MUHAMMED
BAYRAK

Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız. |
Forum İstatistikleri |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
DOWNLOADEN
AYET
FELSEFEMiZ
Raşit Tunca Sözü
GÜZEL SÖZ
Yaşar Nuri Öztürk Kimdir? Biyografisi
Yaşar Nuri Öztürk (5 Şubat 1951, Bayburt[2][5] – 22 Haziran 2016, İstanbul[3]), Türk İslam felsefesi profesörü, gazeteci, yazar, avukat, televizyon programcısı, siyasetçi, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi kurucu dekanı.
Hakkında
Yaşar Nuri Öztürk, Bayburtlu bir anne ile Sürmeneli bir babanın çocuğu olarak 05 Şubat 1951 Pazartesi günü Bayburt'ta doğdu. Trabzon'un Sürmene ilçesinin Fındıcak köyünde büyüdü.[2] Çoğu Çaykara'da bulunan Niyazoğlu sülalesindendir. İlk eğitimini babasından Kur'an okuyarak aldı ve dokuz yaşında hâfız oldu. On yıllık klâsik medrese eğitiminden sonra hukuk ve ilahiyat tahsilini tamamladı. 12 yıl imamlık ve vaizlik yaptıktan sonra üniversiteye tekrar dönerek 1980 yılında "İslâm Felsefesi" konulu doktorasını tamamladı ve 1986 yılında aynı dalda doçent oldu. Ortadoğu, Balkanlar, Avrupa ve Afrika ülkeleri, ABD, Güney Kore ve Japonya'da kendi alanı ile ilgili akademik araştırmalar yapan Öztürk, ayrıca Fransa'da Grenoble Üniversitesinde çalıştı. New York'ta "İslâm Düşüncesi ve Çağdaş Sûfî Düşünce" dersleri okuttu.
Time Dergisi’nin gerçekleştirdiği ‘20. Yüzyılın En Önemli Kişileri’ (The Most Important People of the 20th. Century) anketinin ‘En Önemli Bilim Adamları ve Islahatçılar’ (The Most Important Scientists and Healers) listesinde, dünya kamuoyunca belirlenmiş yüz ismin ilk onu arasında yer aldı.[1]
Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca dillerinde çeşitli çalışmaları bulunan Yaşar Nuri Öztürk, 1978 ve 1982'de "Türkiye Millî Kültür Vakfı" ödülünü kazandı.
Hayat hikâyesi
Yurt dışında ve yurt içinde pek çok yerde İslâm dininin zihniyeti, insan ve insan hakları konularında konferanslar verdi. Türkiye'de Kur'ân-ı Kerîm'in Özüne Dönüş Hareketi'nin öncüsü olan Yaşar Nuri Öztürk aynı zamanda da, Türk üniversitelerinde öğretim üyesi ve dekan olarak 26 yıl görevde bulundu. ABD-New York’ta (The Theological Seminary of Barrytown) bir yıl misafir profesör olarak “İslâm Düşüncesi” dersleri okuttu. Aynı süre içinde The World Scripture’ın İslâm bölümünün hazırlanışında görev aldı. Büyük çoğunluğu İslâmiyet hakkında seksene [Kitap Sayısı 1]yakın kitabı vardır. Özellikle onun "Kur’an’daki İslâm" adlı ansiklopedi vasfındaki kitabı, Yaşar Nuri Öztürk tarafından çoğu konferansında telkin edilmektedir.
1992 yılında İstanbul Üniversitesi’nde İlahiyat Fakültesi kuruldu. 19 Kasım 1993 yılında ise Öztürk kurucu dekan olarak atandı.
İlk tercümesi Elmalılı M. Hamdi Yazır tarafından yapılan Kur'an'ın yorum katılmamış Türkçe çevirisini yayınlamıştır. 1993 - 2011 yılları arasında üç yüzü aşkın baskı yapan bu çeviri[7], “Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin En Çok Baskı Yapan Kitabı” sayılmaktadır.[kaynak belirtilmeli]
14 Şubat 2013 tarihinde TRT sanatçısı Nazlı Kanaat ile nişanlanmıştır.
Siyasi hayatı
Yaşar Nuri Öztürk, 3 Kasım 2002 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'nden İstanbul milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne girdi. Daha sonra CHP'den istifa etti. Ardından da Halkın Yükselişi Partisi’ni kurdu ve bu partinin genel başkanlığını dört yıl boyunca sürdürdükten sonra 19 Ekim 2009 tarihinde üniversite ile çok ilgilenemediği gerekçesiyle genel başkanlıktan istifa ederek aktif siyasi hayatını sona erdirmiş oldu. Öztürk, İstanbul ilinin Beykoz ilçesine bağlı Paşabahçe semtinde ikamet etmekteydi.[8] "Saba Tümer ile Bugün" programında Kur'an meali yorumlamış; Facebook, Twitter ve telefon üzerinden gelen sorulara cevap vermiştir.
Vefâtı
2011 yılından beri mide kanseri ile mücadele eden Yaşar Nuri Öztürk, 22 Haziran 2016 Çarşamba günü İstanbul'daki evinde hayatını kaybetti. Cenazesi Kanlıca Mezarlığı'na defnedilmiştir.[4] Yaşar Nuri, Aydınlık Gazetesi'nde makaleler yazmaktaydı.
Görüşleri
İmâm-ı Â’zam Ebû Hanîfe[9] ve İmâm Zeyd[10] hakkındaki kişisel görüşleri
Ana maddeler: Şîʿa-i Ulâ, Hanefîlik, İmâm-ı Â’zam Ebû Hanîfe Nu’man İbn-i Sâbit, Zeydîlik, ve Zeyd bin Ali
Onun aslında Hanefilik ile itikaden pek ilgisi bulunmadığını ifade ediyor:
“ İmâm-ı Â’zam Ebû Hanîfe, H. 121 / M. 739 yılında “Hânedan-ı Alevîyye” mensuplarından “İmâm Zeyd bin Ali Zeyn el-Âb’ı-Dîn” tarafından Emevi Halifesi Hişâm bin Abd’ûl-Melik’in zalimane idaresine karşı çıkarılan isyanı da Muhammed’in komuta ettiği Bedir Savaşı’na benzetmiş ve destek vermekten hiç de çekinmemişti.[11] ”
Ayrıca “İmâm Zeyd” ile olan fikrî benzerliğine de şu cümlelerle değiniyor:
“
“İmâm Zeyd”, – “Eftâl olarak nitelendirilen daha seçkin bir şahıs varken, Mafdûl olarak adlandırılan daha az seçkin olan bir başka şahıs tercihen hilafet makamına getirilebilir” görüşüyle İmamiye Şiası’ndan,
“İmâm-ı Â’zam” ise, – Zâlim yönetimlere kılıçla isyan etmeyi farz kabul eden görüşüyle, önderi olarak gösterilen günümüz “Ehl-i Sünnet vel Cemaat” itikadından,
ayrılmaktalardı.[12] Akabinde verdiği fetvalar ile sürekli olarak Ehl-i Beyt’e arka çıkan Aleviler'i[13] destekleyen Ebû Hanîfe Nu’man İbn-i Sâbit[14] de Halife Mansûr tarafından katledildi.[15]
”
Ayrıca bakınız: Emevîler, Hişam bin Abdülmelik, Emevîler devrinde Alevîler, Hasan bin Zeyd’ûl-Alevî ve Abbâsîler devrinde Alevîler
Bâtınî Karmatîlik hakkındaki kişisel görüşleri
Bâtınî-Karmatîlik konusundaki görüşlerini ise HALLÂCI MÂNSUR isimli iki ciltlik eserinin birinci cildinde açıklıyor. Birinci cildin ilk elli sayfalık giriş kısmı Karmatîler'in kurdukları toplumcu sistemin ne kadar başarılı olduğundan bahsetmektedir.[16]
Ayrıca bakınız: Bâtınîler, Karmatîler, Hallâc-ı Mansûr, Hurûfîler ve İsmâililer
Reenkarnasyon hakkındaki kişisel görüşleri
Kur'an-ı Kerîm’e göre reenkarnasyonun olası olduğunu ayetlerden örnekler vererek savunan Yaşar Nuri, buna inanmayanların ise bir tür tabuculuk içinde olduklarını söylüyor. Ona göre Kur'an-ı Kerîm reenkarnasyona mesnet olacak onlarca ayet barındırmaktadır. Süleyman Ateş'in Cennet ve Cehennem'i reenkarnasyon ile izah ettiğini söylüyor. Reenkarnasyonun müteşabih bir ahiret inancının bir tür yorumu ve işleyişi olduğunu da ekliyor.[17] İslam tarihinde reenkarnasyon konusu hakkındaki görüşlerini,
“ İslam düşünce tarihinde reenkarnasyonun kabulü çok eskilere gider. Ta ben şeyde inceledim bunu genişçe, Hallâc kitabımda. Hallâc'ın bağlı olduğu Karmatî ekol ve İhvan-ı Safa risaleleri, o beş cilt kitapta, ki insanlık tarihinin fikir mirası bakımından devlerindendir. Orada incelenmiştir, kabul edilir. Ama bugünkü insanlar da bunu yeniden ele almalıdır. Çünkü, Dünya'da çok ciddi bir konudur reenkarnasyon meselesi. Bir Hint tenasühü ile karıştırmayalım. Çünkü reenkarnasyona inananlarda ahiret inancı var, İki. Peşinen evet veya hayır demeyelim, bunun üzerinde düşünelim. Çünkü, Kur'an’da buna onay olarak alınacak İki düzine ayet var.[18] ”
olarak belirtiyor.
Kur'an-ı Kerîm’de reenkarnasyon
Kur'an bu Dünya'ya iki defa gelip üçüncü kez gelmek isteyip de kendilerine müsaade edilmeyenlerden bahsediyor ve onlara üçüncüyü gidemezsiniz dendiğini söylüyor. Fakat bu durumun herkes için bağlayıcı olmadığını belirtiyor. Ona göre, kimi bir kez gelir adam gibi yaşar ve tekâmülünü tamamlar. İçlerinde Süleyman Ateş'in de bulunduğu birçok tefsir aliminin müteşâbih olan Cennet-Cehennem gibi kavramların açılımını reenkarnasyonla verdiklerini kuvvetle yineliyor. Bununla beraber, Kur'an-ı Kerîm'in böyle ayrıntılar vermediğini de ekliyor. Fakat, ona göre insan tekâmülünü bir şekilde tamamlamaya mecburdur. Reenkarnasyonun da bu tekâmülü tamamlamanın yollarından biri değil, yegâne yolu olduğunu vurguluyor.
“ Bana göre, yanılmıyorsam reenkarnasyon hayatın en mühim realitelerinden biridir. Reenkarnasyonsuz hayatı da, dini de, hiç bir şeyi izah edemezsiniz... Ben bundan önceki hayatımda mesela kumandanmışım, üç tane de hanımım varmış... Zaten reenkarnasyon yoluyla Cennet ve Cehennem'i yaşıyor insan, Dünya'da yaşıyor bir nevi. Ama bir de büyük kıyamet koptuktan sonra, artık gelip gitmek falan o her şey bitecek, o zaman ne olacak? İşte orada da bir Cennet ve Cehennem söz konusu. O ayrı bir iştir. Onun hakkında bizim hiçbir bilgimiz yok. Ne vakti hakkında bilgimiz var, ne nasıllığı hakında bir bilgimiz var. Allah orada hepimizin yardımcısı olsun. Ama o da olacak. Büyük hesap, büyük mizan, büyük kıyamet. Yalnız İslam bilginleri Cennet ve Cehennem'in şu anda mevcut olduğunu ve işlemekte olduğunu söylüyor. Nasıl işliyor bu? İşte reenkarnasyon yoluyla.[19] ”
diyor.
