/53)

[316] Ahmed b. Hanbel, 2/305

[317] Müminûn. 23/1

[318] Teğabün, 64/16 Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/397, Taberanî´den

[319] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/397, Taberanî´den

[320] Mü´minûn, 23/1

[321] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/397, Bez­zâr´dan

[322] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 138

[323] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/397, Taberanî´den

[324] Kaseb: Kamış anlamına da geldiği için Fatıma (r.a.) anamız böyle bir soruyu babasına (s.a.v.) sormuştur, (çeviren)

[325] Buharı, Bed´ul-Vahy, 1/3

[326] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 406-408.

[327] Tirmizî Cennet, 3/4

[328] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/419. Ahmed´den

[329] Ahmed b. Hanbel, 1/156

[330] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr. 158

[331] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/420, Taberanî´den

[332] Bu hadisin senedi ve isnadı gariptir. Amit özü ve manası daha gariptir. Bu nedenledir ki; bir aklın bunu doğrulamasına, mümin bir kalbin buna inanıp güven duymasına imkân görüleme­mektedir. Çünkü bu, İslâmın reddettiği, Hz. Peygamberin söylemeyeceği, akıllı bir müslümanın onaylamayacağı zayıf ve merdud İsrâİHy âttandır. Zira her kanepede yetmiş yatak ve her yatakta da bir huri bulunması nasıl mümkün olur Ve biz mümine yukarıdaki uyduruk hadiste anlatılan o güzel şeylerin tümünden yararlanacak güç nasıl verilir Sonra İnsanlığa hikmetin özünü ve hakkın cevherini öğreten Rasûlullah (s.a.v.)´e, böyle bir şeyi gerçekten söylemiş olacağına nasıl inanırız Böyle bir inanca sahib olması hususnda nefsimize nasıl izin veririz Bu, İsrailiyattandır.



[333] Hayret, hem de çok hayret!.. Kadri yüce bir âlim olan İbn Kesir, bu hadisin senedini -zayıf­lığından dolayı- reddediyor da; aklın, zevkin ve İslâmın kesinlikle kabul etmeyeceği ve ke­sinlikle Hz. Peygambere isnad edilemeyecek olan bu mevzu hadisin içeriğine dikkat çekmi­yor.

[334] Kurtubî, Tezkire, 507

[335] Hastalanan, ağrılarla sancılara ve belâlara müptela olan ama bu imtihan karşısında sabreden, kazaya rızâ gösteren ve Rablerine küsmeyenler, işte onlar şu âyetle müjdelenen kimselerdir "Sabredenlere müjdele. Onlara bir musibet geldiğinde: "Biz Allah´ınız ve elbette O´na dö­neceğiz" derler. Rablcrinin mağfiret ve rahmeti onlaradır. O´nun yolunda olanlar da onlar­dır." (Bakara, 2/155-157) İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 408-410.

[336] Müslim, Cennet, 3/9

[337] Bu âyet-İ kerimenin, İbn Abbas´a isnâd edilen bu yalanla ne ilgisi vardır Bu masalın dinî bir hakikat diye kadri yüce bir sahabiye nispeti haram, hem de çok haramdır. Bundan daha da günah olanı, bu masalın, önünden ve arkasından batılın karışmadığı Allah´ın kitabından bir âyetle irtibatlandırılmasıdır. Gönlü inciten, şuurlu ve güçlü bir iman sahibi kimsenin duy* gularını rencide eden husus, İbn Kesir gibi büyük bir âlimin kaleminden böyle kelimelerin çıkması ve sonra da kendisinin, bu kelimelerdeki asılsızlığa dikkat çekmemesi ve gözlerimi­zi açmamasıdır.

[338] Beyhakî, el-Ba´süve´n-Nüşûr. 202

[339] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 410-411.

[340] Buharî, Salât, l/l

[341] Müslim, Fiten, 3/92-93

[342] Ahmed b. Hanbel. 3/361

[343] Buha­rî, Cihad, 3/5

[344] Ahmed b. Hanbel, 2/315

[345] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 411-412.

[346] Tirmizî, Cennet, 4/27

[347] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 166 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 412.

[348] Müslim, Salât, 1/53; Ahmed b. Hanbel, 3/102

[349] Ahmed b. Hanbel, 3/232

[350] Ahmed b. Hanbel, 2/112

[351] Ahmed b. Hanbel, 3/247

[352] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 92

[353] Beyhakî, et~Ba´sü vc´n-Nüşûr, 189

[354] Tirmizî, Cennet, 4/10

[355] Ahmed b. Hanbel, 2/112

[356] Beyha­kî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 95

[357] Tirmizî, Cennet, 4/10

[358] Buharî, Tefsiru´l-Kur´ân, 6/108

[359] Ahmed b. Hanbel. 2/112

[360] Buharî, Tefsiru´l-Kur´ân, 6/108

[361] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Niişûr, 95

[362] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 413-415.

[363] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 415.

[364] Ah­med b. Hanbel, 3/174

[365] Ahmed b. Hanbel, 2/289

[366] Yani bu isimler, cennetteki bazı ırmaklara verilmiştir. Ama bu demek değildir ki dünyada bu adlarla bilinen ırmaklar, cennetten gelmektedir.

[367] Bu, realiteyle çelişen bir sözdür. Bu nedenle Rasûiullah (s.a.v.) ve iftira edildiği kesindir. Yağmurun gökten iniş sebebi bellidir. Bu ayette geçen gök kelimesiyle bulut kastedilmiştir. Buluta -yüksekte oluşu nedeniye- gök denilmiştir. Çünkü lügate göre, yüksekte olan herşey göktür. Bu hadis münker olduğuna göre. -Allah affetsin- İbn Kesir, neden bunu burada nak­letmiş !.. O her ne kadar garip ve münker saymışsada bu hadisi nakletmemeliydi. Özelikle bu hadisin zımmında bazı Kur´ân ayetlerini nakletmesi, insanların akıllarını şaşırtmaktadır. Kaldı ki bu uydurma hadisin satırları arasına serpiştirilen bu ayetler, bu asılsız sözle ispat­lanmak istenen husus için bir delil veya delile benzer bir şey de değildir. Kur´ân ayetlerini duygu ve mantığa ters düşen manalarda yorumlamak merduttur, gayr-ı makbuldür. Bu, İsra­illilerin yalanlarından, heveslerine göre orîaya koydukları sapıklıklarından ve işleri körü kö­rüne karıştırmalarından başka birşey değildir.

[368] Belh: Horasan´ın büyük şehirlerinden biridir. Onunla Seyhun Irmağı arasında on fersahlık bir mesafe vardır. Hz. Osman´ın zamanında Abdullah b. Amir b. Küreyz´in komutasındaki Ahnef b. Kays tarafından feth edilmiştir. Bu şehir hakkında Hafız Ubcydullah b. Abdullah şöyle demiştir:

"Derim ki: İstemeye islemeye Bağdat´tan ayrıldım. Katîa ve Kerh halkına selâm olsun. Gönlüm arkada kaldığı halde ileriye doğru gidiyorum. Gönlüm Kerh´tedir ama yönüm Belh tarafınadır."

[369] Kurtubî, Tezkire, 490

[370] Bcyhakî, el-Ba´sü ve´nNUşûr, 166

[371] Beyhakî, el-Ba´süve´n-Nüşûr, 166

[372] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 415-417.

[373] Tirmizî, Cennet,1/4

[374] Gövdesi altundandır. Yani hakikaten değil de renk ve görüntü bakımından altun gibidir.

[375] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 173

[376] Yani safiyet, güzelik ve görüntü parlaklığı bakımından gövdesi zümrüt, dallan altım gibidir. Yoksa hakikaten altun ve zümrüt değildir. Aksi takdirde bu, ağacın yeşillik parlaklık ve mey­ve vermesini sağayan canlılığa ters düşer. "İki cennetin meyvelerini de kolayca toplarlar." (Rahman, 55/54). "Bu cennetlerde her türlü meyveden iki çift vardır." (Rahman, 55/52) Şu halde bu yoruma göre, bu bapta nakledilen rivayetler sahih sayılmalıdır.

[377] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 417-418.

[378] Buharî, Rikak, 7/51

[379] Buharî, Rikak. 7/51

[380] Cennette gövdesi bu kadar kalın, gölgesi bu kadar enli ve uzun bir ağacın bulunması imkân­sız değildir: Çünkü bu ağaç, genişliği göklerle yer kadar olan bir cennettedir. Çünkü büyük­lüğü bir milyon ikiyüzelli bin kat dünyadan fazla olduğu ilmen tespit edilen güneşin, sema­nın sadece bir bölümünü aydınlattığını görüyoruz. Yedi kat göğün büyüklüğü ne kadardır Varın siz düşünün. Buna Kur´an´ın İfadesine göre yer de eklendikten sonra cennetin eni, yer ile göklerin toplam büyüklüğü kadar oluyor. Cennetin eni bu kadarsa kim biiir uzunluğu ne kadardır. Bunu ancak Allah bilir.

[381] Buharî, Rikak, 7/51

[382] Tirmizî, Cennet, 1/4

[383] Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/415, Bezzâr´dan

[384] Buharî, Bed´ül-Halk, 4/8

[385] Tİrmtzî, Cennet, 1/4

[386] Ahmed b. Hanbel, 2/257

[387] Dârimî, Rikak, 2/114 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 418-419.

[388] Ahmed b. Hanbel, 4/183-184

[389] Ahmed b. Hanbel, 3/71

[390] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 419-420.

[391] Buharı, Bed´ul-Halk, 4/6

[392] Bu hadisle ilgili açıklama önceki sayfalarda verildi.

[393] Tirmizî, Sıfatu´l-Cennet, 4/9

[394] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid. 10/414, Taberânî´den

[395] Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/414, Taberânî´den

[396] İbn Mâce, Edeb, 2/56

[397] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 420-421.

[398] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 193

[399] Buharî, Ezan,1/91

[400] Ahmed b. Hanbel, 3/353

[401] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/414, Taberânî ve Bezzâr´dan

[402] Kenzü´l-Ummâl, 35323

[403] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 422-424.

[404] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/414, Bezzâr´dan

[405] Tirmizî, Cennet, 4/10

[406] Sa´lebî ya da Saaiibî: Hafız, vaiz, müellif, müfessir, kurrâ Ebu İshak Ahmed b. İbrahim en" Nisabûrî es-Sa´lebî. Tefsir ilminde zamanının yegane âlimiydi. İbn Hallikân´da onu böyle nitelemiştir. H. 427. senede vefat etmiştir. Sa´lebî, onun lakabıdır. Nesebini bidıren bir keli­me değildir bu. Hl-Keşfii ve´1-Beyân an tefsir´il-Kur´ân; onun büyük tefsirinin adıdır.

[407] Kurtubî, Tezkire, 526

[408] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 424.

[409] Ahmed b. Hanbel, 2/537

[410] Bu cümlenin Hz. Peygamberin ağzından çıkmış olması mümkün değildir. Çünkü oturağı bir mil veya yarım millik yer tutacak irilikte bir kadının var olması mümkün değildir. Olsa olsa bir milin binde biri kadar yer tutar.

[411] Hz. Peygamberin böyle bir şey söylemiş olacağına doğrusu insanın inanası gelmiyor. Cen­nete yerleşen bir kimseyi şehvete batmış bir cinsellik suretine büründürerek tasvir etmek, mümine şeref kazandırmaz ve onun kadrini yüceltmez.

[412] Ahmed b. Hanbel, 4/367

[413] Bk. Heysemî, Mccma´uz-Zevâid, 10/416, Bezzâr´dan

[414] Ahmed b. Hanbel, 3/316

[415] Müslim, Cennet, 3/18

[416] Ahmed b. Hanbel, 3/349

[417] Müslim, Cennet, 3/7

[418] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/414 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 424-427.

[419] Buharı, Muzaraa, 3/20

[420] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 427.

[421] Buharî, Enbiya, 1/4; el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 187

[422] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 187

[423] Buharı, Rikak, 7/44

[424] Mutaffifîn, 83/25-26

[425] Mutaffifîn,83/27

[426] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 191-192

[427] Saffât, 37/45-47

[428] Müellif, âyet-i kerîmede geçen ğavl kelimesini baş ağrısı değil de karın ağrısı olarak tefsir etmeyi yeğlemiştir. İbn Abbas, Katade, İbn Zübeyr ve Mücahid´İn de bu kelimeyi böyle tef­sir ettikleri rivayet edilmiştir. Bazı âlimler, bununla aklın baştan gitmesinin kastedilmiş ol­duğu görüşündedirler. Nitekim dünya" şarabı da içenlerin akiını başından götürür. Kelimenin iki anlamda da kullanılmasına mani yoktur. Çünkü dünya şarabı insanın hem akıl hem de be­den sağlığına zarar verir ve bu nedenle müslümanlıkta haram kılınmıştır.

[429] Müslim, Libas, 2/2

[430] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 427-430.

[431] Müslim, Taharet, 1/40

[432] Ahmed b. Hanbel, 2/407

[433] Müslim, Cennet, 3/21

[434] Müslim, Cennet, 3/21

[435] Ahmed b. Hanbel, 3/16

[436] Ahmed b. Hanbel, 3/157

[437] Ahmed b. Hanbel, 3/75

[438] Tirmizî, Cennet, 4/23

[439] Ahmed b. Hanbel, 3/203

[440] Ahmed b. Hanbel, 3/71

[441] Beyhakî, e!-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 173

[442] Yani renk ve manzara güzelliği bakımından kökü zümrüt, daiları da kızıl altın gibidir. Yoksa kökü gerçekten zümrüt, dalları da kızıl altın gibidir. Yoksa kökü gerçekten zümrüt, dalları da kızıl altın değildir. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 430-432.

[443] Bu hadisin manasındaki gariplik, senedindeki gariplikten daha derindir. Yatakların bu dere­cede veya buna yakın derecede yüksek oluşu bir kıymet ifade etmez. Sonra bu, cennet nimet­lerinde bir artma ve fazlalaşma da değildir. Allah´ın kitabında anlatılan yatakların yüksekli­ği, o yataklardaki cennet kadınlarının temiz ve yüksek şerefli oluşunun dolaylı bir ifadesi de­ğil midir Nitekim bazı zeki, basiret sahibi ve ileri görüşlü alimler de bu düşüncededirler. Yatakların yüksekliğini bu mecazi manâda anlamak kastedümediğine göre en uygun ve en lâyık olan şey, bu yatakların manen yüksek oluşlarıdır ki; bu yükseklik onların kıymetini yüksek ve pahalı kılar. Nitekim bazı basiret sahipleride bu görüşe kail olmuşlardır. Rivayet edilen bazı hadisler de buna delâlet etmektedirler. Yani cennet yataklarının kıymet ve nefa­setinin üstünlüğü, -çok pahalı ve yüksek kaliteli de olsa- dünyamızdaki yataklaruıkine kı­yasla gök ile yer arasındaki mesafe kadar yüksektir. Toprak nerede, süreyya yıldızı nerede Dünyâ nimetleri nerede, cennet nimetleri nerede Cennette zerre ağırlığınca bir şey, dünyâ­dan ve dünyâdaki her şeyden daha hayırlıdır. Nitekim doğru söyleyen, kendisine doğru va­hiy gelen, kendi havasına (ve kafasına) göje konuşmayan Rasûlullah (s.a.v.}´de böyle buyur­muştur. Kaldıkt yukarıda geçen, hadis, Derrac Ebu Semh tarafından rivayet edilmiştir. O, münker hadis rivayet etme yoluna koyulmuştur. Âlimler onun rivayetlerine güven duymaz-lar.

[444] Tirmizî, Tefsir Sûre: 56/5

[445] Gâ-siye, 88/12-15 Tirmizî, Sıfatü´l-Cennet. 4/8

[446] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 432-433.

[447] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr. 203

[448] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 434-435.

[449] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/417

[450] Bk. Heysemî. Mecma´uz-Zevâid, 10/419

[451] Burada insanı utandıran, edebe mugayir ve aynı zamanda bu hadisin uydurma olduğunu is­patlayan bazı ifadeleri nakletmedik. Zira Rasûlullah (s.a.v.), konuşma adabı ve utanma hu­susunda kâmil bir örnekti. "Haya imandandır.", "Haya, imândan bir şubedir,", "Hayanın hepsi hayırdır.", "Her dinin bir ahlâkı vardır. İslâmın ahlâkı da hayadır." diyen odur. Bu ha­disin râvileri arasında bir adamın adı geçmektedir ki onun adı, bu hadise olan güveni sıyırıp atmaktadır. Bu hadis, İsmail b. Rafi b. Ebi Rafiin rivayet ettiği hadislerdendir. Tirmizî, ´´Ba­zı ilim sahipleri onun zayıf bir ravi olduğunu söylemişlerdir." dedi. Münzirî de onun boş ve kof olduğunu söylemiştir. Bazıları onun normal olduğunu söylemişlerdir.

[452] Beyhakî. el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 327

[453] Ahmed b. Hanbel, 2/537

[454] Bu sözlerde uydurmahk karakteri hâkimdir. Çünkü bir kadının makadmın bir millik yeri kap­laması aklen kabul edilir bir şey değildir. Rasûlullah (s.a.v.) böyle bir şey söylemez. İçinde tutarsızlık olmasına rağmen İbn Kesir´in bunu rahatlıkla nakletmesi hayret vericidir. Kaldı ki bunun ravisi Daric Ebu´s-Semh, münker rivayetleriyle tanınmış birisidir. Hele Ebu Hey­sem kanalıyla Ebu Said´den rivayette bulunması da bunun uydurma olduğu ihtimalini fazla-iaştırmaktadır.

[455] Tirmizî, Cen­net, 4/23

[456] Câbiye: Şam yakınlarında ve oraya bağli bir kasaba. Hz. Ömer orada meşhur nutkunu irâd etmişti. Oraya Câbiyet´ül-Colân da denir.

[457] Arap dilinde sayılarla sınırlama değil, çokluk kastedilir. Biz bu garip hadisin son kısmını, kâ­mil nübüvvet edebine ters düştüğü için nakletmedik. Bu da bunun rivayeti, hatta tedvin ve yazılışı caiz olmayan mevzu ve müslehcen sözlerden olduğunu kesinleştiriyor.

[458] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 206, 333

[459] Ahmed I. Hanbel, 4/131

[460] Müslim, Cennet, 3/14

[461] Buharî, Rikak, 7/16

[462] Ahmed b. Hanbel, 3/75

[463] Cennetliklerden bir adam sağa sola dönmeksizin bir yere .yaslanmış olarak yetmiş, senesini geçiriyor. Öyle mi Ne kadar az bir zamanmış bu Daric Ebu´s-Semh´c ve rivayetlerine ye­ter artık! Hayret ona ve rivayetine!.. Sonra Merhum İbn Kesir´in de bu tür hadisleri kabul ve tasdik ederek nakletmesi, doğrusu çok şaşırtıcı bir durumdur.

[464] Buharî, Cihad, 3/5

[465] Buharî, Cihad, 3/6

[466] Kurtubî, Tezkire. 518

[467] Bk. Heysemı, Mecma´uz-Zevâid, 10/419, Taberânî´den

[468] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 435-439.

[469] Tirmizî, Cennet, 4/24

[470] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/419. Ta-berânî´den

[471] Kurtubî, Tezkire, 518

[472] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 439-440.

[473] Bu. Kur´ân-ı Kerîm´in azametine yakışmayan bir yorumdur.

[474] Tirmizî, Cennet, 4/6

[475] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/417, Bezzâr´dan

[476] Bu. Rasûlullah (s.a.v.)´in söyleyeceği bir söz olmadığından biz de bunu kitaptan çıkarıp al­tık. Merhum İbn Kesir´in de bunu nakletmemesi gerekirdi.

[477] Bu da Rasûiullah (s.a.v.}´in söyleyeceği bir söz değildir. Bunun ravileri arasında Daric Ebu´s-Semh de vardır.

[478] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/416, Bezzâr´dan

[479] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/417. Bezzâr ve Tabe­ranî´den

[480] Bu hadis Sûveyd b. Saîd´in rivayetİerindendir. Sika olmayan bir ravidir, özellikle ama olma­sından sonraki rivayetlerinde. Neseî onun hakkında şöyie demiştir.: "O sika ve güvenilir ol­mayan bindir."

[481] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâıd, 10/416, Tabcrânî´den

[482] Bu da daha önceki gibi Rasûİullah´ın (s.a.v.) söyleyeceği bir söz olamayacağından hadisin ifadelerini buraya almadık. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 440-442.

[483] Tirmizî, Cennet. 4/23

[484] Beyhakî. el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 220

[485] Zümer, 39/34 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 442.

[486] Tirmizî, Cennet; 4/20

[487] Ahmed b.-Hanbel, 3/95

[488] A´râf, 7/42

[489] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 442-443.

[490] Bk. Heysemî, Meç--ma´uz-Zevâİd, 10/415,´Taberânî ve Bezzâr´dan

[491] Fâtır,35/35 Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 244

[492] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 443-444.

[493] Tevbe, 9/72

[494] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 444.

[495] Müslim, Cennet, 3/9

[496] Kurtubî, Tezkire, 533

[497] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 444.

[498] Sınırsız bir şekilde bakışırlar. Müminler o zaman nura, sevinç ve neşeye gark olurlar. Öyle-ki diğer bütün nimetler önemsizleşir. Çünkü onlar ilâhî hoşnutluk ve ikram sağanağına tutu­lurlar.

[499] ibn Mâce, Mukaddime, 13

[500] Yani güzel görünüm ve renk bakımından kızıl yakuta benzer o develer. Yoksa o develer ger­çekten yakut değildirler. Çünkü yakutluk, hayvaniyele ve hayata ters düşen bir şeydir.

[501] Heysemî, Mecmâ´uz-Zevâid, 10/418, Taberâ-nî´den

[502] Beyhakî. el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 249

[503] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 444-446.

[504] Buharî, Tevhid, 8/24

[505] Buharî, Tevhid, 8/24

[506] ibn Mâce, Mukaddime, 1/13

[507] Kurtubî, Tezkire, 537

[508] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 446-448.

[509] İbn Mâce, Mukaddime, 1/13

[510] Beyhakî, el-Ba´sü vc´n-Nüşûr, 249

[511] Kurtubî, Tezkire. 534

[512] Kurtubî, Tezkire. 535

[513] Rahmetiyle tecelli eder. Tevbekâr kutlarına da hoşnudluk kapılarını açar.

[514] Heysc-mî, Mecma´uz-Zevâid, 10/421, Bezzâr, Taberânî ve Ebû Yaİâ´dan.

[515] Bu iniş, Allah´ın rahmetinin İnişi ve kableriye kendisine yönelen, ihsan ve lutfunu uman mü­min kullarına ilâhî esintilerini yönellmesidir. Yoksa burada mekân ve cihet çemberine giril­miş olarak bedeni bir iniş söz konusu değildir. Cenabı Allah bu gibi durumlardan münezzeh. Üstün ve de çok yücedir.

[516] Heysemî, Mecma´uz-Zevâid. 10/421, Enes´den

[517] Heyse­mî, Mecma´uz-Zevâid, 10/422, Bezzâr´dan

[518] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 448-451.

[519] Tiimizî, Sıfatu´l-Ccnnci, 4/15

[520] Müslim, Cennet, 3/5

[521] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 451-452.

[522] Kâl´ur: Şeffaf ve keskin kokulu bir madde (çeviren)

[523] Beyhakî. ei-Ba\sü ve´H-NUş£r, 2îO

[524] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 452-453.

[525] Ahmed b. Han­bel, 2/171

[526] Ahmed b. Hanbei, 2/171

[527] Buharî, Kiiabu´d-Diyat, 8/30

[528] Ahmcd b. Hatibe

[529] Tirmizî. Kıtabu´d-Diyâî. 4/11

[530] Ahmcd b. Hanbel,5/27

[531] Ahmed b. Hanbel, 2/356

[532] Enes, şehid edildikten sonra cennete giui. "Allah yolunda öldürülenleri Ölü saymayın. Bilâ­kis Rableri kalında diridirler. Allah´ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde r> Zlklanilar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler." (Âl-i İmrân, 3/169)

[533] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 453-454.

[534] Müslim. Fiten. 3/92-93

[535] İbn Mâce, Züiul. 2/39

[536] ct-Tcrhib ve´t-Tergib, 4/514 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 455-456.

[537] Buharı, nisam, 2/8

[538] Tİrraizî, Edeb, 5/86

[539] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 456-457.

[540] Ebû Ya´lâ, Müsned, 1 i/6192

[541] Tirmizî, Cennet. 4/27 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 457.

[542] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 457.

[543] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 457.

[544] Tirmizî, Cennet, 4/21

[545] Ahmed b. Hanbel. 3/254

[546] Tirmizî, Cennet. 4/21

[547] Ahmed b. Hanbel, 2/29!

[548] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 458.

[549] Tirmizî. Sıfatu´l-Cennet, 4/24

[550] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 213

[551] Beyhakî. el-Ba´sü vc´n-Niişûr. 207

[552] Bk, Heysemî, M«<:ma´uz-Zevâid, 10/419

[553] Beyhakî, el-Ba´sü ve´n-Nüşûr, 212´

[554] Sâd, 38/40 Beyhakî, el-Ba´sü ve´ıı-Nüşûr, 213

[555] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 459-462.

[556] Yani renk bakımından kızı! yakut gibidir ya da at şeklinde kızıl yakuttan yapılmış bir cihaz­dır. Çünkü at, gerçeklen yakut olsa, kendisinde canlılık olmaz.

[557] Tirmizî. Cennet, 4/11

[558] Tirmizî, Ccnneı, 4/11

[559] Kurtubî. Tezkire, 532

[560] Taberânî, Mu´cemu´l-Ke-bir, 4/4069

[561] Kenzü´l-Umrnâl, 12/35225

[562] Aziz ve Ceiil olan Allah´ın cennetinin illa da altın, gümüş, ve çeşitli mücevherattan olacağı hususunda raviler acaba neden ısrar ediyorlar Bazılarının iddialarına göre cennetin köşkie-ri, surlarının taşları, toprağı, nehirlerinin kıyılan, bitkieri, ağaçlarının dalları, atları, deve .sü­rüleri, çeşitli kuşları hep mücevherattanmış!.. Bu gibi sözleri ısrarla Rasûiullah (s.a.v.)´e is-nad etmenin sebebi nedir acaba Yoksa hastalık. İslama bir tuzak mı kurmak istiyor Yoksa aymazlık, bütün mutluluk ve şerefi mücevherlerde mi görüyor Ya da bu ikisi, sebep oarak birleşiyor mu Bunlardan birincisi nedeniyle hadis uyduruluyor ve yalanlar hadis diye orta­ya sürülüyor, (kincisi, yani aymazlık nedeniyle de düşünmeden körü körüne bir kabûlcülük onaya çıkıyor. Cenneti ve eşyalarını değerlendirmek, dünyadaki ölçülerden başka ölçüerle yapılmalıdır. Bunun başka bir yolu da yoktur. Dünyamızda bir şeyin kıymeti, azlığına ve çokluğuna göre değişir. Arz ve talep dengesindeki gerçek konumuna göre değer sahibi veya değersiz olur. Bu nedenledir ki susamaktan Ölmek üzere oan bir kimseye göre bir yudum saf ve temiz su, dünyanın bütün hazinelerinden daha kıymetlidir. Allah´ın cennetinde muhtaç kimse yoktur. Orada arz ve taep kanunu işlemez. Çünkü orada alış veriş yapılmaz. Bu nok­tadan hareketle diyebiliriz ki; dünyanın mücevherleri, cennette, insanların bu dünyadaki ha­yatlarında işgal elliği konumdan bambaşka bir konumda olacaktır. Cennetin hakikati; orada­ki çeşitli nimetler; zannedenlerin zannından daha üstün, değer takdir edenlerin takdir ellikle­ri değerden çok daha değerlidir. Rahmet peygamberinin hikmet lisanıyla, cennette nelerin bulunacağı şöyle ifade edilmiştir: "Orada gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve beşer kalbinden dahi geçmemiş şeyler vardır." "Cennette zerre ağırlığınca bir şey, üzerinde güne­şin doğduğu ve battığı her şeyden daha hayırlıdır." Cennetin kıymetini ve kadrinin yüceliği­ni gördünüz mü Bunlarda, akılları ve kalpleri, Abdullah b. Abbas´tan rivayet edilen şu ışık saçıcı söze (hadis´e) yöneltecek bir etken yok mudur : "Dünyada cennetten (yani oradaki eş-yalardanj sadece isimler vardır."

Şimdi de .511 iki gerçeğe işaret etmemiz gerekiyor: I- Kur´ân-i Kerim, bu ravilerin ısrar ettik­leri şeylere hiç bir ayetinde işarette bulunmuyor. Onun apaçık âyetleri sadece bildiriyor ki: Cennette allın, gümüş ve mticevheret, müminlerin süsü olacaktır. Mutluluklarını sağlayacak Ölçüde fıtrî ve makul bir şekilde bunlardan yararlanacaklardır. "Orada allın bilezikler ve in­ciler takınırar. Oradaki elbiseleri de ipektendir." (Hacc, 22/23) "Gümüş bileziklerle süslen­mişlerdir. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir." (İnsan, 76/21) ":Orada altın bilezikler ta­kınırlar." (Kehf, 18/31) "Bunlar Adn cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler." (Fatır, 35/33) 2- Bitkilerin bitkiliği, hayvanların hayvaniydi, -akın, inci veya başka bir mücevher de olsa- ccmadatın cansızlığına zıttır. Bazı raviler bu bu gibi şeylerin cennette hesapsız denecek derecede çok bulunduğunu söylemekten haz duyuyorar. Hatla bunlardan bazıları, cennetteki ağaçların meyvelerinin, .sofralardaki yemeklerin ve kupalarla kâselerdeki içeceklerin de mücevherattan olduğunu ileri sürüyorlar !.

[563] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 462-464.

[564] Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/421, BezzârMan

[565] Mutaffifîn, 83/26

[566] Taberânî, Mu´cemu´l-Kebır, 3367

[567] Bu, Cenab-ı Allah´ın, kalplerini kin ve düşmanlıktan arındırıp saflık, ihlâs ve sevgiyle dol­durduğu cennetliklerin hakikatini bilmemekten dolayı söylenmiş bir sözdür: "Bizonların gö­nüllerinde olan kini çıkardık; artık onlar şeditler üzerinde karşılıklı oturan kardeştirler." (Hicr, 15/47). ´Cennette altlarından ırmaklar akarken gönüllerinden kini çıkarıp atarız. "Bi­zi buraya eriştiren Allah´a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola iietmeseydi, biz doğru yo­lu bulamazdık. And olsun ki Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmiştir" derler. On­lara: "İşlediğinize karşılık işte mirasçısı olduğunuz cennet´ diye seslenilir." (A´râf, 7/43) Cennette alt rütbe yoktur ki, ´Alt rütbe sahibi´ gibi bir söz sarfetmek veya cennetin bazı yer­leri için ´alt derecedeki yerler´ demek caiz olsun. Rasûliillah (s.a.v.)´in "Cennette zerre ağır­lığınca bir şey, dünyâdan ve dünyâ üzerindeki herşeyden daha hayırlıdır" dediği sabit iken böyle bir vasıflandırma nasıl caiz olur Üst rütbelilerin ait rütbelileri ziyaret edeceklerine da­ir nakledilen hadisin sahihi iği çok şüphelidir. Rasûlullah (s.a.v.) cennetliklerin en yüksek rüt­belisi olduğu halde müminler onu ziyarel edeceklerdir. Bundan şüphelenenlerin vay haline!..

[568] Bu hadis değildir. Aksine bu, içinde nübüvvet aydınlığı ve hidayeti bulunmayan bir sözdür. Râvilen arasında Eyyub b. Beşir el-İclı vardır ki, Zehebî, onun meçhul bir râvi olduğunu söy­lemiştir.

[569] Kitabü´l-Ehval, 62

[570] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 464-468.

[571] Tûr, 52/21

[572] Tûr, 52/21

[573] Tûr, 52/21 Taberâııî, Mu´cemu´I-Kebir. 11/12248

[574] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 468-469.

[575] Dârimî, Mukaddime, 1/36 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 469-470.

[576] Tiimîzî, Cehen­nem, 4/9

[577] Müs­lim, Cennet, 3/36

[578] Müslim, Cennet, 3/38

[579] Nisa, 4/164-165

[580] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 470-471.

[581] Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/398-99, Taberânî´den

[582] Beyhakî, el-Ba´sii ve´n-Nüşûr. 232

[583] Müslim, Sıfatu´l-Cennet, 3/18

[584] Kehf, ıs/108 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 471-472.

[585] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 10/403, Taberânî´den İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 472.

[586] Tirmizî,Zühd,4/37

[587] Ahmed b. Hanbel, 2/169

[588] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 472-473.

[589] Ahmed b. Hanbel, 2/425

[590] Yani bunlar, yaptıkları ve yapmadıkları her işle başkalarına uyan, hayırda ve serde, hakla ve batılda başkalarıyla birlikte hareket eden, şahsiyet, görüş ve akıl gibi bir keramete sahib ol­mayan, şahsiyetleri başkalarında eriyen, Rasûlullah (s.a.v.)´in: "Hiç biriniz kendini hakir gör­mesin" sözüyle dikkatlerimizi yönelttiği selîm litral edebine karşı kör ve sağır olan kimseler­dir. İrşâd edici diğer bir hadisinde de peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: "Hiç biriniz kararsız olmasın. İnsanlar iyilik yaparlarsa ben de yaparım. Kötülük yaparlarsa bende yapa­rım´ demesin. Aksine: ´İnsanlar iyilik yaparlarsa ben de yaparım. Onlar kötülük yaparlarsa, onların yaptıklarından uzak dururum´ desin." "Doğrusu bunda, kalbi olana veya hazır bulunup kulak verene ders vardır." (Raf, 50/37)

[591] Ahmed b. Hanbel. 4/262

[592] Ken-zü´l-Ummâl. 3/5934

[593] Ahmed b. Hanbel, 2/214

[594] İbn Mâcc, Zuhd, 2/25

[595] Ahmed b. Hanbel, 2/173;

[596] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 473-474.

[597] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 474.

[598] Vakıa, 56/13

[599] Vakıa. 56/39-40

[600] Buharı, Rikak, 7/7 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 474-475.

[601] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 475.

[602] Müslim, İman. 1/371

[603] Ahmed b. Hanbel, 2/40!

[604] Bubarî, Rikak. 7/50

[605] Tirmizî, Kıyamc, 4/12 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 475-476.

[606] Seo de, 32/17 Müslim. Cennet. 3/2

[607] Ahmedb. Hanbei.2/51

[608] Müslim, İmare, 2/12!

[609] Ahmcd b. Hanbel, 3/455

[610]Tirmizî. Cennet. 4/21

[611] Tırmizî. Cennet, 4/21

[612] Müslim, Cennet. 3/12

[613] Buharî. Bed´ul-Halk. 4/10

[614] Buharî, Bed´ul-Halk, 4/10

[615] Buharî, Savm, 2/5

[616] Neon, 53/13-14

[617] Ahmed b. Haübel, 4/208, 209

[618] Tirmizî, TefsinTI-Kur´ân, 5/108

[619] Buharî, Ashabu´n-Nebi, 4/6

[620] Müslim. Fczâilü´s-Sahâbe. 2/21

[621] Rümeysâ: Künyesi Ümmii Süleym oiup Ebu Talha (r.a.)´nın zevcesidir. Rasûlullah (s.a.v.) onun hakkında şöyle buyurmuştur: ´"Kendimi (rüyada) cennete girmiş gördüm. Orada Ebu Talha´nın zevcesi Rumeysâ ile karşılaştım." Ebu Talha onunla evlendiğinde mehri, İslamiyet idi. Rümeysâ, Ebu Talha´dan önce müslüman olmuştu. Ebu Talha onunla evlenmek istedi. O da: "Eğer Müslüman olursan seninle evlenirim." dedi. Ebu Talha müslüman oldu ve onunla evlendi. Mehri de Islhamiyel oldu.

Burada faziletli sahabi kadınlardan Enes b. Mâlik´in annesi Gumeysa binti Melhan hatun hakkında peygamber bir şehftdet ve Muhammedi bir müjde daha vardır: Hammad b. Sele­me... Enes´ten rivayet etti.ki Rasûluîlah (s.a.v.} şöyle buyurmuştur: "Cennete girdim. Orada bir ayakkabı sesi duydum. "Bu kimdir " diye sordum. ´´Bu. Enes b. Mâlik´in annesi Gumey-sa binti Mcîhan´dır" dediler."

[622] Buharı, Menakıb, 4/9

[623] Amr b. Amir b. Luhayy el-Huzaî, cahiliyet döneminde develeri tesyib eden ilk kişidir. (Tes-yib: Dişi deveyi ilahlara bırakmak, sırtına yük vurmamak, yününü kırkmamaktır. Bu deve, dilediği her tarafta otlanır.) Oysa İslâmiyet bunu yasaklamıştır: "Allah, kulağı çentüen, salı­verilen... hayvanların adanmasını emretmemiştir." (Mâide, 5/103)

[624] Müslim, Küsuf, io/i

[625] Cahiliyet devrinde bastonlu bir adam varmış. Yollarda bekleyip insanların dalgınlık ve meş­guliyetini gözetler, bastonunun eğri ucriyla onların eşyalarını peyder pey çalarmıs. Adamlar farkına varırlarsa kendi kastı olmaksızın bastonunun o eşyalara takıldığını söyler ve Özür di-lermiş.

[626] Müslim. Küsuf, 1/9

[627] Buharî, Rikak, 7/16

[628] Ahmed b. Han-bel, 3/102

[629] Müslim. Ta­haret, 1/17

[630] Buharî. Cenaiz, 2/92

[631] Beyhakî. el-Ba´sü ve´n-Niişûr, 231

[632] Ahmed b. Hanbel, 2/169

[633] Tirmızî, Zühd, 4/37

[634] Kurtubî, Tezkire, 513

[635] İnsanların kıyamet gününde hangi dille, cennette hangi dille konuşacaklarına dair Zührî´den rivayet edilen bu sözün bir delil ve hücceti yoktur. Cennetliklerin lisanı hususunda rivayet edilen hadisin münkerattan olduğuna önceki kısımlarda dikkat çekmiştik. Bu husustaki güze! .sözlerden biri şudur: "Gözlerin gördüğü acaipliklerden biri, kabir suâlinin Süryanice olaca­ğının söylenmesidir. Şeyhimiz Belkinî bu hususla şöyle fetva vermiştir. Başkasının böyle de­diğini görmedim. Allah´ın yaratıklarıyla ilgili çeşitli durumları vardır." İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 476-480.

[636] Kurtubî,Tezkire, 523

[637] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 481.
Kıyamet Gününden Önce Görülecek Olan Duman:

Kıyamet Yaklaştıkça Ölümler Çoğalacaktır:

Kıyametten Önce Şiddetli Bir Yağmur Yağacaktır:

Henüz Meydana Gelmemiş Bazı Olaylar Vuku Bulmadıkça Kıyamet Kopmayacaktır

Kıyamet Alâmetlerinden Biri De, İnsanların Yüksek Binalar Yapma Yarışına Girmelidir

İlmin Azalması, Cehaletin Çoğalıp Yayılması Kıyamet Alâmetlerindendir:

Arap Diyarında Mal, Servet Ve Altının Fazla Derecede Artması Da Kıyamet Alâmetlerindendir:

Kıyamet Kopmadan Bazı Arapların İslâmdan Geri Döneceklerine Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Ahlâksız Ve Dinsiz Kimselerin En Fazla Dünyalığa Sahib Olmaları, Kıyamet Alâmetlerindendir:

İşlerin Ehil Olmayan Kimselere Verilmesi Kıyamet Alâmetlerindendir:

Kıyamet Alâmetlerinden Biri De Emanetin Zayi Olmasıdır:

Kıyametten Önce Vaktin Bereketsiz Kılınacağına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Değersiz Kimselerin Söz Sahibi Olmaları Kıyamet Alâmetlerindendir:

Âhir Zamandaki İnsanların Evsafı:

Anlatımın Bir Çeşidi Büyü Gibidir:

Kıyamet Ancak Şerli İnsanların Üzerine Kopacaktır:

Kıyametten Az Önce İnsanın Adamlığı Heder Olacaktır:

Tevhid Ehli Kimsenin Üzerine Kıyamet Kopmayacaktır:

Kıyamet Ancak Kötülüğe Karşı Çıkmayan Ve İyiliği Emretmeyen Kimselerin Üzerine Kopacaktır:

İnsanların En Şerlileri Kıyamet Koptuğunda Hayatta Bulunacak Olanlardır:

Kıyametin Yaklaşması

Geçmiş Zamana Oranla Kıyametin Vakti Yaklaşmıştır:

Kendi Zamanında Hayatta Bulunanlardan Hiç Birinin Yüz Sene Sonra Yeryüzünde Kalmayacağına Hz. Peygamberin İşaret Buyurmuş Olması:

Kıyametin Kopması Artık Yakındır:

Kıyametin Ansızın Ama Mutlaka Gelmesinin Yakın Olduğu.

Kıyamet Alâmetlerinden Bazıları1

Dünyanın Gitmeye, Ahiretin De Gelmeye Yüz Tutmuş Olması

Kıyametin Gelişi An Meselesidir:

Sûr Hadisi

Kıyamet Sahnesinin Veya Bir Bölümünün Tasviri:

Sûr Üflemeleri

Ölümünden Sonra Çürüyen Bedenden Geride Sadece Kuyruk Sokumu Kemiği Kalır:

Kıyamet Gününün Bazı Korkulu Halleri:

Ahir Zamanda İnsanları Önüne Katıp Mahşere Sevk Edecek Olan Ateş:

İnsanlar Kıyamet Gününde Üç Sınıf Hafinde Haşredilecektir:

İnsanlar Kıyamet Gününde Yalınayak, Çıplak Ve Sünnetsiz Olarak Hasredilirler:

Fasıl:

Fasıl:

Fasıl:

Diriliş Üflemesi:

Dirilişle İlgili Hadisler

Cesedlerîn Kabirlerinde Diriltilip Çıkarılmaları İçin Sûr´a Liflenecek Olan Kıyamet Günü, Bir Cuma Günüdür:

Kıyametin Kopma Vakti:

Toprak, Peygamberlerin Cesedlerini Çürütmez:

Kıyamet Gününde İlk Olarak Hz. Peygamberin Mezarı Açılacak Ve İlk Olarak O, Mezardan Çıkacaktır:

Kıyamet Gününde Dirilip Mezardan İlk Çıkacak Olan Kişi, RasÛlullah (s.a.v.)´dir:

İnsanların Yalınayak, Çıplak Ye Sünnetsiz Olarak Dirilip Haşredilecekleri Ve,O Günde İlk Olarak Kime Elbise Giydirîleceği:

Kıyamet Günü Kendisine İlk Elbise Giydirilecek Kimse İbrahim Halilullah Aleyhisselâmdır:

Kıyamet Gününde İnsan, Hayır Veya Şer Kendi Amel Elbisesi İçinde Dirilecektir:

Kıyametin Korkulu Hallerini Tasvir Eden Bazı Ayet-i Kerimeler:

Kıyametin Korkulu Hallerini Ve O Günde Vukubulacak Bazı Büyük Olayları Anlatan Ayet Ve Hadisler:

Kıyamet Gününde Allah´ın Gölgesiyle Gölgelenecek Olanların Bazıları:

Kıyamet Gününde Allah´ın Gölgesinin Altına Herkesten Önce Gidecek Olanlar:

Hz. Peygamberin Müminlere Büyük Müjdesi:

Büyüklük Taslayanlara Kıyamet Gününde Verilecek Bazı Cezalar:

Fasıl:

Kıyamet Gününün Uzunluğu Ve Bu Hususta Nakledilen Âyet Ve Hadisler:

O Kadar Şiddetli Ve Uzun Olmasına Rağmen Kıyamet Günü, Mümin İçin Farz Bir Namazı Kılmaktan Daha Hafif Olacaktır:

Zekât Vermeyenler İçin Hazırlanmış Azâbların Bazısı:

Kıyamet Günü Âsiler İçin Zor Ve Uzun, Takva Ehli Kimseler İçinse Kolay Ve Kısadır:

Peygamberlerden Sadece Rasûlullah (s.a.v.)´e Verilen Makam-ı Mahmud (Övülecek Makam):

Makam-ı Mahmud, Şefaat Makamıdır:

Allah´ın Hiç Bir Peygamberine Verilmemiş Beş Şey, Rasûlullah (s.a.v.)´e Verilmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.) Kıyamet Gününde Âdem Oğullarının Efendisidir:

Rasûlullah (s.a.v.) Kıyamet Gününde Bütün Peygamberlerin İmamıdır:

İnsanlardan Dilenmek, Kıyamet Gününde Dilencinin Yüzündeki Etin Düşmesine Neden Olur:

Hz. Muhammed´ın Havuzu Hakkında Nakledilen Hadisler

Sahabe-İ Kirâm´dan Bazıları Kıyamet Gününde Bu Havuzun Var Olacağını Tasdik Etmiş Ve İman Edip Bu Hususta Hadis Rivayet Etmişlerdir:

Kevser, Cennette Rasûlullah (s.a.v.)´e Verilecek Olan Bir Nehirdir:

Ömer b. Abdülaziz´in Allah´tan Korkan Biri Olduğunu Gösteren Görünümler:

Kıyamet Gününde Hz. Peygamber, Ümmeti İçin Havuzun Basma İlk Gelen Kimse Olacaktır:

Kıyamet Gününde Hz. Peygamber, Ümmetinin Çokluğuyla Övünecektir. Kendisinden Sonra Birbirlerini Öldüren Kâfirler Olarak İslâm´dan Geri Dönmemelerini Tavsiye Buyurmuştur:

Rasûlullah (s.a.v.)´e Kasten Yalan İsnad Edenin Cezası Cehennemdir:

Fasıl

Kıyamet Gününde Her Peygamberin Bir Havuzu Olacak Ve Havuzundan Su İçenlerin Sayısı Fazla Olan, Diğerlerine Karşı Bununla Övünecektir:

Hz. Peygamberin Sünnetinden Yüz Çeviren Kimseleri, Melekler Kıyamet Gününde Havuzdan Geri Çevireceklerdir:

Hz. Peygamberin, Ümmetinin Dünyayı Kazanmak Amacıyla Birbirleriyle Yarışacak Olmalarından Korkması:

Kıyamet Gününde Havuz Başına İlk Gelecek Olan, Dünyada Susuzlara Su Veren Kimse Olacaktır:

Kevser Havuzundan İçen Artık Hiç Susamaz Ve Yüzü De Kararmaz:

Kevser Havuzunun Varlığını İnkâr Edenlere Allah Oradan Su İçirmesin:

Kıyamet Gününde Hz. Peygamberin Ümmeti Diğer Peygamberlerinkinden Daha Kalabalık Olacaktır:

Hz. Peygamberin Kabri İle Minberinin Arası Cennet Bahçelerinden Bir Bahçedir:

Kıyamet Gününde Her Peygamberin Bir Havuzu Olacaktır. Peygamberimizinki, Diğerlerininkinden Daha Büyük Ve Su İçenleri De Daha Fazla Olacaktır:

Allah´ın Velileri, Allah´ın Peygamberlerinin Havuzlarından Su İçmeye Geleceklerdir

Fasıl

Hz. Peygamberin Gidilip Su İçilecek Olan Havuzu, Cehennem Üzerine Kurulan Köprünün Berisindedir. Bunun Aksini İfade Eden Hadisler Zayıf Ya Reddedilmiş Ya Da Tevil Edilmiştir:

Fasıl:

Alimler, Hz. Peygamberin Havuzunun Mizan´dan Önde Olduğunun Daha Doğru Bir Görüş Olacağını Söylemişlerdir:

Hz. Peygamberin, Kevser Havuzunun Enini Ve Boyunu Değişik Muhataplara Değişik Şehirlerin Adlarını Vererek Bu Şehirler Arasındaki Mesafelerle Kıyaslayarak Belirlemesi:

Noksanlıklardan Münezzeh Olan Yüce Rabbin, Kıyamet Gününde Davaları Halletmek Üzere Mahşere Gelmesi:

Yüce Rabbin Peygamberler Ve Diğerleri İle Konuşması:

Kıyamet Gününde Muhammed Ümmeti Diğer Ümmetlere Şâhidlik Yapacaklardır:

Noksanlıklardan Münezzeh Olan Yüce Allah´ın Kıyamet Gününde Âdem (a.s.) İle Konuşması:

Kıyamet Gününde İlk Çağırılacak Olan, Âdem (a.s.)´dır:

Hz. Peygamber, Kendi Ümmetinin, Cennetliklerin Yarısını Teşkiledeceğini Ümid Ederdi:

Noksanlıklardan Münezzeh Olan Yüce Allah´ın Nuh Peygamberle Konuşması Ve Risaleti Ümmetine Tebliğ Edip Etmediğini Sorması:

Kıyamet Gününde Muhammed Ümmetinin Diğer Bütün Ümmetlere Şâhidlik Yapacak Olması, Bu Ümmetin Adil Ve Şerefli Olduğunun İspatıdır:

Kıyamet Gününde İbrahim (a.s.)´in, Şahidlerin Başında Hesap Yerine Gelmesi:

Kıyamet Gününde Yüce Rabbin İsa (a.s.) İle Konuşması:

Kıyamet Gününde Hz. Peygamberin Allah Katındaki Makamı Herkesinkinden Yüksek Olacaktır:

Yüce Rabbin Hesap Gününde Alimlerle Konuşması Hesap Gününde Alimlere İkramda Bulunması:

Aziz Ve Celil Olan Allah´ın Müminlere İlk Nutku:

Fasıl

Allah´ın Ahdine Ve Emanetine Hıyanet Eden Kimsenin Ahirette Payı Yoktur:

Terazinin Kurulması, Allah´ın Hesap Sorması, Cennet Ve Cehenem..

Cehennemden Bir Göz Çıkacak, Mahşerde Duran İnsanlara Bakacaktır:

Cehennemden Bir Boyun Çıkacak; Zorba, Putperest, Haksız Yere Adam Öldüren Herkesi Cehenneme Atacaktır:

Amel Terazisi:

Muhakeme Ve Hesaptan Sonra Amellerin Tartılması:

Terazinin İki Maddi Kefesi Olacak Ve Hiç Bir Şey Besmeleden Daha Ağır Basmayacaktır:

Kıyamet Gününde Kişi, Kendi Ameliyle Birlikte Aynı Terazide Tartılacak Mı .

Kıyamet Gününde Kelime-i Şehadetin Konulacağı Kefe, Günahların Konulacağı Kefe Karşısında Daha Ağır Basacaktır:

Güzel Ahlâk, Kıyamet Gününde Kulun Terazisine Konulacak En Ağır Şeydir:

Fasıl

Âlimlerin Kıyamet Gününde Kurulacak Olan Teraziyle İlgili Açıklamaları:

Terazi, Kıyamet Gününde Herkes İçin Söz Konusu Değildir:

Fasıl:

Kulların Allah´a Arz Edilmeleri, Amel Sayfalarının Uçuşması, Yüce Rabbin Kullarını Hesaba Çekmesi:

Hesaba Çekilen Mahvolur:

Fasıl:

Fasıl:

Fasıl

Kıyamet Gününde İlk Olarak Kan Davaları Karara Bağlanacaktır:

Kıyamet Gününde İlk Olarak Muhammed Ümmetinin Hesabı Görülecektir:

Kıyamet Gününde İnsanların Önce Hangi Davalarına Bakılacak, Kim Zorlu Hesaba Çekilecek Ve Kimin Hesabı Kolay Çekecek

Bir Arazi Parçasını Haksız Yere Ele Geçiren Kişi, Kıyamet Gününde O Arazi Parçası Yedi Kat Yerin Dibinde Onun Boynuna Dolandırılacaktır:

Resim Ve Heykel Yapanlar, Kıyamet Gününde Azâblandırılacaklardır:

Kıyamet Gününde Kula Beş Şey Sorulmadan Mahşer Yerinden Adım Atmasına İzin Verilmez:

Kıyamet Gününde Yer, Haberlerini Nasıl Anlatacak .

Kıyamet Gününde İnsanın Hesaba Çekileceği İlk Konu Namazdır. Bu Hesabı Düzgün Çıkarsa Diğer Bütün Amellerinin Hesabı Düzelir. Aksi Takdirde Bütün Hesabı Bozulur:

Kıyamet Gününde Zalimlerle Ödeşilecektir:

Allah´a Ortak Koşma Suçu Bağışlanmaz; Kullara Yapılan Haksızlıklarda Mutlaka Kıyamet Gününde Ödettirilir:

Kıyamet Gününde Kula Nimetlerin Hesabı Mutlaka Sorulacaktır:

Allah, Haksızlığatuğrayan Kuluna Cennetin Köşk Ve Nimetlerini Göstererek Onu, Kendisine Haksızlık Etmiş Olan Kimseyle Barıştırır:

Esma Binti Ebibekr´in Rivayeti:

Aziz Ve Celil Olan Allah, Emzirenin Çocuğuna Merhamet Edişine Nispetle Kendi Kullarına Daha Çok Merhamet Eder:

Bu Ümmetten, Hesap Vermeksizin Cennete Girecek Olanlar:

Kulların Hesap Yerinden Ayrılıp Kendilerine Tahsis Edilen Yerlerine Gitmeleri. Bir Kısmı Cennete, Bir Kısmı Da Cehenneme

Cennetliklerin Cennete En Son Girecek Olanı:

Sırat Köprüsünden Bahseden Diğer Âyet-i Kerime Ve Hadis-i Şerifler:

Kıyamet Gününden Önce Görülecek Olan Duman:



Yüce Allah buyurdu ki: "Ey Muhammed! Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle. Bu, can yakan bir azâb-dır. İnsanlar: "Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır. Doğrusu artık biz inanan­larız" derler. Nerde onlarda öğüt almak Kendilerine gerçeği açıklayan bir peygamber gelmişti ve ondan yüz çevirmişler, "Belletilmiş bir deli" demiş­lerdi. Biz sizden azabı az bir sûre için kaldıracağız. Siz yine de eski inkarcı­lığınıza döneceksiniz. Onları çarptıkça çarpacağımız gün öcümüzü şüphesiz alırız." (Duhân, 44/10-16)

Tefsirimizde (İbn Kesir Tefsirinde) Duhân suresinin tefsirini yaparken bu ayetleri, okuyucuyu ikna´ edecek derecede açıklamıştık.

Buharı, İbn Mes´ud´un bu ayetleri şöyle tefsir ettiğini nakletmiştir: Ra-sûlullah (s.a.v.)´ın kendilerine beddua etmesi nedeniyle Kureyşliler maruz kaldıkları kıtlıkta şiddetli derecede açlık çekmekteydiler. Öyle ki onlardan biri, çektiği açlığın şiddetinden dolayı kendisiye gök arasında bir duman gö­rüyordu. [1]

Bu tefsir cidden gariptir. İbn Mes´ud dışında herhangi bir sahabinin bu ayetler böyle tefsir etmiş olduğuna ilişkin bir nakil yoktur.

Müteahhirin âlimlerden bazıları Ebû Şüreyha Huzeyfe b. Üseyd´in riva­yet ettiği hadisle çeliştiği için bu tefsiri reddetmeye çabalamışlardır. Mezkûr hadis şudur;

"Sizler on alâmeti görmedikçe kıyamet kopmayacaktır..." Rasûllah (s.a.v.) böyle buyururken, Deccal´dan, dumandan ve Dabbetü´l-arz´dan da söz etmişti (Bunları da o alâmetler arasında saymıştı.) [2]

Ebû Hüreyre´nin rivayet ettiği bir hadis de Rasulullah (s.a.v.) "Altı şey meydana çıkmadan salih amel işlemekte acele edin" buyurmuş ve o altı şey arasında Deccal´ı, dumanı ve Dabbetü´l-Arz´ı da saymıştı.

Yukarıda nakledilen her iki hadiste Sahih-i Müslim de merfu olarak ri­vayet edilmiştir. Merfu hadis, mevkuf olan her hadise nispetle kabule daha çok şayandır.

Kur´ân âyetlerinin açık anlamı, insanları bürüyen bir dumanın gökte meydana geleceğini göstermektedir. Bu, muhakkak surette meydana gelecek genel bir vakıadır. Yoksa İbn Mes´ud´un dediği gibi şiddetli açlıktan dolayı Kureyşin gözünde hayalen görülecek bir şey değildir. Nitekim Yüce Allah buyurmuş ki:

"Ey Muhammed! Göğün insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir du­man çıkaracağı günü bekle." (Duhân, 44/10)

Yani o duman şiddetli açlık nedeniyle hayalen görülecek bir şey değil, aksine apaçık bir surette görülecek gerçek bir varlıktır.

"İnsanlar: "Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır. Doğrusu artık biz inanan­larız." derler." [3]

Yani o zamanın insanları, Rablerine bu duayı yaparak, bu sıkıntıyı üzer­lerinden kaldırmasını dilerler. Çünkü artık onlar imân etmiş olup kendilerine vaad edilen gaybi işlerin meydana gelmesini beklemeye koyulurlar. Oysa o aşamadan sonra görülecek olan şey, kıyamet günüdür. Allaha yönelerek ku­surlarını telafi amacıyla tevbe etmelerinin de kabulü için o dumanın kaldırıl­masını dilerler. Doğruyu en iyi bilen, elbetteki yüce Allah´tır.

Buharî... Ebü´d-Duhâ´dan rivayet etti ki; Mesruk şöyle demiştir: Bir ara Kinde´de adamın biri hadis naklediyor ve şöyle diyordu: "Kıyamet günü bir duman meydana gelecek, münafıkların gözlerini kör, kulaklarını da sağır edecektir. Mümin kişilerse nezleye yakalanır gibi olacaklardır."

Adamın bu sözünden ürkerek İbn Mes´ud´a gittik ve bu sözleri kendisi­ce aktardık. Yan gelip uzanmıştı. Öfkelenerek kalkıp oturdu ve şöyle dedi: Ey İnsanlar! Bir şey bilen kimse, bildiğini söylesin. Bilmeyense: "Allah da-na iyi bilir" desin. Kişinin bilmediği bir husus için, "Allah daha iyi bilir" de­desi de ilim sayılır. Doğrusu Yüce Allah, peygamberine şöyle buyurmuştur.

"Ey Muhammedi De ki:"Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Kendi­liğimden bir şey iddia eden kimselerden de değilim." (Sâd, 38/86)

Kureyşliler İslama girmekten geri durmuşlardı. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.v.): "Allahım! Yusuf´un yedi kıtlık senesi gibi bir yedi kıtlık senesiyle bunlara karşı bana yardım et" diyerek Kureyşlilere beddua etmiş, onlar da kıtlığa maruz kalmışlar, ölümle yüz yüze gelmiş, leş ve kemik yemek mec­buriyetinde kalrrfışlardı. Öyle ki (şiddetli açlıktan ötürü) kişi, kendisiyle gök arasında bir duman görüyordu. Nihayet Ebû Süfyan ona gelip şöyle dedi: "Ey Muhammedi Sen, akrabalık bağlarını gözetmeyi başkalarına emredici olarak geldin ama kavmin ölümle yüz yüzedir. Bunlar için Allah´a duâ et." Onun böyle demesi üzerine Resûlullah (s.a.v.) şu âyet-i kerimeleri okudu:

"Ey Muhammedi Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir du­man çıkaracağı günü bekle. Bu, can yakan bir âzâbdır. İnsanlar: "Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır. Doğrusu artık biz inananlarız" derler." (Duhân, 38/10-12)

Geldiğinde ahiretin azabını da mı üzerinizden kaldıracağız !

Cenab-ı Allah, üzerlerindeki dünya azabını kaldırdı. Ama sonra kâfirlik­lerine tekrar geri döndüler. Ayetle buna şöyle değiniliyor:

"Onları çarptıkça çarpacağımız gün öcümüzü şüphesiz alırız." (Duhân. 44/16)

Cenab-ı Allah, Bedir savaşında onlardan öc almıştı. Azâb-ı ilâhi onların yakalarını bırakmayacaktı.

"Elif, Lâm, Mim. Rumlar en yakın bir yerde yenildiler. Onlar, bu yenil­gilerinden sonra üç ilâ dokuz yıl arasında galib [4] geleceklerdir." (Rûm, 30/1-4)

Kıyamet alametlerinden dördü görüldü.

Ayın ikiye bölünmesi, dumanın görülmesi, (Kureyşli kâfirlerin mağlu­biyet görerek) yakalarına azabın yapışması ve Rumların galibiyetleri görül­dü. Buharı bunu birçok rivayet yolu ve müteaddit lafızlarla nakletmiştir. O Kindeli kıssacının, "Ayette sözü edilen duman, kıyamet gününde görülecek­tir." demesi güzel bir şey değildir. Zaten İbn Mes´ud da bu noktada onu eleş­tirmiş ve sözünü reddetmiştir. Ebû Şüreyh´dan, Ebû Hüreyre´den ve diğer sa-habîlerden rivayet edilen hadislerin de açıkça ifade ettikleri gibi; Dabbetü´l-arz, Deccal, Ye´cuc ve Me´cuc nasıl kıyametten önce görülecekler s e, aynı şekilde gökteki dumanda kıyametten önce görülecektir.

Kıyamet gününden önce çıkacak olan ateşe gelince, önceki sayfalar da geçen sahih hadiste de anlatıldığı gibi bu ateş, Aden şehrinin derinliklerinden çıkacak, insanları önüne katıp mahşer yerine sevkedecektir. Geceledikleri yerde onlarla birlikte geceleyecek, öğlen istirahati yaptıkları yerde onlarla birlikte istirahat edecek, onlardan geride kalanları da yiyecek (yakıp yok ede-cek)tir. [5]


Kıyamet Yaklaştıkça Ölümler Çoğalacaktır:



imam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd el-Hudrf den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kıyametin kopma saati yaklaştığında ölümler çoğalacaktır. Öyleki adam, topluluğun yanına gelip, "Bugün sizden önce kimler öldü " diye sorar, onlar da, "Falan, falan ve falanca öldü." diye cevap verirler." [6]


Kıyametten Önce Şiddetli Bir Yağmur Yağacaktır:



Müsned adlı eserinde Hafız Ebubekir el-Bezzar Ebû Hüreyre´den riva­yet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Evlerin ve çadırların kurtulamayıp mutlaka kendisinden etkileneceği (şiddetli) bir yağmuru gök yağdırmadıkça kıyamet kopmayacaktır." [7]

İmam Ahmed Vİ. Hanbel... Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlullah

(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"(Kıyametle ilgili) alâmetler, bir ipe geçirilmiş boncuk taneleri gibidir­ler. İp koptu (artık) bu alâmetler birbirinin ardısıra geleceklerdir." [8]


Henüz Meydana Gelmemiş Bazı Olaylar Vuku Bulmadıkça Kıyamet Kopmayacaktır



Önceki kısımlarda geçen hadislerde bu olayların bazısından bahsedil­mişti. Şimdi de başka olaylardan, kıyamet alâmetlerinden, kıyametin yaklaş­tığını gösteren belirtilerden bahsedeceğiz. Yardımına baş vurulacak olan zât, yüce Allah´tır. [9]


Kıyamet Alâmetlerinden Biri De, İnsanların Yüksek Binalar Yapma Yarışına Girmelidir



Önceki sayfalarda da nakledildiği gibi Buharî... Ebû Hüreyre´den riva­yet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar, yüksek binalar yaptırma yarışma girmedikçe kıyamet kopma-yacaktır. Davaları bir olan iki büyük İslâm ordusu büyük çapta bir muharebe yapmadıkça kıyamet kopmayacaktır. (Ulemânın azalıp yok olması nedeniy­le) ilim alınmadıkça (yok edilmedikçe), zelzeleler çoğalmadıkça, zaman bir­birine yaklaşmadıkça (geceyle gündüzün müddeti aynı olmadıkça), fitneler çoğalmadıkça, öldürme hadiseleri artmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Hep­si de yalancı olan ve kendilerinin Allah elçisi olduklarını iddia eden otuza ya­kın Deccal türemedikçe kıyamet kopmayac aktır. Kişi bir başkasının mezarı­nın yanından geçerken ona "Senin yerinde keşke ben olaydım" demedikçe kıyamet kopmayacaktır. Güneş batı ufkundan doğmadıkça kıyamet kopma-yacaktır. Oradan doğduğunda ve insanlar onu bu halde gördüklerinde hepsi imân ederler. Ama daha önce inanmamış veya imâniyle bir iyilik kazanma­mış kimseye imân edişinin fayda vermeyeceği bir zamanda imân ederler, (ki bunun onlara bir yararı olmaz.) Parasının (zekâtım) kimin kabul edeceği hu­susunun para sahibini endişelendireceği kadar aranızda para çoğalmadıkça da kıyamet kopmayacaktır." [10]

Müslim de bir başka yoldan Ebû Hüreyre´den rivayet etmiştir.

Önceki sayfalarda geçen ve Ebû Hüreyre, Ebû Büreyre, Ebû Bekre ve diğerlerinden rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "Sizler geniş yüzlü, basık burunlu, yüzleri deri üstüne deri kaplan­mış kalkanları andıran ve keçe ayakkabı giyen Türklerle savaşmadıkça kıya­met kopmayacaktır." [11]

Türkler, Hz. İbrahim´in cariyesi Kantora´nın çocuklarıdırlar." [12]


İlmin Azalması, Cehaletin Çoğalıp Yayılması Kıyamet Alâmetlerindendir:



Buharî ve Müslim´in sahihlerinde... Enes´ten rivayet olundu ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İlmin ortadan kalkması, cehaletin etrafı kaplaması, zinanın yaygınlaş­ması, içki içilmesi, erkeklerin gidip (çok azalması) kadınların ortada kalma­sı da kıyamet alâmetlerindendir. Öyleki elli kadına bir erkek bakacaktır."[13]


Arap Diyarında Mal, Servet Ve Altının Fazla Derecede Artması Da Kıyamet Alâmetlerindendir:



Süfyân-ı Sevrî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Arap diyarı bitkili ve çayırlı meralarla nehirlere dönüşmedikçe, Fırat´ın suları çekilip te alt kısmında altundan bir dağ çıkmadıkça ve sizler onun için birbirinizle savaşıpta her yüz kişiden doksan dokuz kişi öldürülüp bir kişi kurtulmadıkça gece ve gündüzler sona ermeyecektir." [14]

Müslim de bunu bir başka kanalla Süheyl´den rivayet etmiştir. [15]


Kıyamet Kopmadan Bazı Arapların İslâmdan Geri Döneceklerine Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:



Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Devs kabilesinin kadınlarının Zülhalase putu (nu tavaf ederek) çevre­sinde kuyrukları titremedikçe (yani tekrar putperestlğe dönmedikçe) kıyamet kopmayacaktır. Zülhalase, Devs kabilesinin cahiliyete devrindeki putudur." [16]

Sahih-i Müslim´de... Hz. Aişe´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Lât ve Uzzâ´ya tapılmadıkça gece ve gündüzler sona ermeyecek (yani kıyamet kopmayacak)tır."

Hadisi rivayet eden Hz. Aişe diyor ki: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)´e dedim ki: "Ey Allah´ın Rasûlu! Ben bu işin (yani puta tapma işinin) şu âyet nazil ol­duğunda artık sona ermş olduğunu sanıyordum:

"Putperestler istemese de, dinini bütün dinlerden üstün kılmak için, pey­gamberini, doğruluk rehberi Kur´ân ve gerçek dinle gönderen O´dur." (Tevbe, 9/33)

^ Benim bu sözüme karşı Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bunlardan Al­an in dilediği işler olacak, sonra da Allah hoş bir rüzgar estirir. O rüzgâr se­bebiyle her tarafta kalbinde hardal tanesi ağırlığınca imân bulunan herkes 0 ur, ama hayırsızlar hayatta kalır ve babalarının dinine dönerler." [17]

Cüz´ el-Ensarî Hamid´den rivayet etti ki; Enes şöyle demiştir: Abdullah b. Selâm, Rasûlullah (s.a.v.)´e kıyamet alâmetlerinin ilki hangisidir, diye sor­du. Rasûlullah (s.a.v.) de ona şu cevabı verdi:

"İnsanları doğudan batıya sevkedip götüren bir ateştir." [18] Ebû Zür´a´nın Ebû Hüreyre´den rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) bir gün halk arasına girmişken bedevinin biri gelip ona imânın ne olduğunu sordu. (Bazı sorular daha sordu. Nihayet ona şu soruyu da sordu:)

— Ey Allah´ın Rasûlü, kıyamet ne zaman kopacak

— Kendisine sorulan, bunu sorandan daha iyi bilen biri değildir. Ama sana kıyametin bazı alâmetlerini anlatacağım: Cariye, kendi hanımefendisini doğurduğunda, yalınayakh, çıplak ve yoksul koyun çobanları insanlara reis olduklarında (kıyameti gözle). İşte bunlar, ancak Allah´ın bildiği beş bilin­meyen şeylerdendir."

Rasûlullah (s.a.v.) böyle dedikten sonra şu âyet-i kerimeyi okudu: "Kıya­met saatini bilmek ancak Allah´a mahsustur. Yağmuru o indirir. Rahimlerde bulunanı o bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öle­ceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır." (Lokman, 31/34)

Rasûlullah (s.a.v.)´e soru soran bedevi bundan sonra kalkıp gitti. Rasû­lullah (s.a.v.), "Onu bana geri getirin" dedi, ama oradakiler o adamı bulama­dılar. Bunun üzerine Allah Rasûlu buyurdu ki: "O Cibril´di. İnsanlara dinle­rinin emirlerini Öğretmek İçin gelmişti." [19]

Müslim bu konuda Hz. Ömer´den daha detaylı bir rivayette bulunmuş­tur. Yukarıdaki hadiste geçen "Cariye, kendi hanımfendi sini doğurduğunda" sözünün anlamı şudur: Ahir zamanda cariyeler saygı ve ihtişam belirten ke­limelerle anılıp gösterilecek ve büyük adamlar, hür kadınları bırakıp cariye­leri yataklarına alacaklardır. Bu nedenle cariyeyle ilgili ifadeleri şu ifadeler takib etmiştir: "Yalınayakh, çıplak ve yoksulların yüksek binalar yaptırma yarışına girdiklerini gördüğün zaman..." Yani onlar insanların reisleri olur­lar; malları çoğalır; itibarları uzak mesafelere ulaşır; yüksek binalar yaptırma yarışını kazanmaktan başka amaç ve himmetleri olmaz. [20]


Ahlâksız Ve Dinsiz Kimselerin En Fazla Dünyalığa Sahib Olmaları, Kıyamet Alâmetlerindendir:



Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

"Alçak oğlu alçak, dünyalıkta en fazla paya sahib olmadıkça kıyamet kopmayacaktir." [21]


İşlerin Ehil Olmayan Kimselere Verilmesi Kıyamet Alâmetlerindendir:



Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "İş, ehli olmayan kimseye bıra­kıldığında kıyametin kopmasını bekle." [22]

Bir başka hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Her kabileye o kabilenin re­zilleri baş olmadıkça kıyamet kopmayacaktir." [23]

Bunu İslâmiyetin ilk zamanlarındaki fütuhatın çokluğu nedeniyle çok miktarda cariyenin ele geçirilmesi şeklinde izah edenlere göre bu, kıyametin yakın alametlerinden sayılmaz. Doğrusunu Allah bilir.

"E´-Ba´s ve´n-Nüşûr" adlı kitapta Hafız Ebubekir el-Beyhakî... Müba­rek b. Fudale´den rivayet etti ki; Hasan şöyle demiştir: İlim tahsili için mem­leketimden çıkıp Kûfe´ye geldim. Orada Abdullah b. Mes´ud´la karşılaştım. Kendisine, "Ey Ebû Abdurrahman, senin bildiğin bir kıyamet alâmeti var mı " diye sordum. Şu cevabı verdi: Ben bunu kendisine sorduğumda Rasû­lullah (s.a.v.) bana şöyle karşılık vermişti:

"Evladın (ana-babaya karşı) kaba davranması, sıcak yağmurların yağ­ması, sırların açığa çıkması, yalancının doğrulanması, haine güven duyulma­sı, güvenilir kimsenin :hıyanette bulunması, her kabileye münafıkların ve her çarşıya günahkârlarıyla facirlerin baş olması, mihrapların yaldızlanması, gö­nüllerin harâb olması, erkeklerin erkeklerle, kadınlarında kadınlarla yetinme­si, dünyanın şen ve mamur yerlerinin harâb olması, harap yerlerinin de şen ve mamur olması, fitnenin zuhur etmesi, faiz yenilmesi, çalgı aletleri ve ha­zinelerin ortaya çıkması, içki içilmesi, güvenlik görevlilerinin çoğalması, kaş göz işaretleri ve dilleriyle başkalarını horlayıp alay edenlerin fazlalaşması, kıyamet alâmetlerindendir."

Beyhakî bu rivayetin senedinin zayıf olduğunu söylemiştir. Ancak bu hadisdeki lafızların çoğu, müteferrik başka senedlerle rivayet edilmiştir.

Ben derim ki: Bu kitabın baş tarafında "Ahir zamanda meydana gelecek bazı serler" adlı bir fasıl vardır. O fasılda bu hadisi teyid eden bazı nakiller vardır. [24]


Kıyamet Alâmetlerinden Biri De Emanetin Zayi Olmasıdır:



Sahih-i Buharî´de Atâ b. Yesar´dan rivayet olundu ki; Ebû Hüreyre şöy­le demiştr: Bedevi´nin biri, Rasûlullah (s.a.v.)´e, kıyametin ne zaman kopa­cağını sordu ve O´ndan şu cevabı aldı:

— Emanet zayi olduğunda kıyametin kopmasını bekle.

— Ey Allah´ın Rasûlü, emanet nasıl zayi olur

— İş, ehli olmayana bırakıldığında kıyametin kopmasını bekle." [25]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah´tan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurulmuştur: "Kıyamet kopmadan önce şer ve öldürme gün­leri görülecektir. O günlerde ilim yok olacak, cehalet ortaya çıkacaktır." [26]

İmam Ahmed b. Hanbel...´Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Adam ailesinin yanından dışarı çıktığında ayakkabısınııı bağı veya kırbacı veya değneği, kendisi evden çıktıktan sonra aile­sinin neler yaptığını kendisine bildirmedikçe kıyamet kopmayacaktır." [27]

Yine İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki; yırtıcı hayvanlar insanlala konuşmadıkça ve adamın kendi kılıcının ucu, ayakkabısının bağı kendisiyle konuşmadıkça, ailesinin (kendisi evden çıktıktan) sonra neler yap­tığını baldırı kendisine bildirmedikçe kıyamet kopmayacaktır." [28]

İmam Ahmed b. Hanbel... Sabit´ten rivayet etti ki; Enes şöyle demiştir: Biz gökten yağmur yağdığı, yerden bitki bittiği ve elli kadının işine sadece bir erkeğin bakıp onlara kayyumluk edeceği vakit gelmedikçe kıyametin kopmayacağı hususunu kendi aramızda konuşuyor ve konuda varid olan ha­disleri birbirimize aktarıyorduk. O vakitte öyle bir durum meydana gelecek ki, kadın kendi kocasının yanına gittiğinde kocası (onu tanıyamadığı için) "Şu kadının bir kocası vardı" diyecek." [29] Hammad da bu hadisi bir defasında okumuş. Bunu Enes´in Hz. Peygamber´den bu kelime­lerle şüphe götürmez bir asliyetle rivayet ettiğini söylemişti.

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´en rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İlim ortadan kalkmadığı, cehalet etrafı kaplama­dığı, erkekler azalıpta kadınlar çoğalmadığı, öyleki elli kadına sadece bir er­keğin kayyumluk edeceği zaman gelmediği sürece kıyamet kopmayacaktır." [30]

Sahih-i Buharîde bunu teyid edici bir ri­vayet vardır. O rivayet, önceki sayfalarda geçmişti.

İmam Ahmed b. Hanbel... Zührî´den rivayet etti ki; Enes b. Mâlik şöy­le demiştir: Güneş göğün tam tepe noktasından batı tarafına meyledince Ra­sûlullah (s.a.v.) çıkıp (mescide geldi) öğlen namazım ildi. Selâm verdikten sonra minbere çıkarak kıyametten bahsetti ve kıyamet kopmadan önce bazı büyük olayların meydana geleceğini söyledi." Ravi, böyle dedikten sonra ha­disin tamamını nakletti. [31]


Kıyametten Önce Vaktin Bereketsiz Kılınacağına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) buyurmuştur: "Zaman kısalıp da bir sene bir ay, bir cuma (bir hafta) bir gün, bir gün bir saat, bir saatte bir hurma yaprağının yanacağı bir süre ka­dar kısalmadıkça kıyamet kopmayacaktır." [32]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Dünya (yani içindekiler) alçak oğlu alçak olma­dıkça sonu gelmeyecektir." [33]

Bunun senedi sağlam ve kuvvetlidir. [34]


Değersiz Kimselerin Söz Sahibi Olmaları Kıyamet Alâmetlerindendir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kıyametten önce aldatıcı seneler olacaktır. O se­nelerde doğrular yalan, yalancılar doğru söyler, güvenilir kimse hıyanet eder, hâin kimseye güvenilir ve değersiz kimseler söz sahibi olurlar." [35] Ravilerden Şureyh dedi ki: "O senelerde değersiz kimseler işlere bakarlar."

Bu rivayetin senedi sağlamdır.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Koyun çobanlarının insanlara baş olduklarının, yalınayak, çıplak ve aç kimselerin bina yaptırma yarışına girdiklerinin, cari­yenin de hanımını veya efendisini doğurduğunun görülmesi, kıyamet alâmet­lerindendir." [36]

İmam Ahmed bj Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Boynuzlu hayvanın boynuzsuzu boynuzlamaya-cağı bir zaman gelmeden kıyamet kopmayacaktır."[37]

İmam Ahmed b. Hanbel bunu münferid olarak rivayet etmiştir ve bunun senedinde sakınca da yoktur.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İlim kabzedilip (alınmadığı), cehalet ortaya çık­madığı, herec çoğalmadığı sürece kıyamet kopmayacaktır." Herec nedir di­ye sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.): "Öldürmektir" cevabını verdi." [38]

İmam Ahmed b. Hanbel bunu münferid olarak rivayet etmiştir ve bu ri­vayet, Müslim´in şartına uygundur.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Aranızda mal çoğalıp böllaşmadığı, öyleki mal sahib malının zekâtını kimin kabul edeceği hususunu endişeli bir şekilde düşünmeye başlamadığı, ilim elinizden alınmadığı, zaman yaklaşmadığı (geceyle gündüzün müddeti aynı olmadığı), fitne ortaya çıkmadığı, herec çoğalmadığı sürece kıyamet kopmayacaktır." Herec nedir Ey Allah´ın Rasûlü diye sorduklarında, "Öl­dürmedir öldürme." diye cevap verdi. [39]

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Davaları bir olan iki büyük İslâm ordu­su arasında büyük çapta bir muharebe olmadıkça kıyamet kopmayacaktır." [40]

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Hepsi de Allah elçisi olduğunu iddia eden otuza yakın yalancı Deccal (size) gönderilmedikçe kıyamet kopmaya­caktır." [41]

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Güneş batı ufkundan doğmadıkça kıya­fet kopmayacaktır. Oradan doğup ta insanlar onu bu halde gördüklerinde hepsi imân ederler. Ama daha önce inanmamış veya imânıyla bir iyilik ka­zanmamış kimseye artık imânının fayda vermediği bir zamanda imân etmiş olurlar (ki bununda onlara bir yararı olmaz)." Bu, Sahih-i Buharî´de mevcut­tur. [42]

Hafız Ebubekir el-Bezzar... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmştur: "Beni hak dinle gönderene yemin ederim ki; (in­sanların) başlarına yere batma, taş yağmuruna tutulma ve başa yaratıkların suretine bürünme belası gelmedikçe bu dünyanın sonu gelmeyecektir." Ey Allah´ın Rasûlü, bu ne zaman olacak diye sorduklarında şu cevabı vermiş­ti: "Kadınların eğerlere bindiklerini, şarkıcı kadınların çoğaldığını, yalan şa­hitliğinin arttığını, erkeklerin erkeklerle, kadınların da kadınlarla yetindikle­rini gördüğünüzde..."[43]

Taberanî... Abdullah b. Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Akılların kaybolup fikirlerin eksilmesi, kıyamet alâmetlerindendir." [44]

İmam Ahmed b. Hanbel... Seyyar Ebü´l-Hakem´den rivayet etti ki; Ta­rık b. Şihâb şöyle demiştir: Abdullah b. Mes´ud´un yanında oturuyorduk, Adamın biri gelip "Namaza duruldu" dedi ve kalkıp gitti. Biz de kalkıp onun­la gittik. Mescide girdğimizde cemaatin mescidin ön kısmında rüküda oldu­ğunu gördük. O adam tekbir alıp rükûa gitti. Biz de tekbir alıp rükûa gittik. Sonra selâm verdi. Biz de selâm verdik. O ne yaptıysa biz de aynısını yaptık. Adamın biri hızla onun yanından geçti ve geçerken de ona "Selâm sana ey Eba Abdirrahman!" dedi. Kendisi de: "Allah doğru buyurdu. Rasûlü de O´nun buyruğunu tebliğ etti." dedi. Namaz kıldıktan sonra bizler eski yeri­mize döndük. O da evine gitti. Bizler oturup birbirimize, "Bunun o geçen adamın selâmını alırken, "Allah doğru buyurdu. Rasûlü de O´nun buyruğu­nu tebliğ etti" dediğini işitmediniz mi Bunun anlamını kendisine hanginiz soracak " diye sorduk. Tarık, "Ben sorarım ona" dedi ve evden çıkarken ona sordu. O da şu cevabı verdi: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Kıyamet kop­madan önce cemaat arasında özel olarak bazı kimselere selâm verilecek, ti­caret yaygınlaşacak, öyleki kadın ticarette kocasına yardım edecek, akraba­lık bağlan koparılacak, yalan şahitlikte bulunulacak, doğru şahitlik gizlene­cek, cehalet zuhur edecektir." [45]


Âhir Zamandaki İnsanların Evsafı:



İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah şeriatini yeryüzü halkının elinden alın­caya kadar kıyamet kopmayacaktır. (Şeriat alındıktan sonra) dünyada iyiliği benimsemeyen, kötülüğü reddetmeyen ayak takımı ve serseri kimseler kalır." [46]


Anlatımın Bir Çeşidi Büyü Gibidir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu öyle anlatımlar var ki büyüdür

(Büyü gibi etkiler insanı.) İnsanların en şerlileri, kıyamet koptuğunda hayat­ta bulunacak olanlar ile mezarlarını mescid edinenlerdir." [47]


Kıyamet Ancak Şerli İnsanların Üzerine Kopacaktır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlullah´tan (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet ancak şerli insanların üzerine kopacak­tır." Bunu Müslim de... Süfyan´dan rivayet etmiştir. [48]


Kıyametten Az Önce İnsanın Adamlığı Heder Olacaktır:



Bu husus önceki sayfalarda nakledilen hadislerde anlatılmıştı. Bir ha-dis-i şerifte şöyle denmektedir: "(Kıyamet kopmadan önce) erkekler azalır, kadınlar çoğalır, öyleki elli kadına bir erkek bakar, o kadınlar o erkeğe sığı­nırlar ve o zaman insanlar, tıpkı hayvanlar gibi yollarda birbirlerinin üzerine atlarlar!"[49]

Bu konudaki hadisleri önceki sayfalarda sened ve lafızlarıyla nakletmiş­tik. Burada tekrarlamaya gerek kalmamıştır. Hamd, Allah´a mahsustur. [50]


Tevhid Ehli Kimsenin Üzerine Kıyamet Kopmayacaktır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Yeryüzünde lâilâhe illallah denildiği sürece kıyamet kopmayacaktır."[51]

Müslim... Affan´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş­tur: "Yeryüzünde Allah Allah denildiği sürece kıyamet kopmayacaktır." (Müslim, İman 234)

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah Allah diyen bir adamın üzerine kıyamet kopma­yacaktır."

Müslim de Abdürrezzak´tan böyle bir rivayette bulunmuştur. [52]


Kıyamet Ancak Kötülüğe Karşı Çıkmayan Ve İyiliği Emretmeyen Kimselerin Üzerine Kopacaktır:



"Yeryüzünde Allah Allah denildiği sürece kıyamet kopmayacaktır." ha­disinin manâsı şöyledir:

a- "Allah Allah!.." sözü, kötülük yapan birini azarlamak için kullanılır. Kötülük yapanlar kınanmadığı ve bu sözle onlar protesto edilmedikleri za­man kıyamet kopacaktır. Kötülük yapanlar kınanmadıklarında demek ki iyi kimseler dünyada kalmamıştır. Kalanlar da iyiliği benimsemeyen, emretme­yen, kötülüğü protesto etmeyen ayak takımı serserilerdir.

b- "Allah, Allah" diyerek yeryüzünde artık Allah anılmadığı ve dünya­da O´nun adının bilinmedği bir zamanda kıyamet kopacaktır. Yani zaman bozulduğunda, insan nevi harâb olduğunda, küfür, fısk ve isyan çoğaldığın­da kıyamet kopacaktır. Bu durum bir başka hadiste de şöyle dile getirilmiş­tir: "Yeryüzünde Lâ ilahe illallah denildiği sürece kıyamet kopmayacaktır." [53]


İnsanların En Şerlileri Kıyamet Koptuğunda Hayatta Bulunacak Olanlardır:



Önceki kısımlarda geçen bir hadisin bir bölümünde bu durum şöyle an­latılmıştı:

"Yaşlı adam der ki: "Ben Lâilâhe illallah diyen bazı kimselerin zamanı­na ulaştım." Sonra iş daha da büyür, durum(un vehameti) daha da artar. Öy-leki yeryüzünde Allah adı tamamen unutulur, anılmaz ve tanınmaz olur. İşte onlar, insanların en şerlileridir ve kıyamet de onların üzerine kopar." Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kıyamet ancak insanların en şerlileri üze­rine kopar."[54]

Bir başka hadiste de şöyle buyurulmuştur: "İnsanların en şerlileri, kıya­met koptuğunda hayatta bulunacak olanlardır." [55]

Abdülaziz b. Suheyb, Enes´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İnsanların cimriliği artacak, zamanın şiddeti fazlalaşacak ve kıyamet, ancak insanların en şerlileri üzerine kopacaktır." [56]

İmam Ahmed b. Hanbel... İshak b. Saîd b. Amr b. Saîd b. Âs´ın baba­sından rivayet etti ki; Aişe (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle di­yerek yanıma geldi: "Ey Aişe! Ümmetimin içinde bana en çabuk ulaşacak olanlar, senin kavmindir." Böyle dedikten sonra oturdu. Oturduğunda kendi­sine dedim ki:

— Allah beni sana feda etsin. İçeri girdğinde beni ürküten bir söz söy­ledin.

— Neydi O

— Ümmetimin içinde sana en çabuk ulaşanların kavmim olacağını söy­ledin.

— Evet.

— Ama neden

— Ölüm onları kendine çeker.

— Ondan sonra insanların durumu nice olacaktır

— Güçlülerinin zayıflarını yediği kanatsız çekirgeler gibi olacaklardır. Nihayet onlar bu haldeyken üzerlerine kıyamet kopacaktır."

Bunu İmam Ahmed b. Hanbel münferid olarak rivayet etmiştir. [57]


Kıyametin Yaklaşması



"Ben ve kıyamet (işaret parmağıyla orta parmağını göstererek) şu ikisi gibi yakınlıkta gönderildim." Bu hadisi Enes b. Mâlik rivayet etmiştir. [58]

İmam Ahmed b. Hanbel... Evzaî´den rivayet etti ki; İsmail b. Ubeydul-lah yani İbn Ebi´l-Muhacir ed-Dımışkî şöyle demiştir: Enes b. Mâlik, Velid b. Abdülmelik´in yanâıa geldi. Ona, "Kıyametle ilgili olarak Rasûlullah (s.a.v.)´den duyduğun nedir " diye sordu. O da şu cevabı verdi: Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işittim: "Siz ve kıyamet (işaret parmağıyla or­ta parmağını göstererek) şu ikisi gibisiniz." Bunu bu yolla İmam Ahmed münferid olarak rivayet etmiştir. [59]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Malik´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ben ve kıyamet şöyle (işaret parmağıyla orta parmağını göstererek) gönderildim." Müslim de bunu tahric etmiştir. [60]

İmam Ahmed b. Hanbel... Muhammed b. Ali b. Hüseyin´den rivayet et­ti ki; Câbir b. Abdullah şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bize bir hutbe irâd etti. Allah´a lâyıkı olduğu veçhiyle hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

"İmdi sözlerin en doğrusu Allah´ın kitabıdır. Yolların en faziletlisi Mu-hammed´in yoludur. İşlerin en şerlisi, sonradan ortaya çıkarılanlarıdır. Her bidat sapıklıktır."

Sözün şurasından sonra kıyamete değinirken askeri ihtar eden bir komu­tan edasıyla, öfkesi şiddetlenmiş ve yanakları kızarmış bir şekilde sesini yük­selterek şöyle dedi: "Size kıyamet geldi! (İşaret parmağıyla orta parmağını göstererek) Ben ve kıyamet şöyle gönderildim. Kıyamet size sabahleyin ve­ya akşamleyin gelecektir!" [61]

Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Ben ve kıyamet şu ikisi gibi bir yakınlıkta gönderildim." [62]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Ebû Cübeyre b. Dahhâk´tan rivayet etti ki; ûlll (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben kıyamet kısmında (döneminde) gönderildim." [63]


Geçmiş Zamana Oranla Kıyametin Vakti Yaklaşmıştır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Salim b. Abdullah´tan rivayet etti ki; Abdul­lah b. Ömer şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)´in, minber üzerindeyken şöy­le buyurduğunu işittim:

"Sizden önceki ümmetlere nispetle sizin (bu dünyada) kalacağınız süre, ikindi namazıyla güneşin batımı arasındaki zaman kadardır. Tevrat ehline Tevrat verildi. Onlar onunla amel ettiler. Öğlen vakti olduğunda artık aciz ol­dular. Kendilerine birer kırat (sevap) verildi. Sonra İncil ehline İncil verildi. Onlar da ikindi namazına kadar onunla amel ettiler. Onlara da. Birer kırat (sevap) verildi. Sonra size Kur´ân verildi. Sizde güneşin batışına kadar onun­la amel ettiniz. Size ikişer kırat (sevap) verildi. Tevrat ve İncil ehli: "Rabbi-miz! Bunlar bizden en amel işlediler, ama daha çok sevap kazandılar." der­ler. Cenab-ı Allah: "Sevabınızı vermekte size haksızlık ettim mi hiç " diye sorar. Onlar: "Hayır" diye cevap verince buyurur ki: "Bu, benim dileğime verdiğim lutfumdur." Buharı de Ebü´l-Yeman´dan böyle bir rivayette bulun­muştur. [64]

Buharı... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "Sizden önce göçüp giden ümmetlerinkine nispetle sizin (dünyada kalış) süreniz, ikindi namazıyla güneşin batışı arasındaki zaman kadardır. Bu (iki hadiste anlatılan) misâl, sizinle yahudi ve hıristiyanların (durumunu bil­diren) bir misâldir." [65]

İmam Ahmed b. Hanbel... Seleme b. Küheyl´den rivayet etti ki; Müca-hid şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)´in yanında oturuyorduk. O esnada gü­neşte -ikindiden sonra- Kuaykian dağının üst tarafmdaydı. [66] Bize şöyle bu­yurdu: Geçip gidenlerin ömürlerine nispetle sizin ömürleriniz, günün ancak şu kalan (kısa) kısmı kadardır." [67]

İmam Ahmed b. Hanbel... Kesir b. Zeyd´den rivayet etti ki; Muttalib b. Abdullah şöyle demiştir: Abdullah b. Ömer, Arafat´ta vakfe yapıyordu. Bir kalkan gibi batı ufkuna inmekte olan güneşe baktı. Ağladı. Ağlayışı şiddet­lendi. Yanında duran bir adam ona: "Ey Eba Abdirrahman, benimle birlikte burada defalarca vakfe yaptın, ama hiç böyle yapmamıştın. Şimdi ne diye böyle yapıyorsun " diye sordu, bunun üzerine Abdullah şöyle dedi: "Ey in­sanlar! Geçip giden zamana nispetle dünyanızın ömrü, şu gününüzün geçen kısmına oranla geride kalan kısmı kadardır." [68] Bunu İmam Ahmed b. Hanbel münferid olarak rivayet etmiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Haberiniz olsun ki sizden önceki ümmetlerinki­ne nispetle sizin ecelleriniz, ikindi namazıyla güneşin batışı arasında geçen Zaman kadardır." [69]

Buharı de bu manada ama daha geniş bir hadisi Hammad b. Zeyd´den rivayet etmiştir.

Hafız Ebu´l-Kasım et-Taberanî de... İbn Ömer kanalıyla Peygamber (s.a.v.Vden böyle bir hadis rivayet etmiştir. Bütün bunlar gösteriyor ki; dün­yanın geçen ömrüne nispele kalan ömrü çok azdır. Ama kalan bu az Ömrün miktarını Aziz ve Celil olan Allah´tan başkası bilemez. Masum Peygamberi­mizden bu hususta belirleyici bir hadiste nakledilmiş değildir ki, o hadise baş vurulsun ve dünyanın geçen ömrüne nispetle kalan ömrünün miktarı bilinsin. Ama şu muhakkak ki geride kalan ömür, geçene oranla gerçekten çok azdır.

Kıyametin ne zaman kopacağını bildiren bir hadis de varid olmuş değil­dir. Aksine âyet ve hadisler, bunu yaratıklardan hiç birinin bilmediğini, aksi­ne bu husustaki bilginin sadece Allah katında olduğunu ifade etmektedirler. Nitekim bu husustaki açıklamalar, yüce Allah dilerse müteakip cildin ilk bö­lümünde verilecektir. Güvencimiz ve dayanağımız, yüce Allah´tır. [70]


Kendi Zamanında Hayatta Bulunanlardan Hiç Birinin Yüz Sene Sonra Yeryüzünde Kalmayacağına Hz. Peygamberin İşaret Buyurmuş Olması:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebubekir b. Ebi Hayseme´den rivayet etti ki; Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) hayatının sonunda yat­sı namazını kıldı, selâm verdikten sonra kalkıp şöyle buyurdu:

"Şu geceniz hakkında ne dersiniz Doğrusu bugün yeryüzünde bulunan­lardan hiçbiri yüz sene sonra hayatta kalmayacaktır."

Abdullah b. Ömer diyor ki: İnsanlar Peygamber (s.a.v.)´in bu sözünden paniğe kapılarak yüz seneden bahseden bu hadisi birbirlerine aktarmaya baş­ladılar. Oysa Peygamber (s.a.v.) şöyle demişti: "Bu gün yeryüzünde bulu­nanlar yüz sene sonra bulunmayacaktır." İnsanlar yüz sene sonra dünyada kimsenin kalmayacağını zannetmişlerdi. Halbuki Peygamber (s.a.v.), bu sö­züyle, kendi zamanındaki kuşağın yüz sene sonra hep ölmüş olacaklarını ifa­de etmek istemişti.

Buharı de bunu aynı sened ve lafızla Ebü´l-Yeman´dan rivayet etmiştir. Müslim de... Şuayb´dan böyle bir rivayette bulunmuştur. [71]

Sahabi bu hadisi kendi anladığı şekilde tefsir etmiştir. Tabii ki herkesten çok sahabi, hadisi iyi anlar. Sahabeye göre Peygamber (s.a.v.) bu sözüyle, o gün yeryüzünde yaşamakta olan kimselerin yüz sene sonra yeryüzünde olma­yacağını, böylece kendi zamanındaki kuşağın o zaman sona ereceğini kasdet-miştir.

Alimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Yaşayan kimselerin yüzsene son­ra hayatta olmayacağı sözü kimine göre sadece Peygamber (s.a.v.)´in zama­nındaki kuşağa mahsustur. Kimine göre bu söz her zaman ve her kuşak için geçerlidir. Oysa bu sözün, Peygamber´(s.a.v.)´in zamanındaki kuşağa özgü Ornası gerçeğe daha yakındır. Çünkü onlardan sonraki kuşaklarda yaşı yüzü aŞan insanlar görülmüştür. Nitekim bu hususu Tarih´te de anlattık. Ama ya-Ş1 yüzü aşan insanlar azdır. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Hasan´dan rivayet etti ki; Câbir b. Abdullah şöyle demiştir: Vefatından bir ay önce Rasûlullah (s.a.v.)´e kıyametin ne za­man kopacağını sordular. Buyurdu ki:

"Siz bana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorsunuz. Buna dair bil­gi, ancak Allah kalındadır. Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki, bu gün hayatta bulunmakta olan bir kimsenin üzerinden yüz sene daha ge­çeceğini bilmiyorum." [72]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Zübeyr´den rivayet etti ki; Câbir b. Ab­dullah şöyle demiştir: Vefatından bir ay önce Peygamber (s.a.v.)´in şöyle bu­yurduğunu işittim: "Bana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorsunuz. Bu­na dair bilgi ancak Allah katındadır. Allah´a yemin ederim ki bugün yeryü­zünde soluk almakta olan bir kimsenin üzerinden yüz sene daha geçmeye­cektir." [73]


Kıyametin Kopması Artık Yakındır:



Sahih adlı kitabında Müslim... Hz. Aişe´nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: Bedeviler Rasûlullah (s.a.v.)´in yanına geldiklerinde ona kıyametin ne zaman kopacağını sordular. O da onların en gencine bakıp şöyle buyurdu: "Eğer bu yaşarsa, kendini ihtiyarlamadan kıyamet kopar." [74]

Müslim... Sâbit´ten rivayet etti ki; Enes şöyle demiştir: Yanında En-sar´dan Muhammed adında bir çocuk bulunan bir adam, Rasûlullah (s.a.v.)´e: "Kıyamet ne zaman kopacak " diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi:

´´Eğer bu çocuk yaşarsa, umulur ki kendisi ihtiyarlamadan kıyamet ko­par." [75]

Müslim... Ma´bed b. Bilâl el-Arabî´den rivayet etti ki; Enes b. Mâlik şöyle demiştir: Adamın biri Peygamber (s.a.v.)´e: "Kıyamet ne zaman kopa­cak " diye bir soru sordu. Peygamber (s.a.v.) sustu, sonra Ezd-i Şenue kabi­lesine mensup önünde duran bir çocuğa baktı ve şöye dedi:

"Eğer bu (çocuk) yaşarsa, kendisi ihtiyarlamadan kıyamet kopar." [76] Enes dedi ki: O çocuk o gün benim yaşıtımda.

