MUHAMMED
BAYRAK

Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız. |
Forum İstatistikleri |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
DOWNLOADEN
AYET
FELSEFEMiZ
Raşit Tunca Sözü
GÜZEL SÖZ
Halit Kıvanç Kimdir?
Halit Kıvanç (d. 18 Şubat 1926[1]; Fatih,İstanbul), Türk radyo ve televizyon ve eski maç sunucusu, gazeteci. Türkiye'nin en ünlü ve en uzun süre çalışmış sunucularındandır. Yazar ve müzisyen Ümit Kıvanç'ın babasıdır.Aynı zamanda Pelé ile ilk röportajı yapan gazetecidir.[2]
Orta öğretimini Pertevniyal Lisesi'nde, yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamladı. 3 ay kadar hakimlik yaptı[3]. Milliyet, Tercüman, Hürriyet, Güneş başta olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yazar ve yönetici olarak üst düzey görevler aldı.1953'te Alp Zirek ve Halit Talayer ile birlikte memleketimizin ilk günlük spor gazetesi (Türkiye Spor)gazetesini çıkardı. Bir yıla yakın ünlü yayın kuruluşu BBC de çalıştı. Türkiye'de Radyo ve TV yayıncılığının gelişmesinde önemli katkıları olan Kıvanç, TV'nin birçok yayınında 'ilk'lerin adamı oldu. Olimpiyatlar ve büyük uluslararası karşılaşmalarda sunucu olarak görev aldı. Dünya kupasını televizyondan sunan ilk Türk spikerdir. 10 Dünya Kupası finallerini Radyo ve Tv de nakletmistir.
Sunuculukta 50 yılını 2005'te bir jübileyle kutlayan Kıvanç, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti,TSYD ve diğer kuruluşların düzenlediği yarışmalarda 200'ün üzerinde ödül aldı. 1983 yılında Cumhurbaşkanlığı Kupası maçıyla maç spikerliğine veda etti.
Yazar, spiker, sanat adamı olarak kabul edilen Halit Kıvanç, Türk halkına temiz bir Türkçe ile saygın ve eğitici çalışmaları ile hizmet vermesinden dolayı Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi tarafından Kariyer Dalında büyük ödüle layik görüldü.
Kıvanç, halen NTV televizyonunda pazar günleri Halit Kıvanç'la Ustalar ve NtvRadyo'da Pazar sabahları 10.30'da Mikrofonda Halit Kıvanç adlı programları sunuyor. Koyu bir Fenerbahçe taraftarı olan Halit Kıvanç halen FB TV'de yayınlanan "Efsanenin yeni 100 yılı" isimli söyleşi programını sunmaktadır.
Aydın Engin'le yaptığı söyleşi Bir Koltukta Kaç Karpuz: Halit Kıvanç Kitabı adlı kitapta toplanarak İş Bankası Kültür Yayınları tarafından piyasaya sunulmuştur. Halit Kıvanç, ayrıca 2006 yılında Türkiye İş Bankası tarafından yayımlanan Ağlama Palyaço Makyajın Bozulur adlı kitabın da yazarıdır. Kıvanç, sanatçı Müjdat Gezen ile yaptığı söyleşiyi kaleme aldığı kitapta, sanatçının yaşamını acı ve tatlı yanlarıyla anlatmaktadır. Şimdilerde ise Ntv Spor kanalında Futbol Bir Aşk adlı programı sunmaktadır.
Kitapları
Halit Kıvanç'ın yazdığı kitaplar
Ve Allah Gazeteciyi Yarattı 1959. İstanbul Matbaası.
Kazulet Hanımın Minisi. (Altan Erbulak'la birlikte) 1968. Altın Kitaplar
Mikrofonunu Kordonuna Göre Uzat. 1977. Meta Yayınları
Beckenbauer Futbol Okulu. (Çeviri) 1977 Kelebek Yayınları.
Gülmece Güldürmece. 1978 (1. Baskı).Kelebek Çocuk Kitapları
Ve Karşınızda Halit Kıvanç. 1979 (1. Baskı) Milliyet yayınları. 1980, Karacan yayınları
Gelin Yarışalım. 1982. Kelebek Yayınları (Kelebek Çocuk Kitapları)
Halit Kıvanç Anlatıyor Üç Yüz Otuz Üç Fıkra. 1982. Karacan yayınları
Gool Diye Diye. 1983. Hürriyet Yayınları.
Hadi Anlat Bakalım Anılar 1. 1998 (3. baskısı) Yorum Kitapları
Bulutlarla Yarışan Kadın, Halit Kıvanç Sabiha Gökçen'le söyleşiyor. 1998 Yapı Kredi Yayınları.
Çok Affedersiniz Ama... 1999. Aksoy Yayıncılık.
Telesafir Bizde TV Böyle Başladı. 2002 Remzi Kitabevi
Kupaların Kupası Dünya Kupası 1930'dan 2002'ye. 2002 Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Futbol! Bir Aşk... İletişim Yayınları. 2004. ISBN 9750502574
Ağlama Palyaço Makyajın Bozulur Müjdat Gezen Kitabı. 2006. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. ISBN 9754588368
Halit Kıvanç hakkında yazılmış kitaplar
Bir Koltukta Kaç Karpuz Halit Kıvanç Kitabı. Yazan:Aydın Engin Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/Nehir Söyleşi Dizisi. ISBN : 9789754584813
Plakları
1965 - Şampiyonlar Şarkısı - 45'lik vinil plak. A- Yüzünde Vasfi Uçaroğlu orkestrasının "Şampiyonlar Şarkısı", B- Yüzünde ise Halit Kıvanç'ın anlatımıyla “Şampiyonların 15 Golü” yer alıyor. Ezgi Plakları. 45-104 Spor Serisi No: 1
1966 - 45'lik vinil plak - A- Yüzü: Metin Geliyor Metin (Şevket Uğurluer). B- Yüzü: Kralın Golleri (Halit Kıvanç maç anlatıyor) Ezgi Plakları. 45-105 [4]
1974 - Kıbrıs 74 - 45'lik vinil plak. Balet Plak [5]
Kaynakça
^ "Futbol, hiçbir memlekette şikesiz oynanmamıştır". 28 Ocak 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi.
^ "Pele: Oyuncular sadakatlerini kaybediyor". hurriyet. 22 Kasım 2007. Erişim tarihi: 12 Mayıs 2013.
^ http: // www.ekocerceve. com/haberDetay.asp?kategori=6&HaberID=5662
^ http: // www.diskotek.arkaplan. com.tr/catalog/product_info.php?cPath=24&products_id=255
^ http: // www.aksam. com.tr/arsiv/aksam/2004/12/08/yazarlar/yazarlar297.html
Etiketler: Halit Kıvanç, Kimdir?,Biyogarfisi,hayat hikayesi,ne zaman dogdu, meslegi nedir,sunucu,trt,23 nisan kutlamalari,
Kazım Karabekir Paşa Kimdir?
Kurtuluş Savaşı komutanlarından asıl adı Musa Kazım Karabekir 23 Temmuz 1882 yılında İstanbul’un Kocamustafapaşa semtinde Dünyaya gelmiştir. 26 Ocak 1939 Yılında 66 yaşında hayata gözlerini yummuştur.
Karamanlı Mehmet Emin Paşa’nın oğlu olan Kazım Karabekir Paşa aslen Karaman’ın Gaferriyat ya da yeni adı ile Kazımkarabekir İlçesindendir.Annesi ise Hacı Havva Hanımdır.
1902 yılında Harbiye Mektebinden Mezun olan Kazım Karabekir Paşa 1905’te ise Mekteb-i Erkân-ı Harbiye’den mezun oldu.1907 yılında ise Enver Paşa ile birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Manastır şubesini kurdu.
Birinci Dünya savaşı sırasında Paris’te görevli iken tehlikenin farkına vararak Ülkesine geri döndü.1914 yılında Genel Kurmay istihbarat Şube Müdürü olarak görevlendirildi. Bu savaştan mümkün olduğunca uzak durmanın gerekliliğini savunarak boğazlara yeni kuvvetler yığmanın gerekliliğini belirtti.Bu yıllarda yarbay rütbesine çıkarak vali görevinde de bulunmuştur.
İstanbul dönüşü 1915 yılında 19.Tümen Komutanlığına atanmıştır. Çanakkale taarruz savaşlarında görevlendirildiğinde Alçıtepe’yi 3,5 ay gibi savaşarak sayıca kat kat üstün düşmanın ilerlemesini durdurmuştur. Bu nedenle Alçıtepe Kahramanı olarak tarihte yerini almıştır.Kendisine Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası verilerek Miralay rütbesine yükseltilmiştir.
Bu sırada Gelibolu savaşların da da üç yıl boyunca yer alınca “Mirliva” rütbesine yükseldi.Artık bir paşa olarak hizmete devam etmektedir.İstiklal Savaşı komutanlarında n Anadolu’ya geçen ilk paşadır. Kolordu komutanlığı sırasında 93 harbi sırasında kaybettiğimiz
Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin ve Batum’u 1920 yılında Ruslar’dan geri almıştır.Kendisine aynı yıl Ferik yani Korgeneral rütbesi verilmiştir.Sonrasında ise 1.Ferik yani Orgeneralliğe kadar yükselecektir.
1922 yılında Edirne ve İstanbul Milletvekili olarak hizmet ve siyaseti yan yana götürmüştür. Bu aralarda yargılandığı da olmuştur.1946’da yapılan TBMM başkanlık seçimlerinde Meclis Başkanı seçilen Kazım karabekir Paşa 66 yaşında iken 26 Ocak 1948’de kalp krizinden vefat etti.
Geriye ise Hayat,Emel ve Timsal adında üç değerli kız bıraktı.
Eserleri:
• Ankara’da Savaş Rüzgarları
• Bir Düello ve Bir Suikast
• Birinci Cihan Harbi 1-4
o Birinci Cihan Harbine Neden Girdik?
o Birinci Cihan Harbine Nasıl Girdik?
o Birinci Cihan Harbini Nasıl İdare Ettik?
o Birinci Cihan Harbini Nasıl İdare Ettik?
• Cumhuriyet Tarihi Set 1
• Cumhuriyet Tarihi Set 2
• İstiklal Harbimiz 1-5
• Paşaların Kavgası
• Paşaların Hesaplaşması
• Cehennem Değirmeni 1-2
• İzmir Suikasti
• Çocuklara Öğütler
• Hayatım
• İttihat ve Terraki Cemiyeti 1896-1909
• Ermeni Dosyası
• İngiltere, İtalya ve Habeş Harbi
• Kürt Meselesi
• Çocuk, Davamız 1-2
• İstiklal Harbimizin Esasları
• Yunan Süngüsü
• Sanayi Projelerimiz
• İktisat Esaslarımız
• Tarihte Almanlar ve Alman Ordusu
• Türkiye’de ve Türk Ordusunda Almanlar
• Tarih Boyunca Türk-Alman İlişkileri
• İstiklal Harbimizde İttihad Terraki ve Enver Paşa 1-2
• İstiklal Harbimizin Esasları Neden Yazıldı?
• Milli Mücadelede Bursa
• İtalya ve Habeş
• Ermeni Mezalimi
• Sırp-Bulgar Seferi
• Osmanlı Ordusunun Taaruz Fikri
• Erkan-i Harbiye Vezaifinden İstihbarat
• Sarıkamış-Kars ve Ötesi
• Erzincan ve Erzurum’un Kurtuluşu
• Bulgaristan Esareti -Hatıralar, Notlar
• Nutuk ve Karabekir’den Cevaplar
Kazım Karabekir Paşa Fortograflari
Etiketer : Kazım, Karabekir, Paşa,Kimdir,Kazım Karabekir, Paşa Kimdir,Kazım Karabekir Paşa,
Sultan II Abdülhamit Han Kimdir ?
II. Abdülhamid (Osmanlı Türkçesi: عبد الحميد ثانی `Abdü’l-Hamīd-i sânî- d. 22 Eylül [1] 1842 – ö. 10 Şubat 1918 ), Osmanlı İmparatorluğu'nun 34. padişahı ve 113. İslam halifesidir. Bunalımlı bir dönemde tahta çıkan Abdülhamid, Batı'ya karşı dengeci, Doğu'ya karşı İslamcı politikalar izlemiş, ülke içinde mutlakiyeti güçlendirmiştir.
Sultan İkinci Abdülhamid 21 Eylül 1842 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Birinci Abdülmecid, annesi Tir-i Müjgan Kadın Efendi'dir. Annesi Çerkezdir. Sultan İkinci Abdülhamid çok küçük yaşta iken annesini kaybettiği için öksüz büyüdü ve onu üvey annesi Piristu Kadın yetiştirdi. Çocukluğunda çok zayıf bir bünyeye sahip olan Sultan İkinci Abdülhamid sık sık hasta olurdu. Babasının padişahlığı sırasında bu durumu yüzünden özel ilgi gördü. Çok hoşgörülü bir ortamda büyüdü. Kültür derslerinin yanında musiki dersleri aldı ve piyano çalmayı öğrendi. Bekarlığı sırasında çok serbest bir hayat yaşayan Sultan İkinci Abdülhamid, evlendikten sonra tüm boş zamanını ailesiyle, çocuklarıyla geçirmeye başladı. Sultan İkinci Abdülhamid, yıkılmak üzere olan Osmanlı İmparatorluğunu 33 yıl ayakta tutmayı başarmış büyük bir padişahtır. Dindar bir insan olan Sultan İkinci Abdülhamid ibadetlerini aksatmazdı. Hayırsever ve cömert bir insan olan Sultan İkinci Abdülhamid, sıradan bir vatandaş gibi yaşardı. Yunan seferi sırasında, kendisine hazinede yeterli para bulunmadığı söylenince, atalarından kalma şahsi servetinden masrafları karşılamış, devletten beş kuruş almamıştı. Boş vakitlerini marangozhanede geçirir, harika eşyalar yapar, bunları sattırır ve parasını fakire fukaraya dağıttırırdı. Son derece şefkatli bir insan olan Sultan İkinci Abdülhamid'in kendisini öldürmek isteyenleri bağışlaması, dünya siyaset tarihinde görülmemiş bir olaydır. Sultan İkinci Abdülhamid, kültüre önem vermiş ve eğitim konusunda hizmet verecek birçok mekan yaptırmıştır. Üniversiteler, Güzel Sanatlar Akademisi, Ticaret ve Ziraat Okulları kuran Sultan İkinci Abdülhamid, ilk ve orta dereceli okullar, dilsiz ve kör okulları, kız meslek okulları da yaptırmıştır. Vilayetlere liseler, kazalara ortaokullar kurmakla beraber, ilkokulları köylere kadar ulaştırdı. İstanbul'da Şişli Etfal Hastahanesini ve Darülaceze'yi kendi şahsi parasıyla yaptırdı. Hamidiye adı verilen nefis içme suyunu borularla İstanbul'a getirtti. Karayollarını Anadolu içlerine kadar uzatan Sultan İkinci Abdülhamid, Bağdat'a ve Medine'ye kadar da demiryolları döşetmiştir. Büyük şehirlere atlı tramvay hatları döşetti.
Gençliği
Sultan Abdülmecid'in oğludur. Henüz 10 yaşındayken annesi Tirimüjgan Sultan ölünce, bakımını Abdülmecid'in diğer çocuksuz eşi Piristû Kadın Efendi üstlendi. Piristû Kadın Efendi, Abdülhamid'i kendi çocuğu gibi büyüttü. Babasının ölümünden sonra yerine geçen amcası Abdülaziz diğer şehzadelerle birlikte Abdülhamid'in eğitimiyle de yakından ilgilendi. 1867 yılında çıktığı Avrupa gezisine Abdülhamid'i de beraberinde götürdü.
Tahta çıkışı ve Birinci Meşrutiyet
Meclis-i Mebusan'ın açılışı, 1876
Amcası Abdülaziz'in 1876'da tahttan indirilmesi ve şüpheli koşullarda ölümü, ağabeyi V. Murat'ın tahta geçirildikten üç ay sonra ruhsal çöküntü geçirdiği iddiasıyla [2] tahttan indirilerek Çırağan Sarayı'na hapsedilmesi olaylarına tanık oldu. 31 Ağustos 1876'da padişah ilan edildi ve 7 Eylül günü Eyüp'te kılıç kuşandı.[3] Ağabeyinin yerine tahta geçirildikten sonra, her iki saltanat değişiminin mimarı olan Mithat Paşa'yı sadrazam yaptı.
Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu büyük bir bunalım içindeydi. 1871'de Âli Paşa'nın ölümünden sonra saray ile Bâb-ı Âli arasındaki çekişme alevlenmiş, 1875'te devlet borçlarını ödeyemez hale düşerek Muharrem Kararnamesi ile moratoryum ilan etmiş, Rusya'nın başını çektiği Panslavizm akımının etkisiyle Balkanlar'da ulusal ayaklanmalar baş göstermişti. Yurt içinde meşrutiyet yanlısı görüşler güçleniyor, hatta padişahlığın tasfiyesiyle cumhuriyet ilânı fikri tartışmaya açılıyordu.
Abdülhamid, tahta geçmeden Mithat Paşa'ya verdiği taahhüt uyarınca 23 Aralık 1876'da, ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasî'yi ilan etti.[4] Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclisi üyelerinden oluşan ilk meclis 19 Mart 1877'de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı. Padişah ile meclisin ülkeyi birlikte yönetmesi ilkesine dayanan anayasayla yargı bağımsızlığı ve temel haklar güvence altına alınmasına rağmen egemenliğin esas kaynağı yine padişahtı.[5] Abdülhamid, Kanun-ı Esasî'nin 113. maddesiyle kendisine tanınan "idari sürgün yetkisi"ni kullanarak, daha meclis toplanmadan Mithat Paşa'yı sürgüne yolladı.
Balkanlarda karışıklıklar ve uluslararası ortam
II. Abdülhamid, Osmanlı Devleti'nin en bunalımlı günlerini yaşadığı bir dönemde 31 Ağustos 1876 tarihinde tahta çıktı. Abdülaziz döneminde (1861-1876) 1875 yılında başlamış olan Hersek İsyanı ve Bulgar İsyanları sürerken, V. Murad döneminde Sırbistan ve Karadağ ile savaşlar da Balkan topraklarını savaş alanına çevirmişti. Bu ayaklanmaları kışkırtan ve destekleyen Rusya Şark meselesini halletmek üzere fırsat kollamakta idi. Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında Rusya aralarında Osmanlı Devleti'nin de bulunduğu Batı ittifakına yenilmiş ve yalıtılmıştı. Rusya, dikkatini 1860'larda itibaren Kafkasya'daki son direnişi kırmaya (1863-1864) ve Orta Asya'daki Türk hanlıklarının topraklarının ele geçirilmesine (1866-1876) vermiş, aynı dönemde ise İngiltere ve Fransa'nın dikkati 1871'de Almanya'nın birleşmesi ve İtalya'nın birleşmesiyle Avrupa kıtasında oluşan yeni dengelere yönelmişti. İngiltere'de Kırım Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ni destekleyen Palmerston (1855-1865) döneminin aksine Gladstone (1868-1874, 1880-1885 ve 1892-1894) Osmanlı karşıtı bir siyasi tutum içine girmiş, muhalefetteyken de özellikle Bulgar İsyanları'nın bastırılması sırasında Osmanlı Devleti'nin katliamlar yaptığı iddialarını gündeme taşımış [6]; bu da Macar devrimcilerinin Osmanlı Devleti'ne sığınmaları (1848 ) ve Kırım Savaşı (1853-1856) sırasındaki müttefiklik sayesinde Türklere yönelik olumlu bakış açısını tersine çevirmeye başlamıştı. Yine Abdülaziz’in son yıllarında Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’nın dış borçların ödenmesiyle ilgili moratoryum kararı (Tenzil-i faiz kararı)[7], Avrupa’da büyük tepkilere yol açmış ve bu yüzden Balkanlardaki ayaklanmaların bastırılması için yeni bir malî yardım alınması olanaksızlaştığı gibi, Avrupa kamuoyu da iyice Osmanlı Devleti aleyhine dönmüştü.
Sırbistan ve Karadağ ile savaş (1876-1878 ) ve Tersane Konferansı
Sırbistan 1815 yılında özerklik kazanmış, bu özerklik Ruslarla imzalanan Akkerman Antlaşması (1826) ve Edirne Antlaşması ile teyit edilmiş, 1835 yılında Sırbistan'ın ilk anayasası kabul edilmiş, 1867 yılında ise Batılı ülkelerin baskısıyla Türk birliklerinin Sırbistan'daki tüm kalelerden çekilmesi üzerine Sırbistan görünüşte özerk, ancak fiilen bağımsız bir yapıya kavuşmuştu. Karadağ ise İşkodra'ya bağlı bir sancak olmakla birlikte, Osmanlı egemenliği için askeri harekat yapılmasına gerek görülmeyen çorak bölgede vladika adlı yöneticiler kısmi bir özerklik yaşamakta olup, 1852 yılında Rusların da desteğiyle Karadağ Prensliği adıyla bu özerkliğini resmiyete kavuşturmayı başarmışlardı. 1858 ve 1862 yıllarındaki Osmanlı-Karadağ savaşlarının sonucunda imzalanan belgelerde Karadağ'ın sınırları da belirlenmişti. Sırbistan ile savaş başlangıçta Osmanlı ordularının başarısıyla sonuçlandı. Sırpların Niş, Pirot ve Sofyahedeflerine yönelik olarak başlattıkları taarruzları durduran Türk birlikleri karşı taarruza geçti ve 1 Eylül 1876 tarihinde Aleksinaç Muharebesi'nde Sırpları kesin bir yenilgiye uğrattı. Ekim ayında Sırpların savunmasının tamamen çökmesi ve Osmanlı ordusuna Belgrad yolunun açılması üzerine Rusya 48 saat içinde silahlı çatışmaların durdurulması hususunda Osmanlı Devleti'ne ültimatom verdi. Rus baskısına boyun eğmek zorunda kalan Osmanlı Devleti ateşkes yaptı. 15 Ocak 1877 tarihi itibarıyla Sırbistan ile savaşın ilk evresi kesin olarak sona erdi. Karadağ ile 18 Haziran 1876 tarihinde başlamış olan savaşta ise Osmanlı ordusu başarısız oldu. 18 Temmuz'da Niksiç Muharebesi'nde yenilgiye uğrayan Osmanlı ordusu geri çekilmek zorunda kaldı.
Balkanlarda ortaya çıkan buhranı çözüme kavuşturmak amacıyla ve Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki eyaletlerinin yönetim koşullarını düzenlemek üzere Avrupa ülkelerinin baskısı sonucu İstanbul'daki Haliç Tersanelerinde 23 Aralık 1876 tarihinde Tersane Konferansı toplandı. Aynı gün Meşrutiyet ilan edildiyse de bunun Batılı ülkelerin kararı üzerinde bir etkisi olmadı. Nitekim bu konferansta, Sırbistan ve Karadağ için bağımsızlık, Bulgaristan ve Bosna-Hersek içinse özerklik kararı alındı. Osmanlı Devleti 18 Ocak 1877 tarihinde bu kararları reddedince Rusya 24 Nisan 1877 tarihinde savaş açtı.
Ruslarla savaşın çıkması üzerine hem Sırbistan hem de Karadağ ile muharebeler de yeniden başladı. Osmanlıların neredeyse tüm birliklerini Ruslarla savaşa teksif ettikleri bir dönemde Sırbistan ve Karadağ'daki az sayıdaki birlikle savunmada kaldılar ve yenilgilere uğradılar. Sırplar 1878 yılında Niş, Pirot ve Vranje'yi ele geçirirken Karadağlılar da Nikşiç, Podgorica, Bar ve Ülgün'ü işgal ederek Adriyatik Denizi'ne çıktılar. Osmanlı Devleti 1878 yılında imzalanan Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Antlaşması ile Karadağ ve Sırbistan'ın bağımsızlıklarını tanıdığı gibi, kaybettiği toprakların bu iki ülkeye ait olduğunu kabul etti.
1877-78 Türk-Rus Savaşı (93 Harbi)
Rusya'nın Balkanlar'da ıslahat için verdiği tekliflerin 12 Nisan 1877'de İbrahim Ethem Paşa hükumeti tarafından reddedilmesi üzerine 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı patlak verdi. Abdülhamid'in karşı olmasına rağmen[8] Mithat Paşa, Damat Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen savaşta Rus orduları Balkan ve Kafkas cephelerinde Osmanlı kuvvetlerini bir dizi yenilgiye uğratarak doğuda Erzurum'u, batıda ise Bulgaristan'ın tamamı ile Trakya'nın İstanbul surlarına kadarki kısmını işgal ettiler. Meclis-i Mebusan'da hükümetin savaş politikalarına yöneltilen ağır eleştiriler üzerine Abdülhamid, meclisi 18 Şubat 1878'de tatil etti. Takip eden 30 yıl boyunca meclisi bir daha toplantıya çağırmadı ve bu süre zarfında meşrutiyet anayasası olan Kanun-ı Esasî'yi kağıt üzerinde de olsa muhafaza ederek, aldığı kararları yine bu anayasaya göre yürürlüğe koydu.
93 Harbi, 3 Mart 1878'de İstanbul surları dışındaki Ayastefanos'ta karargah kuran Rus kuvvetlerinin dikte ettiği Ayastefanos Antlaşması ile sona erdi. Anlaşmaya göre; Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı, sınırları Tuna'dan Ege'ye, Trakya'dan Arnavutluk'a uzanacak bağımsız bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Bosna-Hersek'e iç işlerinde bağımsızlık verilecek, Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek, Kars, Ardahan, Batum ve Doğubeyazıt Rusya'ya verilecek, Teselya Yunanistan'a bırakılacak, Girit ve Ermenistan'da ıslahat yapılacak, Osmanlı İmparatorluğu Rusya'ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti. Oldukça ağır şartlar içeren bu antlaşmaya, Rusya'nın aşırı derecede güçlenmesinden kaygı duyan diğer Avrupa devletleri karşı çıktılar. 13 Temmuz 1878'de Ayastefanos Antlaşması'nın yerine geçen Berlin Antlaşması imzalandı. Yeni antlaşmayla Rusya'nın toprak kazanımları geri alındıysa da, Romanya ve Karadağ'a bağımsızlık verilirken, Bulgaristan'da Almanya ve Avusturya-Macaristan himayesinde özerk bir prenslik oluşturuldu.
Bosna Hersek ve Yenipazar'ın Avusturya tarafından işgali (1878 )
Avrupalı devletlerin katılımıyla 13 Temmuz 1978'de Berlin'de bir yoplantı düzenlenmiş, toplantıya katılan Avusturya-Macaristan delegesi Kont Andrassy Osmanlı Devleti'nin egemenliği altındaki Bosna-Hersek'te asayişi sağlayamadığını ve bu durumun kendilerini rahatsız ettiğini söylemiş, bunun üzerine İngiltere delegesi Lord Salisbury Bosna-Hersek'in Avusturya tarafından işgalini önermiştir. Tekli Rusya delegesi tarafından da kabul görünce Osmanlı delegesi Alexandır Karatodori Paşa teklife şiddetle karşı çıkmış ancak Prens Bismarck kongrenin yapılmasının amacının Osmanlı'nın menfaatlerini savunmak değil, Avrupa'nın menfaatlerini korumak olduğunu söylemiştir. Aynı toplantının ardından Avusturya-Macaristan'in Bosna işgaline izin verilmiş, Yenipazar Osmanlı'ya bırakılmıştır. Bu kararın ardından Osmanlı birebir Avusturya--Macaristan ile müzakerelere girse de Avusturya-Macaristan'nı işgal kararından geri çevirememiş, 29 Temmuz'da başlayan işgal yoğun Boşnak direnişi sonrası ancak 28 Ekim 1878'de tamamlanmıştır.
Kıbrıs'ın İngiltere tarafından işgali (1878 )
19. yüzyıl Osmanlı'nın yıkılmasına ve dağılmasına yönelik içeriden ve dışarıdan yapılan yıkıcı faaliyetler ile geçmiştir. Yine bu yıkıcı faaliyetlerin en önemlilerinden biri de 93 Harbi olmuş, 1877-1878 Rus Harbi de denilen bu savaş sonucunda Rus askerlerinin İstanbul ile Yeşilköy'e kadar gelmeleri, topraklarında menfaati olan İngiltere'yi harekete geçirmiş, Akdeniz'de ekonomik menfaatleri olan İngiltere, Hindistan'a giden en kısa yol olan Süveyş Kanalı'nı ve Doğu Akdeniz'i kontrol etmek için Kıbrıs'ı ele geçirmek gerektiğine inanıyordu. Çünkü İngiltere için Kıbrıs, Atlantik Okyanusundan Hint Okyanusuna kadar uzanan bu deniz yolu üzerinde, Cebelitarık ve Malta'dan sonra Akdeniz'deki üçüncü bir iskele ve üs durumundaydı. Hindistan yolunu ekonomik, siyasî ve askerî denetim altına almak açısından Kıbrıs, İngiltere için önemli bir kaleydi.
İngiltere Kıbrıs Yüksek Komiserliği Bayrağı
İngiltere'nin Asya'daki en önemli rakibi olan Rusya İmparatorluğu'nun, 93 Harbi neticesinde imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile Osmanlı üzerinde elde ettiği haklar, iki büyük güç arasındaki dengeyi bozacak nitelikteydi. İngiltere bölgede rakibi Rusya'nın Ayastefanos Antlaşması ile elde ettiği etkinliği azaltmak üzere siyasî ve askerî girişimlerde bulunmaya başlamıştır. Bu girişimlerin sonucunda Ayastefanos Antlaşmasının tadili maksadıyla uluslararası bir kongrenin; Berlin Kongresinin toplanmasına karar verilmiş, Yeşilköy'e kadar ilerlemiş olan Rus kuvvetleri, İngiltere Hükûmeti çıkarları açısından tehdit olmuştur. Rusların Anadolu içlerine doğudan da saldırması ihtimalini gündeme getiren İngiltere; Kars, Ardahan ve Batum’u işgal eden Rusların, Anadolu'daki gayrimüslimleri ve Suriye-Irak bölgesindeki ahaliyi Osmanlı Devletine karşı kışkırtabileceğini iddia etmiş. Böyle bir durumun Osmanlı Devleti'nin sonu olacağını İngiltere Hükûmeti Osmanlı Devletine tebliğle bildirmiştir. Bu durum karşısında çözümün Türk-İngiliz ittifakı olduğunu iddia eden İngilizler, bunun karşılığında Osmanlı Hükûmetinden iki talepte bulunmuş. Buna karşılık İngilizler Osmanlı'dan iki talepte bulunmuş, ilk talebi Asya'da bulunan Hıristiyan ve sair tebaanın hâlini ıslah için Osmanlının teminat vermesini, bir ikinci talep ise İngiltere'nin Rusları işgal ettikleri yerlerden çıkarmak ve Osmanlı topraklarını tecavüzden korumak taahhüdünü yerine getirebilmesi amacıyla İngiltere'ye, Suriye veya Anadolu sahillerine yakın bir yerin verilmesidir.
1878'de Kıbrıs'a İngiliz bayrağının çekilmesi
Kıbrıs'ın Osmanlı Devletine ait olacağını, vermekte olduğu vergiyi Osmanlı Hazinesine ödemeye devam edeceği, sadece askerî ve stratejik mülahazalarla İngiltere tarafından kullanılacağı o dönem İngiltere'nin Osmanlı Hükûmetine verdiği tebliğde belirtmiştir. Rusların işgal ettikleri yerlerden çekildikleri vakit İngiltere'nin de Kıbrıs'tan çekileceği taahhüt edilmiştir. Tebliği Padişah II. Abdülhamid'e ileten İngiliz elçisi dönemin Hariciye Nazırı'nın itirazı üzerine, "Eğer Osmanlı Hükûmeti bu antlaşmayı kabul etmezse kongrede (Berlin Kongresi) barış şartlarını değiştirmeye İngiliz murahhısları çalışmayacak ve İngiliz Devleti donanması kuvvetiyle cebren Kıbrıs'ı işgal edecektir" diyerek açık bir tehditte bulunmuş, bu durum üzerine Padişah II. Abdülhamit, "Hukuku şahaneme asla halel gelmemek şartı ile muahedenameyi tasdik ederim" notunu metne yazarak, muahedeyi tasdik etmiştir. Bu durum tahlil edilirken, Rus kuvvetlerinin Yeşilköy'e kadar geldikleri ve ani bir baskınla İstanbul'un tamamını ele geçirebilme ihtimalleri göz ardı edilemeyeceği düşünülmüştür. Ancak durum Osmanlı Devleti'nin I.Dünya Savaşı'na girmesiyle değişti. Savaşın başlamasını müteakip 5 Kasım 1914 günü, İngiltere Bakanlar Kurulu hem Osmanlı Devletine resmen savaş ilânı hem de Kıbrıs'ı ilhak kararı almıştır.
Kabine toplantısında alınan kararda Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında başlayan savaş nedeniyle 1878 Berlin Antlaşması'nın geçerliliği kalmadığı belirtilmiş ve "Yukarıda belirtilen tarihten itibaren Kıbrıs adası ilhak edilecek ve Majestelerinin mülkünün bir parçası haline gelecektir. Bu kararnâme, 1914 Kabinesinin Kıbrıs'ı ilhak kararı adını taşıyacaktır." denilmiştir. Bu karar tek taraflı idi, 1878 Berlin Antlaşması'na ve uluslararası hukuka aykırı, yasa dışı bir karardı. 1914 ilhakı ile beliren bu yeni durum karşısında İngiliz uyruğu (tebaası) olmak istemeyen bir kısım Türk, Kıbrıs'tan ayrılarak "ana vatan" Türkiye'ye göç etmiştir. Böylece 1878'de başlayan nüfus dengesindeki bozulma 1914'te daha büyük göçlerle devam etmiştir.
Tunus'un Fransa tarafından işgali (1881)
Borçların ödenemez hale gelmesi ve Borçlar İdaresi'nin (Düyun-u Umumiye) kurulması (1881)
Yunanistan'ın Teselya'yı ilhakı (1881)
Mısır'ın İngiltere tarafından işgali (1882)
Somali'nin İngiltere tarafından işgali (1884)
Habeş Eyaletinin İtalya tarafından işgali (1885)
Şarki Rumeli'nin Bulgaristan tarafından ilhakı (1885)
Makedonya'da tedhiş hareketleri
Ermeni isyanları (1891-1895)
Berlin Antlaşması, Doğu Anadolu'daki Ermenilerin Rus himayesine yönelmelerine engel olmak amacıyla, Osmanlı İmparatorluğu'ndan bu bölgedeki Ermenilerin durumunu düzeltmeye yönelik bir dizi reform yapmasını talep etti. Abdülhamid yönetiminin bu reformları ertelemesi ve bölgedeki Kürt aşiretlerini muhtemel bir Ermeni isyanına karşı silahlandırma yoluna gitmesi üzerine Ermeniler arasında devrimci ve milliyetçi örgütler güç kazandı. 1887'de Maraş'a bağlı Zeytun'da, 1891'de ise Siirt'e yakın Sason'da Ermeni devrimci örgütlerince desteklenen direniş hareketleri başlatıldı. 1895'te bu olayların ülke çapında bir ihtilale dönüşmesi olasılığının doğması ve İstanbul'da Ermeni örgütlerinin Kumkapı'da Batı kamuoyunu etkilemeye yönelik bir ayaklanma düzenlemesi üzerine Kâmil Paşa hükümeti tarafından Anadolu'da Ermeni topluluklarına yönelik sert bastırma tedbirleri alındı. IV. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa, Ermeni isyanını bastırmakla görevlendirildi. Doğuda Kürt aşiret reisleri Hamidiye Alayları adı altında düzensiz milis birliklerinde örgütlendi. 1895 yazında tüm Anadolu taşrasında gerçekleşen kanlı olaylar Batı kamuoyunda genellikle Hamidiye katliamları olarak adlandırıldı ve liberal Avrupa basınında Abdülhamid aleyhine şiddetli bir kampanya başlatılmasına sebep oldu.[kaynak belirtilmeli]
Yunanistan ile savaş (1897)
Girit'e özerklik verilmesi (1898 )
Kuveyt'in özerklik kazanması (1899)
Suudi Arabistan'ın kurulması (1902)
Yemen İsyanı (1905)
İkinci Meşrutiyet (1908 )
Bulgaristan'ın bağımsızlığını ilan etmesi (1908 )
Avusturya'nın Bosna-Hersek'i ilhak etmesi (1908 )
1908'de Bosna-Hersek'in Avusturya-Macaristan tarafından ilhak edilmesiyle patlak veren I. Dünya Savaşı'na kadar giden süreçte II. Meşrutiyet nedeniyle Osmanlı yönetimi etkisiz kalmış, Avusturya'nın Bosna-Hersek'i ilhak ettiği gün, karışıklıktan yararlanan Bulgaristan tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etti. Osmanlı Devleti ise, hukuken olmasa bile fillen bu oldu bittiği kabullenmek zorunda kaldı.