Ahiret inancı ve reenkarnasyon
Yaşar Nuri, bu konudaki görüşlerini
“ Şimdi dinlerin getirdiği ahiret inancı, ahiret inancı olmadan din olur mu? Niçin? Çünkü omurgadır. Omurgadır. Ahiret inancı karmanın bir başka ifadesidir. İşte reenkarnasyon var mı? Yok mu? Efendim, bunlar işin müteşâbih tarafı. Ahiret inancı olmadan din de olmaz, hayat da olmaz, insanlık da olmaz. O olacak. Ha onun izahı. O bir reenkarnasyon sistemiyle mi yürüyor? Nasıl? O ayrı, onu tartışın konuşun. Dolayısıyla kimse kötülüğe kötülükle mukabele ederek bir meziyet işlediğini zannetmesin. Ben reenkarnasyonun, hüküm vermiyorum, dedim ya müteşâbih bir alandır, ahiret inancı iman olarak korunmalıdır, müteşâbih açıklamaları ayrı bir dava. Ben reenkarnasyonun, büyük dinlerdeki ahiret inancının bir işleyişi olduğunu düşünüyorum. Ve hayatın en muhteşem gerçeklerinden biridir bana göre reenkarnasyon.[20] ”
şeklinde dile getiriyor.
Kitapları
Kur'an'ı Tanıyor musunuz? (O'nu hiç okudunuz mu?)
Din Maskeli Allah Düşmanlığı "Şirk" ve Şirke Tepkinin Felsefeleşmesi: "Deizm"
Allah ile Aldatmak
Türkiye'ye Mektuplar
Asr-ı Saadet Şehitleri
Kur'an'ı Anlamaya Doğru
400 Soruda İslam
Ehl-i Beyt'in Annesi Hazreti Fatıma
Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali
Kur'an-ı Kerim Meali (Surelerin İniş Sırasına Göre)
Kur'an Açısından Küresel Afetler
Kur'an'ın Öğrettiği Dualar
Atatürk'ten Sonraki CHP (Çağı Yanlış Okumanın Serüveni)
Batı Sömürgeciliği ve İslam Dünyası
Anadilde İbadet Meselesi Çiğnenen Bir Kitlesel Hakkın Savunulması
Kur'an Açısından Şeytancılık (Satanizm ve Ötekiler)
Cevap Veriyorum 1 (Gerçek Dini Arayanlarla Baş Başa)
Cevap Veriyorum 2 (Gerçek Dini Arayanlarla Baş Başa)
İslam Nasıl Yozlaştırıldı Vahyin Dininden Sapmalar, Hurafeler, Bid'atlar
Depremin Gösterdikleri (Yeni Yüzyıl İçin Uyarılar)
Kur'an'ın Temel Kavramları
Kur'anın Temel Buyrukları (Emirler ve Yasaklar)
Kur'an'daki İslam
Fatiha Suresi Tefsiri
Kur'an Verileri Açısından Laiklik
Tasavvuf ve Tarikatlar (İslam Mistisizmi) - 2 Cilt
Kendi Dilinden Hz.Muhammed
Ses Bir Gün Yankılanır
Konferanslarım (Bir İmanın Destanlaşması)
Halkın Diliyle Yaşar Nuri
Halkın Şiirlerinde Yaşar Nuri Öztürk
Halkın Yükselişi Hareketi
Tarihi Boyunca Bektaşilik
Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar
Mevlana ve İnsan
Kur'an ve Sünnete Göre Tasavvuf
Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış
Asrı Saadetin Büyük Kadınları
Yeniden Yapılanmak Kur'an'a Dönüş
Din ve Fıtrat (Yaratılış)
Çıplak Uyarı
Kur'an Açısından Küresel Afetler
Arapçılığa Karşı Akılcılığın Öncüsü: İmamı Azam Ebu Hanife
İmamı Azam Savunması (Şehit Bir Önder İçin Apolocya)
Kur'an'ın Yarattığı Mucize Devrimler
İnsanlığı Kemiren İhanet DİNCİLİK (Zulümleriyle Dini Kirletenlerin Tarihi)
Maun Suresi Böyle Buyurdu (Din Maskeli Zulme Tanrı'nın Vuruşu)
Enel Hak İsyanı Hallâc-ı Mansur (Darağacında Miraç) - 2 Cilt
Arapçılığa Karşı Akılcılığın Öncüsü İmamı Azam Ebu Hanife (Esas Fikirleri Gölgelenen Önder)
Kur'an-ı Kerim'de Lanetlenen Soy
Emevî Dinciliğine Karşı Mücadelenin Öncüsü Ebu Zer
Kur'an Verileri Işığında Tasavvuf ve Tarikatlar
Tanrı'dan Başka İnsanüstü Tanımayan İnanç Deizm
Ehlibeytin Annesi Hz.Fâtıma
Türkiye'ye Mektuplar
Saltanat Dinciliğinin Öncüsü Firavun (Çağdaş Firavunları Tanıma Kılavuzu)
Kur'an Verilerine Göre Kötülük Toplumu
Kur'an-ı Kerim'de Lanetlenen Soy
İslam'da Büyük Günahlar
Kur'an Penceresinden Özgürlük ve İsyan
The Eye of The Heart
Büyük Türk Mutasavvıfı Muhammed Tevfîk Bosnevî
Kuşadalı İbrahim Halvetî (İslam Düşüncesinde Bir Dönüm Noktası)
Kur'an'ı Anlamaya Doğru
Levent Kırca Kimdir? Biyografisi
Zeki Levent Kırca (28 Eylül 1948, Samsun - 12 Ekim 2015, İstanbul), Türk komedyen, tiyatro ve sinema oyuncusu. Aydınlık Gazetesi yazarlığı ve Vatan Partisi'nin Merkez Yürütme Kurulu üyeliği yapmıştır. Sanatçının ikisi ilk eşinden, ikisi de Oya Başar'dan olan 4 çocuğu bulunuyor.
Kariyeri
İlk kez 1964'te Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahneye çıktı. Ankara Birlik Tiyatrosu ve Halk Oyuncuları'nda çalıştı. Nasreddin Hoca Oyun Treni, Siz Olsaydınız Ne Yapardınız?, Bu Oyun Nasıl Oynanmalı?, Sağlık Olsun!, Ne Olur Ne Olmaz gibi televizyon dizilerinin yapımcılığını üstlendi. 1978'de Altınşehir adlı filmle sinemaya geçti. Ne Olacak Şimdi? ve Mavi Muammer adlı filmlerde oynadı. Hodri Meydan Topluluğu adlı Tiyatro Grubu'nu kurdu. Eski eşi Oya Başar ile birlikte "Güzel ve Çirkin" ve "Sefiller" adlı oyunları sergiledi. Üç Baba Hasan, Kadıncıklar adlı oyunları sergiledi. 1988'de başlayıp 22 yıl süren Olacak O Kadar adlı televizyon programını hazırladı. İlk sinema yönetmenlik denemesini Son adlı filmle yaptı. Daha sonra Şeytan Bunun Neresinde adlı filmi yönetti.
1998 yılında 33. Türkiye Hükûmeti'nde Kültür Bakanlığının tavsiyesiyle verilmeye başlanan Devlet Sanatçısı unvanına[1] lâyık görülmüş Kırca'nın bu ünvanı Nisan 2015'te geri alındı.[2] Saint Petersburg Bal Mumu Heykelleri Müzesi'nde heykeli olan nadir Türk sanatçılardan olup 2011 yılında Karımın Dediği Dedik Çaldığı Kontrbas isimli komedi dizisine başlamıştır, fakat reyting alamadığından dolayı dizi dört bölüm sürmüş ve bitmiştir.
Filmografi
Filmler
Yıl Başlık Rolü Notlar
1978 Taşı Toprağı Altın Şehir Ökkeş İlk sinema filmi
1979 N'Olacak Şimdi Orhan
1985 Mavi Muammer Muammer
2000 Ölürsün Gülmekten Nebahat
2001 Son Oyuncu, senarist ve yönetmen
2002 Şeytan Bunun Neresinde Oyuncu ve yönetmen
2004 Kendini Bırak Gitsin Hizmetçi
2004 Ağa Kızı Osman Ağa-Hasan Ağa
2010 Son İstasyon Son sinema filmi
Televizyon dizileri
Yıl Başlık Rolü Notlar
1986-2005 Olacak O Kadar Senarist ve yapımcı
2011 Karımın Dediği Dedik Çaldığı Kontrbas
Oynadığı bazı tiyatro oyunları
Ateşin Düştüğü Yer
Toros Canavarı
Kadıncıklar
Üç Baba Hasan
Sefiller
Güzel Ve Çirkin
Oyun Nasıl Oynanmalı
Oyunculuk dışı kariyeri
Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde öğretim üyeliği yapmış,[3] Levent Kırca Mart 2009 Belediye Seçimleri için Demokratik Sol Parti'den Üsküdar Belediye Başkanlığı için aday olmuştur; fakat 4'üncü sırayı alarak kazanamamıştır. 2011'den itibaren Aydınlık gazetesinde köşe yazarlığı yapmış, 2013 yılının Ocak ayında ise Ulusal Kanal genel müdürlüğü, daha sonra Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini üstlenmiştir ve son olarak 30 Mart 2014 günü yapılan Mahalli İdareler Seçiminde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına İşçi Partisi'nden adaylığını açıklamıştır. 15.232 (%0.2) oy alarak 8. sırada yer almıştır.[4]
Ölümü
2015 yılında yakalandığı karaciğer kanseri nedeniyle kemoterapi tedavisi görmekte olduğu Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 12 Ekim 2015 gecesi saat 02.40'ta yaşamını yitirdi. Cenazesi, 13 Ekim 2015 Salı günü Levent Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Hülya Avşar Kimdir ? Biyografisi
Hülya Avşar (d. 10 Ekim 1963), Kürt asıllı[1][2][3] Türk sinema ve dizi oyuncusu, şarkıcı ve sunucu.
Hayatı
Emral ve Celal Avşar'ın ilk çocuğu olarak Edremit-Balıkesir'de dünyaya geldi. Ailesi tarafından Kürtçe "malakan curri" diye çağırılırdı. Bu söz "sarışın" anlamına gelmektedir.[4] Anne tarafından Balıkesirli olan Avşar'ın baba tarafı Hasköy, Ardahanlıdır. Hülya Avşar, Avşar-Pirebat Kürt aşiretine mensuptur. [5] Babası Celal Kürt ve annesi Emral ise Türk kökenli bir aileye mensuptur.[6][7]
Bulvar Gazetesi'nin düzenlediği Kâinat Güzellik Yarışması'nda birinci seçildi (1982), fakat evlendiği ortaya çıkınca tacı geri alındı. 1983 yılı Avşar'ın yaşamında dönüm noktasıydı. Fikret Hakan ve Salih Güney ile başrolü paylaştığı Haram filmi ile kariyerine başladı.
Kariyerine müzik eğitimi aldıktan sonra müzikaller, altı albüm ve bir single ile devam etti. 1995 yılının son günlerinde yayınladığı Yarası Saklım adlı albümüyle döneme damgasını vurdu. "Bu Gece Uzun Olacak" adlı parçası, şarkının çıkış klibiydi. Klip, Hülya Avşar'ın popo sallama sahnesi başta olmak üzere daha pek çok sahnesi ile bir kült haline geldi. Klip, feministlerin tepkisini topladı, ancak ikinci klip "Yürü Ya Kulum" oldukça feminist ve erkek karşıtı bir klip oldu.[kaynak belirtilmeli] Albümden üçüncü klip bir Suat Suna şarkısı olan "Sensiz Kaldım" parçasına çekildi. Şarkı oldukça beğenildi ve pek çok kişi tarafından Avşar'ın söylediği en iyi şarkı olarak görüldü. Hülya Avşar artık 90'ların en çok konuşulan isimlerden biri haline gelmişti.
1998 yılında yayınladığı Hayat Böyle albümüyle müzik sahnesindeki yerini sağlamlaştırdı. "Aradın Mı" adlı Serdar Ortaç parçasıyla o yıl her yerde dinlendi. Şarkının klibinin de beğenilmesi üzerine, "Aradın Mı", Hülya Avşar'ın "Bu Gece Uzun Olacak"tan sonra en çok bilinen şarkısı oldu. Albümden ikinci klip "Ah Be Güzelim" parçasına çekildi. Sanatçı, bu şarkıyla da başarı sağladı.
2000 yılında Kral TV tarafından düzenlenen yılın müzik ödüllerinde en iyi kadın şarkıcı ödülüne layık görüldü. Hülya Avşar, Günaydın'da köşe yazarlığı yaptıktan sonra, Show TV'de Hülya Avşar Show'u yaptı. Medyapım tarafından talk show formatında yayınlanan programının yönetmenliğini Birkan Uz ve Uğur Aksay yaptı. Avşar Show aynı zamanda Türkiye'de ilk defa Uğur Aksay tarafından uygulanan 16/9 mm sinematografik formattaki dijital rejili seti ile çekilen show programı olma özelliğini taşımaktadır.[kaynak belirtilmeli] Avşar, TV şovuyla aynı anda sergilediği tek kişilik tiyatro oyunundan başka, reklam filmlerinde oynadı ve hâlâ Hülya adlı aylık derginin editörlüğünü yapmaktadır.