Müslim... Katâde´den rivayet etti ki; Enes şöyle demiştir: Muğire b. Şu-be´nin benim yaşımdaki bir kölesi yanımıza geldi. Onu gördüğünde Peygam­ber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Eğer bu hayatta kalırsa, ihtiyarlamadan kıyamet kopar." [77]

Buharı de... Hemmam´dan böyle bir rivayette bulunmuştur.

Bu rivayetler, Hz. Peygambere kıyametin kopma vaktinin bir kaç kez sorulduğunu ve onun da bu soruya müteaddit cevap verdiğini gösteriyor. Söylenmek istenen, o çocuğun ihtiyarlaması çağına varmadan asıl büyük kı­yametin kopacağı vakti belirlemek değildir. Asıl amaç, o zaman yaşamakta olan kuşağın, o çocuk ihtiyarlamadan sona ermiş olacağıdır. Nitekim bir ha­diste şöyle buyurulmuştur:

"Bana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorsunuz. Buna dair bilgi, ancak Allah katındadır. Allah´a yemin ederim ki, bu gün yeryüzünde soluk almakta olan kimselerin üzerinden yüz sene geçmeyecektir."[78]

Hz. Aişe´nin şu rivayeti de bunu teyid etmektedir: "(İşte o zaman) kıya­metiniz kopar." [79]

Bu şu demektir: Ölen bir kimse kıyametin hükmüne girer. Burçlar âle­mi, kıyamet âlemine yakındır. Onda dünyadan da benzer bir şeyler vardır. Ama daha çok ahirete benzer. Sonra dünyanın belirlenen ömrü nihayet bu­lunca Cenab-ı Allah kıyametin kopmasını emreder. Öncekiler ve sonrakler, belli günde bir araya gelmek için toplanırlar. Bununla ilgili olarak kitap ve sünnetten açıklamalar gelecektir. Kendisinden yardım dilenüece olan zât, yü­ce Allah´tır. [80]


Kıyametin Ansızın Ama Mutlaka Gelmesinin Yakın Olduğu



Kıyametin kesin olarak ne zaman kopacağını ancak yüce Allah bilir. Şimdi buna dair bazı ayetler nakledeceğiz:

"İnsanların hesab görme zamanı yaklaştı. Fakat onlar hâlâ habersiz, hak-dan yüz çeviriyorlar." (Enbiyâ, 21/1)

"Allah´ın buyruğu gelecektir. Acele gelmesini istemeyen." (Nahl, 16/1)

"Ey Muhammed! İnsanlar senden kıyametin zamanını soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi ancak Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır." (Ahzâb, 33/63)

"Birisi, yüksek derecelere sahip olan Allah katından, inkarcılara gelecek ve savunulması imkânsız olacak azabı soruyor. Melekler ve Cebrail mikdarı elli bin yıl olan o derecelere bir günde yükselirler. Ey Muhammed! Güzel gü­ze sabret. Doğrusu inkarcılar azabı uzak görüyorlar. Ama biz onu yakın gör­mekteyiz. Gök, o gün, erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış pamuğa dö­ner. Hiç bir dost diğer bir dostunu sormaz. Onlar birbirlerine yalnız gösteri­lirler." (Meâric, 70/1-11)

"Kıyamet saati yaklaşır, ay yarılır." (Kamer, 54/1)

"Onları toplayacağı kıyamet günü, sanki gündüz, birbirleriyle sadece ta­nışacakları bir saat kadar kalmış gibidirler. Allah´ı karşısına çıkmayı yalan sayanlar kaybetmişlerdir. Zaten doğru yolda değillerdir." (Yunus, 10/45)

"Gerçekten kitabı ve ölçüyü indiren Allah´tır. Ne bilirsin, belkide kıya­fet saati yakındır. Ona inanmayanlar, acele olmasını bekler. İnananlar ise korku ile titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, kıyamet gü­nü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler." (Şûra, 42/17-18)

"Sûra üflendiği gün, işte o gün, suçluları gözleri korkudan göğermiş ola­rak toplarız. "Siz dünyada sadece on gün eğleştiniz" diye, aralarında saklı saklı konuşurlar. Aralarında konuştuklarını biz daha iyi biliriz. En akıllıları: Sadece bir gün eğleştiniz"der." (Tâ-Hâ, 20/102-104)

"Allah onlara yine: "Yeryüzünde kaç yıl kaldınız " der. "Bir gün veya daha az bir süre kaldık. Sayanlara sor." derler. Allah: "Pek az kaldınız, kes­ki bilseydiniz! Sizi boşuna yarattığımızı ve biz döndürülmeyeceğinizi mi sandınız " der." (Müminûn, 23/112-115)

"Ey Muhammedi Sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soru­yorlar. De ki: "Onu ancak Rabbim bilir. Onun vaktini O´ndan başka belirte­cek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramayacağı o saat, sizlere ansı­zın gelecektir." Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar. De ki: "Onu bil­mek ancak Allah´ta mahsustur. Ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler." (A´râf, 7/187)

"Ey Muhammedi Senden kıyametin ne zaman gelip çatacağını sorarlar. Nerde senden onu anlatması Onun bilgisi Rabbine aiddir." (Naziât, 79/42-44)

"Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, zamanını gizli tuttuğum kı­yamet mutlaka gelecektir. Buna inanmayan ve hevesine uyan kimse seni on­dan ahkomasm, yoksa helak olursun." (Tâ-Hâ, 20/15-16)

"De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah´tan başka bilen yoktur." Ne za­man diriltileceklerini de bilmezler. Ahirete dâir bilgileri yeterli midir Hayır, ondan şüphe etmektedirler. Hayır, ona karşı kördürler." (Nemi, 16/65-66)

"Kıyamet saatini bilmek ancak Allah´a mahsustur. Yağmuru o indirir, Rahimlerde bulunanı o bilir. Kimse yarm ne kazanacağını bilmez ve hiç kim­se nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdâr­dır." (Lokman. 31/34)

Bu nedenledir ki bir bedevi kılığına bürünmüş olarak Cebrail, Hz. Pey­gambere kıyametin ne zaman kopacağım sorduğunda Hz. Peygamber ona şu cevabı vermişti: "Kendisine sorulan, bunu sorandan daha iyi bilen biri değil­dir." [81]

Yani bu soruyu soranlar da kendilerine sorulanlar da bu hususta bilgi ba­kımından aynı düzeydedirler. Çünkü soranın Arapça karşılığı olan (el-Sail) kelimesiyle sorulan kişi anlamına gelen (el-Mes´ûl) kelimelerindeki (el) lâm-ı tarifler ahd-ı zihnî lamları iseler o zaman (el-Sail)deki (el) ile Cebrail; (el-Mes´ul)daki (el) ile de Hz. Peygamber kastedilmiş olur ki ikisi de bu ko­nuda bilgi bakımından aynı düzeydedirler. Ama bu kelimelerin başlarındaki (el) lâm-ı tarifleri, cins ifade ediyorlarsa bu demektir ki; kıyametin ne zaman kopacağını soran ve kendilerine bu sorunun yöneltildiği herkes, bu konuda bilgi bakımından aynı düzeydedirler. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [82]


Kıyamet Alâmetlerinden Bazıları



Peygamber (s.a.v..) sadece Allah´ın bildiği beş gaybı konuyu anlatfıktan sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah´a mah­sustur." (Lokman, 31/34) (Buharî, Tcfsiru´l-Kur´ân, 31/6)

"O gerçek midir " diye senden sorarlar. De ki: "Evet, Rabbim hakkı için o gerçektir. Siz Allah´ı âciz kılamazsınız." (Yunus, 10/53)

"İnkâr edenler: "Kıyamet bize gelmeyecektir" dediler. Ey Muhammedi De ki: "Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbime andolsun ki, o saat si­ze muhakkak gelecekti . Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O´nun il­minin dışında değildir; Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık kitaptadır." Allah´ın, inanıp yararlı iş işleyenlere -ki onlar için mağ­firet ve cömertçe verilmiş nzık vardır - ve âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanlara- ki onlara iğrenç ve can yakıcı azâb vardır." (Sebe´, 34/3-4)

"İnkâr edenler, tekrar dirilmeyeceklerini ileri sürerler. Ey Muhammed! De ki; "Evet; Rabbime andolsun ki, şüphesiz diriltileceksiniz ve sonra, yap­tıklarınız size bildirilecektir. Bu, Allah´a kolaydır." (Teğâbim, 64/7)

Bu üç ayette Cenab-ı Allah, Rasûlüne, kullara karşı Rabbine yemin et­mesini emrediyor. Bu ayetlerin kendileri gibi bir dördüncüsü yoktur. Ama bu manâda âyetler çoktur. Yüce Allah buyurdu ki;

"Ölen kimseyi Allah´ın diriltmeyeceğ üzerine bütün güçleriyle Allah´a yemin ederler. Hayır; öyle değil, ayrılığa düştükleri şeyi onlara açıklamayı, inkâr edenlerin kendilerinin yalancı olduklarını bileceklerini, Allah gerçek­ten vaad etmiştir. Fakat insanların çoğu bilmezler. Bir şeyin olmasını istedi­ğimiz zaman sözümüz sadece ona "ol" dememizdır ve hemen olur." (Nahl,16/38-40)

"Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yara­tılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Şüphesiz Allah işitendir, görendir." (Lok­man, 31/28)

"Göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler. Körle gören, inanıp yararlı iş iş­leyenlerle kötülük yapan bir değildir. Ne kadar kısa düşünüyorsunuz Kıya­fet günü mutlaka gelecektir. Bunda şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmıyor." (Ğâfîr, 40/57-59)

"Ey inkarcılar! Size yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı ki onu Allah bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir. Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü aydınlatmıştır. Ardından yeri düzenlemiştir. Suyunu ondan çıkarmış ve otlak yer meydana getirmiştir. Dağları yerleştirmiştir. Bun­ları sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi için yapmıştır." (Naziat, 79/27-33)

"...Biz onları kıyamet günü yüzükoyun, körler, dilsizler, ve sağırlar ola­rak hasrederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa, hemen alevini artırırız. Bu, âyetlerimizi inkâr etmelerinin ve: "Ke­mik ve ufalanmış toprak olduğumuzda mı yeniden dirileceğiz " demelerinin cezasıdır." (isrâ, 17/97)

"Gökleri ve yeri yaratan Allah´ın, onların benzerlerini de tekrar yarat­maya kadir olduğunu görmezler mi Onlar için şüphe götürmeyen bir süre tâ­yin etmiştir. Öyleyken zâlimler inkarcılıkta hâlâ direnirler." (İsrâ, 17/99}

"Gökleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini yaratmaya kadir olmaz mı Elbette olur. Çünkü O, yaratan ve bilendir. Bir şeyi dilediği zaman, O´nun buyruğu sadece, o şeye "Ol" demektir; hemen olur. Her şeyin hüküm­ranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah münezzehtir." (Ya­sin, 36/81-83)

"Gökleri, yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah´ın, Ölü­leri diriltmeye de kadir olduğunu görmezler mi Evet O, her şeye kadirdir." (Ahkâf, 46/ 33)

"Göğün ve yerin O´nun buyruğu ile ayakta durması O´nun varlığının belgelerindendir. Sonra sizi kabirlerinizden bir çağırmaya görsün. Hemen çı­kı verirsiniz." (Rûm, 30/25)

"Önce yaratan, ölümünden sonra tekrar dirilten O´dur. Bu, O´nun için da­ha kolaydır. Göklerde ve yerde olan en üstün sıfatlar O´nundur." (Rûm, 30/27) "Kendi yaratılışını unutur da: "Çürümüş kemikleri kim yaratacak" diye­rek, bize misal vermeye kalkar Ey Muhammed! De ki: "Onları ilk defa ya­ratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir." (Yasin, 36/78-79)

"Kupkuru gördüğün yeryüzünün, Biz ona su indirdiğimiz zaman hare­kete geçmesi, kabarması, Allah´ın varlığının belgelerindendir. Ona can veren Allah şüphesiz Ölüleri de diriltir. Doğrusu O her şeye kadirdir." (Fussilet, 41/39) "Ey İnsanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için, Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışı-sızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız. Böylece yetişip erginlik çağma varırsanız. Kiminiz öldürü­lür. Kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bir şey bil­mez olur. Yeryüzünü görürsün ki, kupkurudur; Fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel bitkiden çift çift yetişirir. Bunlar, yalnız Allah´ın gerçek olduğunu, ölüleri dirilttiğini, gücünün her şeye yetti­ğini, şüphe götürmeyen kıyamet saatinin geleceğini, Allah´ın kabirlerde ola­nı dirilteceğini gösterir." (Hacc, 22/5-7)

"Andolsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe hainde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik. Kan pıhtı­sını bir çiğnemlik et yaptık. Bir çiğnemlik etten kemikler yarattık. Kemikle­re de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah ne uludur! Sizler bütün bunlardan sonra ölürsünüz. Şüphesiz kı­yamet günü tekrar diriltilirsiniz. Andolsun ki, üstünüzde yedi tabaka yarattık. Biz, yarattığımızdan habersiz değiliz." (Mü´minûn, 23/12-17)

Cenab-ı Allah, ölü toprağın baharda canlanmasını; ölüp parçalanmış, ufalanmış kemiklere ve toprağa dönüşmüş olan bedenlerin yeniden diriltile-ceklerine bir delil olarak gösteriyor. Aynı şekilde ilk yaratmayı da, haşirde yeniden yaratmaya bir delil olarak gösteriyor ve şöyle buyuruyor:

"Önce yaratan, ölümünden sonra tekrar dirilten odur. Bu, O´nun içn da­ha kolaydır. Göklerde ve yerde olan en üstün sıfatlar O´nundur." (Rûm, 30/27)

"De ki: "Yeryüzünde dolaşın. Allah´ın yaratmaya nasıl başladığını bir görün. İşte Allah aynı şekilde âhiret yaratmasını da yapacaktır. Doğrusu Al­lah her şeye kadirdir." (Ankebût, 29/20)

"O, suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diril­tiriz. (Ey inkarcılar!) İşte sizde böyle diriltileceksiniz." (Zuhruf,43/ il)

"Rüzgârları göndürif) de bulutları yürüten Allah´tır. Biz bulutları ölü bir yere sürüp, onunla toprağı ölümünden sonra diriltiriz. İnsanları diriltmekde böyledir." (Fâtır, 35/9)

"Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. O, erkek ve kadının beli ile göğüsleri arasından atıla gelen bir sudan yaratılmıştır. Şüphesiz Allah, gizliliklerin ortaya çıkacağı gün, insanı tekrar yaratmaya kadirdir. O gün, in­sanın gücü de, yardımcısı da olmaz. Yağmurun dönüşünü sağlayan göğe ve yarılan yeryüzüne andolsun ki, doğrusu bu Kur´ân kesin bir sözdür. O, eğ­lence için değildir. Gerçekten onlar düzen kuruyorlar. Ben de bir düzen kur­maktayım. Ey Muhammed! Sen inkarcılara mehil ver. Onlara mukabeleyi bi­raz geri bırak." (Târik, 86/5-17)

"Rahmetinin önünde, müjdeci olarak rüzgarları gönderen Allah´tır. Rüz­garlar, yağmur yüklü bulutları taşıdığında, onu ölü bir memlekete gönderir. Su indirir ve onunla her türlü ürünü yetiştiririz. Ölüleri de bunun gibi diriltip çıkarırız. Belki bundan ibret alırsınız.´ (A´râf,7/57)

"Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman dirilecek miyiz Bu, ihtimali olmayan bir dönüştür" dediler. Onlardan kimlerin ölüp toprağa karıştığını bi­liyoruz. Katımızda her şeyi unutulmaktan koruyan bir kitâb vardır." (Kat, 50/3)

"Söyleyin; akıttığınız meniden insanı yaratan siz misiniz, yoksa biz mi yaratmaktayız Ölümü aranızda biz tayin ettik. Sizi ortadan kaldırıp benzer­lerinizi yerinize getirmeyi, sizi bilmediğiniz şekilde var etmeyi dilesek kim­se önümüze geçemez. Andolsun ki, ilk yaratmayı bilirsiniz. Yine de düşün­mez misiniz " (Vakıa, 56/ 58-62)

"Onları yaratan" mafsallarını pekiştiren biziz. Dilersek onları benzerle­ri ile değiştiriveririz." (insan, 76/58)

"Hayır, doğrusu onları kendilerininde bildikleri şeyden yaratını sızdır, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, onların yerine daha iyileri-m getirmeye bizim gücümüz yeter Ve kimsede önümüze geçemez." (Meâric, 70/39-41)

"Biz kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman yeniden mutlaka di-rileck miyiz " derler. De ki: "Sizi ilk defa yaratan." Sana başlarım sallaya­rak: "Ne zamandır bu " derler. "Yakında olması mümkündür" de. Sizi çağır­dığı gün, O´na hamd ederek dâvetine uyarsınız ve kabirlerinizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız." (İsrâ, 17/49-51)

"Ufalanmış kemik olduğumuz zaman mı " Derler ki: "O takdirde bu za­rarına bir dönüştür." Doğrusu bir tek çığlık yetecektir. Hepsi hemen bir düz­lüğe dökülecektir." (Naziât, 79/11-14)

Cenab-ı Allah, ölülerin diriltilmesine Bakara sûresinde İsrail oğulları kıssasını anlatırken beş yerde değinmektedir. İsrâiloğulları buzağıya taptık­larında onlara şöyle denmişti:

"Ölümünüzden sonra, şükredesiniz diye sizi tekrar diriltmiştik." (Bakara, 2/56)

"Sığırın bir parçasıyla ona vurun" dedik. İşte böylece Allah ölüler diril­tir ve aklınızı kullanasınız diye size âyetlerini gösterir." (Bakara, 2/73)

"Binlerce kişinin memleketlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını gör­medin mi Allah onlara "Ölün" dedi. Sonra onları diriltti. Allah insanlara bol nimet verir. Fakat insanların çoğu şükretmezler." (Bakara, 2/243)

"Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedim mi " Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek " dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı. Sonra diriltti. "Ne kadar kaldın " dedi. "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi. "Hayır yüz yıl kaldın. Yiyeceğine, içeceği­ne bak, bozulmamış. Eşeğine bak; ve hem seni insanlar için bir ibret kılaca­ğız. Kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz" de­di. Bu ona apaçık belli olunca, "Artık Allah´ın her şeye kadir olduğuna inan­mış bulunuyorum" dedi." (Bakara, 2/259)

Ölenlerin yeniden diriltileceklerinden bahseden beşinci âyet de şudur:

"İbrahim: "Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster." dediğinde, "İnanmıyor musun " deyince de, "Hayır öyle değil, fakat kalbim iyice kan­sın" demişti. "Öyleyse dört çeşit kuş al, onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her dağın üzerine bir parça koy. Sonra onları çağır koşarak sana gelirler. O halde Allah´ın güçlü ve hakîm olduğunu bil" demişti." (Bakara. 2/260)

Cenab-ı Allah ashâb-ı kehf kıssasında onların 300 güneş yılı yani 309 kameri yıl yattıktan sonra nasıl uyandırıldıklarını anlatırken şöyle buyurmuş­tur: "Böylece Allah´ın sözünün gerçek olduğunu ve kıyametin kopmasından şüphe edilemeyeceğini bilmeleri için, insanların onları bulmalarını sağla­dık." [83]


Dünyanın Gitmeye, Ahiretin De Gelmeye Yüz Tutmuş Olması



Kıyamet alâmetleri görüldükten sonra dünyalıların karşılaşacakları ilk şey, kıyametin kopması için sûra üflenmesi olacaktır. Şöyleki: Cenab-ı Al­lah, isrâfle emir verir, o da kıyametin kopması için sûra üfler. Ona bakılır. Yeryüzünde bulunanların tümü, boyunlarının bir tarafını kaldırıp bir tarafını indirerek bu büyük hadiseye kulak verirler. Bu öylesine büyüktür ki, insan­lara, içinde bulundukları dünya meşgalesini unutturur, onlara korku ve tedir­ginlik verir. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur.

"Sûra üfürüldüğü gün, Allah´ın diledikleri bir yana, göklerde olanlar da yerde olanlar da, korku içinde kalırlar. Hepsi Allah´a boyunları bükülmüş olarak gelirler. Dağları yerinde donmuş gibi durur görürsün. Oysa onlar bu­lutlar gibi geçerler. Bu herşeyi sağlam tutan Allah´ın işidir. Doğrusu o, yap­tıklarınızdan haberdârdır." (Nemi, 27/87-88)

"Bunlar da ancak, bir an gecikmesi olmayan tek bir çığlık beklemekte­dirler." (Sâd, 38/15)

"Sûr´a üflendiği vakit, işte o gün, inkarcılara kolay olmayan zorlu bir gündür." (Müddessir, 74/8-10)

"O´nun sözü gerçektir. Sûr´a üfleneceği gün hükümranlık O´nundur. Görülmeyeni de görüleni de bilir o hakimdir, haberdârdır." (ErTâm, 6/73)

Bundan bir süre^sonra Cenab-ı Allah emir verecek, sûr´a üflenecek, O´nun diledikleri dışında göktekiler ve yerdekiler düşüp ölecek, sonra yine meir verecek, sûr´a yemden üflenecek, o zaman insanlar kalkıp (hesap ver­mek üzere) âlemlerin Rabbinin huzuruna gidecekler. Yüce Allah buyurdu ki:

"Sûr´a üflenince, Allah´ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra sûr´a bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar. Yeryüzü rabbinin nuruyla aydınlanır. Kitâb açılır. Peygam­berler ve şâhidler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adalet­le hüküm verilir. Her kişiye, işlediği ödenir. Esasen Allah onların yaptıkları­nı en iyi bilendir." (Zümer, 39/68-70)

"Doğru sözlü iseniz bildirin bu vaad ne zamandır " derler. Çekişip du­rurlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlığı beklerler. O zaman artık ne vasiyet edebilirler ne de ailelerine dönebilirler. Sûr´a üflenince, kabirlerinden rablerine dönebilirler. Sûr´a üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çı­karlar. "Vah halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı " derler. Onlara: "İşte Rahman olan Allah´ın vaadettiği budur. Peygamberler doğru söylemiş­lerdi" denir. Tek bir çığlık kopar. Hepsi, hemen huzurumuza getirilmiş olur. Artık bu gün kimseye hiç bir haksızlıkla bulunulmaz. İşlediklerinizden baş­kasıyla karşılık görmezsiniz." (Yasin, 36/48-54)

"Doğrusu bir tek çığlık yetecektir. Hepsi hemen bir düzlüğe dökülecek­tir." (Naziât, 79/13-14)

"Bizim buyruğumuz bir göz kırpması gibi anidir." (Kamer, 54/ 50)

"Sûr´a üflenince hepsini bir araya toplarız." (Kehf, 18/99)

"Sûr´a bir üfürüş üfürüldüğü, yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbiri­ne çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur, kıyamet kopar. Gök yarılır; O gün düzeni bozulur. Melekler onun çevresindedirler. O gün Rabbinin arş´ını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir. Ey insanlar! O gün siz huzura alınırsı­nız. Hiç bir şeyiniz gizli kalmaz. (Hakka:, 69/13-18)

"Sûr´a üfürüldüğü gün hepiniz bölük bölük gelirsiniz. Gökler kapı kapı aÇüacaktır. Dağlar yürütülüp serap olacaktır." (Nebe´,78/18-20)

Sûr´a üflendiği gün, işte o gün, suçluları gözleri korkudan göğermiş olarak toplarız." (Tâ-Hâ, 20/102)

Bu konuda nakledeceğimiz âyet-i kerimeler burada sona ermektedir.

İmam Ahmedb. Hanbel... Bişrb. Süfyan´dan rivayet etti ki; Abdullah b. Amr şöyle demiştir: Bedevinin biri: "Ey Allah´ın Rasûlü, sûr nedir " diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "İçine üflenen bir boynuzdur." [84]


Kıyametin Gelişi An Meselesidir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Atiyye´den rivayet etti ki; İbn Abbas (r.a.) "Sûr´a üflendiği vakit" (Müddessir, 74/8) ayet-i kerimesini açıklarken şöyle de­di: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Ben nasıl rahat olabilirim ki, sûr´un sahibi sûr´u ağzına almış, alnını eğmiş, kendisine emir verilmesini bekliyor ki sûr´a üflesin." Sahabiler, "Ey Allah´ın Rasûlü, biz ne diyeceğiz " diye sorunca Rasûlullah (s.a.v.) onlara şu buyruğu verdi: "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. O´na güvenip dayan­dık." deyin." Bunu İmam Ahmed b. Hanbel münferiden rivayet etmiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ben nasıl rahat olabilirim ki; Sûr´un sahibi sûr´u ağzına almış, alnını eğmiş, kulağını vermiş, kendisine emir verilmesini bekliyor (ki, Sûr´a üfle­sin)."

Müslümanlar: "Ey Allah´ın Rasûlü, biz ne diyelim " diye sorduklarında Rasûlullah (s.a.v.) onlara şu talimatı verdi: "Deyin ki: Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. Allah´a güvenip dayandık." [85]

Kitâb´ül-Ehval adlı eserinde Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben nasıl rahat olabilirim ki; Sûr´un Sahibi Sûr´u ağzına almış, alnını eğmiş, üflemesi için kendisine emir verilmesini bekliyor..."

Biz: "Ey Allah´ın Rasûlü, ne diyelim " diye sorduk. Buyurdu ki: "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir." deyin." [86]Ebû Hüreyre´nin Müsned´inde Ebû Ya´lâ el-Musılî şöyle demiştir: ... Ebû Saîd el-Hudrî, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ben -yahut siz- (şüphe ravi Ebû Salih´e aittir) nasıl rahat olabilirim ki; Sûr´un Sahibi boynuzu ağzına almış, kulağını vermiş, yönünü çevirmiş, üf­lemesi için kendisine emir verilmesini bekliyor. Hemen üfleyecek!" Sahabi­ler: Ya Rasûlallah, biz ne diyelim diye sordular. Rasûlullah (s.a.v.) onlara dedi ki: "Deyin ki: Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. Allah´a güvenip da­yandık." [87]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.), sûr sahibinden (yani İsrafil´den) bahsederken şöyle buyurmuş­tur: "Onun sağında Cebrail, solunda da Mikâil (a.s.) vardır."[88]

İbn Mâce... Ebû Saîd´den rivayet etti ki: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "Sûr sahiplerinin ellerinde iki boynuz vardır. (Üflemeleri için kendi­lerine) emir verilecek zamanı gözlerler." (İbn Mâce, Zühd 2/33)

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Ömer´den rivayet etti ki; Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İki sûr üfleyicisi ikinci gök katmdadır-lar. Birinin başı batı ufkunda, ayaklarıysa doğu ufkundadır. Sûr´a üflemeleri için kendilerine verilecek üfleme emrini beklerler." Bunu İmam Ahmed b. Hanbe* münferid olarak rivayet etmiştir. [89]

Bu hadisin ravileri arasında adı geçen Ebû Mirye künyeli kişinin asıl adı Abdullah b. Amr el-İclî´dir. Kendisi meşhur ravilerden değildir. Bu hadiste sözü edilen iki melekten biri belki de İsrafil´dir ki, Sûr´a üfleyecek olan odur. Nitekim bununla ilgili açıklama Sûr hadisinde uzun uzadıya verilecektir. Meleklerin ikincisi ise nakura (o da Sur gibi bir şey) üfleyecek olandır. Sûr ve nakur, bir çok birimleri kapsayan bir cins adı olabilir. Bu meleklerden, ha­diste iki sur üfleyicisf diye bahsetmiştik. "İki üfleyici"nin arapça karşılığı olan "EI-Neffahân" kelimesinin başındaki lâm-ı tarif ahd-i harici içindir. Bu iki meleğe, üfleme işinde tabi olan göreceli başka melekler vardır. Doğruyu en iyi bilen, elbetteki yüce Allah´tır.

İbn Ebi´d-Dünyâ... Yezid b. Esamm´dan rivayet etti ki; İbn Abbas şöy­le demiştir: "Sûr sahibi bu göreve getirildiğinden beri gözünü kırpmamıştır. Gözleri iki parlak yaldız gibidir. Arş´ın bulunduğu tarafa bakar. Gözünü yumduğu takdirde, açamadan, üflemesi için kendisine emir verilir de göre­mediği için emri yerine getirememe korkusuyla gözlerini hiç yummaz." [90]


Sûr Hadisi
Kıyamet Sahnesinin Veya Bir Bölümünün Tasviri:



Müsned adlı eserinde Hafız Ebû Ya´lâ el Musılî... Ebû Hüreyre´den ri­vayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), ashabından bir guruba hitaben şöyle buyur­muştur: "Doğrusu Cenab-ı Allah göklerle yerin yaratılışını tamamladıktan sonra Sûr´u yaratıp İsrafil´e teslim etti. O, Sûr´u ağzına dayamış, gözlerini arşa dikmiş, (üflemesi için) kendisine emir verilmesini bekliyor."

Ebû Hüreyre diyor ki: Ben kendisine şu soruyu sordum:

— Ey Allah´ın Rasûlü, sûr nedir

— Boynuzdur.

— Nasıldır o

ǰk büyüktür. Beni hak dinle gönderen zâta yemin ederim ki; onda-1 bir dairenin genişliği, göklerle yerin genişliği kadardır. Ona üç kez üfleyef t ..´ J^1 korku ve panik üflemesidir. İkincisi düşüp ölme üflemesidir. Çuncüsüyse âlemlerin Rabbinin huzuruna gidip toplanma üflemesidir. Ceva » ^an> İsrafil´e ilk üfleme için emir verir ve "Korku, panik üflemesini P der. Bu üfleme yapılınca gökteki ve yerdeki varlıkların -Allah´ın dile dikleri dışında- tümü paniğe kapılır. Üfleyişi uzatması, Allah tarafından Is-râfile emredilir. Ara vermeden uzunca üfler. Bu uzun üfleyiş hakkında Ce-nab-ı Allah şöyle buyurmuştur:

"Bunlarda ancak, bir an gecikmesi olmayan tek bir çığlık beklemekte­dirler." (Sâd, 38/6)

Dağlar, bulutlar gibi yürütülecek, serâb olacaktır. Yer de tıpkı denizde dalgalara tutulmuş bir gemi gibi üzerindekileri sarsacak, Arş´a asılı bir kan-dilmiş gibi ruhlar tarafından s ali anacaktır. Bilesiniz ki, Cenab-ı Allah bu du­rumu şöyle anlatmıştır:

"O gün bir sarsıntı sarsar. Peşinden bir diğeri gelir. O gün kalbler titrer." (Naziât. 79/6-8)

Yer, üzerindeki insanları sarsar; emzikli kadınlar çocuklarını unutur ha­mile olanlar yavrularını düşünürler. Çocuklar ihtiyarlar. İnsanlar paniğe ka­pılarak kanatlanır, uçarlar. Melekler karşılarına çıkarak onları tokatlar, geri döner, kaçarlar. Onları Allah´ın azabından koruyacak kimse yoktur. Birbirle­rine seslenirler. Onlar bu haldeyken yer, bir uçtan bir uca çatlayıp ikiye bö­lünür. Daha önce benzerini görmedikleri müthiş bir durumla karşılaşırlar. Öyle bir korku ve paniğe kapılırlar ki, miktarını ancak Allah bilir. Göğe ba­karlar... erimiş maden gibi olduğunu görürler. Sonra gök yarılır, yıldızlar et­rafa saçılıp düşer, güneş ve ay kararır. Rasûullah (s.a.v.) bu hususta şöyle bu­yurmaktadır:

"Ama ölüler bu olup bitenlerin farkına varmazlar."

Ebû Hüreyre dedi ki: "Sûr´a üfürüldüğü gün, Allah´ın diledikleri bir ya­na, göklerde olanlar da yerde olanlarlar da, korku içinde kalırlar." (Nemi, 27/ 87) Bu âyet-i kerîmede korku ve panikten "Allah´ın diledikleri" diye istisna edilerek etkilenmeyecek olanlar şehidlerdir. Korku ve panik ancak, dirileri etkiler. Şehidlerse Allah katında diri olup rızıklanırlar. Onlar o günün korku­sundan güvende olurlar. Bu korku ve panik, Cenab-ı Allah´ın şerli ve kötü kullara salacağı bir azâbdır. Bununla ilgili olarak O, şöyle buyurmuştur:

"Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının. Doğrusu kıyamet saatinin sarsıntısı büyük şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur. Her ha­mile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün. Oysa sarhoş de­ğildirler. Fakat bu sadece Allah´ın azabının çetin olmasındandır." (Hacc, 22/1-2)

Allah´ın dilediği bir süre kadar azâb içinde dururlar. Ama bu azabın uzun süreceği muhakkaktır. Sonra Cenab-ı Allah, üflemesi için İsrafil´e emir verir. O da ikinci aşamadaki düşüp ölme üflemesini yapar, lifleyince, gökte ve yerde -Allah´ın dilediği dışındaki- herkes ölür. Canları çıktıktan sonra, ölüm meleği, güç ve kudret sahibi Allah´ın huzuruna gelerek şöyle der:

— Ya Rab! Gökte ve yerde -senin dilediklerinden başka- herkes öldü.

— (Gerçi Allah kimin hayatta kaldığını daha iyi bilir ama yine de sorar:} Kim hayatta kaldı

— Ya Rab ölümsüz ve diri olan sen hayatta kaldın. Arş´ını taşıyanlar Cebrail, Mikâil ve ben hayatta kaldık.

— Cebrail ve MikâÜ de ölsünler.

Bundan sonra Cenab-ı Allah Arş´ı konuşturur. Arş der ki:

— Ya Rab, Cebraîl ve Mikâil ölüyorlar, öyle mi

— Sus. Ben ölümü, arşımın altında bulunan herkese yazdım. Dolayısıy­la Cebrail ve Mikâil ölecektir.

Bundan sonra ölüm meleği, güç ve kudret sahibi Allah´ın huzuruna ge­lerek der ki:

— Ya Rab! Cebrail ve Mikâil öldüler. Ben ve Arş´ı taşıyan melekler ha­yatta kaldık.

— Arşımı taşıyanlar da ölsünler.

Arşı taşıyanlar da Ölürler. Yüce Allah arşa emir verir. Arş, Sûr´u İsra­fil´den alır. Bundan sonra ölüm meleği, güç ve kuvvet sahibi Allah´ın huzu­runa gelerek der ki:

— Ya Rab, arşını taşıyan melekler de öldüler.

— (Gerçi Allah kimin hayatta kaldığını daha iyi bilir ama yine de sorar:) kim hayatta kaldı

— Ya Rab, ölümsüz ve dizi olan sen hayatta kaldın. Bir de ben kaldım. -- Sen bir sebepten dolayı yarattığım bir yaratığımsm. Sen de öl. Ölüm meleği de ölür. Artık geride sadece bir, kahr edici güce sahip, tek,

her şey kendisine muhtaç olduğu halde kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, doğurmayan, doğurulmayan, bir tek dengi dahi bulunmayan, ezeli ve ebedi olan gökleri ve yeri kitap gibi düzen, sonra yeri ve göğü yayan, ardısıra üç kez saran Allah kalır. "Sonsuz gücün sahibi benim" der. Bunu da üç kez söy­ler. Sonra kendi kendine "Bugün hükümranlık kimin " diye sorar. Cevap ve­ren olmaz. Sonra yine kendi kendine şu cevabı verir: "Kahredici güce sahib olan tek Allah´ındır." Yer ve gökler götürülüp yerlerine başka yer ve gökler getirilir. Bunları dümdüz biçimde yayar. Yeri Ukaz panayırmdaki deri gibi uzatıp serer. Oradan ne çukur ne de tümsek kalır. Sonra Cenab-ı Allah mah-lukata bir ünleyişle ünler. Onlar eski hallerine dönerler. Toprağın bağrında olanlar bağrında; üstünde olanlar üstünde kalırlar sonra Cenab-ı Allah üzeri­nize, arşın altıdakileri indirir. Sonra yağmur yağdırması için göğe emir verir de kırk gün müddetle yağmur yağdırır. Öyleki yaratıkların üstünde oniki zi­ra´ yüksekliğinde su birikir. Sonra Cenab-ı Allah cesedlere, bitki bitirmeleri­ni emreder de cesedler bakla bitkisi gibi bitkiler bitirirler. Cesedleri tekâmül ettiğinde yüce Allah: "Cebrail ve Mikâil dirilsinler" der... Onlar dirilirler. Sonra Cenab-ı Allah ruhları çağırır da onlar gelirler; müslümanlann ruhları ışık saçar, diğerlerininkiyse saçar. Ruhların hepsini Allah kabzedip sûr´un içine atar. Sonra da ölülerin diriltilmeleri amacıyla sûr´a üflemesini isrâfile emreder. O üfleyince ruhlar arı gibi gelir, gökle yerin arasını doldururlar. Aziz ve Celil olan Allah: "Onur ve üstünlüğüm hakkı için her ruh, mutlaka bedenine dönsün" diye emreder. Bu buyruk üzerine bütün ruhlar, topraktaki bedenlerine girerler. Önce genizden içeri girip tıpkı zehirin ışınlan kimsenin içine yayılışı gibi bedene yayılırlar. Sonra üzerinizdeki (mezar) toprağı yan-«r ve dışarı çıkarsınız. İlk çıkacak olanınız benim. Sonra hızla akın ederek Rabbinizin huzuruna varırsınız.

"Gözleri dalgın dalgın çekirgeler gibi yayılmış, o çağırana koşarak ka­birlerden çıkarlar. İnkarcılar: "Bu zorlu bir gündür" derler." (Kamer, 54/7-8.j

Yalınayak, çıplak ve sünnetsiz halde bir yerde yetmiş sene kadar bekler­siniz de size bakılmaz, hakkınızda hüküm verilmz. Göz yaşlarınız kuruyun-caya dek ağlarsınız. Sonra gözlerinizden kan akar. Gözyaşına ve kana batar­sınız. Yaşlar ağzınıza ya da kulaklarınıza kadar çıkar. Sıkıntıya düşer gürül­tü eder ve şöyle dersiniz: "Hakkımızda hüküm versin diye bizim için kim Rabbimizin huzurunda şefaatçi olur " Derler ki: "Bu hususla babanız Âdem´den daha liyakatli kim vardır ! Çünkü Allah onu kendi eliyle yarattı. Ona kendi ruhundan üfledi. Önce onunla konuştu." Böyle dedikten sonra Âdem´in yanma gider, kendilerine şefaatçi olmasını isterler. O, kabul etmez ve "Ben bunu yapacak durumda değilim"der. Ondan sonra birer birer diğer peygamberlerin yanına giderler. Ama hiç bîri şefaatçi olmayı kabul etmez.

Nihayet yanıma gelirsiniz. Ben de koşmaya başlar, nihayet Fahs´a gelir orada secdeye kapanırım. (Ebû Hüreyre): Fahs nedir, ya Rasulallah diye sorduğunda Rasulallah (s.a.v.) buyurdu ki: Orası Arş´in ayağının konduğu yerdir." Derken Cenab-ı Allah bana bir melek gönderir. O melek pazumdan tutarak beni kaldırır. Rabbim bana der ki:

— Ey Muhammedi

— Evet ey Rabbim, buyur.

— Nedir bu halin (Tabii O, benim halimi benden daha iyi bilir.)

— Ey Rabbim (günahkârlara) şefaatçi olacağımı bana vaad etmiştin. Şimdi onlar için şefaatçi olmamı kabul buyur ve bu kulların hakkında hüküm ver.

— Seni onlara şefaatçi kıldım. (Ey kullarım) Ben size gelip hakkınızda hüküm vereceğim.

Ben de dönüp insanların yanında dururum. Biz beklemekteyken gökten şiddetli bir ses duyarız. Göktekiler, yerdeki cin ve insanlar gibi dünyaya iner­ler. Onların ışığıyla yer aydınlanır. Saf halinde dururlar. Onlara: "Rabbimiz aranızda mıdır " diye sorarız. Onlar da: "Hayır ama gelmektedir" derler. Sonra bir o kadar daha gök halkı yere iner. Nihayet zorlu gücün sahibi kutlu ve yüce Allah ile melekler, bulut gölgeleri içinde inerler. O gün Rabbinin ar­şını sekiz melek taşır. Ama bugün arşı dört melek taşımaktadır. Ayakları ye­rin en alt tabakasının sınırına kadar uzanır. Göklerle yer onların kucağında, arş ise omuzlarında olacaktır. "Onur ve ezici güce sahib olan Allah, noksan­lıklardan münezzeh ve yücedir. Hükümranlığın ve yüksek âlemlerin sahibi olan Allah, noksanlıklardan münezzeh ve yücedir. Yaratıkları öldüren ama kendisi ölümsüz olan Allah, noksanlıklardan münezzeh ve yücedir." diyerek tespihatta bulunurlar.

Bundan sonra Cenab-ı Allah kürsüsünü yeryüzünün dilediği bir tarafına koyar sonra da şöyle seslenir: "Ey cinler ve insanlar topluluğu! Sizi yarattı­ğını günden şu güne kadar size kulak verip sizi dinledim, amellerinizi (yap­tıklarınızı) seyrettim. Şimdi de siz beni dinleyin. Size anlatılacak olanlar, sizin yaptıklarımzdır. Amel defterleriniz size okunuyor. Amel defterinde iyi şeyler bulan kimse, bundan ötürü Allah´a hamdetsin. Ama iyi şeyler bulma­yan kimse, sadece kendini kınasın."

Bundan sonra Cenab-ı Allah cehenneme emir verir. Bu emir üzerine oradan bir kısmı nurlu, bir kısmı zulümatlı bir topluluk çıkar. Sonra Cenab-ı Allah şöyle buyurur: "Ey suçlular! Bugün müminlerden ayrılın. Ey insano-ğulları! Ben size, şeytana tapmayın. O sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. Bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi " Andolsun ki, o sizden nice nesilleri saptırmıştı. Akletmez miydiniz İşte bu, size söz verilen cehen­nemdir. Bugün inkârcılığmıza karşılık oraya girin." (Yasin, 36/59-64)

Cenab-ı Allah insanları birbirinden ayırır. Amel defterlerini almaları için ümmetlere çağrıda bulunur. Ümmetler, korkudan diz üstü çökmüş ola­rak görürsün. Her ümmet, kitabına çağrılır. Onlara denir ki: "Bugün size, iş­lediğinizin karşılığı verilecektir." (Câsiyc, 45/28)

Cenab-ı Allah çiftlerle insanlar dışındaki yaratıkları arasındaki davaları halleder. Yırtıcı hayvanlarla diğer hayvanlar arasındaki davaları hükme bağ­lar. Öyleki boynuzsuzun boynuzlarmdaki hakkını alır. Bu işleri tamamladık­tan ve hç birinin diğerinde hakkı kalmadıktan sonra bilcümle hayvanata: "Toprak olun" der. Bu durumu gören kâfir, "Keşke bende toprak olaydım" der. Bundan sonra Cenab-ı Allah, kullar arasındaki davalara bakar. İlk olarak kan davalarını ele alır. Allah yolunda öldürülenlerin tümü oraya gelirler. Öl­dürülen (şehid) kimseye, gelmesini Allah emreder. O da şah damarlarından kan fışkırmakta olan kesik başını alıp gelir ve "Yarab! Bu beni niye öldür­dü " diye sorar. Cenab-ı Allah ta -öldürme sebebini çok iyi bildiği halde- öl­dürene, onu niçin öldürdüğünü sorar. O da; "Ya Rab, üstünlük senin olsun diye onu öldürdüm"der. Allah da ona, "Doğru söyledin" diye cevap verir ve yüzünü göklerin nuru gibi parlak kılar. Sonra melekler onu hemen cennete götürürler. Sonra bundan başka amaçlarla öldürülenler gelirler. Cenab-ı Al­lah, öldürülmüş olana emir verir; o da şah damarlarından kan fışkırmakta olan kesik başını alıp gelir ve: "Ya Rab, bu beni niye öldürdü " diye sorar. Cenab-ı Allah onun öldürülme sebebini herkesten çok daha iyi bildiği halde, öldürene; onu niçin öldürdüğünü sorar. O da; "Ya Rab! Üstünlük benim ol­sun diye onu öldürdüm" diye cevap verir. Cenab-ı Allah ona "Kahr ol!" kar­şılığını verir.

Bundan sonra her katile kısas uygulanır. Haksızlıklar telafi edilir. Za­limler, Allah´ın dilediği şekilde muamele görürler. Dilerse onlara azâb eder; dilerse merhamet eder. Bundan sonra Cenab-ı Allah, geride kalan diğer kul­ların davalarına bakar, kimsenin kimsede alacağı kalmaz, herkesin hakkını alıp sahibine verir, mazlumun zalimdeki hakkını alır. Öyle ki, süte su katmış olana da, sütünü halis kılmasını, katıksız hale getirmesini emreder. Cenab-ı Allah bu işleri bitirdikten sonra bir münadi, bütün mahlukata duyuracak bir sesle şöyle seslenir: "Herkes Allah´ı bırakıp da tapmış olduğu kendi tanrısı­nın yanına gitsin!" Her kim Allah´tan başkasına tapmışsa, tapındığı o şey, karşısına dikilir. O gün meleklerden biri Uzeyr (a.s.)´nı; biri de İsâ (a.s.)´ın kılığına bürünüp ortaya çıkar. Yahudiler Üzeyr´in kılığmdaki meleğe; Hris-tiyanlar da İsa´nın kılığmdaki meleğe tabi olurlar. Sonra tanrıları onları ate­şe çağırır. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Eğer bunlar tanrı olsalardı cehenneme girmezlerdi. Hepsi orada temeli kalacaktır.1´ (Enbiyâ, 21/99)

Geride -aralarında münafıklar da olmak üzere- sadece müminler kalır. Cenab-ı Allah onları dilediği şekilde hesap yerine getirir. Onlara: "Ey insan­lar! Herkes tanrısının yanına gitti. Siz de tanrınızın ve Allah´tan başka tap­tıklarınızın yanma gidin" der. Onlar da; "Yemin ederiz ki, bizim sadece Al­lah´ımız vardır. Dünyadayken O´ndan başkasına tapmazdık" diye cevap ve­rirler. Bunun üzerine Cenab-ı Allah onları bir tarafa bırakır. Dilediği bir müddet böyle kalır. Sonra yine gelip onlara: "Ey insanlar! Herkes tanrısının yanına gitti. Siz de tanrınızın ve Allah´tan başka taptıklarınızın yanma gi­din." der. Onlar da: "Yemin ederiz ki, bizim sadece Allah´ımız vardır. Dün­yadayken O´ndan başkasına tapmazdık." diye cevap verirler.

Bunun üzerine Cenab-ı Allah paçaları sıvar, O´nun, kendilerinin rableri olduğunu anlayacakları şekilde tecelli edip azametini onlara gösterir. Bu te­celli karşısında hepsi yüz üstü secdeye kapanırlar. Münafıklarsa enseleri ye­re gelecek şekilde düşerler. Cenab-ı Allah onların bellerini sığır boynuzu gi­bi yapar. Sonra izin verir... Başlarını secdeden kaldırırlar.

Bundan sonra Cenab-ı Allah, cehennemin iki yakası arasına kıldan ince ve kılıçtan keskince, sırat köprüsünü kurar. Sıratın üzerinde çengeller, sivri demirler ve hurma dikeni gibi dikenler vardır. Sıratın alt tarafında kaygan bir köprü vardır. Oradan bir göz açıp kırpacak veya şimşek çakacak veya rüzgar esecek veya rahvan atla koşacak yahut koşucu bir adamın koşarak geçebile­ceği kadar kısa bir zamanda geçerler. Kimi salimen kurtulur. Kimi tırmala­narak kurtulur. Kimi de yüzüstü cehenneme atılır.

Cennetlikler cennet tarafına gönderildiklerinde; "Kim bizim için Rabbi-mizin katında şefaat eder ki Rabbimiz bizi cennete koysun !" derler. "Bu ise babanız Adem´den daha liyakatli kim vardır Çünkü Allah onu kendi eliyle yarattı. Ona kendi ruhundan üfledi. Önce onunlu konuştu."

Adem (a.s.)´in yanına gider, durumu ona anlatırlar. O da (cennette işle­diği) günahını onlara hatırlatarak şöyle der: "Ben bu işi yapabilecek durum­da değilim. Ama Nuh´un yanına gidin. Çünkü o, Allah´ın kullarına gönder­miş olduğu Resullerin ilkidir."

Nuh (a.s.)´ın yanına gider, durumu ona anlatırlar. Şefaatçi olmasını is­terler. O da bir şeyler söyler ve, "Musa´ya gidin. Ben bu isteğinizi yerine ge­tirebilecek durumda değilim" der. Musa (a.s.)´ın yanma gider, kendilerine şefaatçi olmasını isterler. O da bir günah işlemiş olduğunu söyleyerek, "Ben bu isteğinizi yerine getirebilecek durumda değilim. Siz, Allah´ın ruhu ve ke­limesi olan Meryem oğlu İsa´nın yanına gidin." der.

İsâ (a.s.)´ın yanına gider, ondan, kendilerine şefaatçi olmasını isterler. O da, "Ben bu isteğinizi yerine getirebilecek durumda değilim. Ama Muham-med (s.a.v.)´in yanına gidin."der.

Benim yanıma gelirler. Rabbim katında bana vaadedümiş üç şefaat hak­kı vardır. Hemen harekete geçer cennete gider ve cennet kapısının halkasını tutarım, kapının açılmasını isterim; kapıyı bana açarlar. Bana selâm verilir, merhaba denir. Cennete girip Aziz ve Celil olan Rabbime baktığımda secde­ye kapanırım. Yaratıklarından hiç birine vermediği kadar bana, kendisine hamd edip temcidte bulunmama izin verir. Ardından bana: "Ey Muhammed! Başını kaldır, şefaatte bulun, şefatini kabul edeyim; iste ki sana vereyim." der. Başımı kaldırdığımda durumumu benden daha iyi bilen Allah bana "Ne­yin var Ne istiyorsun " diye sorar. Ben de: "Ya Rab! Bana, şefaat ve bulu­nabileceğimi vaadetmiştin. Cennetliklere şefaat etmeme izin verki cennete girsinler." derim. Aziz ve Celil olan Allah buyurur ki: "Seni onlara şefaatçi kıldım. Cennete girmelerine izin verdim."

Beni hak dinle göpderen zât´a yemin ederim ki; sizler dünyada, cennet­liklerin cennetteyken kendi eş ve meskenlerinin tanıdıkları kadar kendi eş ve meskenlerinizi tanıyamazsınız."

Cennetliklerden her bir erkek, Allah´ın yarattığı şekildeki yetmiş iki (Huri) kadın ve iki de Âdem neslinden olan kadının kocası olur. Bu iki ka­dın, dünyada Allah´a yapmış oldukları ibadet sebebiyle Allah´ın dilediği di­ğerlerinin (yani hurilerin üzerine) efdal kılınırlar.

Cennetlik koca, (huri) eşlerinden birinin yakuttan mamul olan odasına girer. O kadın altın bir taht üzerinde oturacak, başında inciden yapılmış bir taç bulunacaktır. Odanın sündüs ve istebraktan yapılmış yetmiş basamaklı bir merdiveni vardır. Adam, elini zevcesinin omuzları arasına koyar. Sonra göğsüne bakar; elbisesinin altından cildini ve etini görür. Bacaklarının etine baktığında, yakut gerdanlığın tanelerinin içine geçirilmiş ipliği gördüğü gibi (kemiklerini ve iliklerini) görür. Kocanın ciğeri kadına, kadmmki de kocaya birer ayna gibi olur. Koca bu minval üzere karısının yanındayken, ikisi bir­birlerinden asla bıkmazlar. O esnada kocaya şöyle seslenilir: "Senin eşinden, eşinin de senden bıkmadığını anladık. Ancak senin bundan başka eşlerin de vardır." Bu çağrıyı duyduktan sonra eşinin odasından çıkar. Diğer eşlerine birer birer uğrar. Her birinin yanına vardığında eşleri kendisine: "Valahi cen­nette senden daha güzel biri yoktur. Cennette senden daha çok sevdiğim bir Şey yoktur." der.

Cehennemlikler cehenneme düştüklerinde Rabbinin yaratıklarından amelleri kendilerini helak etmiş bir gurup insan ateşe düşer. Ateş, kiminin ayaklarının üst tarafına geçmez. Sadece ayaklarını tutar. Kimini böğürlerine kadar tutar. Kiminin cesedinin tümünü tutar. Yalnız yüzü dışarda kalır. Al­lah, onun boynunu ateşe haram kılar. Ben: "Ya Râb! Ümmetimden ateşe dü­şünlere beni şefaatçi kıl." derim. Aziz ve Celil olan Allah: "Tanıdıklarınızı beşten çıkarın" diye emreder. Onlar, bir taneleri dahi içeride kalmıyacak şe­kilde ateşten çıkarlar. Sonra Cehab-ı Allah, şefaatte bulunmama izin verir. Şefaat etmeyen bir peygamber ve şehid kalmaz, hepsi şefaat ederler. Aziz ve Celil olan Allah: "Kalbinde bir dinar ağırlığınca imân bulunan her kimi bu­lursanız, onu da ateşten çıkarın" diye emreder. Boyleleri de bir taneleri dahi içeride kalmamacasına dışarı çıkarılırlar. Sonra Cenab-ı Allah şefaati kabul buyurup, "kalbinde bir dinarın üçte ikisi ağırlığınca imân bulunan kimseleri de, üçte bir dinar ağırlığınca imân bulunan kimseleri de, bir kırat ağırlığınca imân bulunan kimseleri de, bir hardal tanesi ağırlığınca imân bulunan kimse­leri de ateşten çıkarın." diye emreder. Bunlar, içeride bir taneleri dahi kalma­macasına ateşten çıkarılırlar. Öyleki, Allah rızası için sadece bir hayır işle­miş olan kimse de ateşte kalmaz. Hatta kendisi için şefaat edilmeyen ve hak­kında yapılan şefaatin kabul edilmediği bir kimse kalmaz. Allah´ın rahmeti­ni gördükten sonra kendisi için de şefaat edileceği ümidiyle İblis dahi ayak­ları üstüne dikilecek boyunu uzatıp kendini gösterir. Bundan sonra Cenab-ı Allah: "Merhamet edicilerin en fazla merhametlisi ben ve ben kaldım." der. Elini cehenneme sokar. Oradan sayısını ancak kendisinin bildiği miktarda in­sanı çıkarır. Taneleri andıran bu insanları Hayvan nehri denen bir nehire sa-vurur. Bunlar sel sularının getirdiğ çer çöp arasındaki taneler gibi biterler. Güneşe bakan tarafları yeşil, gölgede kalan taraflarıysa sarı olur. Biter ve in­ci taneleri gibi olurlar. Boyunlarına: "Bunlar, Rahmanın azâd ettiği cehen­nemliklerdir" ibaresi yazılır. Cennetlikler onları bu yazıdan tanırlar. Asla ha­yır işlemedikleri halde bunlar da cennette kalırlar."[91]

Hadisin buraya kadarlık kısmını Ebubekir el-Arabî, merhum Ebû Ya´lâ´dan rivayet etmiştir. Meşhur olan bu hadisi bir gurup imam kendi ki­taplarında rivayet etmişlerdir. Örneğin İbn Cerir, tefsirinde; Taberânî, Mu-tevvelâtında, Hafız el-Beyhakî, el-Ba´s ve´n-Nûşûr (327) adlı kitabında; Ha­fız Ebû Musa da Medine kıssacısı İsmail b. Rafi kanalıyla, el-Mütevvelat ad­lı kitabında bu hadisi rivayet etmiştir. Bunun bazı fadelerinde münkerlik ve ihtilaf vardır. Bu hadisin rivayet yollarını münferid bir cüzde açıklamış imdir.

Ben derim ki: Bu hadisin ravileri arasında adı geçen İsmail b. Rafi el-Medinî, hadis uyduranlardan değildir. Sanki o bu hadisi çeşitli yollardan ve müteferrik yerlerden derlemiştir. Kendi çağındaki önde gelenlerden bir gu­rup onun yanında hazır bulunmuştur. Ebû Asım en-Nebil, Velid b.Müslim, Mekki b. İbrahim , Muhammed b. Şuayb b. Sabur, Abduh b. Süleyman ve dğer bazı büyüklerden oluşan bir cemaat, kendisinden hadis rivayet etmiştir. Hafız b. Musa el-Medinî, yukarıdaki hadisi İsmail b. Rafi el-Medinî´den ri­vayet ettikten sonra şöyle demiştir: "Bu hadisin senedi her ne kadar eleştiril-mişse de bu hadisteki ifadelerin büyük bir kısmı, sabit senedlerle ayrı ayrı ri­vayet edilmiştir."

Hafız b. Musa el-Medinî böyle dedikten sonra mezkûr hadisin garip ta­raflarından bahsetmiştir.

Şimdi biz bu uzun hadisi kısım kısım ele alıp açıklamaya çalışacağız. Yardımı dilenilecek olan zât, yüce Allah´tır. [92]


Sûr Üflemeleri
Ölümünden Sonra Çürüyen Bedenden Geride Sadece Kuyruk Sokumu Kemiği Kalır:



Sûr´a üç kez üflenecektir. Birincisi insanlara korku ve panik veren üfle­me; ikincisi, insanların düşüp öleceği üfleme; üçüncüsü de dirilmelerini sağ­layacak olan üflemedir. Bununla ilgili açıklama, önceki kısımda nakl edilen sûr hadisinde uzun uzadıya verilmişti.

Sahih adlı kitabında Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasulul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İki üfleme arasında kırk gün vardır." Bu hadisi naklederken Ebû Hü-reyre´yi dinleyenler, kendisine şöyle sordular:

— Hadiste geçen kırktan kasıt, kırk gün müdür

— Bilmediğim koşuda konuşmam.

— Kırktan kasıt, kırk ay mıdır

—- Bilmediğim konuda konuşmam.

-— Kırktan kasıt, kırk sene midir

Şimdi bu hadisin yukarıda kalan kısmına devam edelim: "Sonra gökten bir su iner. (Ölü) insanlar, bakla biter gibi biterler (canlanırlar). İnsanın (öl­dükten sonra) kuyruk sokumu kemiği dışında her tarafı çürür. Kıyamet gü­nünde insanlar ondan terkib edilip (diriltilirler.)" [93]

İmam Ahmed b. Hanbel.. Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ademoğlunun her tarafı çürür ve onu toprak yer. Sadece kuyruk soku­mu kemiği kalır (çürümez.) İnsan ondan yaratılmıştır, ondan terkib edilecek­tir." (Müslim, 3/2271)

Bunu İmam Ahmed münferiden rivayet etmiştir ve bu rivayet, Müs­lim´in şartına uygundur.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İnsanın kuyruk sokumu kemiği dışındaki her şe­yini toprak yer."

Kuyruk sokumu kemiği nedir, ya Rasûlallah diye sorduklarında şu ce­vabı verdi: "O bir hardal tanesi kadardır. İnsanlar (çürümelerinden sonra) o kemikten terkib edilirler." [94]

Burada söylenmek istenen, sûr´a yapılacak olan iki üflemedir. Bu iki üf­leme arasında kırk gün veya kırk ay yahut kırk senelik bir süre geçecektir. Allah bilir ya bu iki üflemeden biri, göktekilerle yerdekilerin düşüp ölmele­rini grçekleştirecek olandır. Diğeri de bu ölenlerin ölmelerini gerçekleştire­cek olandır. Diğeri de bu ölenlerin dirilip haşredilmelerini sağlayacak olan-üır- Bu iki üfleme arasında geçen süre zarfında bir yağmur yağacaktır.

Burada üzerinde durulan husuflardan biri de, insanın kendisinden yara­tıldığı ve kıyamette yine ondan terkib edilip canlandırılacağı kuyruk sokumu ^emiğidir. Belki de iki üflemeden kasıt, korku ve panik üflemesiyle, gökteki ve yerdekilerin düşüp ölmeleriyle sonuçlanan üflemedir. Burada anlatılmak istenen budur. Her hal-ü kârda bu iki üfleme arasında geçecek bir müddet ol­malıdır. Sûr hadisinde de anlatıldığı gibi o süre zarfında çok büyük olaylar cereyan edecektir. [95]


Kıyamet Gününün Bazı Korkulu Halleri:



Bu haüerden biri yerin, üzerindeki sağa sola sallayıp sarsmasıdır. Bu hu­susta yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Yer dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı, yer­yüzü ağırlıklarını dışarıya çıkardığı ve insanın: "Buna ne oluyor " dediği za­man..." (Ziizâl, 99/1-3)

"Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının. Doğrusu kıyamet gününün sarsıntısı büyük şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur. Her ha­mile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün, oysa sarhoş de­ğildirler. Fakat bu sadece Allah´ın azabının çetin olmasındandır." (Hacc, 22/1-21

"Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin-yalan olmadığı ortaya çıkacaktır. Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sar­sıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, siz de üç sınıf olursunuz:" (Vakıa, 56/1-7)

Bu korku ve paniğe düşürme üflemesi, kıyametin ilk başlangıcı olduğu­na göre "Kıyamet günü" adı, bütün bunları kapsayan uygun bir ad olur...

Buharî´nin Sahih´inde... Ebû Hüreyre´den rivayet olunduğuna göre Ra-süıullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet muhakkak kopacaktır. Hem de iki kişi (satıcı ile müşteri) ku­maşı aralarında açıp yayarlar. Onu alıp satmadan ve dürmeden (ansızın) kı­yamet kopacaktır. Kıyamet muhakkak kopacaktır. Hem de kişi, sağmal deve­sini sağıp ta sütünü içmeye fırsat kalmadan kıyamet kopacaktır. Kıyamet muhakkak kopacaktır. Kişi havuzunu sıvayıpta içinden su içemeden kıyamet (ansızın) kopacaktır. Kıyamet muhakkak kopacaktır. Kişi lokmayı ağzına gö­türmüşken onu yiyemeden kıyamet (ansızın) kopacaktır." [96] Bu hadiste anlatılanlar, korku ve panik üflemesi öncesindeki durumlar olarak algılanmalıdır. Çünkü bu üfleme, kıyametin ilk başlangıcıdır.

Önceki sayfalarda nakledilen ve âhir zaman insanlarının evsafını anla­tan hadiste ifade edildiğine göre onlar, insanların en şerlileridir ve kıyamet, onların üzerine kopacaktır.

Önceki sayfalarda nakledilen ve İbn Rafi´in rivayet ettiği sûr hadisinde anlatıldığına göre iki üfleme arasında gök yarılacak, gökteki yıldızlar etrafa saçılacak, ay ile güneş kararacaktır. Allah bilir ya bu, göktekilerle yerdekile­rin düşüp ölmelerine neden olacak üflemeden sonra olacaktır. Bu hususta yü­ce Allah şöyle buyurmuştur:

"Yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle değiştirildiği, herşeye üstün gelen tek Allah´ın huzuruna çıktıkları günde, sakın Allah´ın peygam­berlerine verdiği sözden cayacağını sanma. Doğrusu Allah güçlüdür, öc alandır. O gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün. Gömlekleri katran­dan olacak, yüzlerini ateş bürüyecektir." (İbrahim, 14/47-49)

"Gök yarılıp Rabbine boyun eğdiği zaman -ki gök boyun eğecektir- ..." (İnşikâk, 84/1-2)

"Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın biraraya getirildiği za­man, işte o gün insan: "Kaçacak yer nerede " der. Hayır, hayır, bir sığınak yoktur. Ey insan! O gün sen, Rabbinin huzuruna varıp durursun. O gün, in­sanoğluna önde ve sonda yaptığı ne varsa bildirir. Özürlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir." (Kıyamet, 75/7-15)

Bütün bunların, göktekilerle yerdekilerin düşüp ölmelerine sebeb olacak üflemeden sonra vukubulacağı anlatılacaktır. Ama yeryüzünün sarsılması, buna bağlı olarak çatlayıp yazılması, insanların, yerin köşe bucağına kaçma­ları ise, korku ve panik üflemesinden sonra, göktekilerle yerdekilerin düşme­lerine neden olacak üflemeden önce olması münasiptir.

Yüce Allah, Firavun kavminden olan mümin kimsenin durumundan bahsederken şöyle buyuruyor: "Ey Milletim! Ah-ü figân gününden sizin he­sabınıza korkuyorum. Arkanıza dönüp kaçacağınız gün Allah´a karşı sizi ko­ruyan bulunmaz." (Gafir, 40/32-33)

"Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresini aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa geçin! Ama Allah´ın verdği bir güç olmaksızın geçemez­siniz ki! Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız Ey in­sanlar ve cinler! Üzerinize dumansız bir alev ve ateşsiz bir duman gönderilir de kurtulamazsınız. Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlar­sınız " (Rahman, 55/33-36)

İmam Ahmed b. Hanbel´in müsnedinde, Sahih-i Müslim´de, dört sü-nen´de Ebû Şureyha Huzeyfe b. Üseyd´den rivayet olunan ve önceki kısım­larda geçen bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizler on alâmeti görmeden.kıyamet kopmayacaktır." Böyle dedikten son­ra Rasûlullah (s.a.v.), o on alâmeti saymış ve sonunda da şöyle buyurmuştur:

"... Bu alâmetlerin sonuncusu, Aden´in derinliğinden çıkarak insanları önüne katıp mahşere götürecek olan bir ateştir." (Müslim. 3/2226)

Bu ateş, âhir zamanda yeryüzünün her tarafındaki insanları önüne katıp, haşir ve neşir yeri olan Şam´a sevkedecektir.[97]


Ahir Zamanda İnsanları Önüne Katıp Mahşere Sevk Edecek Olan Ateş:



Buharı ve Müslim´in Sahihlerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar üç yöntemle haşredilecek-lerdir. Kimi rağbet ve imrenme havası, kimi de korkup kaçma havası içinde olacaktır. İkisi bir deve üstünde, üçü bir deve üstünde, on tanesi de bir deve üstünde olacaktır. Geride kalanlarıysa ateş, önüne katıp haşir yerine götürür. Giderken dinlendikleri yerde o ateşte onlarla birlikte dinlenir. Akşamladıkla­rı yerde onlarla birlikte geceler." [98]

İmam Ahmed b. Hanbel... Sabit b. Enes´ten rivayet etti ki; Abdullah b. Selâm, Rasûlullah (s.a.v.)´e kıyamet alâmetlerinin ilkini sordu. Rasûlullah (s.a.v.) de ona şu cevabı verdi: "İnsanları doğudan alıp önüne katarak batıya götüren ve orada toplayacak olan bir ateştir..." (Buharî, Enbiyâ 1/4). Bu hadisin tamamı uzun olup sahih hadis kitaplarında mevcuttur. [99]


İnsanlar Kıyamet Gününde Üç Sınıf Hafinde Haşredilecektir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde insanlar üç sınıf halinde hasredilirler. Bir sınıf yaya, bir sınıf süvari, bir sınıf da yüzüstü haşr edilir."

"Ey Allah´ın Rasûlü, onlar yüzüstü nasıl yürüyecekler " diye sordukla­rında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi: "Onları ayakları üstünde yürüten, yüzüstü yürütmeye de kadirdir. Yalnız onlar (bu halde giderlerken) yüzleri­ni tümseklerden ve dikenlerden sakınırlar." [100]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Ömer´den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu hicretten sonra bir hicret daha olacaktır. (O hicrette) insanlar, İbrahim´in hicret ettiği yere çekilecek ve yer­yüzünde insanların ancak en şerlileri kalacaktır. Yerleri onları atacak; ateş onları domuz ve maymunlarla birlikte hasredecek, onların geceledikleri yer­de onlarla beraber geceleyecek, onların dinlendikleri yerde onlarla beraber dinlenecek, onların geride kalanlarım (yakıp) yiyecektir." [101]

El-Ba´s ve´n-Nüşûr adh kitabında Hafız Ebubekir el-Beyhakî.. Ebû Şu-reyha Huzeyfe b. Üseyd el-öıfarî´den rivayet etti ki; Ebû Zerr d-Ğıfarî;

"Biz onları kıyamet günü yüzü koyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak hasrederiz." (îsrâ, 17/97) âyet-i kerimesini okuduktan sonra şöyle dedi:

Doğru konuşan ve kendisine bildirilenlerin doğru olduğu zât (yani Ra­sûlullah) bana buyurdu ki: "Kıyamet gününde insanlar üç gurup halinde has­redilirler: Bir gurup yiyeceğini yemiş, giyeceğini giymiş, bineğine de bin­miştir. Bir gurup koşarak gider. Bir gurupta yüzüstü vaziyette melekler tara­fından sürüklenirler." Yanında bulunan bizler kendisine sorduk: Ey Allahın Rasülü, iki gurubu anladıkta şu koşarak gidenlere ne oluyor "Buyurdu ki: "Cenab-ı Allah bineklere âfet bırakır. Öyle ki binekli kimse kalmaz. Hatta ki­şiye sütü kesilmiş, sırtına semer vurulmuş develerle birlikte beğenilen hoş bir bahçe verilir." [102]

Müsned adlı eserinde İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Humeyele el-Ku-Şeyri´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar ya­yalar ve süvariler olarak şurada (Rasûlullah böyle derken eliyle Şam tarafını gösterdi.) haşredileceklerdir. (Kimi de) ağızlarına tıkaç konmuş olarak yüz üstü sürünerek Allah´a arzedilirler." [103] Tirmizî de bunu ri­vayet etmiş, hasen ve sahih bir hadis olduğunu söylemiştir.

Bu ifadeler gösteriyor ki; bu hadislerde sözü edilen haşir, dünyanın son demlerinde mevcud olan insanların, haşir yeri olan Şam diyarında toplanıp üç sınıf olarak haşredilmeleri demektir. Bir sınıf yiyeceğini yemiş, giyeceği­ni giymiş ve bineğine binmiştir. Bir sınıf bazan bineğe biner, bazan da yaya gider. Bunlar, önceki sayfalarda nakledilen bir hadiste anlatıldığı gibi; iki ki­şi bir deveye, üç kişi bir deveye, on kişi bir deveye -binek azlığından dola­yı- nöbetleşe binerler. Geride kalanlarını ateş, önüne katıp haşir yerine götü­rür. O ateş, Aden´in derinliklerinden çıkar, insanları arkadan kuşatır ve her taraftan onları önüne katıp sevkeder, mahşere götürür. Geride kalanlarını (yakıp) yer.

Bütün bu anlatılanlar, bu hadisenin, dünyanın son deminde vukubulaca-ğım göstermektedir. Bolea yenilip içilecek, düz sırtlı hayvanlara ve hörgüç-lülere binilecek, geridp kalanları ateş (yakıp) yiyecek. Demek ki bunlar, dün­yanın sonunda olacaktır. Eğer bunlar "ölülerin diriltilmesini sağlayan sûr üf­lemesinden sonra olacak" deniliyorsa bu mümkün değildir. Çünkü o zaman yürüyecek binek, yiyecek ve içecek, hatta ölecek kimse kalmaz. Toplanıla­cak yani hasredilecek geniş bir alanda kalmaz. Hayret hem de ne hayret ki; Hafız Ebubekir el-Beyhakî, bu hadisleri rivayet ettikten sonra bunlarda anla­tılan ´bineğe binme´ olayının kıyamet gününde olacağı yorumunu getirmiş, bunu sahih saymış, bizim söylediğimizi delil olarak göstermiştir: "Sakınan­ları o gün Rahmân´ın huzurunda O´na gelmiş konuklar olarak toplarız. Suç­luları suya götürür gibi cehenneme süreriz." [104]


İnsanlar Kıyamet Gününde Yalınayak, Çıplak Ve Sünnetsiz Olarak Hasredilirler:



Yukarıdaki ayeti hadisle tefsir ederken ileri sürdüğü iddia nasıl doğru olabilir Oysa hadiste şöyle deniliyor: "Onlardan kimileri var ki; iki kişi bir deveye, üç kişi bir deveye, on kişi bir deveye (nöbetleşe) binerler." [105]

Bunun binek kıtlığından ötürü olduğu açıkça bildirilmiştir. Bu bildi­rimle yukarıdaki iddia uyuşmamaktadır. Doğrusunu Allah bilir ya o binekler, Cennetin necip develeridir ki; müminler haşir meydanında onlar binerek cen­nete gideceklerdir. Ama bu nöbetleşe olmayacaktır. Bununla ilgili açıklama ileride verilecektir.

Aralarında İbn Abbas, İbn Mes´ud, Âişe ve diğerlerinin de bulunduğu bir gurup sahabiden başka bir yolla gelen bir rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur:

"Sizler, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah´ın huzurunda topla­nacaksınız." [106]

Yüce Allah da şöyle buyurmuştur:

"Yaratmaya ilk başladığımız gibi onu tekrar var edeceğiz." (Enbiyâ, 21/104)

Bu ayet ve hadiste anlatılan haşir, başka bir haşirdir. Bu, kıyamet gününde, ölülerin diriltildiği sûr üflemesinden sonra olacaktır. O esnada insanlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak mezarlarından kalkacaklardır. Aynı şe­kilde kâfirler de susuz olarak cehenneme sevk edileceklerdir.

Yüce Allah buyurmuştur ki:

"Biz onları kıyamet günü yüzü koyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak hasredeceğiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini arttırırız." (İsrâ, 17/97)

Bu durum mahşerden cehenneme götürülmeleri emredildiğinde vukubu-lacaktır. Bütün bunlarla ilgili açıklama yeri geldiğinde inşaallah verilecektir. Güvencimiz ve dayanağımız Allah´tır.

Sûr hadisinde anlatılmıştır ki; korku ve panik üflemesinden ötürü mey­dana gelecek korkulu durumlardan ölüler haberdar olmayacak ve etkilenme­yecekler. Bu korkunç hallerden etkilenmeyeceklerini Cenab-ı Allah´ın bil­dirdiği kimseler, sadce şehitlerdir.

Çünkü onlar, Rablerinin katında diri olup rızıklanırlar. Bu olup bitenle­ri hissederler ama hiç ürkmezler. Göktekilerle yerdekilerin düşüp ölmesine neden olacak sûr üflemesi nedeniyle de bunlar düşüp ölmezler.

Tefsirciler, korku ve panik yani kıyamet üflemesi esnasında meydana gelecek korkulu hallerden etkilenmeyecek olan kimselerin hangileri oldukla­rı hususunda çeşitli görüşler ileri sürerek ihtilafa düşmüşlerdir. Hadiste yer alan sarih ifadeye göre bunlar şehidlerdir. Kimi, etkilenmeyecek olanların Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Azrail olduğunu; kimi de bunların arşı taşıyan me­lekler olduklarını söylemiştir. Kimi de, "Etkilenmeyecek olanlar başkaları­dır" demiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Yine Sûr hadisinde anlatılmıştı ki; korku ve panik üflemesiyle, gökteki­lerle yerdekilerin düşüp ölmelerine neden olacak üfleme arasında insanlar uzun bir süre bu korkulu halleri müşahede edecekler; bu sebeple de -Allah´ın diledikleri hariç- göktekilerle yerdeki insanlar, cinler ve meleklerin tümü öleceklerdir. Kimileri bu hariç tutulanların Arşı taşıyan melekler olduğunu, kimi Cebrail olduğunu, kimi Mikâil olduğunu, kimi İsrafil olduğunu, kimi şehidler olduğunu, kimi de başkaları olduğunu söylemişlerdir. Yüce Allah buyurmuş ki: "Sûr´a üflenince, Allah´ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra sûra bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar." (Zümer, 39/68)

"Sûr´a bir üfürüş üfürüldüğü, yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbiri­ne çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur. Kıyamet kopar. Gök yarılır; O gün düzeni bozulur. Melekler onun çevresindedirler. O gün Rabbinin arşını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir. Ey insanlar! O gün siz huzura alınırsı­nız. Hiç bir şeyiniz gizli kalmaz." (Hakka. 69/13-18)

Sûr hadisinde şöyle denmişti:

"Cenab-ı Allah, İsrafil´e: "Herkesi düşürüp öldürecek üflemeyi yap" der. Bu emri alan İsrafil üfler ve bu nedenle göktekilerle yerdekilerin -Al­lah´ın diledikleri dışında- tümü düşüp ölür. Cenab-ı Allah, ölüm meleğine kimin sağ kaldığını kendisi daha iyi bildiği halde-: "Kim sağ kaldı " diye sorar. O da şu cevabı verir: "Diri ve ölümsüz olan sağ kaldın. Arş´ını taşıyan meleklerle Cebrail ve Mikâil sağ kaldılar." Cenab-ı Allah ona, Cebrail ile Mikâü´in ruhlarını kabzetmesini emreder. Sonra da Arş´ı taşıyanların ruhla­rını kabzetmesini emreder. En sonunda Azrail´e de ölmesini emreder. Azra­il, yaratıkların en son ölenidir." [107]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu Cenab-ı Allah, ölüm meleğine şöyle buyurur: Sen de yaratıklarımdan birisin. Uygun gördüğüm bir sebepten dola­yı seni yaratmıştım. Öl ve sonra da hiç dirilme." [108]

Muhammed b. Kâ´b dedi ki: Cenab-ı Allah ona: "Öyle bir ölümle öl ki, sonra hiç dirilme!" dediğinde O, öyle bir çığlık atacak ki; o çığlığı gökteki-ler ve yerdekiler duyacak olsalar, korkudan mutlaka ölürler."

Ben derim ki: "Öyle bir öl ki, artık hiç dirilme." Bu Azrail´in ölümün­den sonra artık bir ölüm meleği olmayacaktır. Çünkü sahih hadiste de sabit olduğu gibi o günden sonra artık ölüm olmayacaktır. Sözünü ettiğimiz Sa-hih´deki hadiste şöyle buyurulmuştur:

"Ölüm, kıyamet gününde alaca bir koç suretinde getirilip cennetle ce­hennem arasında boğazlanacak, sonra da şöyle denilecektir: Ey Cehennem­likler! Orada ebedi kalın; size ölüm de yoktur. Ey cennetlikler! Orada ebedi kalın; size ölüm de yoktur."[109]

Bu hadis sonra da gelecektir. Ölüm meleği fânidir. Ölecek, ondan sonra da hiç ölüm meleği olmayacaktır. Doğrusunu Allah bilir. Bu sözü gerçekten peygamber efendimizin söylemiş olduğunu kabul edersek, bundan zahiren anlaşıldığına göre Azrail, öldükten sonra artık hiç dirilmeyecektir. Hadisin sahihliği varsayıhrsa o zaman böyle bir tevilde gerçeklik payı çok az olur. Doğruyu en iyi bilen, elbetteki yüce Allah´tır. [110]


Fasıl:



Sûr hadisinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuş: "Herkes ölüp de sadece kahredici güce sahip bir, tek, her şey kendisine muhtaç olduğu halde kendisi hiç bir şeye muhtaç olmayan, doğurmayan, doğurulmayan, ezeli ve ebedi Al­lah bakî kalınca göklerle yeri kitap gibi dürer, sonra açıp yayar, sonra üç kez sarar ve üç kez "Ben zorlu gücün sahibiyim!" der, sonra üç kez; "Bu gün hü­kümranlık kimin " diye seslenir, kendisine cevap veren olmaz. Sonra kendi kendine cevap vererek şöyle der: "Bir ve kalır edici güce sahib olan Allah´ın­dır." [111]

Yüce Allah buyurdu ki:

"Onlar Allah´ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü O´nun avucundadır. Gökler O´nun kudretiyle durulmuş olacaktır. O, putperestlerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir." (Zümer, 39/67)

"Göğü kitap dürer gibi durduğumuz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi -katımızdan verilmiş bir söz olarak- onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz yaparız." (Enbiyâ, 21/104)

"O her şeyden öncedir. Kendisinden sonraya hiç bir şeyin knlmıyacağı sondur. Varlığı aşikârdır. Gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O her şeyi bi­lir." (Hadîd, 57/3)

"Arş sahibi, varlıkların en yücesi olan Allah, kavuşma gününü ihtar et­mek için kullarından çıkarlar. Onların hiç bir şeyi Allah´a gizli kalmaz. "Bu gün hükümranlık kimindir " denir. Hepsi: "Gücü her şeye yeten tek Al­lah´ındır." derler. Bu gün herkese, kazandığının karşılığı verilir. Bu gün hak­sızlık yoktur. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir." (Mü´min, 40/15-17)

Buharı ve Müslim´in Sahih´lerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cenab-ı Allah yeri tutar, göğüde sağ eliyle dürer, sonra da şöyle buyurur: "Ben hükümrânım, ben zorlu gücün sahibiyim, nerede yeryüzünün hükümdarları Nerede zorbalar, nerede bü-yüklenenler " [112]

Buharı ve Müslim´in Sahih´lerinde... İbn Ömer´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu yüce Allah, gökleri sağ eliyle tutar, sonra da, "Ben hükümrânım!" der." [113]

İmam Ahmed b. Hanbel´in Müsned´inde ve Müslim´in Sahih´inde... İbn Ömer´den rivayet olundu ki; Rasûlullah (s.a.v.) bir gün minber üzerinde şu âyet-i kerîmeyi okudu:

"Onlar Allah´ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü O´nun avucundadır. Gökler O´nun kudretiyle durulmuş olacaktır. O, putperestlerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir." (Zümer, 39/67)

Bu âyet-i kerimeyi okurken Rasûlullah (s.a.v.) elini öne ve arkaya doğ­ru hareket ettiriyor ve şöyle diyordu: "O zaman Rab da kendini onurlandırıp: "Ben zorlu gücün sahibiyim. Ben en büyüğüm. Ben hükümrânım. Ben güç­lüyüm. Ben cömerdim!" diyecektir." O esnada minber, Rasûlullah (s.a.v.)´i o kadar sarstı ki, neredeyse yere düşecek, dedik." [114]

Yukarıdaki âyet-i kerimeyi tefsirde (yani İbn Kesîr tefsirinde) açıklar­ken bu konuyla ilgili yeter miktar da hadisleri sened ve lafızlarıyla birlikte naklettik. Allah´a hamdolsun. [115]


Fasıl:



Sûr hadisinde anlatıldığına göre Cenab-ı Allah, kıyamet gününde bu yerler, başka yerlerle değiştirecek, yenilerini açıp yayacak ve Ukaz panayı­rında satılan deriler gibi serecek.

"Orada ne çukur, ne tümsek göreceksin." (Tâ-Hâ, 20/108)

Sonra Cenab-ı Allah insanları azarlar ve onlar da kendilerini bir değişik­lik içinde bulurlar:

"Yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle değiştirildiği, her şe­ye üstün gelen tek Allah´ın huzuruna çıktıkları günde, sakın Allah´ın huzuruna çıktıkları günde, sakın [116] Allah´ın peygamberlerine verdiği sözden caya­cağını sanma." (İbrahim, 14/47-48)

Müslim... Hz. Aişe´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.)´e; "Yerin ve göklerin değiştirildiği günde insanlar nerede olacaklardır " diye sorulduğun­da Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Karanlıkta ve köprünün (sıratın) ge­risinde olacaklardır." [117]

Bununla kastedilen, mezkur hadiste sözü edilen değişiklikten başka bir değişikliktir. Burada anlatılan, iki üfleme yani canlıların ölümüne yol açan üfleme ile canlıların dirilmesini sağlayan üflemeler arasında yeryüzünün işa­ret ve sınırlarını bozan ve yok eden değişikliktir. Bu durumda dağlar yürütü­lecek, yer sarsılacak, yeryüzü dümdüz hale gelecek, yeryüzünde burgaç, de­re ve tepe kalmayacaktır. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Ey Muhammed! Sana dağları sorarlar. De ki: "Rabbim onları ufalayıp savuracak, yerlerini düz, kuru bir toprak haline getirecek, orada ne çukur ne de tümsek göreceksin." (fâ-Hâ, 20/105)

"Dağlar yürütülüp serap olacaktır." (Nebe\ 78/20)

"Dağlar, atılmış renkli yüne benzeyecekler." (Kari´a, 101/5)

"Yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur." (Hakka, 69/14)

"Bir gün dağları yürütürüz de yeri dümdüz görürsün. Hiç birini bırak­maksızın onları toplarız. Dizi dizi Rabbine sunulduklarında onlara: "Andol-sun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi Bize geldiniz. Sizi toplamak için bir söz vermediğimizi iddia etmiştiniz değil mi "[118] denir." [119]


Fasıl:



Sûr hadisinde Rasûlullah buyurdu ki: "Sonra Cenab-ı Allah, Arş´m al­tından bir su indirir. Gökten kırk gün boyunca yağmur yağar. Öyle ki su, oni-ki zira´ yükseklikte üzerinize çıkar. Sonra bitmeleri (canlanmaları) için Ce­nab-ı Allah cesedlere emir verir. Onlar da küçük salatalıklar gibi biterler." [120]

Önceki sayfalarda da nakledildiği gibi, İmam Ahmed b. Hanbel ve Müs­lim... Abdullah b. Amr´dan rivayet ettiler ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "Sonra Sûr´a üflenir. Onu duyan herkes, boynunu kaldırıp indirir. Onu duyan ilk adam, havuzunu sıvamakta olan biri olacaktır. Duyunca dü-Şüp ölecektir. Onu işiten herkes mutlaka düşüp ölecektir. Sonra Cenab-ı Al­lah çisenti gibi bir yağmur yağdırır. O yağmur sebebiyle yaratıkların cesed-leri biter (canlanır). Sonra sûr´a bir kez daha üflenince o ölüler kalkıp bakı­dırlar. Sonra da: "Ey insanlar! Rabbinize gelin!" denir." [121]

Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "İki üfleme arasında kırk vardır." Yanında bulunanlar kendisine sordular:

— Ey Ebû Hüreyre, bu kırk gün müdür

— (Bilgim olmadığı için) açıklama yapamam.

— Bu kırk ay mıdır

— Açıklama yapamam.

— Bu kırk sene midir

— Açıklama yapamam.

Yukarıdaki hadise, kaldığımız yerden devam ediyoruz: "İnsanın kuyruk sokumu kemiğinden başka her şeyi çürür ve (toprağa karışan) cesed o kemik­ten terkib edilir (oluşturur ve diriltilir)."[122]

Müslim de... A´meş´ten böyle bir rivayette bulunmuş, ancak bu rivayet­te, üçüncü kez söylenen "Açıklama yapamam" sözünün ardına şu ekleme ya­pılmıştır: "Sonra gökten bir su iner (yağmur yağar ve insanlar (ölü cesedler) bakla biter gibi biterler. İnsanın kuyruksokumu kemiğinden başka her tarafı çürür. Onlar, kıyamet gününde o kemikten terkib edilir (ve diriltilirler)."(Müslim. 3/2271)

Ehvâlü Yevm´il-Kıyâme adlı kitapta Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Ebü´l-Âliye´den rivayet etti ki; Übeyy b. Kâ´b, şöyle demiştir:

"Kıyamet gününden önce altı alâmet görülecektir. İnsanlar çarşıların-dayken aniden güneş kararır. Onlar bu haldeyken dağlar da yerin üzerine dü­şerler. Yer sarsılıp hareket eder, her taraf karışır; panikten ötürü cinler insan­lara; insanlar da cinlere kaçıp sığınırlar. Binekler, hayvanlar, canavarlar ve kuşlar bir araya gelip birbirlerine karışırlar. Yabani hayvanlar bir araya top­lanır ve harekete geçerler. "Doğurması yaklaşmış develer başı boş bırakıldı­ğı zaman" sahipleri onları ihmal ederler. "Denizler kaynaştırıldığı zaman" cinler insanlara "Biz size haber vereceğiz. Denize gelin" diyecekler. İnsanlar oraya vardıklarında denizin alevlenmekte olan bir ateş olduğunu görürler. Onlar bu haldeyken yer öyle bir çatlayıp yarılır ki, çatlağın bir ucu yedinci yer tabakasına kadar iner; diğer ucu da yedinci gök tabakasına uzanır. Onlar bu haldeyken bir rüzgâr gelip onları öldürür." [123]

Ibn Ebi´d-Dünyâ... Abdurrahman b. Yezid b. Câbir´den rivayet etti ki; Atâ b. Yezid es-Seksekî şöyle demiştir:

"Cenab-ı Allah, Meryem oğlu İsa´nın ruhunu aldıktan ve kıyametin kop­ma saati yaklaştıktan sonra hoş bir rüzgâr estirir, bununla da her müminin ru­hunu alır. Geride şerli insanlar kalır. Onlar da eşekler gibi birbirlerinin üze­rine atlar (zina eder), kıyamet te işte onların üzerine kopar. Onlar bu haldey­ken Cenab-ı Allah yeryüzü sakinlerine bir zelzele gönderir de ayakları ve meskenleri sarsılır. Cinler, insanlar ve şeytanlar ortaya çıkarak çıkış yeri ararlar. Batı ufkuna gelirler, oranın kapatılmış olduğunu görürler. Orada mu­hafızlar olacaktır. Sonra insanların yanına dönerler. Onlar bu haldeyken kı­yamet saati üzerlerine doğar ve bir ünleyicinin şöyle ünlendiğini duyarlar: "Ey insanlar! Allah´ın emri (kıyamet) gelecektir. Acele gelmesini isteme­yin." Bu Çağrıyı kadın, kucağındaki bebekten daha iyi duyacak değildir. Son­ra Sûr´a üflenir. Göktekilerle yerdekilerin -Allah´ın diledikleri dışında- tü­mü düşüp Ölür." [124]

İbn Ebi´d-Dünyâ... Ukbe b. Âmir´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Batı tarafından üzerinize kalkan gibi siyah bir bulut doğacaktır. O bu­lut yükseldikçe yükselecek ve her tarafı kaplayacak, sonra da bir ünleyici: •´Ey insanlar! Doğrusu Allah´ın emri gelmiştir!" diye ünler. Canım kudret elinde bulunan zât´a yemin ederim ki; iki adam (alış veriş için) kumaşı açar­lar, düremeden kıyamet kopar. Kişi havuzunu sıvar, ondan su içmeden kıya­met kopar. Kişi sağmal ineğini sağar, sütünü içmeden kıyamet kopar." [125]

Muharip b. Dessar dedi ki: "Kıyamet gününde kendisinden taleb edilen bir şey olmadığı halde, gördüğü korkunç durumlardan ötürü kuş, kuyruğunu yere çarpar ve kursağındakilerİ de dışarı atar." (Ehvâlü Yevm´il-Kıyâme, 19)

İbn Ebi´d-Dünya... Abdullah b. Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününe baş gözüyle bakmaktan hoşla­nan bir kimse; Tekvîr, İnfitar ve İnşikâk surelerini okusun." [126]


Diriliş Üflemesi:



Yüce Allah buyurdu ki: "Sûr´a üflenince, Allah´ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra Sur´a bir daha üfle­nince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar. Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydın­lanır. Kitâb açılır. Peygamberler ve şâhidler getirilir ve onlara haksızlık ya­pılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir. Her kişiye, işlediği ödenir. Esa­sen Allah onların yaptıklarını en iyi bilendir." (Zümer. 39/ 68-70)

"Sûr´a üfürüldüğü gün hepiniz bölük bölük gelirsiniz. Gökler kapı kapı açılacaktır. Dağlar yürütülüp serap oacaktır." (Nebe´, 78/18-20)

"Sizi çağırdığı gün, O´na hamdederek dâvetine uyarsınız ve kabirleri­nizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız." (İsrâ, 17/52)

"Doğrusu bir tek çığlık yetecektir. Hepsi hemen bir düzlüğe dökülecek­tir." (Naziâi. 79/13-14)

"Sûr´a üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar. "Vah hâlimi­ze! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı " derler. Onlara: "İşte Rahman olan Allah´ın vâd ettiği budur. Peygamberler doğru söylemişlerdi" denir. Tek bir çığlık kopar. Hepsi, hemen huzurumuza getirilmiş olur. Artık bu gün kimse­ye hiç bir haksızlıkta bulunulmaz. İşlediklerinizden başkasıyla karşılık gör­mezsiniz." (Yâsîn, 36/51-54)

Sûr hadisinde anlatıldığına göre, canlıların düşüp ölmelerine neden ola­cak üflemeden sonra bütün mahlukat alt üst olacak, ölümsüz ve diri olan Al­lah baki kaldıktan -ki o, ezeli ve ebedidir- iki üfleme arasında göklerle yer bambaşka gökler ve yerle değiştirildikten sonra Cenab-ı Allah, bir yağmur yağdırarak o yağmurun suyuyla, mezarlarmdaki cesedleri diriltecek, tıpkı dünyadaki gibi bir canlılığa kavuşturacak. Bundan sonra şöyle buyuracaktır: ´Arş´ı taşıyan melekler dirilsinler." Onlar dirilirler. İsrafil´e emir verir... İs­rafil sûr´u ağzına alır. Sonra Cenab-ı Allah; "Cebrail ve Mikâil dirilsinler." diye emreder... Onlar da dirilirler.

Sonra Cenab-ı Allah, ruhları huzuruna çağırır. Gelirler. Müminlerin ruh­ları nûr saçar; diğeri erin inkiyse zulümat saçar. Hepsini kabzedip sur´a bırakır.

Sonra İsrafil´e, diriliş üflemesini yapmasını emreder. O da üfleyince ruhlar arı gibi ortaya çıkarak gök ile yer arasını doldururlar. Yüce Allah: "Onur ve üs­tünlüğüm hakkı için her ruh, dünyada canlandırdığı cesede dönsün" der. Ruh­lar cesedlere yönelirler genizlerden girip -ışınlan kimsenin cesedine zehirin yayılışı gibi- cesedlere yayılırlar. Sonra mezarınız açılır. Mezarı ilk açılacak olan, benim. Sizler, mezarlarınızdan hızla çıkar, boyun eğmiş vaziyette, çağrı­cının çağrısına zillet ve huşu içinde icabet- ederek koşar adımlarla Rabbinizin huzuruna gidersiniz. Oraya yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak varırsınız.

Kâfirler, "BU ZOrlu bir gündür" derler. [127]

Yüce Allah buyurdu ki: "Kabirlerden çabuk çabuk çıkacakları gün, göz­leri dönmüş, yüzlerini zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşar­lar. İşte bu, onlara söz verilmiş olan gündür." (Meâric, 70/43-44)

"Bir çağrıcının yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver. O gün çığlı­ğı gerçekten duyarlar, işte o, kabirden çıkış günüdür. Doğrusu biz diriltiriz, biz öldürürüz, dönüş bizedir. O gün, yer yarılır, onlar çabucak ayrılır. Bu, bi­ze göre kolay bir toplanmadır." (Kaf, 50/41-44)

"Ey Muhammedi Öyleyse onlardan yüz çevir. Çağıranın görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün. Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi ya­yılmış, o çağırana koşarak kabirlerden çıkarlar. İnkarcılar: "Bu, zorlu bir gündür derler." (Kamer, 54/6-8)

"Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz, sizi tekrar oradan çıkaraca­ğız." (Tâ-Hâ, 20/55)

"Orada yaşar, orada ölür ve oradan dirilip çıkarılırsınız." (A´râf, 7/25)

"Allah sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir. Sonra sizi oraya döndürür ve yine oradan çıkarır." (Nûh, 71/17-18)

"Sûr´a üfürüldüğü gün hepiniz bölük bölük gelirsiniz." (Nebe\ 78/18)

İbn Ebi´d-Dünyâ... Ebü´z-Zür´a´dan rivayet etti ki; Abdullah b. Mes´ud şöyle demiştir:

"Kıyamette soğuk bir zemheri rüzgârı eser. Bu rüzgar bütün müminleri sararak ruhlarını alır. Sonra kıyamet (şerli) insanlar üzerine kopar. Gök ile yer arasında bir melek durup sûr´a üfler, gökteki ve yerdeki her canlı ölür. Bu iki üfleme arasında Cenab-ı Allah´ın, olmasını dilediği her şey olur. Son­ra Cenab-ı Allah, Arş´in altından bir suyu gönderir de bu su sebebiyle ölüle­rin iskelet ve etleri -tıpkı sulanan tarla gibi- biter (canlanır)."

Böyle dedikten sonra İbn Mes´ud şu âyeti okudu:

"İnsanları diriltmek de böyledir." (Fâtır, 35/9)

İbn Mes´ud´un sözlerini aktarmaya devam ediyoruz: "...Sonra melek, gök ile yer arasında durup sûr´a üfler. Her can, bedenine koşar, içine girip âlemlerin Rabbinin huzuruna varırlar..."