Girit'in Yunanistan'a katılma kararı (1908 )
Girit'in Yunanistan'a katılma kararı (1908 )
Tedbirler
II. Abdülhamid devrinde Osmanlı Devleti'nin sınırları
II. Abdülhamid Meclis'i kapatarak yönetimi kendi eline aldıktan sonra Osmanlı tarihinde ilk defa geniş kapsamlı bir polis ve istihbarat örgütü kurdu. 1880 yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurdu[9]. Çok sayıda hafiyeden oluşan bu örgütün amacı Abdülhamid'in siyasi rakipleri hakkında bilgi toplamak ve Abdülhamid'e karşı hazırlanan darbe veya ayaklanma girişimlerini önlemekti. Hafiyeler sadece kendi başlarına bilgi toplamakla kalmıyor, halk arasında çok sayıda kişiye maaş bağlayarak geniş bir istihbarat ağı oluşturuyorlardı. Jurnalci adı verilen bu kişiler Abdülhamid yönetimine karşı olabilecek faaliyetleri bildiriyorlar, böylece her türlü hareketin önü önceden kesilmiş oluyordu.[10]
Abdülhamid'in dönemi bazı uzmanlarca Osmanlı Devleti'nin ömrünü 30-40 yıl daha uzatmış olduğu ileri sürülmüştür:
Düvel-i Muazzama'nın bu meclisin açılmasını demokrasi ve insan hakları için değil, kendi adamları olan milletvekilleri eliyle iç idareye daha rahat karışabilmek için istediği öne sürülmüştür.[kaynak belirtilmeli]
İcrayı baskı altında tutan bir meclis vardı.[kaynak belirtilmeli]
Azınlık milletvekilleri, her bir grup arkasına bir Avrupa Devletini alarak, üyesi olduğu bağımsız devletler kararı çıkarmak için uğraşmaktaydılar. Girit, Teselya ve Yanya'nın Yunanistan'a bırakılması gerektiğini ifade eden vekiller çıkmıştır.[kaynak belirtilmeli]
II. Abdülhamid, 13 Şubat 1878'de Meclisi tatil etti. Durumdan rahatsız olan İngiltere, V. Murat'ı Padişah, Mithat Paşa'yı sadrazam başbakan yapmak için Genç Osmanlılardan Ali Suavi'yi tahrik ederek tarihe Çırağan Baskını olarak geçen başarısız darbeyi yaşattı. 23 ihtilalcinin ölümü ile sonuçlanan bu sonuçsuz darbe, II. Abdülhamid'in hafiye denilen gizli teşkilatını kurarak daha sıkı idareyi ele almasına mecbur etti
İkinci Meşrutiyet
II. Abdülhamid
Abdülhamid’in örfi yönetimine karşı muhalefet de giderek güçlendi. 1889'da İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. 1908'de İttihat ve Terakki yanlısı bazı subaylar Manastır ve Selanik kentlerinde ayaklandılar. Bu baskıların üzerine, Abdülhamid 24 Temmuz 1908'de anayasayı yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı ve II. Meşrutiyet ilan edildi. Yapılan seçimlerle oluşturulan yeni meclis 17 Aralık 1908'de açıldı. Ancak artan huzursuzluklar ve İttihat ve Terakki karşıtlarının baskıları sonucunda, 13 Nisan 1909'da İstanbul’da ayaklanma çıktı. Rumi takvimle 31 Mart günü patlak verdiği için bu ayaklanma 31 Mart Olayı olarak bilinir. Selanik'te kurulan Hareket Ordusu 23-24 Nisan gecesi İstanbul'a girerek ayaklanmayı bastırdı.
İkinci Meşrutiyet dönemi ağırlıklı olarak İttihat ve Terakki hükumetlerinin yönetiminde geçti. Devlet yönetiminde İttihat önderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa etkili oldular. Bu dönemde Osmanlı Devleti, Trablusgarp, I. ve II. Balkan Savaşları ve I. Dünya savaşlarına girdi. I. Dünya Savaşı'nın hemen ardından VI. Mehmet, İtilaf Devletleri’nin baskısıyla 21 Aralık 1918'de parlamentoyu kapattı.
31 Mart Ayaklanması ve Tahttan İndirilişi
Ana madde: 31 Mart Ayaklanması
12 Nisan'ı 13 Nisan'a bağlayan gece, Taksim Kışlası'ndaki Avcı Taburu'na bağlı askerler subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan'ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. Hüseyin Hilmi Paşa hükumeti ayaklanmacılarla uzlaşma yolunu seçti ve hükumet üyeleri tek tek istifa etti.
Ayaklanma Heyet-i Mebusan üzerinde de etkili oldu. O gün İttihat ve Terakki üyesi mebuslar, can güvenlikleri olmadığı için meclise gitmediler. Bazıları İstanbul'dan uzaklaşırken, bazıları da kent içinde gizlendi. Bu arada ayaklanmacılar İttihatçı subaylarla mebusları buldukları yerde öldürüyorlardı. Hükümetin ve meclisin etkisiz kalmasıyla, II. Abdülhamid yeniden duruma egemen oldu. Ayaklanmayı başlatan muhalefet ise, herhangi bir programdan yoksun olduğundan önderliği elde edemedi.
İttihat ve Terakki asıl güç merkezi olan Selanik'teki 3. Ordu'yu harekete geçirdi. Böylece ayaklanmayı bastırmak üzere Hareket Ordusu kuruldu.Ayaklanmacılar 23 Nisan'ı 24 Nisan'a bağlayan gece İstanbul'a girmeye başlayan Hareket Ordusu'na başarısız bir direniş çabasından sonra teslim oldular. Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan da bir gece önce Yeşilköy'de toplanarak Hareket Ordusu'nun girişiminin meşruluğunu onaylamışlardı.
Alatini Köşkü (Selanik, sürgün edilen Abdülhamid'in kaldığı köşk)
Ayaklanmanın bastırılmasından sonra sıkıyönetim ilan edildi ve ayaklanmacıların önderleri divanıharpte yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldılar. Muhalefet hareketi önemli kayıplara uğradı. Ama en önemli gelişme, Meclis-i Umumi Milli adı altında birlikte toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan'ın 27 Nisan'da II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesini, yerine V. Mehmed'in geçirilmesini kararlaştırmasıydı. Ayrıca II. Abdülhamid'in İstanbul'da kalması da sakıncalı bulunarak Selanik'te oturması uygun görüldü. Divanıharp II. Abdülhamid'i yargılamak istediyse de, yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti bunu kabul etmedi.
3 yıl Selanik'teki Alatini Köşkü'nde ev hapsinde tutulduktan sonra 1912'de İstanbul'daki Beylerbeyi Sarayı'na getirildi. 10 Şubat 1918'de İstanbul'da vefat etti. Mezarı, büyük babası için Divanyolu'nda yaptırılmış Sultan II. Mahmut Türbesi'nde bulunmaktadır.
Şahsiyeti
Şehzade Abdülhamid, 1868
Fiziksel görünümü ve kişiliği
Sultan Abdülhamid uzunca boylu, esmerce tenli, uzunca burunlu, ela gözlü, hafif kıvırcık sakallı idi. Zeka ve hafızasının güçlü olduğu, açık bir tarzda konuştuğu, kendisine anlatılanları uzun müddet sabırla dinlediği söylenen,[11] Sultan Abdülhamid oldukça dindar bir insandı. Kızı Ayşe Sultan babasının dindarlığını şöyle anlatmıştır:
“ Babam doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslümandan başka biri değildir. Beş vakit namazını kılar, Kur'ân-ı Kerîm okurdu. Daima camilere devam ettiğini, Ramazanlarda Süleymaniye Camii'nde namaz kıldığını, o zamanlar camide açılan sergilerden alışveriş ettiğini hikâye tarzında anlatırdı. Babam herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın husus'i bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedi okunurdu. Babamın bir sözü vardı: "Din ve fen" derdi. "Bu ikisine de itikat etmek caiz" olduğunu söylerdi.[12] ”
Günde muntazam 15-16 saat çalıştığı söylenmektedir. Çalışma saatleri dışında hobi olarak marangozlukla uğraştı. Gençliğinde binicilik, yüzme, atıcılık, güreş gibi sporlar yaptı. Tiyatro ve operaya ilgi duyardı. Yıldız Sarayı'nda yaptırdığı tiyatroda çeşitli oyun ve operaları hususi olarak getirtir ve ailesiyle birlikte seyrederdi.
Kitap koleksiyonu
II. Abdülhamid (1908 )
Abdülhamid matbaa ve yayın işlerine çok meraklıydı. Modern matbaa makinelerini Türkiye'ye getirtip kaliteli divan eserleri bastırdı. Mesela Cem Sultan Divanı'nı bastırıp bazı nüshalarını İngiltere'ye, Almanya'ya ve Amerika'ya gönderten Sultan Abdülhamid dedektif romanlarına ve seyahatnamelere çok meraklı bir padişahtı. Abdülhamid'in iki ile beş bin adet arasında olduğu rivayet edilen bir polisiye roman koleksiyonu vardı ve bunların birçoğu Yıldız yağması sırasında ortadan kayboldu. Sherlock Holmes'un bütün maceralarını eksiksiz olarak Osmanlıcaya tercüme ettirmişti.[13]
Sultan Abdülhamid Yıldız Sarayı'nda çok büyük bir kütüphane kurdurtmuştu. Bu kütüphane 4 bölümden oluşmaktaydı.Bunlar arasında; t-yabancı dillerde Türkiye ile ilgili yazılmış eserler: bunların içerisinde elyazması pek çok kitap vardır. Bunlar özel olarak tercüme ettirilerek telif hakkı ödenmiş kitaplardır. Dolayısıyla bunları basmak ve dağıtmak yasaktı ve tek nüshadırlar. Gazeteler: kütüphane, Avrupa'da çıkan bütün önemli gazetelere aboneydi. Dolayısıyla son derece zengin bir süreli yayın koleksiyonu mevcuttu. roman ve hikayeler: 6 bin kadar kitap özel olarak saray için çevrilmişti. Bu romanlar haremde de okunur ve elden ele gezer, sonra kütüphaneye teslim edilirdi. Mesela Carmen Silva'nın bütün eserleri mevcuttu. Kütüphanenin bir de Arapça ve Farsça eserleri içeren kısmı vardı ama bu kısım diğerlerine nazaran fakirdi. Coğrafya ve seyahatnameler: Yıldız Sarayı'na kapanmış bir hayat süren Abdülhamid'in dünyayı bu eserler sayesinde tanıdığı ve takip ettiği söylenir.
Hamidiye katliamları nedeniyle II. Abdülhamid'in "Kızıl Sultan" olarak tanımlandığı Le Rire dergisinin kapağı.[14]
Hakkındaki görüşler
II. Abdülhamid'i "Ermeni Kasabı" olarak niteleyen bir Fransız karikatürü.
Özellikle Ermeni isyanını bastırırken kullandığı tedbirler nedeniyle batılı tarihçiler ve muhalifleri tarafından "kızıl sultan" diye anılmıştır.[15] Öte yandan, taraftarları onu "ulu hakan" gibi yüceltici lakaplarla anarlar. Abdülhamid, baskıcı rejimi, azınlıklara karşı uyguladığı sert siyaset ve muhafazakârlığı nedeniyle, günümüzde hâlâ onu destekleyen genellikle sağ siyasi çevreler ile eleştiren sol çevreler arasında bir tartışma odağı olmaya devam etmektedir.
Önceleri İttihat ve Terakki Fırkası içinde Sultan Abdülhamid'e karşı olan Filozof Rıza Tevfik ve Süleyman Nazif sonradan duymuş oldukları pişmanlıklarını şiirleri ile dile getirmişlerdir.
Ahmet Rıza Bey'den Talat Paşa ve Eyüp Sabri Akgöl'e:Ayıp, ayıp. Bu adam 32 sene Hakan ve Halife idi. Sultan Hamid için şu söylenen, yazılan, çizilenlerin büyük kısmının yalan ve iftira olduğunu bildiğimiz halde, nasıl tahammül edip imkân veriyoruz? Bu iftira selinin yarınki muhatapları da bizler olacağız.
Kızıl Sultan iddiası, Albert Vandal adlı bir Fransız yazar tarafından ortaya atılmıştı. Atılış sebebi, Abdülhamid'in Ermeni isyanlarını bastırtmış olmasıdır. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa kamuoyunda Abdülhamid'in kan dökücü bir padişah olduğu propagandası başlatıldı.[16]
Padişahım gelmemişken yâda biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz
–Süleyman Nazif
"Abdülhamid'in idare tarzı azami müsamahadır."
–Mustafa Kemal Atatürk[17]
"Dünyâda 100 gram akıl varsa, bunun 90 gramı Abdülhamîd Han'da, 5 gramı bende, kalan 5 gramı da diğer dünyâ siyâsîlerindedir"
–Alman Milli Birliğinin kurulmasını gerçekleştiren meşhur Alman devlet adamı, 'Prens Bismarck[18]
Projeleri
Gerçekleştirdiği projeler
Ordu'nun Modernleştirilmesi ve Donanmanın Durumu:
1879'da Osmanlı İmparatorluğu'nun hezimetiyle sonuçlanan 93 Harbi'nden sonra, Sultan II. Abdülhamid Rus Yayılmacılığı'na karşı Osmanlı Ordusu'nun modernleşmesi gerektiğine karar verdi ve bu yayılmacılıktan etkilenen diğer ülke olan Almanya ile işbirliğine karar verdi. Aralarında sonradan Müşir rütbesi verilecek olan Baron Von der Goltz komutasında bir Alman askeri heyeti İstanbul'a geldi. Von der Goltz, askeri okullarda köklü reformlar gerçekleştirip genç subayların yetiştirilmesi için önkoşulları oluşturdu. Ancak bununla birlikte Von der Goltz, Türk generallerinin günümüze kadar dayanan, herkesten daha modern yöntemlerle eğitilmiş olma ve en yeni askeri teknolojileri takip etme bilincinin temel taşını oluşturdu. Mamafih, Prusya geleneğinin bir diğer temeli olan askerlerin sivil siyasete karışmama prensibini aşılamakta başarılı olamadığı Bâb-ı Âli Baskını ile ortaya çıktı.
II. Abdülhamid devri demiryolları
II. Abdülhamid döneminde, borçların artmaması, genel durum vb. (ki gemiler hep borçlarla alınıyordu.) sebepler yüzünden Osmanlı donanmasının gücü azaldı. Osmanlı Donanması Haliç Tersanesi'nde kalmıştır. Bu dönemde dünyada ilk kez Osmanlı tarafından denenen Abdülhamid ve Abdülmecid zırhlı denizaltıları denemelerde başarılı olmuştur. Ayrıca, ilk deniz müzesi de bu dönemde açıldı. (1897)[19] Ancak, çeşitli sebeplerden dolayı Osmanlı Devleti denizaltı yarışına I. Dünya Savaşı'nda elinde tek denizaltı bile olmadan devam etmiştir. En uzun süre Bahriye Nazırlığı yapan Hasan Hüsnü Paşa döneme damga vurmuştur.[20]
Ordunun von der Goltz tarafından yeniden yapılandırılmasıyla birlikte Osmanlılar, Krupp ve Mauser gibi Alman şirketlerine ilk kapsamlı silah siparişlerini verdiler. Von der Goltz, Almanya'nın ve Osmanlı Devleti'nin Doğu'daki nüfuzunu garantilemek için Bağdat tren yolunun inşa edilmesini de destekledi. Bu fikir, yeni pazarlar bulmak için tren yollarının yapılmasını destekleyen Alman ekonomisinin çıkarlarıyla da örtüşüyordu. 1888 yılında Sultan II. Abdülhamid, Bağdat tren hattı inşası lisansını, Alman Bankası Deutsche Bank tarafından yönetilen bir Alman konsorsiyumuna verdi.
Osmanlı Ordusunun modern silahlar kullanmaya başlaması, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda hemen semeresini gösterdi. Osmanlı Ordularının Atina'yı tekrar ele geçirmelerine ancak Rus Çarı II. Nikolay'ın Sultan II. Abdülhamid'e haber göndererek, eğer derhal ateşkes sağlanmazsa Rus Ordularının Erzurum'a hücum edeceğini bildirmesi engel oldu.
Eğitim
İlk kız okulları II. Abdülhamid zamanında açılmıştır. Nitekim bilgili bir kişi olan Abdüllatif Suphi Paşa'nın ilk defa bir kız sanat okulu açma teşebbüsünde tereddüt geçirmesi ve titizlenmesi üzerine Abdülhamid, Sen mektebi aç, ben arkandayım, diyerek açıktan destek vermiş ve çevresini, daima kızların okuması için ilk adımları atmaya teşvik etmiştir.
Osmanlı tarihinin en canlı eğitim hamlesi, Abdülhamid dönemine rastlar. Tahta geçtiği yıl 250 olan rüştiye sayısı 1909'da 900'e, 6 olan idadi sayısı 109'a çıkmıştır. 1877'de İstanbul'da sadece 200 tane modern ilkokul varken 1905'te 9 bine çıkmıştı.[21]
Abdülhamid döneminde yapılan Haydarpaşa Garı.
Ulaşım
Abdülhamid dönemimde yapılan Şam (Dimeşk) Garı.
Büyük ölçüde gerçekleşen projelerden birisi Hicaz Demiryolu'dur. Bu proje Almanların finanse edip Haydarpaşa-Ankara arasında gerçekleştirdikleri Bağdat Demiryolu'nun aksine, finansmanıyla, inşaatıyla, tasarımıyla, İslam aleminden toplanan bağışlarla tamamen yerli bir girişimin eseridir. Sirkeci ve Haydarpaşa garları Abdülhamid'in yaptırdığı önemli binalardır. Haydarpaşa Garı'nın yapımına 30 Mayıs 1906'da başlanmıştır.
Abdülhamid döneminde yapılan Sirkeci Garı.
II. Abdülhamid zamanında bütün Anadolu'yu baştan başa dolaşacak bir karayolu ağının (şose şebekesinin) projelendirilip tatbikata geçirildiği çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. 1869 yılında getirilen bir sistemle halkın kara yollarının yapımına katılması sağlanmıştı. Buna göre 16-60 yaş arası erkek nüfus ile her hanenin sahip olduğu yük ve araba hayvanları senede 4 gün yol inşaatında çalışacaktı. Bu sayede inşaatın hızla bitirilmesi sağlanmıştır. Gümüşhane-Bayburt-Erzurum-Doğubeyazıt-İran kara yolu (1879) haricinde 12 bin kilometrelik bir güzergâha sahip Samsun-Bağdat şosesi 1895 yılına kadar tamamlanmıştı. Açılan yollar Samsun'a göçü başlatmış ve bu şehrin önemli ölçüde büyümesi Abdülhamid döneminde olmuştur.[22] Bursa için de durum böyledir. Hem şehir içi, hem de şehirler arası yollarla Bursa, yeniden bölgenin önemli bir karayolu kavşağı haline gelmiştir.
İletişim
İlk olarak 1877'de Posta Telgraf Teşkilatı konuya daha etkenlik kazandırmak amacı ile aynı isimle bakanlık haline getirildi. Ayrıca 27 Haziran 1900'de Posta Telgraf Teşkilatında ilk defa bir "havale kalemi" devreye sokulmuş, 30 Mayıs 1901'de Şehir Postaları kurulmuş, 30 Ağustos 1901'de ise postaların yerine daha hızlı ulaşabilmesi için demiryolları (o zamanki adı Şark Şimendiferleri) şirketiyle özel bir anlaşma yapılmıştır. Telefon ise Avrupa'da kullanılmaya başlandığı tarihten (1876) sadece 5 yıl sonra, yani 1881'de İstanbul'a getirilmiş ve sınırlı da olsa istifadeye sunulmuştur. Telgraf hatları döşenmesine onun zamanında hız verilmiş, hatta bu hatların her birinde meteorolojik gözlemler yapılması için talimat verilmiştir. Böylece telgraf hatlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, hatların ulaştığı noktalardaki hava durumunun merkeze bildirilmesi imkân dahiline girmekte, böylece bu çabalar çağdaş 'hava durumu' raporlarımızın başlangıcını oluşturmaktadır.[23]
Sağlık
1899 yılında, halen faaliyette olan Şişli Etfal Hastanesi'ni kurdu.
Sosyal yardımlaşma
25 Mart 1906 tarihli fermanıyla Okmeydanı'ndaki Darülaceze'yi kurdurmuştur.
Gerçekleştiremediği projeleri
II. Abdülhamid 20. yüzyılın başlarında İstanbul'da Haliç'e, dahası Boğaziçi'ne birer köprü yaptırmayı düşündü, bunun için projeler hazırlattı. Ferdinand Arnodin (1845-1924) adlı Fransız mimarın 1900 tarihinde bir, Boğaziçi Demiryolu Kumpanyası'nın iki Boğaz köprüsü projesi, gerçekleştirilememiş olsa da, en azından belgeleri, çizimleri, resimleri bulunmaktadır.[24][25]
Gerçekleşemeyen ama projesi çizdirilen, fizibilitesi çıkartılan ve ihalesi yapılarak inşasına başlanan projelerden birisi de Yemen Demiryolu'dur. Raporu 1898'de o zamanlar Yemen Valisi olan (sonradan Sadrazam olan) Hüseyin Hilmi Paşa vermiş ve 1913 yılında inşasına başlanmıştır. Ancak İtalyan kuvvetlerinin Yemen'deki Cibana limanını topa tutmasıyla çalışmalar durmuş ve proje iptal edilmiştir.[26]
Döneminde yapılan mimari eserler
Kültür, sanat ve mimari gibi konulara önem veren bir padişah olan Abdülhamid döneminde, özellikle yabancı mimarların faaliyetleri göze çarpar. II. Abdülhamid'in padişahlığı döneminde yerli ve yabancı mimarların yaptıkları mimari çalışmalardan bazıları şunlardı;
II. Abdülhamid Döneminde Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Gelişmeler
[gizle]
Gelişmeler Tarih
Mülkiye(Siyasal Bilgiler), Fakülte düzeyine getirilerek açıldı
Memurlara sicil tutulmaya başlandı
Eski Eserler Müzesi açıldı
Hukuk Fakültesi açıldı
Muhasebat Divanı(Sayıştay) kuruldu
Güzel Sanatlar Fakültesi açıldı
Ticaret Fakültesi açıldı
Yüksek Mühendislik Fakültesi açıldı
Dârülmuallimât(Kız Öğretmen Okulu) açıldı
Terkos Suyu hizmete girdi
Bütün yurtta İdadiler (Lise) açılmaya başlandı
Ziraat Bankası kuruldu
Bursa'da İpekhane açıldı
Halkalı Ziraat ve Veterinerlik Fakülteleri açıldı
Bursa Demiryolu hizmete girdi
Aşiret Okulu açıldı
Bütün yurtta Rüşdiyeler (Ortaokul) açılmaya başlandı
Kudüs Demiryolu hizmete girdi
Ankara Demiryolu hizmete girdi
Kağıt Fabrikası kuruldu
Kadıköy Gazhanesi kuruldu
Beyrut'ta liman ve rıhtım inşa edildi
Osmanlı Sigorta Şirketi kuruldu
Kadıköy Su Tesisatı hizmete girdi
Selanik-Manastır Demiryolu hizmete girdi
Şam Demiryolu hizmete girdi
Eskişehir-Kütahya Demiryolu hizmete girdi
Galata Rıhtımı inşa edildi
Beyrut Demiryolu hizmete girdi
Darülaceze(Kimsesizler yurdu) hizmete girdi
Mum Fabrikası kuruldu
Afyon-Konya Demiryolu hizmete girdi
Sakız Adası'nda Liman ve Rıhtım inşa edildi
İstanbul-Selanik Demiryolu hizmete girdi
Tuna Nehri'nde Demirkapı Kanalı açıldı
Şam-Halep Demiryolu hizmete girdi
Şişli Etfal Hastanesi hizmete girdi
Hicaz Telgraf hattı kuruldu
Hama Demiryolu hizmete girdi
Basra-Hindistan Telgraf hattı Beyoğlu'na bağlandı
Hamidiye Suyu hizmete girdi
Selanik'te Liman ve Rıhtım inşa edildi
Haydarpaşa Liman ve Rıhtımı inşa edildi
Maden Fakültesi açıldı
Şam Tıp Fakültesi açıldı
Haydarpaşa Askeri Tıp Fakültesi açıldı
Trablus-Bingazi Telgraf hattı kuruldu
Konya Ereğlisi'nde demiryolu hizmete girdi
Trablus Telsiz İstasyonu kuruldu
Bütün yurtta Telsiz İstasyonları kuruldu
Medine Telgraf Hattı kuruldu
Şam'da Elektrikli tramvay hizmete girdi
Hicaz Demiryolu hizmete girdi. 27 Ağustos'ta İstanbul'dan kalkan tren, 3 gün sonra Medine'ye ulaştı
1876
1879
1879
Popüler kültürdeki yeri
II. Abdülhamid adına yaptırılmış Kahramanmaraş Abdülhamid Han Cami
Necip Fazıl'ın Ulu Hakan II. Abdülhamid Han adlı bir eseri bulunmaktadır.
Okay Tiryakioğlu'nun Abdülhamid adlı bir eseri bulunmaktadır.
Gazi Kadın/Nene Hatun (1973) filminde Ali Poyrazoğlu tarafından canlandırıldı.[27]
Ferzan Özpetek'in yönettiği, 1999 yapımı Harem Suare filmi II. Abdülhamid'in son dönemlerini anlatmaktadır. Sultanı Haluk Bilginer oynamıştır.[28]
Abdülhamid Düşerken (2002) filminde Çetin Öner tarafından canlandırıldı.[29]
II. Abdülhamid'in Sultan Hasan olarak geçtiği ve Ömer Şerif tarafından canlandırıldığı 1986 tarihli bir televizyon yapımı bulunmaktadır.
atv'de yayınlanan Elveda Rumeli isimli TV dizisinde Tuna Orhan tarafından canlandırılmıştır.
TRT yapımı 7 bölümden oluşan II. Abdülhamid belgeseli vardır. Abdülhamid'in tahta çıkışından, tahttan indrilmesine ve ölümüne kadar geçen süredeki sosyal ve siyasi gelişmeleri anlatmaktadır. Yapımcılığını Abdurrahman Demirel, yönetmenliğini Salih Özderya üstlenmiştir. https://www.trt.net.tr/trtsales/pdf/ottomans.pdf
Mustafa Armağan'ın Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı adlı iki ciltlik bir eseri bulunmaktadır.
TRT'de yayınlanan Çırağan Baskını adlı dizide Burç Kümbetlioğlu tarafından canlandırılmıştır.
TRT' nin yeni dizilerinden Filinta' daki padişah karakterinin esinlendiği 3 padişahtan biridir:Abdülmecid,Abdülaziz,Abdülhamid.
Ailesi
Eşleri
Kızı Ayşe Sultan'a göre, babası II. Abdülhamid'in 13 eşi olmuştur.[30] Kabul gören diğer kaynaklara göre ise, bu sayı 16'dır.[31]
Kadın Efendileri
Nazik-eda Baş Kadın Efendi
Bedr-i Felek Baş Kadın Efendi
Safi-naz Nur-efzun İkinci Kadın Efendi
Bidar İkinci Kadın Efendi
Dilpesend Üçüncü Kadın Efendi
Mezide Mestan Üçüncü Kadın Efendi
Emsal-i Nur Üçüncü Kadın Efendi
Ayşe Dest-i Zer Müşfika (Kayıhan) Dördüncü Kadın Efendi
İkballeri
Saz-kar Hanımefendi: Baş İkbal
Peyveste Hanımefendi: İkinci İkbal
Fatma Pesend Hanımefendi: Üçüncü İkbal
Behice (Maan) Hanımefendi: Dördüncü İkbal
Saliha Naciye Hanımefendi: Dördüncü İkbal
Gözdeler
Dürdane Hanım: Baş Gözde
Calibos Hanım: 2. Gözde
Nazlıyar Hanım: 3. Gözde
Erkek çocukları
Mehmet Selim Efendi, Bedr-i Felek Kadın Efendi'nin oğlu
Ahmet Nuri Efendi
Mehmed Abdülkadir Efendi
Mehmed Burhaneddin Efendi
Abdürrahim Hayri Efendi Peyveste Hanımefendi'nin oğlu
Ahmed Nureddin Efendi
Mehmet Bedrettin Efendi
Mehmet Abid Efendi, Saliha Naciye Hanımefendi'nin oğlu
Kız çocukları
Refia Sultan
Ayşe Sultan, Ayşe Dest-i Zer Müşfika (Kayıhan) Kadın Efendi'nin kızı
Şadiye Sultan
Naile Sultan
Fatma Naime Sultan
Zekiye Sultan
Ulviye Sultan
Hatice Sultan, Fatma Pesend Hanımefendi'nin kızı
Aliye Sultan (y.1900). Bebekken ölmüştür.
Cemile Sultan (y.1900). Bebekken ölmüştür.
Saliha Sultan
Söylediği Bazı Sözler
Göreceksiniz yüzbaşım; İttihatçılar Turancılık gayretiyle hem Rusya hemde İngiltere ile savaşa girse Allah göstermesin bu devletin parçalandığına şahit olacağız.
33 sene devletim ve milletim için çalıştım. Elimden geldiği kadar hizmet ettim. Hâkimim Allah, bunu muhakeme edecek ise Resulullah’tır. Bu memleketi nasıl bulduysam öyle teslim ediyorum. Hiç kimseye bir karış toprak vermedim. Hizmetimi ancak Allah’ın takdirine bırakıyorum. Ne çare ki düşmanlarım bütün hizmetime kara çarşaf örmek istediler ve muvaffak da oldular.
Filistin’i satın almak isteyen Yahudileri kapımdan kovduğum için Allah’a şükrediyorum.
Defol ey sefil!
(Yahudiler İçin Toprak Satın Almak İsteyen Emanuel Karasoya’ya Cevabı)
Biz bu sahalardan çekilelim, emin olun ki buralar daimi karışık ve iğtişaş (özü kaybettirilmek istenen) sahalar haline gelecektir.
Beni evhamlı sanıyorlardı hayır! Ben sadece gafil değildim, o kadar.
Kırk yıl şu devletlerin birbirine düşmesini bekledim. Onlar birbirlerine düştü, şimdi ben tahtta değilim.
Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor!
Düşmanın kurtuluş reçetesi öldürmek içindir. Esaretin bir çeşidi de borçlandırmadır.
Millet birbirini kırıp geçireceğine bırakın beni öldürsün.
Savaş yalnız sınırlarda olmaz. Savaş bir milletin topyekün ateşe girmesidir. Eğer bu bütünlük sağlanmamışsa zafer tesadüfi, yenilgi kaderdir.
Ben bir karış dahi olsa vatan toprağını satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim de bu toprakları ancak aldığı fiyata verir. Çünkü bu topraklar kanla alınmıştır, kanla verilir!
(Filistin’in kendilerine satılması karşılığında Osmanlı’nın bütün borçlarını tasfiye etmeyi taahhüt eden Yahudilerin önderi Theodore Herzl’a.)
Bizi yükselten dinimize karşı duyduğumuz büyük aşktır.
İcabı halinde donanmayı kaybetmemek için canımı vermeye hazırım.
Ha kendi evlatlarım, ha millet farkı yoktur.
Ben Bizans İmparatoru Konstantin’den daha az haysiyetli değilim. Biraderim hazretlerine (V. Mehmet Reşat) bağlılığımı arzediniz. İstanbul’dan çıkmam! Kendisinin de çıkmamasını atalarımızın şerefi adına istirham ederim!
(Çanakkale Savaşı sırasında her ihtimale karşı saltanatı Eskişehir’e taşımaya hazırlanan ve Abdülhamit’i İstanbul’da bırakmayıp yanında götürmek isteyen Sultan V. Mehmet Reşat’a, Başmabeyinci Tevfik Paşa aracılığıyla gönderdiği cevap.)[1]
Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen, cevizin hepsini kabuk zanneder.
Ben de bir silah alır, askerle beraber müdafaada bulunurum; ölürsem şehid olurum, ben zaten ölmüş bir adamım…
Allah bu hallere sebeb olanları kahhâr ismiyle kahretsin. Şimdi devlet ne hale geldi
Padişah, İttihatçılar için şöyle diyordu: “Devleti on sene idare edebilirlerse ‘bir asır idare edebildik’ diye sevinsinler”
Hakkında Söylenen Sözler
Bu hain herif (II.Abdülhamid), istese, bir anda her şeyi yapar; memleketi bahtiyar eder; etrafındaki alçakları dağıtır; hem memleket, millet bahtiyar olur, hem kendisi diyordum. Fakat bu adamın senelerden beri kan içmeye alışmış olduğunu ve insanın itiyadından vazgeçemeyeceğini düşündükçe, şahsına karşı fevkalade bir adavet (hissediyor) ve herhalde bunun vücudunun ortadan kalkmasının en selim bir çare olacağını düşünüyordum.[2] –Enver Paşa
Babam doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslümandan başka biri değildir. Beş vakit namazını kılar, Kur’ân-ı Kerîm okurdu. Daima camilere devam ettiğini, Ramazanlarda Süleymaniye Camii’nde namaz kıldığını, o zamanlar camide açılan sergilerden alışveriş ettiğini hikâye tarzında anlatırdı. Babam herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın husus’i bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedi okunurdu. Babamın bir sözü vardı: “Din ve fen,” derdi. “Bu ikisine de itikat etmek caiz” olduğunu söylerdi. -Ayşe Sultan
Abdülhamit’i anlamak herşeyi anlamak olacaktır! -Necip Fazıl
100 gram aklın 90 gramı Abdulhamid Han’da, 5 gramı bende, 5 gramı da diğer siyasilerdedir! -Otto von Bismarck
Sen bir anne gibi tuttun ufukları -Sezai Karakoç
Abdülhamit devrinin her yirmidört saati bin muamma ile doludur. -Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu
İlk şaşırmak ilk adımda başladı diyorum. Daire-i hususiye bu mu idi? -Halid Ziya Uşaklıgil
Çok hassasiyetli, azametli idi. Hiç şüphesiz şahsen merhametli idi. -Fethi Okyar
Bize ümmetin günahını kendinde bulmak, kendinde yenmek,kendisiyle fenaya erdirmek isteyen ruh dünyasının kahramanları lazımdır. -Nurettin Topçu
II.Abdülhamit, meziyet ve kusurları ile son imparatordu. Ondan sonra Osmanlı tahtının bir pırıltısı ve ağırlığı kalmamıştı. -Turgut Özakman (Diriliş/Çanakkale 1915’ten)
Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak, halbuki biz sussak tarih susmayacak, tarih sussa, hakikat susmayacak. -Sezai Karakoç
Dünyanın son hükümdarı, son evrensel imparator II. Abdülhamit Han’dır. -İlber Ortaylı
Sen değil naşın hükümdar olsa elyakdır bize/Dönsün etsin taht-ı Osmaniye tabutun cülus -Ahmet Rasim
Abdülhamid’in yönetim tarzı azami müsamahadır -Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Padişah Abdülhamit sayesinde Batı âlemi, bilhassa Dışişleri teşkilatları; Halifeye, İslâm âleminin Papası gözüyle bakıyorlardı. Onun bu sıfatla kullanabileceği nüfuzdan çekiniyorlar, hattâ korkuyorlardı. -Wanbery
Abdülhamit devrinin her 24 saati bin muamma ile doludur. -Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu
Abdülhamid’i kötülemek cehalettir. -Ali Rıza Alp
Sultan Abdülhamid’i tahttan indiren İttihatçılardan, Tal’at, Enver, Cemal Paşalar da dahil olmak üzere bir kısmı Abdülhamid Han’ı anlayamadıklarını itiraf etmişler ve yaptıklarından pişman olduklarını her vesileyle ifade etmişlerdir. Bunlardan, Filozof Rıza Tevfik, “Sultan Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdat” isimli şiirinde hislerini şöyle dile getirmiştir:
“Tarihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, hey koca sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyasî padişahına!”