2001 yılında kendi adını taşıyan Hülya Avşar by H markasını kurmuştur. Kendisinin de üzerinden çıkarmadığı siyah-beyaz düz basic t-shirtler web sitesi www.byh.com.tr üzerinden satışa sunulmaktadır. Spora ve tenise tutkunluğuyla bilinen Avşar'ın 2001 yılından bu yana kendi adını taşıyan Hülya Cup tenis turnuvası düzenleyerek buradan elde ettiği gelirle eğitime destek vererek çocuklara burs ve tenis imkanı kazandırmaktadır.
Özel yaşamı
İlk evliliğini 1979'da Mehmet Tecirli ile yaptı ve iki yıl evli kaldı.[8] Kaya Çilingiroğlu ile olan evliliğinden Zehra (1998) isminde bir kız çocuğu sahibidir. Çift, 2005 yılında boşandı. Kendisi sıkı bir Beşiktaş taraftarıdır. Kaya Çilingiroğlu'ndan boşandıktan sonra bir süre iş adamı Sadettin Saran ile beraber olmuştur. Annesi Emral Avşar, 6 Şubat 2009'da kanserden hayatını kaybetmiştir.[9] 24-25 Ağustos 2009 tarihlerinde Milliyet'te yayımlanan röportajında Kürt açılımını hakkında görüşlerini bildirmesiyle hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından "Halkı kin, nefret ve düşmanlığa tahrik ettiği" gerekçesiyle soruşturma açıldı.[10] Soruşturmayı yürüten savcı, Avşar hakkında takipsizlik kararı verdi.
Müzik albümleri
1988: Her şey Gönlünce Olsun
1990: Hatırlar mısın?
1991: Hülya Gibi
1993: Dost Musun Düşman Mı?
1995: Yarası Saklım
1998: Hayat Böyle
2000: Sevdim (single)
2002: Aşıklar Delidir
2009: Kişiye Özel-HauteCouture
2011: Geçmiş Olsun (single)
2013: Aşk Büyükse
Video klipleri
Hatirlarmisin
Hulya Gibi
Nasilsin Bugun
Hata
Yalan Dunya
Agora Meyhanesi
Dost Musun Dusman Mi
Sensiz Kaldım
Yürü Ya Kulum
Bu Gece Uzun Olacak
Sevdim
Aradın Mı
Ah Be Güzelim
Yar Senin Derdin Ne
Sonsuza Dek
Geçmiş Olsun
Bana Bir Koca Lazım
Sana Sakladım
Oynadığı diziler
İntibah (1982)
Sevginin Gücü (1993)
Süper Yıldız (1996)
Ah Bir Zengin Olsam (1999)
Savunma (2000)
Zümrüt (2004)
Kadın İsterse (2004)
Kadın Severse (2006)
Muhteşem Yüzyıl: Kösem (2015-2016)
Oynadığı filmler
Yıl Film Rol Notlar
1983 Kahır Hülya
Haram Hülya
Çelik Mezar Gül
1984 Karanfilli Naciye Naciye
Tutku Hacer
Ömrümün Tek Gecesi Gülseren
Yabancı Hülya
Kaptan Melike
Güneş Doğarken Nalan
Ayşem Ayşe
Nefret Hülya
1985 Tele Kızlar Çağla
Ölüm Yolu Zeynep
Mavi Mavi Sibel
Sekreter Hülya
Tapılacak Kadın Sabiha
Suçlu Gençlik Neslihan
Paranın Esiri Başak
1986 Uzun Bir Gece Gülsüm
Dağlı Güvercin Azize
Üç Halka 25 Gülçiçek
Kısrak Hülya
Aşk Hikayemiz Sevda
Alın Yazım Hülya
Sevda Ateşi Maviş Gülcan
Mavi Melek Billur Elif
1987 Yarın Yarın Seyda
Bir Kırık Bebek Gülizar
Çil Horoz Ayten
Geri Dön Gamze
Alamancının Karısı Zeliha
Ziyaret Arzu
1988 Aşıksın Deniz
Hülya Hülya
Melodram Esra
1989 Öğretmen Zeynep Zeynep
Fotoğraflar Neslihan
Fazilet Fazilet
1990 Benim Sinemalarım Nesibe
1993 Hasan Boğuldu Emine
Berlin in Berlin Dilber
1995 Bir Kadının Anatomisi Sibel
1999 Salkım Hanımın Taneleri Nora
2002 Yeşil Işık Elif
2004 Kalbin Zamanı Belkıs
2005 İki Genç Kız Leman
Hababam Sınıfı Askerde Zehra
2007 Bir İhtimal Daha Var Alev
2011 8 Ülke 8 Yönetmen ve Sinan Hürrem Sultan
72. Koğuş Fatma
Jüri olduğu veya Sunuculuk yaptığı televizyon programları
Çek Bakalım
Alaturka Solist
Hülya Avşar Soruyor, Habertürk (28 Eylül 2009 - 2011)[12]
Hülya Avşar Show, TNT Show TV Kanal D TGRT
Hülya Avşar'la Sen Bilirsin, atv
Pişti, Show TV
Hülya Avşar Stüdyosu, Turkmax
Kadınlar ve Erkekler, atv
Yetenek Sizsiniz Türkiye, Show TV Star TV - 2009-2014
O Ses Türkiye, Show TV Star TV - 2011-2013
Hülya Avşar; Tv8 - 2014-2015
Hülya Avşar,Hülya Avşar Resimleri, Hülya Avşar Fotoğrafları,ünlü,yerli ünlü.sanatci,yildiz,star,
Tükenmez Kalemin Mucidi Ladislav Biro Kimdir? - László József Bíró
Ladislav Biro (Macarca: Bíró László József) (29 Eylül 1899 - 24 Kasım 1985) Macar gazeteci. Asıl olarak doktorluk eğitimi almıştır fakat hiçbir zaman mezun olamamıştır. Gazeteciliğe başlamadan önce hipnotize etme ve otomobil yarışı gibi hobilerle uğraşmıştır. 1938 yılında tükenmez kalemi icat etmiştir.
1931 yılında Budapeşte Uluslararası Fuarı'nda tükenmez kalemi ilk üretime sundu.
Ladislao Biro 1985 yılında Buenos Aires'te öldü.
Tükenmez kalem
Tükenmez kalem ya da kısaca tükenmez, içindeki borucuktaki özel ve koyu kıvamdaki mürekkebi, ucunda bulunan bilye sayesinde yüzeye aktaran modern bir yazım aracı. Kullanılabilirliği ve bulunabilirliği ile günlük yaşamda yaygın bir kullanıma sahiptir. En yaygın mürekkep renkleri mavi, siyah ve kırmızı olup, diğer renklerde yazan tükenmez kalemler de üretilmektedir.
Tükenmez kaleme "tükenmez" denmesinin nedeni, onunla yaklaşık iki-üç kilometre uzunluğunda bir çizgi çizilebilmesidir.[1] Tipik bir tükenmez kalemin içindeki ince plastik tüpün boyutları 2 mm (iç), 3 mm (dış) ve 120 mm.dir (uzunluk).
Tarihi
30 Ekim 1888 tarihinde ABD'li denizci John Loud, derilerini işaretlemek için ucunda bilye bulunan mürekkepli kalemi icat etti ve ilk patentini aldı.[2][3] Bu buluşu, 1935 yılında gazete editörü olan Macar Ladislao Biro ve kimyager kardeşi geliştirdi. Biro Kardeşler, buldukları kalemi tanıştıkları Arjantin Başkanı Augustine Justo'ya gösterdi ve başkanın teşvik etmesiyle kardeşler, Arjantin'de fabrika kurdular. Yapılan ikinci denemede başarılı oldular. Chicago'lu Milton Reynolds, Arjantin'de gördüğü bu kalemleri, Amerika Birleşik Devletleri'nde perakende olarak satmaya başladı. 1940'larda artan tükenmez kalem üreticileri arasında rekabet oluşmaya başladı.
II. Dünya Savaşı sırasında Amerikan Hava Kuvvetleri, uçuş personeli için tükenmez kalemi tercih etti çünkü 3 bin metre yüksekteki basınçta diğer kalemlerin mürekkebi akıyordu.
Standardları
ISO'nun tükenmez kalemler için yayımladığı standartları şunlardır:
ISO 12756
1998: Resim ve yazı gereçleri - tükenmez kalem - Sözcük[4]
ISO 12757-1
1998: Tükenmez kalem ve doldurma - Bölüm 1: Genel kullanım[5]
ISO 12757-2
1998: Tükenmez kalem ve doldurma - Bölüm 1: Belge kullanımı (DOC)[6]
ISO 14145-1
1998: Rulo tükenmez kalem ve doldurma - Bölüm 1: Genel kullanım [7]
ISO 14145-2
1998: Rulo tükenmez kalem ve doldurma - Bölüm 2: Belge kullanımı (DOC)[8]
AUF DEUTSCH
László József Bíró
László József Bíró [ˈlaːsloː ˈjoːʒɛf ˈbiːroː] (* 29. September 1899 in Budapest, Ungarn; † 24. Oktober 1985 in Buenos Aires, Argentinien) war ein ungarischer Erfinder. Er ist der Erfinder des Kugelschreibers.
Schon sein Vater betätigte sich als Erfinder: Der Zahnarzt Mátyás Bíró kreierte so manche Mittel und Werkzeuge für seine Praxis. Eigentlich sollte sein Sohn in seine Fußstapfen treten, doch László Bíró brach sein Medizinstudium ab.
Frühe Erfindung
Nach diversen Interessen und Tätigkeiten, unter anderem als Versicherungsmakler und Rennfahrer, entwickelte er 1932 mit einem Freund ein Automatikgetriebe für Personenkraftwagen. Das Patent erwarb General Motors – aber allein aus dem Grund, damit keine andere Firma es verwerten konnte. Der Autokonzern baute seine Autos weiterhin nur mit hydraulischen Gangschaltungen.
Im selben Jahr wurde Bíró als Chefredakteur der Zeitschrift „Hongrie-Magyarország-Hungary“ damit beauftragt, die Kunst Ungarns im Ausland populär zu machen. Anschließend kam er zur Wochenzeitung „Előre“. In der dortigen Druckerei kam ihm beim Betrachten der Rotationswalzen die Idee eines Stiftes, der mit Tinte schreibt, aber nicht schmiert.
Es brauchte nur eine Röhre mit einer sich drehenden Kugel an ihrem Ende sowie Tinte, die in der Röhre nicht austrocknet, auf dem Papier aber sofort trocken wird.
Bíró meinte, wenn er eine Tinte hätte, die aus festen und flüssigen Bestandteilen besteht, würden die flüssigen Teile vom Papier eingesaugt werden, während die festen auf der Papieroberfläche blieben. Mit Hilfe seines Bruders György, des Erfinders Andor Goy und der Gebrüder Kovalszky gelang ihm die Konstruktion eines solchen Stiftes. Am 25. April 1938 erhielt er das Patent für den Kugelschreiber. Die ersten, noch ziemlich stotternden Stifte kamen unter dem Namen Go-Pen bald auf den Markt.
Emigration
Bíró war inzwischen verheiratet und hatte eine Tochter. Da Ungarn Verbündeter Deutschlands war und unter der Herrschaft von Miklós Horthy zunehmend judenfeindlichem Druck ausgesetzt wurde, verschärften sich die Lebensbedingungen für die jüdische Familie zunehmend. Am 31. Dezember 1938, einen Tag vor Inkrafttreten eines neuen Gesetzes, das es untersagte, Patente ins Ausland mitzunehmen, verließ er daher mit seiner Familie Ungarn und ging mit ihr nach Frankreich.
In Paris setzte Bíró die Forschungen in einem eigenen Labor fort, im kriegsgeplagten Frankreich mussten die Arbeiten aber eingestellt werden. Nach dem Einmarsch der deutschen Truppen floh Bíró mit seiner Familie nach Argentinien. Durch einen glücklichen Zufall hatte er 1938 den damaligen argentinischen Präsidenten Agustín Pedro Justo in Jugoslawien kennengelernt.