Vehb bin Münebbih´in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İnsanlar mezar­larında çürürler. Üfleme sesini duyduklarında ruhlar bedenlere girerler; maf­sallar birbirlerine bağlanır. İkinci üfleme sesini duyduklarında insanlar aya­ğa kalkıp başlarındaki saçı silkelerler ve mü´minler şöyle derler: "Ey noksan­lıklardan münezzeh olan yüce Rabbimiz, sana hakkıyla ibadet etmedik." [128]


Dirilişle İlgili Hadisler



Süfyân-ı Sevrî... Ebü´z-Zür´a´dan rivayet etti ki; Abdullah b. Mes´ud şöyle demiştir: "Çok soğuk bir zemheri rüzgârı estirilir. Yeryüzündeki bütün müminler o rüzgardan etkilenir (ölür). Sonra kıyamet, geride kalan (şerli) in­sanlar üzerine kopar. Sonra melek, gök ile yer arasında durup sûr´a üfler; gökteküerle yerdekilerin tümü ölür. Sonra bu iki üfleme arasında Allah´ın ol­masını dilediği her şey olur. Sonra Allah, Arş´ın altından yere bir su gönde­rir o suyla, ölülerin iskeletleri ve etleri, toprağın yağmur yağmasıyla ekin bi-tirişi gibi biter (dirilir)İer. Böyle dedikten sonra Abdullah b. Mes´ud şu âye­ti okudu:

"Bulutları yürüten, rüzgârları gönderen Allah´tır. Biz bulutlan ölü bir yere sürüp, onunla toprağı ölümünden sonra diriltiriz. İnsanları diriltmek de böyledir." (Fâtır, 35/9)

Sonra melek gök ile yer arasında durup sûr´a üfler. Her can kendi bede­nine koşup içine girer. Bütün bedenler kalkıp âlemlerin Rabbinin huzuruna giderler. [129]

İbn Ebi´d-Dünyâ.. Vekî´ b b. Adiyy´den rivayet etti ki; amcası Ebû Re-zîn şöyle demiştir: Ben Rasûlullah (s.a.v.)´e, "Ey Allah´ın Rasûlü! Allah ölü­leri nasıl diriltir Yaratıklarında bunun bir işaret ve delili varmı dır " diye sordum. Buyurdu ki: "Ey Ebû Rezîn! Kuraklıktan telef olmuş, kupkuru hale gelmiş bir vadinin yanından geçtin mi Sonra o vadiyi, içinden sular akmak­ta olup etrafı yeşermiş halde de gördün mü " Bu sorusunu "Evet" cevabını vermem üzerine şöyle buyurdu: "Cenab-ı Allah, ölüleri de işte böyle diriltir. Yaratıklarında bunun işaret ve delili de budur işte." [130]

İmam Ahmed b. Hanbel... Süleyman b. Musa´dan rivayet etti ki; Ebû Rezîn el-Ukaylî şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)´in yanına geldim. Kendi­sine, "Ey Allah´ın Rasûlü! Allah, ölüleri nasıl diriltir " diye sordum. Buyur­du ki:

— Diyarında kurumuş, çoraklaşmış bir toprağa uğradın mı Sonra bir daha uğradığında onu verimli ve bol ürünlü bir halde gördün mü

— Evet gördüm.

— Ölüleri diriltmek de işte böyledir.

— Ey Allah´ın Rasûlü! İmân nedir

—- İmân; Allah´tan başka ilâh bulunmadığına, bir ve ortaksız olduğuna, Muhammed´in de O´nun kulu vericisi olduğuna, inanmandır. Allah ve Ra-lüü, kendilerinden başka her şeyden daha çok sevmendir. Allah´a ortak koşmaktansa ateşte yanmaya razı olmalısın. Nesebinden olmayan kimseyi de sırf Allah rızâsı için sevmelisin. Eğer bu evsafta olursan -sıcak bir günde su­samış kimsenin içine su sevgisinin girişi gibi- imân sevgisi senin içine girer:

— Ey Allah´ın Rasûlü! Ben, mümin olduğumu nasıl anlayacağım

— Ümmetimden bir kul bir iyilik yaparda o işin iyilik olduğunu ve bun­dan ötürü Cenab-ı Allah´ın kendisini mükâfatlandıracağını bilirse; bir kötü­lük yapar da o işin kötülük olduğunu anlar, bu nedenle mağfiret diler ve ken­disini ancak Allah´ın bağışlayacağını bilirse, o kişi muhakkak mümindir." [131]

Velid b. Müslim... Katâde´nin, "Bir çağırıcımn yakın bir yerden çağıra­cağı güne kulak ver," (Kâf, 50/41) âyetiyle ilgili olarak şöyle dediğini naklet-mistir:

Bir melek Kudüs´teki sahre (kaya)nın üstüne şöyle seslenir: "Ey çürü­müş kemikler ve dağılmış eklemler! Hesabınızın görülmesi için Allah, topar­lanıp bir araya gelmenizi size emrediyor!" Kabir azabı ancak göktekilerle yerdekilerin ölümüne yol açan üflemeyle diriliş üflemesi arasında mezarda-kileri rahat bırakır. Bu nedenledir ki kâfirler diriltildiklerinde; "Vay halimi­ze! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı " derler. Müminler de onlara derler ki: "İşte Rahman olan Allah´ın vaad ettiği budur. Peygamberler doğru söyle­mişlerdi." (Yasın. 36/52)

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Sadaka b. Bekr es-Sa´dî´den rivayet etti ki; Ma´dî b. Süleyman şöyle demiştir: Ebû Muhkem el-Cisrî hikmetli bir kimse olup dostları, yanında toplanırlardı. Şu âyet-i kerîmeyi okuduğunda ağlardı:

"Sûr´a üflenince, kabirlerinden rablerine koşarak çıkarlar." Vay halimi­ze! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı " derler." (Yasin, 36/51-52)

Bu âyet-i kerimeyi okuduğunda ağlar, sonra da şöyle derdi: Kıyametin korkunçluğu, akılları baştan almıştır. Allah´a yemin ederim ki, eğer sözlerin­den zahiren anlaşıldığı gibi (kâfir) millet mezarda uykuda olsalar, dirilişleri­nin ilk etabında "Vay halimize!" demezler. Bundan sonra mahşerde Allah´a sunulma ve kendilerinden hesap sorulma aşamalarında da büyük tehlikelerle karşılaşır ve kıyamet, olanca şeddetiyle üzerlerine kopar. Onlar mezarda uy­ku halinde değil, tersine elem ve azâb içinde olacaklardır. Onlar "Vay hali­mize!" deyip diriltildiklerinde daha büyük sıkıntı ve belâlarla karşılaşırlar. Eğer böyle olmasaydı onlar mezardaki azabı, müteakip azaba göre küçümse­yip "Vay halimize!" demezlerdi. Zaten Kur´ân´da bunun delili de vardır:

"Güç yetirilemeyen ve en büyük baskın bastırdığı zaman..." (Naziâı, 79/34)

Bu âyeti de okuduktan sonra Ebû Muhkem, sakalı göz yaşlarıyla ıslamn-caya dek ağlardı. [132]

Velid b. Müslim... Abdullah el-Hadremî´den rivayet etti ki; Ebû İdris el-Holanî şöyle demiştir: Cahiliyet devrinde insanlar Irak´la Şam arasında bil­ginlerin yanında toplandılar. Bilginlerden biri bu toplantıda kalkıp şöyle ded:

"Ey insanlar! Sizler mutlaka ölecek, hesap ve ceza yerine götürülmek üzere diriltileceksiniz." Bundan sonra adamın biri kalkıp şöyle dedi: "Arap panayırlarından birinde bir adamın bineğinden düştüğünü, develerin tabanla-rıyla, bineklerin tırnak ve toynuklarıyla, adamların da ayaklarıyla onu ezdik­lerini, geride vücudundan bir parmak ucu kadar dahi kalmadığını, (adamca­ğızın ölüp gittiğini) gördüm. Yemin ederim ki, Allah onu artık hiç diriltme-yecektir!"

Bilgin, o adama şöyle cevap verdi: "Siz fikri durmuş, aklı zayıf, ameli az bir kavimdensiniz. O çürüyen cesedi sırtlan alıp yese, sonra da su halde bir dışkı olarak dışarı atsa, sonra da köpekler gelip o pisliği yese ve yine dışkı ola­rak dışarı atsa ve o dışkılar toparlanıp pislikle geçinen hayvanların sahipleri­nin kazanlarının altına yakıt olarak sürülüp yakılsa, sonra o yakıtın külü, rüz­gar tarafından savurulsa, kıyamet gününde Cenab-ı Allah o cesedin parçaları­nı alıp götüren her şeye, o parçaları geri vermelerim emreder, o şeyler o par­çaları geri verirler; sonra Cenab-ı Allah ö cesedi ceza ve sevap için diriltir.

Velid, Abdurrahman b. Yezid b. Câbir´in şöyle dediğini nakletti: Cahi­liyet devrinin katı bilgililerinden biri, Rasülullah (s.a.v.)´e dedi ki:

— Ey Muhammedi Duyduğuma göre sen üç şey söylemişsin. Akıllı bir kimsenin, senin bu söylediklerine inanması düşünülemez: Sen araplarm ken­dilerinin ve atalarının taptıkları tanrıları terkedeceklerini, Kisrâ ve Kay-ser´in [133] hazinelerine sahib olacağımızı, öldükten sonra diriltileceğimizı söy­lemişsin.

— Sonra da kıyamet gününde senin elini tutacak ve bu söylediklerini sa­na hatırlatacağım.

— Ölüler arasında beni kaybetmeyecek ve beni unutmayacak mısın

— Ölüler arasında seni kaybetmeyecek ve seni unutmayacağım!

O bilgin yaşadı. Nihayet Rasülullah (s.a.v.) vefat etti. O da müslüman-ların Kisrâ ve Kayser´in hazinelerine sahib olduklarını gördü. Müslüman ol­du. İslâmiyeti güzelce yaşadı. Rasülullah (s.a.v.)´in kendisine vermiş olduğu cevabı büyük bir saadet muştusu sayan Hz. Ömer (r.a.) Mescid-i Nebevî´de o zâtı sık sık tebrik eder ve şöyle derdi: "Müslüman oldun. Rasülullah (s.a.v.) kıyamette elini tutacağını sana vâdetti. Rasülullah (s.a.v.)´in, elini tutacağı kimse Allah´ın izniyle mutlaka kurtuluşa ve mutluluğa kavuşur." [134]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Saîd b. Cübeyr´in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

As b. Vâü, çürük bir kemiği alıp Hz. Peygambere getirdi ve ona: "Ey Muhammed, Allah şu kemiği diriltecek mi !" diye sordu. Hz. Peygamber de °na şu cevabı verdi: "Evet... Hem de Allah seni öldürecek, sonra diriltecek, sonra da ateşe koyacaktır."

Bundan sonra da şu âyet-i kerime nazil oldu:

"Çürümüş kemikleri kim canlandıracak " diye bize misâl vermeye kal-kar. Ey Muhammedi De ki: "Onları ilk defa yaratan canlandıracaktır. O, her-türlü yaratmayı bilendir." (Yasin, 36/78-79)

"Andolsun ki, ilk yaratmayı bilirsiniz." (Vakıa, 56/62)

Bu, Âdem´in ve sizin yaratılışınızda-. Bunu doğrulamayacak mısınız [135]

İbn Ebi´d-Dünya, Ebû Cafer el-Bakır´m şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Denilir ki; ilk yaratılışı görüpte öldükten sonraki yaratılışı (diriltilişi) ya­lanlayan hayret ederim. Şaşarım, hem de çok şaşarım o adama ki; kendisi her gün ve gecede (uykudan uyanıp) dirildiği halde ölüm sonrası dirilişi yalan­lar!./´

"Önce yaratan, ölümünden sonra tekrar dirilten O´dur. Bu, O´nun için daha kolaydır." (Rûm, 30/27)

Ebü´l-Aliye bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Tekrar diriltmek, Al­lah´a göre önce yaratmaktan daha ^olaydır. Aslında O´nun için ikisi de çok kolaydır." [136]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki: "Kulum be­ni yalanladı. Böyle yapması uygun olmadı. Bana küfretti. Böyle yapması uy­gun olmadı. Beni yalanlaması, "Allah bizi ilk defa yarattığı gibi hadi bizi ye­niden yaratsın bakalım!" demesidir. Bana küfretmesi, "Allah çocuk edindi" demesidir. Oysa ben bir ve tekim. Her şey bana muhtaç olduğu halde ben hiç bir şeye muhtaç değilim. Doğurmadım, doğurulmadım. Bir tek dengi bulun­mayanım." [137]

Bu hadis, Buharı ve Müslim´in sahihlerinde de mevcuttur.

Aynı hadis kitaplarında şöyle bir hikâye vardır:

Adamın biri öldüğünde oğullarına, kendisini yakmalarını, külünün yarı­sını karaya, yarısını da denize savurmalarını vasiyet edip şöyle der: "Şayet Allah benim aleyhime takdirde bulunursa lyç kimseye yapmadığı azabı bana yapar."

Çünkü onun Allah katında kayıtlı bir tek iyiliği dahi yoktu. Ölünce oğul­lan vasiyetini yerine getirdiler. Sonra Cenab-ı Allah karaya emir verdi... Vü­cudunun karadaki parçaları toplandı. Denize emir verdi... Vücudunun deniz­deki parçaları toplandı. Ve adam tastamam bir vücudla ayağa kalktı. Rabbi, ona; "Böyle yapmana sebep neydi " diye sordu. Adam: "Sen daha iyi bilir­sin ki senden korktuğum için böyle yaptım" der. Rasülullah (s.a.v.), Cenab-ı Allah´ın o adamı bağışladığını söylemiştir."

Sali>€l-Mizzî!nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

´î€fün ortasında mezarlığa gittim. Mezarları seyrettim. Suskun bir millet Şifiydiler sanki. "Sübhanallah! Uzun süren bu çürümüşlüğün ardından sizi kim diriltip canlandıracak !" dedim. O çukurlardan birinden bana şöyle bir ses geldi: "Ey Salih!...

"Göğün ve yerin, O´nun buyruğu ile ayakta durması O´nun varlığının belgelerindendir. Sonra sizi kabirlerinizden bir çağırmaya görsün. Hemen çı­kı verir s iniz." (Rûm, 30/25) Bu sesi duyunca vallahi hemen düşüp bayılmışım." [138]


Cesedlerîn Kabirlerinde Diriltilip Çıkarılmaları İçin Sûr´a Liflenecek Olan Kıyamet Günü, Bir Cuma Günüdür:



Bu konuda bir çok hadis vârid olmuştur:

İmam Mâlik b. Enes... Ebû Hüreyre´den rivayet ett ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kendisinde güneşin doğduğu en hayırlı gün, Cuma günüdür. O günde Âdem (a.s.) yaratıldı. O günde Âdem (a.s.) yeryüzüne indirildi. O günde töv­besi kabul edildi. O günde vefat etti. O günde kıyamet kopacaktır. Cuma gü­nünde bütün hayvanlar şafaktan güneş doğuncaya kadar acaba kıyamet ko­pacak mı diye korkularından kulaklarını verir dinlerler. Yalnız cinlerle insan­lar bundan gafildirler. Cuma günü bir vakit vardır. Müslüman kimse o vakit­te namazda olur, Allah´tan bir dilekte bulunursa, Allah mutlaka [139] dileğini ve­rir." [140]


Kıyametin Kopma Vakti:



Mucem´ül-Kebir adlı eserinde Taberânî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet, ancak ezan vakti kopar." Taberânî, bu hadiste geçen ezanla, [141] Sabah ezaninin kastedildiğini Söylemiştir.[142]

Müsned adlı eserinde İmam Muhammed b. İdris eş-Şafiî... Enes b. Mâ-Iik´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cebrail beyaz ve parlak bir aynayla Rasülullah (s.a.v.)´in yanına geldi. Rasülullah (s.a.v.), "Bu nedir " diye sor­du. Cebrail şu cevabı verdi: "Bu cumadır. Bununla sen ve ümmetin üstün kı­lındınız. Bu hususta insanlar, yani yahudi ve hıristiyanlar size tabidirler. Bu günde sizin için hayır vardır. Bu günde bir vakit vardır. Mümin kimse o va­kitte Allah´tan hayırlı bir dilekte bulunup duâ ederse, dileği mutlaka yerine gelir. Bizim katımızda Cuma, artırma günüdür." Rasülullah (s.a.v.), "Artır­ma günü nedir " diye sordu. Cebrail dedi ki: "Rabbin, firdevs cennetinde ge­niş bir vadi edindi. Orada misk tepeleri vardır. Cuma günü olduğunda oraya dilediği miktarda meleğini indirir. Çevresinde, üzerinde peygamber kürsüle­ri bulunan nurdan minberler vardır. Bu nurdan minberlerin etrafı, üzerinde yakut ve zebercedden taçlar bulunan altın minberlerle çevrilidir. Bunların üzerinde sıddıklarla şehidler otururlar. Kimi de bu minberlerin arkasındaki misk tepeleri üzerinde oturur. Yüce Allah: "Ben sizin Rabbinizim. Size ver­diğim sözü yerine getirdim. Benden isteyin ki size vereyim.

— Ey Rabbimiz! Senin hoşnutluğunu diliyoruz.

— Sizden hoşnut oldum. Dileğiniz olacak ve sizler için benim katımda daha fazlası vardır.

Bunlar Cuma gününü severler. Çünkü o günde Rableri kendilerine, dile­dikleri hayır ve iyilikleri verir. O, Rabbinizin Arş üzerinde istiva ettiği gün­dür. O günde Âdem (a.s.) yaratıldı. [143] O günde kıyamet kopacaktır." [144]


Toprak, Peygamberlerin Cesedlerini Çürütmez:



İmam Ahmed b. Hanbel... Evs b. Evs Es-SekafTden rivayet etti ki; Ra-sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizin en faziletli günlerinizden bin de Cuma dır. Adem (a.s.) o günde yaratıldı; O günde vefat etti. O günde Sûr´a üflenecek; o günde göktekilerle yerdekiler düşüp ölecektir. Ogünde bana çokça salavât getirin. Szin salavâ-tınız bana sunulur." Ey Allah´ın Rasûlu! Sen (toprakta) çürüdükten sonra sa-lavatımız sana nasıl sunulur diye sorduklarında Rasülullah (s.a.v.) şöyle ce­vap vermişti: "Doğrusu Cenab-ı Allah, peygamberlerin cesedlerini yemesini (çürütmesini) toprağa haram kılmıştır." (Neseî, Cum´a 3/5)

Şeyhimiz (Zehebî)... Ebû Ürnâme b. Abdü´l-Münzir´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Günlerin efendisi ve Allah katında en muazzamı, Cuma günüdür. O, Allah katında Ramazan ve Kurban bayramlarından daha uludur. O günde beş özellik vardıjr: Allah o günde Âdem (a.s.)´i yarattı ve onu o günde vefat ettir­di. O günd^ bir vakit vardır. Kul o vakitte haram şeyler dışında ne dilerse, Allah dileğini verir. Kıyamet o günde kopacaktır. Allah´ın gözde melekleri, gök, yer dağ ve deniz, hepsi cuma gününden (yani o günün hakkını vereme: mek´en ve o günde kıyametin kopmasından) korkarlar." [145]

Tşberânî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "Kıyamet, cuma günü sabah ezanı vaktinde kopacaktır."

Ebû Abdillah el-Kurtubî, Tezkire adlı kitabında, "Kıyamet, ramazanın ortasına denk gelen bir Cuma gününde kopacaktır" demiştir. Ama bunu ka­bul etmek için bir delile ihtiyaç vardır. [146]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Hasan´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İki gün ve iki gece vardır ki, yaratıklar onların benzerini duymamışlardır. Biri Ölünün mezardakilerle geçireceği ilk gecedir; çünkü daha önce öyle bir gece geçirmiş değildir. Diğeri de sabahında kıyametin kopacağı gecedir. O gün­lerden biri, Allah katından müjdecinin sana cennet ya da cehennem müjdesi­ni getireceği gündür. Diğeri de amel defterinin sana sağ ya da sol tarafından verileceği gündür." [147]

Abdi Kays, Harem b. Hayyan ve diğerlerinin, sabahında kıyametin kopa­cağı geceyi çok önemli ve muazzam bir gece olarak gördükleri rivayet edilir.

ibn Ebi´d-Dünyâ... Mâlik b. Miğvel´den rivayet etti ki; Humeyd şöyle demiştir: Hasan, bir Recep gününde mescitte elindeki küçük testiden su emi­yor, sonra emdiği suyu tükürüp derin derin soluk alıyor, sonra da yaslandığı yeri sarsarcasma ağlayıp şöyle diyordu: "Keşke kalbler dirilse; keşke kalbler ıslah olsa. Sabahında kıyamet kopacak olan gecede vay sizin halinize! Kıya­mete gebe olan gece, acaba hangisidir Yaratıklar kıyamet günü kadar gizli­liklerin açığa çıkacağı ve gözlerin ağlayacağı başka bir gün duymuş değildir­ler." [148]


Kıyamet Gününde İlk Olarak Hz. Peygamberin Mezarı Açılacak Ve İlk Olarak O, Mezardan Çıkacaktır:



Müslim b. Haccac... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde ben, Âdemoğlunun efendisiyim. Mezarı açılıp ilk olarak mezardan çıkacak olan benim, ilk şefaat eden ve şefaati ilk kabul edi­len de benim."

Heşîm.. Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş­tur;

"Kıyamet gününde ben, Âdemoğlunun efendisiyim. Bununla iftihar et­miyorum. Kıyamet gününde mezarı açılıp da ortaya çıkacak ilk kişi benim. Bununlada iftihar etmiyorum." (Müslim, 2/1782)

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sûr´a üflenir... Allah´ın diledikleri dışında, göktekilerle yerdekiler dü­şüp bayılırlar. Sonra yine üflenir. İlk ayılan ben olurum. O zaman Musa´nın Arş´ı tutmakta olduğunu görürüm. Bilemiyorum, acaba Tur dağında ilâhî te­celliden ötürü düşüp bayılması nedeniyle mi kıyametteki üflemeden sonra düşüp bayılmamıştır, yoksa benden önce mi uyanmıştır "

Sahih-i Müslim´de, Hz. Peygamber´in şöyle buyurduğu rivayet edil­mektedir:

"Mezarı ilk açılıp dışarı çıkacak olan benim. O esnada Musa´nın, arşın ayağını tutmakta olduğunu görürüm. Bilemiyorum; acaba benden önce mi uyanmıştır, yoksa Tur´daki düşüp bayılmasının karşılığı olarak mı kıyamet­te ki üfleme nedeniyle düşüp bayılmamıştır." [149]

İbn Ebi´d-Dünyâ... İbn Cüd´ân´dan rivayet etti ki; Saîd b. Müseyyeb şöyle demiştir: "Ebubekir´le bir yahudi arasında bir çekişme oldu. Yahudi: "Musa´yı insanların üzerine seçkin kılan zât´a yemin ederim ki..." deyince Hz. Ebubekir onu tokatladı. O da (şikâyet) için kalkıp Rasülullah (s.a.v.)´in yanına gitti. Rasülullah (s.a.v.), ona şöyle dedi: "Ey yahudi ben, mezarı açı­lıp ilk çıkacak olan kimseyim. Çıktığımda Musa´nın Arş´a tutunmuş olduğu­nu görürüm. Bilemiyorum, acaba o benden önce mi dirilmiştir, yoksa Tur´daki düşüp bayılmasının ödülü olarak mı sur üflemesi anında düşüp ba­yılmamıştır."

Bu hadisin Buharî ve Müslim´de bir kaç varyantı vardır. Bunlardan ba­zısında anlatıldığına göre o yahudiyle çekişen kişi, Hz. Ebubekir değil de en-sardan bir adamdır. Doğrusunu Allah bilir. Bu varyantların en güzel ifadeli­si Şudur:

"Kıyamet günü olduğunda insanlar (dehşetten) düşüp bayılacaklar. İlk bayılan ve ayılan ben olacağım. Ayıldığımda, Musa´nın, Arş´m ayaklarını tutmuş olduğunu göreceğim. Bilemem; benden önce mi bayılıp ayıldı, yoksa Tur dağındaki bayılmasının mükâfatı olarak mı kıyamette düşüp bayılmadı " [150]

İleride de açıklanacağı üzere bu düşüp bayılma, Kur´an´da anlatılandan ayrı olup mahşer meydanında olacaktır. Yukarıdaki hadiste de anlatıldığı gi­bi bu düşüp bayılma, davalara bakmak üzere hesap yerine geldiğinde Yüce Rabbin tecellide bulunması nedeniyle vukubulacaktır. Mûsâ (a.s.)´ın Tur da­ğında düşüp bayılması gibi o esnada bütün insanlar düşüp bayılacaklardır. Doğrusunu yüce Allah daha iyi bilir.

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Hasan´dan rivayet ettiki; RasÛlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Dirilip mezardan çıkacağımı, basımdaki toprakları sil­kelediğimi, dönüp baktığımda Musa´dan başkasını göremediğimi ve onunda Arş´a tutunduğunu görür gibi oluyorum. Bilemiyorum, acaba o benden önce mi dİrilmiştir, yoksa O, Cenab-ı Allah´ın, sûr üflemesinden etkilenmede müstesna kıldıklarından midir " (Ehvâlü Yevmi´-Kıyâme, 9 (îstidrâfcât), s. 319) Bu hadiste mürsel ve de öncekinden daha, zayıftır. [151]


Kıyamet Gününde Dirilip Mezardan İlk Çıkacak Olan Kişi, RasÛlullah (s.a.v.)´dir:



Hafız Ebubekir el-Beyhakî... Abdullah b. Selâm´dan rivayet etti ki; Ra­sÛlullah {s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde ben, Ademoğullarının efendisiyim. Bununla iftihar etmi>orum. Mezarı açılıp ilk çıkacak olan, ilk şefaat edecek ve şefaati kabul edüccek olan benim. Elimde Livâ´ül hamd (denen sancak) bulunacaktır. Âdeme´de, onun aşağisındakilere de şefaat edeceğim." Bu hadisin tahrici ya­pılmamıştır, ancak senedinde sakınca yoktur. [152]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... İbn Ömer´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Mezarı açılıp ilk çıkacak olan kişi benim. Sonra Ebubekir, sonra Ömer´dir. Mezardan çıkışımın ardından Baki´ mezarlığındakilerin yanına gi­derim, onlar benimle beraber hasredilirler. Sonra Mekkelileri beklerim. On­lar da benimle beraber hasredilirler. Mekke ile Medine arasında hasredilece­ğim."

Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Nafi´den rivayet etti ki; İbn Ömer şöyle de­miştir: RasÛlullah (s.av.) mescide girdi, sağında Ebubekir, solunda da Ömer vardı, ikisine yaslanmıştı. "Kıyamet gününde işte böyle diri(lip hasredilece­ğiz" dedi."

Ebubekir d Ebi´d-Dünyâ... Kâ´b´ül-Ahbar´ın şöyle dediğini rivayet et­miştir;

"Her şalak doğarken mutlaka gökten yetmiş bin melek iner, Hz. Pey­gamberin mezarını kuşatır, oraya kanatlarım vurur ve ona salât getirirler. Akşam olunca göğe çıkarlar. Bir o kadarı da yere iner, öncekilerinin yaptıkları­nı yaparlar. Nihayet yer yarılır, RasÛlullah (s.a.v.), kendisini ağırlayıp saygı gösteren yetmiş bin meleğin arasında mezarından çıkar."

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Yunus b. Seyf´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar yaya olarak haşir yerine gelirler. Ben, buraka binmiş olarak oraya gelirim. Bilâl da kızıl tüylü dişi bir deveye binmiş, önümde duracaktır. İnsanların toplandığı yere vardığımızda Bilâl ezan okumaya başlar. "Eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Rasûluh" derken öncekiler ve sonrakiler onu tasdik ederler." [153] Bu, mürsel olarak rivayet edilmiştir. [154]


İnsanların Yalınayak, Çıplak Ye Sünnetsiz Olarak Dirilip Haşredilecekleri Ve,O Günde İlk Olarak Kime Elbise Giydirîleceği:



İmam Ahmed b. Hanbel... Hz. Aişe´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

"İnsanlar Kıyamet günü yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak diritiecek-lerdir." O zaman Aişe dedi ki: Ya Rasülallah, nasıl olur çırılçıplak Peygam­ber (s.a.v.) buyurdu ki: "O gün herkesin kendine yetecek derdi vardır." (Abe­se, 80/37) (Neseî.Cenâîz, 4/H8). Bu hadisin bir benzerini de Buharı ve Müslim Sa-hih´lerine Hatim b. Ebî Sagîre rivayetiyle Aişe´den almışlardır. [155]


Kıyamet Günü Kendisine İlk Elbise Giydirilecek Kimse İbrahim Halilullah Aleyhisselâmdır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Hz. Aişe´den rivayet etti ki; İbn Abbas şöyle demiştir: RasÛlullah (s.a.v.) bize vaaz verirken şöyle dedi:

"Ey insanlar! Sizler yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah´ın huzu­runda toplanacaksınız. "Yaratmaya ilk başladığımız gibi -katımızdan veril­miş bir söz olarak- onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz yaparız." (Enbiyâ: 104) (Müslim, 3/2194)

"Haberiniz olsun! Kıyamet gününde insanlar arasından kendisine elbise giydirilecek ilk kişi İbrahim (a.s.)´dır. Doğrusu ümmetimden bazı kimseler diriltecek ve alınıp sol tarafa götürülecek. Ben "Bunlar benim ashabımdır!" diyeceğim. Bana, "Bunların senden sonra neler yaptıklarını sen bilemezsin" denir. O zaman ben de, salih kulun (Hz. İsa´nın) dediklerini derim:

"Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şâhiddim. Beni ara­larından aldığında onları sen gözlüyordun. Sen her şeye şâhidsin. Onlara azâb edersen, doğrusu onlar senin kullarındır. Onları bağışlarsan, güçlü olan, hakim olan şüphesiz ancak sensin." (Mâide, 5/H7-H8)

"(Ey Muhammed! Ümmetim dediğin) şunlar, sen aralarından çıkıp ken­dilerinden ayrılalı beri topukları üstüne (küfre) geri döndüler ve bu hallerini
"Muhakkak ki siz yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Alah´ın huzu-runde hasredileceksiniz." [157]

Beyhakî... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Çıplak, yalınayak ve sünnetsiz olarak Allah´ın huzurunda hasredilecek­siniz!" [158]

Zevcesi: "O zaman bizler birbirimize bakacak mıyız " diye sorunca Peygamber (s.a.v.) şu cevabı verdi: "O gün herkesin kendine yeter derdi var­dır." (Abese, 80/37) (Neseî, 4/114)

Hafız Ebubekir el-Beyhakî... Abdullah b. Haris´ten rivayet etti ki; Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir:

"İnsanlar iki sene müddetle ayakta, gözleri göğe dikilmiş halde yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşredileceklerdir. Sıkıntılarının şiddetinden ötürü Cenab-ı Allah onları ağızlarına kadar tere boğar. Sonra "İbrahim´i giy­dirin" diye emreder. Ona ince beyaz ketenden mamul (biri alt biri de üst ol­mak üzere) iki cennet elbisesi giydirilir. Sonra Muhammed (s.a.v.) için ses­lenilir. Havuz onun için su fışkırtır. O havuz Eyle ile Mekke arasındaki me­safeyi kaplar. O havuzun suyundan içilir, yıkanılır. O gün susuzluktan insan­ların boğazı parçalanmış olacaktır.

Bununla ilgili olarak Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bana cennet el­biseleri giydirilir. Kürsünün üzerine çıkar, ya da sağında dururum. O gün ya­ratıklar arasında benden başka hiç kimse bu makama sahib olamaz. Bana: "İşte, sana verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir" denir."

Adamın biri kalkıp Rasûlullah (s.a.v.)´e; "Annenle baban için ümid etti­ğin bir şey var mıdır " diye s©rdu. Rasûlullah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: "Kabul edilir veya edilmez, ama ben onlara şefaat edeceğim. Fakat onlar için hiç bir şey ümid etmiyorum."

Beyhakî dedi ki: Hz. Peygamber bunu, müşrikler için mağfiret dileme ve münafıkların cenaze namazını kılma yasağının inişinden önce söylemiş ol­malıdır."

Kurtubî... Abdullah b. Haris´ten rivayet etti ki; Hz. Ali şöyle demiştir: "Kıyamette ilk olarak Hz. İbrahim´e ince beyaz ketenden mamul iki cennet elbisesi giydirilecek, sonra da Arşın sağ yanında Muhammed (s.a.v.)´e de cennet elbisesi giy dirilecektir."

Tezkire adlı kitabında Ebû Abdillah el-Kurtubî... Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamette ilk olarak İbrahim (a.s.)´a elbise giydirilecektir. Yüce Allah, "Halilime (dostuma) elbise giydirin!" diye emir verecek. Ona, nce beyaz keten­den mamul iki elbise giydirilir, sonra da Arşın karşısında oturur. Daha sonra bana elbisem getirilir. Elbisemi giyinip arşın sağ yanma dururum. Orada ben­den başkası duramaz. Bu nedenle öncekiler de sonrakiler de bana imrenirler."

Kurtubî... Ebû Zübeyr´den rivayet etti ki; Câbir şöyle demiştir: "Müez­zinler ve telbiyeciler kıyamet gününde ortaya çıkarlar. Müezzinler ezan okur, telbiyeciler de telbiye getirirler. Cennet elbiseleri önce İbrahim´e, sonra Mu-hanımed´e sonra da diğer peygamberlere, onlardan sonra ise müezzinlere giydirilecektir." Böyle dedikten sonra Câbir, hadisin tamamını okudu.

Bundan sonra Kurtubî, önce Hz. İbrahim´e cennet elbisesi giydirilişinin sebeblerini anlatmaya başlayıp şöyle demiş: "... Bu sebeplerden biri, tesettü­rü tam yapmak amacıyla don giymiş ya da ateşe atıldığı günde elbisesi çıka­rılıp soyulmuş olmasıdır. Doğrusunu Allah bilir." [159]

Beyhakî... Mü´minlerin annesi Şevde (r.a.)´den rivayet etti ki; Peygam­ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar (kıyamette) yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak dirilir (has­redilirler. Ter, çenelerine, hatta kulak yumuşaklarına kadar yükselir."

Şevde, "Eyvah! Ayıp yerlerimiz açığa çıkacak, birbirimize mi bakaca­ğız !" deyince Hz. Peygamber ona şu cevabı vermişti: "Buna bakamıyacak kadar meşgul olur insanlar. O gün herkesin kendine yeter derdi vardır." Bu hadisin senedi sağlamdır.[160]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Müminlerin annesi Ümmü Seleme´den riva­yet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar tıpkı ilk yaratıldıkları gibi yalınayak, çıplak ve sünnetsiz ola­rak haşredileceklerdir." Ümmü Seleme, ona şöyle sormuş:

— Ey Allah´ın Rasûlü! Öyle olunca birbirimize mi bakacağız

— O zaman insanlar başka şeyle meşgul olacaklardır.

— Meşguliyetleri nedir ki

— Amel defterleri açılacak. O defterlerde zerre ağırlığınca, hardal tane­si ağırlığınca olan ameller de kayıtlı olacaktır." [161]

Hafız Ebubekir el-Bezzar... Abdullah b. Abbas´tan rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu sizler yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak hasredileceksi­niz." [162]

İbn Ebi´d-Dünyâ da Ömer b. Şebbe´den böyle bir rivayette bulunmuş­tur. Ancak onun rivayetinde şu ifadeler de yer almaktadır:

"Kıyamet gününde kendisine ilk olarak elbise giydirilecek kişi, İbrahim (a.S.)´dir." [163]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Enes´ten rivayet etti ki; Aişe (r.a.); "Ey Al­lah´ın Rasûlü! Erkekler nasıl haşr edilecekler " diye sordu. Allah Rasûlü (s.a.v.) de ona şu cevabı verdi:

— Yalınayak ve çıplak olarak hasredilecekler.

—- Desene kıyamet günü işimiz zor, vay halimize!

— Sen bunu niye soruyorsun O zaman sana zarar gelmeyeceğine dair °ana vahiy nazil oldu. Üzerinde elbise olsa da olmasa da farketmez.

— Peki bunun delili nedir çy Allah´ın Rasûlü

— "O gün herkesin kendine yeter derdi vardır." [164]

Hafız Ebû Ya´lâ el-Musılî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

´İnsanlar, tıpkı analarının kendilerini doğurduğu haldeki gibi yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşredileceklerdir." (Müslim, 3/2194)

Yanında duran Aişe, Rasûlullah´a sordu:

— Anam babam sana feda olsun, erkeklerle kadınlar bir arada mı hasre­dilecekler

— Evet...

— Eyvah!..

— Niye şaşırıyorsun Ey Ebubekir´in kızı

— Erkeklerle kadınlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak hasredile­cekler ve birbirlerine bakacaklar, demene şaşıyorum.

— (Elini Aişe´nin omuzuna vurarak) ey Ebû Kuhafe´nin kızı! İnsanlar o gün birbirlerine bakamayacak kadar meşguldürler. Yemez, içmezler, gözleri donakalır, faltaşı gibi semaya dikilir. Bu durum kırk sene sürer. (O kadar çok terlerler ki;) ter kiminin ayaklarına kiminin bacaklarına, kiminin karnına, ki­minin de çenesine kadar yükselir. Uzun süre beklemelerinden ötürü böyle olur. Bundan sonra Cenab-ı Allah kullara merhamet eder. Gözde meleklere emir verir. Arşını alıp gökten yere getirir ve kan akıtılmadık, günah işlenme­dik bir mekân koyarlar. Arş, bembeyaz bir gümüş gibidir. Sonra melekler, ar­şın çevresini kuşatmış olarak ayağa kalkarlar. O gün, gözlerin Allah´a baktı­ğı ve O´nu gördüğü ilk gündür. Allah, bir münâdiye emir verir. O münâdi de, cinlerin ve insanların duyabileceği bir sesle şöyle çağırır: "Nerede falan oğ­lu falan oğlu falan !" Bu sesi, bütün hücreleriyle insanlar duyar, o münâdi, bulunduğu yerden çıkar. Allah onu insanlara tanıtır. Sonra onunla birlikte iyilikleri de ortaya çıkar. Allah, oradakileri bu iyilikleriyle tanır. Bunlar âlemlerin Rabbinin huzurunda durduklarında, "Nerede haksızlık yapanlar !" diye sorulur.1

Bir adamı ortaya getirirler (diğerleri de gelir.) Onlardan her birine, "Şundan ve bundan ötürü falan adama haksızlık ettin" denilir. O da, "Evet ya Rab" diye cevap verir. O gün suçluların, dillerinin, ellerinin ve ayaklarının, işledikleri suçlar nedeniyle kendi aleyhlerinde tanıklık yapacağı bir gündür. Zalimin sevapları alınıp zulm ettiği kimselere verilir. Bir dirhem veya bir di­nar alacağı olan kimse için zalimin sevapları alınır, mazluma verilir. Sevap­ları tükenir de yine ödeşme olmazsa o zaman mazlumun günahları alınıp za­limin defterine kaydedilir. Diğer mazlumlar gelip o zalimin sevaplarına talib olurlar, ama ortada bir şeyi kalmamışsa, "Bizim durumumuz ne olacak Baş­kaları bunun sevaplarını aldılar. Biz mahrum mu kalacağız " derler. Onlara "Acele etmeyin" denir. Bu defa kendilerinin günahları alınıp zalimin defteri­ne kaydedilir. Artık zulme uğrayan hiç kimsenin onda hakkı kalmaz. Cenab-ı Allah, bunu mahşerde duran herkese bildirir. Zalimin hesabı görülünce ken­disine: "Varacağın yer kızgın ateştir. Hadi oraya dön!" denir. O gün hiç kim­seye haksızlık edilmez. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir. O gün müşahede ettiği şiddetli hesaptan dahi kurtulamayacaklarını sanırlar. Ancak Aziz ve Celil olan Allah´ın koruduğu kimseler hariç." [165]

Bu ifadelerin tümü göz önüne alındığında bu hadis gariptir. Ama bir kı­sım ifadelerini teyid edici başka bazı sahih hadisler mevcuttur ki, bununla il­gili açıklama Allah dilerse yakında verilecektir. Güvencimiz ve dayanağımız Allah´tır. [166]


Kıyamet Gününde İnsan, Hayır Veya Şer Kendi Amel Elbisesi İçinde Dirilecektir:



Ebû Seleme´den rivayet olunduğuna göre Ebû Saîd el-Hudrî, can çeki­şirken, kendisine yeni bir elbise getirilmesini istedi. Getirilen elbiseyi giydi. Sonra, "Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işittim" dedi: "Doğrusu müslüman kişi, vefat ederken üzerinde bulunan elbisesinin içinde dirilecek­tir." ;

Bu, Sünen adlı kitabında Ebû Davud´un... İbn Ebi Meryem´den rivayet ettiği bir hadistir. [167]

Beyhakî, insanların yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşredilecek-lerine ilişkin Önceki sayfalarda geçen hadislerle çeliştiği için bu hadisi açık­lamaya çalışmış ve bu çelişkilere üç şık halinde cevap vermiştir:

1- Bu elbise, insanların dirilip mezarlarından çıkmalarından sonra çürü­yecek, haşir yerine geldiklerinde tamamen çıplak olacaklar, sonra kendileri­ne cennet elbisesi giydirilecektir.

2- Peygamberler, sonra sıddıklar, sonra da mertebeleri ne göre diğer in­sanlar elbiselerini giyindikten sonra her insanın giysisi, kendisi içindeyken vefat etmiş olduğu elbisenin cinsinden olacaktır. Sonra cennete girdiklerinde cennet elbisesi giyeceklerdir.

3- Burada sözü edilen elbiselerden kasıt, amellerdir. Yani kişi, üzerin­deyken vefat ettiği hayır veya şer ameli üzerinde dirilecektir. Nitekim Yüce Allah buyumuş ki: "Takva elbisesi ise bunlardan daha hayırlıdır." (A´râf, 7/26) "Elbiseni temiz tut." (Müddessir, 74/4)

Katâde, bu âyeti tefsir ederken: "Amelini ihlâslıca yap" demiştir.

Beyhakî bu son cevabı, Müslim´in... Câbir´den rivayet ettiği şu hadisle teyid etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Her kul, hangi işi yaparken vefat etmişse, yine o işi yaparak dirilecektir." (Müslim, Cennet, 3/83)

Yine Beyhakî.. Fudale b. Ubeyd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur: "Bu mertebelerden birindeyken vefat eden kimse, kıya­met günü yine o mertebede olduğu halde dirilecektir." [168]

Ebubekir b. Ebi´d-Dünyâ... Saîd b. Hani´den rivayet etti ki; Amr b. Es-yed şöyle demiştir: "Muaz, (can çekişmekte olan) karısının durumuyla ilgi­lenmemi söylöyip evden çıktı ve gitti. Kadın vefat etti, defnettik. Sonra Mu-az geldi. Geldiğinde defin işini tanımlamıştık. "Onu nasıl bir giysiyle def­ettiniz " diye sordu. Biz de "Onu elbisesiyle defnettik" deyince mezarın aÇılmasını istedi. Mezarı açtılar. Kadının elbisesini çıkarıp onu yeni bir kefene sarın. Çünkü onlar, kefenleri üzerlerinde iken haşredileceklerdir."[169]

Yine Ebubekir b. Ebi´d-Dünya... Velid b. Mervan´dan rivayet etti ki; İbn Abbas şöyle demiştir: "Ölüler, kefenleri içinde haşredileceklerdir."

Ebü´l-Aliye, Ebû Salih el-Mizzî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Duyduğuma göre ölüler eski püskü kefenler içinde, çürümüş bedenler, de­ğişmiş yüzler, tozlu başlar, zayıflamış cesedlerle haşredileceklerdir. Yürek­leri, göğüslerinden ve boğazlarından uçacak gibidir. Nereye gideceklerini bi­lemezler. Bunu ancak haşir yerinden ayrıldıklarında öğrenirler. Ya cennete, ya da cehenneme götürülürler. (Cehenneme götürülenler), olanca sesleriyle şöyle bağırırlar: "Eyvah, biz nereye götürülüyoruz !. Eğer geniş rahmetinle bizi örtmezsen vay halimize!.. Ancak senin bağışlayabileceğin büyük suç ye günahlar(ımız)dan ötürü kalplerimiz daraldı!" [170]
İbn Kesir Hayatı Ve Eserleri

Aziz Ve Celil Allah´ın Muhammed Ümmetine Olan Rahmeti:

Hz. Peygamberin, Vukuunu Önceden Bildirdiği Bazı Hâdiseler

Mısır´ın Müslümanlar Tarafından Fethedileceğine Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Bizans Ve Sasani Devletlerinin Bîr Daha Geri Dönmemecesine Yıkılacaklarına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, Ömer (r.a)´in Öldürüleceğine Önceden İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, Osman (r.a)´ın Belâlara Maruz Kalacağına Önceden İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, Ammar b. Yâsir´in Şehid Edileceğine İşaret Buyurması:

Hz, Peygamber´in, Hilafeti Otuz Yıllık Bir Süreyle Sınırlaması:

Allah´ın Hz. Hasan Vasıtasıyla İki Büyük Müslüman Grubu Barıştıracağına Hz. Peygamber´in Önceden İşaret Buyurması:

Ümmü Haram Binti Melhan´ın Deniz Savaşında Öleceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, İslâm Ordusunun Hind Ve Sind´e Kadar Gideceğine Önceden İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, Müslümanların Türkler´le Savaşacaklarına Önceden İşarette Bulunması:

Bazı Çocukların Müslümanları Yöneteceklerine Ve O Zamanda Meydana Gelecek Bozgunculuklar:

Hz. Peygamber´in, KureyşIi On İki Halifenin İslâm Ümmetinin Başına Geçeceklerine Önceden İşaret Buyurması:

On İki KureyşIi Halifeden Kasıt, Hz. Peygamber´den Sonra Peşpeşe Gelenler Değildir

Alâmetler (Hicrî) 200. Seneden Sonra Görüleceğine Dair Nakledilen Rivayetler Sahih Değildir:

Nesillerin En Hayırlısı Hz. Peygamber´in Zamanında Yaşayanlar, Sonra Onları Takip Edenlerdir:

Beş Yüz Yıl Bahsi:

Hz. Peygamber´in, Yeryüzünde Bin Yıldan Fazla Kalmadan Kıyametin Kopacağını Söylemiş Olması Doğru Değildir:

Şam´a Bağlı Busra´daki Develerin Boynunu Aydınlatacak Bir Ateşin Hicaz Diyarında Ortaya Çıkacağına Dair Rivayet:

Hicretin 654. Senesinde Medine´de Uzun Süre Devanı Eden Bir Yangının Çıkması:

Zamanımızdan Sonra Meydana Gelecek Olayları Hz. Peygamberin Önceden Bildirmesi

Geçmiş Olaylara Ve Gelecekte Kıyamete Dek Meydana Gelecek Olaylara Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Vukubulacaklannı Hz. Peygamber´in Önceden Haber Verdiği Bazı Olayların Vukubulduklarına Huzeyfe´nin.

Tanıklık Etmesi:

Dünyanın Geçen Ve Kalan Ömrünü Bildiren Isrâiliyat Haberlerinin Aslı Esası Yoktur:

Kıyametin Yaklaşması:

Kıyamet Gününde Müslümanın, Sevdiği Kimseyle Birlikte Haşrolunacağı:

Ölenin Kıyameti Kopar:

Gaybın Anahtarları Beştir. Bunları Ancak Yüce Allah Bilir:

Hz. Peygamber, Kıyametin Ne Zaman Kopacağım Bilmez:

FİTNELERİN ÖNCE ÖZET OLARAK, SONRA DA DETAYLI OLARAK ANLATILMASI BAHSİ

Hayır Ve Şerrin Birbirlerini İzleyeceklerine Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

İslâmiyetin Başlangıçta Olduğu Gibi Tekrar Garip Hale Geleceği:

Ümmetlerin Bölünmesi:

Fitnelerin Ümmeti Böleceğine, Kurtuluşun İse Cemaate Sarılmakta Olduğuna Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

İslâm Ümmeti Sapıklıkta Bir Araya Gelmez:

Fitne Zamanında Bir Kenara Çekilmeye İzin Verilmiştir:

Ölümü Temenni Etmek Yasaklanmıştır:

Ulemanın Ölümüyle İlim Ortadan Kalkacaktır:

Kıyamete Dek Bu Ümmetin Hak Yolda Sebat Edecek Bir Fırkasının Mevcud Olacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Cenab-ı Allah´ın Yüz Senede Bir Bu Ümmete Dinî Bir Müceddid Göndereceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurmuş Olması:

Hz. Peygamber´in Bildirdiği Bazı Kıyamet Alametleri:

İlmin Ahir Zamanda İnsanlar Arasından Kalkması:

HZ. PEYGAMBER´İN BAZI SERLERİN MEYDANA GELECEĞİNE İŞARET BUYURMASI

Mehdî, Ahir Zamanda Gelecek Doğru Yolu Gösterecek Hidayet Rehberi Bir Halifedir. Ancak Rafızîlerin İddia Ettikleri Şekilde Samarra´da Yer Altından Çıkması Beklenen Biri Değildir. Bunun Aslı, Hakikati Ve Hatta İzi Yoktur.

Mehdî´nin Geleceğine İlişkin Rivayet Edilen Hadisler:

Kendi Şerefli Ailesinin Bazı Yorgunluk, Sıkıntı Ve Korkulu Hallerle Karşılaşacağını Hz. Rasûlün Önceden Haber Vermesi:

MEYDANA GELEN VE AHİR ZAMANDA DAHA DA ÇOĞALIP ARTACAK OLAN ÇEŞİTLİ FİTNELER..

Bozgunculuk Çoğalınca, Aralarında Salih Kimseler Bulunsa Bile Tüm Toplum Helak Olacaktır:

İslâm Toplumunun Tam Ortasında Fitnelerin Kaynayacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Her Geçen Zaman Bir Sonrakinden Hayırlıdır:

Sakınılıp Uzak Durulması Gereken Bazı Şiddetli Fitnelerin Meydana Geleceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Emanet Duygusunun Kalplerden Kaldırılması:

Fitnenin Doğu Tarafından Çıkacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurmuş Olması:

Dirilerin Ölülere İmreneceği Kadar Fitnelerin Çoğalacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurmuş Olması:

Kıyametten Önce Bazı Arap Kabilelerine Puta Tapıcılığın Geri Döneceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Arap Topraklarının Muazzam Servetler Fışkıracağına, Bu Nedenle İnsanlar Arasında Düşmanlık, Çekişme Ve Savaş Çıkacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Kıyamet Kopmadan Çok Deccalların Ortaya Çıkacağına, İnsanların Oyalanıp Dalgın Oldukları Bir Vakitte Kıyametin Aniden Kopacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Cehennemliklerden İki Sınıfın Ortaya Çıkacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

İyiliği Emredip Kötülüğü Menetme Görevini Yapmamaya Ruhsat Verici Bazı Gerekçeler:

İnsanların Bölük Bölük Dinden Çıkacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, Mahvedici Bazı Fitnelerin Ortaya Çıkacağını Bildirmesi. O Zaman Dinini Tutan, Ateş Közünü Tutmuş Gibi Olacaktır:

Çokluklarına Ve Nüfuslarının Fazlalığına Rağmen Müslümanları Horlayıp Hegemonyaları Altına Almak Amacıyla Bütün Milletlerin Karşıt Bir Cephe Oluşturacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Öldürücü Bazı Fitnelerin Ortaya Çıkacağına Kurtuluşun Da Bu Fitnelerden Uzaklaşmakta Ve Yollarından Uzak Durmakta Olduğuna Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber´in, Ahlâkı Yok Eden Bazı Fitnelerin Ortaya Çıkacağına İşaret Buyurması Öyle Ki, O Zaman İnsan, Yanında Oturan Arkadaşına Dahi Güvenmeyecektir:

Çeşitli Fitnelerin Ortaya Çıkacağına, Bunlardan Kurtuluşunsa Toplumdan Soyutlanmak Olduğuna Hz. Peygamber´in İşareti:2

Fitne Koptuğunda Eziyetlere Tahammül Etme Ve Kötülüklere Katkıda Bulunmamak Hususunda Hz. Peygamber´in Verdiği Öğüt:

Bazı Müslümanların Putperestliğe Döneceklerine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması

Ahlas Fitnesi:

Bazı Fitnelerin Meydana Geleceğine, O Esnada Dil Darbesinin Kılıç Darbesinden Daha Etkili Olacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Kostantiniye´nin Rumiye´den Önce Fethedileceğine Hz. Peygamberin işaret Buyurması:

Bazı Beldelerin Yıkılacaklarına Ve Yıkılış Sebeplerine Hz. Peygamberdin İşaret Buyurması:

KIYAMET ALAMETLERİNİN MÜTEADDİT OLUŞU..


Kıyamet Öncesi Alâmetler:

Altı Olay Meydana Gelmeden Önce Müminlerin Hemen Salih Amel İşlemelerini Hz. Rasûlün Taleb Etmesi:

Kıyamet Kopmadan On Alâmet Görülecektir:

Aden´in Derinliklerinden Çıkacak Olan Fitne Ateşi:

Rumlarla Yapılıp Kostantiniyye´nin Fethiyle Sonuçlanacak Olan Savaş:

Mesih (A.S), Deccal´ı Öldürmeden Veya Hayır Ve Nuru, Batılı Ve Karanlığını Mağlub Etmeden Kıyamet Kopmayacaktir:

Kuvvetli Bir Azim Ve Samimi Bir İmanla Söylenen "Lailahe İllallahü V Illahü Ekber" Sözü, Kaleleri Yıkar Ve Şehirleri Fetheder:

Müslümanların Rum İllerini Fethedip Bir Çok Ganimete Sahip Olacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Müslümanların Bazı Adaları, Rum İllerini Ve Fars Ülkesini Fethedeceklerine, Müslümanların Hak Davalarının Deccalın Batıl Davasını Mağlub Edeceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Rumların Bazı Güzel Özellikleri:

Rumların En Fazla Nüfusa Sahip Bir Millet Oldukları Zamanda Kıyamet Kopar:

Kudüs´ün Şen Ve Mamur Olması Esnasında Medine´nin Harab Olmaya Yüz Tutacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Medine-İ Münevvere Vebadan Ve Deccal´dan Korunacaktır:

Medine-İ Münevvere´nin Uzun Süre Şen Ve Mamur Kalacağına Hz. Peygamber´în İşaret Buyurması:

İleride Çıkacak Bazı Buhranlar Nedeniyle Medinelilerin Şehri Terkedeceklerine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

EN SONDA GELECEK MESİH-İ DECCAL´DAN ÖNCE, ÖNCÜ MAHİYETİNDE BAZI YALANCI DECCALLARIN ORTAYA ÇIKACAKLARINA DAİR BİR GİRİŞ.

Kıyametten Önce Peygamberlik İddiasında Bulunan Bazı Yalancıların Çıkacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

İslâm Ümmetinde Bazı Cehennem Davetçileri Görüleceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

Deccal İle İlgili Hadisler Üzerine İbn Sayyad Hakkında Gelen Bazı Rivayetler:

Hz. Peygamberin Deccal´a Karşı Müslümanları Uyarması Ve Onun Bazı Niteliklerini Anlatması:

Deccal´m Ateşi Cennet, Cenneti De Ateştir:

Hz. Peygamberin, Ümmetini Deccal´m Beraberindeki Kuvvet Ve Fitne Sebeplerine Aldanmaktan Uyarması:

İbn Sayyad, Büyük Deccal Değildir. O Ancak Çok Sayıda Görülecek Olan Küçük Deccallardan Biridir:

Fatıma Binti Kays´m Deccal Hakkındaki Hadisi

Cessase İle Deccal´m Görüldüklerine İlişkin Temim Ed-Dârî´den Gelen Bir Rivayet:

FATIMA BİNTİ KAYS HADİSİ

İbn Sayyad, Medine Yahudilerindendir:

Rasûlullah (S.A.V)´ın Söylemesi Mümkün Olmayan Ve Aklen Reddedilen Bazı Kabul Edilmez Rivayetler:

Nüvas b. Sem´ân´ın Aynı Manâda Ama Daha Detaylı Olarak Rivayet Ettiği Hadis:

Bazı Garaip Ve Acaipliklerle İlgili Olarak Söylenen Ve Rasûluilah´a İsnad Edilen Bazı Sözler:

Zahirî Anlamı Bırakılarak Te´vil Edilmesi Gereken Bir Hadis:

Deccal Hakkında Yayılan Hadisler:

Dünyada Deccal Fitnesinden Daha Büyük Bir Fitne Yok mudur .

Müslümanların Yahudilerle Savaşıp Onları Mağlub Edeceklerine, Hatta Yahudilerin, Müslümanların Kılıcı Karşısında Gizlenecek Bir Yer Bulamayacaklarına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Senedi Ve Metni Garip Bir Hadis:

Tesbih, Tehlil Ve Tekbir Cesedler İçin Azık Olamaz:

Deccal, Mekke-İ Mükerreme Ve Medine-İ Münevvere´ye Giremeyecektir:

Dininizin En Hayırlısı En Kolay Olanıdır:

Mekke-i Mükerreme Ve Medine-i Münevvere, Allah´ın Emriyle Melekler Tarafından Korunacaktır:

Yüce Peygamberimizin Benî Temim Kabilesinin Faziletine Tanıklık Etmesi:

Allah Katında Deccal Çok Değersizdir:

Kur´ân-ı Kerim´de Deccal´dan Niçin Açıkça Söz Edilmiyor .

Deccal’dan Korunma Yolu.

Allah´a İhlaslıca Sığınmak, Kişiyi Deccal´ın Fitnesinden Korur:

Kehf Suresinin Son On Ayetini Ezberleyip Onlarla Amel Etmek Kişiyi Deccal Fitnesinden Korur:

Şerefli Medine Ve Mekke´de İkamet Etmek, Kişiyi Deccal Fitnesine Karşı Korur:

Lânetli Deccal´ın Kısa Biyografisi:

Deccal´ın -Allah .Kahretsin Onu- Evsafı:

Tuhaf Ve Garip Bir Haber:

Reddedilen Bir Hadis:

Bir Hurafe Hadis Daha:

Ahir Zamanda Hz. İsa´nın Dünya Semasından Yeryüzüne İnişi:

Hz. İsâ Öldü Mü Yoksa Diri Diri Göğe Mi Kaldırıldı .

Deccal’la İlgili Olarak Önceki Kısımlarda Nakledilmemiş Olan Hadisler

Kıyamet Kopmadan Meydana Gelecek Bazı Garip Olaylar:

Kıyametten Önce İbadet Azalacak, Mal Ve Para Çoğalacak:

Peygamberler Baba Bir Kardeşlerdir:

Peygamber (s.a.v) Efendimiz, İnsanlar Arassnda Hz. İsa´ya En Yakın Olandır:

Allah Rasûlu Mesih İsa´nın Ve Ahirzaman İnsanlarının Evsafı:

YE´CUC VE ME´CUC´UN ORTAYA ÇIKIŞI

Hz. Peygamberdin Araplara Yaklaşan Bir Şerre İşaret Buyurması:

Ye´cuc Ve Me´cuc´un Ortaya Çıkışı:

Ye´cuc Ve Me´cuc, İnsanlardan Bir Kısımdır:

Kâbe-i Müşerrefe´nin Çarpık Ayaklı Melun Zü´s-Sevikateyn Tarafından Yıkılması:

Ye´cuc Ve Me´cuc´un Ortaya Çıkışından Sonra Da Hac Ve Umre Yapanlar Olacaktır:

Kıyametin Kopmasından Önce Hac İbadeti Terk Edilecektir:

Allah´ın Şerefli Kıldığı Kabe´nin Melun Zü´ş-Sevikateyn Tarafından Yıkılması:

Kıyametten Önce Kahtan Mıntıkasında Bir Zalimin Ortaya Çıkacağına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Deccal, Mekke Ve Medine´ye Giremez.

Yerden Bir Yaratığın (Dabbet´ül-Arz´ın) Çıkıp İnsanlarla Konuşması:

Kıyametten Önceki On Alâmet:

GÜNEŞİN BATI UFUKTAN DOĞMASI

"Bilen, Bildiğini Söylesin, Bilmeyen Sussun´

Güneş Batı Ufkundan Doğuncaya Dek Geceleri İbadetle Geçiren Müslümanlar Hep Var Olacaktır:

Düşman Kendileriyle Savaşmaktayken Muhacirlerin Hicretleri Kabul Edilmez:

ÖLÜM ÖTESİ TARİHİ

İmâduddîn Ebu´1-Fidâ İsmail b. Ömer b. Kesîr, Dımaşk civarındaki Bus-râ´nın köylerinden birinde 701/1301 senesinde doğdu. Babası, köyünün ha­tibi idi. İbn Kesîr çokjküçük yaşta iken (703/ 1303) babasını kaybetti. Küçük yaşta yetim kalan îbn Kesîr´i ağabeyi Abdulvahhâb terbiyesine aldı. 706/1306 senesinde ağabeyi ile birlikte Dımaşk (Şam)a yerleşti. İlk ibtîdaî bilgileri ağabeyi olan büyük kardeşinden aldı. Daha sonra, Burhanuddin el-Fezâri, Kemaluddin b. Kâdi (Şahba) Şihne´den fıkıh öğrendi. el-Kasım b. Asâkir, İshâk, el-Âmidî, Muhammed b. Zirâd, İbnu´r-Radî ve İbn Teymiyye gibi alimlerden ilim tahsil etti ve kendisini yetiştirdi. Genç yaşından itibaren eserler yazmaya başlamış, Hadis, Fıkıh, Târih ve Tefsir sahalarında kaleme aldığı eserler sağlığında insanlar arasında şöhret bulmuş, yaygınlaşmıştı. Tehzîbu´l-Kemâl sahibi el-Mizzî´ye mulâzamat etti ve nihayet onun kızı ile evlenerek ona da damat oldu. Mısır´dan el-Karâfî, ed-Debbüsî, el-Vânî ve el-Hutenî gibi âlimler müellifimize icazet verdiler.

Hadis ve Tefsir ilimlerinde çok geniş bir kültüre sahipti. Böyle bir kül­türe sahip olması sebebiyle, Şam´da uzun yıllar, çeşitli medreselerde İslâmî ilimleri ve özellikle de hadis okutmuştur. İbn Tangrıberdî, onun el-Medrese-tu´n-Necîbiyye´de ders verdiğini zikreder. ed-Dimeşkî, en-Nuaymî ve ed-Dâvûdî´de, ez-Zehebi´nin vefatından sonra Ümmü Salih meşihatına tayin edildiğini, es-Subhî´nin vefatından sonra da Eşrefiyye Dam´1-Hadisinde kı­sa bir süre ders verdiğini kaydederler.

Kendisini yetiştirip, tedris hayatına atıldıktan sonra pek çok öğrenci ye­tiştirmiş, İbn Hacer gibi alim bir zâtın hocalığı payesine erişmiştir.

Şam civarında doğan, orada yetişen ve büyük bir üne kavuşmuş olan mü­ellifimiz İbn Kesîr, zamanında İslâmî ilimler alanında iyi bir konuma sahip­ti. İlminin genişliğine devrindeki alimler ve talebeleri şehadet ederler. Zehe-bi: "O imam, müftî sağlam bir muhaddis, alim, iyi bir Fakih, nakilci bir mü-fessir idi. Onun faydalı tasnifleri vardır." demektedir. İbn Hacer: "O hadisle­rin rical ve metinlerini tedkik ile, meşgul oldu. Pek çok faydalı şeyler hazır­ladı. Sağlığında eserleri yayıldı. Ölümünden sonra da insanlar onun eserle­rinden faydalandılar..." demiştir.

İslâmî ilimlerin, tarih, hadis, tefsir gibi yönlerinde şöhrete ulaşan bu za­tın, genç yaşlarda, eserler yazmaya başladığı ve bu eserlerinin sağlığında in­sanlar tarafından kullanıldığı, öldükten sonra da istifade edilme bakımından değerinden birşey kaybetmediği ifade edilmiştir. İbn Kesîr´in başlıca eserle­ri şunlardır:

1. Tefsiru´1-Kur´ani´l-Azim,

2. el-Bidâye ve´n-Nihâye fi´t-Tarih

3. el-İctihad fi Talebi Fadli´l-Cihad

4. FedâüVl-Kur´an ve Tarihu Cem´ihi

5. Ahâdîsût-Tevhîd

6. el-Bâisu´1-Hasâis

7. et-TekmîI fi Marîfet´is-Sikat ve´d-Duafâ ve´1-Mecâhil.

8. Tabakâtu´ş-Şafiiyye

9. Menakıbu´1-İmam-eş-Şafiî.

10. Muhtasaru İbn Hacib

11. Edilletüt-Tenbih fi Fıkhiş-Şafiiyye.

12. el-Ahkâm alâ Ebvâb´it-Tenbih

Tarafımızdan tercüme edilen Kitabu´l-Fiten ve´1-Melâhim, (Ölüm Ötesi Tarihi) ise âyet ve hadîsler ışığında, kıyamet alametleri, haşr ve ahiret haya­tı hakkında ayrıntılı bilgiler içermektedir.

Kaynakların beyanına göre, İbn Kesîr, ömrünün sonlarına doğru gözle­rini kaybetmiş, 774/1373 senesinde 74 yaşındayken Şam´da vefat etmiştir.

Mehmet KESKİN Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Allah´ın salât ve selâmı Efendimiz Muhammed´e, O´nun âline ve asha­bına olsun.

İmdi bu kitap; Hz. Peygamberin ahir zamanda meydana geleceğini bil­dirdiği fitnelerden, savaşlardan, kıyamet alâmetlerinden; kendiliğinden ko­nuşmayan, konuşması sadece bildirilmiş bir vahiy olan, doğru sözlü, sözü doğrulanmış efendimizin haber vermesi sebebiyle inanılması gereken kıya­met öncesi görülecek büyük olaylardan bahsetmektedir.[1]


Aziz Ve Celil Allah´ın Muhammed Ümmetine Olan Rahmeti:



Ebû Davud ... Ebû Musa el-Eş´arî´den rivayet etti ki Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bu ümmetime rahmet edilmiştir. Ahirette azap görme­yecektir. Dünyadaki azabı ise fitneler, depremler ve öldürme olacaktır." [2]

Hz. Peygamberin geçmişe ilişkin gaybî haberleri bildirdiğini önceki kı­sımlarda anlatmış; yaratılışın başlangıcı, peygamberlerin kıssaları ve eski za­manlardaki savaşlardan bahsederken bunu detaylı olarak açıklamıştık. Bu­nun ardısıra Hz. Peygamberin siretini, yaşayışını, günlerim, savaşlarını nak­letmiştik. Şemailini, peygamberlik delillerini açıklamıştık. Bunun peşisıra onun geleceğe ait haber verdiği ve sonra da ayniyle vaki olan olayları anlat­mıştık. Nitekim bu olaylar, içinde bulunduğumuz zamandan önce meydana gelmiş olup insanlar tarafından ayân-beyân müşahede edilmiştir. Bunları Hz. Peygamberin siretinin "Peygamberlik delilleri" bölümünde Özet olarak anlat-mışımdır. Her zamandan ve hadiseden bahsederken, meşhur kişilerin ölümü­nü anlatırken, konuyla veya kişiyle ilgili hadisleri naklettim. Ayrıca yıllar iti­bariyle halifelerin, vezirlerin, emirlerin, fakihlerin, salih insanların, şairlerin, tüccarlapn, ediplerin, kelamcıların, görüş sahiplerinin ve asalet sahibi üstün şahsiyetli diğer kimselerin yaptıkları işleri de detaylı olarak anlattım. Daha önce naklettiğimiz hadisleri buralarda tekrarlasaydık konu gerçekten çok uzayacaktı. Ancak yeri geldiğinde bunlara kısa ve ince bir şekilde işaret ede­cek, sonra asıl maksadımızı anlatmaya başlayacağız. Yardımına baş vuru-acak olan zât, yüce Allah´tır. [3]


Hz. Peygamberin, Vukuunu Önceden Bildirdiği Bazı Hâdiseler


Hz. Peygamberdin, Kendisinden Sonra Ebubekir (r.a.)´in İslâm Ümmetini Yöneteceğine İşaret Buyurması:

Hz. Peygamber, geri dönmesi için bir kadına emir verirken kadın; onun öleceğini imâ edercesine, "Ya geldiğimde seni bulamazsam " deyince kadı­na şu cevabı vermişti: "Eğer beni bulamazsan Ebû Bekir´e gel." [4] Bu hadisi Buharî rivayet etmiş ve Hz. Peygamber´den sonra idarenin başına Ebubekir (r.a.) geçmiştir.

Hz. Peygamber kendisinden sonra halife olsun diye Ebubekir (r.a.) için bir mektup yazmak istemiş, ancak daha sonra onun ilk iman eden ve fazilet­li biri olduğunu bildiklerinden ashabının onu bırakıp da başkasını halife seç­meyeceklerini bildiğinden ötürü mektubu yazmaktan vazgeçmiş ve şöyle bu­yurmuştur:

"Allah ve mü´minler, Ebû Bekir´den başkasına razı olmazlar." [5] Gerçekten de Hz. Peygamber´in dediği gibi oldu. Ayrıca şu vasiyette de bulunmuştur: "Benden sonrakilere Ebubekir ve Ömer´i vasiyet ediyorum." Bu hadisi Ahmed b. Hanbel (5/385), İbn Mâce [6] ve Tirmizî [7] rivayet etmiş; İbn Yemân da sahih ve hasen olduğu­nu söylemiştir,

Hülasa Hz. Peygamber´den sonra ve tıpkı onun dediği gibi Ebû Bekir; ondan sonra da Ömer halifeliğe geçmiştir. [8]


Mısır´ın Müslümanlar Tarafından Fethedileceğine Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:



İmam Mâlik.....Kâ´b b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Mısır´ı fethettiğinizde kıpfîlere (başka bir rivayete göre [9] MlSir halkına) İyi davranın. Çünkü onlara verilmiş bir ahid ve onların (bize) akrabalığı [10] vardır."[11]

Nitekim Hz. Ömer´in zamanında hicretin 20. senesinde Amr b. Âs, Mı­sır´ı fethetti.

Sahih-i Müslim´de anlatıldığına göre Ebû Zerr (r.a.), Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. "Kırat´tan [12] söz edilen bir diya­rı fethedeceksiniz. (Fethettiğinizde) oranın ahalisine iyi davranın. Çünkü on­lara verilmiş bir ahid ve onların (bize) akrabalığı vardır."[13]


Bizans Ve Sasani Devletlerinin Bîr Daha Geri Dönmemecesine Yıkılacaklarına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:



Buharı ve Müslim´in Sahihlerinde yer alan bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "(Bizans İmparatoru) Kayser öldükten sonra baş­ka bir kayser; (Sasani hükümdarı) Kisrâ öldükten sonra başka bir kisrâ gel­meyecektir. Canım kudret elinde bulunan zât´a yemin ederim ki; onların ha­zinelerini Allah yolunda harcayacaksınız." [14]

Bu ihbar, Hz. Peygamber´in bildirdiği gibi ayniyle vaki oldu. Şöyle ki; Ebû Bekir, Ömer ve Osman´ın zamanlarında Bizans İmparatoru Herakli-us´un Şam ve Cezîre´deki hakimiyeti sona erdi. Sadece Anadolu toprakları onun hakimiyeti altında kaldı. Oysa Araplar Şam ve Cezire´yle birlikte Ana-doluya da hakim olan kimselere Kayser diyorlardı. İşte bu hadis-i şerifte Şamlılara, Bizans hakimiyetinin artık kıyamete dek Şam´a tekrar dönmeye­ceği müjdesi verilmektedir.

Kisrâ´ya gelince o, Hz. Ömer´in zamanında hakimiyetindeki toprakların çoğunu kaybetmiş; Hz. Osman´ın zamanında, başka bir rivayete göre ise hic­retin 32. yılında hükümranlığını tamamen yitirmişti. Hamd ve minnet Al­lah´adır. Çünkü Hz. Peygamber, kendisine göndermiş olduğu mektubunu yırttığını duyunca, "Allah da onun hükümdarlığını yırtıp parçalasın!" diye beddua etmiş ve bedduası tahakkuk etmişti. [15]


Hz. Peygamber´in, Ömer (r.a)´in Öldürüleceğine Önceden İşaret Buyurması:



Buharı ve Müslim´in Sahihlerinde nakledildiğine göre A´meş ile Cami b. Raşid, Huzeyfe (r.a)´nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir; «Hz. Ömer´in yanında oturmaktaydık. Bize şöyle bir soru sordu:

"Hanginiz Rasûlullah´in fitneyle ilgili hadisini biliyor " Ona: "Ben bili­yorum" dedim. Bana; "Haydi, oku bakalım. Doğrusu sen cür´etlisin" diye karşılık verince dedim ki: "Rasûlullah (s.a.v), adamın ailesinde, malında, ço­cuğunda, komşusunda meydana gelecek fitneyi anlatmış ve bu fitneler için namazın, sadakanın, iyiliği emredip kötülüğü menetmenin keffaret olacağını söylemişti." Hz, Ömer bu defa şöyle dedi:

— Ben bunu kasdetmiyorum. Benim kasdettiğim, deniz gibi dalgalana­cak olan fitnelerdir. Sana onları soruyorum.

— Ey müminlerin emiri, seninle o fitneler arasında kilitli duran bir kapı vardır.

— Söylesene ne olur; o kapı açılacak mı, yoksa kırılacak mı

— Kırılacak!

—- Öyleyse artık ebediyyen kapatılamaz, değil mi

— Evet, Öyle.» [16]

Şekik b. Seleme diyor ki: «Biz, Huzeyfe´ye; "Hz. Ömer o kapının kim olduğunu biliyor gibiydi. Öyle değil mi " diye sorduğumuzda şu cevabı ver­di´ "Evet. Çünkü ben ona, demagoji olmayan sahih bir hadis rivayet ettim!"» Bundan sonra Huzeyfe´ye kapının kim olduğunu sormaya korktuk. Ona sor­ması için Mesruk´u devreye soktuk. Mesruk ona, fitneler karşısındaki kapalı kapının kim olduğunu sorduğunda, "Ömer´dir!" cevabını verdi. Bunun doğ­ruluğu, Hz. Ömer´in hicrî 23. senede şehid edilmesiyle ortaya çıktı. Artık in­sanlar arasında fitneler meydana geldi. Onun öldürülmesi, insanlar arasında fitnenin yayılmasına neden oldu. [17]


Hz. Peygamber´in, Osman (r.a)´ın Belâlara Maruz Kalacağına Önceden İşaret Buyurması:



Hz. Peygamber, Osman (r.a.)´ın, başına gelecek musibetler mukabilinde cennete gireceğini haber vermiş ve öyle de olmuştur. (Bk. Müslim, Fedailu´s-Saha-be 28, 29.) Osman (r.a.); evinde kuşatma altına alınmış, sabretmiş, bunun kar­şılığını Allah´tan beklemiş ve nihayet şehid edilmişti. Allah ondan razı olsun. Şehid edilişinden bahsederken, çok önceleri Hz. Peygamber´in, onun şehid edileceğini duyuran ve bildiren hadislerini nakletmişizdir. O hadislerde bil­dirilen hususlar ayniyle vaki olmuştur. Cemel ve Sıffîn savaşlarından bahse­derken de, vuku bulmalarından çok önceleri Hz. Peygamber´in bu savaşların vuku bulacağını ve bunlarda meydana gelecek fitneleri haber verdiğine dair hadisleri nakletmiştik. Yardımına başvurulacak olan zât, yüce Allah´tır. [18]


Hz. Peygamber´in, Ammar b. Yâsir´in Şehid Edileceğine İşaret Buyurması:



Hz. Peygamber, çok önceleri Ammar´ın şehid edileceğini haber vermiş ve gerçekten de Ammar, şehid edilmişti. [19]

Hz. Ali´nin öldürdüğü, kendilerine gazaplandığı ve tevbe edenlerini ha­yatta bıraktığı Haricîler´e gelince, bu konuda nakledilen hadisler cidden çok­tur. Bu hususu önceki kısımlarda detaylı olarak anlatmıştık. Hamd ve minnet Allah´adır. Hz. Ali´nin şehid edilişinden bahsederken de konuyla ilgili mez­kûr hadisi çeşitli varyantlarıyla aktarmıştık. [20]


Hz, Peygamber´in, Hilafeti Otuz Yıllık Bir Süreyle Sınırlaması:



imam Ahmed, Ebû Davud, Neseî ve Tirmizî.....Sefine´den rivayet etti­ler ki Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Halifelik benden sonra otuz yıl­dır. Ondan sonra hükümdarlık olacaktır." [21]

Bu otuz yıl; Ebubekir es-Sıddık´ın, Ömer el-Faruk´un, Osman eş-Şehid´in ve Ali b. Ebi Talib eş-Şehid´in halifelik zaman­larını kapsamaktadır. Ali b. Ebi Talib´in halifeliği altı ay sürdü. Sonra oğlu Hasan hilafete geçti. Hicrî 40. vSenede otuz yıllık süre dolunca Hz. Hasan, Muaviye b. Ebi Süfyan lehine halifelikten feragat etti. Müslümanlar bunun üzerine Muaviye´ye biat ettiler. Onun etrafında toplandılar. Bu nedenle o se­neye, Cemaat Senesi denildi. Nitekim bu hususu da önceki kısımlarda tefer­ruatlı olarak anlatmıştık. [22]


Allah´ın Hz. Hasan Vasıtasıyla İki Büyük Müslüman Grubu Barıştıracağına Hz. Peygamber´in Önceden İşaret Buyurması:



Buharı, Ebû Bekre´den rivayet etti ki; yanında Hz. Hasan dururken min­berde Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Bu oğlum seyyid (efendi ve li-der)dir. Allah bunun vasıtasıyla müslümanlardan iki büyük grubu barıştıra­caktır." Nitekim Öyle de Oldu. [23]


Ümmü Haram Binti Melhan´ın Deniz Savaşında Öleceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Buharı ve Müslim´in sahihlerinde Ümmü Haram binti Melhan´dan riva­yet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v), denizdeki savaşlarının iki grupta ya­pılacağını, Ümmü Haram´ın birinci gruptakilerle olacağını söylemiştir. Hic­retin 27. senesinde Ümmü Haram, Muaviye´yle birlikte Kıbrıs savaşına ka­tılmıştı. O zaman Muaviye, Kıbrıs´a savaşmaya gitmek için Hz. Osman´dan izin istemişti. Hz. Osman izin verince o, Müslümanları gemilerle Kıbrıs´a götürmüş ve şiddet kullanarak orayı fethetmişti. Bu savaşa gitmekteyken Ümmü Haram, denizde vefat etmişti. Muaviye´nin zevcesiyle birlikte Fahite binti Kurze bulunuyordu. [24]

ikinci gruba gelince; bunlar hicretin 52. senesinde Muaviye´nin hakimi­yeti zamanında İstanbul´u kuşatmaya gitmişlerdi. Muaviye bu askerlerin ba­şına oğlu Yezid´i komutan olarak atamıştı. Yezid´in beraberinde Ebû Eyyub el-Ensari gibi önde gelen sahabîler de vardı. Bu zat İstanbul´da vefat etmiş ve komutan Yezid b. Muaviye´ye, kendisini mümkün olduğunca düşmanın deniz tarafındaki surlarına en yakın olan yerde atların ayak bastıkları yere defnetmesini vasiyet etmişti. Yezid, onun bu vasiyetinin gereğini yaptı.

Buharı ... Ümmü Haram´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: «Ümmetimin deniz savaşı yapacak olan ilk ordusuna (cennet) va-cib olmuştur.

Ümmü Haram diyor ki: Ben kendisine sordum:

— Ya Rasûlallah, ben o orduda bulunacak mıyım

—- Sen o ordudaki askerler arasında olacaksın.

Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v); "Kayser´in şehrine (İstanbul´a) savaş­maya gidecek olan ümmetimin ilk ordusu bağışlanmıştır." deyince ben kendişine; "Ya Rasûlallah, ben de aralarında bulunacak mıyım " diye sordum.

"Hayır-" diye cevap verdi.» [25]


Hz. Peygamber´in, İslâm Ordusunun Hind Ve Sind´e Kadar Gideceğine Önceden İşaret Buyurması:



İmam Ahmed... Ebû Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Doğ­ru s jzlü dostum Rasûlullah (s.a.v) bana dedi ki: "Bu ümmetten bir (savaş) grubu Sind´e ve Hind(istan)´a gidecektir." Eğer ben bu orduyla oralara gidip şehid olursam ne âlâ. Eğer dönersem o zaman ben, Allah´ın cehennemden azâd ettiği hür Ebû Hüreyre olurum.» [26]

Yine İmam Ahmed... Ebû Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v) Hind(istan) gazasını bize va´d etti. Eğer ben o gazada şe­hid olursam, şehidlerin en hayırlısı olurum. Geri dönersem de ben (Cehen­nemden azâd edilmiş) hürriyetine kavuşmuş Ebû Hüreyre olurum." [27]

Müslümanlar Hicretin 44. senesinde Muaviye döneminde Hindistan´a bir akın düzenlemişlerdi. Orada birçok olaylar cereyan etmişti ki onları de­taylı olarak Önceki kısımlarda ani atmış izdir.

Hicretin 400. yılı sınırlarında Gazne´nin ve oraya bağlı yerlerin sahibi büyük ve mutlu hükümdar Sultan Mahmud da Hindistan´a bir sefer düzenle­miş, orada takdire şayan meşhur işler yapmıştı. Orada Somınat adıyla bilinen büyük putu kırmış, üzerindeki takı ve kılıçlan alıp ganimet elde etmiş, olarak ülkesine salimen geri dönmüştü. Bu arada Emeviler´e bağlı valiler de Sind ve Çin ülkelerinin uç noktalarında Türkler´le savaşıyorlardı. Türkler´in Büyük Kaan´ım mağlub etmiş, ordusunu dağıtmış, malına ve mülküne el koymuş­lardı.

Türkler´in evsaf ve eşkâline ilişkin hadisler nakledilmiştir. Biz bunlar­dan bazısını özet olarak aktaracağız. [28]


Hz. Peygamber´in, Müslümanların Türkler´le Savaşacaklarına Önceden İşarette Bulunması:



Buharı... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Siz ayakkabıları keçe olan bir kavimle savaşmadikça; gözleri küçük, yüzleri kırmızı, burunları küçük, yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibi olan Türkler´le savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Bu iş­ten en fazla tiksinen hayırlı insanların da bu işe dahil olduklarını göreceksi­niz. İnsanlar madenler gibidirler. Cahiliyet döneminde hayırlı olanları, İslâ­miyet döneminde de hayırlı kimseler olacaklardır. Sizden birinize öyle bir zaman gelecek ki, beni görmesi, mal ve ailesinin bir misli artmasından daha ÇOk hoşuna gidecektir." [29]

Buharı ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizler Acemlerden kırmızı yüzlü, basık burunlu, deri üstüne de­ri kaplanmış kalkan gibi yüzleri olan ve keçeden yapılma ayakkabılar giyen Huzistanh ve Kirmanlılarla savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır." [30] Süfyân b. Uyeyne, bunların Bariz halkı olduklarını söylemiştir. [31] Belki de Bariz onların, günahların ve fasıklıkların irtikâb edil­diği pazarlarıdır.

imam Ahmed b. Hanbel... Amr b. Sa´leb´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet alametlerinden biri de, sizin geniş yüz­lü bir kavimle savaşmanızdır. Onların yüzleri -deri üstüne deri kaplanmış-kalkanlar gibidir." [32]

Sahabîler Türkler´le savaşmış, onları yenilgiye uğratmış, mallarını gani­met edinmiş, kadınlarını ve çocuklarını esir almışlardı. Kelimelerin açık an­lamından anlaşıldığına göre bu hadiste sözü edilen savaşın kıyamet alâmet­lerinden biri olması gerekiyor. Eğer kıyamet alâmetinin» kıyametin kopma­sından kısa bir süre önce meydana gelmesi gerekir denilecek olursa, o zaman demek ki, Müslümanlarla Türkler arasında yemden büyük bir savaş olacak­tır ki bunun sonunda da Ye´cüc ile Me´cüc ortaya çıkacaktır. Nitekim bun­larla ilgili açıklama daha sonra yapılacaktır. Ama eğer kıyamet alâmetleri, kıyametin kopmasına yakın bir zamanda meydana gelmelidir denmeyecek kadar genel bir kavramsa, o zaman, kıyametin kopmasından çok önceleri meydana gelmiş olsa bile bu da meydana gelmiş diğer alâmetlerden biri ola­rak kabul edilir. Şu kadar ki, bunun, Hz. Peygamber´in zamanından sonra meydana gelmiş olması gerekir. Nitekim Öyle de olmuştur. Bu konuda nak­ledilen hadisler üzerinde düşünüldüğünde bu gerçek ortaya çıkacaktır. Nite­kim bu husus, inşaallah ileride de anlatılacaktır.

Hz. Hüseyin´in, Yezid zamanında Kerbela´da şehid edileceğine ilişkin hadislerle Emevi halifelerinden ve Abdülmuttalib soyundan gelen gençler­den bahseden hadisleri önceki kısımlarda nakletmiştik. [33]


Bazı Çocukların Müslümanları Yöneteceklerine Ve O Zamanda Meydana Gelecek Bozgunculuklar:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ümmetimin helaki, bazı gençlerin eliyle olacak­tır." [34]

Mervan dedi ki: "Bu sözün söylendiği mecliste, yanımızda idarenin ba­şına geçmiş bir kimse yoktu henüz. O gençlere Allah la´net etsin. Allah´a ye­min ederim ki, ´O gençler falan kabiledendir, falan ailedendir´ demek iste­seydim bunu diyebilirdim. İktidara gelmelerinden sonra babamla birlikte Mervanoğulları´nın yanma giderdik. Onların çocuklara bey´at ettiklerini gö­rürdük. Hatta onlardan bazıları, kundaktaki çocuğa bile bey´at ederlermiş. Ben, "Yoksa şu bey´at ettikleriniz, Ebû Hüreyre´nin sözünü ettiği gençler ol­masınlar. Çünkü bu hükümdarlar birbirlerine benzerler." dedim. Bu konuda nakledilen hadisler gerçekten çoktur. Bu hadisleri "El-Bidâye ve´n-Niha-ye"adlı kitabımızın "Peygamberlik Delilleri" bölümünde açıklamalı olarak nakletmiştik.

Sakif kabilesinden çıkacak biri yalancı, diğeri katil iki kişi hakkında va-rid olan hadisi de önceki kısımlarda nakletmiştik. Yalancı, Abdullah b. Zü-beyr zamanında Kûfe´de ortaya çıkan Muhtar b. Ebû Ubeyd´dir. Katil ise, Abdullah b. Zübeyr´i öldüren Haccac b. Yusuf es-Sakafî´dir. Hicretin 302. senesinde hakimiyeti Emeviler´den aldıklarında Abbasiler´in ortaya getirdik­leri siyah bayraklarla ilgili hadis de önceki kısımlarda nakledilmişti. O za­manda halifelik, Emevîlerin son halifesi Mervan b. Muhammed b. Mervan b. Hakem b. Ebi´l-Âs´tan, hadiste kendisinden açıkça söz edilen Seffah Ebü´l-Abbas Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas b. Abdülmutta-lib´e geçti. Bu, Abbasilerin ilk halifesiydi. Kendisinden bahseden hadis, Ah­med b. Hanbel´in Müsned´inde yer almaktaydı. Emeviler´in son halifesi Mervan´a, "Eşek Mercan" anlamına gelen Mervan el- Himar deniliyordu. Çünkü Hariciler´le yaptığı savaşlarda teri kurumaksızın muharebeye devam ediyor ve savaşın zahmetlerine katlanıyordu. Ca´d b. Dirhem el-Mutezüî´nin öğrencisi olduğu için kendisine Mervan el-Ca´dî de deniliyordu.

Ebû Davud et-Tayâlisî... Muâz b. Cebel´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah bu işi (İslâmiyeti) peygamberlik ve rah­metle başlattı. Bu daha sonra hilafet ve rahmete, sonra izzet ve hürmete (ki­bir ve tasalluta), sonra da ısırıcı bir hükümdarlığa ve ümmet içinde fesada dö­nüşecektir. O hükümdarlık ve fesat sebebiyle (helal olmayan) tenasül organ­larını, içkileri ve ipeği helal sayacak, bu hususta yardımcı olacaklardır. Aziz ve Celîl olan Allah´ın huzuruna çıkıncaya dek ebediyyen rızıklanacaklardır." [35] Beyhakî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur:

"Peygamberlerden sonra, Allah´ın kitabıyla amel eden ve Allah´ın kul­larına adaletle hükmeden halifeler gelecektir. Halifelerden sonra, intikam alan, adamları öldüren, mallan seçip alan hükümdarlar gelecektir. Kimi in­sanlar kötülüğü eliyle değiştirecek, kimi diliyle, kimi de kalbiyle değiştire­cektir. Bunun ötesinde imandan bir şey yoktur." [36]

Sahih-i Buharî´de nakledildiğine göre Ebû Hüreyre, Peygamber (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İsrailoğulları´nı peygamber­ler idare ederlerdi. Her bir peygamber vefat edince ardından bir başka pey­gamber gelirdi. Doğrusu benden sonra peygamber gelmeyecek, ancak birçok halifeler gelecektir." Kendisine, "Yâ Rasûlallah, şu halde o zaman ne yapma­mızı emredersin " diye sorduklarında da şöyle buyurmuştu: "İlk halifeye, sonra sırasıyla diğerlerine biat edin ve haklarını verin. Çünkü Allah da onla­ra, idareleri altında bulunan kimselere nasıl davrandıklarını soracaktır." [37]

Sahih-i Müslim´de nakledildiğine göre Abdullah b. Mes´ud, Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Her peygamberin rehberliğiy-le hidayet bulan, onun sünnetine uyan havarileri olmuştur. Onlardan sonra kötü evlatlar gelecek ve yapmadıklarını söyleyecek, kötü dedikleri işleri ya­pacaklardır." [38]


Hz. Peygamber´in, KureyşIi On İki Halifenin İslâm Ümmetinin Başına Geçeceklerine Önceden İşaret Buyurması:



Buharî ve Müslim´in Sahihlerinde anlatıldığına göre Câbir b. Semüre, Peygamber (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "On iki halife ola­caktır. HepSİ de Kureyş´tendir." [39] Ebû Davud...., Câbir b. Semüre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Hepsi de KureyşIi olan on iki halife gelip geçinceye dek bu ümmetin işi yolunda gitmeye ve düşmanlarına karşı gaibiyetleri devam edecektir." Başka bir rivayette ise hadisin son kısmı şöyle gelmektedir: "... Bu din ayakta durmaya devam edecektir." Hz. Peygamber böyle buyururken sahabîler; "Sonra ne olacak " diye sormuşlar, o da: "Sonra çatlaklar meyda­na gelecek" diye cevap vermişti. Yukarıdaki iki hadiste müjdelenen on iki halife, Rafizilerin masum olduklarını yalan ve iftirayla iddia ettikleri on iki imam değildir. Çünkü bunların çoğu bu ümmete halife olmadıkları gibi baş­ka bir ülkede de yönetimin başına geçmiş değillerdir. Bunlardan sadece Hz. Ali ile oğlu Hasan, Müslümanların başına geçmişlerdir. Allah ikisinden de razı olsun. [40]


On İki KureyşIi Halifeden Kasıt, Hz. Peygamber´den Sonra Peşpeşe Gelenler Değildir:

KureyşIi on iki halifeden kasıt, Hz. Peygamber´den sonra Emevî Devle-ti´nin kuruluşuna kadar peşpeşe gelen halifeler değildir. Çünkü Sefîne´nin ri­vayet ettiği, "Halifelik benden sonra otuz senedir." [41] mealindeki hadis -her ne kadar Beyhakî tarafından zayıf görülmüşse de- bunu imkânsız kılmaktadır. Otuz seneden sonra ise hükümdarlık dönemi başlamaktadır. Kitabımızın, Peygamberlik Delilleri bölümünde, yukarıdaki hadisi burada tekrarlamaya ihtiyaç bırakma­yacak şekilde açıklamıştık. Hamd ve minnet Allah´adır. Ama Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, oğlu Hasan, Ömer b. Abdülaziz, cumhur-u ammeye göre bu KureyşIi on iki halifelerdendir. Abbasi halifelerinden bazıları da bu kap­sama dahildir. Diğerleri de zamanla gelecektir. Geleceği müjdelenen Mehdî de bunlardan biri olacaktır. İleride de açıklanacağı gibi onun geleceği, hak­kında varid olan hadislerde müjdelenmektedir. Kendisine güvenilip dayanı­lacak ve yardımına başvurulacak olan zât, yüce Allah´tır. Birçokları da bizim bu dediklerimizi söylemişlerdir. [42]

Alâmetler (Hicrî) 200. Seneden Sonra Görüleceğine Dair Nakledilen Rivayetler Sahih Değildir:


İbn Mâce... Ebû Katâde´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu-urmuştur: "Alâmetler iki yüz (üncü sene)den sonra görülecektir." [43] Bu sahih değildir. Şayet sahih ol-´´a bile bu, Kur´ân´ın yaratılmış olduğunu söyleme nedeniyle İmam Ahmed b Ha´.bel ile arkadaşları olan diğer hadis imamlarının karşılaştıkları fitnele­re yorulabilir. Nitekim bunu yerinde detaylı olarak açıklamıştık.