Divane sen değil, meğer bizmişiz!
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz!
Sâde deli değil, edepsizmişiz!
Tükürdük atalar kıblegâhına”
Şöyle diyor Yahya Kemal:
“Ey şehryâr-ı â’tıfet-âsâr-ı muhterem
Ey Tâc-dâr-ı mâ’delet-efkâr-ı zu’1-kerem
Sensin, o pâdşâh-ı dil-âgâh-ı pür-himem
Kim vasf-ı Hazretin’de senin her ne söylesem
Abradır ey Halîfe-i pür-lutf-u mâ’delet”
Allahım helal etmiyorum!
Şahsımı değil, milletimi bu hale getirenlere, hakkımı helal etmiyorum!
Beni, benim için lif lif yolsalar, cımbız cımbız zerrelerimi koparsalar, sarayımı yaksalar, hanümanımı, hanedanımı söndürseler, çoluğumu gözümün önünde parçalasalar helal ederdim de Sevgili’nin (SalAllahu Aleyhi ve Sellem) yolunda yürüdüğüm için beni bu hale getiren ve milletimi ateşe atan insanlara hakkımı helal etmem!
Allahım! Mukaddes isimlerine kurban olduğum Allahım!
Ya Âdil!
Bana “Kızıl Sultan” adını takan ve devrilmem için ellerinden geleni yapan Ermenileri, şimdi beni devirenlere parçalatıyorsun!
Bu cellatları da, kim bilir, kimlere parçalatacaksın?..
Fakat yâ Rahman!..
Adaletinle tecelli edersen hepimiz kül oluruz!
Bize acı!
Resûlünün, Sevgilinin, Kainatın Efendisinin nurunu kaydeder gibi olduğu için bu hale gelen millete, rahmetinle, fazlınla, lütfunla tecelli et!
Yâ Kâdir!
Kundaktaki yavruyu gagasına almış, kaçıran leş kuşunu düşürüp çocuğu kurtarmak ancak senin kudretine sığabilir. Leş kuşlarının gagasında kundak çocuğuna dönen milletimi kurtar Allahım!
Ya Ma’bud !..
Ömrümde tek vakit farz namazı kaçırdığımı hatırlamıyorum!
Ama tek vakit namazım olduğunu iddiaya da nefsimde kuvvet bulamıyorum!..
Huzurunda eğileceğime kaskatı kalıyorum ve duada ruh teslim edeceğime yatağımda kıvranıyorum! Sana kulluk gösteremeyen bu kulunu affet Allahım!Eğer, yılları tesbih dizisince süren hükümdarlığımda Seni bir kere anabildim, Resûlüne bir an bağlanabildimse, duamı, o bir kere ve bir an yüzü suyu hürmetine kabul et!
Yâ Sübhan!
Şu titrek elleri, Kıyamet gününde sana “Ümmetim, ümmetim!” diye yalvaracak olan Habibinin eteğinde, şimdi “Milletim, milletim!”diye dilenen bu ihtiyarın duasını geri çevirme! Milletimi evvelâ “Ba’sü ba’de’l-mevtsiz” bir ölümle yok etmeye götüren sahte kurtarıcılar ve sahte kurtuluşlardan kurtar; ve ona bir gün gelecek kurtarıcıları, gerçek kurtuluşu nasib eyle!..
Benim artık bu dünya gözüyle görebileceğim hiçbir saadet ümidim kalmadı.
Bari felâketi olsun bana daha fazla gösterme Allahım!
Ayakta duramaz, haldeyim!
Vadem ne gün dolacak Allahım?..
Kaynakça
Ottoman flag alternative 2.svg Osmanlı İmparatorluğu portali
^ Makedonya'dan Ortaasya'ya ENVER PAŞA 1908-1914 cilt:2, Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Kitabevi, 9.b., Mart 2005, ISBN 975-14-0396-0, s:80. Not: Hicri takvime göre 16 Şaban 1258 doğumlu olduğu belirtilmektedir.
^ Yüzüncü yılında II. meşrutiyet, Asım Öz, Pınar Yayınları, 2008, ISBN 975-35-2115-4
^ Palmer, Alan (1993). Bir Çöküşün Yeni Tarihi. İstanbul: Sabah Kitapları. s. sf. 159-160. ISBN 975-7339-00-8.
^ Karal, Enver Ziya. Osmanlı Tarihi. s. c. VII s.366.
^ "Kanun-i Esasi". 24 Ekim 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi.
^ Bulgarian Horrors and the Question of the East, W.E. Gladstone, 1876, s.61-62.(Orijinal metnin pdf versiyonu)
^ Osmanlı Devleti'nde Dış Borç ve Borçlanma
^ Bahdıroğlu, Yavuz. "II. Abdülhamit" (Türkçe). Resimli Osmanlı Tarihi yıl = 2009. Nesil Yayıncılık. s. 470, 471. ISBN 978-975-269-299-2.
^ "Darbeler ve sıkıyönetimler gizli servisi de vurdu". 10 Ağustos 2007. 22 Kasım 2008 tarihinde kaynağından arşivlendi.
^ Tektaş, Nazım (2006). "II. Abdülhamit" (Türkçe). Saraydan Sürgüne Osmanlı Tarihi. Çatı Yayıncılık. s. 588-626.
^ Belgesel Yayımcı: kultur.gov.tr]
^ Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid (Hatıralarım), 3. baskı, Ankara 1986, Selçuk Yayınları, s. 24-25.
^ "II. Abdülhamid'in çevirttiği polisiye romanlar", Müteferrika, Sayı: 28, Kış 2005-2, s. 25-34.
^ II. Abdülhamid'in "Kızıl Sultan" olarak tanımlandığı Le Rire dergisinin kapağı, The Red Sultan, “Le Rire”, Sayı:134, Paris, 29 Mayıs 1897.
^ Roy, Gilles; Abdul-Hamid, le sultan rouge; 1936
^ Armağan, Mustafa. "Abdülhamid hakkında yanlış bildiğimiz 10 şey". .zaman.com.tr. 1 Ocak 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2010-04-29.
^ Mustafa Armağan, Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı (5 Nisan 2007). "Atatürk'e Göre II.Abdülhamid Han". delinetciler.org. 25 Mayıs 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi.
^ Bedrettin Keleştimur (14 Aralık 2009). "Prens Bismark Diyor Ki!" (Türkçe). günışığı. Erişim tarihi: 31 Ekim 2011.
^ "Deniz Müzesi". Hayat Tarih Mecmuası: 42-49. 1966.
^ Vakkasoğlu, Vehbi (1999) (Türkçe). Osmanlı İnsanı. Nesil Yayıncılık. s. 114.
^ Armağan, Mustafa. "Abdülhamid hakkında yanlış bildiğimiz 10 şey". .mustafaarmagan.com.tr. 20 Aralık 2009 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2010-04-29.
^ Talay, age, s. 304 vd
^ Talay, age, s. 410.
^ Hayrı Mutluçağ, "Boğaziçi köprüsünün yapılması yolunda ilk çabalar". Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 4, Ocak 1968, s. 32-33 (3 adet resim ve çizim, 3 adet de belge mevcut).
^ Aydın Ta-lay, Eserleri ve Hizmetleriyle Sultan Abdülhamid, İstanbul 1991, Risale Yayınları, s. 309.
^ Ufuk Gülsoy, "Yemen Demiryolu projesi", Tarih ve Medeniyet, Sayı: 41, Ağustos 1997, s. 44-49.
^ Gazi Kadın/Nene Hatun Başrollerinde Türkan Şoray ve Kadir İnanır'ın oynadığı filmin konusu 93 harbinde geçen bir aşk ve kahramanlık öyküsü
^ Harem Suare, Sinema.com
^ Abdulhamit Düşerken, Sinema.com
^ Osmanoğlu, Ayşe, Babam Sultan Abdülhamid, Selis Yayınları, s.278.
^ Osmanlı padişahlarının eşleri, Sabah.com.tr
Necip Fazıl Kısakürek
(Ulu Hakan II.Abdülhamid Han)
Etiketler : Sultan, II Abdülhamit Han, Kimdir ,Osmanli,padişah,Osmanlı,I. Meşrutiyet,
Fransız Hekimi Rene Theophile Hyacinthe Laennec Kimdir?
René-Théophile-Hyacinthe Laennec (17 Şubat 1781 - 13 Ağustos 1826), Fransız hekim, steteskopun muciti.
Rene Laennec, 1816 yılının bir günü Paris sokaklarında dolaşırken iki çocuk görmüştür. Çocuklardan biri tahta bir sopanın ucuna kulağını dayamış, diğer çocuğunda tahtanın diğer ucuna iğneyle vurduğunu görmüştür. Daha sonra Laennec, kağıdı rulo yapıp iple bağlamış ve bunu hastanın göğsüne dayadığında kalp atışlarını duyabildiğini fark etmiştir. Bu alete Yunancada göğüs anlamına gelen "stethos" sözcüğünden gelen stetoskop adı verilmiştir.
Fransız hekimi (Quimper, 1781-Kerlouanec, 1826).
Nantes hastanelerinde başhekimlik yapan amcasının yanında yetişen Rene Theophile Hyacinthe Laennec, aynı kentte tıp öğrenimine başladı. 1800’de öğrenimini sürdürmek amacıyla gittiği Paris’te Corvisart’ın (1755-1821) öğrencisi oldu; 1802’de hekimlik ve cerrahi alanında iki ödül aldı. 1804’te tıp öğrenimini tamamladıktan sonra çok başanlı bir meslek yaşamı oldu. Önce Beaujon Hastanesi hekimi olan Laennec 1806’da atandığı Necker Hastanesi’nde kendini pratisyen hekimliğe ve patolojik anatomi araştırmalarına verdi. 1805’ten sonra köpek kistinin yapısını ortaya çıkardı. Ama özellikle solunum yolları hastalıklarıyla ilgilendi ve 1815’te titizlikle sürdürdüğü gözlemlerinden elde ettiği sonuçları öğrencilerine aktarmaya başladı.
Özellikle göğüs boşluğu bölgesi organlarının dinlenmesini sağlayan stetoskopu buldu: 1817’den başlayarak üstünde çalıştığı bu dinleme yönteminil819’da Traite de l’auscultation mediate (Dolaylı Dinleme İnceleme Kitabı) adlı yapıtında ayrıntılı biçimde ele aldı. Yapıtının ilk baskısında, parmakla vurma ve dinleme yoluyla bulduğu bütün belirtilerin dökümünü yaptı. Algılanan her tür sesi ayrıştırarak inceledi ve günümüzde hâlâ kullanılmakta olan terimlerle belirledi. Ama ikinci baskısında, tek tek tanımladığı hastalıklar üstüne çalışmalarını yoğunlaştırdı ve bu tanımlama düzeni daha sonra tıp bilimi için bir örnek oluşturdu.
Laennec’in tanımladığı en önemli akciğer hastalığı, kendisinin de yakalandığı verem oldu, basil kökenini bilmediği bu hastalığı öbür solunum yolları hastalıklarından belirgin bir biçimde ayırdı.1822’de College de France’da tıp kürsüsüne getirilen, 1823’deyse Paris Tıp Fakültesi’ne profesör olarak atanan ve Krallık Tıp Akademisi üyesi olan Laennec 45 yaşındayken akciğer vereminden öldü.
AUF DEUTSCH
René Théophile Hyacinthe Laënnec
René Théophile Hyacinthe Laënnec
Stethoskop von René Laënnec, ca. 1820. Science Museum London.
Detailzeichnungen Stethoskop
René Théophile Hyacinthe Laënnec (* 17. Februar 1781 in Quimper; † 13. August 1826 in Kerlouarnec (Finistère)) war französischer Mediziner und Erfinder des Stethoskops.
Laënnec studierte in den Hospitälern in Nantes und war ab 1799 Wundarzt bei der Westarmee. Er studierte dann weiter unter Jean-Nicolas Corvisart in Paris und wurde 1816 Arzt am Hospital Necker zu Paris. Hier sammelte er seine Beobachtungen zur Auskultation mit dem von ihm erfundenen Stethoskop an Lungen- und Herzkrankheiten, die er 1819 und später (1826) in seinem Werk Traité de l’auscultation médiate (Paris 1819, 2 Bände; 4. Auflage von Andral, 1836, 3 Bände; deutsch von Meißner, Leipzig 1822) veröffentlichte.
1823 wurde er Professor am Collège de France und im folgenden Jahr Professor der medizinischen Klinik. Laënnec hat neben Leopold Auenbrugger, dem Entdecker der Perkussion, den Grund zu der exakten physikalischen Diagnostik der Krankheiten der Brustorgane gelegt und dadurch die Fortschritte der Medizin auf diesem Gebiet angebahnt.
Laënnec starb 1826 im Alter von erst 45 Jahren an Tuberkulose.
1868 wurde ihm in seinem Geburtsort ein Standbild errichtet.
Neben der Erfindung des Stethoskops ist Laënnec für die erstmalige Beschreibung und zunächst falsche Klassifizierung (als bösartige Neubildung) der Leberzirrhose bekannt.
Angela Merkel Kimdir?
Angela Dorothea Merkel (d. 17 Temmuz 1954, Hamburg), Almanya başbakanı. Merkel Alman Parlamentosuna Mecklenburg-Vorpommern'den 22 Kasım 2005 tarihinde Almanya Başbakanlığı'na seçilmiştir. 10 Nisan 2000'den bu yana da Hristiyan Demokrat Birliği'nin CDU federal başkanlığını yürütmektedir. 2002'den 2005 yılına kadar CDU-CSU parlamento parti grubunun kadın başkanı idi. 2005-2009 yılları arasında Büyük Koalisyon'u kardeş parti Hristiyan Sosyal Birliği (CSU) ve Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ile yönetmiştir. 2009 yılından itibaren de Liberal Demokrat Parti ve CSU ile oluşturulmuş olan koalisyonun başbakanıdır.
Merkel, Almanya'nın 1871 yılında modern bir devlet olmasından bu yana Almanya'yı yöneten ve yeniden birleştiren ilk kadın şansölyedir. O ayrıca II. Dünya Savaşı'ndan beri Alman şansölyesi olan en genç kişidir.
Lutheran bir papazın kızı olarak dünyaya gelmiştir. Merkel'in baba tarafından dedesi Ludwig Kasner, Polonyalı kökenlidir ve Posen'de (şimdi Poznan)[1] Polonyalı kökenli bir Alman vatandaşıydı[2]. Ailenin orijinal soyadı olan Kazmierczak, 1930 yılında Kasner olarak Almancalaştırılmış halde değişmiştir.[3][4]
Okulda akıcı Rusça konuşmayı öğrendi ve matematikteki yeterliliğinde ödül aldı.
Angela Merkel Templin'de eğitim gördü ve 1973'den 1978'e kadar Leipzig Üniversitesi'nde fizik okudu. 1978 ile 1990 yılları arasında Berlin-Adlershof Bilimler Akademisi Fizik Kimya Merkez Enstitüsü'nde okudu. Kuantum kimyası üzerine tez için bir doktora (Dr. rer. Nat.) kazandıktan sonra araştırmacı olarak çalıştı ve birçok makale yayınladı.
22 Kasım 2005 tarihinde, Merkel Almanya Başbakanı SPD ile bir koalisyon sonuçlanan bir çıkmazda seçilmesinin ardından görevi üstlendi. Angela Merkel büyük bir çoğunluğu ile 2009 yılında yeniden başbakan seçildi ve FDP ile bir hükümet koalisyonu kurmayı başardı.
Özel hayatı
Merkel 1977 yılından, boşandığı 1982 yılına kadar fizikçi Ulrich Merkel ile evliydi. 1998 yılından beri Berlin kimya profesörü Joachim Sauer'le ikinci evliliğini sürdürmektedir ve hiç çocuk sahibi olmamıştır, Sauer'in ise iki yetişkin erkek çocuğu bulunmaktadır. Merkel aynı zamanda İngilizce bilmektedir.
..............................
AUF DEUTSCH
Angela Merkel
Angela Dorothea Merkel (* 17. Juli 1954 in Hamburg als Angela Dorothea Kasner)[1] ist eine deutsche Politikerin (CDU) und seit dem 22. November 2005 Bundeskanzlerin der Bundesrepublik Deutschland.
Bei der Bundestagswahl am 2. Dezember 1990 errang Merkel, die in der DDR aufgewachsen und als Physikerin wissenschaftlich tätig war, erstmals ein Bundestagsmandat; in allen darauffolgenden sechs Bundestagswahlen wurde sie in ihrem Wahlkreis in Vorpommern direkt gewählt.[2] Von 1991 bis 1994 war Merkel Bundesministerin für Frauen und Jugend im Kabinett Kohl IV und von 1994 bis 1998 Bundesministerin für Umwelt, Naturschutz und Reaktorsicherheit im Kabinett Kohl V. Von 1998 bis 2000 amtierte sie als Generalsekretärin der CDU und ist seit dem 10. April 2000 deren Bundesvorsitzende.
Nach einem 2005 gegen Gerhard Schröder beschlossenen Misstrauensvotum wurden vorgezogene Bundestagswahlen abgehalten und Merkel zur neuen Bundeskanzlerin gewählt. Sie regierte seitdem zweimal in einer Großen Koalition aus SPD und Union (2005 bis 2009 und seit 2013) und einmal in einer bürgerlich-liberalen Koalition mit der FDP (2009 bis 2013).
Leben
Elternhaus und frühe Kindheit (1954–1960)
Angela Merkel wurde in Hamburg-Barmbek-Nord als erstes Kind des evangelischen Theologen Horst Kasner (1926–2011) und seiner Frau Herlind Kasner, geb. Jentzsch (* 8. Juli 1928 ), geboren. Horst Kasner hatte ab 1948 an den Universitäten Heidelberg und Hamburg sowie an der Kirchlichen Hochschule Bethel in Bielefeld Theologie studiert. Seine Frau war Lehrerin für Latein und Englisch.
Noch 1954, einige Wochen nach der Geburt der Tochter, siedelte die Familie von Hamburg in die DDR über. Für die Evangelische Kirche in Berlin-Brandenburg trat Horst Kasner im Dorf Quitzow (heute ein Ortsteil von Perleberg) eine Pfarrstelle an. Angela Merkel ist ebenfalls evangelisch.
1957 wechselte Kasner dauerhaft nach Templin, um sich am Aufbau einer innerkirchlichen Weiterbildungsstelle zu beteiligen. Dort wuchs Angela Merkel auf. Sie besuchte weder Kinderkrippe noch Hort, da ihrer Mutter die Tätigkeit im DDR-Schuldienst verwehrt wurde und sie deshalb Hausfrau war. Am 7. Juli 1957 wurde Angelas Bruder Marcus, am 19. August 1964 ihre Schwester Irene geboren.
In Polen erregte 2013 die Entdeckung ihrer polnischen Wurzeln Aufmerksamkeit : Ihr Großvater, der Polizeibeamte Ludwig Kasner, hatte als Ludwig Kazmierczak in Posen gelebt und war später nach Berlin übergesiedelt.[3]
Schulzeit (1961–1973)
1961 wurde Angela Kasner an der Polytechnischen Oberschule (POS) in Templin eingeschult.
Als Schulkind und Jugendliche wird sie von Lehrern und Mitschülern als eher unauffällig und als sozial gut integriert beschrieben. Auffallend waren ihre herausragenden schulischen Leistungen, insbesondere in Russisch und Mathematik. Sie gewann Russisch-Olympiaden bis hin zur DDR-Ebene.[4] Sie nahm nicht an der in der DDR üblichen Jugendweihe ihres Jahrgangs teil und wurde stattdessen am 3. Mai 1970 in der St.-Maria-Magdalenen-Kirche in Templin konfirmiert. In ihrer Schulzeit war sie Mitglied der Pionierorganisation Ernst Thälmann und später der Freien Deutschen Jugend (FDJ).[5] 1973 legte sie an der Erweiterten Oberschule (EOS) in Templin mit einem Notendurchschnitt von 1,0 das Abitur ab.
Studium in Leipzig (1973–1978 )
Kasner hatte sich bereits während ihrer Schulzeit für das Studium der Physik an der damaligen Karl-Marx-Universität entschieden und begann 1973 ihr Studium in Leipzig. Sie gehörte nicht zu den opponierenden Kräften innerhalb der DDR, berichtet aber, in diesen Jahren den Autor Reiner Kunze getroffen zu haben, den sie als ihren Lieblingsschriftsteller bezeichnet. 1977 heiratete sie den Physikstudenten Ulrich Merkel, die Ehe wurde 1982 geschieden.
Angela Merkels Diplomarbeit aus dem Juni 1978 mit dem Titel Der Einfluß der räumlichen Korrelation auf die Reaktionsgeschwindigkeit bei bimolekularen Elementarreaktionen in dichten Medien[6] wurde mit „sehr gut“ bewertet. Die Arbeit war gleichzeitig auch ein Beitrag zum Forschungsthema Statistische und Chemische Physik von Systemen der Isotopen- und Strahlenforschung im Bereich statistische und physikalische Chemie am Zentralinstitut für Isotopen- und Strahlenforschung der Akademie der Wissenschaften der DDR (AdW).[7]
Arbeit an der Akademie der Wissenschaften der DDR (1978–1989)
Nachdem 1978 eine Bewerbung an der Technischen Hochschule Ilmenau gescheitert war, ging Merkel mit ihrem Mann nach Ost-Berlin. Hier nahm sie eine Stelle am Zentralinstitut für physikalische Chemie (ZIPC) der Akademie der Wissenschaften der DDR in Berlin-Adlershof an.[7] 1986 konnte sie für mehrere Tage in die Bundesrepublik reisen. Auch nahm sie im ukrainischen Donezk an einem mehrwöchigen, russischen Sprachkurs teil.[8]
Am Zentralinstitut arbeiteten rund 650 Personen, davon etwa 350 Wissenschaftler. Merkel arbeitete in der Abteilung Theoretische Chemie.
Am 8. Januar 1986 reichte sie ihre Dissertation Untersuchung des Mechanismus von Zerfallsreaktionen mit einfachem Bindungsbruch und Berechnung ihrer Geschwindigkeitskonstanten auf der Grundlage quantenchemischer und statistischer Methoden ein.[9] Die Arbeit wurde mit „sehr gut“ (magna cum laude, siehe Promotionsbewertungen) bewertet.[10][11] Nach der damaligen Promotionsordnung musste dem Antrag auf Promotion der Nachweis beigefügt werden, dass die während des Studiums erworbenen Kenntnisse des Marxismus-Leninismus („ML“) wesentlich vertieft und erweitert worden waren.[12] Merkel fertigte zum Nachweis eine schriftliche Arbeit mit dem Titel „Was ist sozialistische Lebensweise?“[13] an, die mit „genügend“ (rite) bewertet wurde.[10][14] Doktorvater war der Leiter der Abteilung Theoretische Chemie am ZIPC Lutz Zülicke. Nach der Promotion zum Doktor der Naturwissenschaften (Dr. rer. nat.) wechselte Merkel innerhalb des Instituts in den Bereich Analytische Chemie, in dem Klaus Ulbricht ihr Abteilungsleiter wurde.
Merkel war weder Mitglied der SED noch einer der Blockparteien. Sie war nicht in der zivilen oder der kirchlichen Opposition aktiv. Während ihrer Tätigkeit für die Akademie der Wissenschaften engagierte sie sich in ihrer FDJ-Gruppe. Nach eigenen Angaben war Merkel dort als Kulturreferentin tätig. Zeitzeugen, die der Merkel-Biograf Gerd Langguth befragt hat, sprachen davon, sie sei für „Agitation und Propaganda“ zuständig gewesen.[15]
Demokratischer Aufbruch (1989–1990)
Während der Wende in der DDR im Herbst 1989 zeichnete sich ab, dass sich im Osten Deutschlands neue, demokratische Parteistrukturen herausbilden würden. Die Macht der SED über den Staat bröckelte, am 4. November 1989 fand die Alexanderplatz-Demonstration „gegen Gewalt und für verfassungsmäßige Rechte, Presse-, Meinungs- und Versammlungsfreiheit“ statt. Etwa einen Monat später begann Merkel beim neu gegründeten Demokratischen Aufbruch (DA) zu arbeiten, zunächst im Dezember 1989 unentgeltlich als provisorische Systemadministratorin, ab Februar 1990 dann hauptberuflich als Sachbearbeiterin in der persönlichen Arbeitsumgebung des Vorsitzenden Wolfgang Schnur in der Ost-Berliner Geschäftsstelle. Später folgten der Entwurf von Flugblättern, die Ernennung zur Pressesprecherin durch ihren Entdecker[16] Schnur und die Mitgliedschaft im Vorstand des DA.
Laut Merkels Biograf Gerd Langguth haben sich viele ihrer Freunde und Bekannten aus den 1970er und den 1980er Jahren irritiert darüber geäußert, dass sie letztendlich CDU-Politikerin wurde, da sie eine weltanschauliche Nähe zu den Grünen vermuteten.[17]
Der Demokratische Aufbruch schwankte zunächst noch stark in den politischen Perspektiven und galt eine Zeitlang wie die anderen Vereinigungen der Bürgerbewegung (Neues Forum, Demokratie Jetzt) prinzipiell als links. Bald brach sich aber eine Haltung Bahn, die den Sozialismus grundsätzlich ablehnte. Dies verstärkte sich, als Anfang 1990 konservative westdeutsche Politiker auf die erste demokratische Volkskammerwahl am 18. März 1990 hinarbeiteten und Volker Rühe als Generalsekretär der westdeutschen CDU am 5. Februar 1990 das Wahlbündnis Allianz für Deutschland begründete. Der DA nahm darin als neu gegründete Bürgerbewegung eine Schlüsselstellung ein : Helmut Kohl, der damalige Bundeskanzler und CDU-Vorsitzende, wollte nicht allein auf die Ost-CDU (die als Blockpartei vorbelastet war) oder die der CSU nahestehende Deutsche Soziale Union (DSU) setzen.
Das Ansehen des DA wurde erheblich geschädigt, als wenige Tage vor der Volkskammer-Wahl bekannt wurde, dass Schnur von 1965 bis 1989 für das Ministerium für Staatssicherheit (MfS) tätig gewesen war. Merkel leitete die Pressekonferenz, auf der der DA-Vorstand seine Betroffenheit darüber äußerte.
Allianz für Deutschland (1990)
Die erste freie Volkskammerwahl am 18. März 1990 endete für Merkels Demokratischen Aufbruch (DA) mit einem 0,9-Prozent-Desaster. Dank der unerwarteten 41 Prozent für den Bündnispartner Ost-CDU wurde die gemeinsame Allianz für Deutschland jedoch faktischer Wahlsieger. Unter dem CDU-Spitzenkandidaten Lothar de Maizière entstand innerhalb der folgenden Wochen eine Koalition, bestehend aus der Allianz, den Sozialdemokraten und den Liberalen. Am 12. April wählten die Volkskammerabgeordneten dieser Koalitionspartner Lothar de Maizière zum neuen Ministerpräsidenten der DDR. In der Regierung de Maizières erhielt Rainer Eppelmann mit dem Ressort Abrüstung und Verteidigung für den DA ein Ministeramt. Im Einklang mit der Koalitionsarithmetik, die bei der Verteilung weiterer Posten zu beachten war, wurde Merkel in der ersten und gleichzeitig letzten frei gewählten Regierung der DDR stellvertretende Regierungssprecherin.
In den Wochen nach der Volkskammerwahl rückte überraschend schnell die Frage der Deutschen Wiedervereinigung in den politischen Mittelpunkt. Merkel begleitete viele vorbereitende Gespräche, z. B. diejenigen zum Staatsvertrag über die Schaffung einer Währungs-, Wirtschafts- und Sozialunion, der am 18. Mai 1990 in Bonn unterzeichnet wurde. Maßgeblicher Verhandlungsleiter auf Seite der DDR war der parlamentarische Staatssekretär beim Ministerpräsidenten der DDR, Günther Krause, der in den nächsten Monaten ein wichtiger Förderer von Merkel wurde. Am 31. August 1990 wurde schließlich in Bonn von Krause und dem Innenminister der Bundesrepublik, Wolfgang Schäuble, der Einigungsvertrag unterschrieben. Merkel begleitete Delegationen um Lothar de Maizière auf Auslandsreisen und war auch beim Abschluss des Zwei-plus-Vier-Vertrages am 12. September 1990 in Moskau anwesend
Beitritt zur CDU (1990)
Das schlechte Abschneiden des Demokratischen Aufbruchs bei der Volkskammerwahl und die Entwicklung der nächsten Monate nötigten zu einer Anlehnung des DA an die CDU, die von Merkel mitgetragen wurde. Am 4. August 1990 stimmte auf einem Sonderparteitag des DA eine Mehrheit für einen Beitritt zur westdeutschen CDU nach vorhergehender Fusion mit der Ost-CDU. Merkel war eine von drei Delegierten, die der DA zum Vereinigungsparteitag der CDU in Hamburg am 1. und 2. Oktober 1990 schickte. In einer Rede stellte sie sich dort als ehemalige „Pressesprecherin des Demokratischen Aufbruchs“ und als Mitarbeiterin de Maizières vor. Am Vorabend dieses 38. CDU-Bundesparteitages kam es zu einem ersten von Merkel initiierten persönlichen Gespräch mit Kohl.
Nach der Wiedervereinigung am 3. Oktober 1990 erhielt Merkel die Planstelle einer Ministerialrätin (A 16) im Bundespresse- und Informationsamt (BPA). Eine Rückkehr an das Institut, an dem sie zwölf Jahre gearbeitet hatte, wäre nicht opportun gewesen, da im Einigungsvertrag die Abwicklung der Akademie der Wissenschaften festgeschrieben worden war. So wurden ihr Forschungsinstitut und alle anderen grundlegend umstrukturiert, neu eingegliedert oder teilweise aufgelöst, nur die Gelehrtengesellschaft wurde als Leibniz-Sozietät der Wissenschaften zu Berlin fortgeführt, neu gegründet wurde 1992/1993 die Berlin-Brandenburgische Akademie der Wissenschaften. Merkel bewarb sich daher mit der gesicherten beruflichen Position im BPA im Rücken um ein Bundestagsmandat. Durch die Vermittlung von Günther Krause, der in Mecklenburg-Vorpommern CDU-Landesvorsitzender war, trat sie im Bundestagswahlkreis Stralsund – Rügen – Grimmen als Direktkandidatin an. Ihre Nominierung erfolgte in der Kaserne Prora auf Rügen.[18] Gleichzeitig wurde sie auf Platz 6 der Landesliste als Listenkandidatin gesetzt.
Bundesministerin für Frauen und Jugend (1991–1994)
Bei der ersten gesamtdeutschen Bundestagswahl am 2. Dezember 1990 gewann Merkel ihren neuen Wahlkreis mit 48,5 Prozent der abgegebenen Erststimmen. Mit der konstituierenden Sitzung am 20. Dezember 1990 wurde sie Abgeordnete des Deutschen Bundestages.
Der Wahlsieger Kohl, der sie im November 1990 nochmals zu einem Gespräch ins Kanzleramt nach Bonn eingeladen hatte, nominierte sie überraschend für ein Ministeramt in seinem Kabinett. Das alte Bundesministerium für Jugend, Familie, Frauen und Gesundheit wurde dreigeteilt in das Bundesministerium für Gesundheit (Gerda Hasselfeldt), das Bundesministerium für Familie und Senioren (Hannelore Rönsch) und das Bundesministerium für Frauen und Jugend (Angela Merkel). Merkel erhielt ein kleines Restministerium mit wenig Kompetenzen. Sie wurde am 18. Januar 1991 als Ministerin vereidigt. Als parlamentarischen Staatssekretär wählte sie Peter Hintze. Als beamteter Staatssekretär folgte später noch Willi Hausmann.
Merkel war aufgrund ihrer Vergangenheit als Bürgerin der DDR wenig vertraut mit den Gebräuchen in der Union. Ihr schneller Quereinstieg gründete sich ausschließlich auf die Gunst des Bundeskanzlers („Kohls Mädchen“), während ihre späteren Konkurrenten in Karrierenetzwerken wie dem Andenpakt zusammengeschlossen waren, gegen die sie zunächst keine eigene Hausmacht geltend machen konnte. Daher bemühte sie sich im November 1991 um den CDU-Landesvorsitz in Brandenburg, musste jedoch eine Abstimmungsniederlage gegen Ulf Fink hinnehmen. Im Dezember 1991 wurde sie auf dem CDU-Bundesparteitag in Dresden zur stellvertretenden Bundesvorsitzenden und damit in das Amt gewählt, das vor ihr Lothar de Maizière innegehabt hatte. Von 1992 bis 1993 saß sie darüber hinaus dem Evangelischen Arbeitskreis (EAK) der Unionsparteien vor. Nach dem politischen Rückzug de Maizières und nachdem Günther Krause als Bundesverkehrsminister durch umstrittene Vergaben von Lizenzen für Autobahnraststätten in die Medien gekommen war, besaß sie eine der wenigen unbelasteten Ostbiografien innerhalb der CDU. Im Juni 1993 nahm sie die Chance wahr, ihre Macht in der Partei auszubauen, indem sie Krause nach seinem politischen Rückzug als CDU-Landesvorsitzende von Mecklenburg-Vorpommern nachfolgte.
Bundesumweltministerin (1994–1998 )
Merkel erreichte bei der Bundestagswahl am 16. Oktober 1994 in ihrem Wahlkreis 48,6 Prozent der Erststimmen und wurde im Kabinett Kohl überraschend Bundesministerin für Umwelt, Naturschutz und Reaktorsicherheit.[19]
Ihr Amtsvorgänger war der auch außerhalb der Union anerkannte Klaus Töpfer. Dessen umweltpolitische Positionen und Forderungen stießen jedoch innerhalb des Wirtschaftsflügels der CDU und insbesondere beim Koalitionspartner FDP auf zunehmenden Widerstand. Die Vereidigung Merkels am 17. November 1994 und der Wechsel Töpfers an die Spitze des Bundesministeriums für Raumordnung, Bauwesen und Städtebau kann parteipolitisch als Töpfers Entmachtung betrachtet werden. Merkel entließ drei Monate nach Amtsantritt Töpfers langjährigen beamteten Staatssekretär Clemens Stroetmann und ersetzte ihn durch Erhard Jauck.
CDU-Generalsekretärin (1998–2000)
Die Bundestagswahl am 27. September 1998 endete für die Union und ihren Kanzlerkandidaten Kohl mit einem Debakel. CDU und CSU erzielten mit 35,2 Prozent das schlechteste Ergebnis seit 1949 – erstmals wurde eine amtierende Bundesregierung abgewählt. Merkels Erststimmenanteil sank um 11 Prozentpunkte auf 37,3 Prozent.
Wolfgang Schäuble, Kohls „ewiger Kronprinz“, hatte seit 1996/97 immer wieder die Frage aufgeworfen, welcher CDU-Spitzenpolitiker als Kanzlerkandidat zur Bundestagswahl antreten solle. Bereits vor der Wahl des Kandidaten hatte er in Interviews Kritik daran erkennen lassen, dass Kohl erneut antrat. Er hatte sich gegen Kohl, den „ewigen Kanzler“, aber nicht durchsetzen können. Auf dem CDU-Bundesparteitag in Bonn am 7. November 1998 wurde Schäuble jetzt zum neuen Bundesvorsitzenden gewählt. Auf seinen Vorschlag wurde Merkel Generalsekretärin der CDU. Damit gewann sie eine der Positionen, die in der Arbeit der CDU in ihrer neuen Rolle als Oppositionspartei noch am interessantesten waren. Kohl wurde Ehrenvorsitzender der CDU mit Sitz in deren Präsidium und Bundesvorstand.