Der Erfolg
Argentinische Werbung für den Stratopen „Birome“ von 1945
In Südamerika forschte Bíró weiter, erhielt am 10. Juni 1943 ein neues Patent, und gleich danach begann man mit der Produktion der Stifte unter dem Namen „Eterpen“. Der Erfinder wurde Direktor der größten Kugelschreiberfabrik Argentiniens „Sylvapen“, die jährlich sieben Millionen Kulis herstellte. Der tatsächliche Durchbruch für den Kugelschreiber kam mit dem britischen Geschäftsmann Henry George Martin. Er erkannte ihn als ideales Schreibwerkzeug für Flugzeugbesatzungen, kaufte Bíró die Patentrechte ab und startete eine Kugelschreiberproduktion in Reading in England. Nach dem Zweiten Weltkrieg begannen mehrere Unternehmen, Kugelschreiber zu produzieren, teilweise ohne die Patentrechte zu besitzen.
Bíró wollte mehr: Er plante ein Parfüm mit dem gleichen Kugel-Prinzip, den Vorläufer der Deo-Roller. Die Serienherstellung in den USA schlug aber fehl. Die nächste Bíró-Erfindung war ein Fieberthermometer für das Handgelenk und ein Blutdruckmesser ähnlichen Formats. Er erarbeitete auch eine neue Methode für die Herstellung von künstlichem Harz und erfand einen neuen Kunststoff, das Birolit.
Bíró entwickelte zudem gemäss der Encyclopaedia of Perfume eine Reihe von Parfümen und liess diese auf seine Firma Biro, Meyne & Biro registrieren:
Name Firma Jahr Status
Symphony Biro, Meyne & Biro 1945 Produktion eingestellt
Voix du Cœur Biro, Meyne & Biro 1945 Produktion eingestellt
Voix de France Biro, Meyne & Biro 1947 Produktion eingestellt
Voix de la Forêt Biro, Meyne & Biro 1947 Produktion eingestellt
Voix de Paris Biro, Meyne & Biro 1947 Produktion eingestellt
Voix du Ciel Biro, Meyne & Biro 1947 Produktion eingestellt
Anaïtis Biro, Meyne & Biro 1948 Produktion eingestellt
Chou-Chou Biro, Meyne & Biro 1947 Produktion eingestellt
Parforce Biro, Meyne & Biro 1947 Produktion eingestellt
Pathetique Biro, Meyne & Biro 1947 Produktion eingestellt
Sympathy Biro, Meyne & Biro 1947 Produktion eingestellt
Flower Speak Meyne & Biro 1947 Produktion eingestellt
No 71 Biro, Meyne & Biro 1948 Produktion eingestellt
No 72 Biro, Meyne & Biro 1948 Produktion eingestellt
No 73 Biro, Meyne & Biro 1948 Produktion eingestellt
No 74 Biro, Meyne & Biro 1948 Produktion eingestellt
No 75 Biro, Meyne & Biro 1948 Produktion eingestellt
Chant du Ciel Biro, Meyne & Biro 1948 Produktion eingestellt
Chant d’Espoir Biro, Meyne & Biro 1948 Produktion eingestellt
Chant d’Étoile Biro, Meyne & Biro 1948 Produktion eingestellt
Chant de Paris Biro, Meyne & Biro 1948 Produktion eingestellt
Ehrungen
László József Bíró starb am 24. Oktober 1985 in Buenos Aires im Alter von 86 Jahren.[1][2][3] Sein Geburtstag, der 29. September, wird in seiner Wahlheimat Argentinien seither als Tag der Erfinder gefeiert.
Ihm zu Ehren wurden die Kugelschreiber in einigen Ländern nach ihm benannt: Biro (Großbritannien, Italien), Biron (Frankreich), Birome (Argentinien).
Ole Christensen Rømer Kimdir ? Biyografisi
ROEMER, Ole Christensen ( 1644-1710) Danimarkalı astronomi bilgini. Işığın sonlu bir hıza sahip olduğunun ilk bilimsel kanıtını bulmuştur.
25 Eylül 1644’te Aarhus’ta doğdu, 19 Eylül 1710’da Kopenhag’da öldü. Doğduğu kentte tamamladığı ortaöğreniminin ardından 1662 ’de Kopenhag Üniversitesi’ ne girdi. Bu üniversitede dostluğunu kazandığı, asistanlığını yaptığı ve öğrenimi sonrasında evinde yaşamaya başladığı Erasmus Bartholin’in etkisiyle astronomiye yöneldi ve Tycho Brahe’nin el yazmalarını basıma hazırlama çalışmalarına girişti. 1671’de Fransız Bilimler Akademisi tarafından Tycho Brahe’nin Hven Adası’ndaki gözlemevinin konumunu belirlemek üzere Danimarka'ya gönderilen Jean Picard ile tanıştı ve sekiz ay süreyle Pi-card’ın yardımcılığını yaptı. Gözlemevinin konumunu belirlemenin yanı sırajüpiter’in ilk uydusunun tutulmalarıyla ilgili gözlemler de içeren çalışmaları sırasında hayranlığını kazandığı Picard tarafından 1672’de Paris’e götürüldü. Kraliyet Gözlemevi’nde görev aldığı Paris’te yaşadığı dokuz yıl boyunca pek çok gözlem yaptı, astronomik gözlem araçları geliştirdi ve ışığın sonlu bir hıza sahip olduğunun ilk bilimsel kanıtını buldu. 1681’de ülkesine döndükten sonra kraliyet astronomluğu, Kopenhag Üniversitesi’nin astronomi profesörlüğü ve Kopenhag Gözlemevi’nin yöneticiliğinin yanı sıra çeşitli konularda teknik danışmanlık yaptı. Bu dönemde de pek çok gözlem yapan ve duyarlı gözlem araçları geliştiren, 1704’te Kopenhag ile Roskilde arasındaki Tusculaneum’ da yeni bir gözlemevinin kurulmasını sağlayan Roemer, kral tarafından birçok idari göreve de getirilmiş, 1705’te Kopenhag belediye başkanlığına ve senatörlüğe, 1707’de devlet konseyi başkanlığına atanmıştır.
Roemer’in ışığın hızına ilişkin önemli buluşuyla sonuçlanan araştırmalarının başlamasına neden olan problem Jüpiter’in uydularının, özellikle de ilk uydusu olan Io’nun tutulmaları arasında geçen zaman aralıklarının saptanmasıydı. Roemer’in Picard ile birlikte çalıştığı yıl karşılaştığı bu problemin çözümüyle görevlendirilen ünlü Fransız astronomu Cassini, 1675’te akademiye sunduğu araştırmasında tutulmalar arası zaman aralıklarında düzensizlikler bulunduğunu ve Jüpiter’in yörüngesinin dış-merkezliliğiyle açıkladığı bu düzensizliklerin Yer ile Jüpiter’in birbirlerine göre konumlarına da bağlı olduğunu belirtti. Aynı çalışmada bu düzensizliklerin ışığın sonlu bir hızla yol almasından kaynaklanması olasılığından da söz etmiş ancak bu görüşün yanlış olduğu sonucuna varmıştı. Antik çağlardan bu yana ışığın hızının sonsuz olduğuna, başka bir deyişle, bir noktadan öbürüne gitmek için zamana gereksinimi olmadığına inanılıyordu. Zaman zaman, iki tepeye yerleştirilmiş aynalar yardımıyla ışığın hızını ölçmeye çalışan Galileo gibi, ışığın belirli bir hızı olabileceğini düşünen bilim adamları çıkmışsa da hiçbiri görüşlerini destekleyen deneysel bir kanıt bulmayı başaramamışlardı.
Cassini’nin bulgularını ve kuramsal öngörülerini kendi ölçümleriyle birleştiren Roemer için ışığın hızının sonlu olduğuna ilişkin kanıtı bulmak ve ışığın hızını hesaplamak pek güç olmadı. Tutulmalar arasındaki sürenin ,Yer ile Jüpiter birbirlerinden uzaklaştıkça arttığını gören ve bu artışı iki gezegen arasındaki uzaklık arttıkça ışığın Yer’e ulaşması için geçecek olan sürenin uzamasıyla açıklayan Roemer, 9 Kasım 1676’da gerçekleşecek olan tutulmanın, beklenenden on dakika daha geç gözlenebileceğini öne sürdü. Bu savının doğru çıkması üzerine de ışığın yaklaşık olarak saniyede 225.000 km’lik bir hızla yol aldığını gösteren hesaplamalarını akademiye sundu. Güneş ile Yer arasındaki uzaklığı on bir dakikada aldığını hesapladığı ışığın hızı için, bugün bilinen 300.000 km/sn’lik hızdan oldukça farklı da olsa bilinen ilk bilimsel değeri elde etmeyi başarmıştı.
Geçişleri izlemekte kullanılan ve bir gökcisminin devinimini yeni ayarlamalara gerek kalmadan izleme olanağı sağlayan meridyen çemberi de aralarında olmak üzere geliştirdiği yeni gözlem araçlarıyla astronominin olanaklarını zenginleştiren Roemer, termometre yapımında sabit iki noktanın seçilmesi gerektiğini gören ve suyun kaynama noktasıyla karın erime noktasını temel alarak bir sıcaklık ölçeği geliştiren ilk bilim adamı olmuş, bu alandaki çalışmalarıyla Fahrenheit’a ışık tuttmuştur.
Ole Rømer
Ole Christensen Rømer ( Danish pronunciation : [ˈo( ː)lə ˈʁœːˀmɐ]; 25 September 1644 – 19 September 1710) was a Danish astronomer who in 1676 made the first quantitative measurements of the speed of light. Rømer also invented the modern thermometer showing the temperature between two fixed points, namely the points at which water respectively boils and freezes. In scientific literature alternative spellings such as "Roemer", "Römer", or "Romer" are common.
General biography
Rundetårn, or round tower, in Copenhagen, on top of which the university had its observatory from the mid 17th century until the mid 19th century, when it was moved to new premises. The current observatory there was built in the 20th century to serve amateurs.
Rømer was born on 25 September 1644 in Århus to a merchant and skipper, Christen Pedersen ( died September 19,1663), and Anna Olufsdatter Storm ( c. 1610-1690), daughter of a well-to-do alderman.[1] Since 1642, Christen Pedersen had taken to using the name Rømer, which means that he was from the Danish island of Rømø, to distinguish himself from a couple of other people named Christen Pedersen.[2] There are few records of Ole Rømer before 1662, when he graduated from the old Aarhus Katedralskole ( the Cathedral school of Aarhus),[3][4] moved to Copenhagen and matriculated at the University of Copenhagen. His mentor at the University was Rasmus Bartholin, who published his discovery of the double refraction of a light ray by Iceland spar ( calcite) in 1668, while Rømer was living in his home. Rømer was given every opportunity to learn mathematics and astronomy using Tycho Brahe's astronomical observations, as Bartholin had been given the task of preparing them for publication.[5]
Rømer was employed by the French government : Louis XIV made him tutor for the Dauphin, and he also took part in the construction of the magnificent fountains at Versailles.
In 1681, Rømer returned to Denmark and was appointed professor of astronomy at the University of Copenhagen, and the same year he married Anne Marie Bartholin, the daughter of Rasmus Bartholin. He was active also as an observer, both at the University Observatory at Rundetårn and in his home, using improved instruments of his own construction. Unfortunately, his observations have not survived : they were lost in the great Copenhagen Fire of 1728. However, a former assistant ( and later an astronomer in his own right), Peder Horrebow, loyally described and wrote about Rømer's observations.