Raviliği münker olan Rüvad b. Cerrah... merfu olarak Huzeyfe´den riva­yet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: «(Hicretin) iki yüz (üncü se­nesinden sonra sizin en hayırlınız, arkası hafif olandır. "Arkası hafif olan ne demektir, ya Rasûlallah " diye sorduklarında, "Ailesi ve çocuğu olmayan­dır " diye cevap verdi.» Bu münker bir hadistir. [44]


Nesillerin En Hayırlısı Hz. Peygamber´in Zamanında Yaşayanlar, Sonra Onları Takip Edenlerdir:


Buharî ve Müslim´in Sahihlerinde anlatıldığına göre Şu´be... İmran b. Husayn´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ümmeti­min en hayırlısı zamanımdakilerdir. Sonra peşleri sıra gelenlerdir. (Ravî İm-rân dedi ki: Bilemiyorum, Rasûlullah, kendi zamanındaki nesilden sonra iki mi yoksa üç nesilden mi bahsetti ) Sizden sonra öyle bir kavim gelecek ki; şa­hitlikleri istenmeyecek ama şahitlik edeceklerdir... Hainlik edeceklerdir, ken­dilerine güvenilmeyecektir.. Adak adayacaklar ama adaklarını yerine getirme­yeceklerdir. Onlarda şişmanlık görülecektir." [45]

Beş Yüz Yıl Bahsi:


Ebû Davud... Sa´d b. Ebi Vakkas´tan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ümmetimin Rabbi katında yarım gün bekletilmeden kurtulacağını umuyorum." Sa´d´a; "Yarım gün ne kadardır " diye soruldu­ğunda, "Beş yüz yıldır." diye cevap verdi. Eğer bu hadisin merfu olarak ri­vayeti sahih ise ümmetin hesabının görülmesi bu süreyi geçmeyecektir. Doğ­rusunu Allah bilir. [46]


Hz. Peygamber´in, Yeryüzünde Bin Yıldan Fazla Kalmadan Kıyametin Kopacağını Söylemiş Olması Doğru Değildir:


Hz. Peygamber´in yer altında bin seneden fazla beklemeden kıyamet ko­pacağı şeklinde halk çoğunluğunun söylediği söz asılsızdır. [47] Bu güvenilir ha­dis kitaplarında yer almadığı gibi, büyük-küçük hiçbir eserde de bunu görmuş değiliz. Hz. Peygamber´in kıyametin kopma zamanını belirleyen bir ha­disi de sabit değildir. Ancak o, inşaallah ileride açıklayacağımız bazı kıya­met alâmetlerinden sozetmiştir. [48]


Şam´a Bağlı Busra´daki Develerin Boynunu Aydınlatacak Bir Ate­şin Hicaz Diyarında Ortaya Çıkacağına Dair Rivayet:



Buharı... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Hicaz diyarında, Busra´daki develerin boyunlarını aydınlatacak bir ateş görülmedikçe kıyamet kopmayacaktır." [49]


Hicretin 654. Senesinde Medine´de Uzun Süre Devanı Eden Bir Yangının Çıkması:


Kendi zamanındaki hadisçilerin şeyhi ve tarihçilerin üstadı Şeyh Şiha-büddin Ebû Şame´nin anlattığına göre Hicretin 654. senesinin Cemaziyelahir ayının beşinde Cuma günü Medine-i Nebevîye´nin bazı vadilerinde 4 fersah uzunluğunda ve 4 mil genişliğindeki bir alanı kaplayan büyük bir yangın çık­mış; bu ateş, kayaları eritip adeta kurşuna, sonra da siyah kömüre dönüştür­müştü. İnsanlar bu ateşin aydınlığında geceleyin Medine´den Teyma´ya ka­dar gidebilîyorlardı. Yangın bir ay devam etmişti. Medineliler bu durumu tu­tanakla tespit etmişler ve hakkında şiirler yazmışlardı. Bunları önceki kısım­larda nakletmiştik. Dımaşk´taki Hanefîlerin kâdilkudatı Sadreddin Ali b. Ka­sım el-Hanefî´nin, Busra´daki Hanefîlerin müderrisi olan babası Şeyh Safiy-yüddin´den naklen bana anlattığına göre, Busra varoşlarından bir bedevi, Hi­caz´da çıkan yangının verdiği aydınlık sebebiyle Busra´daki develerin bo­yunlarını geceleyin görebildiklerini sabahleyin ona bildirmiştir. [50]


Zamanımızdan Sonra Meydana Gelecek Olayları Hz. Peygamberin Önceden Bildirmesi


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Zeyd el-Ensarî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v) bize sabah namazını kıldırdı. Sonra minbere çık­tı. Öğlene kadar bize hitapta bulundu. Sonra indi. İkindiyi kıldırdı. Sonra yi­ne minbere çıktı. Gün batıncaya dek bize hitapta bulundu. Olmuş ve olacak şeyleri bize anlattı, bildirdi. Biz de o anlattıklarını hafızamıza yerleştirdik." [51]


Geçmiş Olaylara Ve Gelecekte Kıyamete Dek Meydana Gelecek Olaylara Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:


Sahih-i Buharî´nin "Bed´ül-Halk" bölümünde... Tarık b. Şihab´dan riva­yet olunur ki; Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle buyurmuştur: "Rasûlullah {s.a.v) kalkıp bize yaratılışın başlangıcından bahsetti. (O kadar çok açıklamalarda bu­lundu ki), nihayet cennetlikler yerlerine, cehennemlikler de yerlerine girdiler. Bunu kafasına yerleştiren yerleştirdi. Unutan da unuttu." [52]

Ebû Davud, Sünen´inin Kitabü´l-Fiten kısmının başında Osman tarikiy­le... Huzeyfe´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v) kalkıp bize hitap etmeye başladı. Kıyamete kadar olacak her şeyi bize anlattı. Söy­lediklerini ezberleyen ezberledi, unutan da unuttu. Bu arkadaşlarım da o söy­lenenleri biliyorlardır. Onun bize anlatmış olduğu şeyler arasından şimdi bir olay meydana gelince, bir adamın kayıplara karışmış bir tanıdığını görünce hemen tanıyışı gibi ben de o olayın meydana geleceğini Rasûlullah´ın önce­den bize bildirmiş OİduğunnU hatırlıyorum." [53]


Vukubulacaklannı Hz. Peygamber´in Önceden Haber Verdiği Bazı Olayların Vukubulduklarına Huzeyfe´nin
Tanıklık Etmesi:


Buharı... Ebû Nasre´den rivayet etti ki; Ebû Saîd şöyle demiştir: "Rasû­lullah (s.a.v) bir gün bize ikindi namazını kıldırdı. Sonra kalkıp gün batımı-na dek bize hitapta bulundu. Kıyamete dek olacak şeylerden bize anlatmadık bir şey bırakmadı. Anlattıklarını ezberleyen ezberledi; unutan da unuttu. Söylediklerinden biri de şuydu: "Ey İnsanlar! Doğrusu dünya yeşil ve tatlı­dır. Allah sizi orada halef olarak bıraktı. Yaptıklarınıza bakmaktadır. Dünya­dan sakının. Kadınlardan sakının..* Gün batınıma az kalmıştır. Geçmiş zama­na msbetle dünyanın geride kalan ömrü, bu gününüzün gecen kısmına nisbet-e kalan kısmi kadardır." [54]

Bu hadisin ravüerinden Ali b. Zeyd b. Hadcan et-Teymî´nin garip ve münker rivayetleri vardır. Ama rivayet etmiş olduğu bu hadisin sahihliğini teyid eden başka varyantlar da vardır [55] Evet, dünyanın az bir ömrü kalmıştır. Ama ne kadar ömrü kaldığını net ve kesin olarak belirle­yemeyiz. Bunu ancak onur ve üstünlük sahibi yüce Allah bilir. [56]


Dünyanın Geçen Ve Kalan Ömrünü Bildiren Isrâiliyat Haberlerinin Aslı Esası Yoktur:


Dünyanın ne kadar zamandan beri var olduğunu da yüce Allah´tan baş­kası bilemez. Dünyanın şu kadar bin ve şu kadar yüz seneden beri var oldu­ğu şeklinde İsraillilerin ve Ehl-i Kitabın kaynaklarında yer alan ifadelerin İs­railliler ve Ehl-i Kitap tarafından uydurulmuş asılsız şeyler olduğunu birçok âlim kesin olarak bildirmiştir. Onların bunu yaptıklarını söylemek, yerinde­dir. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Dünya, ahiret cumalarından bir cuma­dır." Bunun da senedi sahih değildir. Kıyametin ne zaman kopacağını kesin olarak ifade eden hadislerin hiçbirinin senedi sabit değildir. Zira yüce Allah buyurmuş ki:

"Ey Muhammedi Senden kıyametin ne zaman gelip çatacağını sorarlar. Nerde senden onu anlatması Onun bilgisi Rabbine aittir. Sen sadece kıya­metten korkanı uyaransın. Kıyameti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar." (Nâziât, 79/42-46)

"Ey Muhammed! Sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soru­yorlar. De ki: "Onu ancak Rabbim bilir. Onun vaktini O´ndan başka belirte­cek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramıyacağı o saat, sizlere ansı­zın gelecektir." Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar. De ki: "Onu bi-mek ancak Allah´a mahsustur, ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler." (A´raf, 7/187)

Bu konudaki âyet ve hadisler çoktur. Yüce Alah buyurdu ki: "Kıyamet saati yaklaşır, ay yarılır." (Kamer, 54/1-2) Sahih bir hadiste şöyle buyurulmuş­tur: "Ben şunlann birbirine yakınlığı gibi kıyamete yakın bir zamanda gön­derildim." (Hz. Peygamber böyle buyururken, işaret parmağıyla orta parma­ğını göstermiştir.) [57]

Kıyametin Yaklaşması:


Bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Az kalsın kıyamet benden önce kopacaktı." [58]Bu da dünyanın geçen ömrüne nisbetle kıyamet saatinin yaklaştığını gösteriyor. Yüce Allah buyurdu ki: "İnsanların hesab görme zamanı yaklaştı. Fakat on­lar halâ habersiz, haktan yüz çeviriyorlar." (Enbiyâ, 21/1)

"Allah´ın buyruğu gelecektir; acele gelmesini istemeyin." (Nahl, 16/1) "O´na inanmayanlar, acele olmasını beklerler. İnananlar ise korku ile tit­rerler ve onun gerçek olduğunu bilirler." [59]


Kıyamet Gününde Müslümanın, Sevdiği Kimseyle Birlikte Haşrolunacağı:


Sahih hadiste anlatıldığına göre bedevinin biri Hz. Peygamber´e kıya­metin ne zaman kopacağını sormuş. Hz. Peygamber de;; "Kıyamet mutlaka kopacaktır. Sen onun için ne hazırladın " diye sormuş. Bedevi; "Allah´a ye­min ederim ki; ya Rasûlallah; ben çok namaz kılmak, çokça (sahih) amel iş­lemek ;ibi bir hazırlık yapmadım. Ancak Allah´ı ve Rasûlünü seviyorum." dive cevap verince Hz. Peygamber; "Sen sevdiğinle beraber olacaksın." diye karşılık vermişti. Müslümanlar bu hadise sevindikleri kadar hiç bir şeye se-VİnmemİŞİerdİ.[60]


Ölenin Kıyameti Kopar:


Bir hadiste analtıhiığına göre Hz. Peygamber´e kıyametin ne zaman ko­pacağı sorulunca yanında duran bir çocuğa bakarak şu cevabı vermiş: "Bu çocuk ihtiyarlamadan kıyamet size gelip çatacaktır." [61] Yani Hz. Peygamber´in zamanında yaşayan nesil, o çocuk ihtiyarlamadan son ferdine kadar ölüp ahiret âlemine göçeceklerdir. Nitekim bazı kimseler "Ölenin kıyameti kopar" derler. Bu anlamda söylenirse bu söz doğrudur. Bazı inançsızlar ise bunu söylerken batıl olan bir manâya işaret ederler. Asıl büyük kıyamet ise, önceki ve sonraki nesillerin aynı platformda bir araya gelmeleri vaktidir. Ne zaman kopacağını sadece yüce Allah´ın kendisinin bildiğini beyan buyurdu­ğu kıyamet işte budur. [62]


Gaybın Anahtarları Beştir. Bunları Ancak Yüce Allah Bilir:


Sahih bir hadiste sabit olduğuna göre Peygamber (s.a.v), "Gaybın anah­tarları beştir. Onları ancak yüce Allah bilir." dedikten sonra şu âyet-i kerime­yi okumuş: "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah´a mahsustur. Yağmuru O indirir. Rahimlerde bulunanı o bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir. Her şeyden ha­berdardır." [63]


Hz. Peygamber, Kıyametin Ne Zaman Kopacağım Bilmez:


Cebrail (a.s) bir bedevî kılığında Hz. Peygamber´e gelip İslâm´ı, imânı, sonra da ihsanı sorduğunda Hz. Peygamber ona bunların cevabını vermişti. Ona kıyametin ne zaman kopacağını sorunca, "Kendisine sorulan, bunu so­randan daha iyi biliyor değildir." diye cevap vermişti. Cebrail (a.s), "Öyley­se bana kıyametin alâmetlerini anlat" deyince Hz. Peygamber ona; metin, se-ned ve eşkâlleriyle ileride nakledilecek olan hadislerde anlatıldığı biçimde kıyamet alametlerini anlatmıştı. [64]

FİTNELERİN ÖNCE ÖZET OLARAK, SONRA DA DETAYLI OLARAK ANLATILMASI BAHSİ

Hayır Ve Şerrin Birbirlerini İzleyeceklerine Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Buharı... Ebû İdris el-Havlanî´den rivayet etti ki; Huzeyfe b. Yeman şöyle demiştir: İnsanlar Hz. Peygamber´e hayrı soruyorlardı. Ben de bana bulaşmasından korktuğum için şerri ona soruyordum.

Ona dedim ki:

"Ya Rasûlallah. Biz şer ve cahiliyet içindeydik. Allah bize bu hayrı getirdi. Bu hayırdan sonra artık şer var mıdır " Bana şu karşılığı verdi:

“Evet.”

“Peki o serden sonra bir hayır gelecek midir ”

“Evet ama o, katıksız bir hayır olmayacaktır.”

— O hayrı bulandıran şey nedir

— Bir kavim benim yolumdan başka bir yola koyulacaktır. İyilikleri ol­duğu gibi kötülükleri de olacaktır.

— O hayırdan sonra bir şer gelecek midir

— Evet. Cehennem kapısında duran bazı cehennem dâvetçileri olacak­tır. Çağrılarına uyanları cehenneme atacaklardır.

— Onların niteliklerini bize anlatır mısın

— Onlar bizim kavmimizden olup bizim dilimizle konuşacaklardır.

— Öyle bir durumla karşılaşırsam ne yapmamı emredersin

— Müslümanların cemaatinin ve imamının yanından ayrılma.

— Müslümanların cemaati ve imamı yoksa ne yapayım

— Bir ağacın kökünü ısıracak olsan bile o fırkaların tümünden uzak dur. Ölüm seni yakalayıncaya dek o halde dur." [65]


İslâmiyetin Başlangıçta Olduğu Gibi Tekrar Garip Hale Geleceği:


A´meş... Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasûlııllah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "İslâmiyet garip olarak başladığı gibi tekrar garip hale gele­cektir. Gariplere ne mutlu " "Garipler kimdir " diye sorulduğunda, "Kabile­lerden uzak duranlardır." diye cevap verdi. [66]

Ümmetlerin Bölünmesi:


İbn Mâce... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Yahudiler yetmiş bir fırkaya bölündüler. Ümmetim ise yetmiş Üç fırkaya bölünecektir." [67]


Fitnelerin Ümmeti Böleceğine, Kurtuluşun İse Cemaate Sarılmakta Olduğuna Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:

Amr b. Osman... Avf b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Yahudiler yetmiş bir fırkaya bölündüler. Biri cennette yet­mişi cehennemde olacaktır. Canım kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki. ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecek, bunlardan biri cennette, yetmiş ikisi cehennemde olacaktır." Kurtuluşa eren fırkanın hangisi olduğunu sor­duklarında onların "ehl-i cemaat" olduğunu söylemiştir. [68]

İbn Cemaa... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu İsrâiloğulları yetmiş bir fırkaya bölündüler. Benim ümmetimse yetmiş iki fırkaya bölünecektir. Biri dışında hepsi ateştedir. (Kurtuluşa eren) o bir fırka ise cemaattir."[69]

İmam Ahmed bj Hanbel... Muaviye b. Ebi Süfyan´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Dikkat edin! Sizden önce Ehli Kitap yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmetse yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Yet­miş ikisi cehennemde, biri ise cennette olacaktır. O bir fırka cemaattir." [70]

Hâkim´in Müstedrek´inde anlatıldığına göre Hz. Peygamber´e, "Kurtu­luşa eren o bir fırka kimlerdir " diye sorduklarında Hz. Peygamber: "Bugün ben ve ashabımın tutmuş olduğu yolu tutanlardır." diye cevap vermiştir, [71]

Huzeyfe´nin rivayet ettiği hadiste anlatıldığına göre fitne vukuunda kur­tuluşa ermek için çare, cemaate tabi olmak ve idareciye itaatte bulunmaya devam etmektir. [72]

İslâm Ümmeti Sapıklıkta Bir Araya Gelmez:


Abbas b. Osman ed-Dımaşkî... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki: Rasû­lullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz, ümmetim sapıklıkta bir araya gelmeyecektir. İhtilâfı gördüğünüzde büyük topluluğun yanında yer alın." [73] Ancak bu hadis zayıftır. Çünkü bunu rivayet edenler arasında yer alan Muaz b. Rüfaa es-Sülâmî´yi birden fazla hadis imamı zayıf görmüştür. Bazı rivayetlerde ise şöyle denmektedir: "Büyük topluluğun, hakkın ve ehl-i hak­kın yanında yer alın." Ehl-i hak, ümmetin büyük topluluğudur. Özellikle bu, Islâmiyetin ilk zamanlarında böyleydi. O kuşakta bid´at ehli kimseye rastlan­mazdı. Ama son çağlarda hakkı destekleyen ve hakkı yerine getiren kimseler yine de yok olmayacaktır. [74]

Fitne Zamanında Bir Kenara Çekilmeye İzin Verilmiştir:


Huzeyfe b. Yeman´ın rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber, fitne zama­nında müslümanların büyük topluluğunun ve imamının yanında yer alınmasim, büyük topluluğun ve imamın bulunmaması durumunda ise şu tavsiyeye uyulmasını emretmiştir: "O zaman bir ağacın kökünü ısıracak olsan bile bü­tün bu fırkalardan uzaklaş. Ve ölüm gelip seni yakalayıncaya dek bu halde dur." [75] "İslâmiyet garip olarak başladığı gibi tekrar garip hale gelecektir." me­alindeki sahih hadis, önceki sayfalarda geçmişti [76] Şöyle bir hadis de nakledilmiştir: "Allah Allah di­yen bir kimse bulunduğu sürece kıyamet kopmayacaktır." [77]

Kısaca demek istediğimiz şudur ki; fitneler ortaya çıktığında insanlar­dan uzaklaşıp uzlete çekilmek caiz olur: Nitekim bir hadiste şöyle buyurul-muştur: "İtaat edilen bir cimrilik ve uyulan bir keyfi düşünce ve heves görür­sen ve herkesin kendi görüşünü beğendiğine şahid olursan o zaman kendi işi­ne bak; halkın İşini bırak." [78]

Buharı... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Çok sürmez (öyle fitneler ve fenalıklar ortaya çıkacak ki) bir müs-lürnanın en hayırlı malı, -kendi dinini fitnelerden kurtarmak için- dağ başla­rında gezdirip (birikmiş) yağmur suyu başlarında güttüğü davarlardan ibaret) olacaktır." Başka zamanlarda her ne kadar yakaslanmışsa da böyle bir du-rurnla karşılaşıldığında ölümü temenni etmek caiz olur. [79]


Ölümü Temenni Etmek Yasaklanmıştır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Sizden biri ölümü temenni etmesin. Eceli gelme­den ölümü istemesin. Kişi ölünce ameli kesilir. Kişinin ömrünün uzaması an­cak hayrını fazlalaştırır." [80]

İmam Ahmed b. Hanbel´in Müsned adlı eserinde Muaz b. Cebel (r.a.)´dan rivayet ettiği rüyayla ilgili uzunca bir hadis, fitne anında ölümü te­menni etmenin caiz olduğuna delil teşkil etmektedir. Mezkur hadisin bir ye­rinde şöyle denmektedir:

"Allahım! Senden hayırlı işler yapmayı bana nasib etmeni, beni bağışla­manı ve bana merhamet etmeni diliyorum. Bir kavmi fitneye uğratmak dile­diğinde beni o fitneye düşürmeden canımı al. Allahım! Seni sevmeyi, seni seveni sevmeyi, seni sevmeye yaklaştıracak olan amellerde bulunmayı bana nasib et." [81] Bu hadisler, insanların başına çok şiddetli bir zamanın geleceğini, o za­manda dünyanın her yerinde veya bazı taraflarında müslüm ani arın hakkı ayakta tulacak bir cemaatinin bulunmayacağına birer deli olmaktadırlar. [82]


Ulemanın Ölümüyle İlim Ortadan Kalkacaktır:

Sahih hadiste anlatıldığına göre Abdullah b. Amr, Rasûlullah (s.a.v)´in öyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah ilmi insanların elinden çekip ala­rak ortadan kaldıracak değildir. Ama âlimlerin ölümüyle ilmi ortadan kaldı­racaktır. Nihayet (dünyada) âlim kalmayacak, o zaman insanlar cahil reisle­ri başlarına geçirecekler, o reislere sorular sorulacak, onlar da ilimsiz fetva vererek hem kendileri sapacak, hem de başkalarını saptıracaklardır." [83]


Kıyamete Dek Bu Ümmetin Hak Yolda Sebat Edecek Bir Fırkasının Mevcud Olacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:

"Ümmetimden bir fırka hak yolda sebat etmeye hep devam edecektir. Kendilerini desteksiz ^ırakanlar ve muhalefet edenler onlara zarar veremez. Nihayet onlar bu haldeyken Allah´ın emri gelecek (yani kıyamet kopa­caktır." [84]

Cenab-ı Allah´ın Yüz Senede Bir Bu Ümmete Dinî Bir Müceddid Göndereceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurmuş Olması:


Hepsi de hadis ehli olan Abdullah b. Mübarek ve birçok imamın yanısı-ra Ebû Davud... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur:

"Doğrusu Cenab-ı Allah, her yüz senenin başında bu ümmete dinî işle­rini yenileyecek birini (bir müceddidi) gönderecektir." [85] Her kavim kendi imamlarının bu hadiste sözü edilen müceddid olduğunu id­dia etmiştir. Doğrusunu Allah bilir ya bu hadis; tefsirci, hadisçi, fıkıhçı, gra­merci, dilci vb. her gruptan ve her sınıftan âlimleri kapsamaktadır. Abdullah b. Arnr´ın rivayet ettiği, "Allah ilmi insanlardan çekip alarak ortadan kaldı­racak değildir. Ancak âlimleri vefat ettirerek ortadan kaldıracaktır." mealin­deki hadise gelince Allah bilir ya bu açıkça gösteriyor ki; Cenab-ı Allah ken­dilerine bahşettikten sonra ilmi, ilim adamlarının kalbinden çekip alacak de­ğildir. [86]

Hz. Peygamber´in Bildirdiği Bazı Kıyamet Alametleri:


İbn Mâce... Enes b. Mâlik´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v)´den duyduğum ve benden sonra kimsenin size nakletmeyeceği bir ha­disi size nakledeyim mi Onun şöyle buyurduğunu işittim: "İlmin ortadan kalkması, cehaletin açıkça ortaya çıkması, zinanın yaygın hale gelmesi, içki içilmesi, erkeklerin yok olup kadınların ortada kalması, öyleki elli kadının durumuyla sadece bir erkeğin ilgilenecek olması, kıyamet alâmetlennden-d""-" [87]

İlmin Ahir Zamanda İnsanlar Arasından Kalkması:



İbn Mâce... Huzeyfe b. Yeman´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "İslâmiyet, eskiyen elbisenin nakışlarının silinişi gibi si­linip yok olacaktır. Öyleki oruç nedir, namaz nedir, ibadet nedir, sadaka ne­dir bil inmeyecektir. Onur ve üstünlük sahibi olan Allah´ın kitabı bir gecede yok olup gidecektir. Ondan bir ayet dahi geride kalmayacaktır. Geride insa­nlardan bazı ihtiyar ve acuzeler kalacak ve onlar şöyle diyeceklerdir: "Baba­larımızın şu lailahe illallah kelimesini söylediklerini gördük. Bunu biz de söylüyoruz." [88] Bu hadisi nakletmekte olan Huzeyfe´ye ora­da hazır bulunan Sıla, "Onlar namazın, orucun, ibadetin, sadakanın ne oldu­ğunu bilmediklerine göre lâilahe illallah demelerinin onlara ne yaran ola­cak " diye sormuş, o zaman Huzeyfe ondan yüzünü başka tarafa çevirmiş, Sıla sorusunu üç kez yinelemiş, Huzeyfe de her üç defasında yüzünü başka tarafa çevirmiş, sonunda Huzeyfe ona dönüp üç kez, "Ey Sıla, lailahe illallah kelimesi onları ateşten kurtaracaktır," demişti.[89]

Bu da ahir zamanda ilmin ortadan kalkacağını, hatta Kur´an-ı Kerim´in mushaflardan ve kalplerden silineceğini, insanların bilgisiz kalacaklarını, yaşlı ihtiyar ve acuzelerin, "lailahe illallah diyen kimselerin zamanına yetiş­tik!" diyeceklerini, kendilerinin de ibadet etmek ve Allah´a yaklaşmak ama­cıyla bu kelimeyi söyleyeceklerini, salih amel ve faydalı ilim gibi meziyetle­ri olmasa da bu kelimeyi söylemelerinin kendilerine farz olacağını bildir­mektedir. Doğrusunu Allah bilir.

Hadiste geçen "Lailahe İllallah kelimesini söylemek onları ateşten kur­tarır." sözü, ateşe girmelerinden sonra bu kelimenin onları ateşten çıkaraca­ğı anlamına gelebilir. Öyleyse şu kudsî hadis de bu manada yorumlanabilir:

"Onur ve üstünlüğüme yemin ederim ki; zaman içinde bir gün olsun la­ilahe illallah diyeni muhakkak cehennemden çıkaracağım!" [90]

Nitekim bununla ilgili açıklama şefaat bahsinde verilecektir. Bu sözle başka bir kavim de kastedilmiş olabilir. Doğrusunu Allah bilir. Hülasa ahir zamanda ilim ortadan kalkacak, cehalet çoğalacaktır. Bu hadiste ahir zaman insanlarının cehalet nedeniyle ayaklarının kayacağı bildirilmektedir ki, bu da -Allah korusun- Yüce Rabbin yardımından yoksun kalmak demektir. Sonra insanların cehalet ve sapıklığı, dünya hayatı sona erinceye dek artmaya de­vam edecektir. Nitekim bu husus, sözü doğrulanmış, doğru sözlü Rasûlullah (s.a.v)´in hadisinde de bildirilmiştir: "Allah Allah diyen bir kimse bulundu­ğu müddetçe kıyamet kopmayacaktır. Kıyamet, ancak kötü insanların üzeri­ne kopacaktır."[91]


HZ. PEYGAMBER´İN BAZI SERLERİN MEYDANA GELECEĞİNE İŞARET BUYURMASI


Sünen adlı eserinin Kitabü´I-Fiten bölümünde İbn Mâce... Abdullah b. Ömer´den şöyle bir rivayette bulunmuştur: Rasûlullah (s.a.v) bize taraf yöne-lip şöyle buyurdu: "Ey muhacirler topluluğu! Müptela olacağınız beş şey var ki onlara müptela olmanızdan Allah´a sığınıyorum: Bir kavimde fuhuş orta­ya çıkarsa, mutlaka onlar arasında geçmişlerinde görülmemiş salgınlar ve sancılar yayılır. Eksik ölçüp tarttıklarında mutlaka kurak senelere, kıtlığa ve sultanın zulmüne maruz kalırlar. Mallarının zekâtını vermediklerinde mutla­ka yağmurdan yoksun kalırlar. Hayvanlar olmasa onlara hiç yağmur yağmaz. Allah´ın ve Rasûlünün ahdini bozduklarında Allah mutlaka onlara yabancı­ları olan düşmanlarını musallat kılar. Düşmanları, ellerindekini alırlar. Yöne-ticeleri Allah´ın kitabıyla hükmetmeyipte Allah´ın indirdikleriyle alay ettik­lerinde Cenab-i Allah mutlaka aralarında iç savaş meydana getirir." Sadece İbn Mâce´nin rivayet ettiği bu hadiste gariplik vardır. [92]

Tirmizî... Muhammed b. Ömer b. Ali b. Ebi Talip´ten rivayet etti ki; Ra­sûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ümmetim onbeş şeyi yaptığı takdirde üzerine belâ iner." Onbeş şeyin ne olduğu sorduklarında şöyle açıklamıştı: "Ganimetler belli bir gurup arasında dönüp dolaştığında, emanetler ganimet kılındı (yağmalandı)ğında, zekât angarya sayıldığında, adam karısına itaat edip annesine karşı geldiğinde, arkadaşına iyi davranıp babasına cefa ettiğin­de, mescitlerde sesler yükseldiğinde, kavmin en rezili liderleri olduğunda, ki­şiye kötülüğünden korkulduğu için ikram edildiğinde, içki içildiğinde. ipek(li giysiler) giyildiğinde, şarkıcı kadılar ve çalgı aletleri edinildiğinde, bu ümmetin sondakileri öncekilerine lanet okuduğunda kızıl bir rüzgarı, yere batmayı veya insanların başka yaratıkların kılıklarına büründürülmesini bek­leyin." [93]

Hafız Ebubekir el-Bezzar... Hz. Ali´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v) bize sabah namazım kıldırdı. Namazdan sonra adamın bi­ri ona, "kıyamet ne zaman kopacak " diye yüksek sesle sordu. Adamı azar-~yjP Sınarak "Sus!" dedi. Ortalık aydınlanınca gözlerini semaya dikip.

Gökleri yükselten ve tedbirini alıp idare eden zât, noksanlıklardan münez-^e|jJe yücedir." dedi. Sonra da "kıyametin ne zaman kopacağını soran neree. diye sordu. Adam dizleri üstüne çömelerek, "Anam babam sana feda ol­sun. Soruyu sana soran benim!" dedi. Bunun üzerine Rasûlallah (s.a.v) şöy-le karşılık verdi:

"İdareciler zulmettiklerinde, yıldızların falı) doğrulandığında, kader ya­lanlandığında, nihayet emanetler ganimet kılındı (yağmalandi)ğında, sadaka (zekât) angarya sayıldığında, fuhuş arttığında kavmin helak olur (kıyamet kopar)." [94]

Tirmizî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasuiullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Ganimet belli bir gurup arasında dönüp dolaştığında, emanetler ganimet kılındı (yağmalandı)ğında, zekât angarya sayıldığında, (dini ilim) dini hizmetten başka amaçlarla öğrenildiğinde, adam karısına uyup annesine karşı geldiğinde ve arkadaşını kendine yakın kılıp babasını kendinden uzak­laştırdığında, mescitlerde sesler yükseldiğinde, fasik insanları kabilenin başı­na geçtiğinde, kavmin en rezili lideri olduğunda, kişiye kötülüğünden kor­kulduğu için ikram edildiğinde, şarkıcı cariyeler ve çalgı aletleri edinildiğin-de, içkiler içildiğinde, bu ümmetin sondakileri öncekilerine lanet okudukla­rında kızıl bir rüzgarı, yere batmayı veya insanların başka yaratıkların taş yağmuruna tutulmayı, ipi kopmuş teşbih taneleri gibi alâmetlerin peşpeşe gelmesini bekleyin." [95] Bu garip bir hadistir.

Tirmizî böyle dedikten sonra... İmran b. Husayn´dan rivayet etti ki; Ra-sûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Bu ümmette yere batma, başka yaratık­ların kılığına büründürülme ve taş yağmuruna tutulma vardır." Bu ne zaman olacak, ya Rasûlallah diye sorulduğunda şu cevabı vermişti: "Şarkıcı kadın­lar ve çalgı aletleri ortaya çıktığında, içkiler içildiğinde..." Tirmizî, bunun garip bir hadis olduğunu Söylemiştir.[96]

Tirmizî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasuiullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Ümmetim salınarak kibirlice yürüdüğünde, Bizans ve Sasani hü­kümdarlarının çocukaln onlara hizmet ettiğinde Allah, hayırlılarını şerlileri­ne musallat kılar." Bu garip bir hadistir. [97]

Tirmizî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasuiullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Yöneticileriniz en hayırlılarınız ve liderleriniz en müsamahakâr­larınız olduğunda, işleriniz kendi aranızda şûra ile yürütüldüğünde yerin üs­tü sizin için daha hayırlı olur. Yöneticileriniz en şerlileriniz ve zenginleriniz en cimrileriniz olduğunda, işleriniz kadınlara bırakıldığında yerin altı sizin çin üstünden daha hayırlı olur." [98] Tirmizî bu hadisin garip ol­duğunu söylemiştir. Ravîlerden Salih el-Mizzi, salih bir insandır, ama onun muteber sayılamayacak garip rivayetleri vardır.

imam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Rasu­iullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Mudarhlar Allah´ın kullarını o kadar vura­caklar ki, Allah´a ibadet eden biri kalmasın. Müminlerde onları öyle vura­caklar ki onları savunan çıkmayacaktır." [99]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes (r.a.)´den rivayet etti ki; Rasuiullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar mescitlerde karşılıklı övünüp böbürlen-medikçe kıyamet kopmayacaktır." [100]

Kıyamet alâmetleriyle ilgili olarak İbn Mes´ud´un rivayet ettiği hadis 1 de nakledilecektir. O hadiste şu ifadeler de yukarıdakine ek olarak yer al-´ âktadır: "... Mihraplar süslenip yaldızlanmadıkça ve kalpler içi boşalıp çü-rümedikçe kıyamet kopmayacaktır."

İmam Ahmed b. Hanbel... Zadan Ebû Ömer´den rivayet etti ki; Alîm övle demiştir: Bir satıh üzerinde oturmaktaydık. Yanımızda Peygamber (sav)´- ı ashabından biri de oturmaktaydı. (Ravilerden Yezid b. Mervan, o sahabinin Anes el-Gıfari olduğunu sandığını söylemektedir.) İnsanlar tauna vakalanıp ölüyorlardı. Anes, "Ey Taun, beni de al!" dedi ve bu sözünü üç kez vineledi. Alîm ona dedi ki: "Neden böyle diyorsun Rasuiullah (s.a.v) şöyle buyurmamış mı "Sizden biri ölümü temenni etmesin. Çünkü ölünce ameli sona erer. Artık geri dönmek istese de dünyaya geri dönemez." Anes de ona şu karşılığı verdi: Ben Rasuiullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu işittim:

"Sefihler başa geçtiğinde, güvenlik görevlileri çoğaldığında, hâkime rüşvet verildiğinde, tenkitler hafife alındığında, akrabalık bağları koparıldı-ğında, anlama bakımından onlardan geride olmakla birlikte Kur´an´ı müzik aracı edinip onu, eğlendirmek amacıyla insanlara sunan bir gurup ortaya çık­tığında hemen ölümü isteyin." [101]

Bu hadisi yalnızca İmam Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir. [102]


Mehdî, Ahir Zamanda Gelecek Doğru Yolu Gösterecek Hidayet Rehberi Bir Halifedir. Ancak Rafızîlerin İddia Ettikleri Şekilde Samarra´da Yer Altından Çıkması Beklenen Biri Değildir. Bunun Aslı, Hakikati Ve Hatta İzi Yoktur.


Bizim vasfını verdiğimiz Mehdî´ye gelince, Rasuiullah (s.a.v)´den riva­yet edilen hadislerde anlatıldığına göre o ahir zamanda ortaya çıkacaktır. Ha­dislerinde gösterdikleri gibi öyle sanıyorum ki onun ortaya çıkışı, Hz. isa´nın yere inişinden önce olacaktır. [103]


Mehdî´nin Geleceğine İlişkin Rivayet Edilen Hadisler:


İmam Ahmed b. Hanbel... Hz. Ali´den rivayet etti ki; Rasuiullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Dünya´nın bir günlük ömrü kalmış olsa bile Cenab-ı Al­lah, zulümle dolmuş olan dünyayı adaletle dolduracak olan bizden bir adamı (size) gönderecektir." Ebû Nuaym´ın ifadesine göre Rasuiullah (s.a.v), yuka­rıdaki hadiste "Bizden..." değil de "Benden bir adamı..." demiştir. [104]

imam Ahmed b. Hanbel...başka bir yolla Hz. Ali´den rivayet etti ki; Ra-sûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Mehdî bizden ey ehl-i beyt! Allah onu bir gecede [105] ıslah edecektir."[106]

Ebû Davud... Ebû İshak´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ali, oğlu Hazreti Hasan´a bakıp şöyle dedi: "Doğrusu bu oğlum -RasûluHah (s.a.v)´ın adlandırdığı gibi- efendi ve liderdir. Bunun soyundan; adı peygamberiniz (s.a.v)´in adına uyan, sureten değil de ahlaken ona benzeyen bir adam ortaya çıkacak ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır." [107]

Ebû Davud es-Sicistanî, Sünen adlı kitabında müstakil olarak Mehdî bö-ümü düzenlemiş olup bu bolümün başında, Câbir b. Semüre´nin Rasûlullah (s.a.v)´den rivayet ettiği şu hadise yer vermiştir: "Hepsinin etrafında ümme­tin toplanacağı oniki halife başınıza geçinceye dek bu din ayakta duracaktır." Başka bir rivayette ise; "On iki halifeye kadar bu din güçlü kalacaktır." de­nilmektedir. Hz. Peygamber böyle buyurduğunda oradakiler tekbir alarak bir gürültü meydana getirdiler. Bundan sonra hafif bir sesle bir kelime daha söy­ledi. Babama, "Rasûlullah (s.a.v) ne dedi " diye sordum. "O halifelerin hep­si de Kureyş kabilesindendir." dedi, diye karşılık verdi. [108] Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Peygamber böyle buyurduktan sonra evine döndüğünde Kureyşlüer yanına gidip kendisine, "Peki sonra ne olacak " diye sormuşlar; o da, "sonra gedikler meydana gelecektir." cevabı­nı vermişti. [109]

Ebû Davud... Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Dünyanın bir günlük ömrü kalmış olsa bile Cenab-i Al­lah o günü uzatır ki; (insanları hidayete erdirmek için) adı adıma, babasının adı babamın adına uyan, benden (veya ehl-i beytimden) birini, (yani Meh-dî´yi insanlığa) göndersin. O gönderilen de zulüm ve haksızlıkla dolmuş olan yeryüzünü adalet ve hakkaniyetle dolduracaktır." [110] Süfyan´ın rivayet ettiği hadisteyse şöyle buyurulmaktadır: "Ehl-i bey­timden adı adıma uyan bir adam, araplara hükümrân olmadıkça dünya git­mez (veya sona ermez)." [111]

Tirmizî... Ebû Hüreyre (r.a)´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Dünyanın bir günlük ömrü kalmış olsa bile, ehl-i beytimden olup adı adıma uyan bir adamın, idarenin başına geçmesi için Allah o günü uzatır." Bu, sahih ve hasen bir hadistir. [112]

Ebû Davud... Ebû Saîd´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Mehdî bendendir. Geniş alınlı ve şahin burunludur. Zulüm ve haksızlıkla dolmuş olan yeryüzünü adalet ve hakkaniyetle dolduracak ve ye­di yıl süreyle hüküm sürecektir." [113]

Ebû Davud... Ümmü Seleme´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Mehdî benim neslimdendir. Fatıma´nın evlâdındandır." [114]

Ebû Davud... Hz. Peygamber´in zevcesi Ümmü Seleme´den rivayet etti ki; Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir halifenin vefatı zamanında ihti­laf meydana gelecek. MedineHler´den bir adam kaçıp Mekke´ye gidecek.

endisi istemediği halde Mekkeli bir gurup insan eglip onu ortaya çıkaracak, Hacer-i Esved ile Makam-ı İbrahim arasında ona biat edeceklerdir. Şam´dan bir heyet ona gönderilecek; bu heyet, Mekke ile Medine arasındaki çölde ye­re batacaktır. İnsanlar bu durumu görünce Şam abdalan ve Irak çeteleri de gelip ona biat edeceklerdir. Sonra Kureyş´ten bir adam ortaya çıkacaktır. (Benu) Kelb kabilesi onun dayılarıdır. Bu adam, kendisine biat edilen şahsın ve taraftarlarının üzerine bir birlik gönderecek, bu birlik onları mağlub ede­cektir. Benu Kelb kabilesinin yeğenine biat etmeyen ziyanda olacaktır. Ku-reysli bu adam, malı taksim edecek, Peygamberinin sünnetine uygun biçim­de insanları idare edecek, böylece İslâmiyet sebat bulup yerleşecektir. (Ku-revşli lider) yedi yıl başta kalacak, sonra vefat edecek, müslümanlar da na­mazını kılacaklardır."[115]

Ebû Dâvud... Hz. Ali´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Maverâünnehir´den Mansur´un öncü birliklerinin başında Haris b. Harran adında bir adanf ortaya çıkacak ve Kureyşlüer´in Rasûlullah´a destek verişleri gibi o da Hazreti Muhammed ailesine destek verecektir. Her mümi­nin ona yardımcı olması (veya çağrısına uyması) vaciptir." [116]

İbn Mâce... Abdullah b. Haris b. Cüz´ ez-Zebidî´den rivayet etti ki; Ra­sûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğudan bazı insanlar çıkıp Mehdî´ye destek (onun otoritesine güç) vereceklerdir." [117]


Kendi Şerefli Ailesinin Bazı Yorgunluk, Sıkıntı Ve Korkulu Hallerle Karşılaşacağını Hz. Rasûlün Önceden Haber Vermesi:


İbn Mâce... Alkame´den rivayet etti ki; Abdullah şöyle demiştir: "Bir ara Rasûlullah (s.a.v)´in yanında oturuyorduk. Gözleri yaşardı. Yü­zünün rengi değişti. Kendisine; "Yüzünde hoşlanmadığımız bir değişiklik görüyoruz ya Rasûlallah " dedim. Buyurdu ki: "Bizler öyle bir hâne halkıyız ki, Cenâb-ı Allah, bizler için ahireti dünyaya tercih etmiştir. Benden sonra ehl-i beytim belâ, ürkütme ve kovulmayla karşılaşacaktır. Nihayet doğu tara­fından, beraberlerinde siyah bayraklar bulunan bir kavim gelecek, ekmek is­teyecekler ama kendilerine verilmeyecektir. Derken savaşacaklar, muzaffer olacaklardır. Bu defa istedikleri kendilerine verilecek, ama onlar kabul etme­yecekler. Kendilerine verilenleri ehl-i beytimden bir adama vereceklerdir. O adam, zulümle dolmuş olan dünyayı adaletle dolduracaktır. Sizden onun za­manına ulaşacak olan kimse, kar üzerinde sürünerekte olsa onun yanına git­sin." [118]

Bu ifadelerde Abbasilere işaret edilmektedir. Nitekim el-Bidaye ve´n-Nıhaye (Büyük İslâm Tarihi)nde Hicretin 132. senesi olaylarından bahseder­ken de bu hususa dikkat çekmiştik. Yine bu ifadelerde Mehdînin, Abbasi devletinden sonra ortyaa çıkacağına, onun ehl-i beytten, Hz. Fatıma´nın, son­ra Hasan ve Hüseyin´in neslinden, olduğuna da işaret vardır. Nitekim Hz. Ah den rivayet edilen hadiste de bu husus açıkça belirtilmiştir. Doğrusunu AUah bilir.

İbn Mâce... Sevban´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Sizin hazinenizin yanında üç kişi Öldürülecektir. Bunların üçü de halife çocuğudur. Ama hilafet hiç birine nasib olmayacaktır. Sonra doğu ta­rafından siyah bayraklar ortaya çıkacak; onlar daha önce hiç bir kavmin yap­madığı şekilde sizinle savaşacaklardır. O siyah bayraklıların liderini gördü­ğünüzde -kar üstünde sürünerek te olsa gidip- ona biat edin. Çünkü O, Al­lah´ın halifesi Mehdî´dir." [119]

Bunu sadece İbn Mâce nakletmiştir. Bu hadis, senedi kuvvetli olup sa­hihtir. Açıkça anlaşılıyor ki; bu hadiste sözü edilen hazine, Kabe´nin hazine­sidir. Halife evladından üç kişi, ele geçirmek için geldikleri o hazinenin ya­nında öldürülecek, nihayet ahir zaman olacak ve Mehdî ortaya çıkacaktır. Doğudaki beldelerden çıkacaktır. Yoksa Rafızî cahillerinin iddia ettikleri gi­bi Samarra´da yer altından çıkacak değildir. İddialarına göre şu anda o, Sa-mara´da yer altındadır. Ahir zamanda ortaya çıkacak diye beklemektedirler. Bu saçma ve çok ta desteksiz bir söz olup, şiddetli bir şeytanî hevesten dola­yı söylenmiştir. Çünkü ne kitaptan, ne sünnetten herhangi bir delil ve burha­na dayanmamaktadır. Sahih bir akli delili ve güzel karşılanabilecek bir daya­nağı yoktur.[120]

Tirmizî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Horasan´dan siyah bayraklar çıkacak, bunları hiç bir şey geri çe-viremeyecek, nihayet gidip İlya´ya (Kudüs´e) dikilecektir." [121]

Bu garip bir hadistir. Bu hadiste sözü edilen siyah bayraklar, Ebû Müs-lîm el-Horasanî´nin eline alarak geldiği ve hicretin 132. senesinde Emevi devletini yıkarken kullandığı bayrak değildir. Aksine bu, Mehdî Muhammed b. Abdullah el-Alevî el-Fatımî el-Hasenî (r.a.)´nin eline alıp geleceği siyah bayraklardır. Mehdî´nin kendisi daha önce doğru yolda değilken Cenab-ı Al­lah onu bir gecede irşad ve ıslah edip doğru yola iletecek, doğu beldelerinde­ki bazı kimselerle onu takviye edecektir. Onlar da Mehdî´nin hakimiyetinin kurulmasına yardımcı olacak, devletinin temellerini güçlendireceklerdir. On­ların da bayrakları siyah olacaktır. Siyah renk ve bu renkteki bayrak, vakar ifade eder. Çünkü Rasûlullah (s.a.v)´in Ukab adlı bayrağı siyahtı. Irak´tan geldiğinde Halid b. Velid o bayrağı Medine´nin doğusundaki tepeye dikmiş­ti. Şimdi o tepeye Ukab tepesi anlamında Seniyetü´1-Ukab denmektedir. Ora­sı Bizans ve Arap hris ti yani arından olan kâfirler için azab olmuştu. Muhacir ve Ensardan olan Allah´ın mümin kulları ile onların beraberlerindekiler ve kıyamete dek onlardan sonra gelip onların yolunda yürüyecekler için de gü­zel sonun temellerini atmıştı. Hamd Allah´adır. Aynı şekilde Rasûlullah (s.a.v)´de fetih gününde başında siyah bir miğfer olarak Mekke´ye girmişti.

Raska bir rivayete göre ise başındaki miğferin üzerine siyah bir sarık sarmış azivet.te Mekke´ye girmiştir. Allah´ın salât-ü selâmı onun üzerine olsun.

Hülasa diyeceğimiz şu ki; ahir zamanda ortaya çıkacağı vaadedilen, öv-vülmüş Mehdî, doğu beldelerinde ortaya çıkacak ve hadiste de açıkça bildi­rildiği gibi Kabe´nin yanında kendisine biat edilecektir. Ben Mehdî´yle ilgi­li olarak müstakil bir hadis cüz´ü derledim. Allah´a hamd olsun.

İbn Mâce... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur:

"Ümmetimde Mehdî meydana çıkacaktır. Süresi kısa olursa yedi, uzun olursa dokuz yıl olacaktır, onun zamanında ümmetim, daha önce misli duyul­mamış bir nimete mazhar olacaktır. Toprak, ürünlerini verecektir. O ürünler­den hiç bir şey saklanıp biriktirilmeyecektir. O gün mal üst üste yığılacakür. Adam kalkıp, "Ey Mehdî, ver" diyecek; o da "Al." diyecektir."[122]

Tirmizî... Ebû Sı4dık en-Naci´den rivayet etti ki; Ebû Saîd el-Hudrî şöy­le demiştir: "Peygamberimiz (s.a.v)´den sonra bazı olaylar olmasından kork­tuk. Bunu ona sorduk. O da buyurdu ki: "Ümmetimde Mehdî meydana çıka­cak, beş veya yedi yahut dokuz sene yaşayacaktır. Adam gelip ona; "Ey Mehdî ver" diyecek; o da taşıyabileceği kadar malı eteğine bırakacaktır." [123] Bu, hasen bir hadistir. Hadisin ravilerinden Ebû Sıddık en-Naci´nin asıl adı Bekir b. Amr´dır. Bekir b. Kays olduğu da söylenir. Bu da Mehdî´nin süresinin en fazla dokuz en az beş veya yedi yıl olduğunu göste­riyor. Belki de o, reayasına küme küme, bol bol mal verecek olan halifedir. Doğrusunu Allah bilir. Onun zamanında meyveler çok , ekinler bol, mal faz­la, sultan otoriter, din dimdik ayakta, düşman mağlub, hayır da sürekli ola­caktır.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd´den şöyle bir rivayette bulunmuş­tur: Adamın biri "Allah´a yemin ederim ki; başımıza geçen her yönetici mut­laka bir öncekinden daha şerli olmaktadır." deyince ben ona şöyle karşılık verdim: "Rasûlullah (s.a.v)´den bir şey duymuş olmasaydım ben de senin de­diğini derdim. Ama ben, Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu duydum: "Öyle bir emîriniz olacak ki; size parayı saymadan küme küme verecektir. Kendisinden istenildiğinde, "al" diyecek, eteğini yere yayıp içine para boşal­tacaktır." Rasûlullah (s.a.v) böyle derken üzerindeki kaim dokumalı futayı çıkarıp -durumu tasvir etmek için- yere yaydı. Sonra uçlarından tutup topla­dı ve alıp yürüdü." Bunu sadece İmam Ahmed b. Hanbel nakletmiştir. [124]

İbn Mâce... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Biz Abdülmuttalib oğullan yani ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdî cennetliklerin efendileriyiz." Bu, münker bir hadistir. [125]

Sünen adlı eserinde İbn Mâce... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "İş gittikçe şiddetlenecek, dünya ardını dönüp gidecek, insanlar cimrileşecektir. Kıyamet, ancak şerli insanların üzeri­ne kopacaktır. Mehdî de Meryem oğlu İsa´dan başkası değildir." [126] Bu, İmam Şafii´nin şeyhi Muhammed b. Halid el-Cündî es-San´anî el-Müezzin´Ie meşhur olmuş bir hadistir. Birden fazla kişi bunu kendisinden rivayet etmiştir. Hâkim´in iddia ettiği gibi bu meçhul birravi değildir. İlk ba­kışta bu hadis, Mehdî´nin Meryem oğlu İsâ (a.s)´dan başkası olduğunu ispat­lamak için naklettiğimiz hadislere muhalif görünmektedir. Bu, Hz. İsa´nın yeryüzüne inişinden önceki zaman için doğrudur ve anlamı da açıktır. Doğ­rusunu Allah bilir. Ama Hz. İsa´nın yeryüzüne inişinden sonraki duruma ge­lince, bunu düşündüğümüzde bir terslikle karşılaşmamaktayız. Aksine hadis­te de belirtildiği gibi Mehdî´nin Hz. İsa´nın kendisi olacağı açıkça ve de kat´ı olarak anlaşılacaktır. Ama bu demek değildir ki Hz. İsa´dan başkası Mehdî (hidayet rehberi) olamaz. [127]


MEYDANA GELEN VE AHİR ZAMANDA DAHA DA ÇOĞALIP ARTACAK OLAN ÇEŞİTLİ FİTNELER



Bozgunculuk Çoğalınca, Aralarında Salih Kimseler Bulunsa Bile Tüm Toplum Helak Olacaktır:



Buharî... Ümmü Habibe´den rivayet etti ki; Zeynep binti Cahş şöyle de­miştir: Peygamber (s.a.v), yüzü kızarmış olup şöyle diyerek uykudan uyan­dı: "Lailahe illalah. Yaklaşan bir serden ötürü Arapların vay haline! Bugün Yecüc ve Mecüc´ün şeddinden şöyle bir gedik açıldı!" Ravî sözün şurasında işaret parmağını yılan başı gibi dibe doğru kıvırarak doksan veya yüz raka­mının işaretini yaptı. Yani ümmetin başına gelecek umumi belaların az bir kısmını gördüm, demek istedi: "Aramızda salih insanlar bulunurken de mi helak olacağız " diye sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v) şu cevabı verdi: "Kö­tülükler çoğaldığında evet..."[128]

Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Bugün Yecüc ve Mecüc´ün şeddinden bir gedik açıldı!" sözün şurasında ravî Vüheyb parmağıyla doksan rakamının işaretini yaptı. [129]

Buharî... Hind binti Haris el-Firasiye´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v)´in zevcesi Ümmü Seleme şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), ürkmüş bir halde şöyle diyerek uykudan uyandı: "Sübhanallah! Bu gece hazinelerden neler indi neler! Allah, fitnelerden neler indirdi neler (bir bilseniz!) Hücrele­rin sahibelerini (eşlerimi), namaz kılmaları için uyandıracak kimse yok mu Dünyada nice giyinik kimse var ki, ahirette çıplak kalacaktır." [130]


İslâm Toplumunun Tam Ortasında Fitnelerin Kaynayacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


Buharî ve Müslim... Üsame b. Zeyd´den rivayet ettiler ki; Peygamber (s.a.v), Medine´nin yüksek binalarından birinin üstüne çıkarak, "Benim gör­düklerimi görüyor musunuz " diye sordu. Sahabiler, "Hayır" cevabını verin-e de şöyle buyurmuştur:

"Evlerinizin arasına yağmur yağar gibi fitnelerin yağdığını görüyorum![131]

Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Zaman kısalacak (bereketi kalmayacak), ilim ekşitecek, cimrilik kalıcı olacak, fitneler meydana gelecek, kargaşa çoğalacaktır." "Kargaşa, na­sıl bir şey, ya Rasulallah " diye sorduklarında, "öldürmedir, öldürme!" diye cevap verdi. [132]


Her Geçen Zaman Bir Sonrakinden Hayırlıdır:


Buharî... Zübeyr´den rivayet etti ki; Adiyy şöyle demiştir: Enes b. Mâ-lik´e giderek Haccac (b. Yusuf es-Sakafi)´den gördüğümüz eziyetleri kendi­sine şikâyet ettik. Bize şu tavsiyede bulundu: "Sabr edin. İnsanların ulaştık­ları her zaman, mutlaka bir öncekinden daha kötüdür. Bu hal, Rabbinizin hu­zuruna çıkmanıza kadar devam edecektir. Ben bunu Peygamberiniz (s.a.v)´den işittim." Tirmizî de bunu Sevrî´nin hadisinden rivayet ederek sa­hih ve hasen olduğunu söylemiştir. Halk ise bunu başka bir kalıpla naklede­rek, "Her sene daha rezil olursunuz." demektedir. [133]


Sakınılıp Uzak Durulması Gereken Bazı Şiddetli Fitnelerin Meydana Geleceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Öyle fitneler meydana gelecek ki; o zaman oturmakta olan, ayakta duran daha hayırlı olacaktır. Ayakta duran, yürüyenden daha hayırlı olacak­tır. Yürüyen, koşandan daha hayırlı olacaktım Bu fitneler, kendisine bulaşanı yere yıkıp mağlup eder. Bu fitneler meydana çıktığında, bir sığmak veya ko­runak bulan, hemen oraya Sığınsın." [134]


Emanet Duygusunun Kalplerden Kaldırılması:


Buharî... Zeyd b. Veheb´den rivayet etti ki; Huzeyfe (r.a) şöyle demiş­tir: Rasûlullah (s.a.v) bana iki şey söyledi: Bunlardan birini gördüm. Diğeri­ni görmeyi de gözlüyorum. Rasûlullah (s.a.v.) bana (emanetin nasıl indiğni şöyle) bildirdi: "Emanet, salih kimselerin gönüllerinin derinliğine iner. Son­ra o kullar Kur´an´dan bilgi alırlar. Daha sonra sünnetten öğrenirler." Rasû­lullah (s.a.v) bana emanetin geri kaldırılışını da şöyle bildirdi: "Kişi (gece) uykusunu uyur. O uyurken emanet, hafızasından silinip alınır da emanetin eseri, rengi uçuk bir nokta halinde yanık yeri gibi kalır. Sonra o kişi bir uy­ku daha uyurken emanetin kalan kısmı da alınır, Bunun eseri ve yeri de bal­ta sallayan bir işçinin avucundaki kabarcık gibi kalır. (Bir zaman sonra o da söner gider.) Şu halde emanet, senin ayağına düşürdüğün bir kıvılcımın düş­tüğü yeri şişirtip, senin onu bir kabarcık halinde görmen gibidir, Halbuki bu kabarcıkta bir şey yoktur.

Bu durumda halk birbirleriyle alışveriş etmek ve medenî münasebette bulunmak için (zor bir günün) sabahana erişmiş bulunur. Hiçbir kimse ema­neti edâ etmek imkânını bulamaz. Şöyle ki; Kâh falanoğulları içinde eminb kjm vardır. (Emaneti ona veririm) denilir. Kâh birisinin lehine: "O ne akıl­lıdır, ne tedbirlidir, o ne zariftir, o ne kahramandır." diye tanıklıkta bulunu­lur. Oysaki hakkında propaganda yapılan şahsın kalbinde hardal tanesi kadar iman eseri yoktur.

Huzeyfe (r.a.) diyor ki: Öyle bir zamanla karşılaştım ki; o (saadetli ve emanetli) devirde ben kiminle alışveriş edeceğim diye tasalanmazdım. Çün­kü medenî münasebette bulunacağım kimse müslümansa onu, İslâm dini (ba­na hıyanet etmekten) men ederdi. Eğer hristiyan veya yahudi ise onu, (bulun­duğu yerin) valisi hıyanetten men ederdi. Bugün ise ben filan ve falandan başka kimseyle alışveriş edemez oldum." [135]


Fitnenin Doğu Tarafından Çıkacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurmuş Olması:


Leys... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuş­tur: "Dikkat edin! Fitne şuradan, şeytanın boynuzunun (ya da güneşin boy­nuzunun) çıktığı yerden gelecektir." Bunu Müslim, Ahmed b. Hanbel ve Taberanî de rivayet etmiştir. [136]


Dirilerin Ölülere İmreneceği Kadar Fitnelerin Çoğalacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurmuş Olması:


Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Kişi, bir başkasının mezarına uğrayıp ´keşke ben bunun yerinde ol­saydım.´ demedikçe kıyamet kopmaz." [137]

Kıyametten Önce Bazı Arap Kabilelerine Puta Tapıcılığın Geri Döneceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Devs kabilesi kadınlarının Zül-halase (putu) etrafında tavaf ede ede kuyrukları titremedikçe kıyamet kopmayacaktır. Zül-halase, Devs kabilesi­nin Cahiliyet devrinde taptığı puttur." [138]


Arap Topraklarının Muazzam Servetler Fışkıracağına, Bu Nedenle İnsanlar Arasında Düşmanlık, Çekişme Ve Savaş Çıkacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Fırat (nehrinin suyu çekilerek) kıymetli altın hazinesini açıklaması zamanı yaklaşıyor. Her kim o zaman orada bulunursa ondan bir şey alma (ya uğraşma)sın! (Çünkü o zaman dünyanın ömrü sona ermiş olacaktır)."[139]

Bu hadisin Ukbe tarikiyle... Ebû Hüreyre´den rivayet edilen başka bir varyantında ise şöyle denmektedir: "...... altından bir dağı ortaya çıkarması zamanı yaklaşıyor." [140]

Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Fırat´ın suları çekilip altundan bir dağı ortaya çıkarmadıkça kı­yamet kopmayac aktır. O altunları ele geçirmek uğruna insanlar birbirleriyle savaşırlar. Savaşa katılan her yüz kişinin doksandokuzu öldürülür. Her kişi, "O kurtulanın ben olacağımı umuyorum" diyecektir." [141]

Müslim, Abdullah b. Haris b. Nevfel´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ubeyy b. Ka´b´la birlikte Hassan´m yüksek binasının gölgesinde duruyor­dum. "Dünyayı (mal ve zenginliği) ele geçirmek için insanlar boğaz boğaza girmeyi sürdüreceklerdir" dedi. Ben "Evet" deyince sözlerini şöyle sürdürdü: Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu işittim: "Fırat´ın suları çekilip altun­dan bir dağı ortaya çıkarması zamanı yaklaşıyor. İnsanlar bunu duyunca he­men oraya giderler" yanında duran biri, "Bırakalım da insanlar gidip hepsini alsmar" deyince Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Onun üzerine savaşacak­lar ve savaşan her yüz kişiden doksan dokuzu ölecektir." [142]


Kıyamet Kopmadan Çok Deccalların Ortaya Çıkacağına, İnsanların Oyalanıp Dalgın Oldukları Bir Vakitte Kıyametin Aniden Kopacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "İki büyük (İslâm) ordusu birbiriyle savaşmadikça kıyamet kopma-yacaktır. Bu iki toplumun ikisi de aynı iddiada oldukları (ikisi de İslâmiyet ve hak iddiasında buundukları) halde aralarında büyük bir savaş olacaktır. Yine otuza yakın yalancı deccallar türemedikçe kıyamet kopmayacaktır. Bunların hepsi ´Ben Allah´ın peygamberiyim´ diye iddiada bulunacaktır. Yi­ne ilim çekilip alınmadıkça, depremler çoğalmadıkça, zaman birbirine yak­laşıp geceyle gündüz bir olmadıkça, fitneler ortaya çıkmadıkça, adam öldür­me vak´aları çoğalmadıkça, aranızda mal çoğalıp sel gibi akmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Mal o kadar çoğalacak ki; mal sahibi malının zekâtını kim kabul eder diye endişelenecek, öyleki bazı kimselere zekât vermek isteyecek, fakat zekât arzettiği kimse: Benim zekâta ihtiyacım yok! diyecek. Yine in­sanlar yüksek binalar yapma yarışına girmedikçe ve bir kimse başkasının mezarının yanından geçerken "Keşke bunun yerinde ben olsaydım!" diyerek (ölümü temennî etmedikçe) kıyamet kopmayacaktır. Güneş batı tarafından doğmadıkça yine kıyamet kopmayacaktır. İnsanlar bu durumu görünce top­tan iman edecekler, ama bu iman, daha önce iman etmemiş olan, yahut ima­nında hayır ve fazilet kazanmayan kimselerin imanlarının kendilerine fayda vermediği bir zamanda yapılan bir imandır.

Muhakkakki kıyamet kopacaktır. Hem de (alım, satım için) bayi ile müşteri, aralarında elbise açacaklar da alışveriş tamamlanmadan (ansızın) kı­yamet kopacak da o elbisenin dürülmesine fırsat kalmayacaktır. Yine mu­hakkakki kıyamet kopacaktır. Hem de sağmal devesinin sütünü sağıp gelen kişiye sütü içme imkânı doğmadan (ansızın) kopacaktır. Yine kıyamet mu­hakkak kopacaktır. Hem de kişi havuzunu sıvayıp onaracak, fakat havuzun suyunu kullanma imkânı doğmadan kıyamet (ansızın) kopacaktır. Yine Mu­hakkak kıyamet kopacaktır. Hem de yemeğe oturan kişinin, lokmayı ağzına götürmesine fırsat kalmadan (ansızın) kopacaktır." [143]

Müslim... Ebû İdris el-Havi anî´den rivayet etti ki; Huzeyîe b. Yeman şöyle demiştir: Allah´a yemin ederim ki; kıyamete kadar meydana gelecek bütün fitneleri herkesten çok bilen kişi benim. Bu konuda Rasûlullah (s.a.v)´in başkalarına anlatmadığı bir sırrı bana vermesine engel hiç bir hu­sus bende yoktur. Ama o, benim de aralarında buunduğum bir meclis (cema­atına) fitnelerden bahsederken özellikle üç fitneden söz etti ki, bunlar mah­vetmedik hiç bir şeyi bırakmazlar. Bazı fitneler yaz rüzgarları gibidir. Fitne­lerin bazısı küçük bazısı da büyüktür. Rasûlullah (s.a.v)´in kendilerine fitne­lerden bahsettiği cemaatte bulunanların tümü (bu dünyadan göçüp) gittiler. Geride sadece ben kaldım." [144]

Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Irak, dirhem ve kafîzinden [145]yoksun kalacaktır. Şam, müdlerin-den [146] ve dinarından yoksun kalacaktır. Mısır, irdeb [147] ve dinarından yoksun ka­lacaktır. Başladığınız yere geri döneceksiniz. Başladığınız yere geri dönecek­siniz." Hadisin ravisi Ebû Hüreyre, hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: "Bu sözün söylenişine Ebû Hüreyre´nin eti ve kanı şahit oldu." [148]

İmam Ahmed... Harirî´den naklederek Ebû Nasre´nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: Câbir´in yanında duruyorduk. Bize dedi ki: "Yakın bir zaman­da Iraklılara artık dinar ve ölçekler gelmeyecektir." kendisine "Bu hangi ta­raftan olacaktır " diye sorduk. "Bizans tarafından onlar yoksun bırakılacak­lar" diye karşılık verdi. Azıcık sustuktan sonra şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki: "Ümmetimin son zamanında öyle bir halife gelecek ki, parayı saymadan yığın yığın verecektir (halkına)."

Ravilerden Hariri diyor ki: Ben Ebû Nasre ile Ebü´l-Alâ´ya, "Bu halife Ömer b. Abdülaziz olmalı" dedim. "Hayır" diye cevap verdiler. [149]

İmam Ahmed b. Hanbel,.. Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Zaman size uzadı artık. Yakın zamanda öyle bir kavim gelecek ki, Allah´ın gazabı (üzerlerine inmiş bir hal) ile sabahlar ve fitne (içine düşmüş bir hal) ile de akşamlarlar.Elerinde sığır kuyruğu gibi (kamçılar) Olacaktır." [150]


Cehennemliklerden İki Sınıfın Ortaya Çıkacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Cehennemliklerden iki sınıf var ki, onları henüz görmüş değilim. Yanlarında sığır kuyruğu gibi kırbaçlar vardır. O kırbaçlar­la insanlara vururlar. Bir de giyinik (gibi) çıplak kadınlar olacak ki; kendile­ri (cehenneme) meylettikleri gibi başkalarını da meylettirirler. Başkaları Ho­rasan´ın buhtî develerinin meyilli hörgüçlerini andırır. Onlar, kokusu şu ka­dar ve şu kadar mesafeden hissedilen cennete giremezler, kokusunu dahi ala­mazlar." [151]

İyiliği Emredip Kötülüğü Menetme Görevini Yapmamaya Ruhsat Verici Bazı Gerekçeler:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Mekhul´den rivayet etti ki; Enes b. Mâ­lik şöyle demiştir: Hz. Peygamber´e; "Ya Rasûlallah, iyiliği emredip kötülü­ğü menetme görevini ne zaman bırakabiliriz " diye soruldu. O da buyurdu ki: "İsrâiloğulan´nda çıkan şeyler sizde de çıkarsa... fuhuş büyüklerinizde. ilim rezillerinizde, hakimiyet de küçüklerinizde olduğu zaman (bu görevi bı­rakabilirsiniz)." [152]


İnsanların Bölük Bölük Dinden Çıkacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Ammar´dan rivayet etti ki; Câbir b. Ab­dullah´ın komşusu şöyle demiştir: Bir yolculuktan dönmüştüm. Câbir b. Ab­dullah, bana selâm vermek için yanıma geldi. Ona, insanların bölünmelerin­den ve çıkardıkları hadiselerden bahsetmeye başladım. Câbir ağlamaya baş-ladı. Sonra dedi ki; Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu işittim: "İnsan­lar Allah´ın dinine bölük bölük girdiler ve bölük bölük de dinden çıkacak­lar!" [153]


Hz. Peygamber´in, Mahvedici Bazı Fitnelerin Ortaya Çıkacağını Bildirmesi. O Zaman Dinini Tutan, Ateş Közünü Tutmuş Gibi Olacaktır:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Yaklaşan bir serden ötürü Arapların vay haline! Karanlık gecenin (zifiri karanlık) parçaları gibi fitneler ortaya çıkacaktır. O zamanda adam mümin olarak sabahlar; kâfir olarak akşamlar. O gün dinine tutunan kimse, ateş közü (ya da diken) tutmuş gibi olur." [154]


Çokluklarına Ve Nüfuslarının Fazlalığına Rağmen Müslümanları Horlayıp Hegemonyaları Altına Almak Amacıyla Bütün Milletlerin Karşıt Bir Cephe Oluşturacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Rasûlullah (s.a.v)´in Sevban´a hitaben şöyle buyurduğunu işittim: "Ey Sevban! Yeyicilerin yemek çanağının üzerine üşüşmeleri gibi milletlerin üzerinize üşüşmeleri zamanında ne yapacaksın !"

Sevban: Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah. Acaba sayımızın azhğ´ndan ötürü mü bu böyle olacak diye sorunca, Rasûlullah (s.a.v); "Ha­yır. Aksine o gün nüfusunuz çok olacak, ama kalblerinize gevşeklik bırakı­lacaktır." cevabını verdi. "Gevşeklik nedir ya Rasûlullah " diye sorması üze­rine Rasûlullah (s.a.v) şu karşılığı verdi: "Dünyayı sevmeniz ve savaştan hoşlanmamanızdır." [155]


Öldürücü Bazı Fitnelerin Ortaya Çıkacağına Kurtuluşun DaBu Fitnelerden Uzaklaşmakta Ve Yollarından Uzak Durmakta OlduğunaHz. Peygamberin İşaret Buyurması:


İmam Ahmed b. Hanbel... Vâbise el-Esedî´nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: Kûfe´deki evimdeydim. Bir de kapımda bana "Esselâmü aleyküm" denildiğini işittim. Ve aleykümüs selam, girin dedim. Adam içeri girince, gi­renin Abdullah b. M^s´ud olduğunu gördüm. Kendisine, "Ey Abdurrah-man´m babası, bu saatteki ziyarette ne oluyor " diye sordum. Öğlenin en sı­cak vaktiydi. Bana, "gündüz bana çok uzun geldi. Kendisine hadis rivayet edecek birini bulayım dedim" dedi ve bana, Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle bu­yurduğunu nakletmeye başladı: "Fitneler meydana gelecek. O zaman uyu­makta olan, uzanmış olandan; uzanmış olan, oturmakta olandan; oturmakta olan, ayakta durandan; ayakta duran, yürümekte olandan, yürümekte olan, binek üzerinde bulunandan, binek üzerinde bulunan, koşmakta olandan daha hayırlı olacaktır. Bu fitneler nedeniyle öldürülenlerin tümü ateştedir!"

Ravi Abdullah b. Mes´ud diyor ki: O zaman ben, Rasûlullah (s.a.v)´e şöyle sordum:

— Ya Rasûlallah bu durum ne zaman meydana gelecektir

— Kargaşa günlerinde... Öyle ki o zamanda kişi, yanında oturmakta olan arkadaşına güvenmeyecektir.

— O zamana kavuşacak olursam ne yapmamı emredersin

— (O işlerden uzak dur) nefsini ve elini geride tut. Evine gir.

— Ya Rasûlallah ya adam (bana kötülük etmek için) evime girerse ne yapayım

— Kapını kilitle (ki girmesinler).

— (Buna rağmen) evime girerlerse ne yapayım

— O zaman mescidine gir ve böyle yap. (Rasûlullah böyle derken, sağ eliyle sol elinin bileğini tuttu) ve bu halde ölünceye dek, "Rabbim Allah´tır" de. [156]


Hz. Peygamber´in, Ahlâkı Yok Eden Bazı Fitnelerin Ortaya Çıkacağına İşaret Buyurması Öyle Ki, O Zaman İnsan, Yanında Oturan Arkadaşına Dahi Güvenmeyecektir:


Ebû Davud... İbn Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "(O fitneler nedeniyle) öldürülenlerin tümü ateşte olacaktır." Bu­nu İbn Mes´ud´dan dinleyen Vâbise diyor ki: Ben İbn Mes´ud´a sordum:

— Bu fitneler ne zaman olacak ey İbn Mes´ııd

— Kargaşa günlerinde... Öyle ki o zamanda insan, yanında oturmakta olan arkadaşına güvenmeyecektir.

— O zamana kavuşursam ne yapmamı tavsiye edersin

— Dilini tut. Evine kapanan demirbaşlardan ol!

Vâbise diyor ki: "Hz. Osman öldürüldüğünde kalbim adeta yerinden fır­layıp uçtu. Hemen bineğime binip Dımaşk´a geldim. Huzeym b. Fatik el-Esedî ile karşılaştım. Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah´a yemin ederek, "Ben bu hadisi Rasûlullah (s.a.v)´den duydum" dedi. [157]

Çeşitli Fitnelerin Ortaya Çıkacağına, Bunlardan Kurtuluşunsa Toplumdan Soyutlanmak Olduğuna Hz. Peygamber´in İşareti:


Ebû Davud... Ebû Bekre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Doğrusu bazı fitneler ortaya çıkacaktır. O esnada uzanıp yat­makta olan, oturandan; oturan, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen, koşandan daha hayırlı (iyi durumda) olacaktır." Ebû Bekre, "O za­man ne yapmamı emredersin Ya Rasûlallah " diye sorunca Rasûlullah (s.a.v) şöyle cevap vermiş: "Devesi olan, devesinin yanına; koyunu olan, ko­yunun yanına; arazisi olan, arazisinin yanına gitsin. Bu gibi mallan olmayan kılıcını alıp keskin tarafıyla taşa vursun. Sonra elden geldiğince kurtulmaya çalışsın." [158]

Müslim de Osman es-Sehham kanalıyla böyle bir rivayette bulunmuştur.

Ebû Davud... Hüseyin b. Abdurrahman el-Eşcaî´nin bu hadisle ilgili ola­rak Sa´d b. Ebi Vakkas´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v) bu hadisini irâd ederken kendisine şöyle sordum:

— Ya Rasûlallah (suikastçi) evime girip beni öldürmek için elini bana uzatırsa ne yapayım

— Adem (peygamber)in oğlu gibi ol.

Rasûlullah (s.a.v) böyle buyurduktan sonra: "Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam..." (Maide, 5/28) âyetini okudu. [159]

İmam Ahmed b. Hanbel... Bişr b. Saîd´den rivayet etti ki; Hz. Osman´ın şehadeti fitnesi esnasında Sa´d b. Ebi Vakkas dedi ki; Rasûlulah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Birtakım fitneler meydana gelecektir. O zamanda oturmakta olan, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen, koşandan daha hayırlı (iyi durumda) olacaktır." Sa´d b. Ebi Vakkas diyor ki: Ben kendisine; "Ya (suikastçi) evime girip beni öldürmek için bana elini uzatırsa ne yapmamı em-redersin^ ya Rasûlallah " diye sorduğumda Rasûlullah (s.a.v) bana şu cevabı verdi: "Adem (peygamber)in oğlu gibi ol." [160]

Tirmizî de böyle bir rivayete bulunarak bunun hasen bir hadis olduğunu söylemiştir. [161]


Fitne Koptuğunda Eziyetlere Tahammül Etme Ve Kötülüklere Katkıda Bulunmamak Hususunda Hz. Peygamber´in Verdiği Öğüt:


Ebû Davud...Ebû Musa el-Eş´ari´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet kopmadan önce zifirî gecenin yoğun karanlı­ğını andıran fitneler meydana gelecektir. O zamanda kişi mümin olarak sa-ahlar, kâfir olarak akşama erer. Mümin olarak akşamlar, kâfir olarak saba­ha erer. O esnada oturmakta olan, ayakta durandan; yürümekte olan, koşan­dan daha hayırlı (iyi durumda) olacaktır. O durumda yaylarınızı kırın, kiriş­lerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşlara vurun. (Suikast için) birinizin yanı­na girilecek olursa, o biriniz, Âdem (peygamber)in en hayırlı oğlu gibi dav­ransın [162] (karşı saldırıya geçmesin)."[163]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Samit´ten rivayet etti ki; Ebû Zerr (el-Gıfarî) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) bineğine bindi. Beni de ter­kisine aldı. Sonra da şcwle buyurdu:

— Ey Ebû Zerr! de bakalım; yatağından kalkıp mescidine gidemeyece­ğin kadar şiddetli bir açlık (belâ) insanların başına gelirse ne yaparsın

— Allah ve Rasûlü daha iyisini bilir.

— Sabret ey Ebû Zerr. İnsanlar şiddetli bir ölüme maruz kalırlarsa ne yaparsın

— Allah ve Rasûlü daha iyisini bilir.

— Sabret ey Ebû Zerr. İnsanlar birbirlerini öldürüp de evin taşları kana batarsa ne yaparsın

— Allah ve Rasûlü daha iyisini bilir.

— (O zaman) evinde otur, evinin kapısını kendi üzerine kilitle.

— Yine de beni rahat bırakmazlarsa silahımı (elime) alayım mi

— O zaman sen de onların içinde bulunduğu duruma ortak olmuş olur­un. Ama kılıcın ışıltısının seni rahatsız etmesinden korkarsan abanın ucunu üzüne kapa ki, saldırgan (seni Öldürmekle) hem kendi günahkâr olsun, hem e senin günahına girmiş olsun." [164]

Ebû Davûd... Ebû Musa´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Önünüzde (ileride) gecenin zifirî karanlıkları gibi fitneler mey­dana gelecektir. O zamanda kişi mümin olarak sabahlar, kâfir olarak akşama erer. Mümin olarak akşamlar, kâfir olarak sabaha erer. O zaman oturmakta olan, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen de koşandan daha hayırlı (iyi durumda) olacaktır." Ebû Musa, "O zaman ne yapmamızı em­redersin Ya Rasûlallah " diye sorunca Rasûlullah (s.a.v) şu cevabı vermiş­ti: "O zaman evinize kapanın." [165]


Bazı Müslümanların Putperestliğe Döneceklerine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


İmam Ahmed b. Hanbel... Sevban´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu Cenabı Allah bana yeryüzünün uçlarını yak­laştırdı da yeryüzünün doğularını ve batılarını gördüm. Şüphesiz ümmetim, yeryüzünün bana gösterilen sınırlarına kadar hâkim olacaktır. Bana altın ve günüş hazineleri verildi. Ben Rabbimden, ümmetimin kıtlık nedeniyle helak edilmemesini, nefislerinden başka bir düşmanın onlara musallat kılınmama-sını diledim ki, düşmanları onları istilâ edip alçaltmasm. Aziz ve Celil olan Rabbim buyurdu ki: "Ey Muhammed! Reddedilmeyecek bir hüküm verdim. Ümmetine şöyle bir ayrıcalık verdim: Onları kıtlıkla helak etmeyeceğim. Kendi nefislerinden başka bir düşmanı onlara musallat kılmayacağım. Diyar­ları arasında bulunanlar onlara karşı birleşecek olsalar bile onlara musallat olupta onları alçaltmayacaklardır ki; birbirlerini helak edemesinler ve birbir­lerini esir alamasınlar. Ümmetim için en çok saptırıcı liderlerden korkuyo­rum. Ümmetimin içine kılıç konulursa, artık o kılıç kıyamete kadar üzerle­rinden kalkmaz. Ümmetimden bazı kabileler müşriklere katılmadıkça ve üm­metimden bazı kabileler putlara tapmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Ümme­timde otuz yalancı ortaya çıkacak ve hepsi de peygamber olduklarım iddia edeceklerdir. Ben son peygamberim. Benden sonra peygamber gelmeyecek­tir. Ümmetimden bir grup hak yolda olmaya devam edecektir. Muhalifleri onlara zarar veremeyeceklerdir. Nihayet (bu haldeyken) Aziz ve Celil olan Allah´ın emri gelecek (kıyamet kopacak)tır." [166]

Ahlas Fitnesi:[167]


Ebû Davud... Ömer b. Hanı el-Anesî´den rivayet etti ki; Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v)´in yanında oturuyorduk. Fitneler­den bahsetti. O kadar çok anlattı ki, ahlas fitnesine de değindi. Oradakilerden biri, "Ya Rasûlallah, ahlas fitnesi nedir " diye sordu. Buyurdu ki: "Ailenin ve malın yağmalanması, kaçma ve firarın sonra da bolluk ve afiyet fitnesinin meydana gelmesidir. O fitnenin ayıp ve fesadı (yahut siyaha çalan bulanıklı­ğı) benim evladım olduğunu iddia eden bir adamın ayaklarının altından çıka-caktır. Oysa o benden değildir. Benim dostlarım ancak takvâlı kimselerdir.

Sonra insanlar bir adamın etrafında birleşip barışacaklar ama bu barış, uyluk kemiğinin kaburga kemiği üzerinde duruşu gibi yani kalıcı ve istikrarlı olma­yacaktır. Sonra bütün insanları kapsayan kapkara bir fitne meydana gelecek­tir. Bu ümmetin bu fitnenin tokadını yemeyen bir tek ferdi dahi kalmayacak­tır. Hatta "Fitne sona erdi" dendiğinde bile yeniden başlayacaktır. O zaman­da kişi mümin olarak sabahlar ama kâfir olarak akşama erer. Nihayet insan­lar iki kampta toplanacak... Bunlardan biri iman kampıdır ki, orada nifak ol­mayacaktır. Diğeri de nifak kampıdır ki, orada iman olmayacaktır. Bu du­rumla karşılaştığınızda o günde veya ertesi günde Deccalin gelmesini gözet­leyin." [168]

Ebû Davud... Abdullah b. Amr b. Âs´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Çok sürmez, öyle bir zaman gelecek ki, insanlar o zamanda kalburda elenir gibi elenecekler. Siz o durumda ne yapacaksınız O zaman insanların ahidleri karışmış, kendileri de ihtilafa düşmüş olup şu ha­le gelecekler." Böyle d^ken Rasûlullah (s.a.v) parmaklarını birbirine geçir­di. Orada bulunanlar, "O zaman ne yapalım da fitneden kurtulalım ya Rasû­lallah " diye sorduklarında şu cevabı verdi: "Uygun (ve meşru) gördüğünü­zü alır, çirkin (ve gayr-ı meşru) gördüklerinizi bırakırsınız. Sizi ilgilendiren işlere bakar, halkı ilgilendiren işleri bırakırsınız." [169]

Ebû Davud... İkrime´den rivayet etti ki; Abdullah b. Amr b. Âs şöyle de­miştir: Rasûlullah (s.a.v)´in çevresinde oturuyorduk. Bir ara fitneden bahse­dilince buyurdu ki: "İnsanların ahidlerinin birbirine karıştığım, emanet (duy­gularının hafiflediğini ve şu hale geldiklerini (böyle derken parmaklarını birbirine geçirdi) gördüğünüzde ne yapacaksınız !"

O zaman ben kalkıp, "Allah beni sana kurban etsin. Söyle, ne yapayım o zaman " diye sordum. Buyurdu ki: "Evine kapan, dilini tut. Meşru gördü­ğünü al, meşru görmediğini bırak. Kendi işine bak. Başkalarının işini bırak." [170]


Bazı Fitnelerin Meydana Geleceğine, O Esnada Dil Darbesinin Kılıç Darbesinden Daha Etkili Olacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


Ebû Davud... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Fitne meydana gelecek ve bu fitne Araplara isabet ede­cektir. Bu fitnede öldürülenler cehennemdedir. (O zamanlarda) dil darbesi kılıç darbesinden daha etkili olacaktır." [171]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdurrahman b. Abdi Rabbil Kabe´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kabe´nin gölgesinde insanlara hadis okumakta olan Abdullah b, Ömer´in yanında oturuyordum. Şöyle diyordu: Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte bir sefere çıkmıştık. Bir menzilde mola verdik. O esnada Rasûlul­lah (s.a.v)´in münadisi bizleri toplantıya çağırdı. Yanına vardığımızda Rasû­lullah (s.a.v) İnsanlara hitab ediyordu: "Ey insanlar! Benden önce her ne ol­muşsa Cenab-ı Allah´ın, kendileri için hayırlı olduğunu bildiği herşeyi kullarina bidirmesi, onlar için şerli olduğunu bildiği her hususta da onları uyarma­sı hak olmuştur. Haberiniz olsun ki, bu ümmetin afiyeti evvelindedir. Ümme­tin son dönemindekilerine peşpeşe belâ ve fitneler gelecektir. Bir fitne gele­cek; o zaman mümin ´işte bu beni helak edecek olan fitnedir´ diyecektir. Sonra bu fitne yok olup etraf durulanacak. Daha sonra başka bir fitne gele­cek, "Bu fitne, evet bu fitne beni helak edecek olandır" diyecek; bir başka fit­ne daha gelecek, "Bu, bu beni helak edecek olandır" diyecek, sonra o fitne de yok olup etraf durul anaç aktır. Ateşten uzaklaşıp cennete girmek isteyen kimse, Allah´a ve ahiret gününe inanmış haldeyken canını versin. Kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa insanlara da öyle davransın. Bir imama biat edip eliyle ve kalbiyle ona bağlanan kişi, gücü elverdiği takdirde (veya elver­diğince) Ona İtaat etsin." [172]

Ravi Abdurrahman diyor ki: Ben, bunu dinlerken başımı ayaklarımın arasına koyup Abdullah b. Ömer´e şöyle dedim: "Amcanoğlu Muaviye, hak­sız nedenlerle insanların mallarını yememizi, birbirimizi Öldürmemizi emre­diyor. Oysa Cenab-ı Allah şöyle buyurmuş: "Ey inananlar! mallarınızı ara­nızda haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yeyin." (Nisa, 4/29)

Ben böyle deyince Abdullah başını önüne eğdi. Kısa bir süre öyle dur­du. Sonra başım kaldırıp şöyle dedi: "Allah´a itaatte ona uy. Allah´a isyanda ona karşı çık" Kendisine "sen bunu Rasûlullah (s.a.v)´den mi duydun " diye sordum. Şu cevabı verdi: "Evet kulaklarımla duydum. Kalbim de ezberledi bu sözleri." [173]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ümmetimin zalime; ´Sen zalimsin´ demekten korktuğunu gördüğünüzde artık onların iyileşmesinden ve iyileştirmelerin­den umudunuzu kesin." [174]

Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki: "Ümmetimde taş yağmuru, yere batma ve başka yaratıkların suretine bürünme (felaketi) meydana gelecektir!" [175]

Ebû Davud... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Sağır, dilsiz ve kör, (şerri her tarafa yayılan, insanların akılla­rını ve kalplerini haktan, hakkı söylemekten, saptıran) fitneler meydana ge­lecektir. Bu fitnelere bulaşan, çarpılıp yıkılır. Bunların vukuu zamanında dil darbeleri kılıç darbelerinden daha etkili olacaktır." [176]


Kostantiniye´nin Rumiye´den Önce Fethedileceğine Hz. Peygamberin işaret Buyurması:


İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû KatU´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Abdulah b. Ömer´in yanında duruyorduk. Kendisine Kostantiniye ve Rumi-ye şehirlerinden hangisinin daha önce fethedileceğini sorduklarında (evde duran) halkalı bir sandığın getirilmesini istedi. Getirilen sandığı açıp içinden bir kitap çıkardı ve şöyle dedi: Bir ara Rasûlullah (s.a.v)´in çevresinde oturmuş yazıyorduk. O esnada kendisine Kostantiniye ve Rumiye şehirlerinden hangisinin daha önce fethedileceğini sordular. Şöyle cevap verdi: "Hırakl´m şehri yani Kostantiniye daha önce fethedilecektir."[177]


Bazı Beldelerin Yıkılacaklarına Ve Yıkılış Sebeplerine Hz. Peygamberdin İşaret Buyurması:


Ancak bu işaret mevzu (uydurma) olduğu apaçık belli olan bir hadiste yer almaktadır:

Tezkire adlı kitabında Kurtubî... Huzeyfe b. Yeman´dan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:"Yeryüzünün etrafında yıkılış başlaya­cak, nihayet Mısır da yıkılacaktır. Basra yıkılmadan Mısır yıkılmayacaktır. Basra´nın yıkılışı su baskınıyla, Mısır´ın yıkılışı Nil´in kurumasıyla, Mekke ve Medine´nin yıkılışı açlıkla, Yemen´in yıkılışı çekirgeyle, Übülle´nin [178] yı­kılışı kuşatmayla, Fars´ın yıkılışı çapulcular sebebiyle, Türklerin yıkılışı Deylemliler sebebiyle, Deylemlilerin yıkılışı Ermeniler sebebiyle, Ermenile­rin yıkılışı Hazarlılar sebebiyle, Hazarlıların yıkılışı Türkler sebebiyle, Türk­lerin yıkılışı yıldırımlar sebebiyle, Sind´in yıkılışı Hindliler sebebiyle, Hin­distan´ın yıkılışı Çin(liler) sebebiyle, Çin´in yıkılışı kıtlıktan, Habeşistan´ın yıkıhşı sarsıntıdan, Zevrâ´nın [179]yıkılışı Süfyanî sebebiyle, Revha´nın[180] yıkı­lışı yere batma, Irak´ın yıkılışı da öldürme şeklinde olacaktır."[181]

Bunu Ebü´l-Ferec b. Cevzî de rivayet etmiş ve; "Endülüs´ün de yıkılışı­nın kısır bir rüzgarla olacağını duydum" demiştir. [182]


KIYAMET ALAMETLERİNİN MÜTEADDİT OLUŞU



İmam Ahmed b, Hanbel... Câbir´in babasından rivayet etti ki; Abdullah b. Amr şöyle demiştir: Abdullah b. Ömer´in yanma gittim. Abdest alıyordu. Ba­şını Önüne eğmişti. Başını kaldırıp bana baktı ve şöyle dedi: Ey Ümmet! Siz­de altı alamet vardır. (Bunlardan biri) Peygamberinizin vefatıdır. (Böyle der­ken sanki yüreğim yerinden kopmuştu.) Rasûlullah (s.a.v) buyurmuştu ki: "Bu alametlerden birincisi, üzerinize bol miktarda mal (ve para) yağacak (yani zen­gin olacaksınız). Öyle ki adama on bin (dinar) verilecek. Yine de bunu az bul­up kızacaktır. (Bu alâmetlerden) ikincisi, sizden her kişinin evine girecek olan fitnedir. Üçüncüsü; insanların, koyun kırkıhrken düşen yün parçaları gibi yere düşüp ölmeleridir. Dördüncüsü Rumlar´la ateşkes yapmanızdır. Kadının hami­leliği kadar yani dokuz ay süreyle sizin için toplarlar, sonra adaleti sizden da­ha iyi uygularlar. Beşinci alamet de iki (şık)dır." Ravi Abdullah b. Ömer diyor ki: "Ya Rasûlallah, Kostantiniye mi yoksa Rumiye mi daha önce fethedilecek­tir " diye sordum. "Kostantiniye..." diye cevap verdi." [183]

Bu hadisin senedinde geçen raviler bakımından şüphe vardır. Ancak bu hadisin sıhhatini te´yid eden başka bir rivayet vardır: Buharı... Ebû İdris´ten rivayet etti ki; Avf b. Mâlik (r.a.) şöyle demiştir: Tebük Savaşı esnasında Ra­sûlullah (s.a.v)´e uğradım. Deriden bir çadırdaydı. Şöyle buyurdu:

"Kıyametten Önce (şu) altı alameti say: Ölümüm, sonra Kudüs´ün fethi, koyun kırkımı (esnasında yünlerin yere dökülüşü) gibi insanları (yere döken ve) yakalayan bir Ölüm. Sonra malın bollaşması ki, kişiye yüz dinar verilse bile azımsayıp kızar. Sonra bir fitne ki, Arapların içine girmedik bir evini bı­rakmaz. Sonra sizinle Rumlar arasında bir barış yapılacak. Sonra onlar barı­şı bozup her birinin altında on iki bin asker olmak üzere seksen bayrak altın­da Üzerinize gelirler." [184]


Kıyamet Öncesi Alâmetler:


İmam Ahmed b. Hanbel...Cübeyrb. Nazir´den rivayet etti ki; Avf b. Mâ­lik el-Eşcaî şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v)´e uğrayıp selâm verdim. Bana şöyle dedi:

— Sen Avf mısın

— Evet.

— İçeri gir.

— Tüm olarak mı yoksa kısmen mi gireyim [185]

— Tüm olarak gir. Ey Avf, kıyamet öncesinde altı alâmeti say. Bunla­rın ilki benim ölünıümdür."

Ben ağlamaya başladım. O kadar ağladım ki, Rasûlullah (s.a.v) beni sus­turuyordu. Bu birinci alameti kastederek bana dedi ki:

— Bir, de.

— Bir.

__İkincisi Kudüs´ün fethidir. İki, de.

— İki.

— Üçüncüsü Ümmetimin bir ölüm salgınına yakalanmasıdır. Öyle ki

koyun kırkarken (yünlerin yere düşüşü) gibi insanlar yere düşüp ölecektir.

Üç, de.

— Üç.

— Dördüncüsü ümmetimde meydana gelecek olan en büyük fitnedir.

Dört, de.

— Dört.

__Beşincisi, aranızda mal (ve paran)m dolup taşmasıdır. Öyleki, adama

yüz dinar verilse dahi bunu azımsayıp kızacaktır. Beş, de.

— Beş.

— Altıncısı, sizinle Rumlar arasında yapılacak olan barıştır. Seksen ga­ye ile üzerinize geleceklerdir.

— Gaye nedir

— Bayraktır. Her bayrağın altında on iki bin askerleri olacaktır. O gün müslümanların çadırları, Dımaşk denen bir şehre bağlı Gota mıntıkasında olacaktır." [186]

Ebû Davud... Ebû Derdâ´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Savaş gününde müslümanların çadırı, Şam bölgesinin Dımaşk adındaki en hayırlı şehrinin yanındaki Gota mıntıkasında olacaktır." [187]

İmam Ahmed b. Hanbel... Muaz b. Cebel´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Altı şey kıyamet alametlerindendir: Ölümüm, Kudüs´ün fethi, insanları koyunun yün kırpıntısı gibi yakalayıp yere düşüren ölüm (salgını), her müslümanın evinin içine girecek olan bir fitne, kişiye bin dinar verildiği halde bunu azımsayıp kızması, Rumların (ahde uymayrp) hı­yanet ederek her birinin altında on iki bin askerin bulunduğu seksen bayrak­la (üzerinize) yürümeleri." [188]


Altı Olay Meydana Gelmeden Önce Müminlerin Hemen Salih Amel İşlemelerini Hz. Rasûlün Taleb Etmesi:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Güneş batı tarafından doğmadan, Deccal gelme­den, duman çıkmadan, Dabbetti´1-arz gelmeden, siz ölmeden, kıyamet kop­madan hemen (salih) amel İşleyin." [189]

Müslim de benzer bir hadisi... Ebû Hüreyre´den nakletmektedir: Rasû-lullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Güneş batı tarafından doğmadan, Deccal gelmeden, duman çıkmadan, Dabbetü´1-arz gelmeden, kıyamet kopmadan hemen (salih) amel işleyin." [190]


Kıyamet Kopmadan On Alâmet Görülecektir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Tufeyl´den rivayet etti ki; Huzeyfe b. Esed şöyle demiştir: Biz kendi aramızda kıyamet konusunu müzakere etmek­teyken Peygamber (s.a.v) çıkageldi ve sordu:

— Neyi müzakere ediyorsunuz

— Kıyameti müzakere ediyoruz.

— Sizler şu on alâmeti görmeden kıyamet kopmayacaktır: Duman, Dec­cal ve Dâbbet´ül arzın ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Meryemoğ-lu İsa´nın inmesi [191], Yecuc ile Mecuc´un zuhuru; biri doğuda, biri batıda, bi­ri de Arap yarımadasında olmak üzere üç (yere) batma hadisesinin meydana gelmesi. Bu alâmetlerin sonuncusu ise doğu tarafından çıkıp insanları haşre-dilecekleri yere sevkedecek bir ateştir." [192]


Aden´in Derinliklerinden Çıkacak Olan Fitne Ateşi:



İmam Ahmed b. Hanbel... Huzeyfe b. Üseyd kanalıyla İbn Şureyhe el-Gıfariden şu hadisi rivayet etmiştir: "Aden´in derinliklerinden bir ateş çıka­cak ve bu ateş insanları haşromnacakları yere sevkedecek; geceledikleri yer­de onlarla birlikte geceleyecek, dinlendikleri yerde onlarla birlikte dinlene­cektir." Raviler bu ateşi tefsir ederlerken kimi bunun Meryem oğlu İsa (a.s) olduğunu, kimi de bunun esip onları denize dökecek bir fırtına olduğunu söy­lemiştir. [193]


Rumlarla Yapılıp Kostantiniyye´nin Fethiyle Sonuçlanacak Olan Savaş:



O zamanda Mesih Deccal ortaya çıkacak, sonra da Meryem oğlu İsa , b-r gyn dünya semasından sabah namazı vaktinde Şam´daki Emevi Ca­ ii iki Büü bll ililinin doğu tarafındaki beyaz minaresine inecektir. Bütün bunlarla ilgili Açıklamalar sahih hadislerde verilmiştir.

f nam Ahmed b. Hanbel... Zi Mahmer´den rivayet etti ki; Peygamber a v) söyle buyurmuştur: "Rumlarla güvenli bir barış yapacaksınız. Siz ve onlar, onların gerisindeki bir düşmanı mağlub edecek, selamete erecek ve ga­nimet elde edeceksiniz. Sonra Merc-i Zi Telul´a ineceksiniz. Rumlardan bir adam kalkıp haçı tutup yükseltecek ve "en galib olan haçtır" diyecek; müs-lümanlardan bir adam ona karşı harekete geçip onu öldürecektir. O esnada ahdi bozup hıyanet edecekler ve savaşlar meydana gelecektir. Size karşı as­ker toplayacak, her birinin altında on bin asker olmak üzere seksen bayrakla üzerinize geleceklereUr!" [194]

İmam Ahmed b. Hanbel... Evzâî´den rivayet ettiği bir hadiste şöyle bu-yurulduğunu nakletmektedir: "O esnada ahdi bozup size karşı savaş meyda­na gelecektir." [195]

Sahih-i Buharî´de Avf b. Mâlik´ten nakledilen ve önceki sayfalarda ge­çen hadisteyse şöyle denmektedir:

"Her birinin altında oniki bin asker olmak üzere seksen bayrakla üzeri­nize geleceklerdir." [196]

Muaz´dan rivayet edilen hadiste de böyle denmektedir:

"Her birinin altında oniki bin asker olmak üzere seksen bayrakla üzeri­nize geleceklerdir." [197]

imam Ahmed b. Hanbel... Ebû Katâde´den rivayet etti ki; Esir b. Câbir şöyle demiştir: Kûfe´de kızıl bir fırtına esti. Önemsemediğim bir adam geldi (ve yanında durduğum Abdullah b. Mes´ud´a seslenerek) şöyle dedi: "Ey Abdullah b. Mes´ud, kıyamet saati gelip çattı!" Abdullah bir yere yaslanıp uzanmıştı. Kalkıp oturdu ve; "Miras paylaşılmadan ve ganimet nedeniyle se­vinilmeden kıyamet kopmaz. (Sonra eliyle Şam tarafını göstererek:) Düş­man, Müsümanlara karşı asker toplar; Müslümanlar da onlara karşı asker toplarlar." Ben kendisine: "Düşman kelimesiyle Rumları mı kastediyorsun " diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Evet Rumlar´ı kastediyorum. O savaşınız esnasında şiddetli bir irtidat hareketi görülecektir. Müslümanlar düşmana karşı ölümü göze alan bir askeri birliği sürer. Bunlar her zaman galip olarak dönen askerlerdir. Savaşa tutuşurlar. Derken araya gece engeli girer. İki ta­raf ta berabere kalır. Bu askeri birlik görev dışı olur. Müslümanlar ikinci bir askerî birliği ölüme gidercesine düşmana karşı sürer. Bunlar da her zaman galib olan askerlerdir. Savaşa tutuşurlar. Bunlar da düşmanla yenişemez be­rabere kalırlar ve görev dışı olurar. Müslümanlar düşmana karşı ölümü göze alan bir askeri birliği sevkedery Bunlar da her zaman galib olan askerlerdir. avaşa tutuşurlar. Derken araya gece engeli girer. İki taraf ta yenişemeden nur. Bu askeri birlikte görev dışı olur. Dördüncü günde yedekte kalmış olan tüm müslüman askerleri düşmana hücum eder. Allah, düşmanı hezime­te uğratır. Miktarını bilmediğimiz (veya mislini duymadığımız) kadar çok düşmanı öldürürler. Öyle ki kuş onların yanından uçarken arkalarına geçme­den düşüp ölür. Benî Erb kabilesi -ki sayıları yüz kişidir- müslümanlara sal­dırır, onlar da öldürülür, geride sadece bir adamları kalır. Bu durumda hangi ganimetten ötürü sevinilir veya hangi miras paylaşılır ! Müslümanlar bu hal­deyken bundan daha büyük bir savaşın koptuğunu duyarlar. Yardım isteyen biri gelip Deccalın arkalarında çoluk çocuklarına saldırdığını söyler. Bunu duyar duymaz ellerindeki ganimeti bırakır ve Deccal´ın bulunduğu tarafa yö­nelirler. Keşifçi olarakta on süvariyi sevkederler." Rasûlullah (s.a.v) sözün şurasında buyurdu ki: "Ben onların ve babalarının adlarını, atlarının rengini biliyorum. Onlar o gün yeryüzündeki en hayırlı süvarilerdir."[198]

Kıyamet alâmetlerinin sayılmasıyla ilgili olarak önceki sayfalarda Cü-beyr b. Nüfeyr kanalıyla Avf b. Mâlik´in Peygamber (s.a.v)´den rivayet et­miş olduğu şu hadisi de nakletmiştik: "... Kıyamet alametlerinin altıncısı, si­zinle Rumlar arasında yapılacak olan bir barıştır. Her birinin altında on iki bin asker olmak üzere seksen bayrakla üzerinize gelirler. O gün müslüman-lann çadırları, Dımaşk denen bir şehrin Gota adlı mıntıkasında bulunacak­tır." Bunu İmam Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir. [199]

Ebû Dâvud... Ebû Derdâ´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Savaş gününde Müslümanların çadırları, Şam bölgesinin en ha­yırlı şehirlerinden Dımaşk denen şehrin yanındaki Gota mıntıkasında olacak­tır." [200]

Abdullah b. Ömer´in Kostantiniye ve Rumiye´nin fethiyle ilgili olarak rivayet ettiği hadis de önceki sayfalarda nakledilmişti. [201]


Mesih (A.S), Deccal´ı Öldürmeden Veya Hayır Ve Nuru,Batılı Ve Karanlığını Mağlub Etmeden Kıyamet Kopmayacaktir:



Müslim.... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Rumlar A´mâk veya Dabik´e [202] inmeden, o gün yeryüzünün en hayırlılarından Medineli askerler karşılarına çıkmadan kıyamet kopmaya-caktır. O zaman iki tarafın safları karşı karşıya geldiklerinde Rumlar, "Bizi ve bizden esir olanları başbaşa bırakın ki onlarla savaşalım" derler. Müslü­manlar, "Vallahi kardeşlerimizi sizin elinize bırakmayız!" derler. Rumlarla savaşırlar. Müslümanların üçte biri cepheden kaçar. Allah asla onların tevbe-lerini kabul etmez. Üçte biri şehit düşer. Onlar, Allah katında şehitlerin en üstünüdürler. Geri kalan üçte biri ise muzaffer olur, asla fitneye düşmezler ve Kostantiniye´yi fethederler. Onlar ganimetleri paylaşıp kılıçlarını zeytin ağacına asmışlarken, şeytan onlara yüksek sesle seslenerek, "Mesih (Deccal) arkadan ailelerinize saldırdı!" der. Onlar da geri dönerler. Ama bunun aslı yoktur. Şam´a geldiklerinde Deccal ortaya çıkar. Müslümanlar savaşa hazır-lanıp safları düzenlemekteyken namaza durulur. Meryemoğlu İsâ (a.s) inip lara imamlık eder. Allah´ın düşmanı (Deccal) onu gördüğünde tuzun suda °nv i gibi erir. İsa (a.s) onu bıraksa, tamamen yok oluncaya dek eriyip gi-Hr* Ama Allah, İsâ Peygamberin eliyle onu öldürtür. Onun kanını İsâ Pey-samber´in mızrağında onlara gösterir." [203]


Kuvvetli Bir Azim Ve Samimi Bir İmanla Söylenen "Lailahe İllallahü V Illahü Ekber" Sözü, Kaleleri Yıkar Ve Şehirleri Fetheder:


Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur:

"—- Bir tarafı karada bir tarafı denizde olan bir şehir duydunuz mu

— Evet ya Rasûlallah.