Die CDU schaffte in den folgenden Monaten bei Landtagswahlen einige gute Ergebnisse und im Juni 1999 bei der Europawahl zusammen mit der CSU überragende 48,7 Prozent (1994 : 38,8 Prozent). Hatte sich schon in der Ära Kohl die Tendenz gezeigt, dass die deutschen Wähler die auf Bundesebene in der Opposition befindlichen Parteien bei anderen Wahlen stärkten, wurde jetzt die neue Oppositionspartei CDU gestützt und damit auch deren Generalsekretärin Merkel.
CDU-Spendenaffäre (1999)
Im November 1999 wurde die CDU-Spendenaffäre öffentlich. Der CDU-Ehrenvorsitzende Helmut Kohl gab in einem ZDF-Interview am 16. Dezember 1999 bekannt, dass er während seiner Zeit als Bundeskanzler unter Bruch des Parteispendengesetzes Millionenbeträge entgegengenommen hatte. Kohl weigerte sich, den oder die Geldgeber zu nennen, da er ihnen sein Ehrenwort gegeben habe. Merkel veröffentlichte am 22. Dezember 1999 einen Gastbeitrag[20] in der Frankfurter Allgemeinen Zeitung, in dem sie Kohls Haltung kritisierte und die Partei zur Abnabelung aufforderte :
„Die Partei muss also laufen lernen, muss sich zutrauen, in Zukunft auch ohne ihr altes Schlachtross, wie Helmut Kohl sich oft selbst gerne genannt hat, den Kampf mit dem politischen Gegner aufzunehmen. Sie muss sich wie jemand in der Pubertät von zu Hause lösen, eigene Wege gehen.“
Diese offene Kritik gegen Kohl, die bis dahin von der Parteiführung ungehört war, war nicht mit dem Parteivorsitzenden Schäuble abgesprochen, der Merkel daraufhin „eigentlich entlassen“ wollte; unter Funktionären wurde sie als „Vatermörderin“ und „Nestbeschmutzerin“ bezeichnet, erhielt aber auch viel Zuspruch für ihren riskanten Schritt, unter anderem von Christian Wulff. Da Schäuble ihr in der Sache Recht gab und Merkel, als unbelastet geltend, einen Neuanfang glaubwürdig vertreten konnte, beließ er sie im Amt.[21]
Am 18. Januar 2000 wurde Kohl vom CDU-Präsidium und vom Bundesvorstand der CDU aufgefordert, seinen Ehrenvorsitz bis zur Nennung der Spender ruhen zu lassen. Kohl reagierte mit seinem Rücktritt vom Ehrenvorsitz. Inzwischen hatte er mit Schäuble eine teilweise öffentlich geführte Auseinandersetzung begonnen.[22] Auch Schäuble selbst war inzwischen durch die Parteispendenaffäre angeschlagen : Er gab am 10. Januar 2000 in einem ARD-Interview zu, eine Spende des Rüstungslobbyisten Karlheinz Schreiber entgegengenommen zu haben, obwohl er dies im Bundestag am 2. Dezember 1999 bestritten hatte. Als Brigitte Baumeister, zur fraglichen Zeit Schatzmeisterin der CDU, in Aussagen zu den Details der Geldübergabe Schäuble widersprach, war dieser als CDU-Bundesvorsitzender nicht mehr zu halten.
CDU-Vorsitzende (seit 2000)
Am 16. Februar 2000 erklärte Schäuble vor der CDU/CSU-Bundestagsfraktion seinen Rücktritt als Partei- und Fraktionsvorsitzender. In den darauf folgenden Wochen war die Partei führungslos, Angela Merkel befand sich als Generalsekretärin in einer Schlüsselposition. In dieser Zeit fanden neun sogenannte „Regionalkonferenzen“ statt. Sie waren ursprünglich angesetzt worden, um die CDU-Spendenaffäre mit der Parteibasis zu diskutieren und aufzuarbeiten. Auf diesen lokalen Parteiversammlungen formierte sich Unterstützung für Merkel als Schäuble-Nachfolgerin. Ihr später Quereinstieg kam ihr nun zugute : Sie galt in der Öffentlichkeit und bei der Basis als in der Parteispendenangelegenheit unbelastet. Frühzeitig sprach sich der niedersächsische Oppositionsführer Christian Wulff für Merkel aus. Volker Rühe, Friedrich Merz und Edmund Stoiber dagegen sollen ihrer Kandidatur kritisch gegenübergestanden haben.[23]
Am 10. April 2000 wurde Angela Merkel auf dem CDU-Bundesparteitag in Essen mit 897 von 935 gültigen Stimmen zur neuen CDU-Bundesvorsitzenden gewählt. Neuer CDU-Generalsekretär wurde, auf Merkels Vorschlag, Ruprecht Polenz. Den Vorsitz der CDU/CSU-Bundestagsfraktion übernahm Friedrich Merz. Das neue Führungstrio erlebte am 14. Juli eine erste herbe politische Niederlage : Obwohl die rot-grüne Bundesregierung nicht über die notwendige Mehrheit im Bundesrat verfügte, war es ihr gelungen, in der Abstimmung über die geplante Steuerreform einige Bundesländer mit CDU-Regierungsbeteiligung auf ihre Seite zu ziehen. Bereits im November 2000 trennte sich Angela Merkel von dem in den Medien als moderat beurteilten Generalsekretär Ruprecht Polenz. Als seinen Nachfolger wählte sie den aggressiver auftretenden Laurenz Meyer, der wie Polenz Bundestagsabgeordneter aus Nordrhein-Westfalen war.
Die Jahre 2000 und 2001 bescherten der CDU unter Merkel – auch als Folge der Spendenaffäre – keine großen Landtagswahlerfolge. Die rot-grüne Bundesregierung schien dagegen Tritt gefasst zu haben. Die Positionierung für die Bundestagswahl im September 2002 begann : Friedrich Merz hatte sich selbst bereits im Februar 2001 als Kandidat für das Amt des Bundeskanzlers ins Gespräch gebracht. Damit war die Diskussion um die Kandidatenfrage – in den Medien häufig als „K-Frage“ bezeichnet – eingeläutet. Angela Merkels Bereitschaft zur Kandidatur war bekannt. Sie verfügte in den Spitzen der Partei jedoch über wenig Rückhalt, da viele CDU-Ministerpräsidenten und Landesvorsitzende den bayerischen Ministerpräsidenten und CSU-Vorsitzenden Edmund Stoiber favorisierten. Im Dezember 2001 war auf dem Bundesparteitag in Dresden eine Entscheidung vermieden worden, diese sollte am 11. Januar 2002 auf einer Sitzung von CDU-Präsidium und Bundesvorstand in Magdeburg fallen. Merkel ging der unmittelbaren Konfrontation mit Stoiber jedoch aus dem Weg : Im Vorfeld hatte sie ihn zum „Wolfratshauser Frühstück“ zu Hause besucht, bei dem sie ihm ihren Verzicht zu seinen Gunsten mitteilte. Angela Merkels Rückzug diente dabei auch dem eigenen Machterhalt, eine deutliche Abstimmungsniederlage gegen Stoiber hätte als Misstrauensvotum gegen ihre Person aufgefasst werden und eine Diskussion um den Parteivorsitz aufkommen lassen können.
Oppositionsführerin (2002–2005)
2002
Die Bundestagswahl am 22. September 2002 endete mit einer knappen Wiederwahl der rot-grünen Regierungskoalition unter Gerhard Schröder und Joschka Fischer. Angela Merkel hatte die erfolglose Stoiber-Kandidatur loyal mitgetragen. Zu Schröders Wahlsieg hatte auch dessen schnelle Reaktion auf das damalige Jahrhunderthochwasser beigetragen, als noch wichtiger wird indes seine ablehnende Haltung zum Irakkrieg betrachtet. Dem „Nein“ der amtierenden Bundesregierung stand ein Bekenntnis Merkels zu George W. Bushs Konfrontationskurs – von ihr damals als „Drohkulisse“ bezeichnet – gegenüber.
Unmittelbar nach der verlorenen Bundestagswahl beanspruchte Angela Merkel den CDU/CSU-Fraktionsvorsitz im Bundestag, das bisherige Amt von Friedrich Merz. Sie wollte der Regierung Schröder im Parlament als Oppositionsführerin gegenübertreten. Merz war nicht bereit, seine Position aufzugeben, und äußerte seinerseits Kritik an Merkel. Auf der entscheidenden CDU-Präsidiumssitzung soll das Votum Stoibers zugunsten Merkels den Ausschlag gegeben haben. Das Verhältnis zwischen Merkel und Merz galt bereits vorher als konfliktbelastete Konkurrenzkonstellation.
Bei der ersten Wiederwahl als Parteivorsitzende auf dem Bundesparteitag in Hannover am 11. November 2002 wurde Merkel mit 93,6 Prozent der Stimmen wiedergewählt und seitdem sechsmal. Ihr bislang bestes Ergebnis erreichte Merkel 2012 in Hannover mit 97,94 Prozent der Stimmen,[24] 2014 erhielt sie in Köln 96,72 Prozent.[25]
2003
Das Jahr 2003 brachte der CDU und ihrer Vorsitzenden Erfolge bei den Landtagswahlen in Hessen und Niedersachsen. Die stärker werdende Präsenz der CDU im Bundesrat ermöglichte Angela Merkel schließlich ein Mitregieren aus der Opposition heraus. Die CDU trug die Agenda 2010 der rot-grünen Bundesregierung mit und stimmte, nachdem sie im Vermittlungsausschuss noch weiter gehende Forderungen durchgesetzt hatte, den Gesetzesänderungen in Bundestag und Bundesrat zu. So war sie vor allem bei der Formulierung der zum 1. Januar 2004 wirksam gewordenen Gesundheitsreform und des Vierten Gesetzes für moderne Dienstleistungen am Arbeitsmarkt (Hartz IV) eingebunden. Im Fall des Bundestagsabgeordneten Martin Hohmann, dessen Thesen zum „jüdischen Tätervolk“ scharf kritisiert wurden, zeigte sich Merkel jedoch wenig entschlussfreudig : Der erste Fraktionsausschluss eines Unionsabgeordneten in der Geschichte des Deutschen Bundestages, im November 2003, erfolgte erst nach längerer Bedenkzeit und unter öffentlichem Druck.
2004
Am 6. Februar 2004 trat der politisch angeschlagene Bundeskanzler Gerhard Schröder als SPD-Vorsitzender zurück, sein Nachfolger wurde Franz Müntefering. Im gleichen Monat gelang der CDU ein deutlicher Sieg bei der Wahl zur Hamburgischen Bürgerschaft. Angela Merkel bereiste im Februar drei Tage lang die Türkei. Dort setzte sie sich für das Modell der „privilegierten Partnerschaft“ ein, als Alternative zu der von der Bundesregierung angestrebten Vollmitgliedschaft in der Europäischen Union.
In einer Rede vom 20. November 2004 äußerte sich Angela Merkel mit den Worten „Die multikulturelle Gesellschaft ist gescheitert“ zur innenpolitischen Lage Deutschlands im Hinblick auf die Integrationsproblematik der muslimischen (vorwiegend türkischen) Bevölkerung. Dabei brachte Angela Merkel erneut den Begriff der deutschen Leitkultur in die Diskussion und kritisierte vor allem den aus ihrer Sicht mangelnden Integrationswillen der Muslime.
Das Ende der Amtszeit von Bundespräsident Johannes Rau bedeutete die Neubesetzung des formal höchsten politischen Amtes in der Bundesrepublik Deutschland. Wolfgang Schäuble hatte sich früh als Kandidat ins Gespräch gebracht und konnte auf Unterstützung innerhalb von CDU und CSU hoffen. Innerparteiliche Gegenspieler Angela Merkels wie Roland Koch und Friedrich Merz favorisierten Schäuble, ebenso wie Edmund Stoiber (CSU). Horst Köhler galt als Merkels Kandidat, und sein Wahlerfolg in der Bundesversammlung am 23. Mai 2004 wurde allgemein als ein weiterer Ausbau ihrer Machtposition gewertet.
Vorgezogene Bundestagswahl 2005
Die Landtagswahl in Nordrhein-Westfalen am 22. Mai 2005 brachte der SPD eine schwere Wahlniederlage, die eine Serie von Landtagswahlniederlagen der Jahre 2003 und 2004 fortsetzte. Als politisch-medialen Befreiungsschlag kündigten eine halbe Stunde nach Schließung der Wahllokale zuerst SPD-Parteichef Franz Müntefering und kurze Zeit darauf Bundeskanzler Gerhard Schröder an, eine vorgezogene Neuwahl des Bundestages für den Herbst 2005 anzustreben.
Am 30. Mai bestimmten die Parteipräsidien von CDU und CSU in einer gemeinsamen Sitzung Angela Merkel zur Kanzlerkandidatin der Unionsparteien. Ihre Rolle war unumstritten, die innerparteilichen Gegenspieler marginalisiert. Merkels Schattenkabinett wurde angesichts der angestrebten Koalition mit der FDP als „Kompetenzteam“ vorgestellt. Insbesondere Paul Kirchhof und sein „Kirchhof-Modell“ (zur Besteuerung von Einkommen) sowie die CDU-Vorstellungen zur Krankenversicherung („Kopfpauschale“) galten später als „schwer vermittelbar“ und mitverantwortlich für ein unbefriedigendes Wahlergebnis.
Bei der Bundestagswahl am 18. September 2005 erreichten CDU/CSU mit der Spitzenkandidatin Angela Merkel 35,2 Prozent (2002 : 38,5) vor der SPD mit 34,2 Prozent. Damit blieb die Union deutlich hinter ihren Prognosen zurück und konnte ihr Wahlziel, die absolute Mehrheit der Bundestagsmandate für CDU/CSU und FDP, nicht erreichen. Ihren eigenen Wahlkreis 15 (Stralsund, Landkreis Nordvorpommern und Landkreis Rügen) gewann Angela Merkel mit 41,3 Prozent der Erststimmen. Neben der Union mussten aber auch die Sozialdemokraten deutliche Stimmeneinbußen hinnehmen, so dass die bisherige Regierungskoalition aus SPD und Grünen ihre Parlamentsmehrheit verlor.
Bundeskanzlerin (seit 2005)
Bundeskanzlerin in der Großen Koalition (2005–2009)
Koalitionsverhandlungen
In einer Fernsehdiskussion am Wahlabend, der so genannten „Elefantenrunde“, beanspruchte Gerhard Schröder trotz der eingebüßten Mehrheit von Rot-Grün überraschend die Regierungsbildung für sich – in einer Form, die heftige Diskussionen auslöste und die er selbst später als „suboptimal“ bezeichnete. Die nächsten Tage waren im politischen Berlin von der Frage bestimmt, ob der SPD, als im Bundestag größter Einzelfraktion einer Partei, oder der CDU/CSU, als größter Fraktionsgemeinschaft, das Amt des Bundeskanzlers – in einer wie auch immer gearteten Koalitionsregierung – gebühre.
Am 20. September wurde Angela Merkel von der erstmals nach der Wahl zusammengetretenen Unions-Bundestagsfraktion in geheimer Wahl mit 219 von 222 Stimmen zur Fraktionsvorsitzenden wiedergewählt. Nach dem enttäuschenden Bundestagswahlergebnis war dies ein wichtiges Vertrauensvotum und Rückhalt für bevorstehende Koalitionsgespräche. Die Öffentlichkeit erlebte in den 14 Tagen bis zu einer notwendigen Nachwahl im Wahlkreis 160 (Dresden I) Gespräche Angela Merkels und Edmund Stoibers mit Bündnis 90/Die Grünen zwecks Sondierung einer möglichen schwarz-gelb-grünen „Jamaika-Koalition“ zusammen mit der FDP. Erst nach der Entscheidung in Dresden begannen die Gespräche mit der SPD zur Bildung einer Großen Koalition. Am 10. Oktober veröffentlichten SPD, CDU und CSU eine gemeinsame Vereinbarung, die die geplante Wahl von Angela Merkel zur Bundeskanzlerin durch den 16. Deutschen Bundestag beinhaltete. Am 12. November stellte sie nach fünfwöchigen Verhandlungen der CDU/CSU mit der SPD den Koalitionsvertrag vor.
Am 22. November 2005 wurde Angela Merkel mit 397 der 611 gültigen Stimmen (Gegenstimmen : 202; Enthaltungen : 12) der Abgeordneten des 16. Deutschen Bundestages zur Bundeskanzlerin der Bundesrepublik Deutschland gewählt. Dies waren 51 Stimmen weniger, als die Koalitionsparteien Mandate besaßen. Nach sieben männlichen Amtsvorgängern ist Angela Merkel die erste Frau im Amt des deutschen Bundeskanzlers, die erste Bundeskanzlerin. Gleichzeitig war sie mit 51 Jahren die jüngste Amtsinhaberin. Ebenfalls ist sie die erste Person aus den neuen Bundesländern und die erste Naturwissenschaftlerin, die dieses Amt bekleidet.
Regierungsbildung
Siehe auch : Personalfindungsprozess vor Beginn der Legislaturperiode
Noch vor Beginn der Legislaturperiode verzichtete Merkels langjähriger Konkurrent Edmund Stoiber überraschend auf das für ihn vorgesehene Amt des Wirtschaftsministers, nach eigenem Bekunden wegen Franz Münteferings Rückzug vom Parteivorsitz der SPD.
In die Vertrauens- und Schlüsselstellung als Leiter des Bundeskanzleramtes berief Angela Merkel Thomas de Maizière, Cousin des letzten DDR-Ministerpräsidenten Lothar de Maizière.
Erste Hälfte der Amtsperiode
Zu Beginn der Amtsperiode traten Merkel und ihr Kabinett weder außen- noch innenpolitisch in besonderem Maße in Erscheinung. Lediglich Merkels Minister sorgten für einige Schlagzeilen, die sich aber mehr auf Kompetenzfragen oder die langfristige Ausrichtung der Regierungsarbeit als auf konkrete Sachfragen bezogen.
Ende März 2006 legte Merkel ein Acht-Punkte-Programm für die zweite „Etappe“ der Legislaturperiode vor. Darin wurden geplante Anstrengungen in den Bereichen Föderalismusreform, Bürokratieabbau, Forschung und Innovation, Energiepolitik, Haushalts- und Finanzpolitik, Familienpolitik, Arbeitsmarktpolitik und insbesondere Gesundheitsreform skizziert.
Ungeachtet des Fehlens nötiger einschneidender Reformen stieß Merkels eher sachlicher Regierungsstil[26] anfangs in der Bevölkerung, unter den Führungskräften der Wirtschaft und im Ausland überwiegend auf Zustimmung.
Am 27. November 2006 wurde sie auf dem Bundesparteitag der CDU mit 93 Prozent der Stimmen erneut zur Bundesvorsitzenden der Partei gewählt.
Merkel sorgte für einen kleineren außenpolitischen Eklat, als sie am 23. September 2007 den Dalai Lama Tendzin Gyatsho im Berliner Bundeskanzleramt empfing. Das Treffen mit dem geistlichen Oberhaupt der Tibeter war von ihr als „privater Gedankenaustausch“ mit einem religiösen Führer bezeichnet worden und sollte nicht als politische Stellungnahme zu den Autonomiebestrebungen Tibets verstanden werden. Trotzdem zeigte sich die Volksrepublik China verstimmt und sagte mit dem Hinweis auf „technische Probleme“ mehrere offizielle Termine auf ministerieller Ebene ab. Merkels außenpolitischer Berater Christoph Heusgen konnte die Wogen wieder glätten, indem er dem chinesischen Botschafter Ma Canrong versicherte, dass Deutschland seine China-Politik nicht ändern werde und die territoriale Integrität Chinas außer Frage stehe.[27][28]
EU-Ratspräsidentschaft 2007
→ Hauptartikel : Deutsche EU-Ratspräsidentschaft 2007
Vertreten durch Angela Merkel und den Bundesaußenminister Frank-Walter Steinmeier hatte die Bundesrepublik Deutschland vom 1. Januar bis 30. Juni 2007 den Vorsitz im Rat der Europäischen Union inne. Der Vorsitz wurde turnusmäßig im Rahmen der Dreier-Präsidentschaft mit Portugal und Slowenien wahrgenommen.
Als wesentliche Bestandteile der politischen Agenda nannte Merkel unter anderem den Europäischen Verfassungsvertrag, die „Klima- und Energiepolitik“, die „Vertiefung der transatlantischen Wirtschaftspartnerschaft“ und eine „Nachbarschaftspolitik für die Schwarzmeerregion und Zentralasien“.[29]
Merkel drängte darauf, dass der Bezug auf Gott und den christlichen Glauben in der EU-Verfassung verankert wird.[30] Letztlich konnte sich diese Forderung, die unter anderem auch aus Polen, Irland und Italien erhoben wurde, nicht durchsetzen – im Vertrag von Lissabon wird nur auf das „kulturelle, religiöse und humanistische Erbe Europas“ Bezug genommen.
Zweite Hälfte der Amtsperiode
Finanzkrise und Reaktionen
Im Herbst 2008 wurde – unter anderem durch die Insolvenz zahlreicher großer Finanzinstitute – das historische Ausmaß der 2007 einsetzenden Finanzkrise deutlich. Die IKB, einige deutsche Landesbanken und auch private Institute mussten Abschreibungen in erheblicher Höhe vornehmen. Der Deutsche Bundestag reagierte im August zunächst mit dem Risikobegrenzungsgesetz, die BaFin untersagte bestimmte Leerverkäufe.
Am 8. Oktober 2008 gab die Regierung Merkel eine Garantieerklärung für die Spareinlagen in Deutschland ab. Diese Garantie galt für jedes Institut und für jeden Sparer eines Institutes, das Teil der deutschen Einlagensicherung ist.[31] Zuvor hatte Merkel noch die irische Regierung wegen einer eigenen Staatsgarantie scharf kritisiert, die sich allerdings allein auf einheimische Banken bezog. Merkels Vorgehen wurde von anderen europäischen Finanzministern als nationaler Alleingang kritisiert, von der EU-Kommission jedoch als nicht wettbewerbsverzerrend und damit unproblematisch eingestuft.[32] Die am 5. November 2008 und am 12. Januar 2009 beschlossenen Konjunkturpakete trug Angela Merkel als Kanzlerin mit. Sie sah dies als Chance, gestärkt aus der Finanz- und Wirtschaftskrise hervorzugehen. Als Bundeskanzlerin setzte sie außerdem zusammen mit der SPD die Einführung der Umweltprämie zum 14. Januar 2009 trotz starker Kritik aus der Opposition durch. Damit wurde Käufern eines Neuwagens bei gleichzeitiger Verschrottung ihres mindestens 9 Jahre alten PKWs eine vom Staat gezahlte Prämie in Höhe von 2500 Euro gewährt. Dies sollte die durch die Weltwirtschaftskrise unter Druck geratene Automobilindustrie stützen.[33] Dem angeschlagenen Autobauer Opel sagte Merkel Ende März 2009 ihre Unterstützung bei der Suche nach einem Investor und staatliche Bürgschaften in Aussicht, lehnt es aber ab, Teile von Opel zu verstaatlichen. Beim geplanten Verkauf von Opel im Sommer 2009 plädierte Merkel für den Autozulieferer Magna als zukünftigen Eigentümer.[34]
Im April 2008 hatte Angela Merkel in ihrer Funktion als Kanzlerin den Bankier Josef Ackermann, damals Vorstandsvorsitzender der Deutschen Bank, und 20 bis 30 weitere Personen zu seinem 60. Geburtstagsessen eingeladen und musste daraufhin – nach einem Urteil des Oberverwaltungsgerichts Berlin-Brandenburg (OVG) aus dem Jahre 2012 – die Liste der geladenen Gäste veröffentlichen lassen. Es wurde unter anderem kritisiert, Merkel habe Politik und Lobby-Interessen miteinander vermischt.[35]
Weitere Politikfelder
Nach der Wahl Barack Obamas zum Präsidenten der Vereinigten Staaten von Amerika gratulierte Merkel ihm zu seinem „historischen Sieg“.[36] Bei ihren ersten Treffen betonten beide ihre gemeinsame Linie zum Beispiel in den Fragen der Erderwärmung oder der Atompolitik des Iran. Eine der wenigen Unstimmigkeiten betraf die Aufnahme von Häftlingen aus dem amerikanischen Gefangenenlager der Guantanamo Bay Naval Base. Obama drängte auf eine schnelle Entscheidung Merkels.[37] Bei den Beratungen zum Beitritt weiterer Länder, wie der Balkanstaaten, zur EU stieß Merkels konservativer Kurs bei der Außenministerkonferenz in Frauenberg im März 2009 auf Kritik. Der Regierungspartner SPD warf ihr vor, dass ihr Programm im Widerspruch zum Europawahlprogramm der CDU stehe.[38] Nach dem Amoklauf in Winnenden vom 11. März 2009 sprach sich die Bundeskanzlerin für stärkere Kontrollen von Waffenbesitzern aus. Außerdem müsse versucht werden, Waffen für Kinder und Jugendliche unzugänglich aufzubewahren.[39]
Wahlkampf 2009
Während des im Vorfeld zur Bundestagswahl im September 2009 geführten Wahlkampfes wurde Merkel in der Öffentlichkeit und auch von Teilen der CDU/CSU oft vorgeworfen, zu wenig Parteiprofil zu zeigen. So wurde zum Beispiel kritisiert, dass sie ihr Konzept zur Bekämpfung der Weltwirtschaftskrise nicht klar formulierte. Merkel selbst dementierte diese Vorwürfe. Die Oppositionsparteien übten außerdem Kritik am Verhalten Angela Merkels in der Frage eines Fernsehduells der Spitzenkandidaten aller Parteien. Nach dem Spitzenduell der Kanzlerkandidaten von SPD und CDU sagten beide, Merkel und Steinmeier, ihren Auftritt in einer solchen Runde ab. Im Wahlkampf forderte Merkel eine Senkung des Eingangssteuersatzes bei der Einkommenssteuer in zwei Schritten und den vollen Erhalt des Ehegattensplittings. Die Bundeskanzlerin lehnte weiter einen flächendeckenden Mindestlohn ab und trat dafür ein, die Laufzeiten der Kernkraftwerke in Deutschland zu verlängern.
Bundeskanzlerin der Schwarz-Gelben Koalition (2009–2013)
Bundestagswahl 2009
Am 27. September 2009 fand die Wahl zum 17. Deutschen Bundestag statt. Die Unionsparteien und die FDP erreichten dabei zusammen die notwendige Mehrheit für die von beiden Seiten angestrebte Bildung einer schwarz-gelben Koalition.[40] Allerdings verloren beide Unionsparteien Stimmen und mussten ihr jeweils schlechtestes Ergebnis nach der ersten Bundestagswahl 1949 hinnehmen.[41] Merkel selbst siegte im Wahlkreis 15 (Stralsund – Nordvorpommern – Rügen) mit 49,3 Prozent der Erststimmen und erreichte damit einen Zuwachs von 8 Prozentpunkten gegenüber der vorangegangenen Bundestagswahl.[42][43][44]
Regierungsbildung
Nachdem sich die Koalitionsparteien auf einen Koalitionsvertrag geeinigt und ihn unterzeichnet hatten, wurde Angela Merkel am 28. Oktober 2009 mit 323 von insgesamt 612 abgegebenen Stimmen erneut zur Bundeskanzlerin gewählt; dies waren neun Stimmen weniger, als die Koalition aus CDU/CSU und FDP innehatte; anschließend wurden auch die neuen Minister in Merkels Kabinett ernannt.[45] Am 10. November 2009 gab Merkel ihre Regierungserklärung für die neue Legislaturperiode ab, in der sie die Überwindung der Folgen der Wirtschaftskrise in den Mittelpunkt stellte.
Chronik der Amtsperiode
Die Koalition konnte zunächst nicht recht Fuß fassen, so dass der öffentliche Eindruck von der Regierungsarbeit zunehmend litt. So beschränkte sich die Koalition, die angetreten war, das Steuersystem zu vereinfachen, mit dem „Wachstumsbeschleunigungsgesetz“ zunächst auf leichte steuerliche Entlastungen in verschiedenen Bereichen und das Einführen einer „Hotelsteuer“ (die Mehrwertsteuer für Hotelübernachtungen wurde von 19 auf 7 Prozent gesenkt).[46] Gerade im ersten Jahr fand die Koalition nicht zu einem harmonischen Handeln zusammen, was in wechselseitigen Beschimpfungen über die Presse gipfelte. Erst gegen Ende des Jahres 2010 wurde die Zusammenarbeit in der Regierung als gut rezipiert.[47]
Die Folgen der Wirtschafts- und Bankenkrise sowie die zunehmenden Probleme in der Eurozone nahmen einen breiten Raum im Handeln der Koalition ein. Im Mai 2010 beschlossen die Regierungs-Chefs der 17 Euro-Länder auf einem EU-Ratstreffen in großer Hast den ersten Euro-Rettungsschirm : Griechenland (ein Land mit etwa 10 Millionen Einwohnern) erhielt einen unbesicherten Kredit von 80 Milliarden Euro, um eine kurz bevorstehende Staatspleite abzuwenden. Der Bundestag segnete den deutschen Anteil im Währungsunion-Finanzstabilitätsgesetz ab. Mehrere massive Aufstockungen der deutschen Haftung für Schulden anderer Euro-Länder – ein Verstoß gegen die No-Bailout-Klausel – folgten (siehe Eurokrise, griechische Finanzkrise).
Die Arbeitslosenzahl sank im Herbst 2010 auf unter 3 Millionen.[48]
Verteidigungsminister Karl-Theodor zu Guttenberg (CSU) stieß im Frühjahr 2010 eine Debatte zu einer Bundeswehrreform an, die eine maximale Truppenstärke von 185.000 Soldaten vorsah. In der CDU und CSU gab es zunächst große Bedenken, dennoch konnte auf Parteitagen im Herbst 2010 eine breite Zustimmung erzielt werden. Der Deutsche Bundestag beschloss am 24. März 2011 mit den Stimmen der Union, FDP, SPD und den Grünen die Aussetzung der seit 55 Jahren bestehenden Wehrpflicht, so dass die Bundeswehr ab dem 1. Juli 2011 eine Berufsarmee wurde (auch ‚Freiwilligenarmee‘ genannt).[49][50]
Im Zuge einer Plagiatsaffäre um seine Doktorarbeit erklärte zu Guttenberg, bis dahin beliebtester Minister ihres Kabinetts, unter öffentlichem und politischem Druck am 1. März 2011 seinen Rücktritt von sämtlichen bundespolitischen Ämtern.[51] Merkels Äußerung, sie habe Guttenberg „nicht als wissenschaftlichen Assistenten“ bestellt und seine Arbeit als Minister sei „hervorragend“,[52] verstärkte den Unmut an Universitäten und bei Akademikern über den Umgang mit der Affäre, die diese Äußerung als Geringschätzung oder Relativierung von wissenschaftlichen Standards aufnahmen.[53][54]
Im Oktober 2010 verlängerte die Bundesregierung die Laufzeiten aller 17 damals aktiven deutschen Atomkraftwerke und rückte damit vom so genannten Atomkonsens (2000/2002) der rot-grünen Regierung Schröder ab. Die sieben vor 1980 in Betrieb gegangenen deutschen Atomkraftwerke erhielten Strommengen für zusätzliche acht Betriebsjahre; die übrigen zehn erhielten Strommengen für zusätzliche 14 Betriebsjahre.[55]
Im März 2011 – wenige Tage nach dem Beginn der Nuklearkatastrophe von Fukushima in Japan – beschloss Merkel einen deutlichen Wechsel ihrer Atompolitik bzw. Energiepolitik. Zunächst verkündete die Bundesregierung ein dreimonatiges Atom-Moratorium für die sieben ältesten deutschen Atomkraftwerke sowie für das Kernkraftwerk Krümmel; kurz darauf setzte sie zwei Expertenkommissionen ein, um ihren beschleunigten Atomausstieg zu rechtfertigen bzw. legitimieren.
Am 6. Juni 2011 beschloss das Kabinett Merkel II das Aus für acht Kernkraftwerke und einen stufenweisen Atomausstieg Deutschlands bis 2022.[56][57]
Dieser energische Kurswechsel brachte Merkel viel innerparteiliche Kritik ein, vor allem aus dem konservativen Flügel der Union.[58][59] Umweltschutzorganisationen und die oppositionellen Grünen kritisierten den Atomausstieg als nicht ausreichend,[60] dennoch nahm Angela Merkel mit dem Atomausstieg die Bundesregierung wie die sie tragenden Parteien aus der direkten Kritik und konnte auf eine breite Zustimmung aus der Bevölkerung bauen.[61]
Angela Merkel auf dem Kongress der Europäischen Volkspartei 2012
Im Mai 2012 erregte es großes Aufsehen, als Merkel überraschend die Entlassung von Bundesumweltminister Norbert Röttgen herbeiführte. Ihre Entscheidung verkündete sie drei Tage nach Röttgens Landtagswahl-Niederlage als Spitzenkandidat der NRW-CDU gegen die amtierende NRW-Ministerpräsidentin Hannelore Kraft. Noch vor der Wahl hatte Merkel wiederholt Norbert Röttgen gelobt.
Im Zusammenhang mit der Eurokrise beschloss der Bundestag am 13. Juni 2013 ein Gesetz zur Etablierung eines einheitlichen Bankenaufsichtsmechanismuses, welcher auch eine Rekapitalisierung von finanziell in Schwierigkeiten geratenen Banken mit Geldern aus dem Europäischen Stabilitätsmechanismus (ESM) erlaubt, welcher bis dahin nur Hilfszahlungen an Staaten erlaubte.[62] Mit der regulären Bundestagswahl am 22. September 2013 verlor die Union ihren Koalitionspartner FDP, erreichte mit 41,5 Prozent jedoch das beste Zweitstimmenergebnis seit der Bundestagswahl 1990 und verpasste eine absolute Mehrheit nur knapp.