In Rømer's position as royal mathematician, he introduced the first national system for weights and measures in Denmark on 1 May 1683.[6][7] Initially based on the Rhine foot, a more accurate national standard was adopted in 1698.[8] Later measurements of the standards fabricated for length and volume show an excellent degree of accuracy. His goal was to achieve a definition based on astronomical constants, using a pendulum. This would happen after his death, practicalities making it too inaccurate at the time. Notable is also his definition of the new Danish mile of 24,000 Danish feet ( circa 7,532 m).[9]
In 1700, Rømer persuaded the king to introduce the Gregorian calendar in Denmark-Norway — something Tycho Brahe had argued for in vain a hundred years earlier.[10]
Ole Rømer at work
Rømer developed one of the first temperature scales while convalescing from a broken leg.[11] Fahrenheit visited him in 1708 and improved on the Rømer scale, the result being the familiar Fahrenheit temperature scale still in use today in a few countries.[12][13][14]
Rømer also established navigation schools in several Danish cities.[15]
In 1705, Rømer was made the second Chief of the Copenhagen Police, a position he kept until his death in 1710.[16] As one of his first acts, he fired the entire force, being convinced that the morale was alarmingly low. He was the inventor of the first street lights ( oil lamps) in Copenhagen, and worked hard to try to control the beggars, poor people, unemployed, and prostitutes of Copenhagen.[17][18]
In Copenhagen, Rømer made rules for building new houses, got the city's water supply and sewers back in order, ensured that the city's fire department got new and better equipment, and was the moving force behind the planning and making of new pavement in the streets and on the city squares.[19][20][21]
Rømer died at the age of 65 in 1710.[22]
Rømer and the speed of light
Main article : Rømer's determination of the speed of light
The determination of longitude is a significant practical problem in cartography and navigation. Philip III of Spain offered a prize for a method to determine the longitude of a ship out of sight of land, and Galileo proposed a method of establishing the time of day, and thus longitude, based on the times of the eclipses of the moons of Jupiter, in essence using the Jovian system as a cosmic clock; this method was not significantly improved until accurate mechanical clocks were developed in the eighteenth century. Galileo proposed this method to the Spanish crown ( 1616–1617) but it proved to be impractical, because of the inaccuracies of Galileo's timetables and the difficulty of observing the eclipses on a ship. However, with refinements the method could be made to work on land.
After studies in Copenhagen, Rømer joined the observatory of Uraniborg on the island of Hven, near Copenhagen, in 1671. Over a period of several months, Jean Picard and Rømer observed about 140 eclipses of Jupiter's moon Io, while in Paris Giovanni Domenico Cassini observed the same eclipses. By comparing the times of the eclipses, the difference in longitude of Paris to Uranienborg was calculated.
Cassini had observed the moons of Jupiter between 1666 and 1668, and discovered discrepancies in his measurements that, at first, he attributed to light having a finite speed. In 1672 Rømer went to Paris and continued observing the satellites of Jupiter as Cassini's assistant. Rømer added his own observations to Cassini's and observed that times between eclipses ( particularly those of Io) got shorter as Earth approached Jupiter, and longer as Earth moved farther away. Cassini made an announcement to the Academy of Sciences on 22 August 1676 :
This second inequality appears to be due to light taking some time to reach us from the satellite; light seems to take about ten to eleven minutes [to cross] a distance equal to the half-diameter of the terrestrial orbit.[23]
Illustration from the 1676 article on Rømer's measurement of the speed of light. Rømer compared the duration of Io's orbits as Earth moved towards Jupiter ( F to G) and as Earth moved away from Jupiter ( L to K).
Oddly, Cassini seems to have abandoned this reasoning, which Rømer adopted and set about buttressing in an irrefutable manner, using a selected number of observations performed by Picard and himself between 1671 and 1677. Rømer presented his results to the French Academy of Sciences, and it was summarised soon after by an anonymous reporter in a short paper, Démonstration touchant le mouvement de la lumière trouvé par M. Roemer de l'Académie des sciences, published 7 December 1676 in the Journal des sçavans. Unfortunately the paper bears the stamp of the reporter failing to understand Rømer's presentation, and as the reporter resorted to cryptic phrasings to hide his lack of understanding, he obfuscated Rømer's reasoning in the process. Unfortunately Rømer himself never published his results.[24]
Assume the Earth is in L, at the second quadrature with Jupiter ( i.e. ALB is 90°), and Io emerges from D. After several orbits of Io, at 42.5 hours per orbit, the Earth is in K. Rømer reasoned that if light is not propagated instantaneously, the additional time it takes to reach K, that he reckoned about 3½ minutes, would explain the observed delay. Rømer observed immersions in C from the symmetric positions F and G, to avoid confusing eclipses ( Io shadowed by Jupiter from C to D) and occultations ( Io hidden behind Jupiter at various angles). In the table below, his observations in 1676, including the one on August 7, believed to be in opposition H,[25] and the one observed at Paris Observatory to be 10 minutes late, on November 9.[26]
The eclipses of Io recorded by Rømer in 1676
Time is normalized ( hours since midnight rather than since noon); values on even rows are calculated from the original data. Month Day Time Tide orbits average ( hours)
June 13 2 : 49 : 42 C
2,750,789s 18 42.45
May 13 22 : 56 : 11 C
4,747,719s 31 42.54
Aug 7 21 : 44 : 50 D
612,065s 4 42.50
Aug 14 23 : 45 : 55 D
764,718s 5 42.48
Aug 23 20 : 11 : 13 D
6,906,272s 45 42.63
Nov 9 17 : 35 : 45 D
By trial and error, during eight years of observations Rømer worked out how to account for the retardation of light when reckoning the ephemeris of Io. He calculated the delay as a proportion of the angle corresponding to a given Earth's position with respect to Jupiter, Δt = 22·( α⁄180°)[minutes]. When the angle α is 180° the delay becomes 22 minutes, which may be interpreted as the time necessary for the light to cross a distance equal to the diameter of the Earth's orbit, H to E.[26] ( Actually, Jupiter is not visible from the conjunction point E.) That interpretation makes it possible to calculate the strict result of Rømer's observations : The ratio of the speed of light to the speed with which Earth orbits the sun, which is the ratio of the duration of a year divided by pi as compared to the 22 minutes
365·24·60⁄π·22 ≈ 7,600.
In comparison the modern value is circa 299,792 km s−1⁄29.8 km s−1 ≈ 10,100.[27]
Rømer neither calculated this ratio, nor did he give a value for the speed of light. However, many others calculated a speed from his data, the first being Christiaan Huygens; after corresponding with Rømer and eliciting more data, Huygens deduced that light travelled 16 2⁄3 Earth diameters per second.[28]
Rømer's view that the velocity of light was finite was not fully accepted until measurements of the so-called aberration of light were made by James Bradley in 1727.
In 1809, again making use of observations of Io, but this time with the benefit of more than a century of increasingly precise observations, the astronomer Jean Baptiste Joseph Delambre reported the time for light to travel from the Sun to the Earth as 8 minutes and 12 seconds. Depending on the value assumed for the astronomical unit, this yields the speed of light as just a little more than 300,000 kilometres per second. The modern value is 8 minutes and 19 seconds, and a speed of 299,792.458 km/s.
A plaque at the Observatory of Paris, where the Danish astronomer happened to be working, commemorates what was, in effect, the first measurement of a universal quantity made on this planet.
Inventions
In addition to inventing the first street lights in Copenhagen,[29][30] Rømer also invented the meridian circle,[31][32][33] the altazimuth,[34][35] and the Passage Instrument.[36][37]
Ole Romer Medal
The Ole Rømer Medal ( da) is given annually by the Danish Natural Science Research Council for outstanding research.[38]
The Ole Rømer Museum
The Ole Rømer Museum is located in the municipality of Høje-Taastrup, Denmark,[39] at the excavated site of Rømer's observatory Observatorium Tusculanum ( da) at Vridsløsemagle.[40][41][42] The observatory opened in 1704, and operated until about 1716, when the remaining instruments were moved to Rundetårn in Copenhagen.[43] There is a large collection of ancient and more recent astronomical instruments on display at the museum.[44] The museum opened in 1979, and has since 2002 been a part of the museum Kroppedal at the same location.[45][46][47]
Honours
In Denmark, Ole Rømer has been honoured in various ways through the ages. He has been portrayed on bank notes,[48] the eponymous Ole Rømer's Hill ( da) is named after him,[49] as are streets in both Aarhus and Copenhagen ( Ole Rømers Gade and Rømersgade ( da) respectively).[50][51] Aarhus University's astronomical observatory is named The Ole Rømer Observatory ( Ole Rømer Observatoriet ( da)) in his honour, and a Danish satellite project to measure the age, temperature, physical and chemical conditions of selected stars, was named The Rømer Satellite ( da). The satellite project stranded in 2002 and was never realised though.[52][53]
The Römer crater on the Moon is named after him.[54]
In popular culture
In the 1960s, the comic-book superhero The Flash on a number of occasions would measure his velocity in "Roemers" [sic], in honour of Ole Rømer's "discovery" of the speed of light.[55][better source needed]
In Larry Niven's 1999 novel Rainbow Mars, Ole Rømer is mentioned as having observed Martian life in an alternate history timeline.
Ole Rømer features in the 2012 game Empire : Total War as a gentleman under Denmark.
General references
MacKay, R. Jock; Oldford, R. Wayne ( 2000). "Scientific Method, Statistical Method and the Speed of Light". Statistical Science. 15 ( 3) : 254–278. doi : 10.1214/ss/1009212817. ( Mostly about A.A. Michelson, but considers forerunners including Rømer.)
Axel V. Nielsen ( 1944). Ole Romer, en Skildring af hans Liv og Gerning ( in Danish). Nordisk Forlag.
Kaynaklar :
-----------------------
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi
Halk Ansiklopedisi Wikipedia
Torte - Sachertorte - çikolatalı Kek Pastanın Mucidi Franz Sacher Kimdir?
Torte - Sachertorte - çikolatalı Kek Pastanın Mucidi Franz Sacher Kimdir?
Franz Sacher Dogumu 19 Aralık 1816 Viyana, Avusturya İmparatorluğu'nda; Ölümü Baden bei Wien 11 Mart 1907, Avusturya-Macaristan) Avusturyalı bir pasta şefi, O dünyaca ünlü Sachertorte (çikolatalı Kek Pasta nin) mucidi olarak kabul edilir.
Sachertorte nin hikayesi Metternich in evinde başlar ve orada, Klemens Wenzel, Lothar Nepomukile Metternich in mutfaginda başlar ,şef aşci yüksek misafirler için üst düzey konuklar için özel bir tatlı oluşturmak için görevlendirilir yeni bir tarif yapmasi istenir ondan, ve o "bu gece ben mahcup olmamaliyim" der fakat, buna rağmen şef aşçı hasta olur, onun yardimcilarindan olan 16 yaşindaki Franz Sacher onun yaninda iki senelik ögrencidir iki yıldır çırak olarak görev yapiyordur.ve o hasta olunca bu görevi o üstlenir. ve o gece için Franz Sacher işde Sacher Torte(Sacher Pastasi- çikolatalı kek) tarifini bulur keşfeder.
Aşcilik ögrenimini tamamlayan Franz Sacher Deneyimlerini önce Pressburgda yapar, daha sonra kisa süreli, Avusturya Viyana ile Macaristan Budapeşte arasi sefer yapan, Tuna nehrindeki gemilerde yapar. 1848 de Viyanaya geri döner Viyana Weihburggasse 4 deki "şarapli ince tatlar" dükkanini acar ve „Schokoladetorte des Franz Sacher(çikolatalı kek-pasta)“ ile 1 Aralik 1865 de satiş rekorunu kirar.1871 yılında yapılan Leopoldstädter Aspern Gasse 2 (şimdiki Aspernbruckengasse deki). Grand Hôtel de l'Europe Hoteli devralir.
Franz Sacher sonra 1881 yılında O ve ailesi için onun adına konut ev inşa edilmesi için mühendislere salik verir, ve 1873 yılında, onun ölene kadar oturdugu Villa, Viyana ya bagli Alt Baden deki, Bu günkü Sauerhofstraße de, 1907' ye yakın tamamlanir, ve ailesiyle birlikte oraya yerleşir. Halen Buried Sacher Baden mezarlığinda Yatmakdadir.
Franz Sacherin eşinin ismi Rosa idi ve iki oğlu vardı.
AUF DEUTSCH
Franz Sacher (* 19. Dezember 1816 in Wien, Kaisertum Österreich; † 11. März 1907 in Baden bei Wien, Österreich-Ungarn) war ein österreichischer Konditor; er gilt als der Erfinder der weltbekannten Sachertorte.
Leben
Die Geschichte der Sachertorte beginnt, als der Herr des Hauses Metternich, Klemens Wenzel Lothar Nepomuk von Metternich, seine Hofküche im Jahr 1832 beauftragte, für sich und seine hochrangigen Gäste ein besonderes Dessert zu kreieren. „Dass er mir aber keine Schand’ macht, heut Abend!“ sagte er. Doch der Chefkoch war krank, und so musste – so lautet zumindest die Legende – der 16-jährige Franz Sacher, Lehrling im zweiten Jahr, die Aufgabe übernehmen. An diesem Tag wurde die Sachertorte erfunden.