— Beni İshak´tan yetmiş bin kişi oraya savaşa gitmeden kıyamet kop-mayacaktır. Oraya vardıklarında ordugâh kurarlar. Ama silahla savaşmaz ve bir ok dahi atmazlar. İYalnız "Lâilahe İllallahü Vallahü Ekber" dediklerinde şehrin bir tarafı (öyle sanıyorum ki, denizdeki tarafı, dedi) düşer. İkinci kez "Lâilahe İllallahü Vallahü Ekber" dediklerinde şehrin diğer tarafı düşer. Üçüncü kez "Lâilahe İllallahü Vallahü Ekber" dediklerinde kapılar onlara açılır, içeri girip ganimet elde ederler." Onlar ganimeti paylaşırlarken kendi­lerine bir imdat dileme sesi gelir ve bu sesin sahibi; "Deccal ortaya çıktı!" der. Onlar da her şeyi bırakıp geri dönerler. [204]


Müslümanların Rum İllerini Fethedip Bir Çok Ganimete Sahip Olacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:


İbn Mâce.... Amr b. Avn´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Müslümanların en küçük mertebe sahibi idarenin başına geçme­dikçe kıyamet kopmayacaktır." Rasûlullah böyle dedikten sonra, "Ey Ali, Ey Ali, Ey Ali!" diye seslenecek, Hz. Ali, "Buyur, anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah!" dedikten sonra Rasûlulah (s.a.v), sözüne şöyle devam ede­cektir: "Sizler Rumlarla savaşacaksınız. Sizden sonrakiler de onlarla savaşa­caklardır. Nihayet Allah yolunda kınayıcının kınamasından korkmayan Hi-cazhların seçkinlerinden olan önde gelen Müslümanlar, üzerlerine yürüye­cek, teşbih ve tekbirlerle Kostantiniye´yi fethedeceklerdir. Daha önce misli görülmemiş miktarda çok ganimet elde edecekler, öyleki ganimetleri kalkan­lara koyup paylaşacaklardır. O esnada biri gelip, "Ülkenizde Mesih (Deccal) ortaya çıktı!" diyecektir. Bilesiniz ki o söz yalandır. O sözü kabul eden de, reddeden de pişman olacaktır." [205]


Müslümanların Bazı Adaları, Rum İllerini Ve Fars Ülkesini Fethedeceklerine, Müslümanların Hak Davalarının Deccalın Batıl Davasını Mağlub Edeceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Müslim... Nafi´ b. Uyeyne>den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Denizdeki adaya [206] sefer düzenleyeceksiniz. Allah, oranın fethini müyesser kılacaktır. Sonra Fars ülkesine sefer düzenleyeceksiniz. Allah oranın da fethini müyesser kılacaktır. Sonra Rûm´a, (Bizans´a) sefer düzen­leyeceksiniz. Allah oranın da fethini müyesser kılacaktır. Sonra Deccal´la sa­vaşacaksınız. Allah sizi ona karşı galib kılacaktır." [207]


Rumların Bazı Güzel Özellikleri:



Müslim.... Müstevrid el-Kureşî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Rumların en kalabalık nüfusa sahip oldukları bir za­manda kıyamet kopacaktır!" Müstevrid bu hadisi rivayet ederken yanında bulunan Amr b. As kendisine; "Söylediklerine dikkat et!" diye uyarıda bu­lunmuş, o da; "Ben Rasûlullah (s.a.v)´den duyduğumu söylüyorum" diye karşılık vermiş, bunun üzerine Amr b. As şöyle demişti: "Rumlardan bahde-siyorsan şunu bil ki, onlarda dört meziyet vardır:

1- Onlar fitne anında insanların en dayanıklısıdırlar.

2- Musibetten sonra en çok toparlananlardır.

3- Kaçıştan sonra hemen saldırıya geçenlerdir.

4- Onlar düşküne, öksüze ve zayıfa hayır yaparlar.

Bunlara beşinci bir güzel özellik de eklenmelidir ki o da, hükümdarların zulmüne şiddetle karşı koymalarıdır." [208]


Rumların En Fazla Nüfusa Sahip Bir Millet Oldukları Zamanda Kıyamet Kopar:



Müslim... Müstevrid el-Kureşî´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Rumlar insanların en fazla nüfusa sahip milleti oldukları bir zamanda kıyamet kopacaktır." [209]

Müstevrid´in böyle bir rivayette bulunduğunu duyduğunda Amr b. As ona; "Senin Rasûlullaha isnad ettiğini söyledikleri bu hadisler nedir !" diye sormuştu. O da; "Ben Rasûlullah (s.a.v)´den duyduğumu söyledim." diye ce­vap vermiş, Amr da şöyle demişti: "Bunu dediğine göre şunu da bil ki; onlar fitne esnasında insanların en dayanıklısı ve musibet anında da en sabırhsıdır-lar. İnsanların en hayırlısı, düşkünlerine ve zayıflarına iyilikte bulunandır."

Bu da Rumların ahir zamanda Müslüman olacaklarını gösteriyor. Önce­ki sayfalarda geçen bir hadiste de ifade edildiği gibi belki de Kostantiniye ba­zı Rumlar tarafından fethedilecektir. O hadiste anlatıldığına göre Kostantini-ye´ye Benî İshak´tan (İshak oğullarından) yetmişbin kişilik bir ordu sefer dü­zenleyecektir. Rumlar Hz. İbrahim´in oğlu İshak´ın oğlu Is´in soyundandir-lar. Rumların bir kısmı, Beni İsrail´in amcazadeleridir. Bilindiği gibi İsrail, Hz. İshak´ın oğlu Hz. Yakub´un bir başka adıdır.

Rumlar ahir zamanda İsrâiloğulları´ndan daha hayırlı olacaklardır. Dec-cal´e yetmiş bin Isfahan yahudisi tabi olacaktır. Onlar, Deccal´ın yardımcıla­rıdır. Bunlar, yani Rumlar bu hadiste övülmüşlerdir. Umulur ki onlar Mer m 0 hu Mesih (a.s) vasıtast-yla Müslüman olacaklardır. Doğrusunu Allah

İsmail b. Ebi Üveys... Amr b. Avf´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) sövle buyurmuştur: "Rumlarla savaşacaksınız. Sizden sonra Hicazlı mümin­ler de onlarla savaşacaklardır. Nihayet Cenab-ı Allah, teşbih ve tekbir-ler(iy)Ie Kostantiniye ve Rumiye´nin kaleleri yıkılarak fetih(ler)ini müyesser kılacaktır. Daha önce elde edemedikleri kadar ganimete sahib olacaklar, öy­le ki kalkanlarla (ölçerek ganimetleri) paylaşacaklardır. Sonra bir ünleyici medet dilercesine: "Ey müslümanlar! Mesih Deccal, ülkenizde, çoluk çocu­ğunuzun arasındadır!" diye ünleyecek, insanlar malı bırakacaktır. Kimi ala­cak kimi bırakacak. Alan da bırakan da pişman olacaktır. "Şu ünleyen kim­di " diye soracaklar, ama kim olduğunu anlayamayacaklardır. "Kudüs´e bir öncü birliği gönderelim. Eğer Deccal ortaya çıkmışsa bu öncüler bize haber getirirler" diyeceklerdir. Öncüler Kudüs´e gidecek, orada Deccal´i göreme­yecek, aksine halkın sjükûnet içinde olduğunu görecek ve, "O ünleyici mut­laka önemli bir haber vermek için ünlemiş olmalı. Hadi bırakın bu ganimet­leri sefere azmedin. Hep birlikte Kudüs´e gidelim. Eğer Deccal oradaysa, Al­lah bizimle onun arasında hükmünü verinceye kadar kendisiyle savaşırız. Eğer orada yoksa zaten orası sizin beldenizdir. Şayet oraya dönerseniz de oranın insanları sizin aşiretinizdir." diyeceklerdir. [210]


Kudüs´ün Şen Ve Mamur Olması Esnasında Medine´ninHarab Olmaya Yüz Tutacağına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



İmam Ahmed b. Hanbel.... Muaz b. Cebel´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kudüs´ün şen ve mamur olması esnasında Medi­ne harab olacaktır. Savaş´çıkınca Kostantiniye fethedilecektir. Kostantiniye fethedilince Deccal ortaya çıkacaktır." Rasûlullah (s.a.v) böyle derken, ken­disiyle konuşmakta olduğu adamın baldırına ya da omuzuna vurarak sözünü şöyle sürdürdü. "Bu söylediğim, senin şurada (veya şöyle) oturuşun gibi ger­çektir." [211]

Bu sağlam bir sened ve hasen bir hadistir. Bu hadisin üzerinde doğruluk nuru ve peygamberlik heybeti vardır. Burada söylenmek istenen şey, Decca-l´ın ortaya çıkışından önce Medine´nin tümden harâb olacağı değildir. Bu an­cak ahir zamanda olacaktır. Nitekim bununla ilgili açıklama sahih hadislerde de verilecektir. Aksine Kudüs´ün şen ve mamur olması, peygamber şehri Medine´nin yıkılmasına neden olacaktır. Sahih hadislerde de sabit olduğuna göre Deccal, Medine´ye giremeyecektir. Şehrin kapılarında yalın kılıç duran melekler, onun içeri girmesine mani olacaklardır. [212]


Medine-İ Münevvere Vebadan Ve Deccal´dan Korunacaktır:



Buharı.... Ebû Hüreyre´denerivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Medine´ye veba ve Deccal giremez."[213]

Camiü´t-Tirmizî´de rivayet olunduğuna göre Hz. İsâ vefat ettiğinde, Peygaber (s.a.v) Efendimizin hücresine (mezarının bulunduğu odaya) defne­dilecektir. [214]


Medine-İ Münevvere´nin Uzun Süre Şen Ve Mamur Kalacağına Hz. Peygamber´în İşaret Buyurması:



Müslim.. Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Evler (yani Medine´nin evleri) İhab´a, (ya da Yehab´a) ulaşa­caktır." [215] (Yani Medine şehri büyüyecek ve evleri İhab (ya da Yehab) mıntı­kasına kadar uzanacaktır.) [216]

Medine-i Münevvere´nin bu mamurluğu, Kudüs´ün şen ve mamur hale gelmesinden önce olacaktır. Ve bu uzun bir müddet sürecek, sonra da tüm­den harap olacaktır. Nitekim nakledeceğimiz hadisler de bunu göstermekte­dirler. [217]


İleride Çıkacak Bazı Buhranlar Nedeniyle Medinelilerin Şehri Terkedeceklerine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Kurtubî... Hz. Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Medine halkı şehirlerini terkedecek, sonra oraya dönüp şenlendire­cekler, öyle ki şehir (insanlarla) dopdolu hale gelecektir. Sonra yine şehirle­rini terkedip gidecekler ve artık ebediyyen oraya geri dönmeyeceklerdir." [218]

Ebû Saîd´den merfu olarak rivayet edilen hadiste de aynı şeyler ifade edilmekte, Velid ise rivayetinde buna şu ifadeyi eklemiştir: "Halk, en verim­li olduğu bir zamanda Medine´yi terkedip gidecektir." Peki o ürünleri kim yi­yecek diye sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v) şu cevabı vermişti: "Kuşlar ve yırtıcı hayvanlar...." [219]

Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur: "Halkı, Medine´yi en verimli ve iyi durumdayken bırakıp gide­cek, şehri çevrede dolaşmakta olan kuşlar ve yırtıcı hayvanlar dolduracak, sonra Medine´ye gelmek üzere Müzeyne´den iki çoban, davarlarına seslene seslene yola koyulacak, geldiklerinde şehri ıssız, bomboş bulacaklar, Veda tepesine geldiklerinde ise yüz üstü yere kapaklanacaklardır." [220]

Huzeyfe, bir rivayetinde diyor ki: "Ben Rasûlullah (s.a.v)´e bazı şeyler sordum. Ancak Medineliler´i şehirden çıkaran sebebi sormadım."

Ebû Hüreyre´nin rivayet ettiği başka bir hadiste şöyle denmektedir: "Halk Medine´yi terkedip giderken şehrin ürünlerinin yarısı henüz taze hal­de olacaktır." Kendisine, "Ey Ebû Hüreyre, onların şehirden çıkıp gitmeleri­ne sebep nedir " diye sorduklarında, "kötü adamlar..." diye cevap vermiştir. [221]

Ebû Davud... Muaz b. Cebel´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle huv<;rmuştur: "Büyük savaş, Kostantiniye´nin fethi ve Deccal´ın ortaya çıkı- Bütün bunlar yedi aylık bir sürede olacaktır." [222]

İmam Ahmed b. Hanbel ile Ebû Davud... Abdullah b. Büsr´den rivayet ettiler ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Savaş ile şehrin fethi ara­sında "İti yıllık bir süre vardır. Yedinci yılda Deccal ortaya çıkacaktır." [223]

İbn Mâce bu hadisi... Bakiyye b. Velid´den bu şekilde rivayet etmiştir; ancak bunun önceki hadisle bağdaştırılması müşküldür. Ama bunu, "savaşın başlangıcıyla sona erişi arasında altı yıl geçmiştir. Savaşın sona ermesiyle şehrin, yani Kostantiniye´nin fethi arasında kısa bir süre geçecektir. Öyle ki savaşın sona ermesinden itibaren Kostantiniye´nin fethi ile Deccal´ın ortaya ´-ıkışı yedi ayda gerçekleşecektir." şeklinde tevil etmek mümkündür. Doğru­sunu Allah bilir.

Tirmizî... Yahya b. Saîd´den rivayet etti ki; Enes b. Mâlik şöyle demiş­tir: "Kostantiniye´nin fethi, kıyametin kopmasıyla beraberdir." [224]

Rivayet senedinde adı geçen Mahmud b. Gaylan, bunun garip bir hadis olduğunu söylemiştir. Kostantiniye (İstanbul), Bizans şehri olup Deccal´ın ortaya çıkışı esnasında fethedilecektir. Burası Peygamber (s.a.v)´den sonra sahabe zamanında fethedilmiştir. Bu hususta şüphe vardır. Çünkü Muaviye oraya oğlu Yezid komutasında -aralarında Ebû Eyyub el-Ensârî´nin de bu­lunduğu- bir ordu sevketmiş, ancak fetih gerçekleşememişti. Kendi devlet ve hakimiyetleri zamanında Mesleme b. Abdülmelik b. Mervan da orayı kuşat­mış, ancak o da fethedememiş ama Kostantiniye´de bir mescid yaptırılması şartıyla, Bizanslılar´la barış yapmıştı. Nitekim bu husus, önceki kısımlarda detaylı olarak anlatılmıştır. [225]


EN SONDA GELECEK MESİH-İ DECCAL´DAN ÖNCE,ÖNCÜ MAHİYETİNDE BAZI YALANCI DECCALLARINORTAYA ÇIKACAKLARINA DAİR BİR GİRİŞ



Allah hepsini kahretsin. Varacakları yeri de cehennem ateşi kılsın. [226]


Kıyametten Önce Peygamberlik İddiasında BulunanBazı Yalancıların Çıkacaklarına Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Müslim... Câbir b. Semtire´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kıyametten önce (bazı) yalancılar ortaya çıkacaktır." [227]

Hadisi rivayet eden Câbir de; "Bunlardan sakının" demiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kıyametten önce yalancı (peygamber)ler ortaya çıka­caktır. Yemame sahibi, San´a sahibi el-Absî, Himyer sahibi ve Deccal, bun­lardandır. Deccal, fitne bakımından bunların en büyüğüdür." Bu hadisi riva­yet eden Câbir; "Bazı arkadaşlarım bunların otuz kadar kişi olduklarını söy­lerler" demiştir.

Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Hepsi de Allah elçisi olduğu iddiasında bulunan otuz kadar Deccal gönderilmedikçe (ortaya çıkmadıkça) kıyamet kopmayacaktır." [228]

Müslim... başka bir kanalla Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Hepsi de Allah elçisi olduğu iddiasında bulunan otuz kadar Deccal gönderilmedikçe (ortaya çıkmadıkça) kıyamet kopmaya-caktir." [229]

Yine Ebû Hüreyre´den yapılan buna benzer başka bir rivayette Peygam­ber (s.a.v.)´in; ".... ortaya çıkmadıkça..." buyurduğu rivayet edilmiştir. [230]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Hepsi de Allah elçisi olduğu iddiasında bulunan otuz Deccal ortaya çıkmadıkça, mal (ve para) bollaşıp taşmadıkça, fitne mey­dana gelip herec ve kargaşa çıkmadıkça kıyamet kopmayacaktır." Ebû Hü-reyre dedi ki: "Herec nedir " denildiğinde Peygamber (s.a.v) üç kez tekrar­layarak, "Öldürmektir, öldürmektir, öldürmektir" dedi. [231]

Ebû Davud... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Hepsi de Allah´a ve Rasûlüne yalan isnad eden otuz yalancı Deccal ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmayacaktır."[232]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber öyle buyurmuştur: "Kıyametten önce hepsi de "Ben Peygamberim" îr a V otuza yakın Deccal ortaya çıkacaktır." Bu, senedi sağlam olan hasen hkhadİStir. [233]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ümmetimde yalancı Deccallar ortaya çıkacaktır. Onlar ne sizin ne de babalarınızın duymadığı sonradan çıkma (bid´atvari) özleri size getirecekler (söyleyecekler)dir. Sakının onlardan ve dikkatli olun ki sizi aldatmasınlar!" [234]

Müslim... Sevban´dan rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v) şöyle buyurmuş­tur: "´Ümmetimde otuz yalancı ortaya çıkacak, hepsi de kendisinin peygam­ber olduğunu iddia edecektir. Oysa ben son peygamberim. Benden sonra peygamber gelmeyecektir."

İmam Ahmed b. Hanbel´in rivayetine göre Ebü´l-Velid şöyle demiştir: Adamın biri İbn Ömer´^ müt´ayı sormuş ve yanında kadınların müt´ası bu­lunduğunu söylemiş, İbn Ömer de ona şu cevabı vermiş: "Allah´a andolsun ki bizler, Rasulullah (s.a.v)´ın zamanında (inanç hususunda) şüpheli değil­dik. Zina da etmezdik. Allah´a yemin ederim ki ben, RasÛlullah (s.a.v)´ın şöyle buyurduğunu işittim: "Kıyamet gününden önce Mesih Deccal ve otuz ya da daha fazla yalancı (peygamber) ortaya çıkacaktır." [235]


İslâm Ümmetinde Bazı Cehennem Davetçileri Görüleceğine Hz. Peygamber´in İşaret Buyurması:



Taberanî... İbn Ömer´den böyle bir hadis rivayet etmiştir. [236]

Hafız Ebû Ya´lâ.... İbn Ömer´den rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Ümmetimde hepsi de cehenneme davet edecek olan yetmiş küsur davetçi vardır. İsteseydim Onların ve kabilelerinin adlarını size bildirir­dim." [237] Bu hadisin senedinde sakınca yoktur. Çünkü aynı senedle İbn Mâce, avuçlayarak su içmeye dair bir hadis rivayet etmiştir.

Hafız Ebû Ya´lâ... Hırs b. Abdurrahman´dan rivayet etti ki; Ebü´l-Celas Şöyle demiştir: Hz. Ali´nin Abdullah b. Sebe´e şöyle dediğini işittim: "Yuh sana! Allah´a yemin ederim ki ben, Rasuluîlah (s.a.v)´in bana söyleyip de in­sanlardan gizlediğim hiçbir sözünü bırakmadım (hepsini açıkladım.) Onun Şöyle buyurduğunu işittim: "Kıyametten önce otuz yalancı görülecektir" ve ey Abdullah, doğrusu sen de o yalancılardan birisin!" [238]

Ebû Ya´lâ... Enes´ten rivayet etti ki; RasÛlullah (s.a.v) şöyle buyurmuş-r- Deccal´dan önce yetmiş küsur deccal ortaya çıkacaktır." [239] Bunda gariplik vardır. Sahih kitaplarda geçen bu husus-*akı rivayetin doğruluğu daha sabittir. Doğrusunu Allah bilir.

Rasulullah (s.a.v)´in açıklama yapmasından önce insanlar Deccal´dan çok söz edince Rasulullah (s.a.v) bu hususta bir açıklama yapma gereğini duymuştu. İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Bekre´den rivayet etti ki; Rasulul­lah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "İmdi hakkında çok konuştuğunuz şu adam (Deccal) hakkında şöyle bir açıklamada bulunacağım. Doğrusu o, kıyamet­ten önce ortaya çıkacak otuz yalancıdan biridir. Mesih´in korkusunun ulaş­madığı hiçbir belde kalmayacaktır." [240]

Yine Ahmed b. Hanbel.... Haccac kanalıyla Ebû Bekre´den rivayet etti ki; Rasulullah fs.a.v) şöyle buyurmuştur: "O (Deccal), kendisinden önce or­taya çıkacak olan otuz yalancıdan biridir. Mesih´in korkusunun girmeyeceği hiçbir şehir kalmayacaktır." [241]

İmam Ahmed b. Hanbel.... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu Deccal´in ortaya çıkmasından önce al­datıcı bazı seneler görülecektir. O senelerde doğru kimse yalan, yalancı kim­se de doğru konuşacaktır. Güvenilir kimse hıyanet edecek; hâin kimse ise gü­venilir olacaktır, O zamanda Ruveybide söz sahibi olacaktır." "Ruveybide nedir " diye sorduklarında Rasulullah (s.a.v) şöyle cevap vermiş: "O, hor ve hakir bir fasıktır. Halkın idaresinde söz sahibi olur." [242]

Bu hadisin senedi sağlamdır. Bunu bu senedle sadece İmam Ahmed b. Hanbel nakletmiştir. [243]

Deccal İle İlgili Hadisler Üzerine İbn Sayyad Hakkında Gelen Bazı Rivayetler:



Müslim... İbn Şihab´dan rivayet etti ki; Selem b. Abdullah şöyle demiş­tir: Rasulullah (s.a.v) birlikte Abdullah b. Ömer b. Hattab ve bir cemaat, İbn Sayyad´ın yanına gittiler. Onu (Mescid-i Nebevi´nin karşısındaki) Mağale oğullan kasrının yanında çocuklarla oynarken buldular. İbn Sayyad o günde bulûğa ermeye yaklaşmıştı. Yanına gelenlerin farkında olmamıştı. Derken Rasulullah (s.a.v), eliyle onun sırtına vurdu ve ona şöyle dedi:

— Benim Allah Rasulü olduğuma şehadet eder misin

— (Rasulullah´a biraz baktıktan sonra) senin, ümmîlerin Rasûlü olduğu­na şehadet ederim. Peki sen benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet eder misin

— Allah´a ve O´nun Rasullerine inandım. Sen ne görüyorsun

— Bana bir doğru bir de yalancı geliyor.

— Sen işi karıştırmışsın ve ben senin için bir şey gizlemişim.(Nedir o )

— Gizlediğin o şey ruhh (veya Duhh)tur.[244]

— Defol ve haddini bil!"

Orada bulunan Hattab oğlu Ömer (r.a.), "Ya Rasulallah, izin ver de şu­nun boynunu vurayım!" deyince Rasulullah (s.a.v) şu cevabı vermişti:

— "Eğer bu o (yani Deccal) ise sen kendisine güç yetiremezsin. Eğer o değilse (şu halde) kendisini öldürmende fayda yoktur." [245]

Böyle dedikten sonra Rasulullah (s.a.v) ve Übeyy b. Kâ´b, İbn Sayyad´m bulunduğu hurmalığa gittiler. Rasulullah (s.a.v) hurmalığa girince ağaçların dal ve yapraklanyla kamuflaj yaparak İbn Sayyad´ın kendisini görmesine en->1 oldu. îbn Sayyad kadife bir yatak üzerine uzanmıştı. Oradan anlaşılama-vacak derecede hafif bir ses duyuluyordu. îbn Sayyad´ın annesi, Rasulullah (s a v); hurma yaprakları ve dallarıyla kamuflaj yapmaktayken gördü ve oğ­luna: "ey Saf (Saf, İbn Sayyad´ın adıdır) İşte Muhammed burada!" dedi. Bu­nu duyan İbn Sayyad ayağa kalktı. Rasulullah da onun annesine; "Keşke bı-raksaydın da konuştukları anlaşılsaydı." dedi. [246]

Sonra Rasulullah (s.a.v) kalkıp cemaate bir hutbe irâd etti. Allah´ı lâyı-kı veçhiyle övdükten sonra Deccal´dan bahsederek şöyle buyurdu: "Ben sizi ona (Deccal´a) karşı uyarıyorum. Kavmini ona karşı uyarmamış hiçbir pey­gamber yoktur. Doğrusu Nuh da kavmini ona karşı uyarmışı. Ama ben size onun hakkında hiç bir peygamberin demediğini diyorum. Bilesiniz ki; onun bir gÖZÜ kördür. Oysa; Allah kör değildir." [247]

İbn Şihab´ın bazı sahabilerden naklen anlattığına göre Rasulullah (s.a.v), bir gün insanları Deccal´a karşı uyarırken şöyle buyurmuştur: "Doğ­rusu onun iki gözünün arasına ´kâfir´ diye yazılmıştır. Onun amelinden hoş­lanmayan herkes (veya her mümin kişi) o yazıyı okur. Bilesiniz ki hiç biri­niz ölmeden önce Rabbini göremeyecektir."[248]


Hz. Peygamberin Deccal´a Karşı Müslümanları Uyarması Ve Onun Bazı Niteliklerini Anlatması:



Müslim... İbn Ömer´den rivayette bulunarak dedi ki: Rasûllah (s.a.v,), cemaatin ortasında Deccal´dan bahsetti, sonra da sözünü şöyle sürdürdü: "Şüphesiz Allah kör değildir. Ama Mesih-i Deccal´ın sağ gözü kördür. Onun gözü sanki yuvasından fırlamış bir üzüm tanesidir." [249]

Müslim... Enes´ten rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ´Yalancı ve tek gözlüye (Deccal´a) karşı ümmetini uyarmamış hiç bir pey­gamber yoktur. Onun bir gözü kördür. Ama Rabbiniz kör değildir. Onun (Deccalm) iki gözünün arasına kâfir (kelimesi) yazılıdır." [250]

Buharı de Şube´den böyle bir rivayette bulunmuştur. Müslim... Enes´ten rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Deccal´ın gözü ve kaşı yoktur gözlerinin arasına kâfir (kelimesi) yazılmış-ter. Sonra kafirler bu kelimeyi hecelerler. Müslümanlarsa (rahatlıkla) okur-ar" [251]

Müslim... Huzeyfe´den rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v.) şöye buyur-üştur: "Ben Deccal´ın beraberinde neler olduğunu kendisinden daha iyi bi-yonım. Onunla beraber iki nehir vardır. Bunlardan biri gözler önünde akan, bembeyaz sulan olan bir nehirdir. Diğeri gözler önünde akan alevli bir ateş nehridir. Sizden biri şayet o zamana ulaşırsa, ateş oarak gördüğü ırmağa gel­sin. Gözünü yumup başım eğsin ve içsin. Aslında (ateş gibi görünen o nehir) soğuk bir sudur. Deccalın gözlerinin (çukuru yoktur) yeri dümdüzdür. Göz­lerinin üzerinde kalın bir deri parçası vardır. Gözlerinin arasına kâfir (keli­mesi) yazılıdır. Onu yazı bilen bilmeyen her mümin [252] okur."[253]


Deccal´m Ateşi Cennet, Cenneti De Ateştir:



Buharı ve Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet ettiler ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Dikkat edin! Size Deccal hakkında hiç bir peygamberin kendi kavmine vermediği bilgileri vereceğim: Onun bir gözü kördür. Onun beraberinde Cennet ve Cehennem gibi şeyler gelecektir. Cennet dediği şey cehennemdir. Nuh´un kendi kavmini Deccal´a karşı uyardığı gibi ben de sizi ona karşı uya­rıyorum." [254]


Hz. Peygamberin, Ümmetini Deccal´m Beraberindeki Kuvvet Ve Fitne Sebeplerine Aldanmaktan Uyarması:



Müslim... Müslim b. Münkedir´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Câbir b. Abdulah´ın, "´İbn Sayyad, Deccal´ın tâ kendisidir" diye yemin ettiğini gördüm. Kendisine ´sen bu hususta Allah adına yemin mi ediyorsun " diye sormam üzerine şu karşılığı verdi: "Hz. Ömer´in Rasûlullah (s.a.v.)´in yanın­da bu hususta yemin ettiğini işittim. Rasûlullah (s.a.v.) ona bu hususta karşı çıkmadı." [255]

Nafi´den rivayet olunduğuna göre İbn Ömer (r.a.), Medine yollarından birinde İbn Sayyad´la karşılaşıp onu öfkelendirecek ve adeta sokağı doldura­cak kadar şişmesine neden olacak bir söz söylemişti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre İbn Ömer (r.a.) kendisini kızdıran o sözü söyleyince İbn Sayyad yüksek sesle eşek gibi anırmış, İbn Ömer de sopası kırılıncaya dek onu dövmüş, sonra da bacısı ve aynı zamanda mümin­lerin annesi Hz. Hafsa´mn evine gitmişti. Hz. Hafsa ona; "İbn Sayyad´dan ne istedin Sen, Rasûllah (s.a.v.)´in "O (Deccal) ancak duymuş olduğu bir öfke­den çıkar" dediğini duymamış mısın " [256]


İbn Sayyad, Büyük Deccal Değildir. O Ancak Çok Sayıda Görülecek Olan Küçük Deccallardan Biridir:



Bazı alimler dediler ki: Bazı sahabiler, İbn Sayyad´ın Deccal olduğunu sanıyorlardı. Oysa ki o Deccal değildir. O ancak küçük bir adamdır.

Sahih hadiste sabit olduğuna göre İbn Sayyad, Mekke-Medine arasında Phl Sâîd´le yolculuk etmekteyken insanların kendisine; "O Deccaldır" de-´ elerinden ötürü rahatsız olduğunu şikayetvarî bir dille ifade etmiş, sonra Pbû Saîd´e şöyle demiş: Rasûlullah (s.a.v.), "Deccal Medine´ye giremez" de-edi mi Oysa ben Medine´de doğdum. Onun çocuğunun olmayacağım Ra-"ılullah söylemiş; oysa benim çocuğum vardır. Rasûlullah, "O kâfirdir" de­di Oysu ben müslüman oldum. Ama bununla beraber onu en iyi tanıyan ve verini en iyi bilen adam benim. Ama Deccallık bana teklif edilse ben buna hayır demem!" [257]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebu´l-Vedâk´tan rivayet etti ki; Ebû Saîd şöy­le demiştir.

İbn Sayyad´dan bahsedildi, Hz Peygamberin yanında. Ömer (r.a.) dedi ki: "İbn Sayyad, yanına vardığı her şeyin kendisiyle konuştuğunu iddia edi­yor." [258]

Kısaca diyeceğimiz şudur ki: İbn Sayyad, kesinlikle ahir zamanda çıka­cak olan Deccal değildir. Zira bunun böyle olduğu hususunda Fatıma binti Kays el-Fihriye´nin rivayet ettiği bir hadis vardır. Bu hadis bu konuda kesin bir ölçüttür. Doğrusunu Allah bilir. [259]


Fatıma Binti Kays´m Deccal Hakkındaki Hadisi



Müslim... Âmir b. Şürahil eş-Şa´bî´nin şöye dediğini rivayet etmiştir: Dahhâk b. Kays´m bacısı ve ilk muhacirelerden Fatıma binti Kays´a, Nam-dan´ın şöyle sorduğunu işittim: "Kendisinden başka hiç kimseye dayanma­dan direkt olarak Rasûlullah (s.a.v.)´den duyduğum bir hadisi bana nakleder misin " Fatıma da ona şöyle dedi:

"Muğire ile nikahlandım. O zaman kendisi Kureyş´in en hayırlı gençle-rindendi. Rasûlullah (s.a.v.)´le birlikte yaptığı cihadın evvelinde vuruldu. Vefat edince beni Rasûlullah (s.a.v.)´in bir kaç ashabı arasından Abdurrah-man b. Avf istedi. Rasûlullah (s.a.v.)´in; "Beni seven Üsame´yi sevsin" de­diği bana nakledilmişti. Rasûlulah (s.a.v.) bu hususta benimle konuştuğunda ben ona; "Evlenmem konusunda yetki senindir. Beni dilediğinle evlendirebi-Hrsin" dedim. Bana dedi ki:

Ummü Şerik´in evine taşın. Çünkü o Ensardan olan zengin bir kadın­dır. Allah yolunda çok infakta bulunur. Ona çok misafirler konuk olur. — Olur, onun evine taşınırım.

—- Hayır, hayır, öyle yapma. Çünkü Ümmü Şerik´in evine çok misafir-er gelir. (Sen oradayken) korkarım ki, başörtün düşer veya eteğin açılır da apakların görünür ve millet senin görmeni istemediğin bazı yerlerini görür. yısı mi sen amcanoğlu Abdullah b. Amr b. Ümmü Mektum´un evine git.

O, Benî Fihr kabilesindendir. Benî Fihr, kendisinin de mensub olduğu R, r^ş kabilesinin bir koludur. Bern araya gittim. İddetimi tamamladığımda ulh (s.a.v.)´in münadisi (duyurucusu)nin, "Haydin namaza!" diye duyuru yaptığım işittim. Hemen mescide gittim. Rasûlullah (s.a.v.)´e tabi ola­rak namaz kıldım. Ben, erkeklerin arkasındaki kadın saflarında duruyordum. [260]


Cessase İle Deccal´m Görüldüklerine İlişkin Temim Ed-Dârî´den Gelen Bir Rivayet:



Rasûlullah (s.a.v.) namazını kıldıktan sonra minbere oturdu. Gülüyordu "Herkes namaz kıldığı yerinden ayrılmasın" diyerek söze başladı. Sonra, "Si­zi niçin topladığımı biliyor musunuz " diye sordu. "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dediler. Buyurdu ki: "Allah´a andolsun ki sizi bir şeye imrendirmek ve­ya bir şeyden korkutmak için burada toplanmış değilim. Ancak Temim ed-Dâri hristiyan bir adamdı. Gelip biat etti, müslüman oldu. Size Mesih-i Dec-cal hakkında anlattıklarıma uygun düşen bazı şeyler anattı bana. Şöyle ki: Temim ed-Dârî, Lahm ve Cüzam kabilelerinden otuz kişiyle birlikte bir ge­miye binip deniz yolculuğuna çıkmış. Denizde dalgalar bir ay süreyle onları oynatmış, sonra denizdeki bir adaya demir atmışlar. Ada, (göz görüşüne gö­re) güneşin battığı yerdeymiş. Geminin kenarına oturmuş ve oradan da ada­ya çıkmışlar. Saç ve tüylerinin çokluğu nedeniyle önü ve arkası ayırdedile-meyen çok saçlı ve tüylü bir yaratık onları karşılamış. Ona sormuşlar:

— Hey! Sen kimsin, nesin

— Ben Cessase´yim.

— Cessase nedir (kimdir)

— Ey millet. Kilisedeki şu adamın yanına gidin. O, sizin haberlerinize hasrettir.

Bize bir adamın verince kendisinin şeytani bir yaratık olmasından kork­tuk. Acele o tarafa gittik. Nihayet kiliseye girdik. Orada daha önce mislini görmediğimiz irilikte bir adam gördük. Elleri boynuna, dizleri de ayak to­puklarına demir zincirle bağlanmıştı. Sıkı tutulmuştu başlan. Kendisine sor­duk:

— Hey! Sen kimsin, nesin

— Birşeyler söyleyecekseniz siz bana kim olduğunuzu söyleyin.

— Biz arabız. Bir gemiye binerek denize açıldık. Denize tam şiddetli ol­duğu bir zamanda karşılaştık. Dalgalar bir ay süreyle bizi denizde oynattı. Sonra şu adanıza sığındık. Geminin kenarına oturduk ve adanıza çıktık. Ada­da saç ve tüylerinin çokluğu nedeniyle önü ve arkası ayırd edilemeyen çok saçlı ve tüylü bir yaratıkla karşılaştık. Kendisine kim olduğunu sorduğumuz­da, Cessase olduğunu ifade ederek şöyle dedi: "Kilisedeki şu adama gidin o, sizin haberlerinize hasrettir." Biz de çabucak sana yöneldik. Yanından ayrıl­dığımızda onun şeytanî bir yaratık olmasından korktuk.

Bundan sonra kilisedeki adamla aramızda şöyle bir konuşma geçti:

— Bana Beysan hurmalığından bahsedin.

— Oranın nesini öğrenmek istiyorsun

— Oradaki ağaçlar meyve veriyorlar mı

__ Evet.

— Yakında o ağaçlar meyve vermez olacaktır.

__Bana Taberiye gölünden bahsedin.

— Oranın nesini öğrenmek istiyorsun

___ Orada su var mı

— Hem de çok...

— Yakında o göl kuruyacaktır.

— Bana Zuğar pınarından bahsedin.

— Oranın nesini öğrenmek istiyorsun

— Orada su var mı Ahalisi o pınarın suyuyla ekin ekiyor mu

— Evet, pınarın suyu çoktur. Yöre insanları o pınarın suyuyla ekin eki­yorlar.

— Bana ümmilerin peygamberinin yaptıklarını anlatın.

— Mekke´den çıktı Medine´ye yerleşti.

— Araplar onunla savaştılar mı

— Evet.

—- Onlara ne yaptı, nasıl davrandı

—- Peşine düşen araplara galib oldu, onlar da kendisine boyun eğip ita­at ettiler.

— Gerçekten böyle mi oldu

— Evet.

— Onların kendisine boyun eğip itaat etmeleri, kendi yararlarmadır. Şimdi de ben size kendimden söz edeyim. Ben Mesih-i Deccal´ım. Yakında ortaya çıkmam için bana izin verilecek, ben de çıkıp yeryüzünde dolaşaca­ğım. Kırk gece içinde uğramadık yer bırakmayacağım. Yalnız Mekke ve Me­dine hariç. O iki beldeye girmem yasaktır. O şehirlerden birine girmek iste­diğimde, elinde yalın kılıcı olan bir melek karşıma çıkar ve beni geri çevirir. O şehirlerin bütün giriş yerlerinde koruyucu melekler vardır."

Rasûlullah (s.a.v) minberde Temim´in bu sözlerini naklederken basto­nuyla minbere vurup "Tiybe kelimesiyle Medine kastediliyor. Ben size bun­dan bahsetmiş miydim " diye sordu. Cemaat, "Evet" cevabını verince sözü­nü şöyle sürdürdü: "Temim´in anlattıklarına hayret ettim. Onun sözleri, be­nim Mekke ve Medine hakkında size anlattıklarıma uyuyor. Dikkat edin Me-sıh-i Deccal Şam veya Yemen denizinde, hayır hayır doğu tarafındadır!" Böyle derken Rasûlullah (s.a.v) eliyle doğu tarafını gösterdi. (Hadisin ravisi Fatıma diyor ki:) Ben bunu Rasûlullah (s.a.v)´den böyle duyup [261] ezberledim. [262]


FATIMA BİNTİ KAYS HADİSİ



İmam Ahmed b. Hanbel,..Mücalid´den rivayet etti ki; Âmir şöyle demiş­tir: Medine´ye geldim. Fatıma binti Kays´a uğradım, Buna şunları anlattı: Kocam beni Rasûlullah (s.a.v)´in zamanında boşadı. Rasûlullah onu bir se-riyyede gazaya gönderdi. Kayınbiraderim evden çıkmamı istedi. Ben de id-det süresince o evde barınma ve nafaka hakkım olduğunu söyledim. Kabul etmedi. Bunun üzerine ben de Rasûlullah´a gidip, kocamın beni boşadığıni, kayınbiraderimin beni evden çıkarmak istediğini, evde barınmama ve nafa­kamı almama engel olduğunu söyledim. O da kayınbiraderimi çağırtıp; "Fa­tıma binti Kays´la olan probleminiz nedir " diye sordu. Kayınbiraderim, ko­camın beni üç talakla boşamış olduğunu söyleyince Rasûlullah bana dedi ki: "Bak, ey Kays´ın kızı (Fatıma!) Kocasının evinde barınma ve nafaka alma hakkı, ancak ric´î talakla boşanmış olan kadın için vardır. Ama kocasının tekrar kendisine dönmesi imkânsız olacak şekilde boşanan kadın için bu hak yoktur. Şujıalde kocanın evinden çık, falan kadının evine yerleş."[263]

Ravi Amir´in ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v) bundan sonra Fatıma´ya şöyle demiş: "İbn Ümmü Mektum´un evine yerleş. Çünkü o amadır, seni gö­remez. [264] Sonra ben seni evlendirmeden kimseyle evlenme." Kureyşli bir adam benimle evlenmeye talib oldu. Ben de Rasûlullah (s.a.v)´e gidip bu hu­sustaki emrini sordum. Bana dedi ki:

-— O Kureyşli adamdan daha çok sevdiğim biriyle evlenmez misin

— Evlenirim ya Rasûlallah. Beni istediğin kimseyle evlendirebilirsin.

Beni Üsame b, Zeyd´le evlendirdi." Ravî Âmir diyor ki: Ben yanından kalkıp gitmek istediğimde Fatıma bana şöyle dedi: "Otur da sana Rasûlullah (s.a.v)´den bir hadis nakledeyim: Günlerden bir gün Rasûlullah (s.a.v) evin­den çıkıp sıcağın şiddetli olduğu bir zamanda öğlen namazını kıldı. Namaz­dan sonra oturup vaktini insanlara ayırdı ve şöyle dedi:

"Oturun ey insanlar. Ben burada herhangi bir korku veya panik nedeniy­le oturup konuşuyor değilim. Yalnız şu var ki, Temim-i Dârî bana gelip bir haber verdi. Sevinçten, memnuniyetten ve gözümün aydınlanmasından ötü--"len isürahatime mani oldu. Peygamberinizin sevincini size yaymak (si-7 s°evtfi.ime ortak etmek) istedim.

Temim´in bana anlattığına göre amcazadelerinden bir grup, deniz yolcu-" na çıkmışlar. Denize açıldıklarında fırtınaya yakalanmışlar. Rüzgar on-1 n tanımadıkları bir adaya sığınmak mecburiyetinde bırakmış. Geminin ke-a oturmuş, sonra da adaya çıkmışlar. Adaya çıktıklarında, kadın mı er­kek mi ol-uğu belirsiz, her tarafı tüylü bir yaratıkla karşılaşmışlar, ona selâm vermişler, selâmlarını aldıktan sonra ona demişler ki: __Bİze bir haber vermeyecek misin

— Size ne haber veririm, ne de haber sorarım. Ama şu görmekte oldu­ğunuz kilisede, sizden haber sormaya ve size haber vermeye hasret biri vardır.

— Sen nesin ve kimsin

— Ben Cessase´yim.

Temim´in amcazadeleri, yürümeye başlamış, nihayet kiliseye varmışlar­dı. İçeri girdiklerinde siki sıkıya bağlanmış olup üzüntüsünü açığa vuran, ay­nı zamanda çokça şükreden bir adamla karşılaşmış, ona selâm vermişler, o da selâmlarını alıp kendilerine sormuş:

— Siz kimsiniz

— Araplardan bazı kimseleriz.

—- Araplar ne yapıyorlar Peygamberleri ortaya çıktı mı

— Evet.

-— Ne yaptılar ona

— İyi yaptılar. Ona iman ettiler, onu tasdik ettiler.

— Böyle yapmaları onların hayrınadır.

— Araplar ona düşman oldular ama Cenab-ı Allah onu onlara galip kıldı.

— Bugün Arapların bir tek ilâhı, bir tek peygamberi mi var Hepsi itti­fak halinde midirler

— Evet.

— Zuğar pınarı ne durumda

— iyi durumdadır. Yöre halkı onun suyunu içiyor, onunla ekinlerini su-luyorlar.

— Amman´la Beysan arasındaki hurmalık ne durumda iyi durumdadır. Her yıl ürünleri devşirilip yeniyor.

— Taberiye gölü ne durumda

— Suyla doludur.

_ (Göğüs geçirip yemin etti) Eğer buradan çıkarsam Allah´ın ayak bas­madık hiç bir yerini bırakmayacağım yalnız Mekke ve Medine hariç. Benim ukmüm oraya geçmez." Ravinin anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v), Te-ım m bu hadisim naklederken şu saplamayı yapmış. "Deccal Medine´ye s emez. Benim sevincim(e neden olan sözler) burada sona eriyor. Kendisin­in başka ilâh bulunmayan Allah´a yemin ederim ki; Medine´nin dar olsun lİv1SUn bütün yolarında, düzlük ve tepelerinde kıyamete dek duracak kı.lıciı melekler koruyuculuk yapacaklardır. Bu nedenle Deccal Medi- girip halkın üzerine varamayacaktır."

Hadisin râvisi Âmir diyor ki; Ebû Hüreyre´nin oğlu Muhriz´le karşılaş­tım. Ona Fatıma binti Kays´ın bu hadisini aktardım. Bana dedi ki: "Babam Ebû Hüreyre´nin de bana bu hadisi aynen aktardığına tanıklık ederim. Ancak onun aktardığı hadisin bir yerinde Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuş: "Me-sih-i Deccal, doğu denizindedir."

Sonra Kasım b. Muhammed´le karşılaştım. Ona da Fatima´mn rivayet ettiği bu hadisi naklettim. Bana şöyle dedi: "Hz. Aişe´nin de bana bu hadisi aynen aktardığına tanıklık ederim. Ancak o, şunu da söylemişti: "Hare­meyn´e, yani Mekke ve Medine´ye girmek, Mesih-i Deccal´a yasaktır." [265]

Ebû Davud... Ebû Seleme´den rivayet etti ki; Fatıma binti Kays şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) bir gece yatsı namazını geç kıldı. Sonra çıkıp şöyle dedi: "Temim-i Dârî´nin bana anlattığı bazı şeyler, zamanında yanını­za gelmeme mani oldu. Temim, denizdeki bir adaya varmış, orada saçını yer­den sürümekte olan bir kadınla karşılaşmış. Ona sormuş:

— Sen nesin ve kimsin

— Ben Cessase´yim. Şu köşke git.

Adam köşke vardığında orada saçını yerden sürümekte olan, orada zin­cirlere vurulmuş olup yerle gök arasında sıçrayıp düşmekte olan bir adamla karşılaşmış; ona şöyle sormuş:

— Sen kimsin

— Ben Deccal´im. Araplar ne yapıyorlar Peygamberleri ortaya çıktı mı

— Evet çıktı.

— Ona itaat mi ettiler yoksa isyan mı

— İtaat ettiler.

— Bu, onların hayrınadır." [266]

Ebû Davud... Câbir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) bir gün minber üzerinde şöyle buyurmuştur:

"Bir ara bir gurup insan denizde yolculuk yapmaktayken azıkları tüken­mişti. Kendilerine bir ada görünmüştü de ekmek bulmak amacıyla adaya çık­mışlar ve karşılarına Cessase çıkmıştı...

Hadisin ravisi Câbir diyor ki: "Ebû Seleme´ye, Cessase´ninkim olduğu­nu sordum. Onun saçlarını ve tüylerini yerden sürümekte olan bir kadın ol­duğunu söyledi. Cessase onlara ileride görünmekte olan köşkteki bir adamın yanına gitmelerini salıklamıştı. Yanına gittikleri adam onlara Beysan hurma­lığını ve Zuğar pınarını sormuştu. O adam Mesih-i Deccal´dı. Câbir, İbn Say-yad´ın Deccal olduğuna tanıklık etti. Ben, İbn Sayyad´ın müslüman olduğu­nu, Medine´ye girdiğini, sonra da öldüğünü (bu nedenle onun Deccal olama­yacağını) söyledim. Ama Câbir, buna rağmen onun yine de Deccal olduğunu söyledi." Bu cidden garip bir rivayettir.[267]

Hafız Ebû Ya´Iâ... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) minber üzerine oturup şöyle buyurdu: Temim bana bir şeyler anlattı. (Böyle Temim´i mescidin bir köşesinde gördü.) Ona, "Ey Temim, bana an-^ M ,rmı halka da anlat" dedi. Temim söze şöyle başladı: *at l "Biz bir adadaydık. Önü ve arkası birbirinden ayırd edilemeyen bir hay-karşılaştık. Bize, "Benim yaratılışıma ve tipime şaşıyorsunuz. Şu kili-TSa sizinle konuşmayı arzulayan biri var" dedi. Kiliseye girdiğimizde to-S£ Harından kulaklarına kadar zincire vurulmuş bir adamla karşılaştık. Burun •İlklerinden biri tıkalı, göz çukurlarından biri dümdüz (olan tek gözlü biri) Kim olduğumuzu sordu. Kendimizi ona tanıttık. Taberiye gölünün duru­munu sordu. Eski halde olduğunu söyledik. Beysan hurmalığını sordu. Onun da eski halde olduğunu söyledik. "Şu iki ayaklarımla yeryüzünün her tarafı-u dolaşacağım, sadece İbrahim´in beldesi (Mekke) ile Tıybe´ye girmeyece­ğim" dedi. Rasûlullah (s.a.v), Tıybe´nin Medine şehri olduğunu söyledi." Bu cidden garip bir hadistir. Ebû Hatim; "Bu metin bir rivayet değildir" dedi. [268]


İbn Sayyad, Medine Yahudilerindendir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Zübeyr´den rivayet etti ki; Câbir b. Ab­dullah şöyle demiştir: Medine´de Yahudilerden bir kadın, kör gözlü ve sivri dişli bir çocuk doğurdu. Rasûlullah (s.a.v), onun Deccal olmasından korktu. Onun bir kadife örtü altında fısıldamakta olduğunu gördü. Annesi onu Rasû-lullah´m yanma getirerek ona, "Ey Abdullah! Bu Ebü´l-Kasım´dır. Kadife­nin içinden çık ta kendisiyle görüş" dedi. Rasûlullah (s.a.v.), annesine, "Al­lah kahretsin, ne olmuş ki sana Bıraksaydın da fısıldamakta olduğu şeyleri açıklasaydı" dedi. Sonra da İbn Sayyad´ın kendisine sordu:

— Ey İbn Sayyad, ne görüyorsun

— Hakkı görüyorum, batılı görüyorum. Su üzerinde Arş´ı görüyorum.

— Ben sana bunarı sormuyorum. Benim Allah Rasûlü olduğumu şeha­det ediyor musun

— Ben Allah´a ve O´nun bütün rasûllerine iman ettim."

Rasûlullah (s.a.v) böyle dedikten sonra onu bırakıp gitti. Sonra ikinci kez bir hurmalıkta onun yanma geldi. Annesi onu Rasûlullah´a yaklaştırdı ve ona "Ey Abdullah! Bak, Ebü´l-Kasım buraya gelmiş" dedi. Rasûlullah (s.a.v) de annesine; "Allah kahretsin, ne olmuş ki sana Bıraksaydın da fısıldamak­ta olduğu şeyleri açıklasaydı." dedi.

Rasûlullah (s.a.v) onun Deccal olup olmadığını anlamak için onun fısıl-adıgı bazı kelimeleri işitmek istiyordu. Ona sordu: - Ey ibn Sayyad, ne görüyorsun

Hakkı görüyorum, batılı görüyorum, su üzerinde Arş´ı görüyorum. - Benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun ~ Asıl sen benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun İb s Allaha ve Rasûllerine imân ettim."

lah , n ^ayyad´ın sözleri birbirine karışıp anlaşılmaz hale gelince Rasûlul-Hattab h- °nU bırakıP Şiui- Üçüncü ve dördüncü kez de Ebubekir, Ömer b.ır grup Muhacir ve Ensarla birlikte -ki beraberinde ben de vardım-

İbn Sayyad´ın yanına geldi. Rasûlullah bizden önce onun yanına vardı. Onun söylediği bazı sözleri duymak ümidiyle acelece yanına vardı ama annesi, Ra-sûlullah´tan önce oğlu İbn Sayyad´ın yanına yetişip, "Ey Abdullah! Bak Ebü´I-Kasım geldi" dedi. Rasûlullah ta ona: "Sana ne oldu! Allah seni kah­retsin. Bıraksaydın (fısıldamakta olduğu kelimeleri) açıklasaydı!" dedi. Son­ra dönüp İbn Sayyad´a sordu:

— Ey İbn S ay yad! Ne görüyorsun

— Hakkı görüyorum, batılı görüyorum, su üzerinde Arş´ı görüyorum.

— Benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun

— Asıl sen benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun

— Ben Allah´a ve Rasûllerine iman ettim. Ey İbn Sayyad, senden gizle­diğimiz iki şey var. Nedir onlar

__Duhh´tur.[269]

— Defol, defol!.."

Orada hazır bulunan Ömer b. Hattab; "Ey Allah´ın Rasûlü, izin ver de şunu öldüreyim" deyince Rasûlullah (s.a.v) ona şu karşılığı vermişti:

"Eğer bu Deccalsa, bununla uğraşacak olan sen değilsin. Deccal´ın hak­kından ancak Meryemoğlu İsâ gelecektir. Eğer bu Deccal değilse bizimle ah­di olan bir adamı öldürmeye hakkın yoktur." [270] Hadisin ravisi Câbir diyor ki: "Rasûlullah (s.a.v), İbn Sayyad´ın Deccal olmasından korkardı hep." [271] Bu cid­den garip bir rivayettir.[272]

İmam Ahmed b. Hanbel... Şakîk b. Seleme´den rivayet etti ki; Abdullah b. Mes´ud şöyle demiştir: Biz bir ara Rasûlullah (s.a.v) ile beraberken, oyun oynamakta olan bir kaç çocuğa uğradı. Aralarında İbn Sayyad da vardı. Ra­sûlullah (s.a.v) ona dedi ki:

— Elleri topraklanasica! (Yoksul düşmesi için yapılan bir beddua.) Be­nim Allah Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun

— Asıl sen benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun [273]

Orada hazır bulunan Hz. Ömer, "Bırak da şunun boynunu vurayım ya Rasûlallah" deyince Rasûlullah (s.a.v) ona şu cevabı vermişti: "Eğer bu, ken­disinden korkulan (Deccal) ise, kendisine güç yetiremezsin." [274]


Rasûlullah (S.A.V)´ın Söylemesi Mümkün Olmayan Ve Aklen Reddedilen Bazı Kabul Edilmez Rivayetler:



İbn Sayyad hakkında nakledilen hadisler çoktur. Bunların bazısında onun Deccal olup olmadığı hususunda tereddüde düşüldüğü görülmektedir. Doğrusunu Allah bilir ya bu hadislerin, Deccalm durumu ve belirlenmesi hu­susunda Rasûlullah´a vahiy gelmesinden önce söylenmiş olması muhtemel­dir.

Temim-i Dârî´nin bu konudan kesin bir ölçüt teşkil eden hadisi önceki

sayfalarda nakledilmişti. İbn Sayyad´ın Deccal olmadığını gösteren bazı ha­disleri nakledeceğiz. Yşüce Allah daha bilgili ve daha hikmetlidir.

Buharı... Salim b: Abdullah b. Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Bir ara ben ayakta Kabe´yi tavaf etmekteyken saçları düz olan ve ba­şından (su) damlayan yahut akan esmer bir adam gördüm. "Kimdir bu " de­dim. "Meryemin oğludur" denildi. Sonra yüzümü döndürüp baktığımda iri yarı, kızıl tenli, başı traşh, tek gözlü bir adam gördüm. Ona en çok benzeyen kişi, Huzaa kabilesinden İbn Katun adındaki adamdır." [275]

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir b. Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Deccal, dinin zayıfladığı ve ilimden yüz çevirildiği bir dönemde orta­ya çıkacaktır. Onun kırk gecesi vardır. O süre zarfında yeryüzünü dolaşacak­tır. O sürenin birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir cu­ma (yani bir hafta) gibidir. Diğer günleriyse sizin şu günleriniz gibidir. Onun bindiği merkebinin iki kulağının arasındaki genişlik kırk zira´dır. [276] İnsanla­ra, "4Ben sizin Rabbinizim!" diyecektir. Onun bir gözü kördür. Rabbinizin gözü kör değildir. İki gözünün arasına heceli olarak "Ke-fe-re" yazılıdır. Ya­zı bilen bilmeyen her mü´min o yazıyı okur. O her suyun ve kaynağın başı­na gelir. Sadece Mekke ve Medine´ye giremez. Çünkü Allah oraları ona ya­saklamıştır. Bu iki beldenin kapılarında melekler dururlar. Beraberinde dağ­lar kadar ekmek vardır. O zaman insanlar kıtlık içinde olacaktır. Kendisine tabi olanlar hariç. Beraberinde iki nehir vardır. Bunları ben onlardan daha iyi bilirim. Nehirlerden birine cennet, diğerine de cehennem der, Cennet dediği nehire sokulan kişi oranın cehennem olduğunu görür. Cehennem dediği ne­re sokulan kişi ise oranın cennet olduğunu görür. Onunla beraber şeytanlar olacağını da duydum. O şeytanlar insanlarla konuşurlar. Onun beraberinde büyük bir fitne vardır. İnsanların gözleri önünde göğe emir verir, yağmur ya­ğar. Yine insanların gözleri önünde bir adamı öldürür, sonra da diriltir. İn­sanlara da, "Bunu Rabden başkası yapabilir mi " diye sorar. İnsanlar korkuy­la Şam´daki Duhan dağına koşarak giderler. Deccal gelip onları şiddetli bir kuşatma altına alır, bitkin ve bitap hale getirir. Sonra seher vakti Meryem oğ­lu Isâ (gökten) iner ve; "Ey İnsanlar! su yalancı ve murdara karşı çıkmanıza engel olan nedir !" der. İnsanlar da, "Bu, diri bir adamdır" diyerek koşup ge­lirler ve (seslenen kişinin) Meryem oğlu İsa olduğunu görürler. Namaz için ayağa kalkılır. Kendisine, "Ey Ruhullah, imamlık yapmak için öne geç" de­nilir. O da, "İmamınız öne geçip size namaz kıldırsın" der. Sabah namazını kıldıktan sonra Deccal´m üzerine yürürler. Yalancı (Deccal), Meryemoğlu İsa´yı görünce tuzun suda eriyişi gibi erir. İsâ (a.s) üzerine gidip onu öldürür. Öyleki taşlar ve ağaçlar, "Ey Allah´ın ruhu! Şurada da bir yahudi var!" diye seslenirler. İsâ peygamber, DeccaTa tabi olanların tümünü öldürür." [277]

"İnsanlar sana fetva verseler de sen fetvayı kendi kalbine sor." [278]


Nüvas b. Sem´ân´ın Aynı Manâda Ama Daha Detaylı Olarak Rivayet Ettiği Hadis:



Müslim... Cübeyr b. Nüfeyr´den rivayet etti ki; Nüvas b. Sem´an şöyle demiştir: Bir sabah Rasûlullah (s.a.v) bazan tahkir edip bazan da önemli gös­tererek Deccal´dan uzun uzadıya bahsetti. Öyle ki, biz onun (yakındaki) hur­malıkta olduğunu sanır olduk. Akşamleyin yanma vardığımızda bizim bu zanna kapıldığımızı anladı ve "size ne olmuş " diye sordu. Biz de; "Ya Ra-sûlallah, sabahleyin bazan önemsizmiş gibi göstererek, bazan da çok önemli olduğuna işaret ederek bize Deccal´i teferruatlı bir şekilde anlattın. Öyle ki biz onun (yakındaki bir) hurmalıkta olduğu zannina kapıldık." diye cevap verdik. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) bize şöyle buyurdu: "Sizin için en çok korktuğum şey, Deccal´dan başkasıdır. Eğer ben sizin aranızdayken o çı­karsa hepinizin yerine ben onunla uğraşırım. Ama ben aranızda yokken çı­karsa, o zaman herkes kendi adına onunla uğraşsın. Allah benim her müslü-man üzerindeki halifemdir. (Yani onları Allah korur.) Deccal, çirkin denecek derecede aşırı kıvırcık saçlıdır, gözü patlaktır. Ben onu Abdüluzzâ b. Ka-tun´a benzetiyorum. Sizden biri ona ulaşırsa ona karşı Kehf sûresinin baş kıs­mını okusun. O, Şam ile Irak arasındaki bir alanda ortaya çıkacaktır. Sağa dönüp fesat çıkaracak, sola dönüp fesat çıkaracaktır. Ey Allah´ın kulları se­bat edin." Nüvas b. Sem´an diyor ki: "Ey Allah´ın Rasûlü, Deccal yeryüzün­de ne kadar kalacak " diye sorduk. Şu cevabı verdi: "Kırk gün kalacak. Bi­rinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir cuma (bir hafta) ka­dar, diğer günleri de sizin şu günleriniz kadar olacaktır."

"Ya Rasûlallah, bir sene kadar olan o (birinci) gün de, normal günlerden bir günün namazını kılmak bizim için yeterli olur mu "diye sorduk. "Hayır.

Vakitlerinin hesabını yaparak kılın." diye cevap verdi. "Onun yeryüzündeki ne kadardır " diye sorduk. Şöyle cevap verdi: "Rüzgarın önüne kattığı aerrıur gibidir. Halkın yanına gelir. Onları kendisine iman etmeye çağırır. Onlar da çağrısına uyup ona imân ederler. Göğe emir verir; gök yağmur yağ-H rır Yere emir verir; yer bitki bitirir. Akşam olunca halkın sürüleri hörgüç-leri büyümüş, memeleri süt dolmuş, böğürleri dolmuş olarak dönüp gelir. Sonra yine halka gelir. Onları kendisine iman etmeye çağırır. Sözünü redde­derler. Yanlarından ayrılıp gider. Sabah olunca yoksullaşırlar; ellerinde hiç bir mallan kalmaz. Deccal bir harabeye uğrar. Harabeye "Hazinelerini çi-kar"der. Arıların kraliçe arının peşinden kovandan ardarda çıkışları gibi o ha­rabeden peşpeşe hazineler çıkar. Sonra Deccal, gençlik (ve zindelik) dolu bir adamı yanına çağırır. Onu biz darbeyle ikiye böler ve parçaları bir ok atımı mesafesi kadar birbirinden uzağa düşer. Sonra onu çağırır. (Ölen o insan) yü­zü aydınlanıp gülerek yanına gelir. O bu haldeyken Cenab-ı Allah, Meryem oğlu Mesih´i gönderir. Mesih (yani İsa Peygamber), iki parçalı elbisesiyle Dımaşk´m doğusundaki beyaz minareye ellerini iki meleğin kanatları üzeri­ne koymuş olarak iner. Başını eğdiğinde su damlar. Kaldırdığında başından inci taneleri gibi su damlacıkları yuvarlanıp düşer. Mesih İsa´nın nefesini hisseden her kâfir mutlaka ölür. Onun nefesi, gözlerinin görebidiği kadar uzak mesafelere ulaşır. Deccalı kovalar. Nihayet onu (Kudüs yakınlarındaki) Lüd (şehrinin) kapısında yakalar ve Öldürür.

Sonra Meryem oğlu İsâ, Cenab-ı Allah´ın kendilerini Deccal´ın şerrin­den koruduğu bir topluluğa gelir; yüzerini sıvazlar ve onlara, cennetteki de­recelerinden bahseder. O bu haldeyken Cenab-ı Allah kendisine; "Kimsenin kendileriye savaşmaya güç yetişemediği bazı kullarımızı ortaya çıkardım. Onları Tur dağına götür" diye vahyeder. Bundan sonra Cenab-ı Allah Ye´cuc ve Me´cuc´u meydana çıkarır. Onlar her tepeden akın akın inip gelirler. İlk baştakileri Taberiye gölüne uğrar, oradaki suyu içerler. Sondakileri oraya ge­lir ve "bir zamanlar burada su vardı" derler. Allah´ın peygamberi İsa ve as­habı gelir. Öyleki o günde onlara ait bir öküz kellesi sizlerden biri için yüz dinardan daha hayırlı olacaktır. Allah´ın peygamberi İsâ ve ashabı, Allah´a rağbet ederler (O´na yönelirler). Bunun üzerine yüce Allah, Deccal´ın ve adamlarının boyunlarının hayvan burunlarına musallat olan kurtçukları salar da onlar hep birlikte ölüp leş haline gelirler. Sonra Allah´ın peygamberi İsâ ve ashabı yeryüzüne inerler. Deccal´ın ve adamlarının leşlerinden çıkan ko­kular yeryüzünün her tarafını kaplamış olduğundan, pis kokmayan bir karış-lık yer dahi bulamazlar. Allah´ın peygamberi İsâ ve ashabı Allah´a yönelip rağbet ederler.

Sonra Cenab-ı Allah Deccal ve adamlarının üzerine buhti develerinin boynu gibi (iri) kuşları salar da onları Allah´ın diediği yerlere yıkıp öldürür­ler. Sonra Cenab-ı Allah üzerlerine bir yağmur yağdırır. O yağmurdan ne bir ev ne de bir çadır kurtulamaz. Q yağmurla Allah yeryüzünü yıkar. Ayna gi­bi (tertemiz ve parlak) yapar. Sonra yere, "Ürününü bitir ve bereketini geri ver" denilir. O gün topluluk narlardan yer ve kabuklarının yığınında gölgele­nirler. Sütte bereketlenir, Öyleki bir sağmal deve (nin sütü) bir cemaate ye­ter. Bir sağmal inek (in sütü) bir kabileye yeter. Bir sağimal koyun (un sütü) bir boya yeter. Onlar bu haldeyken Cenab-ı Allah hoş bir rüzgar estirir. On­ları koltuklarının altından yakalar. Her müminin ve müslümanın ruhunu alır. İnsanlarının şerirleri, eşekler gibi (halktan utanmadan açıkça) fuhuş yaparlar. İşte kıyamet onların üzerine kopar." [279] Abdurrahman b. Yezid b. Câbir de aynı senedle böyle bir hadis rivayet eder. O, rivayetinde, "Bir zamanlar burada su vardı" ifadesinden sonra şu ila­veyi yapmıştır; "Sonra Ye´cuc ve Me´cuc yollarına devam eder, nihayet Ku­düs´ün Humr dağına varır ve şöyle derler: "Yeryüzündeki 1 eri öldürdük. Ge­lin goktekileri de öldürelim." Böyle dedikten sonra oklarını göğe fırlatırlar. Cenab-ı Allah da oklarını kana bulanmış olarak onlara geri çevirir."[280]

İbn Hacer´in rivayetindeyse şöyle bir ifade yer almakta: "Ben öyle kul­larımı indirdim ki, kimse onlarla savaşmaya güç yetiremez." Kâ´b´dan ve başkalarından gelen rivayetteyse şu ifadeye rastlanıyor: "(O iri) kuşları onla­rı öldürüp Mehîl´e atar." İbn Câbir, "Mehîl neresi " diye sorduğunda Kâ´b, "güneşin doğduğu yerdir." cevabım vermişti.

İbn Mâce... aynı senedle Zeyd bin Câbir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar Ye´cuc ve Me´cuc´un yaylarım, okları­nı ve kalkanlarını yedi yıl süreye yakıt olarak kullanacaklardır." [281]

İbn Mâce... Ebû Züra eş-Şeybâni Yahya b. Ebi Amr´dan rivayet etti ki; Ebû Ümame el-Bahilî şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bize bir hutbe irâd etti. Çok uzun süren bu hutbesinde bize Deccal´dan bahs etti ve ona karşı bi­zi uyarıp şöyle buyurdu:

"Cenab-ı Allah´ın Adem Peygamberin zürriyetini yer yüzüne yayıp da­ğıtmasından bu yana Deccal´ınki kadar büyük bir fitne meydana gelmiş de­ğildir. Allah´ın gönderdiği her peygamber, insanları Deccal´a karşı mutlaka tedbirli olmaya çağırmıştır. Ben son peygamberim. Siz de son ümmetsiniz. O mutlaka sizin zamanınızda ortaya çıkacaktır. Eğer ben aranızdayken çıkarsa ben her müslümanı ona karşı savunurum. Ama benden sonra çıkarsa o zaman herkes kendini ona karşı savunsun. Allah, benim her müslüman üzerindeki halifemdir (O´ndan sizi korumasını isteyeceğim). Deccal Şam ile Irak arasın­daki bir mahalde ortaya çıkacak, sağda- ve soda fesat çıkaracaktır. Ey insan­lar, sebat edin. Benden önce hiç bir peygamberin yapmadığı şekilde size Deccalın vasıflarını anlatacağım. O ilk konuşmasında "Ben peygamberim" diyecek, oysa benden sonra peygamber gelmeyecektir. İkinci konuşmasında "Ben Rabbinizim" diyecek, oysa siz, ölmeden Rabbinizi göremezsiniz. Dec-cal´ın bir gözü kördür. Halbuki Aziz ve Celil olan Rabbiniz kör değildir. Deccal´m gözlerinin arasına kâfir kelimesi yazımıştır. Yazı bilen bilmeyen her mümin o kelimeyi okur. Onun fitnelerinden biri, beraberinde bir Cennet ve bir de Cehennem bulunmasıdır. Onun Cehennemi Cennettir. Cenneti de Cehennemdir. Onun ateşiyle imtihan edilen (cehennemine atılan) kimse, Al­lah´tan medet dileyip Kehf suresinin baş kısmını okusun. O zaman tıpkı İb­rahim peygambere olduğu gibi ateş, onun için serin ve selamet olur. Onun fitnelerinden biri de bir bedeviye şöyle demesidir:

— Ölmüş olan anne ve babam diriltirsem benim, senin Rabbın olduğu­ma şehadet eder misin

— Evet.

Bundan sonra onun iki şeytanı, o bedevinin annesiyle babasının kılığına girerek bedevinin karşısına çıkar, ona: "Ey oğulcuğum, buna tabi ol. Çünkü bu senin Rabbindir!" derler. "

Onun fitnelerinden biri de bir adama saldırıp öldürmesi, testereyle ikiye biçip herbir parçasını bir tarafa atması, sonra da yanındakilere şöyle demesi­dir: "Şu kuluma bak$ı hele. Ben bunu şimdi dirilteceğim ama sonra kendisi, benden başka bir rabbi olduğunu iddia edecektir." Gerçekten de Deccal´ın öldürdüğü o adamı Cenab-ı Allah diriltir. Melun ona "Rabbin kimdir " diye sorar; adamda şu cevabı verir: "Rabbim Allah´tır. Sen de Allah´ın düşmanı Deccal´sm! Allah´a yemin ederim ki daha önceleri seni bugünkü kadar iyi görüp tanımış değildim, (seni şimdi daha iyi tanıyorum.)" Ravî Ebû Saîd´in ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v.), sözün şurasında şöyle demiştir: "O adam cennette ümmetimin en yüksek derecelisidir." Ebû Saîd, o adamın Hz. Ömer olduğu görüşünde olduklarını söylemiştir. Şimdi Ebû Râfi´in rivayet ettiği hadise, kaldığımız yerden devam edelim:

"Deccal´ın fitnelerinden biri de göğe emir verip yağmur yağdırması; ye­re emir verip bitki bitirmesidir. Onun fitnelerinden biri de, bir kabileye uğra­ması, kabiledekilerin onu yalanlaması, bu nedenle onların meralarda otlanan hayvanlarının tümünün ölmesidir. Sonra onun bir başka kabileye uğraması, kabiledekilerin onu tasdik etmesi, bunun üzerine onun göğe emir verip yağ­mur .yağdırması, yere emir verip bitki bitirmesidir. Nihayet aynı günde davar sürüleri eskisinden daha semiz, daha iri (çok yediklerinden ötürü) böğürleri daha da dolgun, memeleri daha dolgun olarak akşamleyin eve dönerler. Dec­cal, ayak basmadık ve hükmü altına almadık bir yer bırakmaz. Sadece Mek­ke ve Medine´ye giremez. İçeri girmek için bu şehirlerin hangi girişi yerine gelirse gelsin, mutlaka karşısında yalın kılıç duran melekleri bulacaktır. Ni­hayet çorak arazinin (Sebha´nın) bitimi noktasındaki Zureybin ahmez´e (kı­zıl tepeciğe) iner. O zaman Medine ve ahalisi üç sarsıntı geçirir. Medine´de bir tek münafık erkek ve kadın kalmaz; hepsi onun yanma giderer. Böylece körüğün demirdeki pislikleri ayıkladığı gibi Medine´deki pislik (münafık)ler de ayıklanmış olur. O güne kurtuluş günü denir." Hz. Peygamberin yanında duran Asker kızı Ümmü Şerik; "Ey Allah´ın Rasûlu, o gün de araplar nerede olacaklar " diye sorunca Hz. Peygamber şu cevabı vermişti:

"O günde (Medine´de) araplar azdır. Çokları Kudüs´te bulunacaktır.

İmamları salih bir adam olacaktır. Bir ara imamları öne geçip sabah namazı­nı kaldırmaya başlar. O esnada Meryem oğlu İsâ yanlarına iner. Namaz kıl­dırmakta olan kişi imamlığı ona bırakmak için geri çekilir. İsâ peygamber, elini onun iki omuzu arasına indirip, "Öne geç, namazını kıldır. Çünkü bu ka­met senin için yapılmıştır" der. İmam namazı kıldırır. Namaz tamamlandık­tan sonra İsâ peygamber, "Kapıda durun"der. Kapı açılır kapının gerisinde beraberinde yetmiş bin yahudiyle Deccal durmaktadır. Hepsi şallı ve kılıçla­rı da süslüdür. Deccal ona bakınca tuzun suda eriyişi gibi erimeye başlar ve kaçıp gider. İsâ (a.s.) ona; "Ben sana bir darbe vuracağım. Elimden kurtula­mazsın!" der ve doğu kapısının yanında onu yakalayıp öldürür. Böylece Ce-nab-ı Allah, yahudileri hezimete uğratır. Onlar Allah´ın yaratmış olduğu taş, ağaç, duvar ve hayvan, her ne bulurlarsa arkasına gizlenirler. Ama Cenab-ı Allah, (arkasına gizlenmiş oldukları) o şeyi konuşturur. Yalnız ğarked [282] ağa­cı konuşmaz (onları ele vermez). Arkasına gizlendikleri diğer şeyler; "Ey Al­lah´ın müslüman kulu, işte burada bir yahudi var! gel öldür onu." derler. Onun (Deccal´m) zamanı kırk senedir. Birinci senesi yarım sene, ikinci se­nesi bir ay, bir ayı da bir Cuma (bir hafta) gibidir. Diğer günleri kısadır. Bi­riniz Medine´nin bir kapısında sabahlar, ama diğer kapışma ulaşamadan ak­şam olur."

"O kısa günlerde namazı nasıl kılacağız ey Allah´ın Rasûlü " diye so­rulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı vermişti: "O günlerde namaz için vakit hesaplaması (normal günlere kıyaslama) yaparsınız. Tıpkı şu uzun gün­lerdeki gibi vakit ayarlaması yapın, sonra namaz kılın."

Rasûlullah (s.a.v.), sözüne devamla şöyle demişti. "Meryem oğlu İsâ, ümmetimin içinde âdi bir hakem ve dürüst bir imam (devlet başkanı) olacak­tır. Haçı kırıp parçalayacak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, zekâtı bı­rakacak, koyundan ve deveden zekât almayacak, öfke ve kızgınlıkları orta­dan kaldıracak, her zehirlinin zehirini çekip alacaktır. Öyleki çocuk, elini yı­lanın ağzına sokacak, ama yılan ona zarar vermeyecektir. Çocuk, aslanı ko­valayacak ama aslan ona zarar vermeyecektir. Koyunlar arasında kurt, ko­yunları koruyan köpek gibi olacaktır. Kabın suya doluşu gibi yeryüzü barış­la dolacaktır. Herkesin sözü bir olacak, Allah´tan başkasına ibadet edilmeye­cek, savaş sona erecek, Kureyş´in hâkimiyeti elinden alınacak, yeryüzü gü­müş bir masa gibi olacak, sınır ve işaretler yok olacaktır. Âdem (a.s.)´in za­manında olduğu gibi ekinler bitecek (bereketlenecek), öyleki, bir topluluk bir salkım üzümün üzerinde toplanacak, onu yiyerek doyacaktır. Bir gurup insan bir narın üzerine toplanacak, onu yiyecek doyacaktır. Bir sığır şu kadar para­ya yükselecek, ama bir at bir kaç dirheme inip ucuzlayacaktır. "At niçin ucuzlayacak ya Rasûlallah " diye sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şu ceva­bı vermişti: "Savaş için ata artık ebediyyen binilmeyecek de ondan." "Sığırı pahalılaştıran sebep nedir " diye sorulunca da Rasûlallah (s.a.v.) şu cevabı vermişti: "Yerin tümünü sürmek gerektiği için..."

Deccal´ın çıkışından önce ki üç yılda şiddeti bir kıtlık ve kuraklık olacak­tır, O süre zarfında insanlar büyük bir açlığa maruz kalacaklardır. Cenab-ı Al­lah göğe, yağmurlarının birinci yılda üçte birini alıkoymasını, yere de bitkit lerinin birinci yılda üçte birini alıkoymasını emreder. Sonra ikinci yılda gö­ğe yağmurlarının üçte ikisini alıkoymasını, yere de bitkilerinin üçte ikisini alıkoymasını emreder. Sonra üçüncü yılda göğe, yağmurlarının tamamını alı­koymasını; yere de bitkilerinin tamamını alıkoymasını emreder. Bu emirlere uyulur. Sonunda hiç yağmur yağmaz çiğ dahi düşmez. Bitki ve hiç bir yeşil­lik bitmez. Bir damla dahi su kalmaz. Bütün tırnaklı canlılar ölür. Allah´ın diledikleri hariç o zaman insanlar neyle geçinirler diye sorulduğunda Rasû­lullah (s.a.v.) şu cevabı vermişti: "Tehlil, tekbir, tespih ve tahmid ile geçinir­ler. Bu, onlar için yemek yerine geçer." [283]


Bazı Garaip Ve Acaipliklerle İlgili Olarak Söylenen Ve Rasûluilah´a İsnad Edilen Bazı Sözler:



İbn Mâce... Ebû Ümame´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Ümmetimden bir gurup, düşmanlarına karşı hep galip olacak ve onları kahredecek tir. Kendilerine muhalefet edenler ve karşılaştıkları geçim sıkıntısı onlara zarar vermeyecektir. Nihayet onlar bu haldeyken kıyamet ko­pacaktır." Ey Allah´ın Rasûlu, o gurup nerede bulunacaktır diye soruldu­ğunda, Rasûlullah (s.a.v.), "Onlar Kudüs´te ve Kudüs´ün civarında buluna­caklardır." diye cevap vermişti. [284]


Zahirî Anlamı Bırakılarak Te´vil Edilmesi Gereken Bir Hadis:



Müslim... Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe´den rivayet etti ki; Ebû Saîd el-Hudrî şöyle demiştir: Bir gün Rasûlullah (s.a.v.), bize Deccal hakkında uzunca bir şeyler anlattı. Söz arasında şöyle demişti: "Deccal gelecektir. Ama onun Medine girişlerine girmesi yasaklanmıştır. Sadece Medine yakın­larındaki bazı çorak arazilere kadar gelir. O zaman karşısına insanların en ha­yırlısı (veya en hayırlılarından biri) çıkar... Ona; "Şehadet ederim ki sen, bi­ze Rasûlullah (s.a.v.)´in anlatmış olduğu Deccal´sın." der. O zaman Deccal, "Şunu öldürüp sonra da diriltirsem artık bu işte (davamın hak oluşu hususun­da) şüphe eder misiniz " diye sorar. "Hayır" demeleri üzerine o adamı öldü­rür, sonra diriltir. Diriltirken de o adam şöyle der: "Allah´a yemin ederim ki, daha önce hiç bir zaman şimdiki kadar seni iyi görüp tanımış değildim. (Se­nin Deccal olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum)." Böyle demesi nedeniyle Deccal onu öldürmek ister, ama güç yetiremez." Ebû İshak dedi ki: "O ada­mın HlZir (a.S.) olduğu Söylenir." [285]

Müslim... Ebû Saîd el-Hudri´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal ortaya çıkacak, müminlerden bir adam onun üzerine gidecek, o müminin karşısına Deccal´ın karakolları çıkacak, ona; "Sen bizim Rabbimize imân etmiyor musun " diye sorarlar. O, "Rabbimizde gizlilik yoktur" deyince, şunu ödürün derler. Sonra da kendi aralarında birbirlerine; "Rabbimiz (yani Deccal) kendisi dururken hiç birimizin adam Öldürmemesi­ni bize emretmedi mi " derler. Sonra Deccal´ın yanma giderler. Mümin adam onu görünce, "Ey insanlar, işte bu Rasûlullahın anlatmış olduğu Dec-cal´dır!" der. Bunun üzerine Deccal onun başını ve yüzünü yaralamalarını adamlarına emreder ve; "Yakalayın! Kafasını kırın, yüzünü imân etmiyor musun " diye sorar. Mümin; "Sen, yalancı Mesih´sin" deyince, Deccal emir vererek onu testereyle apış arasına kadar yardırır. Sonra da adamın (ikiye bö­lünen) vücudunun iki parçası arasında yürür ve (yerde yatmakta olan) cese­de; "Kalk!" der. Cesed, sapasağlam bir şekilde ayağa kalkar. Sonra adama, "Bana imân ediyor musun " diye sorar. Adam da; "Seni(n yalancı itlesin ol­duğunu) daha iyi tanıdım. Ey insanlar! Bu, bana yaptığını artık hiç kimseye yapamaz!" der. Deccal onu boğazlamak için yakalar. Boynundan kürek ke­miğine kadar bakır bir çubuk saplar, yine de ona güç yetiremez (öldüremez). Ateşe atmak için ellerini ve ayaklarını tutar. İnsanlar onu ateşe attığını sanır­lar. Ama aslında onu cennete atar." [286] Rasulullah (s.a.v) bu mümin adam hak­kında şöyle buyurmuştur: "İşte bu, âlemlerin Rabbi katında en büyük şeha-det mertebesine yükselen kişidir." [287]


Deccal Hakkında Yayılan Hadisler:



İmam Ahmed b. Hanbel... Muğire b. Sübey´den rivayet etti ki; Amr b. Harîb şöyle demiştir: Ebû Bekr es-Sıddık, yakalandığı hastalıktan kurtulup evinden dışarı çıktı, insanlarla görüştü. Bir hususta mazeret beyan etti ve; "Biz sadece hayır ve iyilik amaçlamıştık. Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki;

"Deccal, doğuda Horasan denen bir yerde ortaya çıkacaktır. [288] Ona bazı kavimler tabi olacaktır. Onların yüzleri, deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibidir." [289]

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir b. Abdullah´tan rivayet etti ki; Hz. Ali şöyle demiştir: Hz. Peygamberin yanında Deccal´dan bahsettik. Uyumak­taydı. Yüzü kızarmış halde uyanıp şöyle buyurdu:"Sizin için, Deccal´dan çok daha korktuğum başka bir şey vardır." Böyle derken bir kelime daha söyle­di. [290]

İmam Ahmed b. Hanbel... Sa´d b. Ebi Vakkas tarikiyle rivayet etti ki;

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Benden önce her peygamber, ümme­tine Deccal´ın vasıflarını anlatmıştır. Onu benden öncekilerden hiçbirinin an­latmadığı şekilde size anlatıp vasıflandıracağım. Onun bir gözü kördür. Aziz ve Celil olan Allah kör değildir." [291]

Tirmizî... Ebû Ubeyde b. Cerrah´tan rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kavmini Deccal´a karşı uyarmayan hiçbir peygamber yoktur. Ben de sizi ona karşı uyarıyorum."

Ebû Ubeyde (r.a.) diyor ki; Böyle dedikten soma Kasulullah (s.a.v) bize Deccal´ın evsafını anlattı. Sonra da sözünü şöyle sürdürdü:

"Belki de beni ve sözlerimi görüp işitenlerden bazılarını Deccal´i göre­ceklerdir." O gün kalblerimiz nasıl olacaktır, ya Rasûlallah diye sordukla­rında Rasulullah (s.a.v) şu cevabı verdi: "O gün kalbleriniz bugünkü gibi ve­ya daha hayırlı olacaktır." [292]

İmam Ahmed b. Hanbel... Abdurrahman b. Ebzî´den rivayet etti ki; Ab­dullah b. Habbab şöyle elemiştir: Rasulullah (s.a.v)´den hadis nakletmekte olan Übeyy b. Kâ´b, yanında Deccal´dan bahsedildiğinde şöyle dedi: "Deccalın gözlerinden biri cam gibidir. Kabir azabından Allah´a sığının." [293]

İmam Ahmed b. Hanbel... Mücalid´den rivayet etti ki; Ebü´l-Vedâk şöy­le demiştir: Ebû Saîd el-Hudrî, "Haricîler Deccal´la karşılaşacaklar mı " di­ye sorduğunda ben ona şu cevabı verdim: Hayır. Çünkü Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Ben, bin veya daha çok (peygamber)in sonuncusuyum. (Al­lah tarafından) gönderilip te kendisine tabi olunan her peygamber, ümmetini mutlaka Deccal´a karşı tedbirli olmaya çağırıp uyarmıştır. Onun durumu benden önce hiçbir peygambere açıklanmadığı kadar bana açıklanmıştır. Onun bir gözü kördür. [294] Şüphesiz, Rabbiniz kör değildir. Deccal´ın sağ gö­zü kör, pırtlak ve açıktır. Kireçle sıvalı bir duvarın üzerindeki balgam gibi­dir. Sol gözüyse parlak bir yıldız gibidir. Onun yanında her lisandan (bilen adamlar) vardır. Onun beraberinde yemyeşil bir cennet sureti vardır ki için­de sular akar. Bir de duman tutan (kapkaranlık) siyah bir cehennem sureti Vardır." [295]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal gelecek, yeryüzünün Mekke ve Medine dışındaki her tarafına ayak basacaktır. Medine´ye geldiğinde şehrin her giriş yerinde melek safları görecek (içeri giremeyecek); cerf denen çorak yere ge­lecek, orada çadırını kuracak, bu nedenle Medine üç kez sarsılacak, bunun üzerine her münafık erkek ve kadın onun yanma [296] gidecektir."[297]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu DeccaTın sol gözü kördür. O gözünün üzerin­de kalınca bir deri parçası vardır. [298] İki gözünün arasına kefere (veya kâfir) yazılıdır." [299]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal, İsfahan yahudileri arasından çıkacaktır. Beraberinde başlarında taç bulunan yetmiş bin yahudi bulunacaktır." [300]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal´ın gözleri kördür (göz çukurlarının yeri düm­düzdür). İki gözünün arasında kâfir yazılıdır. (Böyle dedikten sonra Rasûlul­lah, ke-fe-re şeklinde heceledi.) O kelimeyi her müslüman okur." [301]

İmam Ahmed b. Hanbel...Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal´ın bir gözü kördür. Oysa Rabbiniz kör değildir. Gözlerinin arasına kâfir yazılıdır. O kelimeyi, yazı bilen bilmeyen her mümin kişi okur." [302]

İmam Ahmed b. Hanbel... Enes b. Mâlik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "(Allah tarafından) gönderilen her peygamber, ümmetini mutlaka yalancı ve tek gözlü Deccal´a karşı uyarmıştır. Oysa Rab­biniz kör değildir. Deccal´ın gözlerinin arasında kâfir yazılıdır." [303]

İmam Ahmed b. Hanbel... Saîd b. Cehman´dan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.)´in azatlısı Sefine şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) bize bir hutbe irâd etti. Hutbesinde şöyle buyurdu: "Haberiniz olsun! Benden önce ümme­tini Deccal´a karşı uyarmamış hiçbir peygamber yoktur. Onun sağ gözü kör­dür. O gözünün üzerinde kalın bir perde vardır. İki gözünün arasında kâfir kelimesi yazılıdır. Onunla beraber biri cenneti, diğeri de cehennemi olan iki vadi gelecektir. Cehennem olarak bilinen vadisi cennet; cennet olarak bilinen vadisi ise cehennemdir. Beraberinde peygamberlere benzeyen iki melek te olacaktır. [304] İstesem onların ve babalarının adlarını da bildirebilirim sizlere. Biri sağında, biri de solunda duracaktır ki, bu bir fitnedir. Deccal, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim Ben öldüren ve dirilten değil miyim " diye sorar. Me­leklerden biri ona; "Yalan söylüyorsun!" der. Ama o meleği arkadaşı dışın­da hiç kimse duymaz. Arkadaşıda ona, "Doğru söylüyorsun" der. İnsanlar, bu meleğin diğerine söylediği bu sözü duyar ve deccala hitaben, onu tasdik etmek için söylediğini zannederler ki, bu bir fitnedir. Sonra Medine´ye gir­mek üzere yola revan olur. Giriş yerine geldiğinde içeri girmesine izin veril­mez. Kendisi de, "Burası o adamın (yani Hz. Peygamber´in) şehridir." der.

Sonra yola koyulur. Şam´a gelir. Nihayet Cenab-ı Allah onu Efik boğazının «anında helak [305] eder."[306]

Yakub b. Süleyman el-Fesevî... Ebû Leylâ´dan rivayet etti ki; Cebbare b Ümeyye şöyle demiştir: Hasta olan Muaz b. Cebel´i bir gurup insan ziya­rete geldi. Ona, "Rasûlullah´tan işitip de unutmadığın bir hadisi bize naklet" dediler. Beni oturtun, dedi. Bazısı elini tuttu, bazısı da (kendilerine yaslan­ması içir) geçip arkasında oturdular. Sonra şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işittim:

"Ümmetini Deccal´a karşı uyarmamış hiç bir peygamber yoktur. Ben de sizi ona karşı tedbirli olmaya çağırıyorum. Onun bir gözü kördür. Aziz ve Celil olan Rabbim ise kor değildir. Gözlerinin arasında kâfir kelimesi yazılı­dır. O kelimeyi yazı bilen bilmeyen herkes okur. Onunla beraber cennet ve cehennem vardır. Cehennemi cennet, cenneti de cehennemdir."

Şeyhimiz Zehebî, ´,´Deccal" adlı kitabında... Semüre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyl^ buyurmuştur: "Deccal´ın sol gözü kördür. O gözü-ıün üzerinde kalın bir perde vardır,"

Ben derim ki: Bu hadis, bu rivayet zinciriyle ne müsned´de ne de Kü-tüb-ü Sitte´de yer almaktadır. Şeyhimiz Zehebî´nin bunu meşhur bir kitaba dayandırması daha uygun olurdu. Başarıya ulaştıran, Allah´tır. [307]

İmam Ahmed b. Hanbel... Esved b. Kays´tan rivayet etti ki; Basrâlı Sa­lebe b. Abbad el-Abdî şöyle demiştir: Bir gün Semüre´nin hutbesini dinle-iim. Hutbesinde güneş tutulması namazıyla ilgili hadisi naklederek şöyle de­li: Rasûlullah (s.a.v.), güneş tutulması namazını kıldırdıktan sonra bir hutbe râd etti. Hutbesinde şunları söyledi:

"Allah´a yemin ederim ki otuz yalancı çıkmadan kıyamet kopmayacak-tır. Sonuncuları tek gözlü, sol göz çukurunun yeri dümdüz olan Deccal´dır. Gözü, tıpkı Ebû Yahya´nınki gibidir. Ortaya çıktığında kendisinin AUah ol­duğunu iddia edecektir. Ona iman edip onu tasdik eden ve ona tabi olan kim­senin önceki salih amelleri kendisine fayda vermez. Onu inkâr edip yalanla-yansa, önceki kötülüklerinden ötürü azaplandırılmaz. [308] O, harem ve Kudüs dışında her yere ayak basacaktır. O zaman müminler Kudüs´te kuşatma altı­na alınacak ve şiddetli bir sarsıntıya maruz kalacaklardır. Sonra Allah onu (Deccal´ı ve beraberindeki yahudileri) helak edecektir. Öyleki duvar yıkıntı­ları ve ağaç kökleri; "Ey Mümin! Şurada bir yahudi ve şurada da bir kâfir var, gel de öldür!" diyecektir. Ama siz, önemi nefislerinizde çok büyüyen bazı olayları görmeden bu durumu göremeyeceksiniz. O zaman kendi aranızda çocuklarınızın bu durumlardan size bahsedip etmediklerini soracaksınız. Dağlar yerinden oynamadıkça da bu durumu göremeyeceksiniz." [309]

Tirmizî ile İbn Hibban ve Müstedrek adlı eserinde de Hâkim, bu hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Semiire b. Cünade b. Cündüb´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu Deccal ortaya çıkacaktır. Onun sol gözü kördür. O gözünün üzerinde kaim bir perde vardır. O, anadan doğma körleri ve alacalıları şifâya karıştıracak, ölüleri diriltecek ve "Ben Rabbinizim!" diyecektir. Ona; "Sen benim Rabbimsin" diyen kişi fitneye dü­şecektir. "Rabbim Allah´tır" diyen ve bu uğurda ölen kişi, onun fitnesinden kurtulur. Artık o kişi için fitne ve azâb olmaz. Deccal, Allah´ın dilediği süre kadar yeryüzünde kalır. Sonra Meryemoğlu İsâ, Muhammed´i ve onun dini­ni tasdik edici olarak batı tarafından gelir, Deccaİ´ı öldürür. Sonra da kıya­met kopar." [310]

Taberanî... Semüre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur:

"Doğrusu Mesih-i Deccal´m sol gözü kördür. O gözünün üzerinde kalın bir perde vardır. Anadan doğma körleri ve alacakları iyileştirir, ölüleri diril­tir ve "Ben sizin Rabbinizim" der. Allah´a sığınıp "Rabbim Allah´tır" diyen, sonra da ölünceye dek bu imanından vazgeçmeyen kimseye azâb ve fitne yoktur. "Rabbim sensin" diyense fitneye düşer. Deccal, Allah´ın dilediği sü­re kadar yeryüzünde kalacak, sonra Meryem oğlu İsâ Muhammed´i ve dini­ni tasdik edici olarak doğu tarafından gelecek, sonra da Deccal´ı Öldürecek­tir." Bu garip bir hadistir. [311]

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Eslem´den rivayet etti ki; Câbir b. Abdul­lah şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) harre mıntikasındaki yollardan birinin üst başına geldi. Biz de yanındaydık. Buyurdu ki: "Deccal ortaya çıktığında Medine ne güzel bir diyar olacaktır! Medine´nin her bir girişine geldiğinde orada bir melekle karşılaşacak ve şehire giremeyecektir. Hal böyle olunca Medine, ahalisini üç kez sarsacak; o zaman her münafık erkek ve kadın çıkıp Deccai´ın yanına gidecektir. Ona gidenlerin çoğunu kadınlar teşkil edecektir, O gün kurtuluş günüdür.