Die Telefonnummer der Bundeskanzlerin (geschwärzt) auf einem Auszug aus einer geheimen NSA-Datei
Nachdem im Zuge der Überwachungs- und Spionageaffäre 2013 Hinweise darüber bekannt geworden waren, dass das CDU-Mobiltelefon der Bundeskanzlerin über Jahre hinweg durch den US-Geheimdienst NSA abgehört worden sein könnte, forderte Merkel am 23. Oktober 2013 in einem persönlichen Telefonat mit US-Präsident Obama eine umfassende Aufklärung der Vorwürfe und eine Beantwortung einer bereits vor Monaten gestellten Anfrage der deutschen Bundesregierung. Eine Sprecherin des Nationalen Sicherheitsrates der Vereinigten Staaten erklärte hierzu, dass der Präsident der Kanzlerin versichert habe, „dass die Vereinigten Staaten ihre Kommunikation nicht überwachen und auch nicht überwachen werden.“ Die Sprecherin beantwortete dabei trotz gezielter Nachfrage aber nicht, ob dies auch für die Vergangenheit gilt.[63][64][65][66] Laut dem Journalisten Sidney Blumenthal, der auch als Berater von US-Präsident Bill Clinton und der US-Außenministerin Hillary Clinton tätig war, überwachten die Vereinigten Staaten wiederholt Gespräche von Angela Merkel mit Finanzminister Wolfgang Schäuble und von Merkel und Schäuble mit Gerhard Schindler und Generalmajor Norbert Stier, Präsident und Vizepräsident des Bundesnachrichtendienstes. So wurde am 6. Mai 2012 eine von Schäuble angesetzte „sichere“ Telefonkonferenz mit Merkel zur Wahl François Hollandes zum französischen Präsidenten und zum Ergebnis der Landtagswahl in Schleswig-Holstein abgehört. In dem Gespräch schlug Schäuble unter anderem vor, vorgezogene Bundestagswahlen in Erwägung zu ziehen, um einem möglichen Linkstrend und somit einem drohenden Verlust der Regierungsmehrheit vorzubeugen. Schäuble berichtete auch zu Informationen des Bundesamtes für Verfassungsschutz über das Erstarken rechtsextremer Parteien in Frankreich und Griechenland sowie rechtsextremer paramilitärischer Gruppen in Schweden, Deutschland, Belgien und den Niederlanden, während sich Merkel besorgt über Beziehungen der CSU zu Rechtsextremisten in Deutschland und Österreich äußerte. Bei Gesprächen im Juli, August und September 2012 ging es um die Eurokrise und um anstehende Wahlen in den Niederlanden und Italien.[67]
Kurz vor Beginn des Brüsseler EU-Gipfels vom 24. bis 25. Oktober 2013, bei dem die verdichteten Hinweise auf eine Spionage der Vereinigten Staaten gegen befreundete europäische Länder ausführlich erörtert wurden, obwohl dieses Thema auf der Tagesordnung nicht angekündigt war, sagte Merkel : „Das Ausspähen unter Freunden, das geht gar nicht. Wir sind Verbündete, aber so ein Bündnis kann nur auf Vertrauen aufgebaut sein.“[68] Am selben Tag berichtete die New York Times, dass ein Auftrag zum Lauschangriff auf das Telefon Merkels in die Regierungszeit von US-Präsident George W. Bush zurückreiche und dass die US-Sicherheitsberaterin Susan E. Rice beteuert habe, der gegenwärtige US-Präsident Obama hätte von dieser Sache nichts gewusst.[69] Der Spiegel berichtete am 26. Oktober 2013, dass Merkels Mobiltelefon offenbar seit mehr als zehn Jahren überwacht werde und dass in der Botschaft der Vereinigten Staaten in Berlin Mitarbeiter der NSA und der CIA mittels moderner Hochleistungsantennen die Kommunikation im Regierungsviertel illegal abhören würden.[70][71] Dabei seien nicht nur Verbindungsdaten der Gesprächspartner, sondern auch Inhalte von einzelnen Gesprächen aufgezeichnet worden.[72] Am 27. Oktober 2013 wurde unter Berufung auf einen hohen NSA-Mitarbeiter berichtet, dass NSA-Chef Keith B. Alexander den US-Präsidenten 2010 persönlich über die Abhöraktion gegen Merkel informiert habe und dass nicht bloß ihr CDU-Mobiltelefon belauscht wurde, sondern auch ein angeblich abhörsicheres Handy der Bundeskanzlerin.[73] Obama habe die Maßnahmen seinerzeit nicht nur weiterlaufen lassen, sondern auch darauf gedrängt, das neue Kanzler-Handy zu knacken.[74][75] Am 30. Oktober 2013 berichtete die New York Times unter Berufung auf einen früheren Geheimdienstmitarbeiter, dass die NSA in Deutschland jede erreichbare Telefonnummer „aufsauge“; auch ranghohe Beamte und die Chefs der Oppositionsparteien seien Spionageziele. Für die Berichte der NSA hätten sich das Außenministerium, das Finanzministerium, andere Geheimdienste der Vereinigten Staaten sowie der Nationale Sicherheitsrat bei Präsident Obama interessiert. Obamas Sicherheitsberater hätten nach den ihnen regelmäßig vorgelegten Berichten kaum übersehen können, dass internationale Politiker wie Merkel ausgespäht würden.[76][77] Der Start der Abhöraktion der Vereinigten Staaten gegen Deutschland sei 2002 erfolgt und hätte sich vor allem gegen den damaligen Bundeskanzler Gerhard Schröder gerichtet, weil dessen Ablehnung des Irakkrieges und dessen „Nähe“ zum russischen Präsidenten Putin bei den Vereinigten Staaten die Frage aufgeworfen hätte, ob ihm noch getraut werden könne.[78] Dass NSA-Chef Alexander mit Obama über eine Merkel betreffende Operation je gesprochen habe, wurde von der NSA allerdings umgehend dementiert.[79] Gestützt auf US-Regierungskreise brachte das Wall Street Journal am 27. Oktober 2013 die Version, dass das NSA-Abhörprogramm gegen Merkel und die Spitzenpolitiker anderer Nationen gestoppt worden sei, als eine Überprüfung durch die US-Regierung dem US-Präsidenten im Sommer 2013 die Existenz dieser Geheimdienstoperationen offenbart habe.[80] Mit dem Blick auf die Ausspähungen, die die Vereinigten Staaten offenbar auch gegen andere Nationen sowie gegen die Vereinten Nationen, die Europäische Union, den Internationalen Währungsfonds und die Weltbank gerichtet hatten, ließen Dilma Rousseff, die Präsidentin Brasiliens, und Bundeskanzlerin Merkel eine Resolution der Vereinten Nationen vorbereiten, die den Internationalen Pakt über bürgerliche und politische Rechte ergänzen soll und alle Staaten auffordert, Gesetzgebung und Praxis bei Überwachungsaktionen im Ausland auf den Prüfstand zu stellen. Der am 1. November 2013 beim UN-Menschenrechtsausschuss eingereichte, die USA konkret nicht nennende Textentwurf einer Resolution wurde nach mehrwöchiger Beratung auf Drängen der USA und anderer Staaten abgeschwächt und von der Vollversammlung der Vereinten Nationen am 26. November 2013 einstimmig beschlossen.[81][82][83][84]
Bundeskanzlerin in der Großen Koalition (seit 2013)
Angela Merkel beim Abschluss des Thüringer Landtagswahlkampfes 2014
Bundestagswahl 2013
Am 22. September 2013 fand die Wahl zum 18. Deutschen Bundestag statt. Während die Unionsparteien mit 41,5 Prozent das beste Zweitstimmenergebnis seit 1990 erhielten, schaffte der bisherige Koalitionspartner, die FDP, den Wiedereinzug in den Bundestag mit 4,8 Prozent erstmals seit 1949 nicht. Merkel selbst siegte im Wahlkreis 15 (Stralsund – Nordvorpommern – Rügen) mit 56,2 Prozent der Erststimmen und erreichte damit einen Zuwachs von 6,9 Prozentpunkten gegenüber der vorangegangenen Bundestagswahl.
Angela Merkel im Deutschen Bundestag, 2014
Regierungsbildung
→ Hauptartikel : Kabinett Merkel III
Nachdem sich die Koalitionsparteien auf einen Koalitionsvertrag geeinigt und ihn unterzeichnet hatten, wurde Angela Merkel am 17. Dezember mit 462 von insgesamt 621 abgegebenen Stimmen erneut zur Bundeskanzlerin gewählt; dies sind 42 Stimmen weniger, als die Koalition aus CDU/CSU und SPD innehat; anschließend wurden auch die neuen Minister in Merkels Kabinett ernannt.
Angela Merkel ist die erste Person an der Spitze der deutschen Regierung, die in der Bundesrepublik (1954) geboren wurde. Ihr Vorgänger Gerhard Schröder wurde im NS-Reich (1944), dessen Vorgänger Helmut Kohl in der Weimarer Republik geboren (1930). Seit dem 26. März 2014, als der estnische Premierminister Andrus Ansip zurücktrat, ist Merkel die am längsten amtierende Regierungschefin der Europäischen Union.
Politische Positionen
Angela Merkel und der Präsident der Europäischen Kommission José Manuel Durão Barroso vor dem Brandenburger Tor, 25. März 2007
Außenpolitik
Siehe auch : Liste der Auslandsreisen von Bundeskanzlerin Angela Merkel
Angela Merkel mit US-Präsident Barack Obama, dessen Frau sowie Joachim Sauer beim Staatsempfang in Baden-Baden, 3. April 2009
Die Zukunft der Europäischen Union
Während eines EU-Gipfels in Brüssel am 7. November 2012 warb Bundeskanzlerin Angela Merkel für die Vereinigten Staaten von Europa : „Ich bin dafür, dass die Kommission eines Tages so etwas wie eine europäische Regierung ist“.[85] 2005 äußerte Merkel – unter anderem bei einem Besuch in Istanbul –, sie favorisiere eine „privilegierte Partnerschaft“ der Türkei statt einer Vollmitgliedschaft in der EU.
Militärische Konfliktlösung
Im Vorfeld des Irakkriegs bekundete Angela Merkel ihre Sympathien für die Irak-Politik der USA und die „Koalition der Willigen“. Sie kritisierte als deutsche Oppositionsführerin vom Boden der USA aus die Außenpolitik der Bundesregierung, was ihr scharfen Widerspruch aus Berlin einbrachte. Der SPD-Fraktionsvorsitzende Franz Müntefering beurteilte Merkels Äußerung als „Bückling gegenüber der US-Administration“.
In einer Rede im Deutschen Bundestag am 19. März 2003 erklärte Merkel die Unterstützung der Union für das Ultimatum an Saddam Hussein als „letzte Chance des Friedens“ und forderte die Bundesregierung auf, dies ebenso zu tun, um „den Krieg im Irak wirklich zu verhindern“.
Angela Merkels Grundhaltung zu militärischen Konfliktlösungen beschreibt sie in Veröffentlichungen aus dieser Zeit. Als „Ultima Ratio“ akzeptierte Merkel beispielsweise das NATO-Engagement im Kosovokrieg (1999) und stellt historische Vergleiche zur deutschen Geschichte an :
„Ein Blick zurück in unsere eigene Geschichte mahnt dazu, den Frieden als wertvolles Gut zu erhalten und alles zu tun, um kriegerische Auseinandersetzungen zu vermeiden. […] Ein Blick in die gleiche Geschichte mahnt aber auch, dass ein falsch verstandener, radikaler Pazifismus ins Verhängnis führen kann und der Einsatz von Gewalt – trotz des damit einhergehenden Leides – in letzter Konsequenz unausweichlich sein kann, um noch größeres Übel zu verhindern. Auch die jüngere europäische Geschichte zeigt, dass Krieg im Umgang mit Diktatoren zur ‚ultima ratio‘ werden kann. […] Beim Kosovo-Krieg hat eine ‚coalition of the willing‘ durch den Einsatz von Gewalt noch größeres Leid […] verhindert.“
Bezüglich des Abzugs der Atomwaffen in Deutschland besteht Merkel darauf, dass die Verhandlungen über den Abzug der Raketen gemeinsam mit den anderen Nato-Ländern und keinesfalls im Alleingang durchgeführt werden.[86]
Integrationspolitik
Nachdem der türkische Ministerpräsident Recep (:::) Erdoğan bei einem Deutschland-Besuch im Februar 2008 die Türken in Deutschland vor einer Assimilation gewarnt hatte, kritisierte sie dessen „Integrationsverständnis“.[87] Merkel lehnt die Trennung von muslimischen Jungen und Mädchen im Sportunterricht ab, da dies das „völlig falsche integrationspolitische Signal“ und das Gegenteil von Integration sei.[88] Des Weiteren ist sie gegen die Doppelte Staatsbürgerschaft.[89]
2010 sagte sie, dass man Migranten nicht nur fördern sondern auch fordern müsse.[90]
„Der Ansatz für Multikulti ist gescheitert, absolut gescheitert!“
– Angela Merkel 2010 auf dem Deutschlandtag der Jungen Union
Muslime in Deutschland
Bei einem Besuch des türkischen Ministerpräidenten Ahmet Davutoğlu im Berliner Kanzleramt sagte sie : "Der frühere Bundespräsident Christian Wulff hat gesagt : Der Islam gehört zu Deutschland. Und das ist so. Dieser Meinung bin ich auch."[91]
Anlässlich des islamischen Fastenmonats Ramadan im Jahre 2015 hat Angela Merkel zu gegenseitiger Wertschätzung der Religionen aufgerufen. Bei einem Empfang in Berlin bekräftigte sie zudem : "Es ist offenkundig, dass der Islam inzwischen unzweifelhaft zu Deutschland gehört."[92]
Vor Vertretern verschiedener Glaubensrichtungen verwies sie auf die weltweiten Gewalttaten im Namen einer Religion - zu oft leider im Namen des Islams. Doch jede Ausgrenzung von Muslimen in Deutschland, jeder Generalverdacht verbiete sich, sagte Merkel. Die allermeisten Muslime seien rechtschaffene und verfassungstreue Bürgerinnen und Bürger.[93]
Nahost-Politik
Merkel hat sich bisher zurückhaltend zu einer deutschen Beteiligung an einer Friedenstruppe der Vereinten Nationen im Südlibanon zur Befriedung des Israel-Libanon-Konflikts geäußert. Israels Premier Olmert plädierte für die Beteiligung deutscher Soldaten. „Ich habe Kanzlerin Angela Merkel mitgeteilt, dass wir absolut kein Problem haben mit deutschen Soldaten im Südlibanon“, sagte er der Süddeutschen Zeitung. Zurzeit gebe es keine Nation, die sich Israel gegenüber freundschaftlicher verhalte als Deutschland.[94]
Am 18. März 2008 hielt Merkel in Israel vor der Knesset eine Rede, die sie auf Hebräisch begann.[95][96] Sie betonte die historische Verantwortung Deutschlands für Israel; die Sicherheit des jüdischen Staates sei Teil der deutschen Staatsräson und niemals verhandelbar. Merkel war die erste ausländische Regierungschefin, die von der Knesset zu einer Rede eingeladen worden war.
Bei einem Telefonat mit dem israelischen Ministerpräsidenten Benjamin Netanjahu im Jahr 2011 sagte Merkel, ihr fehle „jegliches Verständnis“ für die Genehmigung eines Siedlungsausbau in Ost-Jerusalem durch die israelische Regierung.[97]
Syrien-Politik
Zum Bürgerkrieg in Syrien forderte Merkel im Dezember 2011 ein Urteil des UN-Sicherheitsrates gegen den syrischen Staatspräsidenten Baschar al-Assad und stellte sich auf die Seite der Opposition.[98] Im TV-Duell erklärte sie jedoch Deutschland werde sich nicht an einem Militärschlag gegen Syrien beteiligen.[99] Merkel will eine gemeinsame Haltung mit der Europäischen Union finden.[100]
Weißrussland
Bei einem Treffen mit dem damaligen italienischen Ministerpräsidenten Silvio Berlusconi sagte Merkel, sie und Berlusconi wären sich einig, dass angesichts der Situation in Weißrussland leider wieder darüber gesprochen werden müsse, Sanktionen aufleben zu lassen, die sie eigentlich schon verlassen hätten. Sie sähe die Entwicklung in Weißrussland mit großer Sorge, im Besonderen auch den Umgang mit der Opposition.[101]
Ukraine
Siehe auch : Krieg in der Ukraine seit 2014
Angela Merkel, der ukrainische Präsident Petro Poroschenko und der russische Präsident Wladimir Putin am 6. Juni 2014 in der Normandie (auf Einladung des französischen Präsidenten François Hollande) bei der Erinnerungsfeier des „D-days“
Sie engagierte sich im Rahmen des sogenannten Normandie-Formats „Merkel-Hollande-Poroschenko-Putin“ mehrfach stundenlang bei der Konfliktlösung zwischen den pro-russischen bzw. kontra-russischen Kräften der Ostukraine, besonders beim Zustandekommen zweier Waffenstillstandsabkommen in der weißrussischen Hauptstadt Minsk, (siehe auch Minsk II).
Militärische Intervention in Libyen
Angela Merkel beim Gipfeltreffen im Elysee-Palast in Paris am 19. März 2011
Im Vorfeld der militärischen Intervention in Libyen im Frühjahr 2011 zeigte sich Merkel überrascht darüber, „mit welcher Schnelligkeit bestimmte Fragen ins Auge gefasst werden“ und kritisierte, dass es eine „Reihe von französischen Aktivitäten“ gegeben hätte, die „erst sehr kurzfristig“ bekannt geworden seien. Gaddafi führe ohne Zweifel Krieg gegen die eigene Bevölkerung. Man müsse aber „sehr aufpassen, dass wir nichts beginnen, was wir nicht zu Ende bringen können.“ Überrascht zeigte sie sich auch darüber, dass Frankreich den Nationalen Übergangsrat als libysche Regierung anerkannt hatte. Es handele sich dabei um keine Anerkennung im Sinne des Völkerrechts.[102]
Verhältnis zu den Vereinigten Staaten
Merkel ist Mitglied der Atlantik-Brücke,[103] welche sich für intensive Beziehungen zwischen Deutschland und den Vereinigten Staaten einsetzt.
Wirtschafts- und Sozialpolitik
Merkel versuchte sich Ende 2000 mit der Formulierung einer „Neuen Sozialen Marktwirtschaft“ zu profilieren. Der Titel greift den etablierten Begriff der Sozialen Marktwirtschaft auf. Unter den unscharfen Thesen, deren konkrete Umsetzung im Vagen bleibt, finden sich auch Positionen, die bereits im Schröder-Blair-Papier aus dem Jahr 1999 auftauchten. Eine CDU-Präsidiumskommission unter Merkels Vorsitz erarbeitete bis zum 27. August 2001 ein Diskussionspapier, das im Dezember 2001 auf dem Bundesparteitag der CDU in Dresden verabschiedet und somit Teil der CDU-Programmatik wurde.
Merkel und Barroso in Meise (Belgien), 15. September 2010
Eurokrise
Im Zuge der Finanzkrise ab 2007 kam es zur Eurokrise, die Merkel mit ihrer Politik zu lösen versuchte. Sie bekräftigte immer wieder, dass der Euro eine starke Währung sei und suchte die Unterstützung von Frankreichs Präsidenten Hollande.[104][105]
Merkel tritt für einen strikten Sparkurs ein, der von einigen Kritikern wie dem Internationalen Währungsfonds als wachstumshemmend und krisenverschärfend betrachtet wird.[106] Im Februar 2010 schloss Merkel Finanzhilfen für Griechenland ausdrücklich aus,[107][108][109] erteilte jedoch bereits zwei Monate später ihre Zustimmung für das erste deutsche Hilfspaket für Griechenland in Höhe von 17 Milliarden Euro.[110] Ende 2012 sagte sie, dass sie sich einen weiteren Schuldenschnitt für Griechenland im Jahr 2014 vorstellen könne.[111] Sie stimmte 2010 sowohl für die provisorische EFSF als auch 2012 für den ESM mit dem Ziel der Stabilisierung des Euros. Sie befürwortet den Aufkauf von Staatsanleihen von Krisenstaaten durch die Europäische Zentralbank, der zum Ziel hat, die Kreditaufnahme für die Krisenstaaten zu erleichtern.[112] Merkel lehnt nach eigenem Bekunden EU-Anleihen, die der gemeinschaftlichen Schuldenaufnahme in der EU oder dem Euro-Währungsraum dienen könnten, ab.[113]
Sozialausgaben
Auf dem Weltwirtschaftsforum in Davos, 2013, begann Kanzlerin Merkel eine Serie von viel beachteten internationalen Statements, die allesamt zum Inhalt hatten, dass Europa nur 7 % der Weltbevölkerung stellt, und nur 25 % des weltweiten Bruttosozialprodukts, aber für fast 50 % der weltweiten Sozialleistungen aufkommt.[114]
Seit diesem Statement in Davos wurde dieses Argument ein wiederkehrender Bestandteil ihrer wichtigsten Reden.[115]
Die internationale Finanzpresse, unter anderem der Londoner Economist sagte, wenn Merkels Vision pragmatisch ist, so sei auch ihr Plan zu deren Implementierung. Die Vision kann in drei Statistiken, einige wenige Karten und Fakten auf einer DIN-A-4-Seite zusammengefasst werden. Die Zahlen sind 7 %, 25 % und 50 %. Wenn Europa wettbewerbsfähig bleiben will, könne es sich schlicht nicht leisten, weiter so großzügig zu sein.[116] Der Economist verglich dabei Merkels Verwendung dieser Zahlen mit der britischen Premierministerin Margaret Thatcher, die zu gegebener Zeit Passagen von Friedrich Hayeks “Der Weg zur Knechtschaft” aus ihrer Handtasche zog.[116]
In ähnlichem Sinn äußerte sich auch die Financial Times, die hervorhob, dass Merkel einen eindeutigen Bezug zwischen den Sozialleistungen und der mangelnden Wettbewerbsfähigkeit herstellt.[117][118]
Familienpolitik
Als Bundesministerin für Frauen und Jugend sah sich Angela Merkel in den neuen Bundesländern mit einer dramatisch gesunkenen Frauenerwerbsquote und, damit einhergehend, mit einem Einbruch der Geburtenrate konfrontiert. Hinzu kam die unterschiedliche Rechtslage zum Schwangerschaftsabbruch in Ost und West, die laut Einigungsvertrag von einer späteren gemeinsamen Regelung abgelöst werden sollte. Einen politischen Schwerpunkt während ihrer Amtszeit bildete daher die Neuregelung des § 218 und die Einführung einer faktischen Fristenlösung mit Beratungspflicht im gesamten Bundesgebiet. Der Verbesserung der beruflichen Situation von Frauen sollte das Gleichberechtigungsgesetz (1993/94) dienen. Als im Rückblick größten Erfolg ihrer Amtszeit bewertet Merkel die von ihr betriebene Änderung des Kinder- und Jugendhilfegesetzes. Diese Novellierung brachte den formellen Rechtsanspruch auf einen Kindergartenplatz für Kinder ab drei Jahren.
Zur Diskussion um die Beschneidung aus religiösen Gründen und den Schutz der Unversehrtheit von Kindern positionierte sich Merkel im Juli 2012 : „Ich will nicht, dass Deutschland das einzige Land auf der Welt ist, in dem Juden nicht ihre Riten ausüben können. Wir machen uns ja sonst zur Komikernation.“[119]
Merkel sprach sich gegen die steuerliche Gleichstellung von homosexuellen Paaren aus und erklärte, sie wolle die Privilegierung der Ehe erhalten.[120]
Energie- und Umweltpolitik
Im April 1995 war Merkel als deutsche Umweltministerin Gastgeberin der ersten UN-Klimakonferenz (COP-1) in Berlin. Mit dem Berliner Mandat kam es zu einem Abschluss, der einen Einstieg in die internationale Reduzierung von Treibhausgasen bilden sollte. 1997 bei den nachfolgenden Verhandlungen zum Kyoto-Protokoll setzte sich Merkel für vergleichsweise hohe Reduktionsziele ein. Eine Initiative zur Eindämmung des Sommersmogs in Deutschland scheiterte im Mai 1995 innerhalb des Kabinetts und wurde später nur in sehr abgeschwächter Form umgesetzt. Angela Merkel galt bis 2010 als Befürworterin der zivilen Nutzung von Kernenergie, der Stromgewinnung in Kernkraftwerken. In ihrem Amt war sie auch für die Abwicklung von Atommülltransporten zuständig. Im Mai 1998 wurden Überschreitungen der Grenzwerte bei Castor-Transporten nach Frankreich bekannt. Aus der Opposition wurde Merkels Rücktritt wegen der Verletzung der ministeriellen Aufsichtspflicht gefordert. Die Ministerin konnte jedoch darauf verweisen, dass wichtige Kompetenzen und Verantwortlichkeiten auch bei den Bundesländern und der Atomwirtschaft lagen. In Merkels Amtszeit fällt das Kreislaufwirtschaftsgesetz zur Vermeidung und Verwertung von Abfällen. In öffentlichen Äußerungen des Jahres 1997 findet sich auch die Forderung nach einer jährlich steigenden Abgabe auf Energieträger wie Öl, Gas und Strom (Ökosteuer).
Zwischenzeitlich erwarb sich Merkel in den Jahren 2006/07 den Ruf als „Klimakanzlerin“, dank ihres Engagements für Klimaziele auf europäischer und internationaler Ebene, während der Stellenwert der Klimapolitik seither wieder sank. So nahm sie etwa beim UN-Klimagipfel in New York im September 2014 nicht mehr teil und besuchte stattdessen eine Tagung des Bundesverbands der Deutschen Industrie. Auch klimapolitische Initiativen sind noch nicht konkret geplant.[121]
Von Kritikern wird Merkel vorgeworfen, Zusagen zu den von den Stromverbrauchern zu tragenden Kosten der von ihr maßgeblich beeinflussten Energiewende nicht eingehalten zu haben. Entgegen Ihrer Aussage in einer Regierungserklärung in 2011, wonach die von allen Energieverbrauchern zu tragende EEG-Umlage nicht über die Größenordnung von 3,5 ct/kWh steigen soll, ist diese Umlage mit Ausnahme eines geringen Rückgangs von 2014 auf 2015 in jedem Jahr angestiegen und beträgt derzeit (2016) 6,354 ct/kWh.[122]
Asylpolitik
In der Flüchtlingskrise 2015 findet Merkels Entscheidung vom 4. September 2015, in Absprache mit den Regierungschefs von Österreich und Ungarn den an der österreichisch-ungarischen Grenze und in Budapest festsitzenden Flüchtlingen vor allem aus Syrien und Afghanistan die Einreise nach Deutschland ohne Registrierung durch Ungarn und damit entgegen dem Dublin-Abkommen zu gestatten,[123][124][125] großes Echo in den Medien und der Öffentlichkeit innerhalb und außerhalb Deutschlands. Zugleich unterstreicht Merkel die Bedeutung einer einheitlichen europäischen Flüchtlings- und Asylpolitik.
Zu den erklärten Eckpunkten ihrer diesbezüglichen Politik gehören eine hohe Priorität für die Integration von Anfang an, schnellere Asylverfahren mit beschleunigter Abschiebung von allein aus wirtschaftlicher Not kommenden Menschen, klare Regeln und keine Toleranz für Parallelgesellschaften sowie eine konsequente Verfolgung fremdenfeindlicher Angriffe.[126] Sie äußerte : „Wenn Europa in der Flüchtlingsfrage versagt, dann ginge ein entscheidender Gründungsimpuls eines geeinten Europas verloren. Nämlich die enge Verbindung mit den universellen Menschenrechten, die Europa von Anfang an bestimmt hat und die auch weiter gelten muss.“[127] Zudem vertritt sie den Standpunkt, dass der aktuelle Zustrom der Migranten „mehr Chancen als Risiken“ für Deutschland biete, wenn die Integration gelinge.[128] In einem Interview sagte sie am 11. September 2015 unter anderem : „Das Grundrecht auf Asyl für politisch Verfolgte kennt keine Obergrenze; das gilt auch für die Flüchtlinge, die aus der Hölle eines Bürgerkriegs zu uns kommen.“[129] Großes Medienecho[130] fand ihr Satz :
„Wenn wir jetzt anfangen, uns noch entschuldigen zu müssen dafür, dass wir in Notsituationen ein freundliches Gesicht zeigen, dann ist das nicht mein Land.[131]“
Der ehemalige Bundesinnenminister Hans-Peter Friedrich (CSU),[132] der bayrische Finanzminister Markus Söder und andere CSU-Politiker kritisieren die Asylpolitik Merkels.[133][134] In einer CDU/CSU-Fraktionssitzung, in der sich Merkel drei Stunden lang Kritik aus der Fraktion anhören musste, sagte sie :
„Ist mir egal, ob ich schuld am Zustrom der Flüchtlinge bin, nun sind sie halt da.[135]“
Angesichts der großen Anzahl von Flüchtlingen erreichte die Zustimmung der Bundesbürger für Merkel im Oktober 2015 einen neuen Tiefpunkt. Mit der Arbeit der Bundeskanzlerin waren laut ARD-Deutschlandtrend nur noch 54 Prozent der Befragten zufrieden, das waren neun Prozent weniger als im Vormonat, zudem handelte es sich um den schlechtesten Wert seit Dezember 2011.[136]
Am 13. Dezember 2015 formulierte in Karlsruhe ein Parteitag der CDU in einem Leitantrag einen Kompromiss, in dem einerseits Merkels Asylpolitik, insbesondere die konsequente Ablehnung von Obergrenzen, mit großer Mehrheit unterstützt wurde, andererseits das Ziel festgeschrieben wurde, „die Zahl der Flüchtlinge spürbar zu reduzieren“. Diese Formulierung fand am folgenden Tag in einer Gastrede auch die Billigung des Hauptbefürworters der „Kontingente“, des CSU-Parteivorsitzenden Horst Seehofer.[137]
Merkel bestätigte nochmals ihren Satz „Wir schaffen das“ und ergänzte „Ich kann das sagen, weil es zur Identität unseres Landes gehört“.
Am 16. Dezember unterstützte sie vor dem Bundestag in Berlin in einer Regierungserklärung zur Asylpolitik die Absicht der EU, ihre Außengrenzen, auch bei gegenteiliger Meinung der betroffenen Länder, verstärkt durch EU-eigene Organisationen wie Frontex zu schützen.[138]
Öffentliche Wahrnehmung
Öffentlichkeitsarbeit
Seit dem 8. Juni 2006 wendet sich Merkel als erstes Regierungsoberhaupt weltweit per Video-Podcast an die Öffentlichkeit.[139] Sie nutzt dieses Medium wöchentlich (samstags), um den Bürgern die Politik der jeweiligen Regierungskoalition zu vermitteln.
Zunächst wurde der Podcast für etwa 6500 Euro pro Episode vom Merkel-Biografen Wolfgang Stock produziert. Nach Kritik am Stil der Videobotschaft wurde die Produktion neu ausgeschrieben. Den Zuschlag erhielt die Evisco AG aus München. Da mit Jürgen Hausmann einer der Vorstände der Evisco AG ein Schwiegersohn des damaligen bayerischen Ministerpräsidenten Edmund Stoiber ist, wurden in den Medien Zweifel am ordnungsgemäßen Ablauf des Ausschreibungsverfahrens laut. Das ausschreibende Bundespresseamt wies die Vorwürfe zurück.[140][141]
Merkel als Satireobjekt
Bereits während Merkels Amtszeit als Bundeskanzlerin wird ihre Person verschiedentlich zum Zwecke der Satire parodiert. Internationale Bekanntheit erlangte in diesem Zusammenhang Tracey Ullman mit ihren Sketchen in der von der BBC ausgestrahlten Tracey Ullman's Show.[142]
Familie
Während ihres Physikstudiums in Leipzig lernte Angela Kasner im Jahr 1974 bei einem Jugendaustausch mit Physikstudenten in Moskau und Leningrad ihren ersten Ehemann, den aus dem thüringischen Cossengrün stammenden Physikstudenten Ulrich Merkel, kennen.[143] Am 3. September 1977 wurden die beiden in Templin kirchlich getraut. 1981 trennte sich das Paar und die kinderlose Ehe wurde 1982 in Ost-Berlin geschieden.
Im Jahr 1984[144] lernte Merkel an der Akademie der Wissenschaften der DDR in Berlin-Adlershof den Quantenchemiker Joachim Sauer kennen, den sie am 30. Dezember 1998 heiratete. Das Ehepaar hat keine gemeinsamen Kinder, Sauer brachte aber zwei Söhne aus erster Ehe mit in die Partnerschaft.
Auszeichnungen und Ehrungen
Staatliche Orden
Merkel mit US-Präsident Barack Obama bei der Verleihung der Presidential Medal of Freedom, 2011
Großkreuz des Verdienstordens der Italienischen Republik, verliehen am 21. März 2006
König-Abdulaziz-Orden, der höchste Orden Saudi-Arabiens für ausländische Regierungschefs, erhalten im Jahr 2007
Großkreuz des norwegischen Verdienstordens, erhalten am 15. Oktober 2007
Großkreuz des Verdienstordens der Bundesrepublik Deutschland, erhalten von Bundespräsident Horst Köhler am 11. Januar 2008
Großkreuz des Ordens El Sol del Perú, verliehen vom peruanischen Präsidenten Alan García am 17. Mai 2008[145]
Großkreuz des Ordens des Infanten Dom Henrique, verliehen vom portugiesischen Präsidenten Aníbal Cavaco Silva am 2. März 2009[146]
Orden „Stara Planina“, der höchste bulgarische Orden, erhalten am 11. Oktober 2010
Presidential Medal of Freedom, die gleichrangig mit der Congressional Gold Medal höchste zivile Auszeichnung der Vereinigten Staaten von Amerika, erhalten von Präsident Barack Obama am 7. Juni 2011[147][148]
„Ehrenmedaille des Präsidenten“, höchste Auszeichnung Israels (2014), erhalten von Präsident Schimon Peres am 25. Februar 2014[149]
Großes Goldenes Ehrenzeichen am Bande für Verdienste um die Republik Österreich, verliehen am 27. August 2015 vom österreichischen Bundeskanzler Werner Faymann[150]
Privatrechtliche Auszeichnungen
Barroso, Sarkozy und Merkel, 2011
Leo-Baeck-Preis des Zentralrats der Juden in Deutschland im Jahr 2007[151]
World Statesman Award der Appeal of Conscience Foundation, verliehen im Jahr 2007 für ihr bisheriges Lebenswerk[152]
Europe Award of Merit-Medaille der B’nai B’rith, erhalten am 11. März 2008 für ihr Engagement im Kampf gegen den Antisemitismus und Rassismus[153]
Karlspreis, erhalten am 1. Mai 2008 „für ihre Verdienste um die Weiterentwicklung der Europäischen Union“. Die Laudatio hielt der französische Staatspräsident Nicolas Sarkozy.[154]
Eric-M.-Warburg-Preis der Atlantik-Brücke, verliehen am 25. Juni 2009 in der Library of Congress in Washington, D.C.[155]
Deutscher Medienpreis 2009, ausgezeichnet am 9. Februar 2010 in Baden-Baden. Die Jury begründete ihre Entscheidung damit, dass „im Mittelpunkt ihres politischen Denkens und Handelns … stets der Mensch [stehe]. Die Würde und die Rechte des Individuums leiten Angela Merkel bei ihren politischen Entscheidungen, die geprägt sind von Berechenbarkeit und Verlässlichkeit“. Weiter verfolge die Kanzlerin einen Kurs, „der die Partnerschaft in den Vordergrund stellt, ohne dass sie die manchmal notwendige Konfrontation scheut“.[156]
Leo-Baeck-Medaille, erhalten am 21. September 2010 in New York für ihr Engagement für die Aussöhnung zwischen Juden und Deutschen[157]
Kaiser-Otto-Preis, erhalten am 24. August 2011 in Magdeburg für Verdienste um die europäische Vereinigung
Preis für Verständigung und Toleranz des Jüdischen Museums Berlin, erhalten am 24. Oktober 2011 in Berlin
Heinz-Galinski-Preis (28. November 2012)[158]
Indira-Gandhi-Friedenspreis 2013[159]
Abraham-Geiger-Preis, 2015[160]
Ehrendoktorwürden
Merkel bei der Verleihung der Ehrendoktorwürde der Fakultät für Physik und Geowissenschaften der Universität Leipzig, 3. Juni 2008
Ehrendoktorwürde in Philosophie der Hebräischen Universität Jerusalem, verliehen im Jahr 2007
Ehrendoktorwürde der Universität Leipzig, verliehen am 3. Juni 2008 durch die Fakultät für Physik und Geowissenschaften „für ihre Verdienste um das Fachgebiet Physik und seine Reputation bei ihrem Einsatz für den Schutz der Umwelt, der Demokratie und der Menschenrechte“. Die Laudatio hielt Javier Solana.[161]
Ehrendoktorwürde der Technischen Universität Breslau, verliehen am 24. September 2008 für ihre Verdienste um die Annäherung zwischen Deutschland und Polen[162]
Ehrendoktorwürde der New School, verliehen am 19. Februar 2009. Die Laudatio hielt Fritz Stern.[163][164]
Ehrendoktorwürde der Universität Bern, verliehen am 5. Dezember 2009 durch den Senat und die Universitätsleitung bei deren 175. Stiftungsfeier für ihren Einsatz für das öffentliche Wohl und den Klimaschutz sowie für ihre Verdienste um die europäische Integration, die Pflege des jüdisch-christlichen Dialogs und ihr Engagement für die Anliegen der Frauen[165]
Ehrendoktorwürde der Universität Russe in Bulgarien, erhalten am 11. Oktober 2010[166]
Ehrendoktorwürde der Babeș-Bolyai-Universität, erhalten am 12. Oktober 2010 in Klausenburg/Cluj (Rumänien) für „ihre Verdienste um Europa und ihren Beitrag zur Lösung der Globalisierungs-Probleme“[167]
Ehrendoktorwürde der Ewha Frauenuniversität, erhalten am 11. November 2010 in Seoul[168]
Ehrendoktorwürde der Universität Tel Aviv, verliehen am 1. Februar 2011[169]
Ehrendoktorwürde der Radboud-Universität Nijmegen, verliehen am 23. Mai 2013[170]
Ehrendoktorwürde der Comenius-Universität Bratislava, verliehen am 20. Oktober 2014[171]
Ehrendoktorwürde der Universität Szeged, verliehen am 2. Februar 2015[115]
Sonstige
Am 3. November 2009 hielt Merkel eine Rede vor beiden Häusern des US-Kongresses. Diese Anerkennung ist bislang nur wenigen US-Präsidenten und ausländischen Gästen zuteilgeworden.[172]
In den Rankings des US-Wirtschaftsmagazins Forbes hat Merkel während ihrer Kanzlerschaft häufig hohe Positionen erreicht. In den Jahren 2006 bis 2009 und seit 2011 steht sie in der Liste der 100 mächtigsten Frauen der Welt auf dem ersten Platz.[173] Auf der Liste der mächtigsten Personen der Welt rangierte sie im Jahr 2012 hinter Barack Obama auf Platz 2.[174] Es ist der höchste Rang, den jemals eine Frau in dieser Liste erreicht hat.[175] 2013 lag sie hinter Papst Franziskus auf dem 5. Platz und 2015 hinter Wladimir Putin und vor Barack Obama auf Platz 2.[176] Für das US-Nachrichtenmagazin Time gehörte sie bisher (Stand : 2015) siebenmal zu den 100 Personen, die die Welt am meisten prägten, nämlich 2006, 2007, 2009, 2011, 2012, 2014 und 2015.[177]
Am 9. Dezember 2015 kürte sie Time zur Person of the Year, der ersten Deutschen mit dieser Würdigung seit Willy Brandt 1970.[178] Auf dem Titelbild der Zeitschrift wurde sie als „Chancellor of the Free World“ (Kanzlerin der Freien Welt) bezeichnet.