Als ausgelernter Koch machte sich Franz Sacher nach einigen Jahren Berufserfahrung zuerst in Pressburg und dann kurzfristig auf Donauschiffen zwischen Wien und Budapest selbstständig. Sacher kehrte im Jahre 1848 nach Wien zurück und eröffnete in der Weihburggasse 4 einen Feinkostladen mit Weinhandlung, wobei sich die „Schokoladetorte des Franz Sacher“ als Verkaufsschlager erwies. Ab 1. Dezember 1865[1] führte er als Besitzer auch das Grand Hôtel de l’Europe in der Leopoldstädter Asperngasse 2 (heute: Aspernbrückengasse), das er 1871 abgab.[2]
Franz Sacher ließ sich dann 1881 mit seiner Familie in Baden bei Wien nieder, wo er bis zu seinem Tode am 11. März 1907[3] in dem 1873 in seinem Auftrag erbauten Wohnhaus, einer Villa in der heutigen Sauerhofstraße, lebte.[4] Begraben ist Sacher im Familiengrab am Helenenfriedhof in Baden.
Franz Sacher und seine Frau Rosa hatten zwei Söhne:
Eduard (1843–1892), der beim k.u.k. Hofzuckerbäcker Demel die Sachertorte vollendete und 1876 das Hotel Sacher in Wien gründete
Carl (1849–1929), der 1881 Sacher’s Hotel & Curanstalt im Helenental gründete.[5] In diesem bis heute frequentierten Hotel bzw. Restaurant waren viele bedeutende Persönlichkeiten, unter anderem auch Kaiserin Elisabeth zu Gast.
Kaynak :
--------------
Halk Ansiklopedisi Wikipedia
Henry Ford Kimdir Biyografisi - Motorun Mucidi
Henry Martin Ford (30 Temmuz 1863 - 7 Nisan 1947), otomobil üreticisi Ford Motor Company'nin kurucusu.
Ransom Eli Olds'un kendine ait Oldsmobile isimli otomobil firmasında 1902'de basit tarzda geliştirdiği yürüyen bant tekniğini, zaman içerisinde Ford tutarlılıkla mükemmelleştirdi. Ford'un otomobil üretim taslağı sadece sanayi üretimini değil, kültürü de etkiledi (Fordizm).
1879 yılında evinden ayrılarak makinistliği öğrenmek için yakınındaki Detroit'e yerleşen Ford, öğreniminden sonra Westinghouse Company'de iş bularak benzin motorları üzerine çalışmalar yaptı. Clara Bryant ile evliliğinden sonra maddi durumunu kendine ait bir kereste fabrikasıyla iyileştirdi. Thomas Alva Edison'in kurduğu Edison Illuminating Company'de 1881 yılında mühendisliğe başladı. Dünyaca ünlü buluşcu Edison ile Ford sonraki yıllarda arkadaş oldular. Baş mühendisliğe terfisinden sonra yakıt motorları üzerindeki şahsi araştırmalarına yeterince zaman ve para ayırabilen Ford, Quadricycle isimli aracının gelişimini 1896 yılında tamamladı. Söz konusu başarının ardından Edison Illuminating'den ayrılarak, başka yatırımcılarla birlikte 1899 yılında Detroit Automobile Company'i kurdu. Kendi modellerinin üstünlüğünü göstermek amacıyla araçlarını başarıyla diğer üreticilerin araçlarıyla yarıştırdı. Ancak 1901'de Detroit Automobile Company iflas etti.
Ford Motor
1903'te Henry Ford 11 yatırımcıyla birlikte 28.000 Dolar sermayeyle Ford Motor Company'i kurdu. Şirket tarafından 1908'de piyasaya sürülen Modell T 1913'e kadar üne kavuştu ve ABD yollarının her yerinde yaygındı. Aynı yıl Ford'un fabrikalarında yürüyen bantlı üretimi başlatması verimliliği yüksek derecede çoğalttı. 1918 yılında ABD'de kullanılan arabaların yarısı Modell T idi. Aynı modelden 1927 yılına kadar 15 milyon araç satılarak 45 yıl süre tutulacak rekor kırıldı.
Henry Ford'un çalışanlarına karşı özel bir tutumu vardı. Çalışanların 1913 yılında 8 saatlik çalışma gününe karşı aldıkları 5 US Dollar günlük ücret, 1918 yılında o zamana göre olağanüstü miktar olan 6 Dolara yükseldi. Ayrıca Ford çalışanlarına kara katılım arz ediyordu. Öte yandan fabrikalarında sendikalaşmaya kesinlikle karşı olan Ford, sendika faaliyetlerini önlemek için Harry Bennett'i işe aldı. Bennett sendika örgütlenmelerini yıkmak için yıldırma stratejileri izledi. United Auto Workers'in 1941'de yürüttüğü grevin sonunda bazı Ford fabrikalarında toplu sözleşmeler üzerinde anlaşılabilindiyse de, sendikal örgütlenme ancak Ford ve Bennett'in 1945'de şirketten ayrılışından sonra fabrikalarda büsbütün yayıldı. 1947 yılında hayatını kaybetti
Çok geniş araştırmalar yaptırarak hazırladığı Beynelmilel Yahudi adlı eseri büyük yankı yapmıştır.
DEUTSCH
Henry Ford
Henry Ford (* 30. Juli 1863 Greenfield Township (Michigan), USA; † 7. April 1947 in Dearborn, Michigan) gründete den Automobilhersteller Ford Motor Company. Er perfektionierte konsequent die Fließbandfertigung im Automobilbau, die allerdings schon Ransom Eli Olds 1902 in vereinfachter Form in seiner Automobilfirma Oldsmobile vorweggenommen hatte. Sein Konzept der modernen Fertigung von Fahrzeugen revolutionierte nicht nur die industrielle Produktion, sondern hatte auch starken Einfluss auf die moderne Kultur (Fordismus). Neben dieser Pionierarbeit für den Automobilbau ist Ford als zeitweiliger Publizist antisemitischer Schriften wie The International Jew, die eine große Außenwirkung hatten, bis heute politisch umstritten.
Leben
Henry Ford wurde in einer Kleinstadt in Wayne County, in der Nähe von Dearborn, westlich von Detroit, auf der florierenden Farm seiner Eltern, William Ford (1826–1905) und Mary Litogot O’Hern (1839–1876), geboren, die aus der Grafschaft Cork in Irland eingewandert waren. Henry war das älteste von insgesamt sechs Kindern. Er konnte in der ländlichen Gegend nur die Dorfschule besuchen und erhielt somit eine geringe formale Bildung. Als Kind war er sehr an mechanischen Einzelheiten interessiert. Er zeigte hohes handwerkliches Geschick und verbrachte im Alter von zwölf Jahren viel Zeit in seinem Werkraum, den er selbst eingerichtet hatte. Mit fünfzehn Jahren hatte er bereits seinen ersten Verbrennungsmotor gebaut.
Im Jahre 1879 verließ er sein Zuhause und zog in das nahe Detroit, um dort seine Lehrzeit als Maschinist zu beginnen. Er arbeitete zuerst bei F. Flower & Bros., später bei der Detroit Dry Dock Co. Nach seiner Ausbildung fand Ford einen Job bei der Westinghouse Electric Corporation, wo er an Ottomotoren arbeitete. Nach seiner Heirat mit Clara Jane Bryant 1888 verbesserte er seine finanzielle Lage mit einem eigenen Sägewerk.
1891 wurde Ford als Ingenieur bei der Edison Illuminating Company eingestellt, benannt nach dem Gründer und Direktor Thomas Alva Edison. Mit diesem weltberühmten Erfinder war er in späteren Jahren noch freundschaftlich verbunden. Nach seiner Beförderung zum Chefingenieur 1893 hatte er nun genügend Zeit und Geld, um sich seinen persönlichen Experimenten mit Verbrennungsmotoren zu widmen. Seine Experimente gipfelten 1896 in der Fertigstellung eines selbstangetriebenen Fahrzeugs, des Quadricycle.
Selbstständigkeit
Nach diesem Erfolg verließ Ford Edison Illuminating und gründete mit weiteren Investoren 1899 die Detroit Automobile Company. Während dieser Zeit ließ Ford seine Fahrzeuge Rennen gegen die anderer Hersteller fahren, um die Überlegenheit seiner Modelle zu demonstrieren. Er selbst errang einen Sieg gegen Alexander Winton, einen bekannten Rennfahrer, in seinem Quadricycle am 10. Oktober 1901. Dennoch war die Detroit Automobile Company kurze Zeit später insolvent.
Ford Motor Company
Henry Ford gründete 1903 mit elf weiteren Investoren und 28.000 US-Dollar Kapitaleinlage die Ford Motor Company. Bei einer Ausstellung fuhr Ford in einem neu entwickelten Auto einen neuen Geschwindigkeitsrekord, als er die Strecke von einer Meile auf dem Eis des St.-Clair-Sees innerhalb von 39,4 Sekunden zurücklegte (147 km/h). Überzeugt von diesem Erfolg nahm der bekannte Rennfahrer Barney Oldfield das Auto mit quer durch das Land und machte die Marke Ford zu einem Begriff in den USA. Dieses neue Automodell wurde von Oldfield 999, nach der damals schnellsten Dampflokomotive, getauft. Henry Ford war auch einer der ersten Geldgeber für das Indianapolis-500-Rennen.
Das Modell T (Tin Lizzy)
1908 brachte die Ford Motor Company ihr Model T von József Galamb auf den Markt. Im Zeitraum von 1909 bis 1913 nahm Ford mit verändertem Modell T an verschiedenen Rennen teil und gewann 1909 (obwohl er später disqualifiziert wurde) auch ein Rennen „von Küste zu Küste“ quer durch die USA. Ein weiterer Rekord wurde 1911 auf dem Jahrmarkt in Detroit aufgestellt, als der Fahrer Frank Kulick eine neue Bestzeit für die Strecke von einer Meile erzielte. 1913 versuchte Ford mit einem umgebauten Modell T am Indianapolis-500-Rennen teilzunehmen, wurde aber nicht zugelassen mit der Begründung, der Wagen müsste erst um weitere 1.000 Pfund schwerer gemacht werden, bevor er sich qualifizieren könne. Ford verließ das Rennen und stieg kurze Zeit später komplett aus dem Renngeschäft aus. Als Begründung für seinen Ausstieg nannte er seine Unzufriedenheit mit den Bestimmungen im Rennsport sowie den gesteigerten Bedarf an Zeit für sein florierendes Geschäft mit dem Modell T.
Für die Öffentlichkeitsarbeit waren Rennen 1913 nicht mehr nötig – das Modell T war berühmt und allgegenwärtig auf Amerikas Straßen. In diesem Jahr führte Ford die Fließbänder in seinen Fabriken ein, welche ihm eine enorme Produktionssteigerung erlaubten. Bereits 1918 war jeder zweite Wagen in Amerika ein Modell T. Das Design des Modells T, glühend vertreten und verteidigt von Henry Ford, wurde bis 1927 beibehalten, als die Beliebtheit des Designs bereits nachgelassen hatte. Bis zu diesem Zeitpunkt waren über 15 Millionen Fahrzeuge hergestellt worden. Das war ein Rekord, der die nächsten 45 Jahre Bestand haben sollte.
Henry Ford wird oft nachgesagt, er habe gesagt, dass jeder Kunde einen Ford in der Farbe seiner Wahl bekommen könne – solange die Farbe schwarz sei. Lange Zeit wurde diese Aussage als Legende angesehen. Es gibt aber in seinem Buch Mein Leben und Werk im Kapitel „Das Geheimnis der Produktion“ den Satz: „Jeder Kunde kann seinen Wagen beliebig anstreichen lassen, wenn der Wagen nur schwarz ist.“ Der Grund dafür dürfte folgender sein: Schwarz war die Standardfarbe, da Schwarz die erste industriell hergestellte und lang haltbare Farbe war. Außerdem trocknet Schwarz am schnellsten, was ein starkes Argument für diese Farbe war, da man damals große Hallen und Böden brauchte, um Karosserieteile trocknen zu lassen. Ein weiterer Grund war, dass es in der Massenproduktion einfacher ist, nur eine Farbe zu verwenden. Nicht alle Ford T waren schwarz, aber die meisten.