Çünkü o günde Medine şehri, tıpkı körüğün demirdeki yaramaz unsur­ları ayıklayışı gibi, içindeki pislikleri ayıklayıp atacaktır. Deccal´la beraber yetmiş bin yahudi bulunacaktır. Her adamından birinin üzerinde bir taylesan ve süslü bir kılıç olacaktır. Deccal, çadırım arkların birleştiği yerde (Medine yakınında) kuracaktır... Kıyamet kopuncaya dek Deccal fitnesinden daha bü­yük bir fitne olmamıştır ve olmayacaktır da. Ümmetini ona karşı uyarmayan hiç bir peygamber yoktur. Hiç bir peygamberin (onun hakkında) ümmetine vermediği bir haberi size bildireceğim. (Sonra Rasûlullah elini gözlerinin üzerine koyarak dedi ki): "Şehadet ederim ki, Allah kör değildir." [312]

Abdullah b. Ahmed... Şa´bî´den rivayet etti ki; Câbir şöyle demiştir; Ra-Hah (s.a.v) Deccal´dan bahsedip şöyle dedi: "Şüphesiz Deccal´ın bir gö-SU kördür. Oysa Rabbiniz kör değildir." [313]

İmam Ahmed b. Hanbel... Câbir b, Abdullah´tan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s a v) şöyle buyurmuştur: "Deccai´ın bir gözü kördür. O, yalancıların en şiddetlisidir." [314]

Müslim... Câbir´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuş­tur: "Ümmetimden bir grup, Meryemoğlu İsâ (yeryüzüne) ininceye dek hak­ka sahip olmaya devam edecektir." [315]

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v), Deccal hakkında şöyle buyurmuştur: "Onun bir gözü kör olup kendi­si murdar, alçak ve parlak renklidir. Başı, kısa boylu bir yılanı andırır. İnsan­lardan Abdüluzzâ b. Katan´a en çok benzeyen odur. Şüphesiz sizin Rabbiniz kör değildir." [316]

İmam Ahmed b. Hanbel, Haris b. Üsame ve İbn Muallâ... İsrâ hadisiyle ilgili olarak İbn Abbas´ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v), Deccalı rüyada değil, uyanık iken baş gözüyle görmüştür. İsa´yı ve İbrahim´i de aynı şekilde görmüştür. Kendisine Deccaİ´ı sorduklarında Ra­sûlullah (s.a.v) şu cevabı vermişti: "Onu gördüğümde gözlerinden biri pırt­laktı. Parlak bir yıldızı andırıyordu. Saçları da ağaç dallan gibiydi." [317]


Dünyada Deccal Fitnesinden Daha Büyük Bir Fitne Yok mudur



İmam Ahmed b. Hanbel.,. Hişâm b. Âmir el-Ensarf den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Âdem´in yaratılışından kıyametin kopmasına kadar (geçecek zaman içinde) Deccal´dan daha büyük bir fitne vardır." [318]

imam Ahmed b. Hanbel... Hişâm b. Âmir´in, komşularına şöyle dediğiıı nakleder: Siz beni bırakıyor ve RasÛlullah´ın yanında benim kadar hazır unmayan ve onun hadislerim benim kadar hıfzetmeyen kimselerin yanma

"ÂHOr^UnUZ´ DoSmsu ben> Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu işittim:

dem´in yaratılışından kıyametin kopmasına kadar (geçecek zaman içinde)-cccü´dan daha büyük bir fitne vardır." [319]

Imam Ahmed b. Hanbel... Ebû Dehma´dan rivayet etti ki; Hişâmdar h"11 §°yle demiStir: siz beni bırakıyor ve Rasûlullahm yanında benim kalulü&aZlr bulunmayan ve onun hadislerini benim kadar hıfzetmeyen bir top1 y&nına gidiyorsunuz. Doğrusu ben, O´nun şöyle buyurduğunu işittim: ´´Âdem´in yaratılışından kıyametin kopmasına kadar (geçecek zaman içinde) Deccal´dan daha büyük bir olay vardır." [320]

İmam Ahmed b. Hanbel... Hişâm b. Âmir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu Deccal´ın başının ardında eğri yol var­dır, eğri yol vardır. Onla "Rabbim sensin" diyen fitneye düşer. "Yalan söy­lüyorsun. Benim Rabbim Allah´tır. Ben O´na tevekkül ettim" diyene ise Deccal zarar veremez (veya fitne veremez)."[321]

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal´m menzili (Medine yakınındaki) şu çorak arazide olacaktır. (Medine´den) çıkıp onun yanına gidenlerin çoğunluğunu kadınlar teşkil edecektir. Öyleki adam; karısının, annesinin, kız kardeşinin ve halâsının yanına dönecek, Deccal´ın yanma gitmelerinden korktuğu için on­ları bağlayacaktır. Sonra Cenab-ı Allah müslümanlan Deccal´ın üzerine sa­lacak, müslümanlar onu ve taraftarlarını öldüreceklerdir. Öyleki yahudi, ağa­cın ve taşın altına gizlenecek, o ağaç ve taş, müslümanlara; "Şurada altımda bir yahudi var, gel de öldür onu!" diyecektir." [322]

İmam Ahmed b. Hanbel... Salim´den rivayet etti ki; İbn Ömer şöyle de­miştir: Rasûlullah (s.a.v) kalkıp cemaate hitap etti. Allah´ı lâyıkı olduğu veç­hiyle övdü. Sonra Deccal´dan bahsederek şöyle dedi: "Doğrusu ben sizi ona karşı uyarıyorum. Kavmini ona karşı uyarmayan hiçbir peygamber yoktur. Nuh da kavmini ona karşı uyarmıştır. Ama ben, hiç bir peygamberin kendi kavmine (bu hususta) söylemediğini size söyleyeceğim. Bilesiniz ki, onun bir gözü kördür. Oysa ki Allah kör değildir." [323]


Müslümanların Yahudilerle Savaşıp Onları Mağlub Edeceklerine, Hatta Yahudilerin, Müslümanların Kılıcı Karşısında Gizlenecek Bir Yer Bulamayacaklarına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:



İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Yahudiler sizinle savaşacaklar ama siz onları mağlub edeceksiniz. Öyle ki taş bile; ´Ey müslüman! Arkamda bir yahudi var gel de Öldür onu!´ diyecektir." [324]

İmam Ahmed b. Hanbel... Muhammed b. Zeyd´den yani Ebû Ömer b. Muhammed´den rivayet etti ki; Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: Biz veda haccından bahsediyorduk. Ama bunun Rasûlullah´la vedalaşmak olacağının farkında değildik. Veda haccı yapılırken Rasûlullah (s.a.v) bir hutbe irâd et­ti. Hutbesinde MesüVi Deccal´dan uzun uzadıya bahsetti ve şöyle buyurdu: "Allah´ın gönderdiği her peygamber, ümmetini Deccal ´a karşı mutlaka uyar­mıştır. Nuh, ümmetini ona karşı uyarmıştır. Nuh´tan sonraki peygamberler de ümmetlerini ona karşı uyarmışlardır. Ancak Deccal´ın durumuyla ilgili bir husus onlara gizli kalmıştır. O husus size gizli kalmayacaktır. Doğrusu Dec-cal´ın bir gözü kördür. Oysa Rabbiniz kör değildir." [325]

İmam Ahmed b. Hanbel... îbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal´ın evsafım ümmetine bildirmeyen hiç bir peygamber yoktur. Ben de benden önceki peygamberlerden hiç birinin açık­lamadığı Deccal´la ilgili bir vasfı size açıklayacağım: Onun bir gözü kördür. Oysa Cenab-ı Allah kör değildir. Deccal´ın sağ gözü, çukurundan pırtlamış bir üzüm tanesi gibidir." Bu hadisin senedi sağlam ve hasendir. [326]

Tirmizî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; kendisine Deccal hakkında soru yöneltilen Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Haberiniz olsun ki, Aziz ve Celil olan Rabbiniz kör değildir. Oysa Deccal´ın, sağ gözü kördür. Çuku­rundan pırtlamış bir üzüm tanesi gibidir (o gözü)." Bu sahih ve hasen bir ha­distir. (Tirmizî, Fiten 60.)

İmam Ahmed b. Hanbel... Katâde´den rivayet etti ki; Şehr b. Havşeb şöyle demiştir: Muaviye´nin oğlu Yezid´e biat etmemize dair emir geldiğin­de Şam´a geldim. Avf el-Bekkâlî´nin kaldığı yeri bana bildirdiler. Yanma vardım. O esnada bir adam daha oraya geldi. İnsanlar onun oturması için, si­yah ve kırmızı renklerden dokunmuş desenli bir kilim serdiler. Gelen adam Abdullah b. Amr b. Âs´tı. Avf onu görünce konuşmasına son verip sustu. Sö­ze başlayan Abdullah dedi ki: Rasûlullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu işit­tim: ´´Hicretten sonra bir hicret daha olacaktır. İnsanlar, İbrahim´in hicret et­tiği yere meyledeceklerdir. Yeryüzünde sadece insanların şerlileri kalacaktır. Yerleri onları dışarı atacaktır. Ateş onları asi ve günahlârlarla ve domuzlarla bir arada toplayacaktır. Ateş onların geceledikleri yerde geceleyecek, istira­hat ettikleri yerde istirahat edecektir. Geride kalanı ise (yakıp) yiyecektir." Ravi Abdullah b. Ömer, bu hadisi naklettikten sonra şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)´m şöyle buyurduğunu işittim:

"Doğu tarafında ümmetimden öyle bir gurup ortaya çıkacaktır ki; Kur´an okuyacaklar ama (okudukları), köprücük kemiklerinin ilerisine geç­mez. Onlardan her bir nesil ortaya çıktığında sonu getirilip yok edilir. (Rasû­lullah bu cümleyi on defa tekrarladı) onlardan her bir nesil ortaya çıktığında sonu getirilip yok edilir. Nihayet artakalanlarının arasından Deccal çıkar." [327]


Senedi Ve Metni Garip Bir Hadis:



Ebû´l-Kasım et-Taberanî... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Pey­gamber (s.a.v.), Deccal hakkında şöyle buyurmuştur:

"Deccal´ın bir gözü kördür. Oysa Allah kör değildir. Deccal ortaya çı­kacak, yeryüzünde kırk sabah kalacak; Kabe, Kudüs ve Medine dışındaki her konağa uğrayacaktır. Onun bir ayı bir Cuma (hafta); bir cuması (haftası) da bir gün gibidir. Onunla beraber bir cennet ve bir de cehennem vardır. Cehen­nemi Cennet, Cenneti de Cehennemdir. Beraberinde bir ekmek dağı ve bir su nehri vardır. Allah´ın ondan başkasına musallat kılmayacağı bir adamı yanına çağırır. Adama: "Benim hakkımda ne diyorsun " diye sorar. Adam; "Sen Allah´ın düşmanısın, sen çok yalancı olan Deccal´sm!"der. Bunun üzerine Deccal bir testere getirtir. Tepesine koyup biçmeye başlar ve ikiye böler. Sonra da onu diriltir ve ona; "Şimdi ne diyorsun " diye sorar. Adam da şu cevabı verir: "Allah´a yemin ederim ki, önceleri seni şimdiki kadar iyi görüp tanımış değildim. Şimdi daha iyi tanıyorum seni. Sen, Rasûlullah (s.a.v.)´in bize haber verip anlattığı Aziz ve Celil olan Allah´ın düşmanı Deccal´sın!" (Adamın böyle cevap vermesi üzerine) Deccal ona bir kılıç darbesi vurur, ama ona güç yetiremez ve, "Şunu yanımdan uzaklaştırın" der." [328]

Şeyhimiz Zehebi, bunun garip bir hadis olduğunu söylemiştir. [329] Yakub b. Âsim tarafından rivayet edilen ve Deccal´in yeryüzünde ne kadar kalaca­ğından Hz. İsa´nın yeryüzüne inişinden bahseden hadis, ileriki sayfalarda ge­lecektir. [330]


Tesbih, Tehlil Ve Tekbir Cesedler İçin Azık Olamaz:



İmam Ahmed b. Hanbel... Şerh b. Havşeb´den rivayet etti ki; Esma bin-ti Yezid el-Ensariye şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) benim evimdeydi. Deccal´dan bahsederek dedi ki: "Ondan önce üç yıl süren bir kuraklık ola­caktır. Kuraklığın ilk yılında gök, yağmurlarının üçte birini; yerde bitkileri­nin üçte birini alıkoyacaktır. İkinci yılında gök, yağmurlarının üçte ikisini; yerde bitkilerinin üçte ikisini alıkoyacaktır. Üçüncü yılda ise gök, yağmurla­rının tümünü; yer de bitkilerinin tümünü alıkoyar. (Ve yağmur yağar, ne de bitki biter.) Dişli, tapanlı hiç bir canlı kalmaz, hepsi ölür.

Deccal´ın en şiddetli fitnelerinden biri şudur: Bir bedevi gelir. Deccal ona der ki: "Ne dersin, anne ve babanı sana dirilteyim mi Benim, senin Rab-bin olduğumu bilmiyor musun !" Bedevi, "Evet sen benim Rabbimsin" der. (Annesi ve babası ölmüş oldukları halde) şeytan ona, annesinin ve babasının kılığına bürünerek görünür."

Böyle dedikten sonra Rasûullah (s.a.v.) def-i hacette bulunmak üzere dı­şarı çıktı. Döndüğünde millet, onun anlattığı şeylerden ötürü keder ve üzün­tü içindeydi. Kapının iki halkasını tutarak; "Ey Esma! Yeter artık dur baka­lım" dedi. Ben kendisine; "Ey Allah´ın Rasûlü! Deccal´ı anlatmakla yürek­lerimizi ağzımıza getirdin" dedim. Buyurdu ki: "Eğer ben hayattayken o çı­kacak olursa onunla ben uğraşırım. Ama benden sonra çıkacak olursa, benim yerime Rabbim her mümini ona karşı korur." Ey Allah´ın Rasûlü! Allah´a yemin ederim ki; biz hamurumuzu yoğuruyoruz. Onu ekmek haline getire­meden hemen acıkıyoruz. O günde (kıtlık nedeniyle) müminlerin durumu niCe olacaktır diye sorduğumda buyurdu ki: "Göktekilere (azık olarak) yeten teşbih ve takdis, onlara da [331] yetecektir."[332]

İmam Ahmed b. Hanbel... Esmâ´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Meclisimde hazır bulunan ve söylediklerimi işiten buradaki dinleyici-ler, burada hazır bulunmayanlara tebliğ etsinler. Bilesiniz ki Allah´ta kusur yoktur; kör değildir. Deccal kördür; iki gözünün arasında kâfir kelimesi ya­zılıdır. Yazı bilen bilmeyen her mümin o kelimeyi okur." [333]

İmam Ahmed b. Hanbel... Hz. Aişe´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), Deccal´ın ortaya çıkışından önce bir kıtlık görüleceğini anlatırken yanında hazır bulunanlar, "O gün hangi mal daha hayırlıdır " diye sormuş­lar, o da şu cevabı vermişti: "Siyahi köle... Çünkü o) sahibine su getirip içi­rir. Yemeğe gelince (o gün) yemek yoktur." O gün müminlerin yiyeceği ne­dir diye sordukarında^la şu cevabı vermişti: "Tekbir, teşbih, tahmid ve te-hildir." Hz. Aişe; "O gün araplar nerede olacaklar " diye sorunca da Rasû­lullah (s.a.v.), "O günde araplar az sayıda olacaklardır" diye cevap vermişti."[334]

Bunu sadece İmam Ahmed b. Hanbel rivayet etmiş olup bu hadisin se­nedinde gariplik vardır. Esma ve Ebû Ümame tarafından rivayet edilen ve daha önce geçen hadis de bunun garip olduğunu teyid etmektedir. Doğrusu­nu yüce Allah daha iyi bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Salih´ten rivayet etti ki; Hz. Aişe şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) eve geldiğinde ağlıyordum. Bana "seni ağlatan nedir " diye sordu. "Ey Allah´ın Rasûlü, Deccal´ı hatırladım da onun için ağ­ladım" demem üzerine şöyle buyurdu: "Eğer ben hayattayken çıkarsa sizin yerinize ben ona yeterim. Eğer benden sonra ortaya çıkarsa, bilesiniz ki Rab-biniz kör değildir (onun hakkından gelir). Deccal, İsfahan yahudüeri arasın­dan çıkar; derken Medine´ye gelir. Şehrin bir ucuna iner. O zaman Medine şehrinin yedi kapısı olacaktır. Her bir giriş yerinde ikişer melek duracaktır. Medine´nin şerlileri çıkıp onun yanma gidecek. O da (onlarla birlikte) Şam bölgesindeki Filistin şehrinin Lüd kapısına gidecek; Meryem oğlu İsâ (yer­yüzüne) inip onu öldürecektir. Sonra da İsâ, adil bir İmam (devlet başkam) ve dürüst bir hakem olarak yeryüzünde kırk sene müddetle kalacaktır." [335]


Deccal, Mekke-İ Mükerreme Ve Medine-İ Münevvere´ye Giremeyecektir:



İmam Ahmed b. Hanbel... Hz. Aişe´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Deccal, Mekke ve Medine´ye giremez." [336]

Sahih-i Buharî´de nakledildiğine göre Hişam b. Urve.... Esma binti Ebû Bekir´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) güneş tutulması namazından sonra irâd ettiği hutbesinde şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu yakın bir zamanda fitneye maruz kalacağınız bana vahiy yo­luyla bildirildi." "Bu, Mesih-i Deccal fitnesinden önce vuku bulacaktır" mı dedi yoksa Bunların hangisini dediğini bilemiyorum. [337]

Müslim... Ümmü Serik´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur;

"Doğrusu insanlar Deccal´dan kaçacak, öyleki dağ başlarına çıkacaklar­dır." Ey Allah´ın Rasülü! O gün araplar nerede bulunacaklar diye sordum. "O gün onlar azdır" diye cevap verdi. [338]

İbn Veheb... Urve´den rivayet etti ki; Ümmü Seleme şöyle demiştir: Bir gece Deccal´ı düşündüm, uyuyamadım. Sabah olunca Rasûlullah (s.a.v.)´in yanına gidip durumu anlattım. Buyurdu ki: "Böyle yapma. Eğer ben aranız-dayken ortaya çıkarsa, sizin yerinize Allah beni onun karşısına çıkarır ve ben onun hakkından gelirim. Eğer ben öldükten sonra ortaya çıkarsa, iyi insanla­rı korumak için Allah onun hakkından gelir." Böyle dedikten sonra Rasûlul­lah (s.a.v.) kalkıp sözünü ayakta devam ettirdi: "Ümmetini ona karşı uyarma­yan hiç bir peygamber yoktur. Ben de sizi ona karşı önlem almaya çağırıyo­rum. Onun bir gözü kördür. Oysaki Cenab-ı Allah kör değildir." Zehebî, bu hadisin senedinin kuvvetli olduğunu söylemiştir. [339]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ali b. Zeyd´den rivayet etti ki; Ebû Nadre şöyle demiştir: Bir Cuma günü mushafımızı onunkiyle karşılaştırmak ama­cıyla Osman b. Ebi´l-As´ın yanına geldik. Namaz vakti olduğunda yıkanma­mızı söyledi yıkandık. Esans getirildi. Süründük; sonra mescide gittik. Dec­cal´ı anlatmakta olan bir adamın yanına oturduk. Sonra Osman b. Ebi´l-Âs geldi. Ayağa kalktık, kendisi oturunca biz de oturduk. Dedi ki: Ben Rasûlul­lah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işittim:

"Müslümanların üç şehri olacaktır. Bunlardan biri iki denizin birleştiği yerde, biri Cezire´de, biri de Şam´da olacaktır. İnsanlar üç ürküntü geçire­cekler ve Deccal, insanların arasında ortaya çıkacaktır.

Doğu tarafından süratle koşup gelecektir. İlk uğrayacağı yer, iki denizin birleştiği yerdeki şehir olacaktır. O şehrin ahalisi üç guruba bölünecektir. Bir gurup Şam´da ikamet edecek, olup bitenlere seyirci olacak; bir gurup bede­vilere katılacak; bir gurupta kendilerinden sonraki şehire gidecektir. Decca-l´ın beraberinde yetmiş bin taraftan bulunacak; Hepsi de taçlı olacaktır. Be­raberindekilerin çoğunluğunu Yahudiler ve kadınlar oluşturacaktır.[340]

Sonra diğer şehire giderek; oranın ahalisi de üç guruba bölünecek, bir gurup Şam´da ikamet ederek olup bitenlere seyirci kalacak, bir gurup bedevilere katılacak, bir gurupta yakınlarında Şam´ın batısında bulunan şehire gi­decektir. Müslümanlar Efik geçidine meyledecek, davar sürülerini (meraya) salacaklar ancak davarları musibete uğrayıp helak olacaktır. Bu onları daha bir sıkıntıya sokacak, şiddetli bir açlığa ve bitkinliğe maruz kalacaklardır. Öyleki, onlardan biri yayının kirişini yakıp (pişirip) yiyecektir. Onlar bu hal­deyken seher vakti bir ünleyici; "Ey insanlar! İmdadınıza yeten (ğavs) gel­di!.." diye üç kez yüksek sesle ünler. Birbirlerine "ne bu karnı tok bir adamın sesidir" derler. Sabah namazı vaktinde Meryem oğlu İsâ (a.s) yeryüzüne iner. Müminlerin emiri ona; "Ey Ruhullah, öne geç de namaz kıldır" der. İsâ (a.s) da; "Bu ümmet birbirlerinin emindirler" deyince emir öne geçip namaz kıl­dırır. Namazdan sonra İsâ (a.s) mızrağını alıp Deccal´in üzerine gider. Dec­cal onu görünce kurşun gibi erimeye başar. İsâ (a.s), mızrağını onun meme­sinin alt tarafına saplayıp öldürür. Adamları da hezimete uğrarlar. O gün on­lardan birini dahi gizleyen bir şey bulunmaz. Öyleki (arkasına duldalandık­ları) ağaç; "Ey mümhvşurada bir kâfir var!"; taş da; "Ey mümin, şurada bir kâfir var!" der." [341]

İmam Ahrned´in rivayetindeki ip uçlarından anlaşıldığına göre, bu ha­diste sözü edilen şehirlerden biri Basra, biri de Kûfe´dir.

İmam Ahmed b. Hanbel...Saîd b. Cehman´dan rivayet etti ki; Abdullah b. Ebi Bekre şöyle demiştir: Babam şu mescitte (yani Basra mescidinde) ba­na hadis naklederek dedi ki: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Ümmetimden bir gurup Basra denen bir yere konup yerleşecek, sayıla­rı orada artacak, hurmalıkları çoğalacak, sonra ufak gözlü Kanturaoğulları, [342] Dicle denen kendilerine ait olan Dicle köprüsüne gelip konacaklar, o zaman müslümanlar üç fırkaya ayrılacaklar; bir fırka develerin kuyruğunu tutup çö­le gidecek ve helak olacaktır. Bir fırka kendi canından korkup geride kala­caktır. Bunlara öncekiler aynı durumdadırlar. Ama üçüncü fırka, ailelerini ve çoluk çocuklarını arkalarında bırakacaklardır. İşte bunların faziletlileri şehid olacaktır. Allah, geride kalanlarına fethi müyesser kılacaktır."[343]

Ebû Davud... Abdullah´ın babası Büreyde´den rivayet etti ki; Peygam­ber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Ufak gözlü (Türk)ler üzerinize geleceklerdir. (Müsümanlar) onları üç kez geri püskürtecekler, nihayet onları Arap yarımadasına ulaştıracaklardır. Birinci püskürtmede onların kaçanları kurtulacak, ikincisinde bazısı kurtula­cak, bazısı helak olacak; üçüncüsündeyse kökleri kazınacaktır!" [344]

Sevrî... Zehr´den rivayet etti ki; İbn Mes´ud şöyle demiştir: "Deccalın ortaya çıkışı esnasında insanlar üç guruba ayrılacaktır. Bir gurup ona tabi olacak, bir gurup yavşan otunun bittiği bir diyara gidecek, bir gurupta Irak´ın deniz kıyısını tutacaktır. Deccal onlarla, onlar da Deccal´la savaşacaklardır. Nihayet müminler Şam köylerinde toplanacak, bir öncü birliği göndereceklerdir. Bu birliğin içinde doru (ya da alaca) atlı bir süvari bulunacaktır. Bun­ların hepsi öldürülecek, biri dahi geri dönmeyecektir." [345]

Hanbel b. İshak... Abdullah b. Bişr´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Gören (ya da sözüme yakın olan) kimse, (yani beni gö­rüp duyanlar) DeccaTın zamanına ulaşacaktır." [346]

Şeyhimiz Zehebi Ebü´z-Zari´, bu hadisin münker olduğunu, maruf ol­madığını söylemiştir. Ebû Ubeyde´nin önceki sayfalarda nakledilen hadisi de bu hususu teyid etmektedir.

Taberanî...Yezid b. Abdurrahman´dan rivayet etti ki; Seleme b. Ekva´ şöyle demiştir: Rasülullah (s.a.v)´e birlikte Akik tarafından geliyorduk. Se-niyye´ye vardığımızda buyurdu ki:

"Allah´ın düşmanı Mesih´in mevkilerine bakıyorum. O gelip falan yere konaklayacak, biraz dinlendikten sonra topluluklar gelip yanında yer alacak (ve ona tabi olacak) 1 ardır. Medine´nin her giriş yerinde şehri koruyan bir ya da iki melek bulunacaktır. Deccal´ın beraberinde biri cennetin, diğeri de ce­hennemin olmak üzere iki suret ve bir de insanların (ölmüş) anne ve babala­rının kılığına bürünen şeytanlar bulunacaktır. Bu şeytanlardan biri, diri bir insana; beni tanıyor musun Ben senin babanım veya kardeşinim veya falan akrabamın, ben (falan zamanda) ölmemiş miydim Bu bizim Rabbimizdir, buna tabi ol, diyecek. Allah ona dilediği hükmü verecek, müslümanlardan bi­rini üzerine gönderip onu susturacak, konuşturmayacak ve; "Ey İnsanlar! Bu yalancıdır. Sizi aldatmasın. Bu çok yalan söyler. Sözleri batıldır. Şüphesiz Rabbiniz kör değildir!" der. Deccal da ona, "Bana tabi olsana" der. (Adam onu reddedince) Deccal onu ikiye böler, parçalarım birbirinden ayırır ve (ya­nında duranlara): "Sizin için bunu tekrar eski haline döndüreyim mi " der. O adamı Allah diriltir. Ama adam, eskisine nispetle Deccal´ı daha çok tekzib eder ve ona daha çok söver. Der ki: "Ey insanlar! Siz müptela olduğunuz bir belâ ve meftun olduğunuz bir fitne gördünüz. Bakın, eğer bu doğru biriyse beni tekrar öldürüp diriltsin. Bilesiniz ki bu çok yalancıdır!" Deccal onun, as­lında cennet olan bu cehenneme atılmasını emreder. Sonra da çıkıp Şam ta­raflarına gider." [347] Bu hadisin rivayet sene­dinde adı geçen Musa b. Ubeyde el-Yezidî zayıf bir râvidir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Mihcen b. Edra´dan rivayet etti ki; Rasülul­lah (s.a.v), bir gün insanlara irâd ettiği bir hutbesinde şunları söylemiştir: "Kurtuluş günü... Kurtuluş günü nedir (biliyor musunuz )" Bu sözünü üç kez tekrarladı. Kendisine, "Kurtuluş gün nedir " diye sorduklarında şu ceva­bı verdi: "Deccal gelip Uhud dağına çıkar. Medine´ye bakar ve adamlarına, "şu beyaz kasrı biliyor musunuz Bu Ahmedin mescididir" der. Sonra Medi­ne´ye gelir. Şehrin girişlerinden herbirinde yalın kılıç duran bir melekle kar­şılaşır. Cürufun çorak arazisine gidip orada çadırını kurar. Sonra Medine üç kez sarsılır. Medine´nin münafık ve fasık erkekleriyle kadınlarından hiç biri şehirde kalmaz. Hepsi çıkıp onun yanına giderler. Kurtuluş günü, işte o gün­dür." [348]


Dininizin En Hayırlısı En Kolay Olanıdır:



İmam Ahmed b. Hanbel...İbn Ebi Recâ´dan rivayet etti ki; Mihcen b. Edra´ şöyle demiştir: Rasülullah (s.a.v) elimden tutup benimle birlikte Uhud dağına çıktı ve oradan Medine´ye bakıp şöyle dedi: "Vay, yazık! Medine, be­nim göz aydınlığımdır. Onu en iyi hade (veya hallerin en hayırlısında) bıra­kıyorum. Buraya Deccal gelecek ve şehrin kapılarının her birinde yalın kılıç duran bir melek bulacak, bu nedenle içeri giremeyecektir." Böyle dedikten sonra Rasülullah (s.a.v), elimden tutmuş olarak oradan indi ve mescide gir­di. Orada bir adam namaz kılmaktaydı. "Kim bu " diye sorunca ben o ada­mın iyiliklerini söyleyip övdüm, Bana; "Sus, kendisine duyurma, yoksa onu mahvedersin!" dedi. Sonra kadınlarından birinin odasına geldi, elini elimden çekti ve şöyle buyurdu:

"Doğrusu dininizin en hayırlısı en kolay olanıdır. Doğrusu dininizin en hayırlısı en kolay olanadır."[349]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Müslümanlar Yahudilerle savaşmadan kıyamet kopmayacaktır. Müslü­manlar onları öldürecektir. Öyleki Yahudiler, taşların ve ağaçların arkasına gizlenecek; ağaçlar ve taşlar; "Ey Müslüman, ey Allah´ın kulu! Şurada ar­kamda bir Yahudi var, gel öldür onu!" diyeceklerdir. Yalnız garkad [350] ağacı hariç. (Bu onları ele vermeyecektir.) Çünkü o, Yahudilerin ağacıdır." [351]

Müslim de aynı senedle Kuteybe´den şöyle bir hadis rivayet etmiştir: "Sizler Türklerle savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktir." [352]

Allah bilir ya bu hadislerden zahiren anlaşıldığına göre, Türklerle yine Yahudiler kastedilmiştir. Ahmed b. Hanbel, Tirmizî ve İbn Mâce´nin Ebû Bekr es-Sıddık´tan rivayet ettikleri hadiste de ifade edildiği gibi Deccal, ya-hudilerdendir.

İmam Ahmed b. Hanbel...Ebû Seleme´den rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Rasülullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunu işittim: "Şüphesiz, Deccal, yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibi olan yetmiş bin ta­raftarıyla Havran ve Kirman´a inecektir." [353] Bu, hasen bir hadis olup senedi sağlam ve kuvvetlidir.

Hanbel b. İshak... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasülullah (s.a.v), in­sanlara bir hutbe irâd ederek Deccal´dan bahsetti ve şöyle buyurdu:

"Ümmetini Deccal´a karşı uyarmayan hiç bir peygamber yoktur. Ben­den önce hiç bir peygamberin vasıflandırmadığı şekilde onu size vasıflandı­racağım: Onun bir gözü kördür. İki gözünün arasında kâfir kelimesi yazılı­dır. Yazı bilen bilmeyen her mümin o kelimeyi okur." [354]


Mekke-i Mükerreme Ve Medine-i Münevvere, Allah´ın Emriyle Melekler Tarafından Korunacaktır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Medine ve Mekke, meleklerce çembere alınacaktır. Bu şehirlerin her giriş yerinde bir melek duracaktır. Buralara Deccal ve veba giremez." [355]

Bu cidden gariptir. Mekke´nin bu bağlamda anılmış olması hiç bilinme­mektedir. Veba da aynen böyle... Doğrusunu Allah bilir.

Ebû Davud... Ubade b. Samit´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Size Deccal´dan bahsettim. Ama yine de anlamamanızdan korktum. Doğrusu Deccal; kısa boylu, kaba, sert, saçları (dikenli çalı gibi) kı­vırcık, tek gözlü, göz çukuru basık biridir. Eğer onu tanıyamazsınız bilin ki; Aziz ve Celil olan Rabbiniz kör değildir." [356]


Yüce Peygamberimizin Benî Temim Kabilesinin Faziletine Tanıklık Etmesi:



Buharı ve Müslim... Ebû Zür´a´dan rivayet ettiler ki; Ebû Hüreyre şöy­le demiştir: Oldum olası Benî Temim kabilesini üç şeyden ötürü severim:

1- Rasûlullah (s.a.v)in onlar hakkında şöyle buyurduğunu işittim: "On­lar, ümmetimin Deccal´a karşı en şiddetlileridir."

2- Onlardan toplanan zekât getirildiğinde Rasûlullah (s.a.v); "Bu, kav­mimin sadaka (zekât)larıdır" demişti.

3- Hz. Aişe´nin yanında o kabileden bir cariye vardı. Rasûlullah (s.a.v), Hz. Aişe´ye; "Bunu azâd et. Çünkü bu, İsmail (a.s)in evladındandır." [357]

Ebû Davud... İmrân b. Husayn´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur: "Deccal´dan bir şey işiten, ondan uzaklaşsın. Allah´a yemin ederim ki; adam onun yanına gelir, ortaya attığı şüphelerden dolayı onun mü­min olduğunu sanır ve ona tabi olur." [358]

İmam Ahmed b. Hanbel... İmrân b. Husayn´dan rivayet etti ki; Peygam­ber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal´dan bir şey işiten, ondan uzaklaşsın. Deccal´dan bir şey işiten, ondan uzaklaşsın. Çünkü adam ona gelir, mümin olduğunu sanır. Ondaki şüpheli durumlar nedeniyle yanında bulunmaya de­vam eder, nihayet ona tabi olur." [359]

Süfyân b. Uyeyne... İmrân b. Husayn´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Deccal yemek yer, çarşılarda dolaşır." [360]


Allah Katında Deccal Çok Değersizdir:



Müslim... Kays b. Hazim´den rivayet etti ki; Muğire b. Şube şöyle de­miştir: Hz. Peygamber´e Deccal´ı benden daha çok soran olmadı. Sordum.

Şu cevabı verdi: "Ondan sana ne zarar gelecek Şüphesiz o, sana zarar vere­mez." Ey Allah´ın Rasûlü! Onun beraberinde yiyecekler ve nehirler olacağı­nı söylüyorlar, demem üzerine Rasûlullah (s.a.v) şu cevabı verdi: "O, Allah katında bundan daha değersizdir [361] (Bunlara sahip olacak kadar değerli değil­dir)."[362]

Şüreyh b. Yunus... Kays´tan rivayet etti ki; Muğire b. Şube şöyle demiş­tir: Hz. Peygamber´e, Deccal´ı benden daha -ok soran biri olmadı. Bana, "Sorun nedir " diye sordu. Dedim ki: "Onun beraberinde ekmek ve et dağla­rıyla bir su nehri var, diyorlar." Hz. Peygamber şu cevabı verdi: "O, Allah katında bundan daha değersizdir. (Bunlara sahib olacak kadar değerli değil­dir.)" [363]

Müslim... Kays´tan rivayet etti ki; Muğire b. Şube şöyle demiştir: Hz. Peygamber´e, Deccal´ı benden daha çok soran biri olmadı. Hz. Peygamber bana; "Sualin nedir ", diye sorunca dedim ki: "Onun beraberinde dağlar ka­dar ekmek ve et, bir |e bir su nehri olduğunu söylüyorlar." Buyurdu ki: "O, Allah katında bundan daha değersizdir (Bunlara sahib olacak kadar değerli değildir.)" Buharî ve Müslim tarafından aktarılıp Huzeyfe ve diğerlerince ri­vayet edilmiş olan hadislerde anlatıldığına göre; Deccal´in suyu ateş, ateşi de soğuk bir sudur. Onun yanındaki harika şeyler hakikatte mevcud olmayıp sa­dece göze görünen (hayali) şeylerdir. İbn Hazm, Tahavî ve diğerlerinden olu­şan bir gurup ulema bu hadise dayanarak Deccal´in gözbağcı olduğunu, o za­manda insanlara göstereceği harikaların asılsız ve hayali şeyler olduğunu söylemişlerdir.

Mutezile´nin lideri Şeyh Ebû Ali el-Cübbâî, Deccal´in göstereceği hari­kaların gerçek olmayıp hayalî olduğunu, aksi takdirde bir büyücünün harika-sıyla peygamberin harikasının birbirine karışacağını söylemiştir. Kadı İyaz ve başkaları ona cevaben demişler ki: Deccal tanrılık iddiasında bulunacak­tır. Bu da insan olma vasfına aykırı bir şeydir. Şu halde onun harikalar gös­termesi imkânsız değildir.

Haricî, Cehmiye ve Mutezile´nin bir bölümü gibi bir çok fırkalar, Dec-cal´ın ortaya çıkacağına dair rivayetleri ve bu konuda nakledilen hadisleri tü­müyle red etmişlerdir. Böyle yapmakla onlar hiçte uygun bir iş yapmış olma­dılar. Çünkü böylelikle onlar ulema zümresinden uzaklaşmış oldular. Zira Rasûlullah (s.a.v)den bir kaç kanalla mütevatir olarak gelen sahih haberleri reddetmişlerdir. [364] Biz bunlardan, insanları ikna etmeye yetecek kadarını ön­ceki sayfalarda nakletmiştik. Kendisinden yardım dilenilecek zât, Yüce Al­lah´tır.

Önceki sayfalarda geçen hadislerden açıkça anlaşıldığına göre Cenab-ı Allah, Deccal´ın ortaya çıkışı esnasında yanında meydana getireceği harika­larla kullarını imtihan edecektir. Emri altına girenler için Deccal, göğe emir verip yağmur yağdıracak; yere emir verip bitki bitirecek; o bitkileri kendileri ve davarları yiyecek, (meraya giden davarları) onlara semiz olanı dönecektir. Deccal´ın çağrısına uymayıp emrini reddedenlere gelince onlar, kuraklı­ğa, kıtlığa, yokluğa, hastalığa, davarlarının ölüp yok olmasına; mal, can ve ürün azalmasına maruz kalırlar.

Onun fitnelerinden de, arıların kraliçe arının peşinden ardarda gidişi gi­bi yerdeki hazinelerinde peşpeşe ona gelmesi, o (bilinen) genci Öldürüp di-riltmesidir. Bütün bunlar gerçektir, asılsız değildir. Ama Cenab-ı Allah, kul­larını imtihan etmek için o zamanda bu gibi şeyleri meydana getirir. Bu fit­ne nedeniyle birçok kimse sapar, bir çok kimse de hidayete erer. Şüpheliler kâfir olur. Allah, inanaların da imanını artırır. Kadı İyaz ve diğerleri, aşağı­daki şu hadisi bu manâya yormuşlardır: "O, Allah katında- bundan daha de­ğersizdir." Yani O, Allah´ın mümin kullarını saptıracak harikalara sahih ola­cak değerde değildir. Bu olamaz. Çünkü onun zahirî bedeninde noksanlık, kendisinde de zulüm ve fücur vardır. Her ne kadar yanında harikalar görülse de o böyle bir durumdadır. İki gözünün arasında apaçık bir şekilde kâfir ke­limesi yazılıdır. Şeriat sahibi Hz. Peygamber bunu heceli olarak "Ke-fe-re" şeklinde telaffuz etmiştir ki, bu da o yazının manevi değil maddi olarak ya­zıldığını kanıtlamaktadır. Nitekim bazı insanlar o kelimenin, Deccal´ın alnın­da manen yazılı olduğunu söylemişlerdir. Onun gözlerinden biri kör olup çir­kin bir şekilde dışa doğru pırtlamiştır. "O gözü (su üzerinde) duran bir üzüm tanesi gibidir" sözünün manâsı işte budur. Yani o gözü fersizdir. Başka bir hadiste gözünden bahsedilirken "O, kireçle sıvalı bir duvar üzerindeki bal­gam gibidir" yani şekli çok çirkindir, denmektedir. Onun gözüyle igili olarak başka bir hadiste şöyle denmektedir: "Onun sağ gözü kördür, sol gözü gibi­dir." Ya bu rivayetlerden biri sağlamca hıfz edilmiş değildir; ya da kör diye tercüme ettiğimiz aver kelimesi fer eksikliği ve kusur anlamına gerilektedir. O zaman her iki gözünde de fer eksikliği ve kusur mevcuttur. O zaman her iki gözündede fer eksikliği ve kusur mevcuttur, demenin yanlış bir yanı ol­maz. Taberanî´nin aşağıda nakledeceğimiz rivayeti de bu şekilde manâlan-dırmayı takviye etmektedir:

Taberanî... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Deccal´ın saçları (çalı gibi) kıvırcıktır, Kendisi alçak ve kusurlu yara-tıhşlı olup genizden konuşur. Başı ağaç dalı gibi olup sağ gözü gömük, diğeriyse su üzerinde duran bir üzüm tanesi gibi (pırtlak)dır." [365] Süfyan-ı Sevrî de Simâk´tan böyle bir rivayette bulunmuştur. Ancak Önceki sayfalarda geçen bir hadiste, "Onun diğer gözü parlak bir yıl­dız gibidir" denmektedir. Şu halde onun bir gözü gerçekten kör, diğeri ise pırtlakık kusuru ie arızalıdır, şeklinde bir manâ vererek hadisler arasında uyum sağlayabiliriz. Doğruyu en iyi bilen, yüce Allah´tır. [366]


Kur´ân-ı Kerim´de Deccal´dan Niçin Açıkça Söz Edilmiyor



Adamın biri şöyle bir sual sormuş: Deccal´ın fücur ve şerri çok, fitnesi yaygın olduğu, tanrılık iddiasında bulunduğu; bütün bu hususlar yalan ve if­tira olduğu, bütün peygamberler ümmetlerini ona karşı uyardıkları halde ni­çin Kur´ân-ı Kerim´de ondan söz edilmemiş, insanlar ona karşı uyarılmamış, adı açıkça anılmamış, yalan ve inadı tenkid edilip açığa vurulmamış !

Buna bir kaç yönden cevap verilebilir:

1- Kur´ân-ı Kerîm´in şu âyetinde Deccal´a işaret edilmiştir: "Rabbinin bir takım mucizeleri geldiği gün, bir kimse daha önce inanmamışsa veya imanıle bir iyilik kazanmamışsa, imanı ona fayda vermez."(En´âm, 6/158)

Tirmizî, bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken... Ebû Hüreyre´den rivayet et­ti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Üç şey ortaya çıktığında daha önce inanmamış veya imamyla bir iyilik kazanmamış olan kimseye artık imân etmesi fayda vermez. (O üç şey şunlardır:) Deccal, Dabbetü´1-arz, gü­neşin batıdan doğmasıdır." Tirmizî, bu hadisin sahih ve hasen olduğunu söy­lemiştir.

2- Önceki sayfalarda anlatıldığı ve bundan sonra da anlatılacağı gibi Meryem oğlu İsa, dünya semasından yeryüzüne inecek ve Deccal´ı öldüre­cektir. Kur´ân-ı Kerim´de de onun inişinden bahsedilmektedir:

"Ve "Meryemoğlu Mesih´i -Allah´ın elçisi- öldürdük" demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle göründü. Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler. Bu husustaki bilgileri an­cak sanıya uymaktan ibarettir. Kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu kendi katma yükseltti. Allah güçlüdür, Hakimdir. Kitab ehlinden, ölme­den önce, İsa´ya inanmayacak yoktur. O, -gerektiği gibi inanmadıkların­dan,- kıyamet günü onların aleyhine şâhid olur." (Nisa, 4/157-159)

Bu ayeti kerimede geçen "Ölmeden önce" sözüyle Hz. İsa´nın kastedil­miş olduğunu tefsirde (yani İbn Kesir tefsirinde) belirtmiştik. [367] Yani O, yer­yüzüne inecek, hakkında birbirine zıt görüşler ileri sürerek ihtilafa düşen ki­tab ehli kimseler ona iman edeceklerdir. Örneğin hristiyanlar onun tanrı, ol­duğunu iddia ederlerken yahudiler onun (haşa) gayr-ı meşru bir çocuk olaraki. ğduğunu söylemişlerdir. Ama o, kıyamet gününden önce yeryüzüne inin­ce her iki tarafta ona isnad ettikleri şeylerin asılsız birer yalan ve iftira oldu­ğunu kesin bir şekilde anlayacaklardır.

Şu halde Kur´ân-ı Kerîm´de Meryem oğlu İsâ Mesih´in yeryüzüne ine­ceğinin bildirilmesi, hidayet rehberi ve Mesihi Hz. İsa´nın zıddı ve sapıklı­ğın lideri Mesih-i Deccal´ın da inecek olmasına bir işarettir. Çünkü birbirine zıt iki şeyden birini söyleyince diğerini söylemeye gerek kalmadığı, arapla-rın âdetindendir. Nitekim bu husus ilgili bahiste de anlatılacaktır.

3- Kendisini önemsemiş olmamak için Cenab-ı Allah, Kurân-ı Kerim´de Deccal´ın adını açıkça anmamıştır. Zira o, tanrılık iddiasında bulunacaktır. Böyle birinden bahsetmemek; yücelik, ululuk ve azamet sahibi, noksanlıklar­dan münezzeh olan Allah teâlânın durumuna aykırı değildir. Deccal, Kur´ân´da anılmayacak derecede hor, hakir ve zelil olduğu için, onun dava­sı da Kur´ân´da anlatılmamış ve ona karşı önlem alınması bildirilmemiştir. Ancak Peygamberler, Aziz ve Celil olan Cenab-ı Rabbül alemin´den güç ala­rak Deccal olayını ümmetlerine açıklayarak onları ona karşı tedbirli olmaya çağırmışlardır. Onun yanında saptırıcı fitneler ve harika gibi görünen asılsız şeyler bulunacağını söylerek ümmetlerini ona karşı uyarmışlardır.

Bu durumda peygamberlerin konuyla ilgili ihbarları ile yetinilmiştir. Takva sahiplerinin önderi ve insanlığın efendisi Hz. Âdem´den bu yana tüm peygamberlerin onun hakkında bilgi vermiş olması, Deccal´ın Kur´ân´da Al­lah tarafından anlatılmasına gerek bırakmamıştır. Zaten kendisi o kadar önemli biri de değildir. Cenab-ı Allah onun hakkında haber ve bilgi görevi­ni yüce peygamberlere vermiştir.

Firavun da Deccal gibi yalan ve iftiradan ibaret olan iddialarda bulundu­ğu halde Kur´an-ı Kerimde ne diye ondan bahsedilmiştir Ayrıca Firavun; "Sizin en yüce Rabbiniz benim" (Naziât, 79/24) ve, "Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir tanrınız olduğunu bilmiyorum." (Kasas, 28/38) demiştir, diye­cek olursanız:

Cevaben deriz ki: Firavun´un işi bitmiş ve yalanı her mümin ve akıllı kiş itarafından açıkça anlaşılmıştır. Deccal olayı, ileride vukubulacak bir olay­dır. Gelecekte kulları imtihan etmek maksadıyla meydana çıkacak bir hadise olduğundan ve kendisi de Allah tarafından önemsenmeyip tahkir edilmek is­tendiğinden dolayı Kur´ân´da kendisinden bahsedilmemiştir. Çünkü yalan olması nedeniyle bu, anılmayacak kadar değersiz bir olaydır. [368] Bu nedenle ona karşı bir uyarı yapılmamıştır.

Çok açık ve seçik olan bir şeyin adım söylemeye bazan gerek kalmaz. Nitekim Ölüm hastalığında Hz. Peygamber, Ebubekir es-Sıddik´i halife ola­rak tavsiye etmek amacıyla yazı yazmak istemiş sonra bundan vazgeçip şöy­le buyurmuş". "Allah ve müminler Ebubekir´den başkasını kabul etmezler." [369]

Değeri ve kadrinin yüceliği Sahabilerce açıkça bilindiğinden ötürü Ebu­bekir´in halifeliği için tavsiye mektubu yazmaktan vazgeçmişti. Hz. Peygam­ber, S;-habilerinin onu bırakıpta bir başkasına yönelmeyeceklerini biliyordu. Gerçekten de öyle oldu. Bu nedenledir ki bu hadis (El-Bidaye ve´n-Nihaye adlı kitabımızın) Peygamberlik delilleri bölümünde de geçtği gibi bir çok yerde nakledilmiştir, işlemekte olduğumuz konu da bu türdendir. Şöyleki: Peygamber (s.a.v.)´in, Deccal´ın ortaya çıkacağını açıklamış olması, Kur´ân´da ondan açıkça söz edilmesine ihtiyaç bırakmamıştır. Onun ortaya çıkacağına dair malumat o kadar açıktır ki, daha fazla bilgi vermeye gerek bırakmamaktadır. İdd^ia ettiği tanrılık iddiasına nispetle Deccal, açık denecek derecede kusurlu, pis-ve yerilecek haldedir. Cenab-ı Allah, böyle birinin mü­min kulları için tehdid oluşturamayacağını, onların Allah´a imanlarını, Rasû-lune teslimiyetlerini, hakkı tasdiklerini ve batılı redlerini daha da artıracağı­nı bildiğinden ötürü onu Kur´ân´da anmamıştır. Bu nedenledir ki, Deccal´ın Önce öldürüp sonra dirilttiği mümin kişi, kendisine şöyle diyecektir: "Allah´a yemin ederimki seni şimdi daha da iyi tamdım. Sen, bize Rasûlullah (s.a.v.)´in kendisinden bahsetmiş olduğu kör ve yalancı (Deccal)sın!" Bu ha­dis, Sahih-i Müslim´de de yer almaktadır. Bazılarının anlattıklarına göre Deccala böyle diyecek olan mümin kişi, Hızır (a.s.)´dır. El-Cami adlı eserin­de Kadı İyaz da bunu Ma´mer´den nakletmektedir.

Müsned adlı eserinde İmam Ahmed b. Hanbel, Sünen adlı eseride Ebû Davud, Cami adlı eserinde Tirmizî... Ebû Ubeyde´den rivayet ettiler ki; Ra-sulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Beni görüp sözlerimi işiten kimsenin ona (Deccal´aJ ulaşacağını tahmin ediyorum." [370]

Bu görüşte olanlar bu hadisten takviye almaktadırlar. Ama bunun sene­dinde gariplik vardır. Belki de Peygamber (s.a.v.) efendimiz ikinci şıkta an­lattığımız Deccal´la ilgili hususlar kendisine açıklanmadan önce bu hadisini irâd etmiştir. Doğrusunu Allah blir.

Hz. Hızır kıssasında insanların, Hz. Hızır´ın hayatı hakkında söyledikle­rini naklettik. Oysa onun vefat ettiğini o kısımda nakletmiş olduğumuz delil­leriyle ispatladık. Meseleyi iyice anlamak isteyenler, (Elbidaye ve´n-Nihaye adlı kitabımızın) kısasül enbiya bölümündeki Hz. Hızır bahsine bakabilirler. Doğruyu en iyi bilen, yüce Allah´tır. [371]


Deccal’dan Korunma Yolu


Allah´a İhlaslıca Sığınmak, Kişiyi Deccal´ın Fitnesinden Korur:



Bu hususta bir kaç yoldan rivayet edilen sahih hadislerde anlatıldığına gö­re Rasûlullah (s.a.v.), namaz sonrası yaptığı dualarda Deccal fitnesinden Al­lah´a sığınır ve şu duayı okur, ümmetime de böyle yapmalarını emretmiştir:

"AÎlahım! Cehennem azabından, kabir fitnesinden, hayatın ve ölümün fitnesinden, Mesih-i Deccal fitnesinden sana sığınıyoruz." [372] Bu duâ; Enes, Ebû Hüreyre, Aişe, İbn Abbas, Sa´d, Amr b. Şuayb´ın dedesi­nin rivayet ettikleri hadiste mevcuttur. [373]


Kehf Suresinin Son On Ayetini Ezberleyip Onlarla Amel Etmek Kişiyi Deccal Fitnesinden Korur:



Şeyhimiz Ebû Abdillah ez-Zehebi, Deccal´dan Allah´a sığınmayla ilgili duanın Hz. Peygamberden mütevatir olarak rivayet edildiğini söylemiştir. Nitekim Ebû Davud... Ebû Derda´dan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Kehf sûresinden on ayet ezberleyen kimse, Deccal´ın fitnesinden ko­runmuş olur." [374]

Yine Ebû Davud... Katâde´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kehf suresinin başındaki âyetlerden ezberleyen kimse Deccal´dan ko­runmuş Our." [375]

Ebû Davud yine Katâde´den rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyuruldu-ğunu nakletmektedir:

"Kehf suresinin sonundan on ayet ezberleyen kimse, Deccal´ın fitnesin­den korunmuş olur." [376]

Deccal´dan uzak durmak gerektiği de İmran b. Husayn´dan rivayet edi­len şu hadisle emredilmektedir: "Deccal´ı duyan ondan uzaklaşsın."

Bir başka hadiste de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Mümin ki­şi Deccal´ın yanına gelir. Onun mümin biri olduğunu sanır. Ortaya attığı şüp­heli şeyler nedeniyle ona tabi olur." [377]


Şerefli Medine Ve Mekke´de İkamet Etmek, Kişiyi Deccal Fitnesine Karşı Korur:



İnsanı Deccal fitnesinden karşı koruyan şeylerden biri de Medine ve Mekke´de -Allah oraları şereflendirsin- ikamet etmektir. Buharı ve Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet ettiler ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Medine´nin giriş yerlerinde (koruyucu) melekler vardır. Oraya taun ve Deccal giremez." [378]

Buharı... Ebû Bekir´den rivayet etti ki Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Mesih-i Deccal korkusu Medine´ye girmez. O gün de oranın yedi kapı­sı olacak ve her kapısında ikişer melek duracaktır." [379]

Tirmizî... Enes´ten rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Deccal Medine´ye gelir. Meleklerin orayı korumakta olduklarını görür. İnşaallah oraya ve taun ne de Deccal girer." [380]

Bir sahih hadiste de şöyle Duyurulmuştur:

"Doğrusu o (yani Deccal) Mekke´ye ve Medine´ye giremez. Orayı me­lekler korur."

Çünkü bu ikisi şerefli mekânlardır. Buralar, ona karşı güvenli haremler­dir. O, (yani Deccal) geldiğinde Medine yakınındaki çorak araziye konaklar. O zaman Medine şehri, ahalisini üç kez sarsar. Bu sarsıntı ya maddi, ya da manevi olacaktır. Bu hususta ileri görülmüş iki kavil vardır. O vakitte her mü­nafık erkek ve kadın, Medine´den çıkıp onun yanma gider. Böylece Medine şehri pisliklerini atmış olur ve şehir güzel kokularım etrafa yayar. Bu husus önceki sayfalarda geçefl bir hadiste de anlatılmıştır. Doğrusunu Allah bilir. [381]


Lânetli Deccal´ın Kısa Biyografisi:



O, âdemoğullarından biridir. İnsanlar için bir imtihan olsun diye Cenab-ı Allah ahir zamanda onu yaratacaktır.

"O, bu misalle bir çoğunu saptırır, bir çoğunu da yola getirir. Onunla saptırdığı yalnız fasıklardır." (Bakara, 2/26)

Tarih´inde Hafız Ahmed b. Ali el Abâr, Deccal´ın künyesinin Ebû Yu­suf olduğunu, Mücalid kanalıyla Şa´bî´den rivayet etmiştir. Ebû Davud´un Hz. Ömer´den, Câbir b. Abdullah´tan ve diğer sahabilerden naklen ifade et­tiğine göre Deccal, İbn Sayyad´ın kendisidir.[382]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Bekre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Deccal´ın anne ve babası otuz sene çocuksuz dururlar. Bundan sonra tek gözlü, zararı çok fazla, faydası çok az, gözleri uyuyan arna kalbi uyuma-´an bir oğulları doğar."[383]

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) onun anne ve babasının evsafı-U anlatarak şöyle demiştir:

"Babasının etleri sarkık, burnu da gaga gibi uzundur. Annesi de meme­leri iri bir kadındır."[384]

Sonra Medine´de yahudilerden birinin çocuğu doğduğunu duyduk. He­men Zübeyr b. Avvam´la birlikte evlerine gittik. Ebeveyninin yanına vardı­ğımızda onların, tıpkı Rasûlullah (s.a.v.)´in anlattığı evsafta olduklarını gör­dük. Bebeğin de güneş altında yere serilmiş bir sesle fısıldayarak konuştuğu­mu gördük. Durumu ebeveynine sorduğumuzda dediler ki: "Otuz sene çocuk­suz bekledik. Çocuğumuz olmuyordu. Sonra tek gözlü, çok zararlı ve az faydalı şu oğlumuz doğdu." Ebeveyninin yanından çıkarken bebeğe uğradık. Bi­ze; "Ne durumda olduğunuzu biliyorum" dedi. Kendisine; "konuştuklarımı­zı duydun mu " diye sorduk. Şu cevabı verdi: "Doğrusu benim görüşlerim uyur, ama kalbim uyumaz." Sonra onun İbn Sayyad olduğu ortaya çıktı."[385]

Bunu Tirmizi, Hammad b. Seleme´den rivayet ederek hasen bir hadis ol­duğunu söylemiştir. Ben derim ki: Bu, cidden münker bir hadistir. Doğrusu­nu Allah bilir.

İbn Sayyad, Medine yahudilerindendi. Lakabı Abdullah´tı. Saff olduğu da söylenir, Asıl adı Saff idi. Ama müslüman olduğunda Abdullah adını al­dı. Oğlu Ammare b. Abdullah, tabiilerinin büyüklerindendi. Mâlik ile diğer­leri ondan hadis rivayet etmişlerdir. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Sahih kavle göre Deccal, İbn Sayyad´dan başkasıdir. İbn Sayyad´a gelince o, deccallardan biriydi. Sonra tevbe edip müslüman olduğunu açıkladı. Allah onun kalbini ve yaşantısını daha iyi bilir.

Deccal´a gelince -ki onun fitnesi çok büyüktür- O, Fatıma bint Kays´ın rivayet ettiği hadiste kendisinden söz edilen kimsedir. Bu hadiste Rasûlullah (s.a.v.), Sahabilere Temim-i Darî´nin başından geçen bir serüveni anlatmış­tır. Bu hadiste Cessase´nin hikâyesi anlatılmaktadır. Ahir zamanda müslü-manların Kostantiniye denen Bizans şehrini fethetmelerinden sonra Decca-l´ın ortaya çıkmasına Allah tarafından izin verilecektir. O, ilk olarak İsfa­han´daki ´Yahudiye´ denen bir mahallede ortaya çıkacak; silahlı, yeşil şallı yetmiş bin İsfahan yahudisi etrafında toplanıp ona yardımcı olacaktır. Aynı şekilde yetmiş bin tatar ve bir kısım Horasan halkı da kendisine yardımcı ola­caktır. İlk başta zorba bir hükümdar suretinde ortaya çıkacak, sonra peygam­berlik, ardından da tanrılık iddiasında bulunacak; bu davasında ayak takımı cahil halk tabakasından bazı kimseler kendisine tabi olacak, Allah´ın doğru yola ilettiği salih kullan ve takvah taraftarlarıyla ona muhalefette bulunarak iddialarını reddedeceklerdir. Deccal peşpeşe beldeleri, kaleleri, mıntıkaları ve bölgeleri ele geçirecek, Mekke ve Medine dışında süvari ve piyadeleriyle uğramadık bir yer bırakmayacaktır. Yeryüzünde kalış müddeti kırk gündür. Birinci günü bir yıl, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir Cuma (hafta) kadar, diğer günleriyse normal günlerimiz kadar olacaktır. Ortalama olarak o, yer­yüzünde bir yıl, iki buçuk ay kalacaktır. Cenab-ı Allah onun eliyle bir çok harikalar yaratacak ve o harikalar sebebiyle de yaratıklarından dilediğini sap-tıracaktir. Müminlerse o harikalar karşısında inançlarında sebat edecek, imanlarına iman, hidayetlerine hidayet katacaklardır. Hidayet Mesihi olan Meryem oğlu İsâ, sapıklık mesihi olan Deccal´m zamanında Dımaşk´taki (şimdiki Emevi Camiinin) doğu minaresine inecektir. İnince de etrafında müminler toplanacak, Allah´ın takvâlı kullan ona sarılacaktır. Meryem oğlu İsâ Mesih onları yanına alıp Deccal´ın üzerine yürüyecektir. O zaman Ku­düs´e yönelip gitmekte olan Deccal´ı ve adamlarını Efik geçidinde yakalaya­cak, ancak Deccal orada kaçıp gidecek, Hz. İsâ onu Lüd kapısında yakalayaak ve şehîre girmekteyken ona; "Sana mutlaka bir darbe vuracağım. Benden kurtu´amazsın!" di)´ecek, Deccal onu görünce tuzun suda eriyişi gibi erime-başlayacak, Hz. İsa da onu Lüd kapısında mızraklayıp öldürecektir. Bir kaç kanaldan rivayet edilen sahih hadislerin de delalet ettikleri gibi Deccal orada ölecektir. Allah ona lanet etsin. Bu konudaki hadisler Önceki sayfalar­da nakledildiği gibi bundan sonra nakledilecektir.

Tirnizî... Mücemma´ b. Cariye´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) söyle buyurmuştur: "Meryem´in oğlu, Deccal´ı Lüd kapısında öldürecektir." [386]

İmran b. Husayn... Zührî´den rivayet etti ki; Salim´in babası şöyle de­miştir: Hz. Ömer, bir yahudiye Deccal´ı sordu. Yahudi şöyle cevap verdi:

"O yahudi olarak doğdu ki Meryem´in oğlu onu Lüd kapısında öldürsün." [387]


Deccal´ın -Allah .Kahretsin Onu- Evsafı:



Önceki kısımlarda geçen hadislerde anlatıldığına göre onun bir gözü kör, rengi çok parlak, ama pis ve çirkin, saçı da çoktur. Bazı hadislerde kısa, bazı hadislerde ise uzun boylu olduğu ifade edilmektedir> Önceki sayfalarda Câbir´den rivayet edilen bir hadiste anlatıldığına göre eşeğinin kulaklarının arasındaki mesafe kırk zira´dır. Başka bir hadisteki ifadeye göre ise yetmiş kulaçtır. Ancak bu hadis sahih değildir. Önceki hadisin sahih olup olmadı-ğmdaysa ihtilaf vardır. Marifet´üs-Sahabe adlı kitapta Abdan... Hut el-Ab-dî´den rivayet etti ki; Mes´ud şöyle demiştir: "Deccal´ın eşeğinin kulağı yet­miş bin kişiyi gölgelendirir." Şeyhimiz Hafız ez-Zehebî, Hut el-Abdî´nin meçhul bir ravi, rivayet edilen hadisinse münker olduğunu söylemiştir.

Deccal´ın gözlerinin arasında kâfir kelimesi yazılı olup her mümin o ke­limeyi okuyacaktır. Başının ardında da yollar ve yollar vardır.

Hanbel b. İshak... Eyyup´tan rivayet eti ki; Ebû Kalabe şöyle demiştir: Mescide girdim. İnsanların bir adamın etrafında toplanmış olduklarını gör­düm. Adamın şöyle dediğini işittim: Ben, Rasûlullah(s.a.v.)*iri şöyle buyur­duğunu duydum:

"Doğrusu benden sonra yalancı ve saptırıcı (Deccal) ortaya çıkacaktır. Onun başının ardında eğri yoîlar ve eğri yollar vardır." [388] Burada eğri yollar diye tecüme ettiğimiz ´hubük´ kelimesi, Zariyat su­resinde de geçiyor: "İçinde yörüngeler bulunan göğe andolsun..." (Zariyât, 51/7)

imam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s-a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kadir gecesi sapıklık Mesihini (Deccalı) iyice görüp tanıdıktan sonra çıkıp yanınıza geldim. Mescidin kapısının önündeki >oşlukta iki kişinin arasında görünüyordu. Araya girmek için o iki adamı bi^z uzaklaştırdım. Ama şimdi o iki kişinin kim oldukları bana unutturuldu. adır gecesine gelince o geceyi, Ramazanın son onundaki tekli gecelerde

aştırın. Sapıklık mesihine gelince; onun bir gözü kördür, alnı açık, gerdanı >enıŞ> sırtı da biraz kamburdur. Katan b. Abdüluzzâ´ya benzemektedir."

Katan; "Ey Allah´ın Rasûlu; onun bu benzerliği bana zarar verir mi " di­ye sorunca Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Hayır. Sen müslüman bir adamsın. Oysa kâfir biridir." [389]

Bunu sadece İmam Ahmed b. Hanbei rivayet etmiştir. Senedi de ha-sen´dir.

Taberanî... Hallad b. Salih´ten rivayet etti ki; Süleyman b. Şihâb el-Kay-sî şöyle demiştir: Ashabtan Abdullah b. Mağnem bana konuk olarak geldi. Hz. Peygamberden bana hadis naklederek onun şöyle buyurduğunu söyledi: "Deccal´da gizlilik yoktur. O doğu tarafından gelecek, hakka davet ede­cek, kendisine bu yüzden tâbi olunacak, bazı kimselerin üzerine gidip sava­şacak, onları mağlub edecek, bu tutumunu sürdürecek, nihayet Kûfe´ye gelip orada Allah´ın dinini ortaya koyacak (destekleyecek) ve onunla amel edecek, bu davranışından ötürü sevilecek, bundan sonra "Ben peygamberim!" diye­cek, bu yüzden her akıl sahibi ondan ürküp ayrılacak, bunun ardısıra bir müddet bekleyecek, sonra "Ben Allahım!" diyecek, Allah ta onun iki gözü­nü kör edecek, kulaklarını koparacak, gözlerinin arasına kâfir (kelimesi) ya­zılacak, (bu) hiç bir müslümana gizli kalmayacak, kalbinde hardal tanesi ka­dar iman bulunan herkes kendisinden ayrılacak; yahudiler, mecusiler, hıristi-yanlar ve şu müşriklerden olan acemler onun taraftarları olacaklardır. Bun­dan sonra Deccal, halkın gözleri önünde bir adamı çağıracak, (askerlerine) onu öldürmelerini emredecek ve adam öldürüp parçalanarak organları birbi­rinden koparılacak, onu bu haliyle insanlar da görecekler sonra adamın bir­birinden koparılıp ayrılmış olan organları yanyana getirilecek, Deccal değne-ğiyle ona vuracak, hemen ayağa kalkacak, Deccal ona; "Allah benim, Öldü­ren ve dirilten benim!" diyecek. Bu, insanları büyülemek için yapılan bir si­hirdir, Bununla bir şey yapılamaz. [390]

Ali b. Ebi Talib (Kerremellahü vechehu)dan, rivayet olunduğuna göre kendisi, Deccal hakkında şöyle demiştir: "O, Safi b. Sayid´dir. O, kuyruğu kesik bir eşeğe binmiş olarak İsfahan yahudileri arasından çıkacaktır. Eşeği­nin iki kulağı arasındaki mesafe kırk zira´, bir toymığundan diğer toynuğu arasındaki mesafe dört geceliktir. Eli göğe ulaşır Deccal´ın. Önünde duman­dan bir dağ vardır. Arkasindada başka bir dağ... İki gözünün arasına kâfir (kelimesi) yazılmıştır. "Ben sizin en yüce Rabbinizim!" der. Kendisine riya­kârlar ile veled-i zinalar tabi olacaktır." Bunu ed-Deccal adlı kitapta Ebû Amr ed-Danî rivayet etmiştir ki, senedi sahih değildir bu rivayetin. [391]


Tuhaf Ve Garip Bir Haber:



Nuaym b. Hammad -Kitab´ül Fiten´de- Abdullah b. Mes´ud´dan riva­yet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Deccal´ın iki kulağı arasındaki mesafe kırk zira´dır. Eşeğinin bir adımı, üç günde gidilebilen bir mesafe kadardır. O, sizden birinin su kanalına dalı­şı gibi denize (rahatlıkla) dalar. Ve insanlara şöyle der:

— Ben âlemlerin rabbiyim. Güneş benim iznimle döner. Onu durdurma­mı ister misiniz

— Evet. Güneşi durdurur. Öyleki bir gün, bîr ay kadar, ikinci gün bir Cuma (bir hafta) kadar uzar.

— Güneşi çabuk hareket ettirmemi ister misiniz

—- Evet.

(Çabuk hareket ettirince de) bir gün, bir saat kadar olur. Bir kadın gelip ona der ki:

— Ya Rab! Oğlumu, kardeşimi ve kocamı dirilt. (Deccal; oğlunun, kar­deşinin ve kocasının suretine bürünmüş şeytanları o kadına gönderir.) Öyle­ki evi şeytanlarla dolan o kadın, (oğlu, kardeşi ve kocası sanarak) şeytanları kucaklar.

Bedeviler de Deccal´a gelip derler ki:

— Ya Rab! (ölen) develerimizi ve koyunlarımızı dirilt. Deccal onlara ölen deve ve koyunlarının -hem de aynı yaşlarda- şekillerine bürünmüş şey­tanlar verir.

Onlar da, "Eğer rab olmasaydı, ölülerimizi diriltemezdi" derler. Decca­l´ın beraberinde şimşek ve yağmur dağları, hiç soğumayan sıcak et dağı, su nehri, bostan ve sebze dağı, ateş ve duman dağı vardır. "Bu benim cennetim, bu cehennemim, bu yiyeceğim, buda içeceğimdir"der. Elyesa´ (a.s.) da onun yanında durup insanları uyararak: "Bu, yalancı Mesih´tir. Sakının kendisin­den. Allah ona lanet etsin"der. Ve Cenab-ı Allah´ta ona, DeccaFın kendisine ulaşamayacağı kadar bir hafiflik ve sürat verir. Deccal, "Ben âlemlerin Rab­biyim" dediğinde insanlar ona, "yalan söylüyorsun!" derler. Elyesa´(a.s-) da, "insanlar doğru söylüyorlar"der.

Deccal Mekke´ye uğradığında (girişte) büyük bir yaratıkla karşılaşır. Ona, "Sen kimsin " diye sorar. O da; "Ben Cebrailim. Allah senin rasûlünün haremine girmene engel olmamı için beni gönderdi"der. Yine Mekke´ye uğ­radığında Mikâille karşılaşır ve (gerisin geri) kaçar. Sabah olunca da Mekke ve Medine´deki münafıklar şehirden çıkıp yanına giderler. Kostântiniye´yi fetheden ve kudüste birbirlerine ısınıp kenetlenen müslümanlara, (Deccal´ın ortaya çıktığını bildirmek için) uyarıcı gider. Deccal o müslümanlardan biri­ni yakalayıp, "Bu, kendisine güç yetiremeyeceğimi iddia edyor. öldürün şu­nu!" der. Adamı öldürüp yere yatırdıktan sonra, "Ben bunu dirilteceğim" der. Sonra o ölüye, "Kalk bakalım" der. O da Allah´ın izniyle dirilip kalkar. Al­lah, o ölüden başkasının dirilmesine izin vermez. Öldürüp te sonra dirilttiği o adama Deccal; "Seni öldürüpte diriltmedim mi " diye sorar; adam da şu cevabı verir: "Şimdi seni daha da fazla tekzib ediyorum. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), senin beni öldüreceğini sonra da Allah´ın izniyle dirileceğimi bana müjdelemişti." Adamın cildinin üstüne bakır levhalar konur. Sonra Deccal, görevlilerine, "Bunu şu haliyle ateşime atın!" der. Allah, ateşe atılan adamı uyarıcı adama dönüştürür. Bu nedenle insanlar onun hakkında şüpheye dü­şerler. Bundan sonra Deccal acelece Kudüs´e gider. Efik geçidinin üst tara­fına çıktığında müslümanlara zulmeder. Sonra müslümanlar "İşte imdadını­za koşan (ğavs) geldi!.." diye bir sesleniş duyar ve, "Bu tok bir adamın sözüdür"derler. Yeryüzü, rabbinin nuruyla aydınlanır. Meryem oğlu İsâ iner. Ve: "Ey müslümanlar! Rabbinizin buyruklarına karşı gelmekten sakının. O´nu teşbih edin" der. Dediğini yaparlar. Deccal ve adamları kaçmak isterler. Ce­nabı Allah, yeri onlara daraltır. Lüd kapısına geldiklerinde İsa peygamberle karşılaşırlar. Deccal İsâ peygambere bakınca Isa peygamber ona, "Hadi na­maz kıl der." O da, "Ey Allah´ın peygamberi, namaz kılındı" der. İsâ pey­gamber, "Ey Allah´ın düşmanı. Sen âlemlerin Rabbi olduğunu iddia ediyor­sun. Namazı kim için kıldın " der ve elindeki gürz ile ona bir darbe vurarak onu öldürür. Yardımcılarından herhangi bir şeyin arkasına gizlenenleri, dul­dalandıkları o şey; "Ey mümin! Bu Deccaldır. Gel Öldür şunu!" der. Müslü­manlar kırk sene rahat yaşarlar. Hiç kimse (bu süre zarfında) ölmez ve has­talanmaz. Adam koyununa, "Duaya git. Orada otlan ve doğur" der. Davar sü­rüleri (başkalarına ait) ekinler arasından geçerken bir başak dahi yemez. Yı­lanlar ve akrepler kimseye eziyet etmezler. Kulenin kapılarında canavarlar durur, ama kimseye eziyet vermezler. Mümin kişi buğdayı eline alır, sürül­memiş yere serper, buna rağmen bire yediyüz oranında ürün elde eder. Müs­lümanların yaşantısı bu minval üzere devam eder. Nihayet Ye´cuc ve Me´cuc şeddi yıkılır. Onlar da taşkınlık eder ve bozgunculuk yaparlar. Müslümanlar onlara karşı imdat dilerler, ama çağrılarına cevap verilmez.

Tur-i Sina halkına Cenab-ı Allah Kostantiniye fethini müyesser kılar. Onlar duâ ederler. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, yerden ayaklı bir hayvan çı­karır. Bu hayvan kulaklarına girer, hepsi ölür. Cifeleri nedeniyle yeryüzü ko­kuşur. Pis kokmaları nedeniyle, ölüleri dirilerinden daha fazla rahatsız eder insanları. İnsanlar Allah´tan medet dilerler. Bunun üzerine Cenab-] Allah, Yemen tarafından tozlu bir fırtına estirir. Bu yüzden insanlar keder ve duman içinde kalırlar gribe yakalanırlar. Üzerlerindeki sıkıntı üç gün sonra ortadan kalkar. Leşleri denize atılır. Çok geçmeden güneş, batı ufkundan doğar. Ar­tık kimsenin tevbesi kabul edilmez. İblis de secdeye kapanarak; "İlâhî bana emret de dilediğin kimseye secde edeyim" diye yalvarıp yakarır. Şeytanlar etrafında toplanıp ona; "Efendimiz, kime yalvarıp yakarıyorsun " diye sorar­lar, o da şu cevabı verir: "Rabbimden beni diriliş gününe dek hayatta bırak­masını dilemiştim, işte güneş te batı ufkundan doğdu. Bu, malum vakittir."

Artık şeytanlar yeryüzünde görünmeye başlarlar. Öyleki kişi, "Bu beni yoldan çıkaran arkadaşımdı, onu rezil rüsvay eden Allah´a hamdolsun." der. İblis, ağlayarak secde etmeye devam der. Derken Dabbe (tül arz) çıkıp onu secde halindeyken öldürür. Bundan sonra müminler kırk sene daha yaşarlar. Her diledikleri kendilerine verilir. Kendilerine ilişilmez. Dabbetülarz´ın çıkı­şından itibaren geçen kırk sene tamamlanınca ölüm, hızlı bir şekilde onlara döner. Öyleki mümin kalmaz. Kâfir, "Keşke biz de müminlerden olaydık. Tevbemiz kabul edilmez" derler. Yollarda eşekler gibi birbirlerine karışır (zina eder)ler. Öyleki adam yol ortasında kendi anasıyla cinsel ilişkide bulu­nur. Hatta biri çıkar, biri iner. En iyileri, "Bu işi yaparken keşke biraz yol or­tasından kenara çekilseniz" diyendir. Bu hallerini devam ettirirler. Artık doSanların hiç biri nikâhlı evlilik mahsulü olmaz. Sonra Allah kadınları kısır-laşünr. Otuz sene müddetle çocuk doğmaz. Hepsi veled-i zina ve de insanla­rın en şerlileri olurlar. Bu hal kıyamet kopuncaya dek devam eder."

Taberanî de Abdurrahman b. Hatim el-Muradî kanalıyla Nuaym b. Hammad´dan böyle bir rivayette bulunmuştur. [392]


Reddedilen Bir Hadis:



Şeyhimiz Hafız ez-Zehebî... Hasan´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Deccal´ın eli bulutlara kadar uzanır. Denize girdiğinde sular (ancak) dizlerine kadar ulaşır. Batı ufkuna giderken güneşle yarışır ve onu geçer. (Dağlar ve) tepeler onunla beraber yürürler. Alnında ucu kırık bir boynuz vardır. Bedenine mızrak, kılıç ve kalkana varıncaya kadar bütün silahların re­simlerini yapmıştır." Şeyhimiz rivayet edilen zayıf bir hadis olduğunu söyle­miştir. [393]


Bir Hurafe Hadis Daha:



Kitab´ül İmân adlı eserde İbn Mendeh... Huzeyfe´den rivayet etti ki; Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben, Deccal´la beraber bulunan şeyleri kendisinden daha iyi bilirim. Onun beraberinde iki nehir olacaktır. Nehirler­den birinde görünüşte alevlenen ateş olacaktır. Diğerinde de bembeyaz su vardır. Sizden ona ulaşan kimse, gözlerini yumup onun beraberindeki ateş nehrinden içsin. Çünkü orada serin su vardır. (Su gibi görünen) diğer nehir­den uzak durun. Çünkü o fitnedir. Bilesiniz ki, onun gözlerinin arasına kâfir kelimesi yazılmıştır. Yazı bilen bilmeyen herkes o kelimeyi okur. Gözlerin­den biri (kör olup göz çukuru) dümdüzdür ve üzerinde kalınca bir deri par­çası vardır. Ahir ömründe o, Ürdün vadisindeki Efik tepesinin üstüne çıka­cak. Orada Allah´a ve ahiret gününe iman etmiş herkeste o tepeye çıkacak­tır. Deccal, müslümanların üçte birini öldürecek, üçte biri kaçacak, üçte biri de orada kalacaktır. Aralarına gece girer (ve savaşa ara verilir). Müminler birbirlerine derler ki: "Ne duruyorsunuz Rabbinizi razı etmek için kardeşle­rinize kavuşmak istemez misiniz Yanında fazla azığı bulunan, onu kardeşi­ne versin. Tan yeri ağardığında hemen namazınızı kılın. Sonra düşmanınızın üzerine yürüyün." Namaza kalkıp da imamları kendilerine namaz kıldırdığı esnada İsâ peygamber yeryüzüne iner. Namaz tamamlandıktan sonra; "Be­nimle Allah´ın düşmanının arasından çıkın" der. Deccal da İsâ Peygamberin karşısında tuzun suda eriyişi gibi erimeye başlar. Allah müslümanları ona musallat kılar. Müslümanlar onu öldürürler. (Taraftarları da taşların ve ağaç-´arın ardına kaçıp gizlenirler.) Öyleki taşlar ve ağaçlar; "Ey Allah´ın kulu; ey «luslüman! Şurada bir yahudi var, gel de öldür onu!" diye seslenirler.

Müslümanlar galib olurlar, haç kırılır, domuz öldürülür, cizye kaldırılır. Müslümanlar bu haldeyken Cenab-ı Allah Ye´cuc ve Me´cucu ortaya çıkar.

Öndekileri sudan içerler ama sondakileri geldiklerinde su bulamazlar. Çün­kü öndekiler suyu kurutmuş olup bir damla dahi bırakmamışlardır. Sondaki-ler "Burada şu eseri varF´derler. Allah´ın peygamberi (İsâ) ve adamları onla­rın peşinde olacak, derken onlar Filistin´in Bab-ı Lüd şehrine girerler. "Yer-yüzündekileri yendik. Gelin göktekileri de öldürelim." derler. Bundan sonra Cenab~ı Allah peygamberini çağırır. Deccalın adamlarının boğazında bir ya­ra meydana getirir. Hepsi ölürler bu yüzden. Pis kokulan müslümanları ra­hatsız eder. İsâ peygamber onlara beddua eder. Yüce Allah da bir rüzgâr es­tirerek onların bütün leşlerini denize attırır." [394]

Şeyhimiz Zehebî bu rivayetin senedinin düzgün olduğunu söylemiştir. Bence bunun ifadelerinde gariplik ve münker şeyler vardır. Doğrusunu yüce Allah daha iyi bilir. [395]


Ahir Zamanda Hz. İsa´nın Dünya Semasından Yeryüzüne İnişi:



Yüce Allah buyurdu ki:

"Bu, bir de inkârlarından Meryem´e büyük bir iftirada bulunmalarından ve: "Meryem oğlu İsâ Mesih´i -Allah´ın elçisi- öldürdük" demelerinden Ötü­rüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle göründü. Ay­rılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler. Bu husustaki bilgileri ancak sanıya uymaktan ibarettir. Kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu kendi katına yükseltti. Allah güçlüdür, hakimdir." (Nisa, 4/157-158)

İbn Cerir (et-Taberî), Tefsirinde.,. Saîd b. Cübeyr´den rivayet etti ki; İbn Abbas, aşağıdaki ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmiştir: "Kitab ehlinden, ölme­den önce, İsa´ya inanmayacak [396] yoktur." (Nisa, 4/159)

Bu âyette geçen "Ölmeden Önce" sözüyle Meryem oğlu İsâ kastedilmek­tedir.[397]

Bu rivayetin senedi sahihtir. Avfî de İbn Abbas´tan böyle bir rivayette bulunmuştur. [398]


Hz. İsâ Öldü Mü Yoksa Diri Diri Göğe Mi Kaldırıldı



"Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa´ya inanmayacak yoktur." Ebû Mâlik dedi ki: "Meryem oğlu İsâ şimdi Allah katında hayattadır. [399] Ama yeryüzüne indiğinde hepsi ona imân edecektir." Bunu İbn Cerir (et-Ta­berî) rivayet etmiştir. [400] İbn Ebi Hatim´in ondan yaptığı rivayete göre adamın biri, "Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa´ya inan­mayacak yoktur" âyetinin manâsını Hasan´a sormuş, o da şu cevabı vermiş: Hz. İsâ ölmeden bütün kitab ehli ona inanacaktır. Allah, İsa´yı kendi katına yükseltti. Kıyamet günü gelmeden, onu öyle bir konumda gönderecektir ki. iyi-kötü herkes ona inanacaktır.

Katâde, İbn Duame, Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem ve başkaları da böyle demişlerdir. İleride de nakledileceği gibi bu hususta teyid edici ve Ebû Hüreyre´den rivayet edilmiş olan bir hadis, Buharı ve Müslim´in sahihlerin­de mevcuttur.

Bu ifadelerde anlatılmak istenen husus, Hz. İsa´nın şu an gökte yaşa­makta olduğudur. Gerçek, cahil ehl-i kitabın iddia ettikleri şekilde onun çar­mıha gerildiği değildir. Aksine Cenab-ı Allah onu kendi katına yükseltmiş­tir. Mütevatir hadislerin de gösterdikleri gibi Cenab-ı Allah, kıyamet günün­den önce onu dünya .semasından yeryüzüne indirecektir. Bu husus, önceki sayfalarda geçen Deçcal´la ilgili hadislerde açıklanmıştır. İleriki sayfalarda da ele alınacaktır. Kendisinden yardım dilenilen ve kendisine güvenilip da­yanılan zât, yüce Allah´tır. Güç ve kuvvet, ancak aziz ve hakim, ulu ve yüce Allah iledir. O ki kendisinden başka tanrı yoktur. Yüce Arş´ın Rabbidir.

"Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa´ya inanmayacak yoktur." Bu ayette­ki "Ölmeden önce" sözüyle; "Ehl-i kitaptan olan herkes ölmeden önce Hz. İsa´ya inanacak" manasının kastedilmiş olduğunu, İbn Abbas ile diğerlerinin söyledikleri rivayet edilmiştir. Eğer bu rivayet sahihse, yukarıda anlattıkları­mıza ters düşmektedir. Manâ ve sened bakımından sahih olan, bizim anlat-tıklanmızdır. Tefsirimizde (yani İbn Kesir tefsirinde) bunu yeterince anlat-mışızdır. Hamd ve minnet Allah´adır. [401]


Deccal’la İlgili Olarak Önceki Kısımlarda Nakledilmemiş Olan Hadisler



Müslim... Numan b. Salim´den rivayet etti ki; Yakub b. Asım b. Urve şöyle demiştir: Adamın biri, Abdullah b. Amr´ı ziyaret ederek ona, "Naklet­mekte olduğun şu hadis nedir hele Kıyametin falan zamanda kopacağını söylüyormuşsun. Öyle mi " diye sormuş. Abdullah b. Amrda ona şu cevabı vermiş: "Sübhanallah (ya da) lâilahe illallah (yahut buna benzer başka bir şey söyleyerek söze başlamış:) Hiç kimseye hiç bir zaman hadis nakletmemeye niyet etmiştim. Ama yakında hüzün verici bir durumla karşılaşacağınızı söy­lemiştim. (Böyle dedikten sonra sözüne devamla demişti ki:) Rasülullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işittim:

"Ümmetimin içinde Deccal çıkacak, kırk gün veya kırk ay veya kırk se­ne kalacak, sonra Cenab-ı Allah, tıpkı Urve b. Mes´ud´a benzeyen Meryem oğlu İsa´yı gönderecek, O da Deccali arayıp yakalayacak ve öldürecektir. Bundan sonra insanlar, -iki kişi arasında düşmanlık olmaksızın- yedi yıl da­ha kalacak (yaşayacak), sonra Cenab-ı Allah Şam tarafından soğuk bir rüz­gar estircek, bu nedenle de kalbinde zerre ağırlığınca hayır veya iman bulu­nan hiçbir kimse yeryüzünde kalmayacak hepsi ölecektir. Öyle ki sizden bi­ri dağın içine girse bile bu rüzgar oraya girip onu yakalar ve öldürür! İnsan­ların şerlileri hayatta kalırlar. Onlar da kötülük yapmakta kus gibi hafif, ar­zuladıklarını ele geçirmekte canavar karakterli olurlar. İyilikleri iyi, kötülük­leri de kötü karşılamazlar. Şeytan karşılarına geçer kendisine uymaları için onlara çağrıda bulunur onlarda, "Biz ne emrediyorsun " diye sorunca onla­ra; puta tapmalarını emreder. Bu haldeyken onlara bol rızık gelir. Geçimleri hoş olur. Bundan sonra sûra üflenir. Herkes boyun kaldırıp indirir (düşüp ölür). Sûrun sesini en başta devesinin havuzunu sıvamakta olan bir adam du­yar, düşüp ölür. Sonra Cenab-ı Allah bir yağmur yağdırır. Bu bir çisenti gi­bidir. Bununla ölü insanların cesedleri dirilir. Sûra ikinci kez üflenince de ölü cesedler kalkıp bakışıp dururlar. Sonra da, "Ey insanlar! Rabbimize gelin" denilir. "Onları durdurun. Çünkü kendilerinden daha da sorulacaktır." Sonra, "Ateşten çıkarın" denilir. "Kaçta kaçı " diye sorulunca, "Her bin kişiden do­kuz yüz doksan dokuzunu çıkarın" diye cevap verilir. Bu, çocukların (saçla­rının ağarıp) ihtiyarladıkları ve paçaların sıvandığı zorlu bir günde (kıyamet gününde) olacaktır." [402]


Kıyamet Kopmadan Meydana Gelecek Bazı Garip Olaylar:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Meryem´in oğlu adil bir İmam (devlet başkanı) ve hakkaniyetli bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, barışı geri getirecek, kılıçları orağa dönüştürecek, her zehirlinin zehirini gi­derecek, gökteki rızık inecek, yerdeki bereket çıkacak, öyle ki çocuk yılanla oynayacak ta yılan ona zarar vermeyecek, kurtla koyun birlikte yayılacak ta kurt koyuna zarar vermeyecek, aslanla inek birlikte yayılacak ta aslan ineğe zarar vermeyecek." İmam Ahmed´in rivayet ettiği bu hadisin senedi sağlam, kuvvetli ve düzgündür. [403]


Kıyametten Önce İbadet Azalacak, Mal Ve Para Çoğalacak:



Buharı... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Nefsim kudret elinde bulunan zâta yemin ederim ki; yakın za­manda Meryemin oğlu adil bir hakem olarak size inecek, haçı kıracak, do­muzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, malı (ve parayı) bollaştıracak, öyle ki hiç kimse malı (ve parayı) kabul etmeyecek, dahası, bir secde dünyadan ve içindeki şeylerden daha hayırlı olacaktır." Bu hadisi naklettikten sonra Ebû Hüreyre, "Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun"dedi: "Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa´ya inanmayacak yoktur. O, -gerektiği gibi inanmadıkların-_ kıyamet günü onların aleyhine [404] şâhid olur." (Nisa, 4/159)

Hbubekir b. Merdeveyh... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s a v ) şöyle buyurmuştur: "Yakında Meryem oğlu içinizde adil bir hakem lacak Deccali öldürecek, domuzu öldürecek, haçı kıracak, cizyeyi kaldıra­cak arayı bollaştıracak, öyleki bir secde, dünyadan ve dünyadaki şeylerin tümünden daha hayırlı olacaktır." Bu hadisi naklettikten sonra Ebû Hüreyre´, "Dilerseniz şu âyeti kerimeyi okuyun" dedi:

"Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa´ya inanmayacak yoktur." (Nisa, 4/159) Yani Meryem oğlu İsâ ölmeden önce kitab ehli ona imân edeceklerdir." Ebû Hüreyre bu sözünü üç kez tekrarladı. [405]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Meryem oğlu İsâ inip domuzu öldürecek, haçı yok edecek, namaz onun için cem edilip kılınacak, (Bolca) para verecek, o kadar ki artık kimse (para­yı) kabul etmeyecek, haracı kaldıracak, ravha´ya inecek, oradan (Mekke´ye gidip) hac veya umre ya da her ikisini birlikte yapacak." Bu hadisi naklettik­ten sonra Ebû Hüreyre şu âyet-i kerimeyi okudu: "Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa´ya inanmayacak yoktur. O, -gerektiği gibi inanmadıklarından- kı­yamet günü onların aleyhine şâhid olur." (Nisa, 4/159)

Bu hadisi Ebû Hüreyre´den nakleden Hanzele diyor ki: "İsâ (a.s.) ölme­den kitab ehli ona iman edecektir." Ebû Hüreyre böyle dedi. Ama bunun, onun sözü mü yoksa Hz. Peygamberin hadisi mi olduğunu bilmiyorum." [406]

imam Ahmed b. Hanbel ve Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet ettiler ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Meryem oğlu İsâ Ravha´da kalacak, oradan (Mekke´ye gdip) hac veya umre veya ikisini bir arada yapacaktır." [407]


Peygamberler Baba Bir Kardeşlerdir:



Buharî.. Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah(s.a.v.), şöyle buyur­muştur:

imamınız sizden biri iken Meryem oğlu İsâ size indiğinde durumunuz nice olacaktır " [408]

imam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Pey§amberler baba bir kardeşlerdir. [409] Anaları ayrıdır. Dinleri birdir. sınd´ yem °§m İsa´ya insanların en yakınıyım. Çünkü benimle onun araa peygamber yoktur. O, yeryüzüne inecektir. Onu gördüğünüzde (iyicetan bakıp) tanıyın. Orta boylu, pembe tenli olup üzerinde açık kırmızı renkli (alt­üst) iki giysi olacaktır. Başına ıslaklık isabet etmiş olmasa bile başından su damlayacaktir. Haçı kırıp paralayarak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıra­cak, insanları islâma davet edecektir. Allah onun zamanında İslâm dışındaki bütün ümmetleri helak edecektir. Allah onun zamanında Mesih-i Deccalı öl­dürecektir. Sonra yeryüzüne güvenlik gelecek, öyleki; aslanlar develerle, kaplanlar ineklerle, kurtlar koyunlar birlikte otlayacak, çocuklar da yılanlar­la oynayacak, (bu minval üzere) İsa kırk sene kalacak, sonra vefat edecek ve müslümanJar cenaze namazını kılacaklardır."[410]

Ebû Davud da Katâde´den aynı hadisi rivayet etmiştir. Bu rivayetin de senedi sağlam ve kuvvetlidir. [411]


Peygamber (s.a.v) Efendimiz, İnsanlar Arassnda Hz. İsa´ya En Yakın Olandır:



Buharî... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Ben Meryem´in oğluna (İsa´ya) insanların en yakınıyım. Peygamberler aynı babanın evlatlarıdır. Benimle onun (yani İsa´nın) arasında peygamber yoktur." [412]

Buharî... Muhammed b. Süfyan kanalıyla Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben dünya ve ahirette Meryem oğlu İsa´ya insanların en yakınıyım. Peygamberler baba bir kardeşlerdir. Anaları ayrıdır. Ama dinler birdir." [413]

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Mes´ud´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İsrâ gecesinde İbrahim, Musa ve İsâ (a.s.) ile görüştüm. Kıyametin kopması meselesini müzakere ettiler. Bu konuda karar verme işini İbrahim´e havale etiler. O; "Benim bu konuda bilgim yoktur" dedi. Bunun üzerine bu konuda karar verme işini Musa´ya havale ettiler. O da; "Benim bu konuda bilgim yoktur" deyince bu konuda karar verme işini İsa´ya havale ettiler. O bu konuda şöyle dedi:

"Kıyametin ne zaman kopacağını Allah´tan başka kimse bilemez. Aziz ve Celil olan Rabbimin bana bildirdiğine göre Deccal ortaya çıkacak ve ya­nında iki kdıç bulunacaktır. Ben görünce kurşun gibi eriyecektir ve beni gör­düğünde Allah onu helak edecektir. (Taraftarlar gizlenecek) öyle ki taşlar ve ağaçlar, "Ey müslüman, altımda bir kâfir var. Gel de öldür onu!" diyecektir. Aziz ve Celil olan Allah onları helak edecek, sonra insanlar kendi beldelerine ve vatanlarına döneceklerdir. O zaman Ye´cuc ve Me´cuc, çıkıp her tepeden akın ederek gelir, onların beldelerine ayak basarlar. Her neyin yanına gelirler­se onu mutlaka yer, hangi suyun yanına uğrarlarsa onu mutlaka içerler. Son­ra insanlar (beldelerine) dönerler; durumdan şikâyetçi olup Allah´a duâ eder­ler. Allah ta onları (yani Deccal´in adamlarını) helak edip öldürür. Öyleki onpis kokusu yerin her tarafını doldurur. Cerıab-ı Allah bir yağmur yağdıcesedlerini sular altında bırakır, nihayet onları denize atar. Aziz ve Celillan Rabbimin bana bildirdiğine göre bu olaylar vukubuldugunda kıyamet, doğurmak üzere olan bir kadın gibi olacaktır ki, kocası o kadının ne zaman kendisine sürpriz yapıp doğuracağını bilemez." İbn Mâce de Avvam b. HavL´den böyle bir rivayette bulunmuştur. [414]


Allah Rasûlu Mesih İsa´nın Ve Ahirzaman İnsanlarının Evsafı:



Buharî ve Müslim´in sahihlerinde sabit olduğuna göre Ebû Hüreyre, Ra­sûlullah (s.a.v.)´ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"İsrâ gecesinde Musa ile karşılaştım. (Böyle derken de evsafını anlattı:) Onun uzun boylu ve düz saçlı olduğunu gördüm. Tıpkı Şerve kabilesinin (o iri yan) adamlarına benziyordu. İsa´yla da karşılaştım (Böyle derken de ev­safını anlattı ve şöyle dedi:) Onun hamamdan (yeni) çıkmış gibi kızıl tenli bir adam olduğunu göfdüm." [415]

Buharî... İbn Ömer´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Musa, İsâ ve İbrahim´i gördüm. îsâ; kızıltenli, kıvırcık saçlı ve geniş göğüslüydü. Musa ise iri yarı, düz saçlı biriydi. Tıpkı (Hindistan´daki) Zutt kabilesinin adamlarına benziyordu." [416]

Buharî ve Müslim... Nafi´den rivayet ettiler ki; İbn Ömer şöyle demiş-r: Rasûlullah (s.a.v.) bir gün halk arasında Mesih-i Deccal´dan bahsederek öyle buyurdu: "Hiç şüphe yok ki, Allah kör değildir. Haberiniz olsun ki; Mesih-i Deccal´in sağ gözü kördür. Onun gözü su üzerinde duran bir üzüm tanesi gibidir. Ben uyurken rüyada Cenab-ı Allah, Kabe´nin yanında bana bir adam gösterdi. O, esmerlerin en güzeli gibiydi. Saçları omuz arasına kadar uzanmıştı ve dümdüzdü. Başından su damlıyordu. Ellerini iki kişinin omuz­larına dayamış halde beyti tavaf ediyordu. "Kim bu " diye sordum. "Meryem oğlu Mesih´tir" dediler. Onun arka tarafında saçı kısa ve kıvırcık, sağ gözü kör birini de gördüm. Tıpkı İbn Katan´a benziyordu. Ellerini bir adamın omuzlarına dayamış halde beyti tavaf ediyordu. "Kim bu " diye sordum. "Mesih-i Deccal´dır" dediler." [417]

UbeyduUah da Nafi´den böyle rivayette bulunarak yukarıdaki rivayeti teyid etmiştir.