Am 16. Februar 2008 wurde sie zum Ehrenmitglied von Energie Cottbus ernannt.
Am 2. Juni 2011 wurde im Rahmen ihres Besuchs in Singapur eine Orchideen-Züchtung der Gattung Dendrobium auf den Namen „Dendrobium Angela Merkel“ getauft.
Am 27. Februar 2014 hielt Merkel auf Einladung des britischen Parlaments eine Rede vor dessen beiden Kammern,[179] eine seit 1939 praktizierte Ehrung, die als einzigen Deutschen vor ihr nur Willy Brandt im Jahre 1970, Richard von Weizsäcker im Jahre 1986 und Benedikt XVI. im Jahre 2010 zuteilwurde.[180]
Benennungen von Kindern
Im Zuge der größeren Zahl an Flüchtlingen, welche in die Bundesrepublik nach Schutz suchen kommt es auch zu Geburten von Kindern von Flüchtlingen. In mehreren Fällen ist es dabei bereits vorgekommen, dass Eltern aus Dankbarkeit für das Engagement Angela Merkels in der Flüchtlingssache das Kind nach ihr benannten. So heißt ein neugeborenes Kind eines syrischen Paares mit Vornamen Angela Merkel.[181] Nach einer wissenschaftlichen Mitarbeiterin des namenskundlichen Instituts in Leipzig sei diese Form der Verehrung in vielen Kulturen üblich, in Deutschland ist die Benennung nach Politikern jedoch unüblich.[182]
In der Popkultur
Angela Merkel formt die so genannte Merkel-Raute
Merkel-Raute
→ Hauptartikel : Merkel-Raute
Merkel ist für eine stereotype Geste bekannt, bei der sie ihre Hände mit der Innenfläche so vor dem Bauch hält, dass die Daumen und Zeigefinger sich an den Spitzen berühren. Dadurch bildet sich die Form einer Raute, was in der Presse als Merkel-Raute kolportiert wurde.[183] Zur Bundestagswahl 2013 nutzte die CDU im Rahmen einer Personalisierungsstrategie die für die Kanzlerin typische Geste der Merkelraute und bildete sie auf einem Riesenplakat in Berlin ab.[184] Kritiker bezeichneten diese Strategie als einen sonst nur in diktatorischen Regimen üblichen Personenkult.[185]
Deutschlandkette
→ Hauptartikel : Deutschlandkette
Als Deutschlandkette wurde eine Halskette bekannt, die die deutsche Bundeskanzlerin Angela Merkel am 1. September 2013 beim TV-Duell anlässlich der Bundestagswahl 2013 trug.
Merkozy
→ Hauptartikel : Merkozy
Merkozy (auch : Sarkel bzw. Sarkokel) ist ein von den Medien kreiertes Kofferwort und Akronym aus dem Namen von Angela Merkel und dem des damaligen französischen Staatspräsidenten Nicolas Sarkozy. Mit der Ablösung Sarkozys durch François Hollande wurde der Begriff 2012 durch Merkhollande (auch Merkollande) ersetzt.
Merkelphone
Ein vom Bundesamt für Sicherheit in der Informationstechnik zugelassenes abhörsicheres Mobiltelefon wird in der Öffentlichkeit häufig unter der Bezeichnung Merkelphone geführt.[186]
Veröffentlichungen
In unruhiger Zeit. Reden und Aufsätze aus drei Jahren deutscher Einheit. Parerga, Düsseldorf/Bonn 1994, ISBN 3-9803042-4-8.
Das vereinte Deutschland in der Europäischen Union, neue Chancen für Frauen und Jugendliche. Köllen, Bonn 1994, ISBN 3-88579-153-6.
mit Hartmut Graßl : Ist unser Klima noch zu retten? Konrad-Adenauer-Stiftung, Sankt Augustin 1995, ISBN 3-930163-86-1.
(Hrsg.) : Wissenschaftliche Politikberatung für die Umwelt : Stationen, Leistungen, Anforderungen und Erfahrungen. Analytica, Berlin 1997, ISBN 3-929342-27-8.
Der Preis des Überlebens. Gedanken und Gespräche über zukünftige Aufgaben der Umweltpolitik. Deutsche Verlags-Anstalt, Stuttgart 1997, ISBN 3-421-05113-5.
mit August Oetker, Hubert Peter Johann : Umwelt und Wirtschaft. Konrad-Adenauer-Stiftung, Sankt Augustin 1998, ISBN 3-931575-92-6.
(Hrsg.) : Europa und die deutsche Einheit. Zehn Jahre Wiedervereinigung : Bilanz und Ausblick. Herder, Freiburg/Basel/Wien 2000, ISBN 3-451-20140-2.
Mein Weg. Angela Merkel im Gespräch mit Hugo Müller-Vogg. Hoffmann und Campe, Hamburg 2004, ISBN 3-455-09417-1; aktualisierte Ausgabe : Mein Weg. Ein Gespräch mit Hugo Müller-Vogg. ebd., 2005, ISBN 3-455-09538-0.
(Hrsg.) : Dialog über Deutschlands Zukunft. Murmann Verlag, Hamburg 2012, ISBN 978-3-86774-187-3.
Literatur
Evelyn Roll : Das Mädchen und die Macht. Angela Merkels demokratischer Aufbruch. Rowohlt, Berlin 2001, ISBN 978-3-87134-429-9.
Jacqueline Boysen : Angela Merkel. Eine Karriere. 2. Auflage. Ullstein, Berlin 2005, ISBN 978-3-548-36832-0.
Wolfgang Stock : Angela Merkel. Eine politische Biographie. Olzog, Neuauflage, München 2005, ISBN 978-3-7892-8168-6.[187]
Gerd Langguth : Angela Merkel. Aufstieg zur Macht. Biografie. 2. Auflage. Deutscher Taschenbuch Verlag, München 2007, ISBN 978-3-423-34414-2.
Margaret Heckel : So regiert die Kanzlerin. Eine Reportage. Piper, München 2009, ISBN 978-3-492-05331-0.
Volker Resing : Angela Merkel. Die Protestantin. Ein Porträt. St.-Benno-Verlag, Leipzig 2009, ISBN 978-3-7462-2648-4.
Helmut Müller-Enbergs : Merkel, Angela. In : Wer war wer in der DDR? 5. Ausgabe. Band 2, Ch. Links, Berlin 2010, ISBN 978-3-86153-561-4.
Cora Stephan : Angela Merkel. Ein Irrtum. Knaus, München 2011, ISBN 978-3-8135-0416-3.
Gertrud Höhler : Die Patin. Wie Angela Merkel Deutschland umbaut. Orell Füssli, Zürich 2012, ISBN 978-3-280-05480-2.
Stefan Kornelius : Angela Merkel. Die Kanzlerin und ihre Welt. Hoffmann und Campe, Hamburg 2013, ISBN 978-3-455-50291-6.
Nikolaus Blome : Angela Merkel – Die Zauderkünstlerin. Pantheon, München 2013, ISBN 978-3-570-55201-8.
Ralph Bollmann : Die Deutsche : Angela Merkel und wir. Klett-Cotta, Stuttgart 2013, ISBN 978-3-608-94750-2.
Stephan Hebel : Mutter Blamage – Warum die Nation Angela Merkel und ihre Politik nicht braucht. Westend, Frankfurt am Main 2013, ISBN 978-3-86489-021-5.[188]
Günther Lachmann, Ralf Georg Reuth : Das erste Leben der Angela M. Piper, München 2013, ISBN 978-3-492-05581-9.
Uwe-Karsten Heye, Hugo Müller-Vogg : Steinbrück oder Merkel? Deutschland hat die Wahl. Quadriga, Berlin 2013, ISBN 978-3-86995-056-3.
Judy Dempsey : Das Phänomen Merkel – Deutschlands Macht und Möglichkeiten. Edition Körber-Stiftung, Hamburg 2013, ISBN 978-3-89684-097-4.
Dirk Kurbjuweit : Alternativlos – Merkel, die Deutschen und das Ende der Politik. Hanser, München, 2014, ISBN 978-3-446-24620-1.
Angela Merkel im Munzinger-Archiv (Artikelanfang frei abrufbar)
---------------------------------
-------------------------------
Kaynaklar :
^ Stefan Kornelius (10 September 2013). "Six things you didn't know about Angela Merkel". The Guardian. 10 September 2013 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi : 29 October 2013.
^ Kornelius, Stefan (March 2013) (de). Angela Merkel : Die Kanzlerin und ihre Welt. Hoffmann und Campe. s. 7. ISBN 978-3455502916.
^ "The German chancellor's Polish roots". Deutsche Welle. 27 March 2013 tarihinde kaynağından arşivlendi.
^ "Merkel hat polnische Wurzeln [Merkel has Polish roots]". Süddeutsche Zeitung. 13 March 2013. 17 March 2013 tarihinde kaynağından arşivlendi.
Die Aussprache des Namens Angela mit Betonung auf der ersten Silbe ist viel häufiger als mit Betonung auf der zweiten Silbe (außer in Österreich, siehe Duden online). Merkel bevorzugt jedoch die Betonung auf der zweiten Silbe, siehe Gerd Langguth : Angela Merkel. DTV, München 2005, ISBN 3-423-24485-2, S. 50.
Siehe die Mitgliederlisten des Deutschen Bundestages für die 18. Wahlperiode (ab 2013) (56,2 %), 17. Wahlperiode (ab 2009) (49,3 %), 16. Wahlperiode (ab 2005) (41,3 %), 15. Wahlperiode (ab 2002) (41,6 %), 14. Wahlperiode (ab 1998 ) (37,3 %), 13. Wahlperiode (ab 1994) (48,6 %), 12. Wahlperiode (ab 1990) (48,5 %).
Polnische Erregung über Angela Merkels Herkunft. In : Die Welt, 16. März 2013.
Merkels Lehrerin – „Ich kann ja nichts dafür, wenn die so gut ist“. In : cicero.de. 24. Januar 2013, abgerufen am 6. November 2015.
Alexander Osang : Die Schläferin. In : Der Spiegel. Nr. 46, 2009, S. 57–69 (9. November 2009, online).
Caroline Elz : Wer hier studiert, wird Bundeskanzler(in) – Berühmte Leipziger Studenten. Universität Leipzig, 8. Dezember 2011, archiviert vom Original am 20. Februar 2012, abgerufen am 18. Mai 2012.
Bundeskanzlerin | Biografie. Presse- und Informationsamt der Bundesregierung, abgerufen am 18. Mai 2012.
Thüringer Allgemeine, Wie Angela Merkel beinahe Thüringerin wurde, 17.07.2014 http : //www.thueringer-allgemeine.de/web/zgt/politik/detail/-/specific/Wie-Angela-Merkel-beinahe-Thueringerin-wurde-387147233 .
Untersuchung des Mechanismus von Zerfallsreaktionen mit einfachem Bindungsbruch und Berechnung ihrer Geschwindigkeitskonstanten auf der Grundlage quantenchemischer und statistischer Methoden. Dissertation zur Erlangung des akademischen Grades Doktor eines Wissenschaftszweiges (Dr. rer. nat.); Diplom-Physikerin Angela Merkel geboren am 17. Juli 1954; eingereicht bei der Akademie der Wissenschaften der DDR Forschungsbereich Chemie, Zentralinstitut für physikalische Chemie; Berlin, den 8. Januar 1986.
Merkels Promotionsnoten : Glänzend in Physik, mäßig in der Ideologie. In : Spiegel Online. 31. Januar 2010, abgerufen am 6. November 2015.
Ulrich Schnabel : Physik : Von der Physik siegen lernen. In : zeit.de. 14. Juli 2005, abgerufen am 6. November 2015.
Doktor eines Wissenschaftszweiges – Promotionsordnung A (21. Januar 1969). documentArchiv.de, abgerufen am 18. Mai 2012.
Gerd Langguth : Angela Merkel. Aufstieg zur Macht. Biografie. Deutscher Taschenbuch Verlag, 2. Auflage, München 2007, ISBN 978-3-423-34414-2, S. 116; Mein Weg. Angela Merkel im Gespräch mit Hugo Müller-Vogg. Hoffmann und Campe, Hamburg 2005, ISBN 3-455-09538-0, S. 62.
§ 10 Abs. 2 und 3 DDR-Promotionsordnung A. documentarchiv.de, abgerufen am 18. Mai 2012 : „(2) Die Bewertung der Teilgebiete (Arbeit, Nachweis der marxistisch-leninistischen Kenntnisse, Verteidigung) sind in einem Prädikat zusammenzufassen, das in der Promotionsurkunde auszuweisen ist. (3) Erreicht der Kandidat in allen Teilgebieten die Bewertung ‚sehr gut‘, kann unter Berücksichtigung seiner Persönlichkeit das Prädikat ‚ausgezeichnet‘ (summa cum laude) erteilt werden.“
Ralf Georg Reuth : Angela Merkels zweierlei Welten. Welt am Sonntag, 19. Juni 2005, abgerufen am 18. Mai 2012.
Sebastian Fischer : Verschollen daheim, Der Spiegel. 30. Dezember 2010. Abgerufen am 18. Mai 2012.
Ralf Georg Reuth : Angela Merkels zweierlei Welten. In : Die Welt, 19. Juni 2005.
Stefan Wolter : Auf Rügen wird das Monster am Meer saniert In : Der Tagesspiegel, 10. August 2014.
Siehe zu Kohls politischem Kalkül dabei Hans-Peter Schwarz : Helmut Kohl : Eine politische Biographie. 2. Auflage. DVA, München 2012, S. 382, 760.
Angela Merkel : Die von Helmut Kohl eingeräumten Vorgänge haben der Partei Schaden zugefügt. In : Frankfurter Allgemeine Zeitung, 22. Dezember 1999, zitiert in : Deutsche Geschichte in Dokumenten und Bildern. Abgerufen am 22. Juli 2015.
Hans Peter Schütz : Wolfgang Schäuble. Zwei Leben. Droemer, München 2012, S. 98–101.
Herfried Münkler : „Enkel“ und „Kronprinzen“ – Nachfolgesemantiken der Politik. In : André Kaiser, Thomas Zittel (Hrsg.) : Demokratietheorie und Demokratieentwicklung. Festschrift für Peter Graf Kielmannsegg. VS Verlag für Sozialwissenschaften, Wiesbaden 2004, S. 299–316, hier S. 310 f.
Rühe war 1989–1992 CDU-Generalsekretär und 1992–1998 Bundesminister der Verteidigung. Merz war seit Oktober 1998 stellvertretender Vorsitzender der CDU/CSU-Bundestagsfraktion. Stoiber war seit 1993 bayerischer Ministerpräsident und CSU-Vorsitzender.
Parteivorsitz : Rekordergebnis – CDU wählt Merkel mit 97,94 Prozent. In : Welt.de, 4. Dezember 2012.
Alle Ergebnisse bis 2014 : Parteitag in Köln : CDU bestätigt Merkel mit 96 Prozent als Chefin. In : Spiegel Online, 9. Dezember 2014.
Nico Grasselt, Karl-Rudolf Korte : Führung in Politik und Wirtschaft. Instrumente, Stile und Techniken. VS Verlag für Sozialwissenschaften, Wiesbaden 2007, S. 180–183.
FAZ.net : Deutsch-chinesische Beziehen : Peking zeigt Merkel die kalte Schulter. 24. September 2007.
Spiegel Online : Außenminister-Gespräch : Peking versetzt Steinmeier. 24. September 2007.
Bundespresseamt : Rede von Bundeskanzlerin Angela Merkel im Europäischen Parlament. 17. Januar 2007.
Spiegel Online : EU-Verfassung : Kanzlerin fordert Gottesbezug. 25. Mai 2006.
Regierung gibt Garantie für Spareinlagen. manager-magazin, abgerufen am 6. Januar 2013.
Deutsche Garantie für Spareinlagen in der Kritik (Memento vom 7. Oktober 2008 im Internet Archive) in der Netzeitung, 6. Oktober 2008.
p2news.com : Kabinett beschließt Abwrackprämie. 27. Januar 2009.
welt.de : Merkel favorisiert Opel-Übernahme durch Magna. 28. August 2009.
Merkel muss Ackermann-Gästeliste veröffentlichen, DIE ZEIT online 20. März 2012
bundesregierung.de : Merkel gratuliert Obama zum Wahlsieg (Memento vom 14. November 2013 im Internet Archive). 5. November 2008.
Merkel besucht Obama. auf : Zeit.de, 15. Juni 2009, abgerufen am 31. Oktober 2015.
google.com/hostednews : Merkels Erweiterungskurs stößt im In- und Ausland auf Kritik (Memento vom 1. April 2009 im Internet Archive).
Merkel will mehr Waffenkontrollen. auf : faz.de, 15. März 2009, abgerufen am 31. Oktober 2015.
Union und FDP wollen rasch Regierung bilden (Memento vom 1. Oktober 2009 im Internet Archive) auf stern.de
Bundeswahlleiter : Ergebnisse der Bundestagswahlen 1949 bis 2005
Merkel verteidigt Wahlkreis und gewinnt Stimmen Offenbach Post, 27. September 2009, abgerufen am 31. Oktober 2015.
Merkel gewinnt im eigenen Wahlkreis (Memento vom 1. Oktober 2009 im Internet Archive)
Angela Merkels Duellant auf : Süddeutsche Zeitung, 17. Mai 2010, abgerufen am 31. Oktober 2015.
Spiegel Online : Dämpfer bei Kanzlerwahl : Schwarz-Gelb verweigert Merkel volle Stimmenzahl. 28. Oktober 2009.
Wachstumsbeschleunigungsgesetz : Hotel-Mehrwertsteuer sorgt für Ärger. Zeit Online, 21. November 2009, abgerufen am 18. Mai 2012.
Ralf Neukirch, Merlind Theile : Vier Wochen Frieden. In : Der Spiegel. Nr. 29, 2010, S. 22–23 (19. Juli 2010, online).
Arbeitsmarkt : Arbeitslosigkeit 2011 meist unter drei Millionen. Focus Online, 27. Oktober 2010, abgerufen am 18. Mai 2012.
Politik kompakt – Bundestag beschließt Aussetzung der Wehrpflicht. Süddeutsche Zeitung, 24. März 2011, abgerufen am 18. Mai 2012.
de Maizière : Bundeswehr ist eine Freiwilligenarmee. Interview mit : Thomas de Maizière. Presse- und Informationsamt der Bundesregierung, 17. Juli 2011, archiviert vom Original am 23. Juli 2011, abgerufen am 18. Mai 2012.
Plagiatsvorwürfe bringen das Idol Karl-Theodor zu Guttenberg ins Wanken. Neue Osnabrücker Zeitung, 17. Februar 2011, abgerufen am 18. Mai 2012.
Plagiat-Affäre Merkel : Als Minister ist Guttenberg hervorragend. FAZ.NET, 21. Februar 2011, abgerufen am 18. Mai 2012.
«Ich schäme mich nicht nur heimlich» auf : news.de, 27. Februar 2011, abgerufen am 31. Oktober 2015.
Alle wundern sich über Merkel www.fr-online.de 28. Februar 2011.
Deutscher Bundestag : „Laufzeitverlängerung von Atomkraftwerken zugestimmt“. Dort Links zu den beiden Änderungen des Atomgesetzes (17/3051, 17/3052), die Errichtung eines Energie- und Klimafonds (17/3053) sowie das Kernbrennstoffsteuergesetz (17/3054)
Gesetzespaket zur Energiewende – Kabinett beschließt Atomausstieg bis 2022. In : sueddeutsche.de. 6. Juni 2011, abgerufen am 5. November 2015.
Bundesregierung – Regierungserklärung von Bundeskanzlerin Angela Merkel zur Energiepolitik „Der Weg zur Energie der Zukunft“ (Mitschrift). In : bundesregierung.de. 9. Juni 2011, abgerufen am 5. November 2015.
Altkanzler : Kohl distanziert sich von Merkels Atomkurs. In : Focus Online. 21. April 2011, abgerufen am 5. November 2015.
Jutta Kramm : Merkels Atomausstieg mit Restrisiken. In : berliner-zeitung.de. 10. Juni 2011, abgerufen am 5. November 2015.
Merkels Atomausstieg auf dem Prüfstand. In : dw-world.de. 1. Juni 2011, abgerufen am 5. November 2015.
„ARD-Deutschlandtrend“ (Memento vom 14. Mai 2012 im Internet Archive) (PDF; 382 kB) Ergebnisbericht von Infratest Dimap vom April 2011.
Hans-Jürgen Leersch : Deutscher Bundestag – Bundestag stimmt für Übertragung der Bankenaufsicht. In : bundestag.de. 12. Juni 2013, abgerufen am 5. November 2015.
Jacob Appelbaum, Holger Stark, Marcel Rosenbach, Jörg Schindler : Kanzler-Handy im US-Visier? Merkel beschwert sich bei Obama. Artikel vom 23. Oktober 2013 im Portal spiegel.de, abgerufen am 23. Oktober 2013.
Christian Tretbar : Kanzlerin konfrontiert US-Präsident Obama : Merkels Handy durch amerikanische Geheimdienste überwacht? Artikel vom 23. Oktober 2013 im Portal tagesspiegel.de, abgerufen am 23. Oktober 2013.
Readout of the President's Phone Call with Chancellor Merkel of Germany, Presseerklärung des Weißen Hauses vom 23. Oktober 2013 zum Telefongespräch zwischen US-Präsident Obama und Bundeskanzlerin Merkel am 23. Oktober 2013, abgerufen im Portal whitehouse.gov am 23. Oktober 2013.
Ian Traynor, Philip Oltermann, Paul Lewis : US may have monitored Merkel's phone, says German government. Artikel vom 23. Oktober 2013 im Portal theguardian.com, abgerufen am 23. Oktober 2013.
"Hillary Clinton-Sidney Blumenthal Intel : 2013-0330.zip". Sidney Blumenthal, 5. April 2013, abgerufen am 29. Januar 2014.
Abhöraffäre um Merkels Handy : Spähvorwürfe überschatten EU-Gipfel, Artikel vom 24. Oktober 2013 im Portal faz.net, abgerufen am 29. Oktober 2013.
David E. Sanger, Mark Mazzetti : Allegation of U.S. Spying on Merkel Puts Obama at Crossroads. Artikel vom 24. Oktober 2013 im Portal nytimes.com, abgerufen am 26. Oktober 2013.
NSA-Überwachung : Merkels Handy steht seit 2002 auf US-Abhörliste. Artikel vom 26. Oktober 2013 im Portal spiegel.de, abgerufen am 26. Oktober 2013.
Ausspäh-Affäre : Die Spionage-Botschaft. Artikel vom 26. Oktober 2013 im Portal faz.net, abgerufen am 26. Oktober 2013.
Merkel-Überwachung : NSA zeichnete offenbar einzelne Gespräche der Kanzlerin mit. Artikel vom 29. Oktober 2013 im Portal spiegel.de, abgerufen am 29. Oktober 2013.
Lauschangriff auf die Kanzlerin : Obama war angeblich über die Abhöraktion im Bilde. Artikel vom 27. Oktober 2013 im Portal tagesspiegel.de, abgerufen am 27. Oktober 2013.
Wusste der US-Präsident seit Jahren vom Abhören des Merkel-Handys? „Wer ist diese Deutsche?“ – Obama selbst soll seine Hacker losgeschickt haben. Artikel vom 27. Oktober 2013 im Portal focus.de, abgerufen am 27. Oktober 2013.
Michael Backhaus, Kayhan Özgenc : Obama wollte alles über Merkel wissen. Artikel vom 27. Oktober 2013 im Portal bild.de, abgerufen am 27. Oktober 2013.
NSA-Spähaktion in Deutschland : „Sie saugen jede Nummer auf, die sie können“. Artikel vom 31. Oktober 2013 im Portal sueddeutsche.de, abgerufen am 31. Oktober 2013.
Bundesregierung, Opposition und hohe Beamte : NSA „saugt jede Telefonnummer auf“. Artikel vom 31. Oktober 2013 im Portal n-tv.de, abgerufen am 31. Oktober 2013.
Ausspäh-Affäre : Obama wusste angeblich von Abhöraktionen. Artikel vom 27. Oktober 2013 im Portal faz.net, abgerufen am 27. Oktober 2013.
NSA dementiert : Obama sprach mit NSA-Chef Alexander nie über Merkel-Ausspähung. Artikel vom 27. Oktober 2013 im Portal focus.de, abgerufen am 27. Oktober 2013.
Siobhan Gorman, Adam Entous : Obama Unaware as U.S. Spied on World Leaders : Officials. Artikel vom 27. Oktober 2013 im Portal stream.wsj.com, abgerufen am 28. Oktober 2013.
Matthias Rüb : Spionage-Affäre : Merkel und Rousseff bereiten UN-Resolution gegen Amerika vor. Artikel vom 27. Oktober 2013 im Portal faz.net, abgerufen am 27. Oktober 2013.
NSA-Affäre : Deutschland will mit Brasilien Internetspionage bekämpfen. Artikel vom 26. Oktober 2013 im Portal zeit.de, abgerufen am 1. November 2013.
Abhörskandal : Deutschland reicht Resolution gegen Spionage ein. Artikel vom 1. November 2013 im Portal handelsblatt.com, abgerufen am 1. November 2013.
Resolution der UN-Vollversammlung : „Online gleiche Rechte wie offline“. (Memento vom 27. März 2014 im Internet Archive). Artikel vom 26. November 2013 im Portal tagesschau.de, abgerufen am 5. Februar 2014.
Merkel wirbt für Vereinigte Staaten von Europa Hamburger Abendblatt, 7. November 2012, abgerufen am 31. Oktober 2015
Westerwelle will Abzug aller US-Atomraketen. In : Handelsblatt, 24. Oktober 2009 (online)
Spiegel Online : Integrationsdebatte : Merkel knöpft sich Erdogan vor. 11. Februar 2008.
Die Welt : Merkel ist gegen getrennte Sportstunden für Muslime
Merkel bekräftigt Nein zu doppelter Staatsangehörigkeit auf : Süddeutsche Zeitung, 28. Mai 2013, abgerufen am 31. Oktober 2015.
spiegel.de 16. September 2010 : Integration : Merkel erklärt Multikulti für gescheitert
Spiegel Online : Kanzlerin Merkel : "Der Islam gehört zu Deutschland", vom 12. Januar 2015, abgerufen am 9. Januar 2016
"Für Merkel gehört der Islam offenkundig zu Deutschland", in : Die Zeit, vom 1. Juli 2015, abgerufen am 9. Januar 2016
„Islam gehört unzweifelhaft zu Deutschland“, in : Handelsblatt, vom 1. Juli 2015, abgerufen am 9. Januar 2016
Süddeutsche Zeitung : Israels Premier – „Niemand kann uns stoppen“. 3. August 2006.
Frankfurter Allgemeine Zeitung : Dokumentation : Die Rede der Kanzlerin vor der Knesset. 18. März 2008.
Frankfurter Allgemeine Zeitung : Kanzlerin vor der Knesset – Merkel : Wir sind mit Israel auf immer verbunden. 18. März 2008.
Siedlungsbau in Jerusalem : Merkel wirft Israel Provokation vor; In : Spiegel Online; 30. September 2011, abgerufen am 21. Februar 2013.
Aufstand in Syrien : Merkel fordert Urteil gegen Assad. Spiegel Online. 17. Dezember 2011. Abgerufen am 11. März 2013.
Merkel : Keine deutsche Beteiligung an Militärschlag in Syrien auf : Die Zeit, 1. September 2013, abgerufen am 31. Oktober 2015.
Merkel verweigert USA die Unterstützung. In : welt.de. 7. September 2013, abgerufen am 5. November 2015.
Merkel droht Weißrussland mit Sanktionen auf : Süddeutsche Zeitung, 12. Januar 2011, abgerufen am 31. Oktober 2015.
Libyen : Merkel bremst Sarkozys Bomber-Pläne. Zeit Online, 11. März 2011, abgerufen am 18. Mai 2012.
Eveline Y. Metzen, Geschäftsführerin der Atlantik-Brücke im Interview mit TV Berlin, ab 6 : 35 min vom 4. Mai 2011 (Memento vom 18. März 2015 im Internet Archive)
Angela Merkel : „Der Euro wird stark bleiben“ auf : Webseite der CDU, 24. April 2013, abgerufen am 31. Oktober 2015.
Peter Riesbeck : Eurokrise : Was Merkel und Hollande trennt. In : fr-online.de. 30. Juli 2012, abgerufen am 5. November 2015.
IWF warnt Merkel vor zu striktem Sparkurs Handelsblatt, 3. Juni 2013, abgerufen am 31. Oktober 2015.
Griechenland : Ein Fass ohne Boden – keine Hilfe, Münchner Merkur, 28. Februar 2010, abgerufen am 31. Oktober 2015.
Merkel will den Griechen keine Hilfe anbieten. In : welt.de. 3. März 2010, abgerufen am 5. November 2015.
FAZ.NET : Merkel : Griechenland braucht keine Hilfe. In : FAZ.net. 21. März 2010, abgerufen am 5. November 2015.
Angela Merkel sagt Griechenland Hilfe zu. In : abendblatt.de. 26. April 2010, abgerufen am 5. November 2015.
FAZ.net / Reuters : Merkel : Schuldenschnitt in einigen Jahren denkbar. In : FAZ.net. 2. Dezember 2012, abgerufen am 5. November 2015.
Merkel spricht Bundesbankchef „volle Unterstützung“ aus. In : welt.de. 5. September 2012, abgerufen am 5. November 2015.
Merkel zur Schuldenpolitik : „Keine Euro-Bonds, solange ich lebe“. In : Spiegel Online. 26. Juni 2012, abgerufen am 5. November 2015.
Rede von Bundeskanzlerin Merkel beim Jahrestreffen 2013 des World Economic Forum Die Bundesregierung, 24. Januar 2013, abgerufen am 1. November 2015.
unter anderem bei der Verleihung der Ehrendoktorwürde an der Universität Szeged in Ungarn, siehe : Rede von Bundeskanzlerin Merkel anlässlich der Verleihung der Ehrendoktorwürde der Universität Szeged Die Bundesregierung 2. Februar 2015, abgerufen am 1. November 2015.
The Merkel plan auf : The Economist, 15. Juni 2013, abgerufen am 1. November 2015.
Merkel warns on cost of Welfare auf Financial Times (kostenpflichtiger Zugang)
Der Wirtschaftswissenschaftler Arno Tausch von der Corvinus University in Budapest, hat zwischenzeitlich in einem Paper für das Social Science Research Network in New York behauptet, dass basierend auf den Daten über die globalen Sozialschutzausgaben in 169 Staaten der ILO in Genf sowie der Weltbank über das Bruttonationaleinkommen (GNI) gemessen in Kaufkraftparitäten für Merkels Aussage überhaupt gar keine Grundlage bestünde. Nach Tausch würden die 27 der 28 EU-Staaten mit kompletten Daten nur 33 % der weltweiten Sozialausgaben tätigen, während die 13 nicht-EU-Mitgliedsländer der OECD, unter ihnen die reichen angelsächsischen überseeischen Demokratien und Japan, 40 % der weltweiten Sozialschutzausgaben tätigen, die BRICS-Staaten 18 % und der Rest der 9 %. Irland, Ungarn, Luxemburg und Litauen brauchen nach dieser Studie weniger als 2 % ihres BIP, um 1 % der Bevölkerung aus der Armut zu heben, während in Deutschland mehr als 3 % des BIP verwendet werden, um 1 % der Bevölkerung aus der Armut zu heben, und in Griechenland mehr als 6 %. Statt europäische Sozialleistungen zu kürzen, sollte Deutschland sein eigenes Sozialsystem besser zur Armutsbekämpfung gestalten, und ansonsten vom erfolgreichen de-facto-Keynesianismus in den überseeischen angelsächsischen Demokratien lernen. Vgl. Tausch, Arno, Wo Frau Kanzlerin Angela Merkel Irrt : Der Sozialschutz in Der Welt, Der Anteil Europas Und Die Beurteilung Seiner Effizienz (Where Chancellor Angela Merkel Got it Wrong : Social Protection in the World, Europe’s Share in it and the Assessment of its Efficiency) (September 4, 2015). Bei Social Science Research Network online 4. September 2015, abgerufen am 1. November 2015.
online Merkel will Beschneidungen billigen auf : Focus, 16. Juli 2012, abgerufen am 1. November 2015.
Vor CDU-Parteitag : Merkel rät von steuerlicher Gleichstellung der Homo-Ehe ab auf : Spiegel online, 1. Dezember 2012, abgerufen am 1. November 2015.
Antwort der Bundesregierung auf die Kleine Anfrage der Abgeordneten Annalena Baerbock, Bärbel Höhn, Jürgen Trittin, weiterer Abgeordneter und der Fraktion BÜNDNIS 90/DIE GRÜNEN – Drucksache 18/2290 – Klimaaußenpolitik der Bundesregierung mit Blick auf die VN-Klimakonferenz im Jahr 2015 in Paris
EEG : Merkels gebrochenes Versprechen. In : Die Zeit. 27. Mai 2014, abgerufen am 9. Januar 2016 (de-de).
Bundeskanzler Werner Faymann : Zustimmung zur Weiterreise von Flüchtlingen aus Ungarn nach Österreich und Deutschland Facebbook-Blog Feymanns, 4. September 2015, abgerufen 28. Oktober 2015.
Tausende Flüchtlinge aus Ungarn erreichen Österreich, Reuters, 5. September 2015, abgerufen 28. Oktober 2015.
Kanzlerin in der Flüchtlingskrise : Angela Merkel und die Kunst der Normalität, Günter Bannas in FAZ online vom 20. September 2015, abgerufen 28. Oktober 2015.
Armin Käfer : Flüchtlingspolitik : Merkel will Vorbild sein. Stuttgarter Zeitung, 9. September 2015, abgerufen am 9. September 2015.
Merkel : Wenn wir versagen, ist Europa verloren. Merkur.de, 9. September 2015, abgerufen am 9. September 2015.
Merkel in der Generaldebatte : „Integration der Flüchtlinge hat Priorität“. n-tv, 9. September 2015, abgerufen am 9. September 2015.
Rheinische Post online 11. September 2015 : Merkel : Asyl kennt keine Grenze, abgerufen am 1. November 2015.
Presse zu Flüchtlings-Aussage : „Merkel riskiert nicht weniger als ihre Kanzlerschaft“. Stern, abgerufen am 16. September 2015.
FAZ.net 15. September 2015 / Günter Bannas : Das Gegenteil einer Entschuldigung.