Henry Ford hatte eine besondere Einstellung zu seinen Beschäftigten. So führte er im Januar 1914 in seinem Unternehmen den Achtstundentag ein und hob gleichzeitig den Mindestlohn von 2,34 $ auf 5,00 $ pro Tag an – deutlich über das damals übliche Niveau (Effizienzlohn). Während der Spitzenproduktion des Modells T um 1918 erhöhte sich dieser Betrag sogar noch auf 6,00 $. Ford bot seinen Arbeitern auch ein neuartiges System zur Gewinnbeteiligung an. Dass die Löhne bei Ford das bis dahin übliche um mehrere hundert Prozent überstiegen, war nach Fords eigener wiederholter Aussage wirtschaftliches Kalkül: Er wollte nicht die persönliche Situation seiner Arbeiter verbessern, sondern die Kaufkraft der Arbeiterschaft massiv stärken, um den Absatz massengefertigter Produkte wie seiner Autos zu gewährleisten. Damit schuf Ford die Grundlagen der Konsumgesellschaft, wie sie für das 20. Jahrhundert typisch war. Auch die gestiegene Freizeit der Arbeiter sollte der Nachfrage nach Produkten und deren Abnutzung durch die Verwendung dienen.
Andererseits lehnte Ford Gewerkschaftsverbände innerhalb seiner Fabriken rigoros ab. Um Gewerkschaftsaktivitäten zuvorzukommen, stellte Ford Harry Bennett ein, der offiziell Leiter des Kundendienstes wurde. Bennett benutzte verschiedene Einschüchterungstaktiken, um sich organisierende Gewerkschaften zu vernichten. Ein Sitzstreik der United-Auto-Workers-Gewerkschaft führte 1941 schließlich zu Tarifverhandlungen in manchen Fordwerken, allerdings kam es zu einer vollen gewerkschaftlichen Organisation erst ab 1945, nachdem Henry Ford und Harry Bennett das Unternehmen verlassen hatten.
Ford-Fertigung (1923)
Der erste und der zehnmillionste Ford (1924)
Am 1. Januar 1919 übergab Henry Ford den Vorsitz der Ford Motor Company an seinen Sohn Edsel Ford, behielt aber trotzdem einen starken Einfluss auf die Leitung des Unternehmens. Während Edsel den Vorsitz hatte, wurden nur wenige Entscheidungen getroffen, die vorher nicht von Henry abgesegnet worden waren, und die wenigen anderen wurden von Henry Ford oft rückgängig gemacht. Während dieser Zeit kauften Edsel und Henry die Aktien zurück, die bis dahin noch in der Hand anderer Investoren gewesen waren. Sie mussten sich für den Rückkauf eine Menge Geld leihen, wurden dadurch aber zu alleinigen Inhabern des Unternehmens. Das war der Anfang einer Periode des Niedergangs für das Unternehmen, da kurze Zeit später das Land von der Nachkriegsrezession getroffen wurde.
In der Mitte der 1920er Jahre begannen die Verkaufszahlen des Modells T zu fallen. Das war teilweise auf die steigende Verbreitung von Verbraucherkrediten zurückzuführen, die andere Firmen anboten, damit sich die Konsumenten deren Autos kaufen konnten. Außerdem hatten die Modelle der Konkurrenz meist weitere neue Funktionen und Designs, die dem Modell T nicht zur Verfügung standen. Trotz des Drängens von Edsel, dem Vorsitzenden des Unternehmens, weigerte sich Henry Ford strikt, dem Modell T neue Eigenschaften hinzuzufügen oder Finanzierungspläne für Verbraucher einzuführen (ersteres um die Preise unten und erschwinglich zu halten, letzteres weil er glaubte, dass diese schlecht für die Wirtschaft seien).
Das Modell A und danach
Die wegbrechenden Verkaufszahlen für das Modell T überzeugten Henry Ford 1926 schließlich davon, was Edsel schon einige Zeit befürwortet hatte: ein neues Modell musste her. Henry Ford steuerte zu dem Projekt vor allem sein Fachwissen in Sachen Technik, Entwicklung des Antriebs, Chassis und andere technische Notwendigkeiten bei und überließ es seinem Sohn, eine neue Karosserie zu entwickeln. Edsel gelang es auch, gegen die Einwände seines Vaters ein hydraulisches Bremssystem und ein Sliding-shift-Getriebe durchzusetzen. Das Ergebnis war das im Dezember 1927 vorgestellte und sehr erfolgreiche zweite Modell A, das bis 1931 mehr als vier Millionen Mal produziert wurde.
Henry Ford hatte lange Zeit ein besonderes Interesse an Kunststoffen aus landwirtschaftlichen Erzeugnissen, auch aus Hanf. Bekannt wurde sein Soybean Car, dessen Karosserie teilweise aus einem sojafasernverstärkten Kunststoff bestand.
Ebenfalls in die 1930er Jahre fällt das Projekt Fordlândia, eine Kautschuk-Plantage und Retortenstadt auf einem 10.000 Quadratkilometer großen gepachteten Areal in Brasilien. Ziel des Unternehmens war es, die Reifenproduktion vom teuren britischen Kautschuk aus Malaysia unabhängig zu machen. Örtliche Arbeitskräfte wurden mit sozialen Versprechungen angelockt, von denen so wenig eingehalten wurden, dass es zu Unruhen kam. Letztendlich scheiterte das Mammutprojekt an der unzureichenden Vorsorge gegen Pflanzenkrankheiten, denen die nach sechs Jahren Arbeit erwartete Ernte zum Opfer fiel.
Am 26. Mai 1943 starb Edsel Ford und hinterließ damit eine offene Stelle im Vorsitz des Unternehmens. Henry Ford befürwortete, dass die Stelle von Harry Bennett übernommen werden sollte. Die Witwe von Edsel, Eleanor Ford, die die Aktien ihres verstorbenen Mannes geerbt hatte, wollte, dass ihr Sohn Henry Ford II die Stelle übernahm. Die Streitfrage entschied sich, als Henry selbst im Alter von 79 Jahren die Stelle übernahm. Das Unternehmen ging harten Zeiten entgegen – innerhalb der nächsten zwei Jahre verlor die Firma zehn Millionen Dollar pro Monat. Präsident Roosevelt zog sogar ein staatliches Darlehen für die Ford Motor Company in Betracht, damit die kriegswichtige Produktion fortgesetzt werden könne.
Publizistische Tätigkeit und Antisemitismus
Von Henry Ford herausgegebene antisemitische Schrift zur so genannten „Judenfrage“ (1922)
Nachdem sich Henry Ford größtenteils aus dem Geschäft der Ford Motor Company zurückgezogen hatte, widmete er viel Zeit der Herausgabe einer Zeitung, des Dearborn Independent, welche er 1919 gekauft hatte. In den acht folgenden Jahren verbreitete das Blatt antisemitische Artikel, unter anderem die Protokolle der Weisen von Zion, eine Fälschung des zaristischen Geheimdienstes, die sich gegen Juden, Sozialisten, Liberale und Freimaurer richtete. Die American Jewish Historical Society beschreibt diese in seinem Namen verbreiteten Ideen während dieser Periode als „anti-immigrant, anti-labor, anti-liquor and anti-semitic“ (gegen Immigranten, gegen Arbeiter, gegen Alkohol und gegen Juden).
Diese Artikel richteten sich auch gegen Ford selbst, da er bereits am 28. November 1894 in der Palestine Lodge No 357 in Detroit zum Meister erhoben wurde und dort für fast 53 Jahre regelmäßiges Mitglied bleiben sollte. Am 21. November 1928 wurde Ford zum Ehrenmitglied der ältesten Freimaurerloge Michigans, der Zion Lodge No 1, ernannt, in der sein Schwager William R. Bryant im Jahr 1932 Vorsitzender der Loge war. Im September 1940 erhielt Ford in New Jersey den 33. Grad AASR, ein Verwaltungsgrad.[1]
Außerdem wurden unter Fords Namen mehrere antijüdische Artikel im Independent veröffentlicht, die in den frühen 1920er Jahren in vier Bänden unter dem Titel Der internationale Jude – Ein Weltproblem (engl. Original: The International Jew, the World’s Foremost Problem) verkauft wurden. Darin wurde die Verschwörungstheorie vertreten, das Weltjudentum habe ein geheimbündlerisches Komplott gebildet, um mit Hilfe seiner Macht in Wirtschaft und Hochfinanz die Weltherrschaft zu erlangen. Juden seien angeblich sowohl für die Korruption in Wirtschaft, Gewerkschaften und im Sport als auch für den Ersten Weltkrieg, die Russische Revolution und den Amerikanischen Bürgerkrieg verantwortlich. Im Januar 1922 wurde die antisemitische Kampagne der Zeitung zunächst ausgesetzt (Ford wurden Ambitionen auf eine Präsidentschaftskandidatur nachgesagt, für die er auch jüdische Wählerstimmen benötigt hätte), 1924 jedoch erneut aufgenommen.[2] Berichte über die Pogrome in Russland wurden als Fälschungen bezeichnet. Die Artikel waren von verschiedenen Autoren geschrieben worden, darunter auch von Fords langjährigem persönlichem Sekretär, Ernest Liebold. Keiner der Artikel wurde von Ford selbst verfasst, aber da er der Verleger war, lag die Veröffentlichung in seiner Verantwortung. Teile dieser Artikel wurden in die amerikanische Ausgabe von Adolf Hitlers Buch Mein Kampf übernommen. Das Buch Der internationale Jude wurde 2008 im Iran nachgedruckt.[3][4]
Wiederholte öffentliche Appelle, nicht zuletzt von Präsident Woodrow Wilson, seine antisemitische[5] Hetze einzustellen, hatten zunächst keinen Erfolg. Erst unter dem Druck einer Verleumdungsklage des Juristen und Farmeraktivisten Aaron Sapiro[6] und des Journalisten Herman Bernstein, vertreten durch Samuel Untermyer, entschuldigte er sich für die Hetzschriften des Verlags in einer öffentlichen Erklärung vom 30. Juni 1927. Außerdem untersagte er dem Verleger Theodor Fritsch in Leipzig, Schriften mit der Angabe Henry Ford als Verfasser oder Herausgeber zu verkaufen, zu drucken und zu verbreiten. Die Restauflage des Buches Der internationale Jude ließ Ford in den USA vernichten. Theodor Fritsch weigerte sich jedoch, die rund 10.000 Exemplare des Buches in deutscher und spanischer Sprache aus dem Verkehr zu ziehen, und begründete das auch mit wirtschaftlichen Einbußen.[7] Ford schloss den Dearborn Independent im Dezember 1927.
Er war Mitglied des America First Committee, einer isolationistischen Bewegung, die 1940/41 die Teilnahme der USA am Zweiten Weltkrieg zu verhindern versuchte. Am 7. Januar 1942 schrieb Henry Ford einen offenen Brief an die Anti-Defamation League, prangerte darin den Hass gegen Juden an und äußerte seine Hoffnung, dass antijüdische Hetze für immer aufhören werde.[8] Seine Werke werden immer noch von einigen Gruppierungen genutzt, meist findet man sie auf geschichtsrevisionistischen oder Neonazi-Websites.
Henry Ford und der Nationalsozialismus
Die Ford Motor Company war am Aufbau der deutschen Streitkräfte vor dem Zweiten Weltkrieg beteiligt. 1938 wurde beispielsweise ein Fertigungswerk in Berlin in Betrieb genommen, dessen einzige Aufgabe es war, Lkws für die Wehrmacht herzustellen. Ford produzierte insgesamt 78.000 Lkws und 14.000 Kettenfahrzeuge für die Wehrmacht. Vor dem Einmarsch der deutschen Wehrmacht ins Sudetenland erhielt sie von Ford eine Eillieferung von 1.000 Lkws. Die Ford-Werke wurden bis Ende 1944 von der alliierten Bombardierung ganz verschont und danach auch nur wenig beschädigt. Dort wurden auch Zwangsarbeiter aus Konzentrationslagern eingesetzt, die man für vier Reichsmark pro Tag von der SS auslieh.