Sonra Buharî... Zührî´den rivayet etti ki; Salim´in babası şöyle demiştir: Hayır vallahi, Rasûlullah (s.a.v.), İsa´nın kızıltenli olduğunu söylemedi, ak­sine şöyle buyurdu: "Bir ara ben Kabe´yi tavaf etmekteyken esmer tenli, düz saçlı bir adam gördüm. İki adamın arasında yavaşça yürümekteydi. Başından su damlıyordu (yahut dökülüyordu.) "Kim bu " dedim. "Meryem oğlu Me­sih´tir" dediler. Gidip diğer tarafa baktığımda kızıltenli, iri yarı, kıvırcık saç­lı, sağ gözü kör bir adam gördüm. Gözü, su üzerindeki üzüm tanesi gibi pırt­laktı. "Kim bu " dedim. "Deccal´dır" dediler. İnsanlar arasında ona en yakın benzerlikte olan İbn Katan´dı." [418]

Ziihrî dedi ki: îbn Katan, Huzaa kabilesinden olup cahİHyet döneminde ölmüştür. Nüvas b. Sem´an´ın rivayet ettiği hadiste de kendisinden bahsedil­mişti önceki sayfalarda.

Şimdi yukarıdaki hadise, kaldığımız yerden devam ediyoruz: "Meryem oğlu Mesih, ala çehre bitkisiyle boyalı (alt ve üst) iki giysi giyinmiş ve elle­rini iki meleğin kanatlarının üzerine koymuş olarak Dımaşk doğusundaki be­yaz minareye iner. Başını eğdiğinde başından su damlar. Kaldırdığındaysa başından inci taneleri gibi sular yuvarlanır. Onun nefesinin kokusunu alan her kâfir, imkânı yok, mutlaka ölür. Onun nefesi gözlerinin görebildiği me­safeye kadar ulaşır." [419]

Hz. İsa´nın, Şam´ın doğusundaki beyaz minareye ineceğini bildiren en meşhur hadis budur. Bazı kitaplarda okuduğuma göre o, Şam´daki Emevi Camiinin doğusundaki beyaz minareye inecektir. Bu konuda hıfz edilen ha­dis belki de sadece budur. Hadisin ravisi bunu kendi anlayışına göre yorum­lamıştır. Şam´da, Emevî Camii´nin doğu minaresinden başka bir doğu mina­resinin var olduğu bilinmemektedir. Bu konuda en lâyık ve en münasip olan manâlandırma da budur. Çünkü Hz. İsâ, namaza durulduğu esnada yere ine­cek, kendisine, "Ey müslümanların imamı; ey Ruhullah, öne geç te namaz kıldır" diyen imama o; "Sen öne geç. Çünkü bu kamet senin (imamlığın) için yapılmıştır."der. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. İsâ, kendisine bu teklifte bulunan imama şu cevabı verecektir: "Sizler birbirlerinizin emirleri­siniz. Cenab-ı Allah bu ümmete ikramda bulunur."

Mezkûr minare zamanımızda hicretin 741. senesinde beyaz taşlarla ye­niden yapılmıştır. Bu, yerindeki eski minareyi yakan hristiy ani arın parasıyla yeni minarenin inşa edilmesi, belki de peygamberliğin apaçık delillerinden biridir. Şöyleki: Cenab-ı Allah bu minareyi yaptırmada hristiyanların parası­nı sarfettirmiştir ki; Hz. İsâ bu minarenin üzerine insin de domuzu öldürsün, haçı kırsın, onların verecekleri cizyeyi kabul etmesin. Ama onlardan İslama girecek olanların İslâmiyetini kabul edecek, İslama girmeyenleri öldürecek­tir. O gün yeryüzündeki diğer kâfirlere de aynı hüküm uygulanacaktır. Bu, Hz. Mesih hakkında verilen haberlerdendir. Onun şeriati bunu emredecektir. O şu bizim tertemiz şeriatimizin ahkâmını tatbik edecektir. Önceki sayfalar­da nakledilen bazı hadislerde de anlatıldığı gibi o Kudüs´e, başka bir rivaye­te göre Ürdün´e, başka bir rivayete göre de Müslümanların askerlerinin top­landığı garnizona inecektir. Önce de geçtiği gibi bu, Müslim´in bir rivayetin­de yer almaktadır. Doğrusunu Allah bilir.

Önceki sayfalarda da nakledildiği gibi Abdurrahman b. Âdem´in Ebû Hüreyre´den rivayet ettiği bir hadiste şöyle denmektedir: "... Ve o (İsâ) yere inecektir. Onu gördüğünüzde iyi tanıyın. O orta boyludur. Kırmızıyla beyaz arası (pembe) tenlidir. Üzerinde açık kırmızı renge boyanmış (alt ve üst) iki giysi olacaktır. Üzerine ıslaklık isabet etmemiş olsa da sanki başından su damlar. Haçı kırıp parçalar, domuzu öldürür, cizyeyi kaldırır. İnsanları İsla­ma davet eder. Allah onun zamanında İslâm dışındaki bütün dinleri yok eder.

Ve onun zamanında Mesih-İ Deccal´ı helak eder. Sonra yeryüzüne güvenlik iner. Öyleki; aslanlar develerle, kaplanlar ineklerle, kurtlar koyunlarla birlik­te yayılır, çocuk yılanlarla oynar ve ona zarar vermezler (Bunların hiçbiri di­ğerine zarar vermez.) Hz. İsâ bu minval üzere yeryüzünde kırk sene kalır, sonra vefat eder ve müslümanlar cenaze namazını kılarlar." [420] Buna İmam Ahmed b. Hanbel ve EbuDavud rivayet etmiştir. Sahih-i Müslim´de Abdullah b. Ömer´den rivayet edilen bir hadiste anlatıldığına gö­re Hz. İsâ, yeryüzünde yedi sene kalacaktır. Bu durumda iki hadis birbiriyle çelişir görünmektedir. Ancak bu yedi senelik süre onun yeryüzüne inişinden sonraki ikamet müddeti olarak, daha önce göğe kaldırılmadan önceki hayat müddetine eklenecek olursa -ki gerçekten de ömrü 33 sene idi- toplam kırk sene eder. Meşhur rivayet bu şekildedir. Doğrusunu Allah bilir.

Sahih hadiste sabi| olduğuna göre Hz. İsa´nın zamanında Ye´cuc ve Me´cuc ortaya çıkacak, kendi duasının berektiyle onları bir gecede helak edecektir. Bu husus önceki kısımlarda anlatıldığı gibi daha sonra da anlatıla­caktır. Yine hadiste anlatıldığına göre o, yeryüzüne indikten sonra ikameti zarfında hac da edecektir.

Muhammed b. Kâ´b el-Kurezî dedi ki: "İndirilmiş kitaplarda anlatıldığı­na göre Ashab-ı kehf, Hz. İsa´nın havarileri olacak ve onunla birlikte hacce-deceklerdir."

Kurtubî ahir zamandaki savaşlardan bahsederken Tezkire adlı kitabının sonunda ahiret ahvalini anlatıp şöyle demiştir: "Hz. İsâ, Medine-i Nebevi-ye´de vefat edecek, cenaze namazı orada kılınacak ve Hz. Peygamberin hüc­resine (mezarının yanma) defnedilecektir." Hafız Ebü´l-Kasım b. Asâkir de böyle demiştir. [421]

Ebû İsa et-Tirmizî de Cami adlı eserinin "Kitabü´l-Menakıb" bölümün­de bu hadisi rivayet etmiştir.

Zeyd b. Ahzem et-Tâî... Abdullah b. Selâm´m dedesinin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Tevrat´ta Hz. Muhammed´in evsafı anlatılmakta ve Mer­yem oğlu İsa´nın da onun yanma defnedileceği yazılıdır. Ebû Mevdud "Beyt´de bir mezar yeri kalmıştır" dedi." Bu, hasen ve garip bir hadistir. Os­man b. Dahhâk da böyle demiştir. Tirmizi´nin ifadesine göre bu zâtın asıl adı şöyledir: Dahhâk b. Osman el-Medinî et-Tecibî. Yüce Allah rahmet etsin. [422]


YE´CUC VE ME´CUC´UN ORTAYA ÇIKIŞI



Hz. İsâ, Deccal´ı öldürdükten sonra Ye´cuc ve Me´cuc ortaya çıkacak­tır. Onun duası bereketiyle Cenab-ı Allah Ye´cuc ve Me´cuc´u bir gecede tü­müyle helak edecektir. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Ye´cuc ve Me´cuc´un sedid yıkıldığı zaman her dere tepeden boşanır­lar. Gerçek vaad yaklaştığında, inkâr edenlerin gözleri beleriverir: "Vah bi­ze! Bundan önce gaflet içindeydik, hayır, zâlimdik" derler." (Enbiya, 21/96-97)

Zü´1-Karneyn kıssasıyla ilgili olarak da yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Sonra yine bir yol tuttu. Sonunda iki dağın arasına varınca, orada nere­deyse hiç laf anlamayan bir millete rastladı. Dediler ki: "Zü´1-Karneyn! Doğ­rusu Ye´cuc ve Me´cuc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi " "Rabbimin bana ver­dikleri sizinkinden daha iyidir. Bana gücünüzle yardım edin de sizinle onla­rın arasına sağlam bir sed yapayım. Bana demir kütleleri getirin" dedi. Bun­lar iki dağın arasını doldurunca: "Körükleyin" dedi. Demirler akkor haline gelince: "Bana erimiş bakır getirinde üzerine dökeyim." dedi. Artık Ye´cuc ve Me´cuc bunu ne aşabildiler ve ne de gelip geçebildiler.

Zü´1-Karneyn; "İşte bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin tayin ettiği zaman gelince onu yerle bir eder. Rabbimin verdği söz gerçektir"dedi.

Biz o gün onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sûr´a üf­lenince hepsini bir araya toplarız." (Kehf, 18/92-99)

Tefsirde (İbn Kesir tefsirinde) Zü´1-Karneyn kıssasını ve onun iki dağ arasında demirle tunç karışımından sağlam bir sed yapışından bahsetmişiz-dir. O bu şeddi yaptıktan sonra şöyle demişti: Yeryüzünde bozgunculuk ya­pan bir kavimle insanların arasına bu şeddi bir engel olarak koyması, Rabbi­min rahmetidir. Bu şeddin yıkılışı için takdir buyurduğu vade dolunca sed, yıkılacak ve yerle bir olacaktır. Rabbimin verdiği söz gerçektir. Mutlaka ye­rine gelir. Şeddin yıkıldığı günde onları bırakırız, bu yüzden dalgalar halin­de birbirlerine girerler. İnsanların arasına karışıp taşkınlık eder, her tepeden akın akın gelirler. Sonra kıyametin kopması için sûra üflenir. Nitekim bir ayette şöyle buyurulmaktadır:

"Ye´cuc ve Me´cuc´un şeddi yıkıldığı zaman her dere tepeden boşanır­lar. Gerçek vaad yaklaştığında, inkâr edenlerin gözleri beleriverir." (Enbiyâ,21/96-97)

Nüvas b. Sem´an´la diğerleri tarafından Deccal´ın ortaya çıkışı ve İsâ Mesih´in yeryüzüne inişine dair rivayet edilen hadislerde Ye´cuc ve Me´cuc hakkında yeterli bilgi verilmiştir. [423]


Hz. Peygamberdin Araplara Yaklaşan Bir Şerre İşaret Buyurması:



Buharı ve Müslim´in sahihlerinde Zeynep binti Cahş´m şöyle dediği nakledilmektedir: Rasûlullah (s.a.v.) benim yanımda uyudu. Sonra yüzü kı­zarmış olarak uyandı. Uyanırken de şöyle diyordu: "Lâ ilahe illallah. Yakla­şan bir serden ötürü arapların vay haline! Bu gün Ye´cuc ve Me´cuc´un şed­dinden şöyle bir gedik açıldı. (Böyle derken de iki parmağını halka yaptı.)"

Başka bir rivayette anlatıldığına göre parmaklarıyla yetmiş veya doksan işareti yapmıştır.

Zeynep binti Cahş (r.a.) diyor ki: "Ey Allah´ın Rasûlu! Aramızda salih kimseler bulunduğu halde mi helak olacağız " diye sordum. Buyurdu ki: "Evet, pislikler çoğalınca..."[424]


Ye´cuc Ve Me´cuc´un Ortaya Çıkışı:



Buharı ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olunduğu­na göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmştur:

"Bu gün Ye´cuc ve Me´cuc´un şeddinden bir gedik açıldı." Böyle der­ken Rasûlullah (s.a.v.) parmaklarıyla doksan işareti yaptı. [425]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ye´cuc ve Me´cuc hergün şeddi kazarlar. (Ge­dikten) güneş ışınlarını gördüklerinde amirleri, "Hadi dönün artık yarın ka-zarsınız"der. Ertesi gün oraya geldiklerinde şeddin eskisinden daha sağlam olduğunu görürler. (Bu hal uzun bir zaman böyle devam eder.) Nihayet va­deleri dolupta Cenab-ı Allah onları insanların üzerine göndermek istediğin­de yine kazarlar. (Gedikten) güneş ışınlarını gördüklerinde âmirleri, "Hadi dönün artık. İnşaallah yarın kazarsınız "der. (Bu defa sözüne inşaallah keli­mesini ekler.) Ertesi gün oraya geldiklerinde geldiği, bıraktıkları halde bulur­lar. Kazmaya başlarlar (gedik açılır) ve çıkıp insanların üzerine gelirler. Su­ları kuruturlar. İnsanlar onlardan korunmak için kalelerine sığınırlar. Ye´cuc ve Me´cuc göğe oklarını atarlar. Cenab-ı Allah´ta enselerine bir kurtçuk mu­sallat eder, böylece onları gebertir."

Sonra Rasûlulah (s.a.v.) şöyle demiştir: "Canım kudret elinde bulunan zât´a yemin ederim ki ölen Ye´cuc ve Me´cuc´un etlerini (yeyip) kanlarını (içerek) yeryüzündeki hayvanlar semizlenirler." [426]

İmam Ahmed b. Hanbel, Tirmizî ve İbn Mâce bu hadisi başka kanallar­la Katâde´den rivayet etmişlerdir. İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim de Kâ´bü´1-Ah-bar´dan buna yakın ifadede bir rivayette bulunmuşlardır. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur´ "Ye´cuc ve Me´cuc´un şeddi yıkılır ve on-!ar ortaya çıkarlar. Nitekim Yüce Allah buyurdu ki: "Her dereden tepeden boşanırlar." İnsanlar onlardan korkup kaçar, şehirlerine ve kalelerine sığınır, davarlarını da yanlarına alırlar. (Ye´cuc ve Me´cuc) yeryüzünde dolaşır, su­ları içer (tüketirler). Öyleki onlardan biri, suyu tükenen nehire uğradığında "Bir zamanlar burada su vardı" der. İnsanların hepsi (onlardan korktukları için) şehirlere ve kalelere sığınır. Ye´cuc ve Me´cuc´un sözcüleri, "Yeryü-zündekilerin işini bitirdik, kaldı göktekiler"der. Sonra onlardan biri mızrağı­nı sallayıp göğe fırlatır. Belâ ve fitne (yani imtihan) için mızrakları kana bu­lanmış olarak onlara geri döner. Onlar bu haldeyken Cenab-ı Allah çekirge­nin boynunda çıkan kurtçuğa benzer bir kurtçuğu boyunlarına musallat kılar ve (bir gün) hepsi ölmüş olarak sabahlarlar. (Kendilerinden çıt çıkmaz) ses­leri duyulmaz. Müslümanlar; "Şu düşmanın ne yaptığına gidip bakmak için canını bize satacak (feda edecek) biri yok mu " derler. Adamın biri sevabını Allah´tan bekleyerek kendini ölüme adayıp ortaya çıkar; Ye´cuc ve Me´cuc´un bulunduğunu yere iner ve hepsinin birbiri üstüne yığılı vaziyette ölmüş olduklarını görür ve: "Ey Müslümanlar topluluğu, müjdeler olsun si­ze! Cenab-ı Allah sizin düşmanlarınıza yetti, (onların haklarından gelmiştir)" diye ünler. Müslümanlarda bu müjdeyi duyunca şehirlerinden ve kalelerinden dışarı çıkar, davarlarını mer´aya salarlar. Davarlarının yedikleri şey sadece Ye´cuc ve Me´cuc´un etleri olacaktır. Böylece davarları, merada yedikleri ot­tan daha fazla derece de semİZİeyeCektİr." [427]

İbn Mâce de... Muhammed b. İshak´tan böyle bir rivayette bulunmuştur. Senedi de sağlamdır.

Nüvas b. Sem´an´ın rivayet ettiği hadiste de Hz. İsa´nın doğudaki bab-ı lüd yanında Deccal´ı öldürmesi anlatıldıktan sonra şöyle denilmektedir: "On­lar bu haldeyken Cenab-ı Allah, Meryem oğlu İsa´ya vahyederek: "Ben bazı kullarımı ortaya çıkardım. Onlarla savaşmaya gücün yetmez. (Sana tabi olan) kullarımı Tur´a götürüp koruma altına al" diye emir verir. Bundan sonra Al­lah, Ye´cuc ve Me´cuc´u ortaya salar. Onlar şu ayette anlatıldığı gibi, "Onlar her dereden tepeden boşanırlar". Hz. İsâ ve ashabı bu olay üzerine Aziz ve Celil olan Allah´a yönelir (duâ eder)ler. Allah da Ye´cuc ve Me´cuc boyun­larına kurtçukları musallat kılar. Hepsi bir tek kişi ölmüş gibi hep birlikte ölürler. Hz. İsâ ve ashabı (yine) Aziz ve Celil olan Allah´a yönelir (duâ eder)ler. Bunun üzerine Allah da Ye´cuc ve Me´cuc´un üzerine buhti deve­lerinin boyunları kadar kuşları salar. Bu kuşlar onları alıp Allah´ın dilediği yerlere atarlar." [428]

Kâ´bü´l-Ahbar dedi ki: "Kuşlar onları güneşin doğduğu yerde Mehil de­nen bir mıntıkaya atarlar."

(Şimdi hadis´e kaldığımız yerden devam edelim:)

"Allah bir yağmur gönderir. O yağmurdan ne bir ev, ne de bir çadır giz­li kalır. (Hepsi isabet alır) kırk gün süren yağıştan sonra yeryüzü ayna gibi olur. Toprağa "ürününü ver bereketini geri getir." denilir. (Meyveler o kadar büyük olur ki,) o gün bir topluluk sadece bir nar yer (ve duyar), o narın ka­buğunda da gölgelenirler.

Onlar bu haldeyken Cenab-ı Allah onların koltuklarının altına hoş bir rüzga´ estirir ve böylece her müslümanın (ya da her müminin) ruhunu alır. İnsanların şerlileri hayatta kalır. Onlar da eşekler gibi birbirne karışır (alenen zina ederler). Kıyamet de onların üzerine kopar." [429]

Hz. Muhammed, Hz. İbrahm, Hz. Musa ve Hz. İsa´nın toplanıp kıyame­tin ne zaman kopacağı konusunu görüşmeleri, bu hususta sözü Hz. İsa´ya vermek iyle ilgili olarak Müdebber b. Ubade´nin, İbn Mes´ud´dan rivayet ettiği hadiste şöyle denmektedir:

"...Kıyametin kopma zamanını derseniz, bunu Allah´tan başkası bilmez. Rabbimin bana bildirdiğine göre Deccal ortaya çıkacak, beraberinde iki kılıç bulunacak, beni görünce kurşun gibi eriyecek, beni gördüğünde Allah onu helak edecektir (Adamları, taşların ve ağaçların arkasına gizlenecek) öyleki taşlar ve ağaçlar: "Ey Müslüman, altımda bir kâfir var, gelde öldür onu!" di­yecekler, Allah onların tümünü helak edecek; bundan sonra insanlar kendi vatanlarına dönecek, 0 esnada Ye´cuc ve Me´cuc her tepeden boşanırcasına gelecek, insanların vatanlarına ayak basacak, yanına vardıkları her şeyi tüke­tecek, uğradıkları her suyu içeceklerdir. Sonra insanlar dönüp onlardan şikâ­yetçi olarak, onlara beddua edecek, Allah´ta Ye´cuc ve Me´cuc´un tümünü helak edip öldürecek, yeryüzünün her tarafı onların pis kokusuyla dolacak, Allah bir yağmur yağdıracak, cesedlerini sürükleyip denize atacaktır.

Rabbimin bana bildirdiğine göre bu olaylar olduğunda kıyamet, süresi­ni doldurmuş olupta gece veya gündüz doğuracağı ailesince bilinmeyen ha­mile kadın gibi olacaktır (Yani kıyametin eli kulağında olacaktır o zaman)."[430]

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Harmele´den rivayet etti ki; teyzesi şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), akrep ısırdığı için parmağım sarmış olarak bize bir hutbe irâd etti; hutbesinde şöyle buyurdu: "Siz düşmanınız bulunmadığı­nı söylüyorsunuz. Oysa siz geniş yüzlü,küçük gözlü kumral saçlı, yüzleri de­ri üstüne deri kaplanmış kalkanları andıran ve her dereden tepeden boşalıp gelecek olan Ye´cuc ve Me´cuc´un ortaya çıkışı zamanına dek düşmanla sa­vaşmaya devam edeceksiniz." [431]

Ben derim ki: Ye´cuc ve Me´cuc, Âdem (a.s.)´in neslinden olan Türk­lerden iki guruptur. Nitekim sahih bir hadiste sabit olmuş ki; Cenab-ı Allah kıyamet gününde şöyle buyuracaktır:

— Ey Âdem!...

— Buyur AUahım.

— (Yüksek sesle) Ateşe gönderilecekleri ateşe gönder.

— Ne kadarını

— Her bin kişiden dokuzyüz doksan dokuzunu ateşe; bir kişiyi de cen-nete gönder.

O günde küçük çocuğun saçı ağanp ihtiyarlar, gebe kadınlar da çocuk-•arını düşürürler. O zaman denilirki: "Müjdeler olsun size. Yerinize feda ol-^ak üzere Ye´cuc ve Me´cuc çıktı."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise onlara şöyle denilecektir: "İçi­nizde iki topluluk var ki, her neyin içine girerlerse onu mutlaka çoğaltırlar. (Bilesiniz ki;) onlar Ye´cuc ve Me´cuc´dur." Bu hadis, çeşitli rivayet yollan ve lafızlarıyla ileride gelecektir.

Sonra onlar, yani Ye´cuc ve Me´cuc, Havva (as.)´dandırlar. Bazılarıysa onların Havva´dan değil de Âdem (a.s.)´den olduklarını söylemişlerdir." [432]

Güya Âdem (a.s.) rüyada ihtilâm olmuş da dölsuyu toprağa karışmış ve Cenab´i Allah, Ye´cuc ve Me´cuc´u bu karışımdan yaratmış. [433] Bunu doğru­layacak bir delil yoktur ve bu hususta, sözünün kabul edilmesi vacib olandan (yani Rasûlullah´tan) bir hadis nakledilmiş değildir. Doğrusunu Allah bilir ya onlar Hz. Nuh´un oğlu ve Türklerin babası Yafes´in soyundan gelmekte­dirler. Önceleri yeryüzünde yaşıyor, başkalarına eziyet ediyorlardı. Bunun üzerine Zü´1-Karneyn onları sed dahilindeki mekânlarında muhasara altına aldı. Ve çıkmalarına yüce Allah izin verinceye dek orada kalacaklardır. On­ların durumu, önceki sayfalarda geçen hadisler de anlatılmıştır. [434]


Ye´cuc Ve Me´cuc, İnsanlardan Bir Kısımdır:



Bunlar da tıpkı küçük gözlü, şahin burunlu, kumral saçlı soydaşları olan Türklere benzerler. Şekil ve renkler aynıdır. Bunların bazısının çok uzun hur­ma ağacı gibi veya ondan daha uzun olduğunu, bazısında ufak tefek şeyler kadar kısa olduğunu, bazısının da iki kulağı olup kulaklarından biriyle örtün­düğünü, diğerini de döşek gibi altına serdiğini söyleyen de bilmediği bir işe girişmiş ve delili olmayan bir şeyi söylemiş olur. Hatta bu konuda şöyle bir hadis te varid olmuştur: "Ye´cuc ve Me´cuc´dan biri kendi zürriyetinden (doğmuş) bin kişi görmeden ölmez." Bunun sahih olup olmadığını ancak Al­lah bilir.

Taberanî... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; peygamber (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Doğrusu Ye´cuc ve Me´cuc, Âdem oğullarındandirlar. Sahverildikle-rinde insanların yaşantısını alt-üst ederler. Onlardan bir adam, geride bin ve­ya daha çok evlat bırakmadan ölmez. Onların gerisinde te´vil, marsu mensik adında ÜÇ Ümmet vardır." [435]

Bu, garip bir hadistir. Belki de ravî Abdullah b. Amr´ın sözüdür. [436] Doğ­rusunu Allah bilir.

İbn Cerir... Şube´den rivayet etti ki; Abdullah b. Ebi Yezid şöyle demiş­tir: İbn Abbas, oyun oynarken birbirinin üstüne sıçrayan çocuklar gördü ve "Ye´cuc ve Me´cuc işte böyle çıkacaklardır" dedi. [437]


Kâbe-i Müşerrefe´nin Çarpık AyaklıMelun Zü´s-Sevikateyn Tarafından Yıkılması:



"Ye´cuc ve Me´cuc´un şeddi yıkıldığı zaman..." [438] mealindeki ayet-i ke­rimeyi tefsir ederken Kâ´b´ül-Ahbar´dan rivayet etmiştik ki; Zü´s-Sevika­teyn ilk olarak Hz. İsâ zamanında Ye´cuc ve Me´cuc´un öldürülmelerinden sonra ortaya çıkacaktır. Hz. İsâ onun üzerne yedi sekiz yüz kişilik bir öncü birliği sevk edecektir. Bu birlik hareket halindeyken Cenab-ı Allah Yemen taraflarından hoş bir rüzgar estirir ve bu rüzgarla bütün müminlerin ruhunu kabzeder, sonra ayak takımı kimseler hayatta kalır ve bunlar da hayvanlar gi­bi birbirlerinin üzerine sıçrarlar.

Kâ´b dedi ki: İşte p zaman kıyametin kopması çok yakındır.

Ben derim ki: Önceki kısımlarda nakledilen sahih bir hadiste de anlatıl­dığı gibi Hz. İsâ, yeryüzüne indikten sonra haccedecektir. [439]


Ye´cuc Ve Me´cuc´un Ortaya Çıkışından Sonra Da Hac Ve Umre Yapanlar Olacaktır:



İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Sa´d´dan rivayet etti ki; Rasûlullah

(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ye´cuc ve Me´cuc´un ortaya çıkışından sonra da bu Beyt, hac ve umre İçin Ziyaret edilecektir." [440]


Kıyametin Kopmasından Önce Hac İbadeti Terk Edilecektir:



Abdurrahman... Katâde´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Beytin hac çin ziyareti terkedilmedikçe kıyamet kopmayacak-tir." [441]

Ebubekir el-Bezzar... Ebû Saîd el-Hudrf den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Beytin hac için ziyareti terkedilmedkçe kıyamet kopmayacaktir." [442]

Ben derim ki: Bu hadislerle, Ye´cuc ve Me´cuc´un ortaya çıkışından sonra da Beytin hac ve umre için ziyaret edileceğini bildiren hadis arasında bir çelişki yoktur. Çünkü Ye´cuc ve Me´cuc ortaya çıkışından, onların öldü­rülmesinden, Mesih (a.s.) zamanında insanların güven içinde olup rızıkları-nın bollaşmasından sonra Cenab-ı Allah hoş bir rüzgâr estirerek her mümin kişinin ruhunu kabzedecek, Allah´ın peygamberi isâ (a.s.) vefat edecek, Müslümanlar onun Cenaze namazını kılacak, Rasûlullah (s.a.v.)´ın mezarı­nın yanına defnedilecek, sonra Kabe, -her ne kadar Kâ´b´ın dediği gibi isa´nın zamanında ortaya çıkmışsa da ondan sonra- Zü´s-Sevikateyn tarafın-jan^yıkılacak (ve artık haccedilmeyecek)tir. [443]


Allah´ın Şerefli Kıldığı Kabe´nin Melun Zü´ş-Sevikateyn Tarafından Yıkılması:



İmam Ahmed b. Hanbel... Abdullah b. Amr´dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Habeşli Zü´s-Sevikateyn, Kabe´yi tahrib edecek, zinetlerini yağmalayacak, örtüsünü çıkaracaktır. Ben onu mafsalları eğik, daz­lak bir kimse olarak kazma ve küreğiyle Kabe´ye vurmakta olduğunu görür gi­bi oluyorum."[444]

Bu hadisin senedi sağlam ve kuvvetlidir.

İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Abbas´tan rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Onu çarpık ayaklı, siyah tenli bir kimse olarak Kabe´yi taşlarını birer birer sökerek yıkarken görür gibi oluyorum." [445]

Hafız Ebubekir el-Bezzar... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Zü´s-Sevikateyn, Habeşli olup Allah´ın beytini yıkacaktır." [446]

Müslim de... Abdülaziz b. Muhammed ed-Deraverdî´den böyle bir riva­yette bulunmuştur. [447]


Kıyametten Önce Kahtan Mıntıkasında Bir Zalimin Ortaya Çıkacağına Hz. Peygamberin İşaret Buyurması:



Yine aynı senedle rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Kahtan´dan bir adam çıkıp da insanları asâsıyla önüne katma­dıkça kıyamet kopmayacaktır."[448]

Bu hadisi hem Buharî hem de Müslim değişik senedlerle Ebû Hürey­re´den rivayet etmişlerdir. Ortaya çıkacağı bildirilen bu adam, Zü´s-Sevika­teyn olabilir. Ama bir başkası da olabilir. Çünkü Zü´s-Sevikateyn Habeşlidir, bu zalimse kahtan´lıdır. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kölelerden Cehcah adında bir adam hükümdar olmadıkça gece ve gün­düz SOna ermez." [449]

Müslim de... Ebubekir el-Hanefî´den böyle bir rivayette bulunmuştur. Ceh­cah, Zü´s-Sevikateyn´ın adı olabilir doğruyu en iyi bilen, elbetteki yüce Allah´tır.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ömer b. Hattab´dan rivayet etti ki; Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Mekke halkı (şehirlerini terkedip) çıkar, son­ra çok azı hariç oraya uğramaz (veya oradan geçmez) ler. Sonra şehir yine (insanla) dolar. Yine oradan çıkar ve artık ebediyyen oraya uğramazlar." [450]


Deccal, Mekke Ve Medine´ye Giremez



Medine-i Nebeviye´nin sakini (Hz. Muhammed)´ne salat-ü selâmların en üstünü ve en faziletlisi olsun. Sahih hadiste sabit olduğuna göre -ki bu ha­dis önceki sayfalarda da geçmişti- Deccal´ın Mekke ve Medine´ye girme im-

kâm olmayacaktır. Medine´nin giriş yerlerinde, Deccal´ın şehre girmesine engel olmak için koruyucu melekler bulunacaktır. Sahih-i Buharî´de... Ebû Hüreyre´den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Medine´ye Mesih-i Deccal ve veba giremez." [451]

Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi Deccal, Medine dışında çadır ku­racak, şehir halkı üç kez sarsılacak, bundan sonra şehirdeki tüm münafık ve fasık erkeklerle kadınlar çıkıp onun yanına gidecek; tüm mü´min ve müslü-man erkeklerle kadınlarsa şehirde kalıp sebat edecektir. O güne kurtuluş gü­nü denilir. Medine hakkında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "O hoş ve temizdir... Pislik ve murdar şeyleri atar. Güzel kokusu etrafa saçılır." [452]

Yüce Allah da bu hususta şöyle buyurmuştur: "Kötü kadınlar, kötü er­keklerle, kötü erkekler kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar, iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar. Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar." (Nûr, 24/26)|.

Kısaca demek istediğimiz şudur ki: Medine-i Münevvere Deccal´ın za­manında şen ve mamur olacaktır. Allah elçisi İsâ Mesih´in zamanında da şen ve mamur olacaktır. Hatta İsâ Mesih (a.s.) orada vefat edecek ve oraya gö­mülecektir. Sonra insanlar orayı bırakıp gideceklerdir. Nitekim bu husus ön­ceki kısımda da anlatılmıştı.

İmam Ahmed b. Hanbel... Ömer b. Hattab (r.a.)´dan rivayet etti ki; Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yolcu, Medine çevresinde dolaşacak, sonra da "Burada çok sayıda mümin vardı." diyecektir." [453]


Yerden Bir Yaratığın (Dabbet´ül-Arz´ın) Çıkıp İnsanlarla Konuşması:



Yüce Allah buyurdu ki: "Kendilerine söylenmiş olan [454] başlarına geldiği zaman, yerden bilmedikleri bir yaratık çıkartırız. Onlarla konuşarak, insanla­rın âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler." (Nemi, 27/ 82)

Bu âyet-i kerimeyle ilgili açıklamayı tefsirde (yani îbn Kesir tefsirinde) yaptık. Orada konuyla ilgili hadislerin de yetecek miktarını naklettik. Eğer onları burada da topluca nakletmiş olsaydık güzel ve yeterli olurdu. Allah´a hamdolsun.

İbn Abbas, Katâde ve Hasan dediler ki: "Yukarıdaki âyet-i kerimede ge-Çen (ve, "Onlarla konuşarak" diye meallendirdiğimiz) tükellimühüm kelime­si, onlarla her hangi bir şekilde hitab eder, demektir."

İbn Cerir (et-Taberî) ise şöyle demeyi tercih etmiştir: "Bu kelimenin an­lamı, onlara hitab ederek şöyle demesidir: ´İnsanlar âyetlerimize kesin olarak inanmıyorlar.´ " İbn Cerir bunu Atâ ve Ali´den nakletmiştir. Ancak bunun üzerinde ihtilaf vardır. İbn Abbas ise bu hususta şöyle demiştir: "Tükellimü-hüm kelimesi, onları ortaya çıkarır anlamına gelmektedir, yani kâfirin alnına "Kâfir"; müminin alnına da "Mümin" kelimesini yazar. Bu kelime, onlara hi­tab eder anlamına da gelebilir."

Bu kavil iki kanaldan nakledilmekte olup güzel ve sağlamdır. Böylece iki manâyı da kapsamış olmaktadır. Doğrusunu Allah bilir. [455]


Kıyametten Önceki On Alâmet:



Önceki sayfalarda da geçtiği gibi İmam Ahmed b. Hanbel, Müslim ve Sünen sahipleri, Ebû Şüreyh, Huzeyfe b. Üseyd´den rivayet ettiler ki; Rasû-lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Siz on alâmeti görmeden önce kıyamet kopmayacaktır. {O alâmetler şunlardır): Güneşin batı ufkundan doğması, duman, Dabbe(tü´l-arz), Ye´cuc ve Me´cuc´un çıkışı, Meryem oğlu İsa´nın ve Deccal´ın çıkışı, biri batıda bi­ri doğuda olmak üzere üç kez yere batma olayının görülmesi, bir de Aden´in derinliklerinden bir ateşin çıkması. Bu ateş, insanları önüne katıp sürer, on­ların geceledikleri yerde yanlarında geceler, öğlen istirahati yaptıkları yerde yanlarında istirahat eder." [456]

Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Deccal, duman ve Dabbetü´1-arz ortaya çıkmadan, kıyamet kop­madan ve kendiniz ölmeden önce salih ameller işleyin." [457]

İbn Mâce... Enes´ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmşu-tur: "Şu Altı şey vukubulmadan önce salih ameller işleyin: Güneşin batı uf­kundan doğması, duman, Dabbetü´1-arz ve Deccal´ın ortaya çıkması, sizin (ferdî) Ölümünüz ve kıyametin kopması." [458]

Ebû Davud et-Tayalisî... Abdullah b. Ubeyd´den rivayet etti ki; Abdul­lah b. Mes´ud ailesinden bir adam şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Dabbetü´l-arz´dan bahsederek şöyle dedi: "Zaman içinde onun üç çıkışı ola­caktır. (İlk defasında) çölün en uç tarafında çıkacak ve ünü Mekke´ye ulaş-mayacaktır. Uzun bir zaman gizlendikten sonra çölün Mekke´ye yakın bir ye­rinde çıkacak, ünü çölde yükselip (yayılacak) ve haberi Mekke´ye girecektir.

Sonra bir ara insanlar Allah katında en hürmetli ve en mükerrem mescid olan Mescid-i Harâm´dayken korkunç bir halde aniden Hacer-i Esved ile Makam-i İbrahim arasında böğürerek ve başındaki toprakları silkeleyerek karşılarına çıkar. İnsanlar onu görünce kimi dağınık, kimi toplu halde onun yanından kaçışırlar. Müminlerin topluluğu kalır. Allah´ın takdirinden kaçıp kurtulamayacaklarım anlarlar. Dabbetü´1-arz apaçık bir şekilde karşılarında görünür. Yüzlerini aydınlatır, adeta parlak bir yıldıza dönüştürür. Arkasını dönüp yeryüzünde koşmaya başlar. Kovalayan, onu yakalayamaz. Ondan kaçan da kurtulamaz. Öyleki adam Allah´a sığınarak arka taraftan ona yaklaşır. Adama; "Ey falan! Namaz kılmıyor musun " diye sorar. Adam ön tarafına geçer bu defa da adamın yüzüne bir alamet koyar, sonra da kaçıp gider. İn­sanlar mal ve parada ortak olurlar. Şehirlerde dost ve arkadaş olurlar. Mümin ile kâfir apaçık halde birbirinden ayırdedilip tanınır. Öyleki: Mümin: "Ey kâ­fir! Hakkımı öde." der. Kâfir de: "Ey Mümin! Hakkımı öde." der."[459]

Bunda gariplik vardır. İbn Cerir de bunu Yeman´dan merfu olarak riva­yet etmiştir. İbn Cerir´in bu rvayetinde anlatıldığına göre Dabbetü´1-arz, Hz. İsa´nın Kabe´yi tavaf edişi esnasında yerden çıkacaktır. Ancak o rivayetin se­nedinde şüpheli şahıslar vardır. Doğrusunu Allah bilir.

İbn Mâce... Abdullah b. Büreyde´den rivayet etti ki; babası şöyle demiş­tir: Rasûlullah (s.a.v.) beni, badiyenn Mekke yakınındaki bir yerine götürür­dü. Etrafında kum bulunan kurak bir yere vardığımızda Rasûlullah şöyle bu­yurdu: "Dâbbe (tül aii) buradan çıkacaktır." Gösterdiği yerin derinliği bir ka­rış, genişliği de bir [460] fitr kadardı."[461]

İbn Büreyde dedi ki: "Ben bir kaç sene sonra hacca gittiğimde bize orayı gösterdiler. Genişliği ve derinliği değneğimle ölçtüm. Şu kadar olmuştu. Yani zamanla derinlik ve genişliği, Dabbenin çıkabilmesine elverişli olacak kadar genişliyordu. Doğrusunu Allah bilir. Abdürrezzak el-Muammer, Katâde´den rivayet etti ki; İbn Abbas, Dabbetü´1-arz hakkında şöyle demiştir: "Dâbbe; tüy­lü bir hayvan olup dört ayaklıdır. Tihame vadilerinden birinden çıkacaktır."

Saîd b. Mansur da, Osman b. Matar kanalıyla İbn Abbas´tan aynı sözle­ri rivayet etmiştir.

İbn Ebi Hatim... Atiyye´den rivayet etti ki; Abdullah b. Abbas şöyle de­miştir: "Dâbbetülarz, Safa tepesindeki bir yarıktan at gibi koşarak üç günde çıkacaktır. Ve ancak üçte biri ortaya çıkabilecektir."[462]

Abdullah b. Amr şöyle demiştir: "Dâbbe, bir kayanın altından çıkacak­tır. Doğuya yönelip imleyecek, sesini oraya ulaştıracak; sonra yemene yöne-Hp ünleyecek, sesini oraya ulaştıracak, sonra Mekke´den çıkıp yola koyula­cak ve (Mekke´ye iki konak mesafedeki) Usfan´a varacaktır."

Bundan sonra ne olacak diye sorduklarında Abdullah b. Abbas, "Bilmi­yorum" cevabını vermişti:

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: "Dabbetü´1-arz, (Lut kavminin şehri) Sedum´un alt tarafından çıkacaktır."

Bunlar birbirine zıt kavillerdir. [463] Doğrusunu Allah bilir.

Beyhakî´nin rivayetine göre Ebû Tufeyl şöyle demiştir:

"Dabbetü´1-arz, Safa veya Merve tepesinin altından çıkacaktır."

İbn Ebi Hatim... Ebû Meryem´den rivayet ettiki; Ebû Hüreyre şöyle de­miştir:

"Dabbetü´l-arz´da her renk vardır. İki boynuzu arasındaki mesafe, süva­ri için bir fersah kadardır."

Rivayete göre Müminlerin emiri Ebû Talib oğlu Ali (r.a.) şöyle demiş­tir: "Dâbbetülarzın başı, tüyü, toynağı, kuyruğu ve sakalı vardır. O üç gün içinde at koşar gibi süratle yerinden çıkacaktır. (Buna rağmen ancak) üçte bi­ri ortaya çıkar onun." Bunu İbn Ebi Hatim rivayet etmiştir.[464]

İbn Cüreyc´in rivayetine göre Ebû Zübeyr, Dabbetü´l-arzın tasvirini ya­pıp şöyle demiştir: "Başı sığır başı, gözü domuz gözü, kulağı fil kulağı, boy­nuzu keçi boynuzu, böğürü kedi böğürü, kuyruğu koç kuyruğu, ayaklan de­ve ayağı gibidir. İki mafsalın arası on iki zira´dır. Onunla birlikte Musa´nın asası, Süleyman´ın mührü de ortaya çıkar. Musa´nın asası, Süleyman´ın mührü de ortaya çıkar. Musa´nın asâsıyla yüzüne beyaz bir nokta koymadık bir mümin bırakmayacaktır. Sonra o beyaz nokta yayılıp yüzün her tarafını ağartır. Süleyman´ın mührüyle de yüzüne siyah bir nokta koymadık bir kâfir bırakmayacaktır. Sonra o siyah nokta yayılıp yüzün her tarafını karartır. (Böylece müminler ve kâfirler birbirlerini rahatlıkla tanırlar) öyleki insanlar çarşılarda alışveriş yaparken "Ey Mümin, bu kaça Ey kâfir, bu kaça " diye sorarlar ve öyleki ev halkı sofralarına otururlar. Aileden kimin mümin, kimin kâfir olduğunu (birbirlerinin yüzüne bakıp) bilirler. Sonra Dabbetü´1-arz on­lara der ki: "Ey falan! Müjde, sen cennetliksin. Ey falan! Sen de Cehennem­liksin." Bu durum Cenab-ı Allah´ın şu kavl-i şerifinin tahakkukudur: "Ken­dilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bilmedikleri bir ya­ratık çıkartırız. Onlarla konuşarak insanların âyetlerimize kesin olarak inan­madıklarını söyler." (Nemi, 27/82)

Önceki kısımlarda da naklettiğimiz gibi Ebû Nuaym´m kendi tasnifi olan Kitabü´l-Fiten ve´1-Melâhim´de Abdullah b. Mes´ud´dan rivayet ettğine göre Dabbetü´1-arz, lanetli ve kovulmuş İblis´in soyundandır. Bunun sıhhat derecesini Allah bilir.

Müslim... Ebû Zür´a´dan rivayet etti ki; Abdullah b. Amr şöyle demiş­tir: Rasûlullah (s.a.v.)´den duyduktan bu yana şimdiye dek unutmadığım şöyle bir hadisi dinleyip ezberledim:

"(Kıyametle ilgili) alâmetlerin ilki, güneşin batı ufkundan doğması ve kuş­luk vaktinde Dâbbe(tülarz)ın insanların karşısına çıkmasıdır. Bunlardan hangi­si önce görülürse, diğeri de çok kısa bir süre sonra görülür."[465]

Yani bunlar, alışılmadık alâmetlerin ilkidirler. Her ne kadar Deccal´ın ortaya çıkışı, Hz. İsa´nın gökten inişi, Ye´cuc ile Me´cuc´un zuhur edişi bun­dan önceyse de bunlar alışılmış şeylerdir. Çünkü bunları ve benzerlerini gör­mek, insanların alışık oldukları şeylerdir. Ama Dâbbetül-arz´ın garip ve alı­şık olunmayan bir şekilde ortaya çıkışı, insanlarla konuşması, onlara iman veya küfür damgasını vurması, adet dışı bir durumdur. Güneşin alışık olun­mayan bir şekilde batı ufkundan doğması nasıl ki semavî alametlerin ilkiyse, Dabbetü´l-arzın da bu şekilde ortaya çıkması, arzî alâmetlerin ilkidir. [466]


GÜNEŞİN BATI UFUKTAN DOĞMASI



Güneş batıdan doğduktan sonra tevbe edenin tevbesi kabul edilmez.

Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi yoksa Rabbinin gelmesini mi yahut Rablerinden bir takım mucizelerin gelmesini mi bekliyorlar Rab­binin bir takım mucizeleri geldiği gün, insan daha önce inanmamışsa veya imâniyle bir iyilik kazanmamış s a, imânı ona fayda vermez. Onlara: "Bekle­yin, doğrusu biz de bekliyoruz" de." (En´âm, 6/158)

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Saîd el-Hudrî´den rivayet etti ki; Pey­gamber (s.a.v.), aşağıdaki şu âyet-i kerimeyi şöyle tefsir etmiştir:

"Rabbinin bir takım mucizeleri geldiği gün, insan daha önce inanmamış­sa veya imanıyla bir iyilik kazanmamışsa, imânı ona fayda vermez."[467]

Mucizelerin geldiği günden kasıt, güneşin Batı ufkundan doğduğu gün­dür."

Tirmizî´nin rivayetine göre Vekî´, bunun garip olduğunu söylemiştir.

Buharı bu ayeti tefsir ederken... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Güneş batı ufkundan doğmadıkça kıyamet kopmaz. İnsanlar onu böyle görünce yeryüzündeki herkes imân eder. Ancak bu öyle vakitte yapılacak ki daha önce inanmamış kimseye bu vakitteki imâ­nı fayda vermeyecektir." [468]

Buharı... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Güneş batı ufkundan doğmadıkça kıyamet kopmaz. Batı ufkundan do­ğup da insanlar onu bu halde gördüklerinde -kişiye imânının fayda vermedi­ği bir zamanda- hep birlikte imân ederler." Böyle buyurduktan sonra Rasû­lullah (s.a.v.) En´âm suresinin -yukarıda naklettiğimiz- 158. âyetini okudu. [469]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Üç şey görüldüğünde, daha Önce inanmamış ve­ya imanıyla bir iyilik kazanmamış olan kimseye imânı fayda vermez. (O üç Şey şunlardır:) Güneşin batı ufkundan doğması, duman ve Dabbetü´1-arz." [470]

Müslim de bunu Veki´den jivayet etmiştir. Yine Müslim, Tirmizî ve ibn Cerir birkaç kanaldan bu hadisi Fudayl b. Gazvân´dan rivayet etmişlerdir. [471]


"Bilen, Bildiğini Söylesin, Bilmeyen Sussun´



Bu hadis birkaç yolla Ebû Hüreyre´den ve bir sahabî topluluğundan nak­ledilmiştir.

Ebû Şüreyha Huzeyfe b. Üseyd, Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğu­nu rivayet etmiştir: "Sizler on alâmeti görmedikçe kıyamet kopmayacaktır. (O alâmetler şunlardır:) Güneşin batı ufkundan doğması, Dâbbe, Ye´cuc ve Me´cuc, Meryem oğlu İsâ ve Deccal´ın ortaya çıkması, biri doğuda, biri ba­tıda, biri de Arap yarımadasında olmak üzere üç yere batma olayını meyda­na gelmesi ve Aden´in derinliklerinden bir ateşin çıkması. Bu ateş insanları önüne katıp götürür. Onların geceledikleri yerde beraberlerinde geceler; öğ­len istirahati yaptıkları yerde beraberlerinde istirahat eder." [472]

Önceki sayfalarda bir kaç kez nakledildiği gibi İmam Ahmed b. Hanbel, Müslim ve Sünen sahipleri de rivayet etmişlerdir.

Müslim... Ebû Hüreyre´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Altı şey meydana gelmeden önce salih ameller işlemekte acele edin. (Bu alâmetlerden şunları saydı): Güneşin batı ufkundan doğması, duman ve DabbetÜ´1-arz." [473]

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde... Ebû Hüreyre´den rivayet olunduğu­na göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Güneş batınca nereye gidiyor, bunu biliyor musun " Ben "hayır" diye cevap verince Rasûlullah buyurdu ki: "Gider, Arş´ın altında secdeye kapa­nır. [474]Sonra (batıdan doğmak için) izin ister. Yakında ona, "Geldiğin yerden geri dön" denilecektir. Bu, daha önce inanmamış veya imamyla bir iyilik ka­zanmamış olan kimseye imanın fayda vermediği bir zamanda olacaktır." [475]

İmam Ahmed b. Hanbel... Ebû Zür´a b. Amr b, Cerir´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Müslümanlardan altı kişi Medine´de, kıyamet alâmetleriyle ilgili hadis nakletmekte olan Mervân´ın yanına gidip oturdular. Onun, "Kı­yametin ilk alâmeti, Deccal´ın ortaya çıkmasıdır" dediğini işitince kalkıp Abdullah b. Amr´ın yanına gittiler. Kıyamet alâmetleriyle ilgili olarak Mer-vân´dan duyduklarını ona aktardılar. O da dedi ki: Mervân gerçeği söyleme­miştir. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)´in şu hadisini kendisinden duyup ezberledim: "(Kıyametle ilgili) alâmetlerin ilki, güneşin batı ufkundan doğması ve bir kuşluk vaktinde Dâbbe (tü´l-arz)ın insanların karşısına çıkmasıdır. Bunlar­dan hangisi önce görülürse, diğeri de çok kısa bir süre sonra görülür." [476]

Sonra Abdullah b. Amr dedi ki: (Bu zât kitapları çok okurdu): Öyle sa­nıyorum ki, bu iki alemetlerin ilk olarak ortaya çıkacak olanı, güneşin batı fkundan doğmasıdır. Çünkü her batışında Arş´ın altına gidip secdeye kapa­nır ve geri dönmek için izin ister, Cenab-ı Allah ona bu izni verir. (Yani mu-tad şekilde doğudan doğmaya devam eder). Nihayet batıdan doğmak için izin isteme vakti olunca gidip Arş´ın altında secdeye kapanır, izin ister; isteğine cevap verilmez. Sonra geri dönmek için izin ister, kendisine cevap verilmez. Derken geceden Allah´ın dilediği kadar bir süre geçer ve güneş, geri dönü­şüne izin verilse bile doğu ufkuna ulaşamayacağını anlar ve "Ey Rabbim, do­ğu ufku ne kadar da uzaktır bana! Ben insanlara (doğu ufkundan) nasıl ula­şabilirim " der. Nihayet ufuk bir çember gibi olur. Güneş, geri dönmek için izin ister. Kendisine, "yerine dön ve d°ğ" denir. O da insanlara batı ufkun­dan doğar." Abdullah b. Amr böyle dedikten sonra şu âyet-i kerimeyi okudu: "Daha önce inanmamış veya imâniyle bir hayır kazanmamış kimseye imânı fayda vermez" (En´am, 6/158)

Ebû Davud ve İbn.Mâce... Abdullah b. Amr´dan rivayet ettier ki; Rasû-!ullah(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "(Kıyametle ilgili) alâmetlerin ilki, güneşin batı ufkundan doğması ve bir kuşluk vaktinde Dâbbe(tü´l-arz)ın insanların karşısına çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce görülürse, diğeri de çok kısa bir Süre sonra görülür." [477]

Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi bu hadislerde sözü edilen alâmet­lerden kasıt, alışılmış olmayan alâmetlerdir. Bunlar, yerleşik âdetlere muha­lif olan alâmetlerdir. Örneğin yerden bir çeşit bir hayvanın (Dabbetü´l-arz´ın) çıkıp insanlala konuşması, onları Mü´min ve kâfir diye birbirinden ayırıp belirlemesi, güneşin batı ufkundan doğması bu tür alâmetlerdendir, güneşin batı ufkundan doğması, Dâbbetülarzın ortaya çıkmasından önce ola­caktır. [478] Bu, muhtemel ve münasiptir. Doğrusunu Allah bilir.

Bu husus, Taberanî´nin el-Mucem adlı eserinde rivayet ettiği garip bir hadiste ele alınmaktadır. Şöyle ki:

Ebu´l-Kasım et-Taberânî..: Abdullah b. Amr b. Âs´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Güneş batı ufkundan doğduğunda İblis secdeye kapanarak yüksek ses­le şöyle bir çağrıda bulunur: "Ya Rab! Emret de dilediğin kimseye secde ede­yim" yardımcıları etrafında toplanarak: "Ey efendimiz, bu panik niye !" di­ye sorarlar. O da şu cevabı verir: "Rabbimden beni sadece belirli bir vakte kadar ertelemesini (hayatta bırakmasını) dilemiştim." Bundan sonra Safa te­pesinin yarığından Dabbetü´1-arz çıkar. İlk adımını Antakya´ya atacak, îblis gelince İblis´i tokatlayacaktir." [479]

Bu, cidden garip bir rivayettir. Bu hasidin merfu rivayetinde de münker-lik vardır. Belki de bu, Abdullah b. Amr´ın Yermuk Savaşında ele geçirdiği, içinde ehl-i kitaba ait kitapların bulunduğu iki küpün içindeki kitaplardan alınmıştır. [480] Abdullah, bu kitaplardan garip şeyler naklederdi.

Önceki kısımlarda da geçtiği gibi el-Fiten adlı eserde Ebû Nuaym b. Hammad´ın, İbn Mes´ud´dan yaptığı rivayete göre Dabbetü´1-arz, İblis´i öl-dürecetir. Bu, en garip haberlerdendir. Doğrusunu Allah bilir.

Talut b. Abbad... Südâ b. Aclân´dan rivayet ett ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

´Doğrusu (kıyametle ilgili) alâmetlerin ilki, güneşin batı ufkundan doğ-masıdır."[481]


Güneş Batı Ufkundan Doğuncaya Dek Geceleri İbadetle Geçiren Müslümanlar Hep Var Olacaktır:



Tefsir´inde Hafız Ebubekir b. Merdeveyh... Abdullah b. Ebi Evfâ´dan ri­vayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlara, sizin şu geceleriniz gibi üç geceye denk olan bir gece gele­cektir. Böyle olduğunda nafile ibadet yapmakta olan kimseler bunu anlarlar. Biri kalkıp hizbini okur, sonra uyur, sonra kalkıp hizbini okur, sonra uyur. Onlar bu haldeyken insanlar birbirlerine ünlerler. Bunlar "Bu ne haldir " di­ye sorarlar. Korku içinde mescidlere koşarlar. Sonra onlar güneşin doğup gö­ğün ortasına kadar geldiğini, sonra dönüp batıdan doğduğunu görürler. İşte o zaman, (daha önce inanmamış veya imâmyla bir iyilik kazanmamış olan) kimseye imânı fayda vermez."

İbn Merdeveyh´in rivayetine göre Huzeyfe demiş ki; Ben, Rasûlullah (s.a.v.)´e, "Güneşin batı ufkundan doğması nasıl olacak " diye sordum. Şöy­le izah buyurdu: "O gece, adeta iki gece kadar uzayacak, gece namazı kılan­lar o gecede uyanacak, önceki gecelerde yaptıklarım yapacaklar, Yıldızlar görünmeyecek, geceyi yerlerinde geçinecekler, ibadet edenler uyuyacaklar, sonra kalkıp namaz kılacaklar, sonra yine uyuyacak, kalkıp namaz kılacak­lar, sonra yine uyuyacak, kalkıp namaz kılacaklar, gece uzayacak, insanlar paniğe kapılacak, sabah bir türlü gelmeyecek, onlar bu halde güneşin doğu­dan doğmasını beklemekteyken güneş batıdan doğar. İnsanlar bu durumu gö­rünce imân ederler, ama imânları kendilerine fayda vermez."

Haşir ve neşirle ilgili olarak Hafız Ebubekir el-Beyhakî... Sa´d b. İyas´-tan rivayet etti ki; Abdullah b. Mes´ud bir gün meclisinde oturmakta olanla­ra: "Güneş, kara balçıklı bir suda batıyor." (Kehf, ı 8/ 86)

Bu âyetin neyi kasdettiğini biliyor musunuz diye sordu. Yanında bulunan­lar, "Bunu Alah ve Rasûlü daha iyi bilir" deyince Abdullah şu cevabı verdi:

"Güneş battıktan sonra secdeye kapanarak Allah´a teşbih ve tazimde bulnur. Sonra Arş´in altında durur. Doğuş vakti olunca doğmak için izin ister (ve doğar). Durdurulacağı gün olduğunda yine secdeye kapanıp teşbih ve tazimde bulunur. Doğmak için izin ister. Kendisine, "Ağır ol" denir; iki ge­ce kadar bekletilir. Teheccüd namazı kılanlar paniğe kapılırlar. Adam o ge­cede komşusuna seslenerek: "Ey falan! Bu gece bize ne oldu Doyasıya uyu­dum, yoruluncaya dek namaz kıldım." Ozaman güneşe: "Battığın yerden doğ" denilir. Bu hadise daha önce inanmamış veya imânıyla bir iyilik kazan­mamış olan kimseye imân edişinin artık fayda vermeyeceği bir günde mey­dana gelir." [482]


Düşman Kendileriyle Savaşmaktayken Muhacirlerin Hicretleri Kabul Edilmez:



İmam Ahmed b. Hanbel... İbn Sa´di´den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Düşman savaştığı sürece hicret fayda vermez."

Muaviye, Abdurrahman b. Avf ve Abdullah b. Amr b. As, Rasûlullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu rivayet ettiler: "Doğrusu hicret iki çeşittir: Bi­ri şerri terketmendir. Diğeri de Allah´a ve Rasûlüne hicret etmendir. Tevbe kabul edildği sürece hcret kesilmeyecektir. Güneş batıdan doğuncaya kadar da tevbe hep kabul edilecektir. Güneş batıdan doğunca da kalpler, içlerinde­ki şeylerle birlikte kapatılıp mühürlenir ve artık insanların amelleri yeterli olur." [483]

Bu hadisin senedi sağlam ve kuvvetlidir. Kitap sahiplerinden bunu tah-ric eden olmamıştır.

İmam Ahmed ile Tirmizî´nin rivayet ettikleri, Neseî ile İbn Mâce´nin de sahih olduğunu söyledikleri bir hadiste Safvan b. Assai şöyle demiştir: Rasû­lullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu işttim:

"Cenab-ı Allah batı tarafında bir kapı açmıştır. Tevbe için açılan bu ka­pının genişliği yetmiş (veya kırk) zira´dır. Güneş (batıdan) doğuncaya dek o kapı kapanmayacaktır." [484]

Mezkûr âyet-i kerîme [485] ile birlikte bu mütevatir hadisler, güneşin batı ufkundan doğmasından sonra kişinin imân veya tevbe etmesinin, kendisine yarar sağlamayacağının delilidir. Bu, ancak böyle olur. Doğrusunu Allah bi-h´r. Çünkü güneşin batı ufkundan doğması, kıyametin yaklaştığını gösteren en büyük alâmetlerdendir. O vakit, kıyamet günü yapılması gereken işler ya­pılır. Nitekim Yüce Allah buyurmuş ki:

"Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi, yoksa Rabbinin gelmesini mi, yahut rablerinden bir takım mucizelerin gelmesini mi bekliyorlar Rab­binin bir takım mucizeleri geldiği gün, bir kmse daha önce inanmamışsa ve­ya imânıyle bir iyilik kazanmamışsa, imânı ona fayda vermez." (En´âm, 6/158)

"Şiddetli azabımızı gördüklerinde: "Yalnız Allah´a inandık; O´na koştu­ğumuz eşleri inkâr ettik" dediler. Ama, bizim şiddetli azabımızı görüp de öyIe inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu, Allah´ın kulları hakkında, öte­den beri yürürlükte olan yasasıdır. İşte inkarcılar o zaman hüsranda kaldılar."(Gafir, 40/84-85)

"Onlar kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar. Şüphesiz onun âlemetleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almala­rı neye yarar " (Muhammed, 41/18)

Beyhakî, Hâkim´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kıyamet alâmetleri­nin ilk görülecek olanı, Deccal´m ortaya çıkmasıdır. Sonra Meryem oğlu İsa´nın yeryüzüne inmesi, sonra Ye´cuc ve Me´cuc şeddinin yıkılması, son­ra Dabbe(tü´l-arz)ın yerden çıkması, sonra da güneşin batı ufkundan doğma-sıdır. Çünkü güneş batı ufkundan doğduktan sonra dünyadaki herkes imân edecektir. Eğer İsa´nın yeryüzüne inmesi bundan sonra olacaktır, denilse, bi­linmeli ki, o zaman dünyada kâfir kimse kalmayacaktır. Bu söylenen sözün doğruluğu şüphelidir. Çünkü dünyadaki insanların o günde imân etmelerinin -daha önce iman etmedikleri gerekçesiyle- kendilerine faydası olmayacak­tır. O günde iman veya tevbe eden kimse, şayet daha önce iman veya tevbe etmemişse, yeni imânı veya tevbesi kabul edilmez. Nitekim ahir zamanda Hz. İsa´nın yeryüzüne inişi kıssasında yüce Allah buyurmuş ki: "Kitâb ehlin­den, ölmeden önce, İsa´ya inanmayacak yoktur." (Nisa, 4/159)

Yani İsâ (a.s.) yeryüzüne indikten sonra ama ölmeden önce kitab ehli kimseler -Onun Allah´ın kulu ve elçisi olduğuna kesin olarak kanaat getir­dikleri için zaruri olarak ona imân ederler. [486] Hristiyanlar onun Rablığmı id­dia etmekle iddialarının yalan olduğunu; Yahudiler de onun, Allah´ın Rasû-lü olduğunu, gayr-ı meşru ve nesebi şüpheli bir çocuk olmadığını anlarlar. Kendilerinden bazı melunlar, cürüm işleyerek onun hakkında böyle bir ifti­rada bulunmuşlardır. Allah´ın yakalayıcı gazap ve laneti üzerlerine olsun. [487]

[1] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 21-22.

[2] Ebû Davud, el-Fiten ve´1-Melâhim, 7.

[3] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 23-24.

[4] Buharî, el-Ah-kâm 51.

[5] Müslim, Fedâiiu´s-Sahabe i i.

[6] Mukaddime 11

[7] el-Menakıb 16,35

[8] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 25.

[9] Müslim, Fedailu´s-Sahabe 226; Ahmed b. Hanbel 5/174:

[10] Hâkim en-Neysaburî, el-Müstedrek, 2/603.

[11] Araplarla Mısırlılar arasındaki akrabalığın sebebi; Hz. İsmail´in annesi Hacer ile, Hz. Peygam­ber´in oğlu İbrahim´in annesi Mariye´nin Mısırlı olmalarıdır.

[12] Kırat: Mısır´da bir arazi ölçü birimi.

[13] Müslim, FedailuVSahabe 226. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 25-26.

[14] Buharı, el-Eymân 3; Müslim, el-Fiten75.

[15] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 26.

[16] Buharî, Mevakıtu´s-salât 4, Zekât 23; Müslim, İman 231.

[17] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 26-27.

[18] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 27.

[19] Bk. Tirmizî, el-Menâkıb 35.

[20] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 27.

[21] Ahmed b. Hanbel, 5/220, 221; Ebû Davud, es-Sünne 8; Tirmizî, el-Fiten 48.

[22] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 27-28.

[23] Buharı, es-Sulh 9, el-Fiten 20. Ayrıca bk: Ebû Davud, es-Sünne 12; cn-Nesaî, el-Cuma 27. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 28.

[24] Bk. Buharı, el-Cihad veVSiyer 23; Müslim, el-tmare 161.

[25] Buharı, el-Cihad ve´s-Siyer 93. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 28-29.

[26] Ahmed b. Hanbel, 2/369.

[27] Ahmed b.Hanbel, 2/229; Nesaî. el-Cihad 41

[28] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 29.

[29] Buharı, el-Menakıb, 25. Ayrıca bk: Buharî, el-Cihad 95, 96; Müs­lim. el-Fiten 62; Tirmizî, el-Fiten 40.

[30] Buharî, el-Menakıb, 25. Aynca bk: Ahmcd b. Haııbel, 2/319; Ebû Davud. el-Melahim 9; İbn Mâce, el-Fi-ien 36

[31] Müs­lim, el-Fiten 62.

[32] Ahmed b. Hanbel, 5/70; Buharî, el-Cihad 95.

[33] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 29-30.

[34] Ahmed b. Hanbel, 2/324; Buharî, e!-el-Fiten 3.

[35] Ebû Davud et-Tayalisî, el-Müsned.

[36] Beyhakî, Delâilü´n-Nübüvve 6/340.

[37] Bu­harî, el-Enbiya 50. Ayrıca bk: Müslim, el-İmare 44.

[38] Müslim, el-İman 80. Ayrıca bk: Ahmed b. Haııbel, 1/458. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 30-32.

[39] Buharı, el-Ahkam 51(Halife kelimesi yerine emir ke­limesi var); Müslim, el-İmare 10.

[40] Ebû Davud, el-Mehdî 1. Ayrıca bk: Müslim, el-İmare 7, 8, 9; Ahmcd b. Hanbel, 5/86 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 32.

[41] Ahmed b. Hanbel, 5/220,221; Ebû Davud, es-Sünne 8; Tirmizî, el-Fiten 48

[42] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 32.

[43] İbn Mâce, ^ Fiten 28. Ayrıca bk: Hakim, el-Müstedrek, 4/475

[44] Alauddin ei-Hindî, Kenzu´l-Ummal, 1 İ/222; Süyutî, el-Camiu´s-Sağir, 3/497 -Münavî´nin Feyzü´l-Kadir´i ile birlikte. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 33.

[45] Buharî, el-Fiten 24; Müslim, el-Fiten 42. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 33.

[46] Ebû Davud, el-Melahim 18. Aynca bk: Ahmed b. Hanbel, 1/170, 4/193. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 33.

[47] Hz. Peygamber´in vefatı bin yıldan fazla bir zaman önce vuku bulmuştur. Ancak bu kitabın hicrî sekizinci yüzyılda yazılmış olduğunu göz önüne almak gerekir (Mütercim)

[48] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 33-34.

[49] Buharı, el-Fiten 24; Müslim, et-Fiten 42. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 34.

[50] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 34.

[51] Ahmed b. Hanbel, 5/341; Neslim. el-Fiten 25. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 35.

[52] Buharı, Bed´ul-Halk 1.

[53] Ebû Davud, el-Fiten 1. Ayrıca bk: Ah­med b. Hanbel, 5/385, 389. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 35.

[54] Ahmed b. Hanbel, 3/61. Ayrıca bk: Tirmizî, el-Fiten 26.

[55] Bk: Müslim, ez-Zikr, 99.

[56] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 35-36.

[57] Buharî, cr-Rikak 39, et-Talak 25; Müslim, eî-Cuma 43; İbn Mâce, Mu­kaddime 7; Ahmcd b. Hanbel, 4/309. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 36.

[58] Ahmed b. Hanbel, 4/309, 5/348.

[59] Şûra, 42/18 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 36.

[60] Ahmed b. Hanbel, 3/168. Ayrıca bk: Buharî, el-Edeb96, el-Ahkam 10; Müs­lim, el-Birr 164;Tirmizî, ez-Zühd 50; Ahmed b. Hanbel, 3/104, İ10. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 37.

[61] Buharî, er-Rikak 42, ei-Edcb 95; Müslim, d-Fiten 136, 137, 138, 139; Ahmed b. Hanbel, 3/192, 213.

[62] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 37.

[63] Lokman, 31/34) (Müslim, el-İman 5, 7; Buharî, Tefsir (13) 1, (31) 2, el-İman 37; Nesaî, el-İman 6; Ahmed b. Hanbel, 2/24. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 37.

[64] Buharî. el-İman 37; Müslim, el-İman 1, 5; Ebû Davud, cs-Sünne 16; Nesaî, el-tman 6; Tirmizî. el-İman 4; İbn Mâce, Mukaddime 9; Ahmed b. Hanbel, 2/426. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 37.

[65] Buharî, el-Menakıb 25, el-Fiten 11; Müs­lim, el-îmare 5!. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 38.

[66] Müslim, cl-İman 232; Tirraizî, el-iman 13; Da´rimî, cr-Rikak 42: İbn Mâce, el-Fiten 15: Ahmed b. Hanbel, 1/184. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 38.

[67] Ebû Davud. es-Sünne 1; Tirmizî, el-îman 18; İbn Mâce, el-Fiten 17; Ahmed b. Hanbel. 2/332. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 38.

[68] İbn Mâce. el-Fiten 17. Ayrıca bk: Ahmec! b. Hanbel, 3/145.

[69] İbn Mâce el-Fiten 17.

[70] Ebû Davud. es-Sünne İ.

[71] Tir-mizî, el-tman İ8; SüyuSÎ, c!-Camtu´s-Sağir. 5/346, 347 -Münavı´nin Feyzü´l-Kadir´i ile birlikle.

[72] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 39.

[73] İbn Mâce, el-Fiten 8.

[74] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 39.

[75] Buharı, el-Fiten 11, el-Menakıb 25; Müslim, el-İmare 51; İbn Mâce, el-Fiten 13.

[76] Müslim, el-İman 232; Tirmizî, el-İman 13; Darimî, er-Rikak 42.

[77] Müslim, el-İman 66; Ahmedb. Hanbel, 3/162.

[78] Ebû Davud, el-Melahim 17; Tirmizî, et-Tefsir, 6/18; İbn Mâ­ce, el-Fiten, 21.

[79] Buharı, el-İman 12. ei-Fi-ten 14, er-Rikak 34; Ebû Davud, el-Fiten 4; İbn Mâce. el-Fiten, 21; İmam Mâiik, Muvatta, el-İs-ti´zan 16; Ahmed b. Hanbei, 3/6. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 39-40.

[80] Ahmed b. Hanbel. 2/350. Ayrıca bk: Müslim, ez-Zikr 13.

[81] Ahmed b. Hanbel, 5/243.

[82] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 40.

[83] Buharî, el-İlm 34. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 41.

[84] Buharı, et-Tevhid 29; İbn Mâce, Mukaddime 1. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 41.

[85] Ebû Davud, el-Melahim 1.

[86] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 41.

[87] Buharî, el-İlm 21; Müslim, el-İlm 9; İbn Mâce, e!-Fitcn 25. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 41.

[88] ibn Mâce. el-Fiten 26.

[89] İbn Mâce. Sünen. Kitab´iil-Fiten. 4049.

[90] Ahmed b. Hanbel, 3/29,41.

[91] Müslim. el-îman 234, el-Fitcn 131; Ahmed b. Hanbel, 3/Î62, 1/435; Suyıılî, el-CamiLiVSağir. 6/417. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 42.

[92] İbn Mâce, ei-Fiten 22.

[93] Tirmizî, ei-Fîten 38.

[94] Hcysemî, Mecmau´z-Zevaid, 7/328.

[95] Tirmizî, el-Fiten 38.

[96] Tirmizî, ei-Fiten 38. Ayrıca bk: Tirmizî, el-Ka-der 16; Ebû Davud, Melahim İÜ: İbn Mâce, el-Fiten 29.

[97] Tirmizî, el-Fiten 74.

[98] Tirmizî, el-Fiten 78.

[99] Ahmed b. Hanbel, 3/86.

[100] Ahmed b. Hanbel, 3/145; İbn Mâce, el-Mesacid 2; Nesaî, el-Mcsacid 2; Ebû Davud, Salâl 12; Darimî, Salât 123.

[101] Ahmed b. Hanbel, 3/494.

[102] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 43-45.

[103] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 45.

[104] Ahmed b. Hanbel, 1/99; Ebû Davud, el-Mehdî 1.

[105] Ahmed b. Hanbel, 1/84; İbn Mâce, el-Fiten 34.

[106] Allah bir gecede onun tevbesini kabui^decek, daha önce iyi yolda olmadığı halde onu iyi yo­la iletip ıslah edecektir. Doğrusu hidayetten ve tevfik-i ilahiden uzak olan Mchdî´nin bir gece­de ansızm ıslah edilip sabahleyin iyiliğe çağıran ve ümmeti kurtaran bir insan haline getiril­mesi hayret vericidir.

[107] Ebû Davud, el-Mehdî 1.

[108] Ebû Davud, el-Mchdî l.

[109] Ebû Davud. el-Mehdî I.

[110] Ebû Davud, ci-Mehdî ı. Ayrıca bk: Ahmcdb. Hanbel, 1/99.

[111] Ebû Davud, el-Mehdî 1; Ahmed b. Hanbel. 1/376; Tirmizî, el-Fiten 52.

[112] Tirmizî, d-Fiten52.

[113] Ebû Davud. Mehdî I.

[114] Ebû Davud, Mehdî 1; İbn Mâce, Fiten 34.

[115] Ebû Davud. Mehdî 1; Ahmed b. Hanbel, 6/316.

[116] Ebû Davud, Mehdî t.

[117] İbn Mâce. Fiten 34. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 45-47.

[118] İbn Mâce, Fiten 34.

[119] İbn Mâce, Fiten 34.

[120] Önceki .sayfalarda açıklanan bazı zayıf hadislerde anlatıldığı gibi Mehdi adında Allah´ın dini­ne davet edici birinin ortaya çıkacağına dair delaleti kat´î olan sahih bir delil yoktur burada. Bu nedenle biz Mehdî´nin, hak davetin batıl güdülere ve serlere karşı galip olacağı şeklinde bir rumuz ve sembol olduğu görüşüne meyletmekteyiz.

[121] Tirmizî, Fiten 79; Ahmed b. Hanbel, 2/365.

[122] ibn Mâce, Fi­ten 34.

[123] Tirmizî, Fiten 53.

[124] Ahmed b. Hanbel, 3/98.

[125] İbn Mâce, el-Fiten 34.

[126] ibn Mâce, el-Fiten 24.

[127] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 47-50.

[128] Buharı, Fiten 4, 28, Enbiya 7; Müslim, Fiten 1; Tirmizî, Fi­ten 23; İbn Mâce, Fiten 9; Ahmed b. Hanbel, 6/428.

[129] Buharî, Fiten 28; Ahmed b. Hanbel, 2/341.

[130] Buharî, Fiten 6; Ahmed b. Hanbel, 6/297; Mâlik, Muvatta, Libas 8 . İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 51.

[131] Buharî, Fiten 4; Müslim, Fiten 9.

[132] Buharî, Fitcn 5; Müslim, İlim 11: İbn Mâce, Fiten 26. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 51-52.

[133] Buharî, Fiten 6. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 52.

[134] Buharî, Filen 9; Müslim, Fıten 12. Ayrıca bk: Ah-med b. Hanbcl, 1/169; Ebû Davud, Fiten 12. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 52.

[135] Buharî, Rikak 35, Fiten 13; Müslim, İman 230; Tirmizî, Fiten 17; İbn Mâce, Fiten 27; Ahmed b. Hanbel, 5/383. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 52-53.

[136] Buharî, Fıten 16; Müslim, Fiten 45; Tirmizî, Fiten 79. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 53.

[137] Buharî, Fiten 22; Ahmed b. Hanbel, 2/236, 531. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 53.

[138] Buharî, Fiten 23; Müslim, Fiten 51. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 53.

[139] Buharî, Fıten 24: Müslim. Fiten 30; Ebû Davud,MeIahim 13. Ayrıca bk: Tirmizî, Cenne 26; İbn Mâce, Fı­ten 25.

[140] Buharî, Fiten 24.

[141] Müslim, Fiten 29.

[142] Müslim, Fiten 32. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 53-54.

[143] Buharî, Fiten 25. Bk: Müslim, Fiten 17; Tirmizî. Fiten 23; İbn Mâce, Fiten 9; Ahmed b. Hanbet, 6/428.

[144] Bk: Ahmed b. Hanbel. 5/388.

[145] Kafiz, Iraklıların ölçeğidir.

[146] Müd, Şamlıların ölçeğidir.

[147] irdeb Mısırlıların öiçeğidir.

[148] Müslim, Fiten 33.

[149] Müslim, Fiten 1; Tirmizî, Fiten 67; Ahmed b. Hanbeî, 3/317.

[150] Müslim, Cenne 54; Ahmed b. Hanbel, 2/308, 323. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 54-55.

[151] Müslim, Cenne 52. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 55-56.

[152] Ahmed b. Hanbel, 3/187; İbn Mâce, Fiten 21. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 56.

[153] Ahmed b. Hanbel, 3/343. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 56.

[154] Ahmed b. Hanbel, 2/390, 391. Ayrıca bk: Tirmizî, Fiten 73. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 56.

[155] Ahmed b. Hanbel, 2/359. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 56-57.

[156] Ahmed b. Hanbel, 1/448, 449. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 57.

[157] Ebû Davud, Fiten 2. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 57-58.

[158] Ebû Davud, Fiten 2; Müslim, Fiten 13; Ahmed b. Hanbel, 5/39.

[159] Ebû Davud, Fiten 2.

[160] Ahmed b. Hanbel, 1/185; Tirmizî, Fiten 29.

[161] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 58.

[162] Ebû Davud, Fiten 2.

[163] Bu hadiste çok şeyler var. Çünkü İslâmın meşru kıldığı ve Hz. Peygamber´in de yapılmasını emrettiği, nefis müdafaası ilkesiyle çelişmektedir. Bu hadiste işaret edildiği şekilde zalim düş­manın ve saldırganın karşısında insanın canından olmasına yol açacak şekilde hareketsiz dur­mak, şer´an yasaklanmıştır. Bu durumda savunma yapmayan kişi, intihar etmiş sayılır. Zira yüce Aliah buyurmuş ki: "Size tecavüz edene, size tecavüz ettikleri gibi tecavüz edin. Al­lah´tan sakının ve Allah´ın sakınanlarla beraber olduğunu bilin" (Bakara, 2/194) "Zulüm gür-ükten sonra hakkını alan kimselere, işte onların aleyhine bir yol yoktur. İnsanlara zutmeden-leı´e, yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere karşı durulmalıdır." (Şûra, 42/41) Yüce Pey­gamber de şöyle buyurmuştur: "Kanı uğruna öldürülen şehiddir." Bu nedenle biz bu hadiste uydurmanın eserini apaçık bir şekilde görmekteyiz.

[164] Ahmed b. Hanbel, 5/149; Ebû Davud, Fiten 2.

[165] Ebû Davud, Fiten 2. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 59-60.

[166] Ahmed b. Hanbel, 5/278: Müslim, Fi­ten 19; Ebû Davud, Filen 1; İbn Mâce, Fiten 9. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 60.

[167] Ahlas: Hıls kelimesinin çoğulu olup devenin sırtına konulan çul demektir. Bu adeta devenin sırtından ayrılmaz bir parça gibi kabul edildiğinden yukarıdaki fitneye bu adın verilmesi, o fit­nenin, indikten sonra insanların yakasını bırakmayacağı anlamını vermek içindir. Hattabî, son derece karanlık olaylara gebe oldukları için bu fitnelerin, koyu siyah renkli deve çuluna ben-zetildiklerini söylemiştir.

[168] Ebû Davud. Filen 1.

[169] Ebû Davud, Melahim 17; İbn Mâ­ce, Fiten 10; Ahmed b. Hanbel, 2/220, 221.

[170] Ebû Davud, Meiahim 17; Ahmed b. Hanbel, 1/212. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 60-61.

[171] Ebû Davud, Fiten 3.

[172] Tirmizî, Fiten 16; İbn Mâce, Fiten 12; Ahmed b. Hanbel, 2/212.

[173] Müslim, İmare 46; Ahmed b. Hanbel. 2/162. Ayrıca bk: İbn Mâce, Fiten 9; Ne-seî, Bey´at 25; Ebû Davud, Fiten 1.

[174] Ahmed b. Hanbel, 2/163, 190.

[175] Tirmizî,Fiten 21; İbn Mâce, Fiten 29; Ahmed b. Hanbel, 2/163.

[176] Ebû Davud, Fiten 3. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 61-62.

[177] Ahmed b. Hanbel, 2/186. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 62-63.

[178] Zcvf/´m a .ra´da bir Ver adl o|up dünya cennetlerinden biri sayılırdı.

[179] Revhâ MI Jî* ^ Mescid-´ Nebevî yanında bjr yer.

[180] Zevra Medine arasmda ve Medine´ye 30 ya da 40 mil mesafede bir yer.

[181] Bunda nübüuvvetın ruhu ve doğruluğunun yüceliği yoktur.

[182] Tezkire, 739 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 63.

[183] Ahmed b. Hanbel, 2/174.

[184] Buharı, Cizye 15; İbn Mâce, Fiten 25; Ahmed b. Hanbel, 6/25. Bk: Heysemî, Mecmau´z-Zevâid, 7/321. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 64.

[185] Belki de içerisi dar olduğu için Avf bu soruyu sormuş.

[186] Ahmed b. Hanbel, 6/25.

[187] Ebû Da­vud, Melahim 6.

[188] Ahmed b. Hanbel, 5/228. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 64-65.

[189] Ahmed b. Hanbel, 2/407; Müslim, Fiten 128.

[190] Ahmed b. Hanbel, 2/372; Müslim, Fiten 129. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 65-66.

[191] İsa Peygamber şimdiye dek sağ kaldı mı İnsanları Allah´ın dinine yeniden davet etmek için yeryüzüne inecek midir Yoksa onun inişinden kasıt, hak dinin, Allah´a yönelen ve toplumu kötülüklerden arındırmaya çalışan ihlaslı eller tarafından güçlendirilip yeniden yayılması mı­dır Bu hususta iki görüş vardır. Alimlerin bir kısmı bu görüşü, bir kısmı da diğer görüşü be­nimsemiştir. Deccal hakkında da bu şekilde ihtilafa düşülmüş olup kimi onun bir şahıs olup fesadı yayacağım, kullan tehdid edeceğini; Hz. İsa´nın gelip onu öldürmesine dek dini bir ya­sak veya ahlaki bir müeyyideyle karşı! aşmaksızm korkutma, imrendirme ve ifsad araçlarına sahip olacağını söylemektedir. Kimi de Deccahn kötülüğü ve fitnenin yayılması, fazilet duy­gularının zayıflaması için bir sembol olduğunu, nihayet İsa rumuzunu taşıyan hayır rüzgarla­rının ona karşı esip onu yok edeceğini söylemekledir. Bu hayır rüzgarları onu silip süpürecek, insanların elinden tutup onları hayır yoluna, adalet ve dindarlık caddesine götürecektir. Bu me-yanda hadiste değinilen ve insanları haşir yerlerine sevk edeceği, geceledikleri yerde onlara beraber geceleyeceği, dinlendikleri yerde onlarla beraber dinleneceği, onların geride kalanla­rını yakıp yok edeceği söyİcnen ateşten de bahsetmemiz uygun olacaktır. Bu, insanların dini­nin ve inançlarının sınanması anlamına gelmektedir. Bu, insanları her yerde gözetleyip onları hak ve hayırdan alıkoyan Bu ateşten kaçan kurtulur. Ama önlem almayanı, tembellik edip Önemsemeyeni; onun dinini ve inancını yakar. Onu şaşkınik ve kararsızlık gibi elem verici bir azaba maruz bırakır. Sonra o kişi Cenab-ı Allah´ın gazap ve intikamına maruz kalır. Böyle bir duruma düşmekten, âlemlerin Rabbine sığınırız.

[192] Ahmed b. Hanbel, 4/6; Müslim. Fiten 39. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 66.

[193] Ahmed b. Hanbe!,4/7. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 66.

[194] Ahmed b. Hanbel, 4/91.

[195] Ahmed b. Hanbel, 4/9!; Ebû Davud, Melâhim 2; İbn Mâce, Fiten 35.

[196] Buharî, Cizye 15.

[197] İbn Mâce, Fiten 25.

[198] Müslim, Fiten 37.

[199] Ahmed b. Hanbel, 6/25. Ayh-ca bk: Buharı, Cizye 15; İbn Mâce, Fiten 25, 35.

[200] Ebû Daud. Melahim 6; Ahmed b. Hanbel, 5/97.

[201] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 67-68.

[202] A´mâk ve Dabik: Halep yakınlarında iki yer.

[203] Müslim. Fiten 34. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 68-69.

[204] Müslim, Fiten 78. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 69.

[205] İbn Mâce, Fiten 35. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 69.

[206] Bundan kasıt Kıbrıs olmalı (Çeviren).

[207] Müslim. Fiten 38; Ahmed b. Hanbel, î/178. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 69-70.

[208] Müslim, Fiten 35; Ahmed b. Hanbel, 4/230. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 70.

[209] Müslim, Fiten 36.

[210] İbn Mâce, Fiten 38. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 70-71.

[211] Ahmed b. Hanbel. 5/245; Ebû Davud, Meiahim 3.

[212] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 71.

[213] Buharî, Medine 9, Fiten 27; Tîr-´ Flten 61- Ayrıca bk; Buharî, Bed´ul´-Halk 7, Fiten 26; Müslim, Fiten 123.

[214] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 71-72.

[215] İhab, ya da Yehab: Medine yakınında bir yer.

[216] Müslim, Fiten 43.

[217] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 72.

[218] Tezkire-i Kurtubî, 636.

[219] Ahmed b. Hanbel, 2/390, 3/341.

[220] Müslim, Hac 499; Ahmed b. Hanbel, 2/234.

[221] Tezkİre-i Kurtubî, 636.

[222] Ebû Davud, Melahim 4; Tirmiî Fiten 58; İbn Mâce- F´ten 35; Ahmed b. Hanbel. 5/234.

[223] Ebû Davud, Melahim 4; İbn Mâce. Fiten 35; Ahmed b. Hanbel, 4/189.

[224] Tirmizî, Fiten 58.

[225] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 72-73.

[226] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 74.

[227] Müslim, İmare 10. Fiten 83; İbn Mâce, Fiten 9; Ahmed b. Hanbel, 2/429, 5/86, 87, 88.

[228] Buharî, Mena-kıb 25, Fiten 25; Müslim, Fiten 84; Tirmizî, Fiten 43; Ahmed b. Hanbel, 2/237.

[229] Müslim, Fiten 84; Ahmed b. Hanbel, 2/429.

[230] Ah­med b. Hanbel, 2/313.

[231] Ahmed b. Hanbel, 3/313.

[232] Ebû Davud, Melahim i6.

[233] Ahmed b. Hanbel, 2/429.

[234] Ahmed b. Hanbel, 2/349.

[235] Ahmed b. Hanbei, 2/95. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 74-75.

[236] Bk: Heysemî, Mecmau´z-Zevâid, 7/333.

[237] Ebû Ya´lâ ei-Mevsı!î, Müsned, 10/65.

[238] Ebû Ya´lâ ei-Mevsılî. Müs­ned, 1/349-350.

[239] Ebû Ya´lâ el-evsin, Müsned, 7/108.

[240] Ahmed b. Hanbel, 5/41.

[241] Ahmed b. Hanbel, 5/46.

[242] Ahmed b. Hanbel, 3/220.

[243] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 75-76.

[244] Ruhh: Yumuşak bir bitki. Duhh ise, duhan mucizesi anlamına gelebilir. Hülasa İbn Sayyad an­lamsız bir şey söylemiştir. Kâhinlerin âdeti böyledir.

[245] Buhari, cihad 178, Edeb 97; Müslim, Fiten 95; Tirmizî, Fiten 63.

[246] Ahmed b. Hanbel, 2/149.

[247] Buharı, Fiten 26; Müslim, Fiten 95; Ah­med b. Hanbel, 2/149.

[248] Müslim, Fiten 95. Ayrıca bk: Buhari, Hac 30, Libas 68, Fiten 26, Tevhid 17; Müslim, İman 270. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 76-77.

[249] Buharı, Tevhid 17; Müslim, Fiten 100.

[250] Müslim, Fiten 101. Bk: Buharı, Enbiya 3.

[251] Müslim, Fiten 103; Ahmed b. Hanbel, 3/211, 249.

[252] Müslim, Fiten 105. Bk: Buharı. Enbiya 50.

[253] Âlimler bu hadiste geçen yazının gerçek mi yoksa Deccal´deki bazı emarelere delalet eden bir kinaye mi olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Onun alnında yazılı kâfir kelimesini okumak­sa, mümin kişinin iman nuruyla aydınlanıp ilham bulması ve böylece hakikati şüpheye yer bı­rakmayacak şekilde görmesidir. Belki de bu tarif gerçeğe daha yakın ve yanlışlıktan uzaktır. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 77-78.

[254] Buharı, Enbiya 3; Müslim, Filen 109. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 78.

[255] Müslim, Fiten 94.

[256] Müslim, Fiten 98, 99. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 78.

[257] Bk: Müslim, Fiten 90.

[258] Ahmed b. Hanbel, 3/7p.

[259] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 78-79.

[260] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 79-80.

[261] Müslim, Fiten 119.

[262] Bu hadisin Üzerinde hayal ve uydurmacılık damgası vardır. Burada anlatılanları, her sözü ger-Çek olan ve kendi kafasından konuşmayan Hz. Peygamber´in söylemiş olması mümkün değil­dir. Hz. Peygamber büyük bir sahabe topluluğu karşısında minber üzerinde bunu irâd etmiş ol­saydı mütevatiren nakledilmiş olmasf gerekirdi. Ve bunu nakleden ravilerin sözleri birbirini tutardı. İfadeler de, hidayete erdirici peygamberi hikmetin çerçevesinde ve hak olan Muham­medi sözlerin kapsamında kalırdı. Ama ne gezer... Bunlardan eser bile yok. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 80-81.

[263] Kocasının kendisine dönmesi mümkün olmayacak şekilde boşanan kadının iddet nafakasının düşmesi, ulemanın ittifak ettiği bir hüküm değildir. îmam Ebu Hanife, hamile olsa da olmasa da bu durumdaki kadına-kocasının, iddet beklemek için kendisine tahsis ettiği evden çıkma­mış olması koşuluyla- her üç neviyle nafaka verilmesi gerektiği görüşündedir.

[264] Bu, Rasûlullahın şu hadisiyle çelişmektedir: Bir gün Rasûlullah´ın iki zevcesi yanmdayken İbn Ümmü Mektum yanına gelmişti. Rasûlullah, zevcelerine o mekândan kaikıp başka bir yere git­melerini emretmişti. Zevceleri, "Ya Rasülaîlah, o a´mâdır" deyince o, "siz de mi a´mâsımz !" demişti. Bu nedenle biz, Falıma binti Kays´ın rivayet ettiği hadisin sahih olmadığı hususunda İmam Ebu Hanife´nin görüşüne katılıyoruz.

[265] Ahmed b. Hanbel, 6/373, 374; Ebû Davud, Talak 39.

[266] Ebû Davud, Meiahim 15.

[267] Ebû Davud, Meiahim 15.

[268] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 82-85.

[269] Duhh. Bununla Duhan suresine işaret edildiğini söyleyenler olmuştur. Gerçekte bu. deccalla-rın ve gözbağcılann insanları saptırmak ve şaşırtmak için söyledikleri anlamsız sözlerdendir.

[270] Son Peygamber (s.a.v)´in karşısında peygamberlik iddiasında bulunan böyle bir deccalm ahdi mi olur ! İfade ve içeriği, sahihliğini reddeden böyle bir sözün sahih hadis olmasını akıl, ka­tiyetle reddediyor.

[271] Ahmed b. Hanbel, 3/368.

[272] Hakikaten var olduğunu farzetsek bile, yalanlarla yoğurulmuş bir çocuktan Rasûlullah (s.a.v) nasıl olur da endişe eder !..

[273] İbn Sayyad denen çocuk mükellef miydi Varolduğu iddia edilen böyle bir çocuğu Rasûlul-lah´ın karşına alıp ona böyle bir soru sorması, ona Önem vermesi aklen kabui edilebilir bir şey midir Cevabını almak için beklemesi, peygamberlik iddiası içeren kâfirane cevabına müsa­maha göstermesi akla muvafık mıdır Aiiah, çocuk peygamber gönderir mi Bunlar, dullarını doğru düşünceden soyutlamış olan kimselere, Öyle pek te ince sayılmayan bazı gerçekleri ört­müş olan tozları silkelemeleri için yöneltilen bazı sorulardır.

Doğrusu İbn Sayyad, bazı akıîlarca caiz görülen bir hurafedir. Bununla ilgili hikâye, Hz. Pey-gamber´e nispet edilen bazı kitaplarda geçiyor. Oysa Hz. Peygamber´den, hakikatin özünden başka bir söz çıkmış değildir. Bu hadisin esprisini, anlamını, maksadını ve ispatlamak istediği şeyi ciddiyet ve ibret gözüyle görüp anlamanın zamanı artık gelmiştir. İslâmî idrâklerimiz hatâ ve yanılgıdan kurtulsun diye bu hadisin senedini ve rivayet yolunu da ele aîmamız gerekiyor.

[274] Ahmed b. Hanbel, 1/457. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 85-87.

[275] Buharî, Fiten 26.

[276] Bu, Rasûlullah (s.a.v)´m söyleyeceği bir söz değildir. Onun böyle bir şeyi söylediğine dair id­diayı müsümanlann kabul etmemesi gerekir. Çünkü o, sadece hakkı ve gerçeğin özünü söyler. 9eı"Çeklerse akılla

uyum içinde olurlar. Onun böyle bir safsatayı söylemiş olması mumkun de­ğildir. Bu hususta bize en sağlıklı ve en güzel yöntemi O gösteriyor:

[277] Ahmed b. Hanbel, 3/367, 368.

[278] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 87-88.

[279] Müslim, Fiten 110; Ahmed b. Hanbel, 4/182; Tir-mizî, Fiten 59; İbn Mâce, Fiten 33.

[280] Müslim,Fiten 113.

[281] ibn Mâce, Fi­ten 33.

[282] Dikenli bir ağaç.

[283] İbn Mâce, Fiten 33. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 88-93.

[284] Ahmcd b. Hanbel, 5/269. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 93.

[285] Müslim, Fiten 112.

[286] Bu büyük fitne karşısında yığınca insan durabilecek midir Halkın gözü önünde öldürüp diril­tiyor! Sonra da ona aldandıklan için Allah, insanları cehenneme atıyor. O, kullarını böylesine büyük bir belaya maruz bırakmayacak kadar merhametlidir. Çünkü buna, ancak büyük iman sahipleri karşı koyabilirler. Deccal; iman için tehlikeli bu büyük silahlarla donatılarak kullara musallat edilecek kadar kıymete sahip değildir,-Allah katında.

[287] Müslim, Fiten 113. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 93-94.

[288] Deccal´ın çıkış yeri ve zamanı ve Onun İbn Sayyad mı yoksa bir başkası mı olduğu hususun­da muhtelif hadislerin rivayet edilmiş olması; Deccal´dan kastın, şerri işaret eden bir rumuz oduğunu gösteriyor. O şerrin güçleneceğini, zorba ve saldırgan olacağını, tehlikesinin her ta­rafa sıçrayacağım, zararının büyük olacağını, eza ve rahatsızlığının birçok araçlarla bir çok mekâna sirayet edeceğini, bazan belâ, fitne ve musibet haline geleceğini gösteriyor. Nihayet onun kötülük ateşi, hakkın ve Allah´ın kelimesinin egemen oluşuyla sönecektir. Doğrusu ba­tıl yok olmaya mahkûmdur.

[289] Ahmed b. Hanbel, 1/4; Tirmizî, Fiten 57; İbn Mâce. Fiten 33.

[290] Ahmed b. Hanbel, 1/98.

[291] Ahmed b. Hanbel, 1/176.

[292] Tirmizî, Fiten 53; Ebû Davud, Sünne 26.

[293] Ahmed b. Hanbel, 5/123.

[294] Deccal´ın son peygamberin diliyle çirkin olarak tasvir edilmesi; onun davet ettiği şeyin apaçık bir sapıklık olduğunu kalbi olan veya bu hadisi dinieyipte kulak veren kimsenin anlaması için­dir. Şayet onun biçimi düzgün olsaydı, işinin görünür yanı da düzgün olurdu. Bir adamın göz­lerinden birinin parlak bir yıldız gibi olup diğerinin duvar üzerindeki balgam gibi oluşu kadar çirkin bir manzara düşünülemez.

[295] Ahmed b. Hanbel, 3/79.

[296] Ahmed b. Han­bel, 3/191; Müslim, Fiten 123.

[297] Hakka karşı savaş açan her davanın destekJenmesi için kalplerin ve nefislerin çabucak hasta­lanacaklarına işaret edilmektedir bu sözle.

[298] Yani onun çirkinliği iik bakışta göze çarpar. Davasının yalan ve batıl oluşu da, akıllı insanlar tarafından apaçık bir şekilde görülür.

[299] Ahmed b. Hanbel, 3/115.

[300] Ahmed b. Hanbel, 3/224.

[301] Ahmed b. Hanbel, 3/211,229.

[302] Ahmed b. Hanbel, 3/350. Ayrıca bk: Müslim, Fiten 95, 101.