Interview in der PNP Passauer Neue Presse 11. September 2015 : Ex-Innenminister : „Wir haben die Kontrolle verloren“
spiegel.de 11. September 2015 : Streit in der Union : CSU keilt gegen Merkels Flüchtlingspolitik
FAZ.net 12. September 2015 / Reinhard Müller : Deutschland darf sich nicht auflösen
Robin Alexander : Die Union verweigert Merkel die Gefolgschaft. In : welt.de. 27. September 2015, abgerufen am 2. Oktober 2015.
ARD-Deutschlandtrend, 1. Oktober 2015 : „Deutsche besorgt über Flüchtlinge“
Karlsruher Erklärung : CDU feiert Merkel für Flüchtlingskompromiss wz.de, 14. Dezember 2015, angerufen am 16. Dezember 2015
Merkel für europäischen Grenzschutz – Opposition fürchtet Abschottung Deutschlandfunk.de, 16. Dezember 2015, abgerufen am 16. Dezember 2015
Bundespresseamt : Video-Podcast auf bundeskanzlerin.de
Focus : Merkel-Podcast : Auftrag für Stoibers Schwiegersohn. 10. August 2006.
ORF : Angela Merkels Videoblog neu vergeben. 10. August 2006.
Rolling Stone : Grandiose Comedy : Tracey Ullman parodiert Bundeskanzlerin Angela Merkel. 21. Januar 2016.
Verena Köttker : Eines Tages zog sie aus. Interview mit Ulrich Merkel. Focus Online, 5. Juli 2004, abgerufen am 18. Mai 2012.
Angela Merkel (geb. Kasner) auf Konrad Adenauer Stiftung, abgerufen am 1. November 2015.
Presidente García y Canciller Merkel ratifican voluntad para impulsar relaciones bilaterales. In : Boletín de la Embajada del Perú en Alemania. Embajada del Perú en la República Federal de Alemania, 3. Juni 2008, abgerufen am 18. Mai 2012 (PDF; 339 kB, spanisch).
Cidadãos Nacionais com Ordens Portuguesas – Página Oficial das Ordens Honoríficas Portuguesas
Remarks by the President Honoring the Recipients of the 2010 Medal of Freedom. The Whitehouse : Rede von Barack Obama vom 15. Februar 2011.
Ehrung im Juni : Obama überreicht Merkel Freiheitsmedaille, Der Spiegel, 4. April 2010.
Kanzlerin Merkel erhält Ehrenmedaille des Präsidenten. In : haGalil.com, 21. Februar 2014.
Werner Faymann : „Dank für konstruktive Zusammenarbeit zwischen Deutschland und Österreich“ Bundeskanzleramt Österreich, 27. August 2015, abgerufen am 1. November 2015.
Zentralrat der Juden in Deutschland : Laudatio von Wolf Biermann und Rede von Merkel anlässlich der Verleihung des Leo-Baeck-Preises
Die Tageszeitung : Ehrungen die die Welt nicht braucht : Merkel wird „World Statesman“. 26. September 2007.
Bundesregierung : B’nai B’rith Europe Award of Merit für Bundeskanzlerin Merkel 11. März (2008 )
Aufzeichnung der Verleihung des Karlspreises 2008 auf der Website des WDR, gesehen 17. Juni 2012.
Verleihung des Eric-M.-Warburg-Preis. abgerufen am 12. Juli 2012 (PDF; 1,7 MB)
Angela Merkel wird ausgezeichnet. Meldung vom 22. Januar 2010 auf stern.de
Merkel für deutsch-jüdische Aussöhnung ausgezeichnet. morgenpost.de, 22. September 2010, abgerufen am 18. Mai 2012.
„Eure Rede aber sei ja, ja, nein, nein“ domradio.de, 28. November 2012, abgerufen am 1. November 2015.
sapo.pt : Prémio da Paz Indira Gandhi foi para...Merkel, 19. November 2013 (portugiesisch), abgerufen am 20. November 2013.
Merkel mit Abraham-Geiger-Preis für Verdienste um Judentum ausgezeichnet. Domradio, 3. Dezember 2015, abgerufen am 3. Dezember 2015.
Council of the European Union : Laudatio by EU High Representative Javier Solana at the occasion of the honorary doctorate for Dr Angela Merkel. 3. Juni 2008 (PDF; 126 kB)
Merkel erhält in Breslau Ehrendoktorwürde „Für ihre Verdienste um die Annäherung zwischen Deutschland und Polen“. Frankfurter Allgemeine Zeitung, 25. September 2008, abgerufen am 18. Mai 2012.
Nils Minkmar : Ehrendoktorwürde für Merkel; Ein historischer Moment. In : faz.net. FAZ, 20. Februar 2009, abgerufen am 13. Januar 2011.
Bundeskanzlerin erhält Ehrendoktorwürde. Bundesregierung, 19. Februar 2009, archiviert vom Original am 14. November 2013, abgerufen am 17. Juli 2012.
Dies academicus – Eine Kanzlerin für gutes Klima. Universität Bern, 5. Dezember 2009, abgerufen am 18. Mai 2012.
Bundeskanzlerin | Rede von Bundeskanzlerin Angela Merkel anlässlich der Verleihung der Ehrendoktorwürde der Angel-Kanchev-Universität Ruse. Presse- und Informationsamt der Bundesregierung, archiviert vom Original am 14. Oktober 2010, abgerufen am 18. Mai 2012.
Merkel : Rumänien muss Reformen fortsetzen auf Focus online, 13. Oktober 2010, abgerufen am 2. November 2015
Merkel in Seoul zu Gipfelgesprächen der G-20 eingetroffen (Memento vom 3. Februar 2012 im Internet Archive) Stern online vom 11. November 2010.
Nahost-Frieden : Merkel warnt Israel vor Stillstand. spiegel.de, 1. Februar 2011, abgerufen am 18. Mai 2012.
Angela Merkel empfing Ehrendoktorwürde (Memento vom 3. November 2013 im Internet Archive), abgerufen am 23. Mai 2013.
Ehrendoktorwürde für Bundeskanzlerin Angela Merkel. Konrad Adenauer Stiftung, 20. Oktober 2014, abgerufen am 27. Dezember 2014.
Angela Merkel : We Have No Time to Lose. In : Spiegel Online, 4. November 2009, abgerufen am 12. Januar 2013.
The 100 Most Powerful Women. In : Forbes Magazine, 19. August 2009 (englisch); Forbes-Liste : Merkel zum dritten Mal zur wichtigsten Frau gewählt. In : Spiegel Online, 22. Mai 2013, abgerufen am 3. November 2015; Forbes-Liste 2015 : Angela Merkel bleibt die mächtigste Frau der Welt, rp-online.de, Meldung vom 29. Mai 2014.
Merkel goes second in Forbes’ list, behind obvious Obama. In : Deutsche Welle, 6. Dezember 2012, abgerufen am 28. Dezember 2012 (englisch).
Profile Angela Merkel. Forbes, abgerufen am 9. März 2013 (englisch).
Forbes-Magazine : Mächtigster Mensch der Welt – Angela Merkel auf Platz zwei. In : Welt.de, 5. November 2015.
Michael Elliott : Angela Merkel. In : Time.com, 8. Mai 2006; Henry Kissinger : The TIME 100 – Angela Merkel. In : Time.com, 3. Mai 2007; Michael Elliott : Angela Merkel. In : Time.com, 30. April 2009; Christine Lagarde : Angela Merkel. Consensus Builder. In : Time.com, 21. April 2011; Michael Schuman : Angela Merkel. Chancellor. In : Time.com, 18. April 2012; Jürgen Klinsmann : Angela Merkel. In : Time.com, 23. April 2014; Petro Poroschenko : Angela Merkel. In : Time.com, 16. April 2015.
Karl Vick : Person of the Year. Chancellor of the Free World. In : Time.com, 9. Dezember 2015 (englisch).
Merkel wirbt bei Briten für Europa (Memento vom 18. März 2015 im Internet Archive). Artikel vom 27. Februar 2014 im Portal tagesschau.de, abgerufen am 27. Februar 2014.
Ed Lowther : Merkel’s UK speech : The exclusive club she is joining. Artikel vom 27. Februar 2014 im Portal bbc.com, abgerufen am 27. Februar 2014.
Fabienne Piepiora : Syrisches Flüchtlingspaar nennt Tochter Angela Merkel. Artikel vom 12. Januar 2016 im Portal Der Westen, abgerufen am 12. Januar 2016.
Unbekannter Autor : Kamerunerin benennt Sohn nach Kanzlerin "Christ Merkel". Artikel vom 4. Dezember 2015 im Portal Der Westen, abgerufen am 12. Januar 2016.
Eckhard Fuhr : Was ist das Geheimnis der Merkel-Raute?. Die Welt. 17. Dezember 2012. Abgerufen am 6. September 2013.
Philipp Wittrock : Wahlkampf : Riesenplakat der CDU zeigt Hände mit Merkel-Raute. Spiegel Online. 2. September 2013. Abgerufen am 6. September 2013.
Katja Petrovic : Außenspiegel Bundestag : Personenkult um Merkel. Spiegel Online. 6. September 2013. Abgerufen am 18. Dezember 2013.
Hochsicherheitshandy der Telekom erhält BSI-Zulassung. Deutsche Telekom. 9. September 2013. Abgerufen am 10. September 2013.
Ralf Georg Reuth : Angela Merkels zweierlei Welten, Welt am Sonntag, 19. Juni 2005.
Stephan Hebel : Die zwei Gesichter der Angela M., Frankfurter Rundschau, 21. Februar 2013.
Etiketler : Angela Merkel Kimdir?,Angela, Merkel, Kimdir?,Dorothea,Almanya,detutchland,deutsches,Hamburg,1954,Almanya Başbakanlığı,2005,CDU,Lutheran bir papazın kızı,Ludwig Kasner,Polonyalı,şansölye,Alman şansölyesi,deutsche Politikerin (CDU),2005 Bundeskanzlerin, der ,Bundesrepublik, Deutschland,
![[Resim: Angela%20Merkel%20Red%20Dress-2020.jpg]](https://efsane1turk.net/EfsaneUploads2/Angela%20Merkel%20Red%20Dress-2020.jpg)
Ayça Bingöl Kimdir? Biyografisi
Ayça Bingöl (d. 16 Ocak 1975, İstanbul), Türk oyuncu.
Doğum 16 Ocak 1975 (41 yaşında)
İstanbul, Türkiye
Uyruk Türk
Evlilik(ler)i Ali Altuğ (e. 2001)
Meslek(ler) Oyuncu, seslendirme sanatçısı
Köken Türk
Etkin yıllar 1996-günümüz
Afife Tiyatro Ödülleri
En İyi Kadın Oyuncu
2008 Bana Bir Picasso Gerek
Ödüller
Tiyatro Tiyatro Ödülleri
En İyi Kadın Oyuncu
2008 Bana Bir Picasso Gerek (Duru Tiyatro) Antalya Televizyon Ödülleri
En İyi Dram Kadın Oyuncu Sadri Alışık Ödülleri
En İyi Kadın Oyuncu
2008 Bana Bir Picasso Gerek (Duru Tiyatro)
1975 yılında İstanbul'da doğdu. 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü`nden mezun olan Bingöl, 1996 yılında Dormen Tiyatrosu'nda profesyonel oyunculuğa başladı. 1998 - 2000 yılları arasında da konuk oyuncu olarak Tiyatro Fora`da oynadı. Reklam filmleri, sinema ve dizilerde rol alan, ayrıca seslendirme sanatçılığı yapan Bingöl, Yeditepe Oyuncuları kadrosunda bulundu. 2007 - 2008 sezonunda Bana Bir Picasso Gerek adlı oyun ile Duru Tiyatro topluluğuna katıldı.
Kariyeri
1998 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü`nden mezun olan Bingöl, 1996 yılında Dormen Tiyatrosu'nda profesyonel oyunculuğa başlamış, 1998-2000 yılları arasında da konuk oyuncu olarak Tiyatro Fora'da oynamıştır. Reklam filmleri, sinema ve dizilerde rol alan, ayrıca seslendirme sanatçılığı yapan Bingöl, Yeditepe Oyuncuları kadrosunda bulunmuştur. 2007-2008 sezonunda Bana Bir Picasso Gerek adlı oyun ile Duru Tiyatro topluluğuna katılmıştır. 2008-2009 sezonunda Tiyatro Stüdyosunda Nehrin Solgun Yüzü adlı oyunda rol almıştır
Oyunculuk (Film)
1999 Sır Dosyası
2000 Gözlük
2006 Tramvay Seval
2009 Sonsuz Aylin
Melekler ve Kumarbazlar
Oyunculuk (Televizyon)
2000 Evdeki Yabancı
2002 Anne Babamla Evlensene
2004 Yadigar
2006 Taşların Sırrı
2007 Hayat Kavgam
2007 Bıçak Sırtı
2008 İki Aile Füsun
2009 Küçük Kadınlar
2009 Samanyolu
2010 Öyle Bir Geçer Zaman ki Cemile
2011 Öyle Bir Geçer Zaman ki Cemile
Rol aldığı tiyatro oyunları
Şölen : Moira Buffini - Tiyatro Stüdyosu
Nehrin Solgun Yüzü : Nick Stafford - Tiyatro Stüdyosu
Bana Bir Picasso Gerek : Jeffrey Hatcher - Duru Tiyatro
Paramparça : Turgut Özakman - Yeditepe Oyuncuları
Tıpkı Sen Tıpkı Ben : Haluk Işık - Yeditepe Oyuncuları
Klakson, Borazan ve Bırtlar : Dario Fo - Tiyatro Fora
Bugün Git Yarın Gel : Dormen Tiyatrosu
Yukarıda Biri mi Var : Dormen Tiyatrosu
Zafer Madalyası : Dormen Tiyatrosu
Olacak Şey Değil : Dormen Tiyatrosu
Kare As : Dormen Tiyatrosu
Oyun Karıştı : Dormen Tiyatrosu
Seslendirme Çalışmaları
Crysis 2 (Video Oyunu) - Tara Strickland
Yüzüklerin Efendisi - Arwen (Liv Tyler)
Lost - Kate (TNT için seslendirildi)
Buz Devri 3 - Ellie
Buz Devri 2 - Ellie
Madagaskar - Gloria
Orman Çetesi - Gladys
Kayıp Balık Nemo - Peach
Kahraman İnekler
Beowulf Angelina Jolie
Taking Lives (Hayatın Benim) Angelina Jolie
28 Week Later (28 Hafta Sonra) - Rose Byrne
Peter Pan - Wendy
Red Kit:Batiya Hucum - Miss Littletown
Define Gezegeni
Kazara Zengin (Mr. Deeds) - Babe Bennett (Winona Ryder)
Sahip olduğu ödüller
6.Tiyatro Tiyatro Ödülleri: Yılın Kadın Oyuncusu, Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro 2008.
Afife Tiyatro Ödülleri: Yılın en başarılı kadın oyuncusu, Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro 2008.
Sadri Alışık Ödülleri: Yılın en iyi kadın tiyatro oyuncusu, Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro 2008.
16. Çırağan Lions Ödülleri: Yılın en iyi kadın oyuncusu, Nehrin Solgun Yüzü - Tiyatro Stüdyosu 2009.
Etiketler : Ayça Bingöl ,Kimdir?,Biyografisi,hayat hikayesi,oynadigi filimlker,diziler,cemile,cemiiile,cemreler,ilk cmre, erken gelen, cemreler,cemre havaya, düsdü,Öyle Bir Geçer Zaman ki,Rihanna, cemile rihanna,erkenci cemile rihanna,
Uğur Yücel Kimdir?
Genel bilgiler
Doğum 26 Mayıs 1957 (58 yaşında)
İstanbul, Türkiye
Uyruk Türkiye
Evlilik(ler)i Derya Alabora
Meslek(ler) Tiyatro, sinema sanatçısı ve senarist
Etkin yıllar 1975-günümüz
Altın Portakal Ödülleri
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
1987 Muhsin Bey
En İyi Film
2004 Yazı Tura
En İyi Senaryo
2004 Yazı Tura
En İyi Yönetmen
2004 Yazı Tura
SİYAD Ödülleri
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
1989 Arabesk
Uğur Yücel (d. 26 Mayıs 1957, İstanbul), Türk sinema oyuncusu, senarist ve yönetmen.
Yaşamı
1957 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro bölümünü bitirdi ve 1977 yılında tek kişilik bir gösteri oyunculuk kariyerine başladı. 1975-1984 yılları arasında Kenter Tiyatrosu, Tef Kabare Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu ve Şan Müzikholü’nde çeşitli oyunlarda oynadı. Selamsız Bandosu ve Muhsin Bey (1987) adlı filmlerdeki rolleri ile büyük çapta beğeni topladı.
Bunların dışında, Sezen Aksu ve Müjde Ar ile ayrı ayrı sahne şovları yaptı.
Televizyonda, Aziz Ahmet, Karanlıkta Koşanlar, Alacakaranlık ve Hırsız Polis gibi dizilerde oynadı; bunlardan Karanlıkta Koşanlar'ın tamamını ve Alacakaranlık'ın bazı bölümlerini (Alican Yücel takma adıyla) yönetti. Karanlıkta Koşanlar dizisinin senaryosunu, Ahmet Ümit'in polisiye öyküsünden uyarlayarak yazdı; Alacakaranlık'ın yazımına da katkıda bulundu.
Arabesk'le, ‘Sinema Yazarları Derneği En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’, Muhsin Bey'le Antalya Film Festivali’nde ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ ödüllerini aldı. İlk sekiz bölümünü çektiği İkinci Bahar adlı Tv dizisiyle İletişim Fakültesi En İyi Tv Yönetmeni Ödülünü aldı. Gemide ve Laleli’de Bir Azize filmlerinin müziklerini yaptı. Yönettiği ilk film olan Yazı Tura ile Antalya Film Festivali En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Yönetmen ödülleri dahil 11 ödül aldı. En son, 2007 yılında sona eren Hırsız Polis isimli dizide rol aldı ve başrollerini Türkan Şoray ile birlikte paylaştığı Hayatımın Kadınısın adlı filmi çekti. 2008 yılında Türkiye'de bir ilk olan Kolay Gelsin adlı doğaçlama sit-com denemesinin yönetmeni oldu, ama proje uzun ömürlü olmadı. 2008 - 2010 yılları arasında yayınlanmış olan Canım Ailem adlı TV dizisinde başrol oynamıştır. Kendi yönettiği Ejder Kapanı adlı sinema filminde Kenan İmirzalıoğlu, Nejat İşler, Berrak Tüzünataç ve Ceyda Düvenci ile birlikte başrolü paylaşmıştır.Oyuncu 2013 yılından beri Aramızda Kalsın adlı dizide Bahattin karakterini canlandırmaktadır.
Hakkında
Oyuncu Derya Alabora ile evlidir ve birlikte bir oğlu var.
Yıllardır Sezen Aksu ve Müjde Ar ile iyi arkadaştır.
Sıkça Kenan İmirzalıoğlu ile çalışır.
İstanbul'da yaşamaktadır. Ayrıca kendisi Beşiktaş taraftarıdır.
Rol aldığı tiyatro oyunları
Tanrı (oyun) : Woody Allen : Özel Tiyatro - 1988
Bİn Yıl Önce Bin Yıl Sonra : Yavuz Turgul\Vural Sözer - 1985
Filmografi
Sinema filmleri
Yıl Başlık Katkısı Rol Notlar
Yönetmen Yapımcı Senarist Oyuncu Diğer
1985 Aşık Oldum Hayır Hayır Hayır Evet No Ercan
1986 Teyzem Hayır Hayır Hayır Evet No Basri
1986 Milyarder Hayır Hayır Hayır Evet No Halis Dombili
1987 Selamsız Bandosu Hayır Hayır Hayır Evet No Musa
1987 Muhsin Bey Hayır Hayır Hayır Evet No Ali Nazik
1987 Arabesk Hayır Hayır Hayır Evet No Gazinocular kralı Ekrem
1996 Eşkıya Hayır Hayır Hayır Evet No Cumali
1998 Gemide Hayır Hayır Hayır Hayır Yes — Müzik
1999 Laleli'de Bir Azize Hayır Hayır Hayır Hayır Yes — Müzik
2000 Balalayka Hayır Hayır Hayır Evet No Necati
2004 Yazı Tura Evet Evet Evet Hayır Yes — Kurgu
2006 Hayatımın Kadınısın Evet Hayır Evet Evet No Tophaneli Tayfur
2009 New York, I Love You Hayır Hayır Hayır Evet No Ressam
2009 Aşka Ruhunu Kat Hayır Hayır Hayır Evet No Kemik kıran Kemal
2010 Ejder Kapanı Evet Hayır Hayır Evet No Çerkez Abbas
2013 Benim Dünyam Evet Hayır Hayır Evet No Mahir Hoca
2014 Soğuk Evet Hayır Evet Hayır No —
2015 Yaktın Beni Hayır Hayır Hayır Evet No Macit
2015 Kötü Kedi Şerafettin Hayır Hayır Hayır Hayır Yes Şerafettin (ses) Dublaj
Televizyon dizileri
Oyuncu
Aziz Ahmet 1994
Karanlıkta Koşanlar 2001
Alacakaranlık 2003
Hırsız Polis 2006, Aksak
Canım Ailem 2008, Samim Altın
Aramızda Kalsın 2013, Bahattin
Yönetmen
İkinci Bahar 1999
Karanlıkta Koşanlar 2001
Yapımcı
Alacakaranlık 2003
Senaryo
Aziz Ahmet 1994
Karanlıkta Koşanlar 2001
Kitapları
"Yağmur Kesiği", öykü kitabı, Can Yayınları, 2013 (ISBN 9789750715723)[1]
Ödülleri
24. Antalya Film Festivali, 1987, Muhsin Bey, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Siyad, 1989 Arabesk, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, 1999 İkinci Bahar, En iyi Tv yönetmeni ödülü.
41. Antalya Film Festivali, 2004, Yazı Tura, En İyi Film
41. Antalya Film Festivali, 2004, Yazı Tura, En İyi Senaryo
41. Antalya Film Festivali, 2004, Yazı Tura, En İyi Yönetmen
16. Ankara Film Festivali, 2005, Yazı Tura, Mahmut Tali Öngören Özel Ödülü
10. Nürnberg Türkiye/Almanya Film Festivali, 2005, Yazı Tura, En İyi Film
24. İstanbul Film Festivali, 2005, Yazı Tura, En İyi Yönetmen
24. İstanbul Film Festivali, 2005, Yazı Tura, Halk Jürisi Ödülü
12. Adana Altın Koza Film Şenliği, 2005, Yazı Tura, En İyi Yönetmen
47. Mannheim- Heidelberg Film Festivali Yazı Tura, FIPRESCI Ödülü.
İskenderiye Film Festivali, 2007, Hayatımın Kadınısın, En iyi Erkek Oyuncu
Kaynak :
Halk Ansiklopedisi Wikipedia
Etiketler : Uğur Yücel, Kimdir?,Uğur böcügü Cemre,Uğur,aksak,son urfali,Eşkıya,Arabesk
Ahmed Hulûsi Kimdir?
Ahmed Hulûsi kimdir, amacı nedir diye çok merak ediliyor...
Çok özetle anlatalım...
21 Ocak 1945 tarihinde İstanbul, Cerrahpaşa’da dünyaya gelmiş bulunan çocuğa annesi Ahmed, babası da Hulûsi adlarını koymuşlar.
18 yaşına kadar Hz. Muhammed’i dahi tanımayan bir zihniyetle yalnızca bir yaratıcıya inanmış ve Din konusundaki her sorusuna karşılık olarak “sen bunları sorma, sadece denileni yap” cevabını aldığı için de, hep din dışı yaşamıştır çevresindekilere göre!
Babasının vefatından üç gün sonra 10 Eylül 1963 günü annesinin ısrarıyla gittiği Cuma namazında, içine gelen bir ilhamla Din konusunu tüm derinlikleriyle araştırma kararı almış, o günden sonra beş vakit namaza başlamış ve abdestsiz dolaşmamaya karar vermiştir.
Din konusuna önce Diyanet’in yayınladığı on bir ciltlik Sahihi Buhari tercümesini, sonra tüm Kütübi Sitte’yi ve Rahmetli Elmalılı’nın “Hak Dini” isimli tefsirini okuyarak girmiştir. İki yıla yakın bir süre zâhir ilimleri itibarıyla olabildiğince geniş kaynakları incelemiş, yoğun riyâzatlar ve çalışmalarla kendini tasavvufa vermiş; ilk kitaplarını 1965 yılında yazdıktan sonra kendindeki açılım ve hissedişleri 1966 yılında yazdığı TECELLİYÂT isimli kitabında yayınlamıştır. Bu kitap onun 21 yaşındaki bakış açısını ve değerlendirmelerini ihtiva etmesi itibarıyla geçmiş yaşamı hakkında önemli bir değerlendirme kaynağıdır. 1965 yılında tek başına hacca gitmiş ve hayatı boyunca kendi yolunda hep tek başına yürümüştür!
Prensibi, “Kimseye tâbi olmayın, kendi yolunuzu kendiniz çizin, Rasûlullâh öğretisi ışığıyla” olmuştur.
1970 yılında AKŞAM Gazetesi’nde çalışırken RUH ve ruh çağırmalar konusunu incelemeye almış ve bu konuda Türkiye’de konusunda ilk ve tek kitap olan “RUH İNSAN CİN”i yayınlamıştır.
Kurân’daki “dumansız ateş” ve “gözeneklere nüfuz eden ateş” uyarılarının “ışınsal enerjiye” işaret ettiğini keşfetmesinden sonra, Kurân’ın işaret yollu açıklamalarını değerlendiren, bundan sonra dinsel anlatımdaki işaretlerin bilimsel karşılıklarını deşifre etmeye çalışan Ahmed Hulûsi, bu alanda ilk çalışmasını 1985 yılında “İNSAN ve SIRLARI” isimli kitabında açıklamıştır.
Daha sonraki süreçte Kurân’da kelimeler bazında yaptığı çalışmalarla keşfettiği gerçekleri hep çağdaş bilgilerle bütünleştirmiş; kendisini, “DİN” olayını, ALLÂH adıyla işaret edilenin tamamen entegre bir Sistem ve Düzen’i temeline oturtarak, Hz. Muhammed (AleyhisSelâm)’ın neyi anlatmak istediğini “OKU”maya vermiştir. Bu yolda edindiği bilgilerin bir kısmını kitapları ve internet aracılığıyla da toplumla paylaşmıştır.
İslâm Dini’ni, Kur’ân-ı Kerîm, Kütübi Sitte (altı önde gelen kitap) hadisleri temelinde kabul ederek inceleyen, geçmişteki ünlü tasavvuf sîmalarının çalışmalarını değerlendirerek gereklerini yaşadıktan sonra, bunları günümüz ilmiyle de birleştirerek değerlendiren ve mantıksal bütünlük içinde BİR SİSTEM olarak açıklayan Ahmed Hulûsi, insanların, kişiliğiyle değil, düşünceleriyle ilgilenmesini istemektedir.
Çünkü, bu alanda tek örnek Hz. Muhammed’dir!
Basit beyinler yaşamlarını, kişiliklerle ve doğal sonucu olarak dedikodu ve gıybetle tüketirlerken; gelişmiş beyinler, fikirlerle ve düşünce dünyasının verileriyle ömürlerini değerlendirirler!
Bu nedenledir ki, Ahmed Hulûsi kendisini ön plana çıkartmamakta, kitaplarına 40 yıla yakın zamandır “soyadını” koymamaktadır; insanların şu veya bu şekilde çevresinde bir halka oluşturmaması için... Bugün dahi, görüştüğü çok az sayıda insan vardır. Bu yüzden aşırı boyutlarda tepki almasına rağmen bu konudaki tutumunu ısrarla sürdürmektedir.
Anadolu’nun beş-altı yerinde bazı kişilerin kendilerini “Ahmed Hulûsi benim” şeklinde tanıtıp, çevrelerine insanlar toplayıp, onlardan maddi menfaat toplama girişimlerini duyunca da, kitaplarına resim koymak zorunda kalmış, bu suretle söz konusu sahtekârlığı önlemiştir.
Sürekli Sarı Basın Kartı sahibi gazeteci Ahmed Hulûsi, bu alan dışında profesyonel olarak hiçbir işle uğraşmamış, hiçbir teşkilat, dernek, parti, cemaat üyesi olmamıştır. Bütün yaşamı, çağdaş bilimler-İslâm-Tasavvuf araştırmalarıyla devam etmiş, kitap ve yazılarıyla, sesli ve görüntülü sohbetlerinin tamamını internet üzerinden okuyucularına ücretsiz ve tam metin olarak indirilebilir şekilde yayınlamış İLK yazardır. Tüm düşünce ve bakış açılarıyla beklentisiz olarak apaçık ortadadır!
28 Şubat öncesi şartlar dolayısıyla, eşi Cemile ile önce Londra’da bir yıl yaşayan Ahmed Hulûsi, 1997 yılında Amerika’ya yerleşmiş ve hâlen orada yaşamını sürdürmektedir.
Mevcut bilgileri ışığında, tamamen insanlardan uzak kendi “köy”ünde yaşamayı tercih edip, herkese, orijinal kaynaklara göre Rasûlullâh’ı ve Kurân’ı aracısız olarak yeniden değerlendirmeyi tavsiye etmektedir!
Zira, Hz. Muhammed’in açıkladığı SİSTEM’e göre, “DİN ADAMI” diye bir sınıf asla söz konusu değildir! Her fert direkt olarak Allâh Rasûlü’nü muhatap alıp O’na göre yaşamına yön vermek zorundadır! Tâbi olunması zorunlu tek kişi, ALLÂH Rasûlü MUHAMMED MUSTAFA AleyhisSelâm’dır. O’nun dışındaki tüm kişiler istişari mahiyetteki kişilerdir ve yorumları kimseyi bağlamaz!
Herkes yalnızca Allâh Rasûlü ve KUR’ÂN bildirilerinden mesûldür! Bunun dışında kalan tüm veriler kişilerin göresel yorumlarıdır ve kimseyi BAĞLAMAZ!
İşte bu bakışı dolayısıyla da Ahmed Hulûsi insanların kendi çevresinde toplanmasını veya kendisine tâbi olmasını kesinlikle istememektedir. Anlattıklarının sorgulanmasını, araştırılmasını tavsiye etmektedir. Bana inanmayın, yazdıklarımın doğruluğunu araştırın, demektedir!.. Bu yüzden de insanlardan uzak yaşamayı tercih etmektedir.
Bu bakışı dolayısıyladır ki, Ahmed Hulûsi’nin ne bir tarikatı vardır, ne bir cemiyeti ve ne de herhangi bir isimle anılan topluluğu!
Ahmed Hulûsi, çeşitli çevrelerce kendisine yakıştırılan her türlü pâye, ünvan ve etiketlerden berîdir! O, sadece Allâh kuludur!
Kimseden maddi veya siyasî, ya da manevî bir beklentisi olmayıp, yalnızca kulluk ve bir insanlık borcu olarak bilgilerinin bir kısmını okuyucularıyla paylaşmaktadır.
Ahmed Hulûsi, yalnızca...
Düşünebilen beyinlerle düşüncelerini paylaşmaya çalışan bir düşünürdür!
Hepsi, bundan ibaret!
Hiçbir yazılı, sesli veya görüntülü eserinin TELİF HAKKI OLMAYAN yazarın eserleri, pek çok değerlendiren tarafından orijinaline uygun olarak bastırılıp, karşılıksız olarak çevrelerine dağıtılmaktadır... Bugün milyonlarca ailenin evinde Ahmed Hulûsi imzalı eserlerin var olması, onun için yeterli şereftir.
Bu konulardaki detaylı çalışmaları aşağıdaki bazı internet sitelerinden inceleyebilir, dilediklerinizi tümüyle kendi bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
www.ahmedhulusi.org
www.okyanusum.com
www.allahvesistemi.org
Sonuç olarak şunu vurgulayayım...
Herkesin görüşü kendi bilgi tabanının sonucu kadardır! Bu eserleri kendiniz değerlendirmeye çalışın! Yazarla değil, yazılanla ilgilenin. Sizlere karşılıksız olarak verilen bu Allâh hibesi ilmi hakkıyla inceleyin.
Ebedî yaşamınıza yön verebilecek düzeyde Allâh ve Sistemi’ni (Sünnetullâh’ı) anlatan bu eserler umarım sizlere yeni ufuklar açar.
Saygılarımla,
AHMED HULÛSİ
Kaynak:
ahmedhulusi.org/tr/ahmed-hulusi-kimdir
facebook.com/AhmedHulusi
Etiketler : Ahmed Hulûsi ,Kimdir?,Biyografisi,hayat hikayesi,tasavvuf,mutasavvuf,seyh,seyyid,syed,mevlana torunu,tarikat,hakikat,Ahmed,ahmet,hulusi,hulusi baba,hulis baba,kozmik bilinc,allah,kitap,ruh insan ve cin,din,islam,muhammed,peygamber,bilgi,dindar,müslüman,Amerika,Cemile,Allâh, Rasûlü,
MA’RÛF-İ KERHİ HZ. KİMDİR
MA’RÛF-İ KERHİ HZ. KİMDİR
Evliyânın büyüklerinden. Adı Ma’rûf bin Fîrûz olup künyesi Ebû Mahfûz’dur. Doğum târihi kesin o-larak bilinmemektedir. 200 (m. 815) senesinde Bağdâd’ta vefât etti. Bağdâd’ın Kerh beldesinden olduğu için Kerhî denilmiş olup, Ma’rûf-i Kerhî olarak tanınmış, Sofıyye-i aliyyenin büyüklerindendir. Tasavvufta örnek, Hak teâlâya giden yolun rehberi, çeşit çeşit latifelerle seçilmiş, zamanındaki âşıkların efendisi idi.
İranlı hıristiyan bir anne ve babanın çocuğu iken, hıristiyanlığı öğrenmesi için bir rahibe gönderilmişti. Kardeşi Îsâ O’nun İslâma gelişini şöyle anlatmaktadır: “Ben ve kardeşim Ma’rûf bir okula gidiyorduk. Hıristiyan idik. Hıristiyan hoca (râhib) çocuklara (Hâşâ) Allahü teâlâ üçtür. Baba, Oğul, Ruh’ül-kudûs derdi. Kardeşim Ma’rûf, Allah birdir birdir diye bağırırdı. Râhib O’nu her tarafı yara bere içerisinde bırakacak şekilde döverdi. Bu böyle devam etti. Nihayet bir gün her tarafını parçalar şekilde dövünce kaçtı. Ve bir daha dönmedi. Bunun üzerine annem O’na olan sevgisinden hergün gözyaşı dökerdi. “Eğer Allahü teâlâ oğlumu geri gönderirse, o hangi dinde ise ben de o dine tâbi olacağım” derdi. Annesi böyle ağlayıp gözleri yolları beklerken, evden kaçan Ma’rûf-ı Kerhî kendi hâlini şöyle anlatmaktadır “Ayaklarım şişmiş, elbiselerim parçalanmış bir halde Kûfe’ye geldim. Âdetim mescidlerde kalmaktı. Burada da mescide gittim. Orada mübârek, yüzü nûr saçan bir zâtın etrafında bir kısım insanlar halka olmuşlar ve onun anlattıklarını dinliyorlardı. Cemâat o zâtı öyle dinliyorlardı ki, sanki başlarının üzerinde kuş vardı. O zâta yaklaştım ve dinledim. Şöyle diyordu: “Kim Allahü teâlâdan tamamen yüz çevirirse, Allahü teâlâ da ondan tamamen yüz çevirir. Kim kalbiyle Allahü teâlâya kavuşmayı arzu eder ve O’na koşarsa: Allahü teâlâ onu rahmetiyle karşılar. Bütün herkesin kalbinde O’nun muhabbeti hâsıl olur, O’na gelirler. Derdlere ve belâlara sabır eden kimseye de rahmetini ihsan eder.” Bu zât Muhammed İbni Semmâk idi. O’nun bu sözleri kalbime çok te’sîr etti ve beni yaratan Allahü teâlâya yöneldim. Benim gizli ve açık her şeyimi bilen, O’na kavuşmağı istedim. Allahü teâlâ da duâmı kabul buyurdu. Bu sırada İbni Semmâk aniden sustu. Sonra insana çok te’sîr eden bir sesle “Bağdâdlı genç nerede?” diye sordu. Oradaki cemâat bana baktı. Çünkü orada benden başka yabancı yoktu. Beni Şeyh İbn-i Semmâk’a götürdüler. İbn-i Semmâk başımı okşadı ve: “Merhaba ey Rabbin’i arayan kişi. Merhaba ey Allah’ın sevgisine ve muhabbetine kavuşan kişi” dedi. Bu sözleri işitince, babama beni kötüleyen rahibi hatırladım ve ağlamaya başladım. Bunun üzerine “Sen ağlıyor musun?” dedi: “Evet efendim” dedim ve rahibin sözünü hatırladım. Çünkü o rahib hep hakaret ederek beni babama kötülerdi. Tam bu sırada “Rahibin sözü mü?..” diye sordu. Ben buna çok hayret ettim. Bunu nasıl biliyordu. “Evet” dedim. Bana “Allahü teâlâya duâ et. Senin duân müstecâbtir (kabul olur)” buyurdu ve ben de Allahü teâlâya duâ ettim. Daha sonra öğrendim ki, râhib de müslüman olmuş ve sâlih mü’minlerden olmuş. Sonra İbni Semmâk beni İmâm-ı Ali Rızâ’ya götürdü. Durumu O’na anlattı ve O’nun elinde müslüman oldum.”