[303] Buharî, Fiien 26; Müslim. Fiten 101; Ahmed b. Hanbel, 3/103.

[304] Bu, fitnelerin şiddetlendiği zamanda hak davetçilerinin bulunacağını gösteren bir rumuzdur.

[305] Ahmed b. Hanbel, 5/221,222.

[306] Efîk: Havran´a bağlı bir köy olup Şam´a bağlı gur yolunda ve boğazın baş kısmında yer al­maktadır.

[307] Bk: Ahmed b.lanbel, 3/115.

[308] Zerre kadar iyilik yapanın, bu iyiliğinin karşılığını göreceği; zerre kadar kötülük yapanın da bu kötülüğünün karşılığını göreceği, İslâm´ın yerleşik kesin prensiplerindendir. Tanrılık iddiasın­da bulunanın çağrısını reddetmek yapılmasının gerekli olduğu bedihî olarak bilinen ödevler­dendir. Ama bu Ödevin yerine getirilmedi, kişinin tüm günahlarının yok edilmesi ve tüm kusur­larının örtülmesi sonucunu doğurmaz. Yalnız böyle birini yalanlamak, Deccal´a karşı yapılan bir cihad olarak telakki ediliyorsa o zaman bu, kişinin günahlarının bağışlanmasına vesile olur.

[309] Ahmed b. Hanbel, 5/16.

[310] Ahmed b. Hanbel, 5/13.

[311] Bk. Heysemî, Mecmau´z-Zevaid, 7/336.

[312] Ahmed b. Hanbel, 3/292.

[313] İbnEbi Şeybe, el-Musannef 7/488.

[314] Ahmed b. Hanbel, 3/333.

[315] Müslim, İman 247.

[316] Ahmed b. Hanbel. 1/240.

[317] Ahmed b.Hanbel, 1/374. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 94-99.

[318] Ahmed b. Hanbel, 4/20.

[319] Ahmed b. Hanbel, 4/19.

[320] Müslim, Fiten 126; Ahmed b. Hanbel. 4/21.

[321] Ahmed b. Hanbel, 4/20.

[322] Ahmed b. Hanbel, 2/67.

[323] Müslim, Fiten 95; Ahmed b. Hanbd, 2/149. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 99-100.

[324] Buharî, Menakıb 25; Müslim, Fiten 81.

[325] Ahmed b. Hanbel, 2/135.

[326] Ahmed b. Han­bel, 2/27.

[327] Ahmed b. Hanbe!, 2/199- bk: Ebû Davud, Cihad 3. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 100-101.

[328] Bk: Heysemî, Mecmau´z-Zevaid, 7/350.

[329] Bu hadisin metnindeki gariplik, senedindeki gariplikten daha büyüktür. İnsanları dinlerinden döndürüp fitneye düşürmek için bu derece şerli birini başlarına belâ etmeyi ve ancak az sayı­daki insanın karşı koyabileceği derecede büyük fitne sebeplerini ona vermeyi akıl kabul etmi­yor. Bununla ilgili bir hadis önceki kısımlarda geçmişti.

[330] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 101-102.

[331] Ahmed b. Hanbel, 6/455,456.

[332] Dünyamızda insanın yemeden içmeden yaşamasının mümkün olmayacağına daha önce işaret etmiştik. Bu nedenle Hz. Peygamberimizin böyle bir şey söylemiş olmayacağına inanıyoruz.

[333] Ahmed b. Hanbel, 6/456.

[334] Ahmed b. Hanbel, 6/76.

[335] Ah­med b. Hanbel, 6/75. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 102-103.

[336] Ahmed b-_Hanbel, 6/241.

[337] Buharî, Kusûf 10

[338] Müslim, Fiten 125

[339] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 7/351

[340] Deccal´in, zehirlerini saçmak için hıyanet ehli Vahudilerle şeytan tuzağı kadınlardan yararla­nacağına işaret edilmektedir. Yahudiler var olduklarından beri, murdar emellerine ve kötü amaçlarına kavuşabilmek için kadınları araç olarak kullana gelmektedirler.

[341] Ahmed b. Hanbel, 4/216-217

[342] Kantura oğulları ile Türkler kastedilmiştir.

[343] Ahmed b. Han­bel, 5/44-45

[344] Ebû Dâvud, Melâhim 9

[345] Heysemî, Mecmauz-Zevâid, 10/328

[346] Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 7/350

[347] Heysemî, Mecma´uz-Zevâid. 7/339-340

[348] Ahmed b. Hanbel. 4/338 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 103-106.

[349] Ahmed b. Hanbel, 4/338

[350] Garkad: Uzunluğu 1 ila 3 m. olan, gövdesi ve dalları beyaz bir ağaç.

[351] Ahmed b. Hanbel, 2/417

[352] Müslim, Fiten 65

[353] Ahmed b. Hanbel, 2/337.

[354] Bk. Ahmed b. Hanbel, 1/176. İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 107.

[355] Ahmed b. Hanbel, 2/483

[356] Ebû Dâvud, Melâhim, 14; Ahmed b. Han­bel, 5/324 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 108.

[357] Buharî, Itk, 13; Megazi 67; Müslim, Fazâiü´s-Sahabe 198

[358] Ebû Dâvud, Melâhim 1

[359] Ahmed b. Hanbel, 4/431

[360] Ahmed b. Hanbel, 4/444 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 108.

[361] Müslim, Fiten 114; Ahmed b. Hanbel, 4/252.

[362] Deccal o kadar değersizdir ki; müminlerin kalberindeki iman temellerim sarsacak ve okulları­nı şaşırtacak harikalara Allah tarafından sahip kılınıpta destek görecek değildir.

[363] Müslim, Fiten 115

[364] Deccal hakkında nakledilen hadislerin tümünü reddetmek kabul edilir bir şey değildir. Çünkü bu hususta çeşitli yollardan gelen çok hadis vardır. Ancak kabul edilir ve makul olan, bu ha­dislerin bazısında yer alan ve hayatın tabiatı ile, beşerin maslahatıyla uyum sağlamayan ifade­leri reddetmektir. Kaldıki Deccal´ın; Allah´a yalan isnad eden, gerçekleri çarpıtan, amaçlarını gerçekleştirmek için cebir ve şiddet ile hayatın aldatıcı şeylerini kullanan şer davetçilerinin ortaya çıkacaklarına Hz. Peygamberin kullandığı işarî bir rumuz olması da mümkündür. Bu şer davetçilerine, iman kuvvetinden ve sağlam akideden pay almamış kimseier direnemezler. Bu deceallar, böylesi zayıf kimseleri ateşleriyle yakmak İçin, Önce bunlara (sahte) bir aydınlık gösterirler. İnsanları ateşe karşı koruyacak olan siper, ancak kalblerine yerleşmiş olan sağlam ve kuvvetli imandır. Bu da İnsanların dünyasında kişinin arzu ve korku dalgalarında, hareket­lerinde görünür.

[365] Taberanî, Mu´cemul-Kebir, l l/i 1712.

[366] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 108-111.

[367] Nefis, âyette geçen "ölmeden önce" sözüyle kitab ehli kimselerin kast edilmiş olduğundan ya­nadır. Arzu edilir ki kitab ehli kimseler1 bari can çekişirken, Ölmeden Önce işin gerçeğini anla­sınlar da bir insan, peygamber ve Allah elçisi olarak Hz. İsa´ya iman etsinler. Bu semavi di­nin de onayladığı bir imandır. Âyetin ifade ve akışından da anlaşılan budur.

[368] Nasıl böyle denebilir Oysa Hz. Adem´in yaratılışdaıı kıyamete kadar Deccal´dan daha büyük bir fitne olmayacağına dair hadisler varid olmuştur. Şu halde en iyisi, Deccal kelimesi şer, bühtan ve iftira rumuzu olarak algılamalı değil midir Böyle olunca da zaten Kur´an-ı Kerim ona tabi olmaktan onunla fitnelenmekten yasaklamıştır bizleri şu ayetlerle: "Ey Muhammedi Bundan böyle yalanlayanlara aldırma. Onlar sana indirilen âyetlerden be­ğenmediklerini bırakman .suretiyle senin kendileriyle uyuşmanı isterler. Böyle yapsan, seni överler. Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden, alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etrneyesin. Âyetlerimiz ona okunduğu zaman: "Öncekilerin masallaradır diyecektir. Onun havada olan burnunu yakında yere süreceğiz." (Kalem, 68/8-16.) "Yeryüzünü ıslah etmeyip bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin." (Şuarâ.26/150-152.) "İnkarcılara, iki yüzlülere itaat etme; eziyetlerine aldırma; Allah´a güven, güvenilecek olarak Allah yeter." (Ahzâb, 33/48)

[369] Müslim, Fadailu VSahabe 11; Ebû Davud, Sünne 11; Ahmed b. Hanbel, 6/144.

[370] Tirmizî, Fiten 55; Ebû Dâvud, Sünne 26; Ahmed b. Hanbel, 1/195.

[371] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 111-113.

[372] Buharı, Ezan 149.

[373] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 114.

[374] Müslim, Müsâfirin 257; Ebû Davud, Melâhim 14

[375] Tirmizî, Fedâilu´l-Kur´ân 6

[376] Ahmed b. Hanbel 6/446

[377] Ahmed b. Hanbel, 4/441 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 114.

[378] Buharı, Fiten 27; Müslim, Hac 485

[379] Buharî, Fiten 26

[380] Buharî, Fiten 27; Tirmizî, Fiten 61

[381] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 114-115.

[382] Bu, hurafeden ibarettir. Bu sözlerde nütîüvvet aydınlığı ve gerçekliği yoktur.

[383] Bu, hurafeden ibarettir. Bu sözlerde nübüvvet aydınlığı ve gerçekliği yoktur.

[384] Bu da hurafe hadislerdendir.

[385] Tir-mizî, Fiten 63; Ahmed b. Hanbel, 5/40

[386] Tirmizi, Fiten 62; Ahmed b. Hanbel, 3/420

[387] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 115-117.

[388] Ahmed b. Hanbel, 4/20; 5/372

[389] Ahmed b. Hanbei, 2/291

[390] Bk. Heysemî, Mecme´uz-Zevâid, 7/340

[391] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 117-118.

[392] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 118-121.

[393] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 121.

[394] Bk. Kenzü´l-Ummâl, 14/314-316

[395] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 121-122.

[396] Taberî, Câmi´ul-Beyân, 4/18

[397] "Ölmeden Önce" sözüyle ehl-i kitabın kastedilmiş olması daha münasiptir.

[398] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 122.

[399] Hz. İsa´nın şu zamana kadar yaşadığı hususunda İslâm âlimleri ittifak etmiş değildirler. Bu hu­susta kesin bir nass yoktur. Şu halde Hz. İsa´nın şu anda Öldüğünü veya yaşadığını söylemek, müslümanın inanmakla yükümlü olduğu şeyler kapsamında değildir. Müslüman, bu iki kavil­den dilediğine inanabilir. Bunu tartışma konusu yapmamaları gerekir. İnanılması vacib olan husus, onun öldürülmediği ve aşılmadığıdır. Çünkü bu husus Kur´anda bildirilmektedir. Şurada apaçık bir Kur´anî gerçek Üzerinde düşünmemiz gerekmektedir. Şöyleki: Kur´ân-ı Ke­rim, yükseltme (Ref) kelimesini bir istisna dışında hep manevi yükseltme şan, şeref ve kıy­met yükselmesi anlamında kullanmıştır. O istisna da şu ayettedir: "İbrahim ve İsmail, Ka­be´nin temellerini yükseltiyordu."(Bakara, 2/127) Kur´ân´ın lafzını tefsir edecek ve üslubunu anlatacak en iyi müfessir, yine Kur´ân´ın kendisi­dir. Bu nedenledir ki biz, Hz. İsa´nın maddeten değil de manen yükseltilmiş olduğuna inanı-yor ve bu görüşü tercih ediyoruz. Bu, Hz. İsa´nın şan, şeref ve kıymetini daha da arttırır. Bu böyle olmalı ve böyle anlaşılmalı ki Hz. İsâ, Allah´ın peygamber ve elçileri arasında farklı ve türedi biri olmasın. Allah´ın kitabı, onun maddeten değil, manen yükseltildiğini anlatıyor. Maddi yükselme ile manevi yükselme arasında çok fark vardır.

[400] Taberî, Câmi´ul-Beyân, 4/18.

[401] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 122-123.

[402] Müslim, Fiten i 16 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 123-124.

[403] Ahmed b. Hanbel, 2/482-483 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 124.

[404] Buharı, Enbiyâ 49; Buyu1 102; Müslim, İman 242

[405] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 8/5

[406] Ah­med b. Hanbel, 2/290

[407] Müslim, Hac 216; Ahmed b. Hanbel, 2/513 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 124-125.

[408] Buharî, Enbiyâ 49; Ahmed b. Hanbel, 2/336

[409] Allah peySamberleri´ şeriatlerinin ışığını -teferruatta farklı olsalar bile- aynı kaynak-ra <\rat 5="" ar-="" ama="" Şeriatlerindeki="" teferruatlar,="" insanların="" bulundukları="" ortam="" ve="" ihtiyaçla-rag«redeg,ş,k="" farklı="" olabilir.
[410] Abmed b. Hanbel, 2/437; Taberî, Câmi´u-Beyân, 4/22-23

[411] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 125-126.

[412] Buharî, Enbiyâ 48

[413] Buharî, Enbiyâ 48

[414] Ahmed b. Hanbel, 1/375; İbn Mâce, Fiten 33 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 126-127.

[415] Buharî, Enbiyâ 48; Müslim, İman 272

[416] Buharî, Enbiyâ 48

[417] Buharî, Enbiyâ 48; Müslim, İman 274

[418] Buharî, Enbiyâ 48

[419] Müslim, Fiten 110

[420] Ebû Davud, Melâ-him 14; Ahbed b. Hanbel, 2/406

[421] Tezkire, 742

[422] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 127-129.

[423] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 130.

[424] Buharı, Enbiyâ 7; Müslim, Fiten 1 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 131.

[425] Buharı, Fiten 4; Müs­lim. Fiten 3

[426] Ahmed b. Hanbel, 2/510-511; Tir-mizî, TefsirıT-Kur´ân 18; İbn Mâce, Fiten 33

[427] Ahmed b. Hanbel, 3/77; İbn Mâce, Fiten 33

[428] Ahmed b. Hanbel, 3/7

[429] Ahmed b. Hanbel, 4/182

[430] Ahmed b. Hanbel, 1/375

[431] Ahmed b. Hanbel, 5/271

[432] Bk. Buharî, Tefsiru´l-Kur´ân, 22-1; Müslim, İman 379

[433] Bu, kabul edilmesi caiz olmayan merdud bir sözdür. Çünkü ilim ve akılla tersleşmektedir. Bu, hiçbir bilgiye dayanmadan Allah´a yapılan bir iftiradır. İslâmiyet bunu kesinlikte yasaklamış ve katiyetle haram kılmıştır.

Bilgisizce söz söylemenin yasaklığıyla İlgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Bilmedi­ğin şeyin ardına düşme."(İsrâ, 17/36)

"De ki: "Rabbim sadece, açık ve gizli fenalıkları, günahı, haksız yere tecavüzü, hakkında hç bir delil indirmediği şeyi Allah´a ortak koşmanızı, Allah´a karşı bilmediğiniz şeyleri söyleme­nizi haram kılmıştır." (A´râf, 7/ 33)

[434] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 131-134.

[435] Bk. Heysemî, Mecmau´z-Zevâid, 8/6

[436] Bu ne hadistir, ne de Abdullah b. Amr´ın sözüdür.

[437] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 134-135.

[438] Enbiyâ, 21/96

[439] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 135.

[440] Buharî, Hac 47; Ahmed b. Hanbel, 3/28 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 135.

[441] Buharî, Hac 47

[442] Bk. Kenzu´l-Ummâl, 14/223

[443] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 135.

[444] Ahmed b. Hanbel, 2/220.

[445] Ahmed b. Hanbel, 1/228; Buharı. Hac 49

[446] Müslim, Fiten 59

[447] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 136.

[448] Buharî, Menakıb 7; Müslim, Fiten 60

[449] Müslim, Fiten 52; Ahmed b. Hanbel, 2/329

[450] Ah­med b. Hanbel, 1/23 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 136.

[451] Buharî, Fiten 27

[452] Ah­med b. Hanbel, 5/184, 187. 188

[453] Ahmed b, Hahbel, 1/20 İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 136-137.

[454] Bu yaratık ne diye lisan-ı kal ile değil de lisan-ı hal ile konuşmasın Teklim kelimesinin, ko­nuşmanın yanısıra bir anlamı da yaralamaktır. Âyeti bu şekilde anlamamıza ne engel var Bu yaratıkla belki de insanı öldüren, ekin ve davarlarını telef eden mikroplar kastedilmiştir. Bu, insanın günah ve isyanına bir kısas ve misillemedir. Zararlı ve tehlikeli mikroplar, yer yüzü­nün her tarafım ve atmosferin her tabakasını işgal etmektedirler. Yaralayıp öldürmektedirler-ki bunda da -eğer kendilerini Allah´a yönelten kalblerî varsa- insanlar için öğüt vardır. Bu, onları terkettiklerı doğru yola iletir. Şu*halde lisan-ı hal, lisan-ı kal´den daha da etkilidir.

Sa­hih hadisleri ve Kur´an ayetlerinin mantığa, realiteye ve hayatın doğasına uygun olarak yo­rumlayıp açıklamak, hayal atmosferinde yüzmekten çok daha faydalıdır.

[455] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 137-138.

[456] Müslim, Filen 39; Ebû Davud, Melâhim 12; İbn Mâce, Fiten 28; Ahmed b. Hanbel, 4/7

[457] Müslim, Fiten 129

[458] Müslim, Fiten 128; İbn Mâce, Fiten 28

[459] Bk. İbn Ha-cer el-Askalanî, el-Metâiibu´1-Âliye, 4/343-344

[460] ibn Mâce, Fiten 31

[461] Fitr: Baş parmakla işaret parmağı tam açıldığında arada meydana gelen mesafe (çeviren)

[462] Bu sahih midir Hayır, ne sahihtir ne de sahihe yakındır.

[463] Birbirlerine zıt olmaları, Dabbetü´l-arzın insanları ve ürünleri yaralayıp hastalandıran ve tü­ketip telef eden zararlı mikroplar olduğuna dair görüşümüzü haklı çıkarmaktadır.

[464] Aklın böyle bir rivayeti doğrulaması nasıl mümkün olur Zeka ve sağlam fıtrat Örneği dahi mümin, Hz. Ali (kerremelfahü vechehü) nasıl olur da böyle bir şeyi söyler !

[465] Müslim, Fiten 118

[466] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 138-140.

[467] Tirmizî, TefsinTl-Kur´ân 6; Ahmed b. Hanbel, 3/31

[468] Buhari, Rikak 40; Müslim, İman 248; İbn Mâce, Fiten 32

[469] Buharî, Tefsir 6-9

[470] Müslim, Fiten 249; Tirmizî, Tefsir 6; Ahmed b. Hanbel, 2/445

[471] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 141.

[472] Müslim, Fiten 39; Ebû Davud, Melâhim 12; İbn Mâce, Fiten 28; Ahmed b. Hanbel, 4/7

[473] Müslim, Fiten 128; İbn Mâce, Fiten 28



[475] Bu-harî, Bed´u]-Halk4; Tefsir 36-1; Müslim, İman 250

[476] Ahmed b.Hanbei, 2/201

[477] Ebû Davud, Melâhim 12; İbn Mâce, Fiten 32

[478] Dâbbe kelimesini önceki sayfalarda, akıl ve hayat dini olan İslâm dininin sünnetine, akıl ve mantığa uygun bir şekilde açıklamıştık. Yine o sayfalarda işaret etliğimiz gibi Dabbeler yani mikroplar, insanların işledikleri günahlar nedeniyle çoğalıp etrafa yayılmışlardır. Dabbe, yü­rüyen her canlıdır. Yoksa gariplik ve tuhaflıklarla dolu belirli bir hayvan değildir. Bu, hayali aciz bırakacak şekilde gerçek olarak misâllendirilebilir.

[479] Bk. Heysemî, Mecma´uz-Zevâid, 8/8

[480] Abdullah b. Amr, dindar, akıllı, zeki ve takvalı bir kimse olduğundan ötürü onun böyle hura­feleri aktarmış olacağına ihtimal vermiyoruz.

[481] Güneşin batıdan doğması, insanların alışık oldukları âdetlere ve dünya hayatının kanunlarına muhalif olan ilk semavî kıyamet alâmetidir.

İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 142-144.

[482] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 144-145.

[483] Ahmed b. Hanbel, 1/192

[484] Tirmizî, Deavat 98; Ahmed b. Hanbel, 4/240

[485] En´âm suresinin 158. âyeti.

[486] Belki de kitab ehli kimseler kendileri Ölmeden önce Hz. İsa´ya imân edeceklerdir. Bu husus­taki açıklama önceki sayfalarda yapılmıştı.

[487] İbn Kesîr, Ölüm Ötesi Tarihi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2001: 145-146.
A) İMAN VE AMEL YÖNÜNDEN MÜMİNLER


Müminler imanda, tevhidde eşittirler. Bu eşitlik, iman edilecek şeyler itibariyledir. Küfür ile iman, körlük ile görmek gibidir. Hiç şüphesiz gözleri görenler, görmenin kuvveti ve zayıflığı bakımından farklıdırlar. Kimi kalın bir çizgiyi görür, ince bir çizgiyi görmez. Kimi yakını iyi görür uzağı göremez. Kimi de uzağı iyi görür, yakını göremez. Bunlar görme kuvvetinde farklı iseler de hepsi de görmektedir.

Bir kimsenin, benim imanım Peygamberlerin imanı gibidir, demesi caiz değildir. Yine, benim imanım Ebubekir ve Ömer (r.a)nın imanı gibidir, demek uygun deşildir. Kelime-i Tevhidin bir kalpteki nurunu ancak Allah (c.c.) bilir. Kimi kalpteki nuru, güneş gibidir. Kimi kalpte ay, kimi kalpte yıldız, kimi kalpte bir meşale gibidir. İman kuvveti, zahiri ameli kuvvete, batini ilmi kuvvete şamildir. Bu şekilde bu nurun etkisi, dünyada ameller ve ilim üzerinde; ahirette de ahiret halleri üzerinde görülür. Bu kelimenin nuru ve mertebesi arttıkça, şüpheleri ve şehvetleri kuvvetinında yok eder; belki de öyle bir noktaya getirir ki rastladığı her şüpheyi, şehveti, günahı yakar, imha eder.

Amelde üstünlük olabilir. Müslümanlar aynı şeylere inandıkları halde, yaptıkları ameller birisinde az, diğerinde yarım, bir diğerinde daha çoktur. Biri namazlarını kılar ama zekâtını vermede kusurludur. Diğeri namaz, zekât, hac diğer yükümlülükleri de yapar. Bir başkası emredilenleri yapar; ama yasak olduğu halde faizi de almaktan kurtulamaz. İşte bunlar, hepsi mümin olma noktasında eşit, amel bakımından farklıdırlar.


B) İMAN ARTMAZ VE EKSİLMEZ


İman artmaz ve eksilmez. Çünkü, imanın noksanlaşması ancak küfrün artması ile; imanın artması da ancak küfrün noksanlaşması ile birlikte düşünülebilir. Bir şahsın, aynı anda hem mümin hem de kâfir olması nasıl düşünülebilir Bu görüş, İmam-ı Azam Ebu Hanife ve arkadaşlarının görüşüdür.

Yine "el - Fıkhu´l - Ekber" adlı kitabında şöyle diyor: "Gök ve yer ehlinin imanı artıp eksilmez. Bütün müminler, imanda ve tevhidde derece bakımından eşit olup, amel bakımından birbirlerinden üstün olabilirler."

Şöyle bir soru sorulabilir: Cenab-ı Hak Kur´an-ı Keriminde şöyle buyuruyor:

"İmanlarını artırsınlar için..." (el-Feth / 4) Bu ve benzeri ayetler yanında Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyuruyor:

"İman, yetmiş küsur şubedir. En üstünü, "Lailâhe illallah" demek, en aşağısı da yolda eziyet veren şeyleri kaldırıp atmaktır. Utanmak da imandan bir şubedir." (Müslim, İman)

Bu soruya şöyle karşılık verilebilir: Bu ayet ve hadislerin hükmü, sahabe hakkında geçerlidir. Çünkü Kur´an, o devirde zaman içersinde ayet ayet iniyor, onlar da her inen ayete iman ediyorlardı. Bu da onların ilk durumlarına göre imanlarını arttırmış oluyordu. Bunlar bizim hakkımızda ise geçerli değildir. Çünkü vahiy kesilmiştir.


C) AMEL İMANDAN BİR PARÇA MIDIR



Amel imandan bir parça değildir. Eğer amel imandan bir parça olsaydı, amellerinde eksiği olan insanların imanlarının eksik olması gerekirdi. Oysa iman, bir parçadır, bölünmez, parçalanmaz; aynı zamanda artmaz.

Zira bazı Müslümanlar, beş vakit namazını kılarken cumaları ara sıra terk eder. Bazısı orucu terk eder. Bazısı zekâtı terk eder. Bunların amellerinde eksiklik vardır; ama amellerindeki eksiklikten dolayı imanlarında eksiklik yoktur. İnanılacak şeyler bir bütündür, birine inanmamak hepsine inanmamak gibidir insanı imandan çıkarır. Bu bakımdan iman eksilme ve artma kabul etmez. İmanın eksilmesi küfrün artması da olmaz. İman ile küfür bir kalpte toplanmaz.


D) AMELLERDE RİYA


Amellere riya karıştığı zaman, bu riya, o amelin Allah katındaki sevabını yok eder.

Ucub (kendini büyük görmek, ululamak) da amellerin sevabını yok eder.

"Ey iman edenler! Sadakalarınızı başa kakmak, eziyet etmek suretiyle (malını insanlara gösterişte bulunmak için harcayanlarda olduğu gibi) iptal etmeyin." (Bakara/264)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:

"Allah Tealâ, içinde zerre kadar riya bulunan bir ameli kabul etmez." (Müslim)

İmam-ı Azam (r.a) sevabının yok olacağını söylemiş; ama amellerin iptal edileceğini söylememiştir. Bu ifade ile amellerdeki seva mükâfatın önemine işaret etmişlerdir.

Ucub (ululanmak) da böyledir. Her hangi bir amele ucub karıştığı zaman, onun Allah katındaki mükâfatını ve amelini riyada olduğu gibi iptal eder. Çünkü ucub yapan kimse, Allah´ın azabından emin olur; iman ve amellerinin yok olmasından emin olup korkmaz. Allah´ın azabından emin olmaksa küfürdür.


E) İNANILACAK ŞEYLERDE PROBLEMLE KARŞILAŞAN KİMSE NE YAPAR


İnsan, tevhit ilminin inceliklerinden herhangi bir şey üzerinde güçlük ile karşılaşınca o zaman, sorup öğreneceği bir âlim kişiyi bulana kadar Allah katında doğrusu hangisi ise ona inanması gerekir. Yani "Allah katında doğrusu hangisi ise ona inanıyorum" demesi gerekir. Fakat böyle bir âlim arayıp bulma işini tehir etmesi caiz değildir. Çünkü bu mesele kişinin bilmesi farz olan meseledir. Bu da iman ve imanın yok olması bilgisidir. Bu konuda, durup beklemekten dolayı özürlü kabul edilmez. Eşer şüpheye düşerek sormaz da beklerse, o taktirde kâfir olur. Zira beklemek, inanılması gerekli bir meseleyi tasdik etmeye engeldir. "Allah´a inandım, inanılması gerekli olan şeylere de inandım" derse, bu söz ile, icmali (kısa) iman gerçekleşmiş olur.


F) RU´YETULLAH (ALLAH´I GÖRMEK)


Allah Tealâ ahirette görülecektir. Müminler, Allah´ı cennette baş gözü ile keyfiyetsiz, bir şeye benzem, arada bir mesafe bulunmadan göreceklerdir.

Müminler, cennette oldukları halde Allah´ı göreceklerdir. Bu konu ile ilgili olarak Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

"Cennet ehli cennete girdiği zaman Allah Tealâ: "Bir şey istiyor musunuz Size nimetlerimi artırayım." buyuracak. Cennet ehli de: "Yüzlerimizi beyaz kılmadın mı, bizi cennete koymadın mı " diyecekler. Allah Tealâ da: "Evet" buyuracak. Bundan sonra, Allah ile aralarındaki perde açılacak, müminler Allah´ın yüzüne bakacaklar. Cennet ehline, Rablerine bakmadan daha büyük bir nimet verilmemiştir. Bundan sonra Rasülullah (s.a.v.):

"İyilik yapanlara, daima yaptıklarının daha iyisi azlası verilir." (Yunus / 26) ayetini okumuştur." (Müslim, K. İman)

Bu konuda Kur´an´dan delilimiz şu ayettir:

"O günde yüzler, parlak olduğu halde Rabbine bakacaktır." (Kıyame / 22)

Allah´a yakınlık ve uzaklık keyfiyetsizdir.

Allah´a uzaklık ve yakınlık, mesafe uzaklığı ve yakınlığı yönünden değil, belki keramet (üstünlük) ve zillet (önemsizlik) bakımındandır. Allah´a itaat eden kişi keyfiyetsiz olarak ona yakın, isyan eden kişi de yine keyfiyetsiz olarak ondan uzaklaşır.

Mesafe yönünden uzaklık veya yakınlık, varlığı kendinden olmayan ve bir yer ve yönde yerleşmiş olan yaratıklar hakkında düşünülebilir. Allah Tealâ ise mekândan, mekâna yerleşmekten ve bir yönde bulunmaktan münezzehtir.

Allah Tealâ´ya yakınlık ve uzaklıktan kasıt şudur: Kulun Allah´a yakın olması, kendi üstünlüğü, iyilik ve üstünlüğünün eseridir. Bunun gibi Allah´tan uzak olması, kendi zilleti, önemsizliği ve noksanlığındandır.


G) BÜYÜK GÜNAH İŞLEYEN DİNDEN ÇIKMAZ


Allah´a karşı büyük günah işleyen kimse, kâfir olmaz. Kul, işlediği günahla Allah itaatten çıkmış, isyan etmiştir. Ancak, imandan çıkmamıştır. Zira iman, ikrar ve tasdikten ibarettir. İkrar ve tasdik ise bakidir. Dolayısıyla iman devam eder. Ancak işlenen günah, küfrü gerektiriyorsa, o taktirde iman yok olabilir. Çünkü küfür imanı yok edicidir.

Günahkâr kullar eğer iman ile gitmişlerse, cehennemde günahları kadar yanacaklar; sonra da imanları sebebiyle cennete gireceklerdir.

O bakımdan bazı haramları işleyen din kardeşlerimizi hor görmemeli, onlara dinden çıkmış gözüyle bakmamalıyız. Bir din kardeşi olarak onların da o günah bataklığından kurtulmaları için yardım etmeliyiz.


H) TEVBE VE ŞARTLARI


Tevbenin kabulü, günahkârın cezasını düşürmek; aklen Allah Tealânın yapması gereken vacip bir vazife değildir. Bu, bilâkis onun merhametindendir, lütfundandır. Kabulü konusunda ise, kabul edileceği umulur; muhakkak kabul olunur denilemez. Bu konuda "Allah dilediğinin tevbesini kabul eder" (Tevbe/15) mealindeki ayet bize bunu anlatmaktadır.

Buna bir örnek, Peygamberimizle savaşa katılmayan kişiler samimi olarak tevbe etmişlerdi; fakat tevbeler hemen kabul edilmedi. Peygamber (s.a.v.)in onların kalplerinde olanı bilmediği ve Allah (c.c.)nun onlar hakkındaki hükümde bağımsızlığına saygılı olmasından dolayı onlar hakkında kendi başına bir hüküm vermedi. Allah´tan hüküm gelmesini bekledi. Allah (c.c)nun bu hükmü açıklamayı geciktirmiş olması, onları bir daha böyle bir işe dönmekten menetmek için olsa gerektir.

Küfürden dolayı yapılan tevbeböyle değildir. Bu tür tevbeler kesinlikle kabul edilir. Sahabe ve selef alimleri bunu söylüyorlar.

Ehl-i Sünnet âlimleri, tevbe edenin tevbesinin kabulünün kesin olmadığını söylemeleri şundandır: Tevbe, şartlarına uygun yapıldığı konusunda kesin bir bilginin bulunmadığından dolayıdır. Zira şartları tam olmayan tevbeler çoktur.

Kur´an-ı Kerim´de "İnsanlardan bir kısmı inanmadıkları halde Allah´a ve ahiret gününe inandık, derler." (Bakara/8)

Yine, "Allah tevbeleri kabul eder ve sadakaları (zekât ve öşür) alır" (şura/25) Allah Tealanın verdiği haber hak ve doğrudur. Bunu inkâr etmek küfürdür.

Peygamber (s.a.v) de şöyle buyurmuşlardır: "Günahlarından tevbe eden günahsız gibidir." (Ibn-i Mace)

İşlediği büyük günahlardan birine tevbe etse, tevbesi kabul edilir. Tevbe ettiği günahlardan ötürü azab edilmez.

Büyük günahlardan tevbe etmek, küçük günahlardan tevbe etme ıerine geçmez. Ehl-i Sünnette göre, büyük günahlardan tevbe eden küşinin küçük günahlardan azab edilmesi caizdir.

Haricilere göre ise, tevbesiz öldüğü taktirde Allah´a karşı isyan eden kişi, bu isyanı ister küçük olsun ister büyük olsun, kâfirdir. Cehennemde devamlı kalacaktır.

Mutezileye göre, işlediği günah büyük ise imandan çıkar; ama küfre girmez. Ancak böyle bir günahkâr, cehennemde devamlı kalacaktır. Büyük günahlardan kaçınmışsa, işlediği günah küçükse bundan ötürü müminin azab edilmesi caiz değildir. Eğer küçüklerle beraber, büyük günahları da işlemişse, o taktirde küçükler de affedilmez.

Onların bütün bu görüşlerine cevap olarak şu ayet-i kerime vardır: "Allah şirkten başka bütün günahları dilediği kimseler için mağfiret eder." (Nisa/48) Bu ayette, Allah Tealânın bazı günahkârların günahlarını tevbesiz olarak affedeceği işareti vardır.

Tevbenin şartları:

1- İşlediği günaha son vermek,
2- İşlediğine pişman olmak,
3- Artık o günaha dönmemeye azmetmek,

Eğer işlediği günah Allah´la kul arasında ise bu üç şart aranır. İşlediği günah kul hakkı ile ilgili ise şu şart da vardır:

4- Kul hakkından kurtulmak.


I) SAHABENİN FAZİLET SIRALAMASI



Peygamber (s.a.v)in ashabının en faziletlileri hulefa-i raşidindir. Onların da fazileti hilâfet sıralarına göredir. Sonra da cennetle müjdelenmiş on sahabenin diğerleri, sonra Bedir ashabı, Uhud ashabı, Hudeybiıede Bey´atü´ ridvan ashabı ve diğer sahabeler fazilette dereceye girerler.


J) SİHİR VE NAZAR


Sihir ve nazar haktır, vardır. Peygamber (s.a.v): "Nazar haktır" (Ebu Davud, Ibn-i Mace) buyurmuşlardır. Bir başka rivayette "Nazarın insanı mezara, deveyi de tencereye dolduracağı" ifade edilmiştir. Bir başka rivayette "Sihrin de hak olduğu" ifade edilmiştir. Falak suresinde de sihrin şerrinden Allah´a sığınmak gereği üzerinde durulur.

İmam-ı Maturidi, sihrin her çeşidinin küfür olmadığını belirtmiştir. Eğer inanılması gereken şeylerden bir şey inkâr ediliyorsa, küfürdür; inkâr eiyorsa küfür değildir. Eğer bir kişinin helâki, hastalanması, karı kocayı ayırma gibi büyüler küfür değildir. Ancak büyük günahtır.

Sihir yapan, kadın erkek büyücünün hükmü öldürülmektir. Çünkü bunlar fesat ve kötülük için çalışmaktadırlar. Küfür olan sihri yapan büyücülerdense sadece erkek olan katledilir, kadın katledilmez.


K) LEVH-İ MAHFUZDAKİ YAZI DEĞİŞİR Mİ


Yüce Allah Kur´an-ı Kerim´de: "Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit kılar. Kitabın anası onun katındadır." (Ra´d) buyurarak günah işleyip de tevbe edenlerin günahını bağışlayacağını, tevbeyi ise sabit kılacağını ifade etmişlerdir.

Levh-i mahfuzda yazılanlar kulun sıfatıdır. Kul için bir halden diğer bir hale geçmek mümkündür. Bu sebeple kulun sıfatı değişir. Fakat Allah´ın kaza ve kaderi asla değişmez. Çünkü kaza hükmedenin sıfatıdır. Hükmedilen şey ise Levh-i mahfuzda yazılı bulunan şeydir.

Eş´ariler, Levh-i mahfuzda bulunan yazının değişmeyeceği görüşündedirler.


L) ALLAH ARŞA İSTİVA ETMİŞTİR


Kerramiye ve Müşebbihe taifesi, "Allah Tealâ, mekân yönünden Arş üzerinde yükselmiştir;ın ise yerleştiği bir karargâhı vardır, derler. Bunlar Allah Tealâyı inmek, binmek, gitmek ve gelmekle vasıflandırırlar.O bir cisimdir; fakat diğer cisimler gibi değildir." derler. Allah onların bu söylediklerinden beridir. Onlar, şu ayeti delil getirirler:

"Allah, Arşın üzerine istiva etmiştir." (Taha/5)

Ancak biz, şöyle diyoruz: Arş yok idi, o Allah´ın yaratması ile var oldu. O, ya Allah´ın büyüklüğünü göstermek için yaratıldı veya oturmak için. Üzerinde oturmak için yaratılmıştır demek caiz değildir. Çünkü, bir mahluka muhtaç olan varlık, yaratıcı olamaz. Bu ihtimal çürütülünce sıra gelir ikinci ihtimale. Bu ihtimal de Arşın üzerinde yükselmesinin yarattıkları üzerine büyüklük ve hükümranlığıdır. Allah´ın ise buna ihtiyacı yoktur.

Sonra, istivanın manası, idare ve hükümranlık yönünden yükselmektir. Zira her şey Arşın hükmü ve kudreti altındadır. Arş da Allah´ın kudret ve hükmü altındadır. Bu mesele, "Falanca, tahtın üzerine çıkıp ayaklarını uzattı." sözü gibi olur. Bu sözden, idare ve hükümranlığın o kimseye ait olduğunu ve bu işlerde kendisi ile çekişecek kimsenin bulunmadığını kastederler.

Nitekim bu manayı te´yid etmek için Allah Tealâ bir başka âyette şöyle buyuruyor:

"Rabbınız öyle bir Allah´tır ki, gökleri ve yeri yedi günde yarattı. Sonra Arş üzerine çıktı ve işleri oradan idare ediyor." (Yunus/3)


M) MÜTEŞABİH AYETLER TEVİL EDİLMEDEN KABUL EDİLİR


Kur´anda zikredildiği üzere Allah Tealânın eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah Tealâ bu konularda şöyle buyuruyor:

"Allah´ın eli kulların ellerinin üstündedir." (Feth/10)

"Sadece Rabbinin yüzü bakidir." (Rahman/27);

İsa (a.s.)dan hikâyeten:

"Benim nefsimdekini bilirsin; fakat ben senin nefsinde bulunanı bilmem." (Maide/116)

Allah´ın, kitabında zikrettiği bu sıfatlar, keyfiyetsiz sıfatlar olup, aslı bilinmekte, fakat vasfı bilinmemektedir. Bilinen asıl, teşabüh ve vasfını anlamaktan aciz olmak sebebiyle batıl olmaz. Bu konuda Imam-ı Ahmed b. Hanbel´in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bu sıfatların keyfiyeti meçhul olup, onların nasıl olduklarından bahsetmek ise bid´attir."

Yukarıda zikredilen sıfatları, elden maksat, Allah´ın kudreti, yahut nimeti tarzında te´vil etmek, Allah´ın sıfatlarını iptal etmektir. Allah´ın sıfatlarını iptal etmek ise Mu´tezile ve Kaderiye taifesinin görüşüdür. Lâkin Allah´ın eli, keyfiyetsiz olarak sıfatıdır. Allah´ın gazap ve rızası da keyfiyetsiz olarak Allah´ın sıfatlarıdır. Yani bunların nasıl olduğunu biz bilemeyiz; ancak Allah kendisi bilir.

Nasslarda yer alan el, yüz, istiva... gibi sözcükler tevil edilemez. Çünkü Cenabı Allah bu kelimeleri özellikle kullanmış, bunların yerine; kudret, nimet, görme ve istilâ kelimelerini zikretmemiştir. Doğrusu Cenabı Allah el kelimesinden nimet ve kudret gibi iki manadan başkasını kastetmiştir. Bu sıfatlar, Allah hakkında müteşabih sıfatlardır. Cumhur-u Selefin görüşü budur. Onlar ayetlerde kesin bilinen aslı ispat ettiler, sıfatların müteşabih olan keyfiyeti konusunda sustular. Bununla beraber sıfatların keyfiyetini aramakla meşgul olmayı caiz görmediler. Nitekim Yüce Allah, gerçek bilgi sahiplerini şu şekilde vasıflandırmaktadır:

"İşte kalplerinde şüphe bulunanlar, fitne aramak ve te´viline gitmek için Kur´an´ın müteşabih âyetlerine uyarlar. Halbuki o müteşabihin te´vilini yalnız Allah bilir. Derin ilme sahip olanlar ise: Biz ona inandık; açık ve kapalı bütün ayetler Rabbimiz tarafındandır, derler. Bunları ancak aklı tam olanlar iyice düşünür" (Al-i Imran/7)
A) KAZA VE KADER

Kaza ve kadere inanmak, iman esaslarından altıncısı ve sonuncusudur.

Alemdeki canlı cansız her varlığın, güneşin, ayın ve yıldızların yoktan yaratıldığını biliyoruz. Bütün bunların belirli bir düzen ve ölçüler içerisinde hareket ettiğini ve değişip durduğunu, zamanı gelince de yok olduğunu görüyoruz. Bu ince düzen bu sürekli oluş ve yaratılış bir tesadüfün eseri olamaz. İşte bütün bunları yapan sonsuz bir güç vardır ki, o da Allah tır. Onun bilgisi dışında hiçbir şey olamaz. Başlangıçtan sonsuza kadar ne olacaksa o, hepsini bilir.

Âlemde vuku bulan, cereyan eden her şey Allah´ın kaza ve kaderiyledir. Her şey, Allah´ın ilim, irade ve kudretinin eseridir, ilâhi kanuna tabidir. Her şeyde sebepler, bir takım ölçüler mevcuttur, bütün bunlar Allah´ın kaza ve kaderine uygun olarak meydana gelir. Allah bir sebep ve hikmete uygun olarak yaratır.

Kader, bir şeyin ölçüsüdür. Her varlık bir ilâhi ölçüye bağlıdır. Âlemdeki düzen ve istikrar, devamlılık ilâhi kaza ve kaderle mümkün olmaktadır.

Rabbımızın, olacakların hepsini, önceden bilip takdir etmesine (ölçüp, biçip belirli kılmasına) KADER denir. Bu, Allah ın ilim sıfatının sonucudur.

Yüce Allah ın takdir ettiği şeylerin zamanı gelince, Onun tarafından yaratılıp ortaya çıkmasına ise, KAZA denir. Bu da, Allah ın irade, kudret ve yaratma sıfatlarının sonucudur. şu halde kaza ve kadere iman, Allah ın ilim, irade, kudret ve yaratma (Tekvîn) sıfatlarına inanmak demektir.


B) KAZA VE KADERLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER


"şüphesiz ki biz, her şeyi bir kader (ölçü) ile yarattık." (Kamer/49),

"Allah her şeyi yaratmış ve her birine belirli bir nizam vererek, onun kaderini tayin ve takdir etmiştir." (Furkan/2),

"Yeryüzünde ve sizin başınıza gelen her hangi bir olay yoktur ki, biz onu yaratmadan önce o, kitapta bulunmasın. Doğrusu bunu bilmek Allah´a kolaydır." (Hadid/22),

"Ölümü aranızda biz tayin ettik..." (Vakıa/60),

"Bu sebeple yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra da bir takdire göre buraya geldin ey Musa!..." (Taha/40),

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)den Hz.Ömer (r.a.)ın rivayet ettiği, Cibril hadisi diye bilinen hadis-i şerifte, iman, İslâm ve ihsanın ne olduğunu Cebrail e anlatırken iman konusunda şu ifadeyi kullanmıştır: "İman, Allah´a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah´tan olduğuna inanmaktır." (Müslim/İman),

Bu hadiste kadere inanmanın iman esaslarından olduğu açıkça belirtiliyor. Bununla birlikte ilâhi bir sır olarak kabul edilen kaza ve kader konusunda Peygamberimiz, fazla konuşulmamasını, münakaşa edilmemesini, bu konuya fazla dalınmamasını tavsiye etmiştir.


C) İRADE


Kaza ve kadere iman, insanın durumunu tespit ve tayinde büyük önem kazanır. Her şeyden önce insanın iradesinin olup olmadığı söz konusu edilir.

İrade; istek, arzu, eğilim, kast, sevgi ve benzeri anlamlara gelir. Bir sıfat olarak kabul edilir. Bu sıfatla canlı fiillerini yapar. Her hangi bir işin meydana gelmesinde irade sıfatı ilk ve en önemli rolü oynar. İrade, istek olmayınca iş meydana gelmez.

İradeyi anlamanın iki yolu vardır:

Allah´ın ve insanın iradesi,

İnsanın iradesi.

a) Allah´ın ve insanın iradesi

Allah´ın iradesinin olduğu ve bu iradenin her şeyi kuşattığı malumdur. Allah mutlak irade sahibidir. Bu ilâhi iradenin varlığına akıl ve nakil (ayet ve hadisler) şahitlik etmektedir. Âlemde hiçbir şey, Allah´ın mutlak iradesinin dışında değildir.

İlâhi iradenin her şeyde hükümran ve söz sahibi olması bakımından, Allah´ın irade ve meşietine "Külli irade" denebilir. Bu bakımdan ilâhi irade, insanın iradesini de kuşatır.

İnsanın da iradesi vardır. İnsan bazen istekli, bazen isteksiz olur; bazen bir işi yapmak ister, bazen istemez. Bunlar onun iradesinin varlığının delilidir. İnsanın bu tarzda anlaşılan iradesi, Allah´ın yüce, mutlak, tarifi imkânsız iradesinin yanında çok küçük bir iradedir. Bu bakımdan insanın bu iradesine, Allah´ın külli, mutlak iradesi yanında "Cüz´i irade" denebilir.

b) İnsanın iradesi

İnsanın iradesinin olduğu kesindir. Bu irade, insan tek başına ele alındığında bağımsızdır, hürdür, bütündür, küldür.

İnsanda ortaya çıkan hareketler iki türlüdür:

1- İhtiyarî fiiller: Yapmak ve yapmamak kulun elindedir. Kul irade-i cüziyesi ile bunu ister. Allah (c.c) da yaratır. O yüzden kul, ihtiyari fiillerden (kendi yaptığı işlerden) sorumlu olur. Okumak, ders çalışmak, namaz kılmak, içki içmek... gibi. İnsan, kendisinde bulunan ve bir bütün olarak kabul edilen iradesini kullanarak bu hareketleri yapar ve bunları kendisi için iradi fiil haline getirir. Sözgelimi insanın önünde "camiye gitmek veya gitmemek" şeklinde iki tercih bulunsa, insanın bunlardan birini tercih etmesi istense, bu taktirde insanda hem külli iradenin, hem cüz´i iradenin varlığı görülür. Söz konusu insan, camiye gidip gitmeme noktasında külli, ikisinden birini tercih ettiğinde ise cüz´i iradesini kullanma halindedir.

Gerçekte insanın hayatı sürekli bir tercihler zinciri şeklinde devam edip gitmektedir. İnsan kendisinde bulunan irade-i cüz´iyesiyle Allah´ın emirlerine uygun veya ters tercihlerde bulunur. Allah (c.c.) da kulun tercihine uygun olarak o fiilleri yapma kudreti halk eder. O fiilleri isteyen ve yapan kul, fiillerinden de sorumlu olur. Bu fiillerinde kendisi tercih yaptığından fiillerinde mecbur değildir. Böylece tercihler hayat boyu kulun amellerini oluşturur.

2- Gayr-i ihtiyarî fiiller (refleks hareketler): İnsanların kendi iradesi ve isteği olmadan sırf Allah ın yaratması ile olan hareketlerdir: İnsanın acıkması, hasta olması, unutması ve yanılması gibi şeylerdir.


D) KAZA VE KADER KONUSUNDA GÖRÜŞLER



Kaza ve kader konusu, insan zihnini meşgul eden konuların başında gelir. Bu konuyla ilgili olarak ilk devirlerden itibaren çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Kaza ve kader konusunda başlıca üç görüş vardır:

a) Ehl-i Sünnetin görüşü

Ehl-i Sünnete göre insan, belli ölçülere göre hareket eden hür bir varlıktır. O, işlerini kendi irade ve ihtiyariyle yapar. Zorunlu fiiller dışında kendi isteğine bağlı olarak yaptığı işlerin emir olanlarından mükâfat, yasak olanlarından ceza görecektir. Allah´ın teklifleri, sevap ve ikabını gerektirecek işler bellidir. İnsan bunları seçme ve yapmada serbesttir.

Burada iki husus ortaya çıkmaktadır:

İnsan kendi irade ve ihtiyariyle yaptığı zorunlu olmayan fiillerden, başka bir deyimle, isteğe bağlı olarak seçimini kendi kendisinin yaptığı işlerden sorumludur. Bu fiillerin tümü teklif dairesine girer, sevap veya ikabı, mükâfat veya cezayı gerektirir.

Tek yaratıcı ancak Allah´tır. İnsanı, fiillerini ve her şeyi yaratan Allah tır. Çünkü "Allah her şeyin yaratanıdır." (Zümer / 62), "Sizi ve işlediklerinizi yaratan Allah´tır." (Saffat / 96)

İnsanda yaratma vasfı yoktur. O, fiilini seçme hürriyetine sahiptir. İnsanın seçimine göre yaratma Allah´a aittir. İnsan ancak kâsibtir, müktesiptir, fiillerini kesb eder, kazanır.

b) Cebriyenin görüşü

Ehl-i Sünnetin dışında yer alan Cebriye´ye göre insan fiillerinde yaptığı işlerde mecburdur. İnsanın iradesi, gücü yoktur. O fiillerini zorunlu olarak yapar. İnsanın fiilleriyle münasebeti, çöpün rüzgârla olan münasebeti gibidir. Fiiller insana nispet edilir. Kulların hareketleri cansız varlıkların hareketleri gibidir. Kulun fiillerinde ihtiyar sahibi olması, mucit ve halık olmasını gerektirir. Halbuki yaratıcılık yalnız Allah´a aittir.

Bu fırka, kaza ve kaderi nazara alarak kulun fiillerini yapmada mecbur olduğu görüşünü ileri sürmüştür. Bununla Allah Tealâyı acizden tenzihe çalışırken diğer taraftan Allah Tealâya zulüm isnat etmişlerdir.

Bu görüşe göre insan, değersiz, şuursuz, akılsız, iradesiz bir varlık durumuna düşüyor. O âdeta cansız bir varlık haline geliyor. Böylece dinin, Peygamberin, kitabın, teklifin, ceza ve mükâfatın hiç bir değeri kalmıyor. Bu görüş sahipleri zaten zamanla yok olup gitmişlerdir. Ama zaman zaman hayatta aynı görüşü benimseyenlerle karşılaşmak mümkündür.

c) Mutezile nin görüşü

Mutezile, Cebriyenin görüşünün tam tersini savunur. Mutezileye göre insan irade ve güç sahibidir ,kendi fiillerinin yaraticisidir. Onlara göre insan, kendi fiillerini yaratirsa ancak hür ve sorumlu olur, ceza ve mükâfat ancak böyle tahakkuk eder.

Mutezilenin bu konudaki görüşünde aşiriliga gittigi görülüyor. Gerçekte insan cüz´i bir irade sahibidir. Allah ın bahşettiği bir kudretle fiillerini yapar; ama asla yaratıcı değildir, kendi fiillerinin halıkı olamaz. İnsan dilediğini seçme ve yapma hakkına sahiptir. Ama hiç bir zaman mutlak irade ve mutlak güç sahibi değildir.

Görüldüğü gibi, Ehl-i Sünnetin bu konudaki görüşü aşırılıktan uzak, Kur´an ve sünnetin ruhuna uygun orta bir yolu temsil etmektir.


E) HAYIR VE ŞER



Dinimizin, iyi, güzel ve yararlı gördüğü söz, düşünce ve davranışlara "HAYIR"; kötü, çirkin veya zararlı gördüklerine de "ŞER" denir. Dinimize göre; hayrı da, şerri de yaratan Yüce Allah tır.

Yüce Allah hayra razıdır; fakat şerre razı değildir.Yani Rabbımız, kötülüklerimizi beğenmeyerek iyiliklerimizi ise beğenerek yaratır. Çünkü Onun bilgisi ve yaratması dışında hiçbir şey olamaz.


F) İYİYE VE DOĞRUYA YÖNELME


Bir insan, "Allah böyle takdir etmiş, ben ne yapabilirim" deyip kötü davranışlarda bulunamayacağı gibi, tembel tembel de oturamaz. Çünkü insan, cüz î irade dediğimiz güçle, iyiyi veya kötüyü kendisi seçer. Yüce Allah, emir ve yasaklarıyla iyi ve kötü yolu göstermiş ve "İyi olana gidin, kötü olandan uzaklaşın" demiş; bu iki yoldan birini seçmekte insanı serbest bırakmıştır. İyi ve kötü yollardan birini seçmek insanın kendi isteğiyledir. Allah, insanın bu isteğine göre iyi ve kötüyü yaratır. Böyle olunca isteyen ve istemeyen insandır, yaratan ise Allah tır. Bunun için insana, irade ve gücünü kullanarak yaptığı davranışlardan sorumlu tutulacağı, âhiret gününde niçin kötü yolu seçtiğinin sorulacağı bildirilmiştir. İradesini iyiye, doğruya yöneltip iyi ve yararlı davranışlarda bulunanlar mükâfatını görecekler, kötüye yönelip kötü ve zararlı davranışlarda bulunanlar, tövbe etmeden ölürlerse cezasını çekeceklerdir.

Kötü çirkin davranışlarda bulunanlar, dünyada da bu kötü davranışlarının cezasını görürler. Bunun için insana yaraşan iradesini iyi, doğru ve yararlı olana yönelterek güzel davranışlarda bulunmak ve bu sayede hem dünyada hem de âhirette mutlu olmaktır. Dinimizin bütün emir ve yasakları insanın cüz î iradesine yön vermek içindir.


G) TEVEKKÜL


Bir amaca ulaşabilmek için gerekli olan bütün tedbirleri aldiktan sonra Allah a güvenmeye ve sonrasını Ona bırakmaya "Tevekkül" denir. Meselâ: Bir çiftçi önce tarlasını zamanında sürer, tohumu eker ve gerekli bütün yapım işlerini yapar, sonra da Allah a tevekkül eder. Yani "Takdir ne ise o olur, ben üzerime düşeni yaptim" diyebilir. Yoksa bunlarin hiç birini yapmadan "kader ne ise öyle olur, ben Allah a güveniyorum" demek, tevekkül değil tembelliktir.

Başka bir örnek daha verelim: Meselâ, bir öğrenci derslerine hiç çalışmadan "kaderim ne ise o olur, Allah dilerse sınıfımı geçerim" diyerek işi Allah a bırakamaz. Böyle bir davranış hem Allah a karşi gelmek olur, hem de kader inanci ile uyuşmaz. Halbuki önce derslere en iyi şekilde çalişmak, bütün konulari ögrenmek, işi ondan sonra Allah a bırakmak, Onun yardımını dilemek gerekir ki, işte bu tevekkül olur.


H) FERT HAYATI YÖNÜNDEN ÖNEMİ


Hayır ve şer, kaza ve kader, kâinatta olup biten şeylerin hepsi belirli kanunlar, belli sebepler ve ölçülü miktarlar dairesinde cereyan etmektedir. Allah her şeyi iradesiyle yaratır, var olan ve olup biten her şey Allah ın bilgisi ve iradesi altındadır.

İşte kaza ve kadere, hayır ve şerre iman, bu inancın sahibini daima çalışmaya ve emek harcamaya sevk eder. Çünkü kişi önüne ne çıkacağını, ileride ne olacağını bilmediğinden kendisini çalışmaya memur bilir. Doğuşundan itibaren kişinin kaderinin ne olduğu belli değildir. O bakımdan insana çalışmak ve kaderin var olduğuna inanmak düşer.

Kadere iman, insanlar felâketlerle baş başa kaldıkları zaman bir teselli kaynağı olur. İnsan üzüntülü olduğu zaman kaza ve kadere olan imanı onun imdadına yetişir. Arzu ettiği bir şeye kavuşamadığı ve ümitlerinin arasına engeller girdiği zaman, Allah ın takdirine olan imanı ve güveni ona destek olur, ümitsizliğe düşmez. Olanların bir ilâhî takdir gereği olduğunu bilir ve üzülmez.

Kişi işlerinde başarılı olunca sevinir. Bu sevinci ile birlikte şımarmaz. Fazla sevinçten dolayı hayat dengesini kaybedip gururlanmaz. Alçak gönüllü olmayı elden bırakmaz. Bütün bu çalışma ve gayretlerin sonunda bunların Allah ın bir lütfü ve takdiri olduğunu hatırdan çıkarmaz. Kur an-ı Kerîm bu hususu bize şöyle belirtiyor:

"Size yeryüzünde veya nefislerinizde bir belâ dokunmaz ki, ancak o sizi yaratmazdan önce yazılmış olmasın. Ve bu da Allah a göre kolaydır. Bunu önceden mukadder ve yazılı olduğunu bilip elinizden çıkan (kaybettiğiniz) şeylerden dolayı üzüntüye düşmeyiniz ve elinize girenle de (kazandığınızdan dolayı) sevinip şımarmamanız için size beyan ettik. Allah övünen ve kibirlenenleri asla sevmez." ( Hadid sûresi /22 - 23. âıetler.)

Kadere iman, insanda kahramanlık ve yiğitlik duygularını kuvvetlendirir. İşlerin Allah ın takdir ettiği gibi olacağına imanı olan kimse yılmaz ve korkmaz.

Cömertlik ve iyilik hislerini arttırır, insanı eli açık yapar. İnsan düşünür, madem ki rızklar bellidir, Allah herkesin rızkını çalışmasına, çabasına göre takdir etmiştir. Aç kalırım endişesiyle cimrilik yapmaz, cömert olur, düşkünlere yardım eder, muhtaçları ve yoksulları maddî ve manevî yönlerden destekler.

Kâinatta bütün işlerin Cenab-ı Hak kın elinde olduğuna imanı olan kimse en güzel ahlâk sahibi olmaya çalışır. Ölümden korkmaz, her zaman hakkı, adaleti, eşitliği, insan hak ve hürriyetlerini savunur. Her ne pahasına olursa olsun, Allah ın emirlerine uyar ve yasaklarından kaçınır.

İnsana bir felâket ve üzüntü geldiği zaman, hüzün ve kederden kendisini helâk etmez. İlâhî takdire razı olur.

Demek ki, yeryüzünde olup biten her şey, ilâhî bilgi ve takdir çerçevesindedir.
A) AHİRET NEDİR

Ahiret kelimesinin sözlük anlamı, son ve sonra olandır. Bu anlamda dünyanın sonuna ahiret denir. Terim olarak ahiret, ölümden sonra insanların tekrar dirilmesiyle başlayan ve ebediyen devam eden bir hayatın adıdır.

İçinde yaşadığımız dünyada bulunan her şey sürekli bir değişiklik göstermektedir. Her şeyin durmadan değiştiğini, eskidiğini, canlıların doğup, büyüyüp, gelişip,yaşlanıp öldüklerini, hep gözlemekteyiz.

Yaratılmış olan varlıkların zamanı gelince yok olmaları doğaldır. Çünkü Yüce Allah tan başka ölümsüz, kalici varlik yoktur. şu halde her şey belirli süreler içersinde varligini devam ettiriyor, sonra da yok oluyor. Bu varliklar arasinda kendisine verilen akil, irade ve güç sayesinde özel bir yere sahip olan insan da belirli bir süre yaşadiktan sonra ölmektedir. Işte insanin canli kaldigi, varligini sürdürdügü bu zaman süresine ömür diyoruz. Insan ömrünün belli bir zaman sonra Allah ın emriyle son bulmasına da ecel diyoruz. Dünyada her gün veya her an vakti gelen insanların ömürleri tükeniyor; diğer taraftan da yeni doğanlarla yeni hayatlar başlıyor. İşte bunlar gibi bu dünyanın da bir ömrü, bir sonu vardır. Dünyanın bu son bulma anına "Kıyamet kopması" diyoruz. Bundan sonra, Yüce Allah yeni bir âlem yaratacak, bütün ölüleri diriltecek ve hepsini "Mahşer" denilen yerde toplayacaktır. İşte bu yeni âleme "Ahiret" denir.

Ahirete, ahiret günü, kıyamet günü, din günü, ceza günü, son gün, diriliş (ba´s) günü gibi isimler de verilmiştir.

İnsana hayat ve canlılık veren ruh, insanın ölümü ile bedenden ayrılır ve ruhlar âlemine gider.

Kıyametin kopma zamanı gelince İsrafil adlı melek Allah ın emriyle Sûra üfleyecek bütün bu âlemin düzeni bozulacak, her şey alt üst olup taş üstünde taş kalmayacak ve bu dünya hayatı son bulacaktır.

İsrafil in Sûra ikinci defa üflemesiyle bütün ölüler dirilecek ve yeni bir âlem kurulacaktır. Burada insanlara dünyada yaptıkları bütün iyilik ve kötülükleri açıkça gösterilecektir. Sevabı, yani iyilikleri çok olanlar Cennete gideceklerdir. Günahı, yani kötülükleri çok olan Müslümanlar günahlarının cezasını görmek üzere Cehenneme gireceklerdir. Bunları Yüce Allah dilerse affeder, dilerse cezalarını çektikten sonra yine Cennete koyar. İnkâr edip iman etmeyenler ebedî olarak Cehennemde kalacaklardır.

İşte yeniden dirilme ile başlayıp sonsuza kadar sürüp gidecek olan hayata âhiret hayatı ve bu hayatın geçtiği âleme de âhiret âlemi veya öteki dünya denir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Sûra üflenince, Allah ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde, kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacaktır. Sonra Sûra bir daha üflenince, hemen ayağa kalkıp, bakakalacaklardır." (Zümer: 68.)

Birinci Sûrda Allah ın dilemesiyle ölmeyip kalanlar, Cebrail, Mikâil, Israfil, Azraîl, veya hamele-i arş(Arşı taşıyan melekler), ya da Rıdvan melekleri, hûriler, cennetin hazînedarı olan Malik le cehennem bekçileri olan zebânîlerdir. Bu âyete göre " Sûr " iki defa üflenecektir: Birincisi ölüm üfleyişi, ikincisi de ba s (dirilme) üfleyişidir.


B) AHİRET GÜNÜNE NİÇİN İNANIRIZ



Ahiret gününe inanmak, iman esaslarindan beşincisidir. Ahirete inanmayan kimse gerçek mümin olamaz. Kur´an-i Kerimde müminlerin özellikleri sayilirken:

"Ey Muhammet, onlar sana indirilen kitaba da, senden önce indirilenlere de inanirlar; ahirete de onlar kesinlikle inanirlar" (Bakara / 4) buyrulmaktadir.

Bir başka ayette:

"Kim Allah´i, meleklerini, kitaplarini, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, mutlaka haktan çok uzak, derin bir sapikliga sapmiştir." (Nisa /136) buyrulmaktadir.

Önemine binaen Kur´an-i Kerimde birçok ayette Allah´a imandan hemen sonra, Ahirete iman zikredilmiştir.

"Allah´a ve ahiret gününe inanip salih amel işleyen kimselerin Rableri katinda büyük ecirleri vardir. Onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar." (Bakara / 62),

"Insanlardan bazilari, biz Allah´a ve ahiret gününe inandik derler. Halbuki onlar inanicilar degildirler." (Bakara / 8) ayetlerinde oldugu gibi.

Çünkü ahirete inanan kimse, onun peygamberine, dolayisiyla meleklerine ve kitaplarina kolayca inanir. Allah ın yüce sıfatlarını öğrenince de, hayrın ve şerrin Allah´tan olduğuna ve her şeyi onun takdir edip yarattığına, yani kaza ve kadere de inanır. Ama tecrübe ve müşahede alanı dışında kalan ve sadece nakille, Allah ve Rasülünün haber vermesiyle bilinen yepyeni bir alemin ve hayatın, yani ahiret hayatının var ve hak olduğuna inanmak, daha büyük teslimiyet ister. Bu bakımdan, ahiret hayatına inanmak, iman esasları arasında önemli bir yer tutar.

Ahirete inanan kişi öldükten sonra tekrar dirileceğine, dünyadaki işlerinin karşılığı olan cennet ve cehenneme ve oradaki hayatın sonsuz olduğuna da inanır. Böyle bir inanca sahip olan kişi, yaptığı bütün işlerden sorumlu olduğunu, herkese hakkının burada verileceğini düşünür ve kavrar. Ahiret hayatındaki sonsuz mutluluğun, ancak bu dünyada kazanılacağını da bilir.

Bu dünya bir bakıma ahiretin tarlası gibidir. Burada ne ekersek orada onu biçeceğimize şüphe yoktur.

Ahiret inancı bize çok şeyler kazandırır. İnsanların birçoğu hayatı yalnız bu dünyadan ve kendi menfaatlerinden ibaret görürler. Mal, mülk, para onlar için her şeydir. Bu uğurda haksızlık bile yapabilirler. Daha çok kazanabilmek için başkalarına karşı acımasız olabilirler. İşte böyle insanlardan oluşan bir toplumda ahlâkı korumak güçleşir. Her türlü kötülük bu tür toplumlarda çoğalır.

İnançlı kimseler ise, bu dünyanın geçici olduğunu, ölümle her şeyin bitmediğini, öldükten sonra dirilmenin gerçek olduğunu, âhiret âleminin ebedî olduğunu, düşünürler ve bilirler. Böyle kişiler, bu dünyada daha bilgili ve ahlâklı olmağa çalışırlar. Doğru yollardan, yalana, hileye, rüşvete başvurmadan çalışarak kazançlarını artırırlar. Herkese yardım ederler, kimseye kötülük etmezler. Düzenli, mutlu, saygılı, merhametli olurlar. Adaletten ayrılmazlar, kimseye haksızlık ve eziyet etmezler.


C) AHİRETE İMANIN FERT VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ


Gerçekten uhrevî sorumluluk fikri, İslâm dininde bir asıldır. Fert ve toplum meselesi de bununla ilgilidir. İslâm dininde âhiret ve sorumluluk fikri, korku ve ümit, fertleri topluma bağlayan bir âmildir.

Ahirete iman, daha yüksek ve ebedî bir hayata imandır. Bu dünyaya, ilim ve fazilet kazanmak, bulunduğu hayattan daha ulvî ve ebedî bir hayata yükselmek için geldiğine ve o âlemdeki mutluluğun bu dünyada kazanacağı yüksek ilim ve faziletlere bağlı olduğuna iman etmiş olan bir insan ve toplum için şu tesirleri görülür:

1- Ahiret inancının gösterdiği yolu tutarak aklını, ahlâkını hakîki ve müspet ilimlerle aydınlatır.

2- Bilgisizliğin doğuracağı eksikliklerin gayeye erişmesine engel olacağından korkar. ahirete iman suretiyle Yüce Allah tarafından kendisine verilen aklî kabiliyetleri, insânî özellikleri yaratıldıkları gaye uğruna harcar.

3- İnsan, bu iman sayesinde her işinde doğruluktan ayrılmaz.

4- Para kazanıp zengin olmak isterse kazancını meşru yollardan kazanır.

5- Hile ve aldatma, vurgunculuk ve rüşvet yollarına yaklaşmaz.

6- Kendi hakkını bilir, başkalarının haklarını gözetmeyi bir borç sayar.

7- Vazifelerini tam anlamıyla vaktinde ve zamanında yapar.

8- Kazancını daima yerinde ve faydalı işlerde kullanır.

9- Bir mükâfat ve ceza gününün varlığı ve herkesin bu dünyadaki işinden dolayı Allah ın huzurunda sorguya çekilecekleri gerçeği âhirete iman etmiş olan kimselerin kalbine yer etmiş olur.

10- Milletler ve toplumlar arasındaki bağların ve ilişkilerin sağlam bir hale gelmesini kolaylaştıracak olan en büyük vasıta âhirete imandır. Bu iman fertlerin kalbinde ne kadar kuvvetli olursa, toplumlar arasındaki ilişkiler de o derece sağlam olur. Çünkü bu iman, her ferdi kendi sınırında durdurup başkasının sınırına geçirmez.

Ahirete iman, insanların kalbine barış hisleri saçan ezelî bir ruhtur. Çünkü barış hissi, adalet ve sevginin meyvesidir. Adalet ve sevgi ise güzel ahlâkın meydana getirdiği şeylerdir. Güzel ahlâk da âhirete imanının aşılamış olduğu bir özelliktir.


D) KABİR HAYATI



İnsan denilen yaratığın yaratılmasıyla başlayan ve değişik biçimlerde devam eden yaşam evreleri vardır. İlk önce ruh olarak yaratılan insanın birinci hayatı ruhlar aleminde başlar ana rahmine gelinceye kadar devam eder; ikinci hayatı, ruhlar alemindekinden farklı bir biçimde ana rahmindeki hayatı; üçüncü hayatı, ruhlar alemindekinden ve ana rahmindekinden de farklı dünyadaki hayatı; dördüncü hayatı, yine öncekilerden farklı bir biçimde kabir hayatı, beşinci ve son hayatı da ahiret hayatıdır.

İşte bir insan öldükten sonra, ahiretin kapısı olan kabir hayatına intikal eder. Kabir hayatı; kabirde vaki olacak sorularla başlar, ölünün kabrinde amellerine göre nîmetlere kavuşması veya azap olunmasıyla kıyamete kadar devam eden bir hayattır.

Dünya hayatı sona eren bir kimse ister bir kabre defnedilsin, ister denize atılsın, isterse hayvanlar tarafından cesedi parçalansın, yensin veya ateşte yansın, mutlaka Rabbinden, peygamberinden ve dîninden sorguya çekilecektir. Ölen kimseleri sorguya çekmek için Allah tarafından görevlendirilen meleklere "Münker ve Nekir" melekleri denir. Bu melekler her ölüye "Rabbin kimdir", "Dinin nedir", "Peygamberin kimdir" sorularını sorurlar. Mümin olanlar bu sorulara kolaylıkla cevap verirler ve o andan itibaren kabirleri genişler, güzelleşir ve cennet bahçelerinden bir bahçe olur.

Kâfir ve münafıklar ise bu sorulara cevap veremezler. Onları da kabirleri, kaburgalarını kırıp birbirine geçirinceye kadar sıkar. Kabirlerinden cehenneme bir pencere açılır ve hak etmiş oldukları azabı, çeşitli şekillerde çekmeye başlarlar.

Kabirdeki sual, peygamberler, buluğa ermeden önce ölen çocuklar ve yine akıl baliğ olmadan önce delirenler ile Allah´ın dilediği kimseler hariç, herkese sorulur. Nimet veya azap ise sadece hak edenleredir.

Cenab-ı Allah, ölünün bedeninde lezzet ve elemi idrak edebilecek bir çeşit hayat yaratır da ölü bu biçimde ya nimetlere kavuşur veya azap görür.

Ölü kabre girince ruhu cesedine veya bedeninin parçalarından bir kısmına sirayet eder ve ölü bu sûretle bir çeşit hayata sahip olarak kendine yöneltilen soruları anlar, lezzet ve elemi anlamaya uygun bir duruma gelir. fakat ruhun bu sirayeti ölünün tamamen harekette bulunmasını gerektirmez. Farz edelim ki, ölüye soru yöneltildiği bir anda kabri açılacak olsa, kendisinde asla bir hareket ve üzüntü görülemez.

Ahiret hayatını dünyadaki hayata tamamen kıyas etmek doğru değildir. Bunu bir örnekle açıklayabiliriz: şöyle ki: Yanımızda iki kişinin uyumakta olduğunu farz edelim. Bunlar derin bir uykuya dalmışlar, kendilerinde hiçbir kımıltı görülmüyor. şimdi bunlardan biri tatlı bir rüya görüyor; güya en sevdiği arkadaşlarıyla beraber en güzel bir bahçedeymiş gibi... Bahçeyi süsleyen çiçeklerin güzel kokularından istifade ediyor, çeşitli ağaçların meyvelerinden kopararak tatlı tatlı yiyor. Hasılı kendisi pek neşeli bir halde bulunuyor. Aksine diğeri de, pek elemli bir rüya görüyor. Adeta bir takım caniler ile beraber ızdıraba, acı çekmeye hapsedilmiş... Hapishanenin her duvarından üzerine akrepler, yılanlar, vahşi hayvanlar saldırıyor. Bu durumda bedenî ve ruhî bakımdan sahip olduğu üzüntü sonsuz. Halbuki biz bu iki insanın sakin, sessiz, uykuya dalmış, hareketsiz bir halde olduklarını görürüz. Bunların ne neşelerini, ne de elem ve ızdıraplarını göremeyiz.

İşte bunun gibi bir ölü de kabrinde ya sıkıntı ve ızdıraba düşer, kabri kendi hakkında sıkıntı ve azap yeri olur. Veya refah ve rahata erişir, kabirde cennet nimetleriyle mükâfatlandırılır ve kabri bir cennet bahçesi olur. Artık onların âlemi başka bir âlemdir. Dünyada yaşayanlar o âlemin durumlarını anlayamazlar. Ancak bu hayata iman, bu durumları anlamayı kolaylaştırır.

Kabirdeki sual, azap ve nimeti anlatan Kuranda ayet ve manaca tevatür derecesine varan hadis-i şerifler mevcuttur.

Kur´an-ı Kerimde, Fir´avn ve hanedanı hakkında, onların her gün sabah akşam ateşle azap olunduklarını haber veren şu ayet-i kerime vardır:

"Onlar, sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet koptuğu gün de: "Fir´avn´ın hanedanını azabın en şiddetlisine sokun." (Mümin/46) denir.

Konuyla ilgili hadis-i şerifler şunlardır:

Zeyd bin Sabit (r.a.)´den yapılan sahih rivayete göre, Resülullah (s.a.v.) Efendimiz Neccar oğullarına ait bir kabristandan geçerken binmiş olduğu katır ürktü, neredeyse Resülullah düşecekti. Orada ya altı, ya beş, ya da dört kabir bulunuyordu. Bunun üzerine Efendimiz sordu: "Bu kabirde yatanları bilen var mı" Bir adam ayağa kalkarak "Ben biliyorum.." deyince, Efendimiz: "Bunlar ne zaman öldüler" diye sordu. O da "Eşrat´ta (Cahiliyette) öldüler" diye cevap verdi. Efendimiz, "Birbirinizi defnetmeyi terk endişem olmasaydı, kabir azabından işittiğimi sizin de işitmeniz için Allah´a dua edip isterdim!" buyurduktan sonra bize döndü ve: "Kabir azabından Allah´a sığının!" diye uyarıda bulundu. Biz de: "Kabir azabından Allah´a sığınırız" dedik. Sonra tekrar bize: "Cehennem azabından Allah´a sığının!" diye emretti. Biz de: "Cehennem azabından Allah´a sığınırız" dedik. Sonra "Ortaya çıkan ve çıkmayan fitnelerden Allah´a sığının!" buyurdu. Biz de: "Ortaya çıkan ve çıkmayan fitnelerden Allah´a sığınırız" dedik. Sonra, "Deccal fitnesinden Allah´a sığının!" diye emretti. Biz de: "Deccal´in fitne-sinden Allah´a sığınırız" dedik. (Müslim)

İbn-i Abbas (r.a.)den rivayet edilmiştir: Resülullah (s.a.v.) iki kabre uğradı da:

"Hiç şüphesiz, bunlar azap görüyorlar. (Gözlerinde) büyüttükleri bir şey hakkında azap görmüyorlar. Evet, o günah büyüktür. Biri (iki kişinin arasını bozmak için) söz taşırdı. Diğerine gelince, idrar(ının üzerine sıçrayıp bulaşmasın)dan sakınmazdı" buyurdu. (Buhari)

Abdullah Ibn-i Ömer (r.a)den rivayet edilmiştir: "Sizden biriniz vefat ettiğinde sabah ve akşam ona kendi makamı gösterilir: Cennet ehlinden ise, cennet ehli makamlarından bir makam; cehennem ehlinden ise, cehennem hücrelerinden bir karargâh gösterilir. Ve ona: Burası senin (ebedi) durağındır. Kıyamet günü Allah seni buraya gönderecektir, denilir." (Buhari)


E) KIYAMET



Kıyamet denilen dünyanın sonu gelmezden önce bazı garip, olağanüstü olaylar zuhur eder ki, bunlara kıyamet alâmetleri denir. Bunlar kıyametin yaklaştığının ön belirtileridir. Zira kıyametin tam kopacağı zamanı ancak Allah (c.c) bilir. Kullar, bazı alâmetlerin zuhuru ile kıyametin yaklaştığını bilebilirler. Bu alâmetlerin meydana geleceğini Peygamberimiz (s.a.v.) haber vermişlerdir.

Ancak, şunu belirtmeliyiz ki, kıyamet alâmetleri dediğimiz olayların olması, bizim bildiğimiz ve anladığımız manada olmayabilir. Yani o olaylar meydana geldiği ve alâmetler görüldüğü halde, biz onların farkında olmayabiliriz. Çünkü, kıyamet alâmeti olarak gösterilen hadiseler, çok kesin hatlarla tayin edilmiş değildir. Bundan dolayı alâmetin meydana gelişinin farkına varmamış olabiliriz. Öyleyse müslümana düşen, kıyamet alâmetlerini ve zamanını araştırmak değil, her an kıyamete hazır olmaktır. Çünkü ölümle insanın kıyameti kopacaktır. Ölümün ise geleceğini önceden haber veren alâmetleri, herkes için yoktur.

Kıyamet alâmetleri küçük ve büyük alâmetler olmak üzere iki grupta toplanır. Bu ayırış, İslâm alimleri tarafından şu iki nokta göz önünde bulundurularak yapılmıştır:

Küçük alâmet sayılanlar, insanların kendi iradelerine ve hareketlerine bağlı olanlardır. Bunlar insanların kendi fiilleri sebebiyle meydana gelen şerlerden ibarettir. Büyük olanlar ise, insan iradesine başlı olmayan alâmetlerdir.

Küçük alâmetler, zaman itibariyle daha önce meydana gelecektir. Kıyametin kopuşuna, büyüklere kıyasla daha uzaktırlar. Büyük alâmetler ise, kıyamete oldukça yakındırlar. Büyük alâmetler görüldükten sonra artık sayılı günlere girilmiş, dünya rayından çıkmış, mahvolmağa yönelmiş demektir.


F) MÜKAFAT VE CEZA


Ahiret gününe iman etmenin temelinde bu dünyada yapılanların öteki dünyada mükâfat ve ceza olarak karşılıklarının görülmesi vardır.

Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor: "İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa onun sevabını görecek; kim de zerre ağırlığınca şer yaparsa onun cezasını görecektir." (Zilzal : 7 - 8.)

Hayat yolunda insanoğlunun üç (3) konağı vardır: Biri bu fânî âlemdir ki buna "Dünya" denir . İkincisi kabir âlemidir ki, buna "Alem-i Berzah" denir. Üçüncüsü ise, ebedî yaşayış âlemidir ki, buna da "Ahiret evi" denir.

Resûl-i Ekrem (sav)e nazil olan vahiyde üç konağın her üçünde de insanın mükâfat ve ceza göreceği bildirilmiştir. İnsan amellerinin cezasını ve mükâfatını başarısızlık ve başarı şeklinde görecektir. Sonra insan ruhu ikinci konağa geçecek; orada da insan kendi amellerinin görüntüsünü bir parça görecektir. Sonra bu mevcut dünyanın bütün işleri sona erecek, fânî âlemin bütün şekil ve görüntüsü silinip ortadan kalkacak, nihayet yeni bir âlem meydana gelecek; o zaman fânî insanlar ebediyete kavuşmak için uyanıp kalkacaklar, bütün amellerin tamamiyle karşılığını mutlaka göreceklerdir.

İnsanın ilk ceza göreceği yer bu dünyadır. Her ne kadar insanın iyilik ve fenalığının tam karşılığını öteki dünyada "Ahirete" bırakılmışsa da, yaptığı işlerin karşılığını bu dünyada da az çok görür. İnsan salih amel, iyi işler karşılığı olarak; izzet, şöhret, şan, şeref, sevgi, güven, refah, saltanat ve egemenliğe sahip olur. Aksine kötü amellerle, fena işlerle de zillet, rezalet, şerefsizlik, perişanlık, güvensizlik, korku, keder ve mahkumiyete uğrar. Yüce Allah bu hususta şöyle buyuruyor:

"Bu dünyada iyilik edenler için iyilik vardır. Ahiret yurdu ise daha iyidir. Fenalıklardan sakınanların yurdu, en güzel, en mükemmel yurttur." (Nahl / 30 )

"Allah ın mescitlerinde, Allah ın adının anılmasına engel olan ve onların harâb olmasına çalışanlardan daha zalim kim vardır Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeğe hakları yoktur.) Bunlar için dünyada bir rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır." (Bakara : 114.)

"... Sizden kim, dininden döner de kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da âhirette de geçersiz sayılmıştır. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar." (Bakara: 217.)


G) HAŞR VE MAHŞER


Haşrin sözlük manası, toplamaktır; Mahşer de toplanılan yere denir. Terim manası ise, kıyamet gününde dirilmeyi(ba´si) müteakip mahlukatın bir araya toplanmasıdır.

Kuran da: "Bütün insanların bir araya toplanacakları gün" (Hud / 103), olarak nitelenen haşr için, "Sizi toplanma gününde bir araya getirdiği gün, işte o, kimin aldandığının ortaya çıkacağı gündür." (Tegabün / 9) , "Onların hepsini bir gün toplarız" (Yunus / 28), "...o gün, suçluları korkudan gözleri göğermiş olarak toplarız." (Taha / 102), "Gözleri dönmüş olarak, dağılmış çekirgeler gibi, kabirlerinden çıkarlar ve çağırana doğru koşarlar." (Kamer /7-8) buyrulur.

Kıyamet günü Allah Tealâ yeryüzünü dilediği şekle sokar. Mahşer yeri, Peygamberimizin ifadesine göre: "Üzerinde hiçbir alâmet (dağ, deniz, bitki v.b.) bulunmayan, halis buğday unundan yapılmış yufka gibi beyaz ve parlak bir düzlük" (Buhari) olacaktır. Dirilişi müteakip mahlukat, hesap ve kısas için bu düzlükte toplanacak. Hesaplaşmadan sonra ise hayvanat toprak olacaktır.

Ba´s (diriliş) ve haşr, bazılarının dediği gibi sadece ruh ile değil, ruh ve cesetle birlikte olacaktır. Ahiretin varlığının ispatı konusunda da işaret edildiği gibi, insanları yoktan var eden Allah´ın onları, çürüyüp toprak olduktan sonra çürümüş parçalarını bir araya toplayıp diriltmeye de gücü yeter. Üstelik konu ile ilgili ayet ve hadislerin pek çoğunda bu husus açıklanmıştır.

Kur´an-ı Kerimde: "İnsan zanneder mi ki, biz onun kemiklerini toplayıp bir araya getiremeyeceğiz. Evet biz, parmak uçlarını bile derleyip iade etmeğe kadiriz." (Kıyame / 3-4) buyurulur.

Mahşerde toplanan insanların o gün karşılaşacakları durum ve görecekleri muamelelerin, herkesin dünyadaki amellerine göre olacağı, Peygamber Efendimizin çeşitli hadislerinde haber verilmiştir. Bu konuda pek çok hadis vardır. Bunlardan bazılarında mahşerin sıkıntılı hali anlatılır; güneşin bir mil kadar yaklaştırılacağı ve bu dayanılmaz sıkıntıların, Peygamberimizin şefaati ile son bulacağı belirtilir.


H) AMEL DEFTERLERİ


Mahşerde herkes toplandıktan sonra insanlar için dünyada yazıcı melekler tarafından tutulan amel defterleri dağıtılır. Dünyada insanın yaptığı her şey, bu defterlerde bütün teferruatıyla kayıtlıdır. Unutulmamalıdır ki, bunları dünyadaki defter ve kitaplara benzetmek yanlıştır. Amel defterleri, bir kısım insanlara sağdan, diğer bir kısmına da soldan veya arkadan verilir.

Amel defterini sağdan alanlara "Ashab-ı yemin" denir ki, bunlar cennete girmeyi hak eden müminlerdir. Onların hesabı kolay ve sevinci fazla olacaktır. Sınıfını geçen örencinin karnesini alınca herkese göstermesi gibi, onlar da her önüne gelene, alın alın, kitabımı okuyun diye gösterirler.

Amel defterlerini soldan veya arkadan alanlara "Ashab-ı şimal" denir ki, bunlar, hesabı çetin olacak ve sonuçta cehenneme gidecek olanlardır. Bunlara defterleri verilirken: "Oku kitabını, bugün hesap görücü olarak sen kendine yetersin." (Isra / 14) yani defterini okuyunca hesap neticesinde nereye varacağını kendin de anlarsın, denir.


I) HESAP VE SUÂL



Mahşerde ilahi adaletin tecellisi için mahkeme kurulacak ve herkes yaptıklarından sorguya çekilecektir. Orada mutlak hakim olan Allah´ın huzurunda herkes hesap verecektir. Allah Tealâ aslında her şeyi bilmektedir. Amel defterlerini alan herkes de kendi yapıp ettiklerini en ince ayrıntılarına kadar görmüştür.

Ancak Allah Tealâ, herkese suçlarını bir bir itiraf ettirmek, azabı hakkettiğini göstermek için daha doğrusu böyle istediği için kullarını bir bir hesaba çeker. Ancak, bir anda insanlardan birinin hesaba çekilmesi, diğerlerinin hesabının görülmesine engel olmaz.

Ahirette insanların nelerden sorguya çekilecekleri bir hadis-i şerifte ana hatlarıyla açıklanır. Buna göre insan:

1- Ömrünü ne yolda tükettiğinin,

2- İlmini ne yolda kullandığının ve onunla hangi amelleri yaptığının,

3- Malını nereden kazanıp nereye harcadığının,

4- Cismini ne yolda yıprattığının hesabını mutlaka verecek, bu hesabı vermeden hiçbir yere gidemeyecektir.

Hesap ve sual esnasında, melekler tarafından tutulan amel defterleri yanında, insanın elleri, ayakları ve derilerinin de şahitlik edeceği Kuran da bildirilmiştir. (Fussilet /19-21; Yasin / 65)

O gün, kendilerine Allah ın bir lütfu ve dünyada yaptıklarına karşılık hesap ve sualden muaf tutulanlar da vardır.


J) MİZAN



Mizan, mahşer gününde herkesin amellerinin miktarını bildiren bir ölçüdür. Bu ölçü vasıtasıyla herkes kendi sevap ve günahının derecesini anlayacaktır. Gerçek mahiyetini sadece Allah ın bildiği mizanın varlığı Kuran la sabittir.

Kur´an´da bu konuda şöyle buyurulur: "Kiyamet gününde amellerin tartilmasi haktir, gerçektir. Tartilari aşir gelenler, işte onlar kurtulanlardir." (A´raf /8) "Biz kiyamet gününe mahsus adalet terazileri kuracagiz. Hiçbir kimse hiçbir Haksizliga ugratilmaz. Bir hardal tanesi kadar bile olsa, yapilani ortaya koyariz. Hesap gören olarak biz yeteriz." (Enbiya /47)

Mizan, hiçbir kimsenin en küçük amelinin dahi zayi´ olmasina meydan vermeyen, tam manasiyla hakli ve adaletli bir ölçü aletidir. Herkesin ameli, mahiyetini bilmedigimiz bu aletle ölçülecektir. Iyilikleri agir gelenler cennete gönderilirler. Kötülükleri agir gelenler de cehenneme gönderilirler. Ancak cehenneme gidenlerden iman sahibi olanlar cehennemde sürekli kalmazlar. Günahlari kadar cehennemde ceza çektikten sonra cennete gönderilirler.


K) SIRAT



Lügatte yol demektir. Terim olarak sirat, cehennem üzerine kurulmuş olan son derece ince ve keskin bir köprüdür ki, herkes bunun üzerinden geçecektir. Cennete gitmek için sirattan başka yol yoktur. Ancak sirattan geçmek, geçen şahsin iradesine degil, dünyadaki yaşayişina, iman, amel, ihlâs ve ahlâkina baglidir.

Buna göre müminlerden bazilari derecelerine göre sirati göz kaymasi, şimşek, rüzgâr, kuş, yariş ati... hiziyla geçerken bazilari da zorluk çekecek veya tamamen geçemeyecektir. Kâfir ve münafiklar ise sirati geçemeyip cehenneme atilacaklardir.

Sirati ilk geçen ümmetin bizim peygamberimizin ümmeti olacagi da bu konuda gelen haberler arasindadir.


L) ŞEFAAT



Şefaat: Ahirette günahkâr olup ta cehenneme girme durumunda olan müminlerin affi, ibadet ve taat ehlinin daha büyük derecelere ulaşmasi için peygamberler ile ümmetin büyüklerinin Allah Tealâya yalvarmalaridir.

Beş çeşit şefaat vardir:

1. Şefaat-i uzma: En büyük şefaat demektir. Kiyamet günü mahşerdeki bekleyişin sona erip hesabin başlamasi için Peygamber Efendimizin bütün insanliga şefaatidir.

2. Bazi müminlerin hesap görmeden cennete girmelerini saglayan şefaat. Bu da Resülullah (s.a.v.)e mahsus olan bir şefaattir.

3. Cennette bazi müminlerin derecelerinin yükselmesi için olan şefaat

4. Günahlari sebebiyle cehenneme girecek olan müminlerin, cehenneme girmeksizin cennete girmelerini saglayan şefaat.

5. Cehenneme girmiş olan müminlerin, cezasini tam çekmeden affedilip çikarilmasi için olan şefaat.

Son üç maddede yer alan şefaate, Allah´in izniyle Peygamberimizin yaninda diger Peygamberler, ilmiyle âmil olan âlimler ve şehitler de yetkilidir.

Allah´in izni olmadan hiç kimse şefaat edemeyecegi gibi, Allah´in izin vermedigi hiç kimseye de şefaat edilmez. Şefaatte de ilâhi adalet daima gözetilir.


M) CENNET VE CEHENNEM


Ahiret hayatinda mükâfat görecek olanlarin toplanip yaşadigi yere cennet, ceza görecek olanlarin cezalarini çektikleri yere de cehennem denir.

Cennet, Allah ın sayısız nimetleriyle doludur. Bu manayı ifade eden değişik sıfatları vardır:

1. Cennet ün - naîm: Nîmetler bahçesi,
2. Cennet ül - huld: Dâimî bahçe,
3. Cennet-i adn: Dâimî kalınacak bahçe,
4. Cennet ül - me vâ: Barınılacak bahçe,
5. Firdevs: Bahçe,
6. Ravza: Çayır, çimeni bol olan yer,
7. Dâr ul - huld: Dâimî kalınacak yer,
8. Dâr ul - mukâme: İkâmet olunacak yer,
9. Dâr us - selâm: Emniyet ve selâmet yeri.

Kur an-ı Kerimde ve Hadîs-i şeriflerde cennet çeşitli yönleriyle anlatılıyor.

Cehennem: Cehennemde cismanî ve ruhânî iki çeşit ceza vardır. Kur an-ı Kerimde cismanî cezalar şu şekilde beyan olunmaktadır:

1- Kur an-ı Kerimde cehennem ateşinden ve bu ateşin yakıcılığından çeşitli defalar bahsedilmiştir. O derece ki, "Nar=ateş" sanki cehennemin ikinci ismidir. Buna yakın şu ifadelerle de Kur an da geçmektedir: "Sair = parlayan ateş" "Azab ül-harik = yakıcı azap".

2- Cehennemde gölge olmayacaktır. Hatta şöyle emir verilecektir: "Haydi, yalan saydığınıza doğru yürüyün. Üç kola ayrılmış gölgeye gidin ki onda gölgelik olmaz. Sizi alevlerden korumaz." (Mürselât: 29-31).

3- Cehennemde serinlik olmayacaktır. "Orada serinlik ve içecek şey tatmayacaklar." (Nebe : 24).

4- Cehennemde rahatlık getirecek olan ölüm de toktur. Cismin ferah bulacağı hayat da yoktur. "Oraya (cehenneme) giren ne ölür ne de yaşar".

5- Cehennemde içilecek yalnız kaynar su, cerahat ve irin vardır. "Ateşte daima kalacak olanlar, bağırsaklarını parça parça eden kaynar su içenler gibidir". (Muhammet: 15)

6- Yiyecek, acı meyveler "Zakkum" vardır. "... Yoksa öyle bir zakkum ağacına konmak mı hayırlı Biz bu ağacı zalimler için nimet kıldık. O ağaç cehennemin dibinde biter. Meyvesi yılanların başı gibidir. Onlar o ağaçtan yiyip karınlarını doyuracaklar, sonra üzerine kaynar sular içecekler, sonra dönüp gidecekleri yer cehennem olacaktır". (Saffât: 62 - 67.)

7- Yiyecek olarak vücuda hiç faydası olmayan " Kuru dikenler" vardır."Onların bütün yiyecekleri dikenden başka bir şey değildir. (Bu gıda) onları ne (doyurur), semirtir, ne de açlıktan kurtarır." (Gâşiıe:6-7.)

8- Ateşten elbiseler vardır."Kâfirler için ateşten elbiseler biçilmiştir" (Hacc: 19.)

9- Demirden oturacak yer ve yatak vardır."Onlar için demirden gürzler de vardır".

10- Boynunda halka ve zincirler vardır."Biz kâfirler için zincirler, lâleler (halkalar) alevli ateşler hazırladık". (Dehr: 4.) Bu saydığımız cismanî cezalardan başka öyle ruhânî cezalar olacaktır ki, bakanların gözleri dikilip kalacaktır. Birkaç ayetten örnek görelim: "O, Allah ın öyle bir ateşidir ki acısı yürekleri sarar." (Hümeze:6-7) "Onlar, uğradıkları gam ve kederden (duydukları acı ızdırapdan) dolayı içinden çıkmak istedikçe yine oraya iade olunurlar (Ve kendilerine) : Yanmanın azabını tadın! denilir." (Hacc:22)


N) A´RAF


A´raf, tümsek, tepe anlamına gelir. Terim olarak "A´raf " kelimesinin hangi anlama geldiği hususunda İslâm âlimleri farklı açıklamalar yapmışlardır:

1- Bir kısım âlimlere göre "A´raf" cennetle cehennem arasında bulunan sur (=Yüksek duvar)dan bir perdenin yüksek tepeleridir.

2- Bazılarına göre ise "A´raf", mizanda iyilik ve kötülükleri, yani sevaplarıyla günahları denk geldiği için cennet veya cehenneme girmeyenlerin kaldıkları yerin adıdır. Bunlar, Allah´ın izniyle, haklarında yapılan bir şefaatle daha sonra cennete gireceklerdir.

3- Diğer bazı âlimler ise "A´raf"ın, fetret devirlerinde ölenlerle, müşriklerin çocukları ve delilerin kalacakları yer olduğunu söylemişlerdir.

Kur´an-ı Kerimde "A´raf" sûresindeki "A´raf"la ilgili ayet şu mealdedir: "İki taraf (Cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde vardır. A´raf (burçlar) üzerinde de bir takım insanlar vardır ki, her iki tarafı da (yani cennetlik ve cehennemlik olanları) simalarından tanırlar. Cennetliklere "Size selâm olsun" derler. Bunlar, henüz girmeyen fakat cenneti uman kimselerdir. Gözleri cehennemlikler yönüne çevrilince de: "Rabbimiz, bizi zalimlerle beraber bulundurma" derler." (A´raf / 46-47)


O) HAVZ-I KEVSER


Ahiret günü Allah Tealâ, Peygamberlerine birtakım havuzlar bahşedecektir. Her Peygamber, ümmetinin cenneti hak etmiş olanlarına o havzın hoş kokulu ve lezzetli suyundan içireceklerdir.

Havz-ı Kevser adı, Peygamber Efendimize verilen havzın ismidir. "(Habibim) doğrusu biz sana kevseri verdik." (Kevser/1) ayeti buna işaret eder.

Peygamber Efendimizin havzı, diğer Peygamberlerinkinden daha büyüktür. İçenleri de daha çok olacaktır. Bu havzın suyu, sütten daha beyaz ve miskten daha hoş kokuludur. O dehşetli günde müminler bu sudan içip hararetlerini teskin edecekler ve bir daha susuzluk duymayacaklardır. Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyururlar: "Benim havzımın kenarları tam bir aylık yaya yolu genişliğindedir. Onun suyu sütten beyaz, kokusu miskten daha hoştur. Bardakları da gökyüzünün yıldızları gibi çoktur. Ondan içen kimse hiç susamaz."

RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)