Müslüman olan ve ilim tahsil eden Ma’rûf-ı Kerhî, uzun seneler sonra memleketine döndü. Büyük bir sabırla onu bekleyen annesi bağrına bastıktan sonra hangi din üzeresin diye sordu. Ma’rûf, İslâm dîni üzereyim deyince annesi, “Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü.” diyerek îmân ile şereflendi. Bunun üzerine bütün aile müslüman oldu.
Ma’rûf-ı Kerhî dînin emirlerini gözetmekte, ibâdette, harâm ve şüphelilerden kaçmada çok meşhûr olmuştu, İmâm-ı Ali Rızâ’nın hizmetinde bulunmuş, O’nun çocuklarıyla beraber yaşamış ve ehl-i beytten bilinmiştir. İmâm-ı Ali Rızâ (r.a.) “Ma’ruf, huy ve muhabbet bakımından ehl-i beyttendir. Fakat ırk ve neseb bakımından değil. Muhakkak o kerem ve izzet bakımından, Selmân-ı Fârisî’nin ceddimize ilhak edilip ehl-i beytten sayıldığı gibi, O da bize dâhil edilmiştir.
Ma’rûf-ı Kerhî, Dâvûd-i Tâî hazretlerinden feyz almış olup; büyük velilerden Sırrî-yi Sekâö de, Ma’rûf-ı Kerhî’den ders ve feyz alarak yetişti. Hârûn Reşid ile aynı zamanda yaşadı. Muhaddis olup, zamanının meşhûr hadîs âlimlerinden hadîs dinlerdi.
Ma’rûf-ı Kerhî, Bekir bin Huneys, Rabi’ bin Sabîh ve bir çok âlimden hadîs öğrendi. Halef bin Hişâm, Zekeriyyâ bin Yahyâ el Mervezî, Yahyâ bin Ebî Tâlib ve bir çok hadîs âlimi de Ma’rûf-ı Kerhî’den hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
dünya-ve-ahiret-için
Ma’rûf-ı Kerhî (r.a.) Bağdâd’ın imâmı ve zahidi lakabını aldı. Dinde imâm olup, fıkıh, hadîs, tefsîr ve kelâm ilimlerinde büyük âlimdir. Bütün bu ilimlerde hüccet (senet) idi. İctihad makamına erişmişti.
Abdülazîz bin Mansûr diyor ki: Babamdan işittim: “Biz Ahmed bin Hanbel ile beraber idik. Ma’rûf-ı Kerhî’den bahsedildi. Orada olanlardan ba’zıları O’nun ilmi zayıfdır dediler. Bunun üzerine Ahmed bin Hanbel (r.a.) “Böyle konuşmayın. Siz Ma’rufun kavuşmuş olduğu ilimden bir şeye kavuşabildiniz mi?” diye cevap vererek onları susturmuştu. Ahmed bin Hanbel ve Yahyâ bin Mûîn, Ma’rûf-ı Kerhî’ye müracaat ederler ve bir çok mes’eleleri O’ndan öğrenirlerdi”
Yahyâ bin Muin ve Ahmed bin Hanbel, Ma’rûf-ı Kerhî’nin (r.a.) yanına geldiler. Yahyâ bin Muin, Maruf-; Kerhî’ye: Secde-i Sehv’i sormak istiyordu. Ahmed bin Hanbel Yahyâ’ya “Sus” dedi. Fakat o susmadı ve “Yâ Ebel-Mahfuz, Secde-i Sehv hakkında ne dersin?” diye sordu. Ma’rûf-ı Kerhî, “Kalbin namazdan gâfil olup, namazdan başka bir şeyle meşgul olmasından dolayı bir cezadır” deyince. Ahmed bin Hanbel (r.a.) “Bu ne güzel ve ne ma’nâlı bir cevaptır” buyurdu.
Kerâmet ve menkıbeleri çoktur. Cömertlik ve kerem sahibi olup, sağlığında ve vefâtından sonra da yardım yapan dört büyük velîden biridir. Bunlar Ahmed bin Hanbel, Ma’rûf-ı Kerhî, Bişr-i Hafî ve Mansûr bin Ammâr’dır.
Ma’rûf-ı Kerhî’ye, “Muhabbet nedir?” diye sordular. Cevaben buyurdu ki:
“Muhabbet, öğrenmek ve öğretilmekle elde edilen bir şey değildir. Ancak Allahü teâlânın bir ihsanı ile elde edilir.”
Buyurdu ki, “Kulun mâlâya’nî (boş ve fâidesiz) konuşması, Allahü teâlânın onu zelîl ve yalnız bırakmasının alâmetidir.”
“Tasavvuf, hakîkatları almak ve halkın elinde olan dünyâ malından ümidini kesmektir, uzaklaşmaktır.”
“Evliyânın üç alâmeti vardır: Düşüncesi Hak ola, işliyeceği işi Hak ile işleye, meşguliyeti dâima Hak ile ola.”
“Üstün olmak sevdasında olan, ebedî olarak felah bulmaz, kurtulamaz.” “Sualsiz ve karşılıksız vermeğe çalış.”
“Allahü teâlâ bir kuluna iyilik murâd ederse; hayırlı amel kapısını açar, söz kapısını kapar. Kişinin işe yaramaz söz konuşması bedbahtlıktır. Kötülük murâd ettiğinde bunların aksini yapar.”
“Amelsiz Cenneti istemek ve emir olunduğunu yapmadan rahmet ummak, cahillik ve ahmaklıktır.”
“Sâlihler için çokluğun, sıddîklar için azlığın önemi yoktur.”
“Dilini (başkalarını) kötülemek ve aşağılamaktan koruduğun gibi, medh etmekten de koru.”
“İlim sahibi, ilmiyle âmil olduğu takdirde, bütün mü’minlerin kalbi onun olur” (ya’ni bütün mü’minler onu sever).” Ma’rûf-ı Kerhî (r.a.) bir gün namaz kılmak için ikâmet okudu ve sonra Muhammed bin Ebî Tevbe’ye öne geçip namaz kıldırmasını istedi. Kendisi imâm olmadı, müezzinlik yaptı. Muhammed bin Ebî Tevbe imamlık yapmaktan çekindi ve Ma’rûf-ı Kerhî’ye “Eğer bu namazı kıldırırsam başka namaz kıldırmam” dedi. Ma’rûf-ı Kerhî bu sözü beğenmedi ve “Nefsinden konuşuyorsun. Başka bir namaz kıldıracağını düşünmek (başka bir namaz vaktine kadar yaşayacağım diye konuşmak) tûl-i emel (uzun arzu) sahibi olmaktır. Tûl-i emel sahibi olmaktan Allahü teâlâya sığınırız. Çünkü tûl-i emel, hayırlı amel yapmaya mâni olur” buyurdu.
“Dünyâ dört şeyden ibarettir: Mal, söz, uyku ve yemek. Mal; insanı Allahü teâlâya isyan ettirir. Söz, insanı Allahü teâlâdan oyalar. Uyku, insana Allahü teâlâyı unutturur. Yemek ise insanın kalbini katılaştı-rır” buyurdu. Sırrî-yi Sekâtî buyurdu ki: Ma’rûf-ı Kerhî’yi şöyle söylerken işittim: “Kim kibirli olur, kendini büyük görürse Allahü teâlâ onu yere vurur, kim Allahü teâlâ ile münâzea ederse (karşı gelirse) Allahü teâlâ ona gazâb eder. Kim Allahü teâlâya hîle yapmaya kalkarsa, O Allahü teâlâya boyun eğer (hilesinden vazgeçer). Kim Allahü teâlâya tevekkül eder O’na sığınır ve güvenirse; Allahü teâlâ onun yardımcısı olur. Kim Allahü teâlâya tevazu’ ederse Allahü teâlâ onu yükseltir.” Ma’rûf-ı Kerhî’ye “Dünyâ sevgisi kalbden nasıl çıkar?” diye sorulduğu zaman buyurdu ki, “Allahü teâlâya karşı hâlis sevgi, tam bir muhabbet ve hüsn-ü muamele ya’nî Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmak ve men ettiklerinden sakınmak ile” cevâbını verdi.
Mertliğin alâmeti üçtür. “Hilafsız tam bir vefâ, istenmeden vermek ve kendisine cömertlik, iyilik yapılmadan başkalarını medh etmek” buyurdu. Bir adam Ma’rûf-ı Kerhî hazretlerine gelerek “Ey efendim. Benim Allahü teâlâya nasıl kavuşacağımı bana öğretir misin?” dedi. Ma’rûf-ı Kerhî onun elinden tuttu ve padişahın kapısına getirdi. Kapının önünde ayağı kırık duran bir adam buldular. Soru soran zâta o kimseyi gösterip “İşte bunun gibi olursan Allahü teâlâya vâsıl olursun” buyurdu. Bununla, ayağının ikisi de kırık bir köle, efendisinin kapısının önünde nasıl durur hiçbir yere ayrılmazsa; bir kul da Allahü teâlânın kapısında her an bekler. Hiç ayrılmaz ve isyan etmezse, Allahü teâlâya kavuşur demek istedi. Bir kimse gelip kendisinden kalbinin yumuşaması için duâ etmesini istedi ona; “Ey kalbleri yumuşatan Allahım! Ölüm benim kalbimi yumuşatmadan sen benim kalbimi yumuşat” diye duâ et buyurdu. Sırrî-yi Sekâtî hazretleri “Kavuştuğum bütün ni’metlere Ma’rûf-ı Kerhî hazretlerinin bereketiyle kavuştum” buyurdu.
Buyurdular ki: “Dişi hayvana bile bakmaktan sakınınız.”
“Kim öldükten sonra unutulmak istemezse, güzel (amel) işlesin ve isyan etmesin.”
“Allahü teâlâ mü’minlerden bir zümreyi kabirlerinden kanatlı olarak diriltir. Sur üfürüldüğü zaman kabirlerinden uçarlar. Cennet-i a’lâya koşarlar. Onları melekler karşılar ve onlara “Siz kimsiniz?” derler. Onlar “Mü’minlerdeniz, Ümmet-i Muhammeddeniz, Ümmet-i Kur’ândanız” derler. Melekler “Siz Sırâti gördünüz mü?” derler. “Hayır” diye cevap verirler. “Siz Haşrı gördünüz mü?” “Hayır.” “Siz Allahü teâlâyı gördünüz mü?” “Biz O’nun nurunu gördük.” “Peki siz dünyâda ne amel yapardınız?” “Biz O’na kulluk ettik. O’ndan başka herşeyden yüz çevirdik. Allahü teâlâ bize hesaba çekilecek bir dünyâlık vermedi” derler.”
“Kim mü’min kardeşinin bir aybını örterse, Allahü teâlâ onun bu işinden dolayı bir melek yaratır, O’nun elinden tutar ve O melekle beraber Cennete girer.”
“Her kim günde üç kere “Allahım Muhammed (s.a.v.) ümmetini islâh et” diye duâ ederse âbidlerden sayılır.”
Kendi kendine dövünür, “Ey nefs hâlis ol ki halâs (kurtuluş) bulasın” buyurur ve ağlardı.
Bağdâd ahâlisi ve bütün müslümanlar tarafından devamlı hürmet edilirdi. Kabri, duâların kabul e-dildiği hastaların şifâ bulduğu bir yerdir. Duâların kabul edildiği herkes tarafından tecrübe edilmiştir. İ-mâm-ı Yâfiî de bunu bildirmektedir.
Ma’rûf-ı Kerhî (r.a.), talebesi Sırrî-yi Sekâtî’ye buyurdu ki: “Eğer Allahü teâlâya duâ eder ve birşey istersen, O’na benim ismimi vesîle et, benim hürmetime iste!”
Muhammed bin Hişâm diyor ki: Ma’rûf-ı Kerhî bana “Sana on cümle öğreteceğim; beşi dünyâ, beşi âhıret içindir. Bunlar ile kim duâ ederse Allahü teâlâ onun duâsını kabul buyurur” dedi. Ben “Yazayım mı?” diye sordum. “Hayır Behr bin Hânis nasıl tekrar tekrar okuyup bana öğrettiyse, sana da tekrar tekrar okuyup öğretirim” dedi. “Dînim için Allah bana kâfidir. Dünyâm için Allahü teâlâ bana kâfidir. Ehemmiyetli işlerim için Allahü teâlâ kerîmdir ve bana kâfidir. Bana haksızlık etmek isteyenlere hilm ve kuvvet sahibi olan Allahü teâlâ kâfidir. Bana kötülük etmek isteyenlere, Şedîd olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Ölüm ânında rahîm olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Kabir suâlinde raûf olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Hesâb anında kerîm olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Mîzân ânında latif olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Sırât’ta, kadîm olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allahü teâlâ bana kâfidir. O Arş’ın Rabbidir ve ben O’na tevekkül ederim.”
Muhammed bin Mansûr Tûsî haber veriyor. Bağdâd’ta Ma’rûf-ı Kerhî’nin (r.a.) huzuruna gittim. Yüzünde bir yara izi gördüm. “Dün burada iken yüzünüzde bir şey yoktu. Bu nedir bir şey mi oldu?” diye sordum. “Seni ilgilendirmeyen şeyi sorma, sana yarayanı sor” dedi. “Allah aşkına söyle” dedim. Şöyle anlattı; “Bu gece namaz kılıyordum. Mekke’ye gidip Kâ’be’yi tavaf etmek istedim. Su içmek için zemzem kuyusuna gittim. Ayağım kaydı ve yüzüm oraya çarptı. Bu iz ondandır.”
Abdest almak için Dicle’ye gitti. Kur’ân-ı kerîm ve seccadesini namaz kıldığı yerde bıraktı. Bir kadın gelip bunları alıp giderken Ma’rûf arkasından koştu ona yetişti ve yüzünü görmemek için başını eğip “Kur’ân-ı kerîm okuyan çocuğun var mı?” diye sordu. Kadın hayır deyince “Kur’ân-ı kerîmi bana ver seccade senin olsun” buyurdu. Kadın O’nun bu güzel hareketine çok şaşırdı. Her ikisini de oraya bıraktı. Ma’rûf-ı Kerhî hazretleri “Seccadeyi al sana helâl ettim” buyurdu. Kadın utanarak hemen oradan uzaklaştı gitti. Ma’rûf-ı Kerhî hazretleri herkese merhamet eder ve herkesin ıslâhı için çalışırdı.
Bir gün, talebeleriyle Dicle kenarındaki bir hurmalıkta oturuyorlardı. Baktılar ki, Dicle’nin yukarısından bir kayık geliyor. Kayıkta bir kaç erkek içki içiyor, nâra atıyorlar. Bu nahoş manzara karşısında talebeleri şöyle söyledi: “Efendim bir duâ edin de, Allahü teâlâ bunları bu nehirde boğsun ve insanlar onların zararlarından kurtulsunlar.”
Şöyle buyurdu: “Yâ Rabbi! Şen bu kullarını dünyâda neş’elendirdiğin gibi âhırette de neş’elendir.” Talebeleri bu duânın ma’nâ ve sırrını anlamadıklarını söylediler. Bunun üzerine “Benim söylediğimi (Allahü teâlâ) bilir. Bekleyin şimdi sırrı açığa çıkar buyurdu.” O topluluk Ma’rûf-ı Kerhî’yi görünce sazlarını kırdılar, şaraplarını döktüler ve titremeye başladılar. Ma’rufun el ve ayaklarına kapanıp tövbe ettiler. Ma’rûf-ı Kerhî, “Gördüğünüz gibi herkesin istediği oldu; ne onlar boğuldu, ne de bir kimse onlardan rahatsız oldu” buyurdular.
İbni Merdeveyh şöyle anlatır: “Biz Ma’rûf-ı Kerhî ile beraber oturduk. Onun yüzünden nûr fışkırdığını gördüm. O nûr her tarafa yayılıyor ve aydınlatıyordu.” Kendisine “Yâ Ebâ Mahfuz! Senin suyun üzerinde yürüdüğünü işittim” dedim. Bunun üzerine “Benim asla su üzerinde yürümem diye birşey yoktur. Fakat ben bir tarafa geçmek istediğim zaman, nehrin iki kenarı birleşir ve ben geçerim” buyurdular.
Muhammed bin Muhallid dedi ki: Hasan bin Abdülvehhâb’a Ma’rûf-i Kerhî’nin hayatı okunuyordu. Buyurdu ki: “Ma’rûf-ı Kerhî’nin suyun üzerinde yürüdüğünü söylerler. Eğer bana O’nun havada yürüdüğü söylenilse; onu tasdîk ederim.”
Ma’rûf’un (r.a.) bir dayısı şehrin valisi idi. Vali, bir gün şehrin kenar mahallelerini dolaşıyordu. Ma’rûfu gördü. Bir kenarda oturmuş ekmek yiyor, önünde de bir köpek; bir lokma kendi ağzına, bir lokma da köpeğin ağzına koyuyordu. Dayısı, köpekle birlikte yemeğe utanmıyor musun dedi. Utandığım için bu zavallıyı yediriyorum dedi ve başını kaldırıp havadaki bir kuşa seslendi. Kuş uçup geldi. eline kondu ve kanadıyla başını ve gözünü örttü? Ma’rûf: “Allahtan utanandan herşey utanır” buyurdu ve dayısı bu hâli görüp, bu sözü işitmekle hem hayret etti, hem de oradan uzaklaştı.
Bir gün abdesti bozuldu. Hemen oracıkta teyemmüm etti. “İşte Dicle, niçin teyemmüm ettiniz” dediklerinde, “Oraya gidinceye kadar acaba yaşayabilir miyim? ölüverirsem abdestsiz olmıyayım” dedi.
Halîl Sayyâd anlatır: Oğlum Muhammed kaybolmuştu. Annesi ve ben şaşkına dönmüştük. Ma’rûf-i Kerhî’ye geldim ve: “Ey Ebâ Mahfuz, oğlum kayboldu, annesinin aklı başından gitti” dedim. “Ne istiyorsun buyurdu?” “Allaha duâ edin de, çocuğumuzu bize iade etsin” dedim. “Yâ Rabbi, gök senin, yer senin, arasındakiler de senin. Muhammed’i gönder” dedi. Şam kapısına geldim. Oğlumu orada gördüm. “Oğlum Muhammed, geldin mi?” dedim. “Şimdi Enbâr şehrinde idim, birden kendimi burada buldum” dedi.
Âmir bin Abdullah el-Kerhî anlatır: Benim hıristiyan bir komşum vardı. Bir gün bana geldi ve “Ey Ebâ Âmir, benim senin üzerinde komşuluk hakkım vardır. Senden bir ricam var. Beni Allah’ın sevgili bir kuluna bir velîye götürmedin ki, o velî zât Allahü teâlânın bana bir evlât vermesi için duâ etsin” dedi. Bunun üzerine bu hıristiyan komşumu Ma’rûf-ı Kerhî’ye götürdüm. Onun işini ve ricasını anlattım. Ma’rûf-i Kerhî de onu İslâma da’vet etti. Müslüman olmasını istedi. Komşum “Yâ Ma’rûf, benim hidâyetim senin elinde değildir. Ancak Allahü teâlâ hidâyet eder, bir kimseyi doğru yola kavuşturur. Ben senden duâ istemeğe geldim. Müslüman olmağa gelmedim” dedi. Bunun üzerine Ma’rûf-ı Kerhî ellerini kaldırdı “Allahım senden bu kimseye anne ve babasına itâatkâr bir evlât vermeni istiyorum ki, anne ve babası onun elinde müslüman olsun” diye duâ etti. Allahü teâlâ duâsını kabul etti ve bu kimsenin bir oğlu oldu. Bu çocuk zamanındaki çocuklardan ve akranlarından çok akıllı ve çok zekî oldu. Büyüdüğü zaman babası onu bir rahibe götürdü. Ona hıristiyanlığı ve İncil’i öğretmesini istedi. Rahib onu önüne oturttu. Kendisine bir yazı tahtası verdi ve benim okuduğumu, söylediğim şeyleri söyle dedi. Bu çocuk “Hayır söylemem, dilim teslisi söylemeye (Allah üçtür demeye) kapalıdır. Kalbim ise Allahü teâlânın sevgisiyle meşguldür” dedi. Rahib “Ey oğlum ben sana bunu sormadım” dedi. Çocuk “Peki neyi sordun?” dedi. Rahib “Ben sana, benden sorup öğrenmek ve anlamak istediğin şeyi sordum” dedi. Bunun üzerine çocuk “Aklımın kabul edeceği, zihnimin ve kalbimin idrak edeceği şeyi bana öğret” dedi. Rahib “Ey oğlum (elif) de” diyerek alfabenin ilk harfini söyledi. Çocuk şiirle şöyle dedi: “(Lafza-i celâlin başındaki) vasıl elifi her kalbi, ezelî ve ebedî sıfatlar sahibi olan sevgiliye (Allahü teâlâya) vasletti, kavuşturdu. Hoca “Oğlum BE de” diye söyledi. Çocuk yine şiirle! “BE, Allahü teâlânın BEKA (sonu olmamak) sıfatının harfidir” dedi. Hoca SÂ, CiM, HA ve bütün harfleri söyledi. Çocuk da hepsine manzum ve o harflerle ilgili Allahü teâlânın sıfatlarını anlatan şiirlerle cevap verdi. Bu cevapları duyunca rahib şaşırıp kaldı. Kalbinde bir ürperti duydu ve kendisini bir titreme aldı. İslâm dîninin dışındaki bütün dinlerin bâtıl olduğunu anladı. Rahibteki bu değişikliği görünce genç:
Ağlatan, güldüren, öldüren, dirilten birAllaha yemîn ederim ki,
O’nun kapısından başka bir kapıya giden, mutlak zarar etmiştir.
Allah’ın rızâsından başka bir şeyi maksûd edinenler yolunu şaşırmıştır.
Hakîki maksad Allahü teâlânın rızâsıdır. Ondan başkasına gidenlere yazıklar olsun.
Affeden, ihsan eden Allahü teâlâ, O’ndan başkasından ne zarar gelir ne fayda.
Hâlık-ı âlem Allahım ne a’lâdır, ne âlâ kul isyan eder de, yine örter o aliyy-ül-a’lâ.
Âlemde kendisinden başka rab olmayan Allah, noksanlıktan münezzeh.
Sever kendisinin emirlerine nehiylerine uyanları ol münezzeh.
Beyitlerini söyledi. Rahib işittiği sözler karşısında aklı başından gitti. Bu çocuğun kendinden konuşmadığını ve buna bu hikmetli sözleri söyletenin Allahü teâlâ olduğunu anladı, işte tam bu sırada içinden gelerek “Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh” diyerek îmân etti. Sonra çocuğun elinden tutarak babasına getirdi. Babası oğlunun rahible beraber geldiğini görünce, ona doğru yöneldiler. Rahibe bakınca yüzünde bir nûr parladığını gördü. Rahibe “Oğlumun zekâsını nasıl buldun?” diye sordu. Rahib, “Onun sözlerine kulak ver” dedi. Sonra söylediklerini babasına anlattı. Babası, “Muhtaçlara yardım eden Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bunlar ondan değildir. Bunlar Ma’rûf-i Kerhî’nin duâsı bereketiyledir. O’nun kerâmetidir” dedi. Sonra “Ey oğlum, senin vasıtanla bizi Cehennemden kurtaran Allahü teâlâya hamd ederim. Muhakkak ki biz çok kötü bir halde idik, imânsız idik” dedi ve Kelime-i şehâdet getirip, îmân etti. Daha sonra bütün ailesi de müslüman oldu. Evlerindeki haç işaretlerini kırdılar. Allahü teâlâ, Ma’rûf-ı Kerhî hazretleri vasıtasıyla bunlara hidâyet nasîb etti ve Cehennem ateşinden kurtardı.
Sırrî-yi Sekâtî (r.a.) anlatır: “Ma’rûf-ı Kerhî’yi rü’yâmda gördüm. Arşın altında durmuş, gözü açık halde kalmış, hayran, hareketsiz, kendinden geçmiş bir halde idi. Allahü teâlâ, meleklere, bu kimdir? buyurdu. Yâ Rabbî, sen daha iyi bilirsin dediler. Allahü teâlâ: “Bu Ma’rûfdur. Benim muhabbetimden mest ve hayran olmuştur. Beni görmeyince, kendine gelmez” buyurdu.”
Ma’rûf-ı Kerhî, Ramazan ayından başka bir ayda, nafile oruç tutarken Bağdâd çarşısından geçiyordu, ikindi vakti bir sebil su dağıtıcısı, (Benim suyumdan içene Allahü teâlâ rahmet etsin) diye bağırıyordu. Hz. Ma’rûf, sucunun elindeki bardağı alıp içti. Talebeleri dedi ki: “Efendim siz oruçlu değil miydiniz?” “Evet oruçlu idim. Fakat bu su dağıtıcısının duâsı üzerine nafile orucu bozdum.”
Ma’rûf-ı Kerhî vefât edince, kendisini rü’yâda gördüler, dediler ki: “Allahü teâlâ, sana ne muamele eyledi?” “O su dağıtıcısının duâsı ile daha fazla ihsana kavuştum” dedi.
Sırrî-yi Sekâtî (r.a.) anlatıyor: Bir bayram günü hazret-i Ma’rûf’u hurma toplarken gördüm ve sordum, “Bunları ne yapacaksın.” “Şu çocuğu ağlarken gördüm ve niçin ağladığını sordum. Bana yetim olup anne ve babasının olmadığını, arkadaşlarının yeni elbiseleri ve oyuncukları olup kendisinin olmadığını söyledi. Şimdi bunları toplayıp satacağım, ağlamayıp oynaması için O’na oyuncak satın alacağım” dedi. Bunun üzerine “Bu işi bana bırak” deyip çocuğu alıp götürdüm. Yeni güzel elbiseler ve oynaması için bir oyuncak aldım. Çocuk o zaman memnun oldu. Bundan sonra kalbime bir nûr geldi, kalbim parladı ve hâlim bambaşka oldu.”
Ma’rûf-ı Kerhî (r.a.) hastalanıp yatağa düştüğü zaman Sırrî-yi Sekâtî hazretleri vassiyetini sordu. “Vefât ettiğimde şu gömleğimi sadaka olarak ver. Çünkü dünyâya geldiğim gibi gitmek isterim” buyurdular.
Ma’rûf-ı Kerhî (r.a.) herkese hüsn-i muamelede bulunduğundan vefât ettikten sonra hıristiyanlar ve yahûdîler O’nun kendilerinden olduğunu iddia ettiler. Müslümanlar ise “O bizdendir” dediler. Bu iddialar olurken hizmetçilerinden biri gelip: “Efendimizin bize şöyle bir vasiyyeti var.”
“Benim cenâzemi yerden kim kaldırırsa ben o zümredenim” buyurdu diye haber verdiler. Hıristiyan ve yahûdîler geldiler. Mübârek cenâzesini yerden kaldıramadılar. Müslümanlar cenâzesini kaldırdılar ve oraya defn ettiler.
Ma’rûf-ı Kerhî hazretleri, ne Cennet arzusundan, ne de Cehennem korkusundan dolayı ibâdet etti. O yalnız Allahü teâlâya olan aşkından ve muhabbetinden dolayı ibâdet etti. Allahü teâlâ da O’nu en yüksek makamlara yükseltti ve aradaki perdeleri kaldırdı. Hem Hak teâlânın hem de halkın sevgilisi oldu.
Ma’rûf-ı Kerhî (r.a.), Enes bin Mâlik ve İbni Ömer’den (r.a.) şu hadîs-i şerîfi rivâyet etti: Peygamber efendimize (s.a.v.) Eshâb-ı kirâmdan birisi geldi: “Yâ Resûlallah beni Cennete götürecek ameli göster” diye sordu. Peygamberimiz (s.a.v.): “Gazablanma, kızma” buyurdu. O zât “Bunu yapamazsam yâ Resûlallah” diye sorunca; Peygamberimiz, “Her gün ikindi namazından sonra yetmiş kerre istiğfâr et. Allahü teâlâ senin yetmiş senelik günahını affeder.” buyurdu. O zât “Yâ Resûlallah yetmiş senelik günah işlememişsem” diye sorunca; Peygamberimiz (s.a.v.), “O zaman annenin yetmiş yıllık günahı affolur” buyurdu. O zât “Peki annem ölmüş ve de yetmiş yıllık günah işlememişse ne olur” diye sorunca Peygamberimiz (s.a.v.), “Akrabalarının yetmiş yıllık günahı affolur” buyurdu.
Yine Ma’rûf-ı Kerhî (r.a.), Enes bin Mâlik’den (r.a.) rivâyetle Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim müslüman kardeşinin bir ihtiyâcını giderirse; (nafile, bir) hac ve umre yapmış gibi sevâb kazanır.”
Amr bin Dinar ve İbni Abbâs (r.a.) rivâyetle Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim uyurken “Allahım bizi mekrinden (aldatmandan, azablarını ni’met şeklinde göstermekten) emin kıl. Bize zikrini unutturma ve bizi gâfiller zümresinden eyleme. Allahım bizi en sevdiğin zamanlarda (seher vakitlerinde) bizim seni hatırlamamızı nasîb eyle ki o vakitler de sen, sana ibâdet eden, seni zikreden kullarından râzı olursun. O vakitte senden bir şey isteyip sonra ihsanına kavuşmayı, duâ edip kabulünü nasîb eyle, mağfiret dileyip affımızı nasîb eyle” diye duâ ettiğin zaman Allahü teâlâ o sevdiği saatte (seher vaktinde) bir melek yaratır. O melek o kimseyi seher vaktinde uyandırır. Eğer uyanmazsa bu melek göğe çıkar. Allahü teâlâ başka bir melek gönderir. Onu uyandırır. Eğer uyanmazsa bu iki melek o vakti ihya ederler. Eğer uyanır ve duâ ederse duâsı kabul olunur. Eğer uyandıktan sonra kalkıp ibâdet etmezse, Allahü teâlâ o meleklerin sevabını ona verir.”
Ma’rûf-ı Kerhî, Abdullah bin Mûsî, Abdül a’lâ, Yahyâ bin Ebî Kesir, Urve, Hz. Âişe’den Resûlullahın şöyle buyurduğunu rivâyet etti: “Din, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmekten (Hubb-u Fillâh ve Buğd-u Fillâh) ibarettir.”
ON CÜMLE
Muhammed bin Hişâm diyor ki: “Ma’rûf-ı Kerhî bana; “Sana on cümle öğreteceğim; beşi dünyâ, beşi âhiret içindir. Bunlar ile kim duâ ederse, Allahü teâlâ onun duâsını kabûl buyurur” dedi. Ben; “Yazayım mı?” diye sordum. “Hayır. Behr bin Hânis nasıl tekrar tekrar okuyup bana öğrettiyse, sana da tekrar tekrar okuyup öğretirim” dedi. Bu on cümle şunlardır: “Dînim için Allah bana kâfidir. Dünyâm için Allahü teâlâ bana kâfidir. Ehemmiyetli işlerim için Allahü teâlâ kerîmdir ve bana kâfidir. Bana haksızlık etmek isteyenlere hilm ve kuvvet sâhibi olan Allahü teâlâ kâfidir. Bana kötülük etmek isteyenlere, Şedîd olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Ölüm ânında rahîm olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Kabir suâlinde raûf olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Hesâb ânında kerîm olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Mîzân ânında latîf olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Sırat’ta, kadîm olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allahü teâlâ bana kâfidir. O Arş’ın Rabbidir ve ben O’na tevekkül ederim.”
OYUNCAK SATIN ALACAĞIM
Sırrî-yi Sekâtî anlatıyor: Bir bayram günü hazreti Ma’rûf’u hurma toplarken gördüm ve; “Bunları ne yapacaksın” diye sordum. “Şu çocuğu ağlarken gördüm ve niçin ağladığını sordum. Bana yetim olup anne ve babasının olmadığını, arkadaşlarının yeni elbiseleri ve oyuncakları olup kendisinin olmadığını söyledi. Şimdi bunları toplayıp satacağım, ağlamayıp oynaması için ona oyuncak satın alacağım.” dedi.Bunun üzerine; “Bu işi bana bırak.” deyip çocuğu alıp götürdüm. Yeni güzel elbiseler ve oynaması için bir oyuncak aldım. Çocuk o zaman memnun oldu. Bundan sonra kalbime bir nur geldi, kalbim parladı ve hâlim bambaşka oldu.”
ALLAH’TAN UTANAN
Ma’rûf’un bir dayısı şehrin vâlisi idi. Vâli, bir gün şehrin kenar mahallelerini dolaşıyordu. Ma’rûf’u bir kenarda oturmuş ekmek yerken gördü. Önünde de bir köpek vardı. Bir lokma kendi yiyor, bir lokma da köpeğin ağzına veriyordu. Dayısı, köpekle birlikte yemeğe utanmıyor musun dedi. Utandığım için bu zavallıyı yediriyorum dedi ve başını kaldırıp havadaki bir kuşa seslendi. Kuş uçup geldi, eline kondu ve kanadıyla başını ve gözünü örttü. Ma’rûf; “Allah’tan utanandan her şey utanır.” buyurdu. Dayısı bu hâli görüp, bu sözü işitmekle hem hayret etti, hem de oradan uzaklaştı.
Hazretden iki Tane Dua
![[Resim: 145758014869652.jpg]](https://image.1trk.net/uploads/145758014869652.jpg)
![[Resim: 145758014854611.jpg]](https://image.1trk.net/uploads/145758014854611.jpg)
-------------------
KAYNAKLAR
1) Câmiü-kerâmâti’l-evliyâ cild-2, sh-266
2) Hadâik-ül-verdiyye fîhakâiki ecillâi’n-nakşibendiyye sh-42
3) Hilyet-ül-evliyâ clld-8, sh-360
4) El-A’lâm cild-7, sh-269
5) Keşf-ül-mahcûb sh-246 (urdu tercümesi)
6) Tezkiret-ül-evliyâ sh-172
7) Tabakât-üs-sûfiyye sh-83
8 )Vefeyât-ül-a’yân cild-5, sh-231
9) Nefehât-ül-üns sh-92
10) Risâle-i Kuşeyrî sh-60, 61
11) Tabakâtü Hanâbile cild-1 sh-381
12) Min a’lâm-il-ârifin sh-13
13) Târîh-i Bağdâd cild-13, sh-199
14) Ravd-ül-fâik sh-144
15) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1034
16) Kıyâmet ve Âhıret sh-334
17) Rehber Ansiklopedisi cild-11, sh-264-265
-------------------------
Etiketler : Ma’rûf-i Kerhi Hz. Kimdir?Ma’rûf-i ,Kerhi, Hz. ,Kimdir?,marufi,maruf-i,
RAŞiT TUNCA
BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA


FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik
ALLAH
BAYRAK

Radyo Karoglan
Foruma Misafir Olarak Gir
Forumda Neler Var


GALATASARAY
FENERBAHÇE
BEŞiKTAŞ
TRABZONSPOR
MiLLi TAKIM
ETKiNLiKLERiMiZ