Im Juli 1938 wurde Henry Ford mit dem Adlerschild des Deutschen Reiches ausgezeichnet. Ford war der erste Amerikaner, dem diese Auszeichnung zuteilwurde. Sie war die höchste Auszeichnung, die das Deutsche Reich während der Weimarer Republik und der Zeit des Nationalsozialismus an Ausländer vergab. Der Orden wurde vergeben „in Anerkennung der Pionierarbeit [Fords], um Autos für die Massen verfügbar zu machen“. Die Auszeichnung wurde begleitet von einer persönlichen Glückwunschnachricht Adolf Hitlers (Detroit News, 31. Juli 1938 ). Im selben Jahr wurde Ford das Großkreuz des Deutschen Adlerordens verliehen.[9]
In Hitlers Büro der NSDAP-Parteizentrale in München hing ein großes Porträt von Ford. Auf die Frage der Detroit News, was der amerikanische Industrielle für ihn bedeute, sagte Hitler 1931: „Ich betrachte Henry Ford als meine Inspiration.“[10]
In einem Brief bemerkte Heinrich Himmler 1924, Ford sei „einer der wertvollsten, gewichtigsten und geistreichsten Vorkämpfer“.[11] Der Reichsjugendführer Baldur von Schirach bekräftigte ebenfalls den Einfluss der Ford-Lektüre in seiner Aussage beim Nürnberger Prozess: „Das ausschlaggebende antisemitische Buch, das ich damals las und das Buch, das meine Kameraden beeinflußte […], war das Buch von Henry Ford ‚Der internationale Jude‘. Ich las es und wurde Antisemit. Dieses Buch hat damals auf mich und meine Freunde einen so großen Eindruck gemacht, weil wir in Henry Ford den Repräsentanten des Erfolgs, den Repräsentanten aber auch einer fortschrittlichen Sozialpolitik sahen.“[12]
1940 erschien Fords Autobiographie Erfolg im Leben. Mein Leben und Werk bzw. nur Mein Leben und Werk auf Deutsch in der 33. Auflage; die Auflagenhöhe lässt sich abschätzen, da die erste Nachkriegsausgabe 1952 angibt „166. - 195. Tausend“.
Die Ford-Stiftung
Henry Ford gründete 1936 mit seinem Sohn Edsel die Ford-Stiftung im Bundesstaat Michigan, mit einer umfassenden Charta, um das Gemeinwohl der Menschen zu fördern. Die zuerst nur lokal ausgelegte Stiftung wuchs beträchtlich und hatte bis 1950 ihren Fokus auch national und international erweitert.
Die letzten Jahre
Nach Ende des Zweiten Weltkrieges übergab der alternde Henry Ford am 21. September 1945 den Vorsitz der Ford Motor Company an seinen Enkel Henry Ford II und ging in den Ruhestand. Er verstarb am Abend des 7. April 1947 im Alter von 83 Jahren in Fair Lane, seinem Anwesen in Dearborn, und wurde auf dem Ford-Friedhof in Detroit begraben.
Schriften
Herausgeber: The International Jew. The World’s Foremost Problem. 4 Bände, Dearborn, Michigan, 1920–1921. Deutsch: Der internationale Jude. Ein Weltproblem. 2 Bände, Leipzig 1921–1922
mit Samuel Crowther: My Life and Work (1922). Dt.: Mein Leben und Werk, übers. von Curt und Marguerite Thesing. Paul List Verlag, Leipzig 1923; spätere Ausgaben unter dem Titel Erfolg im Leben. Mein Leben und Werk. – Autobiografie
mit Samuel Crowther: To Day and to Morrow. (1926). Dt:. Das große Heute, das größere Morgen, übers. von Curt und Marguerite Thesing. Paul List Verlag, Leipzig 1926.
mit Samuel Crowther: Moving Forward. (1930). Dt.: Und trotzdem vorwärts. 1930.
Edison as I knew him. (1930). Dt.: Mein Freund Edison. Paul List Verlag, Leipzig 1931.
Literatur
Biografien
Adolf Saager: Henry Ford. Werden – Wirken. Wagnerische Verlagsanstalt, Stuttgart 1924
Heinz Sponsel: Henry Ford. Vom Blechesel für jeden zum Traumwagen für alle. Mohn, Gütersloh 1960
Steven Watts: The People’s Tycoon: Henry Ford and the American Century. Vintage Books, New York 2006, ISBN 0-375-70725-5
S. Tyschkus: Henry Ford. Der Begründer und Pionier der Massenmotorisierung. In: Ausbau, Illustrierte Monatshefte für technische Berufe. Heft 4/1978, S. 233–241, Verlag Pi. Christiani, Konstanz 1978
Interviews mit Henry Ford in Buchform
Fay Leone Faurote: Philosophie der Arbeit. P. Aretz, Dresden 1929 (Originaltitel: My Philosophy of Industry)
Ralph Waldo Trine: Meister im Leben. Vier Gespräche mit Henry Ford. 2. Auflage. Drei Eichen Verlag, München und Engelberg 1982, ISBN 3-7699-0386-2
Romane
Upton Sinclair: Am Fließband. Mr. Ford und sein Knecht Shutt. Rowohlt, Reinbek 1993 u. ö., ISBN 3-499-15654-7. Zuerst März-Verlag, Berlin 1983. Zuletzt Area-Verlag, Erftstadt 2004, ISBN 3-89996-029-7 (Original: The Flivver King). Weitere dt. Ausgaben unter den Titeln: (Das) Fließband. Ein Roman aus FORD-Amerika. Friedrich Oetinger, Hamburg 1948 & Association/Aktion 1974 (diese mit Vorw.: U. Sinclair und die amerikanische Arbeiterbewegung) – Autokönig Ford. Malik-Verlag 1938
Aldous Huxley: Schöne neue Welt. Ein Roman der Zukunft. Piper, München 1960. (Der Roman spielt in der fiktiven Welt im Jahre 632 „nach Ford“. Sieben Ford-Aufsichtsräte teilen sich die Weltherrschaft. Nicht nur Autos, sondern auch Menschen werden jetzt am Fließband produziert. Die Menschen beten: „Dank sei Ford“ oder „Gelobt sei Ford am Lenkrad“.)
--------------------
Kaynak : Halk Ansiklopedisi Wikipedia
-------------------
Etiketler : Henry Ford Kimdir, Biyografisi,Motorun Mucidi,Henry Ford,Ford,Motorun mucidi,ilk motoru keşfeden,
Halit Akçatepe Kimdir ? Biyografisi
Halit Akçatepe (d. 1 Ocak 1938; Üsküdar, İstanbul - ö. 31 Mart 2017), Türk oyuncu.
Yaşamı
1 Ocak 1938'de Üsküdar'da doğan Akçatepe, ilkokulu Refik Halit Karay Mektebi'nde okur. Babası Sıtkı Akçatepe'dir. Konservatuvar eğitimi hiç almamıştır (kendisi konservatuvar eğitimiyle uzaktan yakından bir alakası olmadığını belirtmiştir). Zamanın film yönetmenlerinden birinin, babasına "bize bir çocuk oyuncu lazım" dediği zaman, babası tülüatçı Sıtkı Bey oğlu Halit'i oynatmıştır. İlk filmini 1943'te 5 yaşındayken çekti. Daha sonra ilkokul sıralarında ders görmeye başladı. Saint Benoit Fransız Lisesi'nden mezun oldu. 1959'da Anıtkabir'de 1,5 yıl askerlik görevini yaptı. 1972'te Tatlı Dillim filmiyle şöhreti yakaladı. 1963'te Yasak, Gündoğarken, Semaya Baktım Seni Gördüm filmlerini çekti. 1975'te Hababam Sınıfı adlı filmindeki Güdük Necmi tiplemesiyle Türk sinemasına adını yazdırmıştır.
Usta oyuncunun babası Sıtkı Akçatepe ve annesi Leman Akçatepe de Türk sinemasında birçok yapımda rol almış oyunculardır. Özellikle babası Sıtkı Akçatepe, Hababam Sınıfı film serisinde oynadığı Paşa Nuri tiplemesiyle tanınmaktadır. Babası Sıtkı Akçatepe annesi tarafından Osmanlı İmparatorluğu'nun Lale Devri Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın torunudur.
31 Mart 2017 tarihinde kalp krizi geçirerek 79 yaşında hayatını kaybetmiştir. 2 Nisan 2017 tarihinde Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Özel Hayatı
Halit Akçatepe'nin annesi ve babası da oyuncudur. Annesi Leman Akçatepe babası ise Hababam Sınıfı filmlerinde "Paşa Nuri" rolüyle tanınan Sıtkı Akçatepe'dir. İki kez evlenen oyuncu ilk evliliğini 1963 yılında Tülin Akçatepe ile yapmış bu evliliğinden Itır (1964) ve Ebru (1968 ) isminde iki kızı olmuştur. 1981 yılında Tülin Hanımdan boşanan oyuncu 1999'da kendisinden 39 yaş küçük olan Rezzan Akçatepe ile evlenmiştir. Bu evliliğinden ise 2001 yılında kızları Günsu doğmuştur.[2] Halit Akçatepe ve Rezzan Akçatepe 2009 yılında boşanmıştır.[
Tiyatro
Tıpkı Sen Tıpkı Ben : Haluk Işık - [[Hadi Çaman Tiyatrosu]] - 2002
Töre : Turgut Özakman - [[İstanbul Şehir Tiyatrosu]]
Havana Duruşması : H.M. Enzensberger - Dostlar Tiyatrosu - *
1971
Asiye Nasıl Kurtulur? : Vasıf Öngören - Dostlar Tiyatrosu - *
1970
Nekrasof : Jean Paul Sartre - Dostlar Tiyatrosu - 1970
Rosenbergler Ölmemeli : Alain Decaux - Dostlar Tiyatrosu - 1969
Durdurun Dünyayı İnecek Var : Anthony Newley\Leslie Bricusse - Dostlar Tiyatrosu - 1969
Filmografi
Babam Sınıfta Kaldı (2013)
Krem (dizi) (2012)
Kral Çıplak (2012)
Leyla ile Mecnun (dizi) (2011)
Geniş Aile (2009)
Aile Reisi (2009)
7 Kocalı Hürmüz (2009)
Orada Neler Oluyor? (2009)
Vurgun (2008 )
Genco (2007)
Yalan Dünya (2007)
Hakkını Helal Et (2007)
Sesler Yüzler Mekanlar (2007)
İki Aile (2006 - 2008 )
Sevda Çiçeği (2006)
Hababam Sınıfı Üç Buçuk (2005)
İki Arada Aşk (2005)
Cumbadan Rumpaya (2005)
Beşinci Boyut (2005)
Müyim Olan Aşkımız (2005)
Hababam Sınıfı Askerde (2004)
Büyük Buluşma (2004)
Canım Annem (2004)
Avrupa Yakası (2004)
Yeşilçam Denizi (2003)
Şapkadan Babam Çıktı (2003)
Hababam Sınıfı Merhaba (2003)
Vaka-i Zaptiye (2002)
En Son Babalar Duyar (2002)
Çılgın Bediş (2001)
Siyah Cennet (2000)
Tersine Dünya (2000)
Konu Komşu (1999)
Eltiler (1997)
Hayvanlara Dokunduk (1997)
Hoşçakal İstanbul (1996)
Şaban İle Şirin (1995)
Çatı (1995)
Kaygısızlar (1994)
Hayri Beyin Son Aşkı (1993)
Oyun İçinde Oyun (1993)
Şaban Askerde (1993)
Yazlıkçılar (1993)
Anasının Kızı (1992)
Sürgün (1992)
İnsanlar Yaşadıkça (1989)
Bizimkiler (1989)
Kötü Kader (1987)
Büyük Koşu (1987)
Karımın Gölgesi (1987)
Keko Aptallar Çetesi (1986)
Keriz (1985)
Şaban Papucu Yarım (1985)
Şen Dul Şaban (1985)
Adile Teyze (1982)
Umut Dilencisi (1982)
Buyurun Cümbüşe (1982)
Talih Kuşu (1982)
Dört Geline Dört Damat (1981)
Renkli Dünyalar (1980)
Dokunmayın Şabanıma (1979)
Evlidir Ne Yapsa Yeridir (1978 )
Şabanoğlu Şaban (1977)
Gülen Gözler (1977)
Bülbül Ailesi (1976)
Hababam Sınıfı Uyanıyor (1976)
Süt Kardeşler (1976)
Tantana Kardeşler (1976)
Şoför Mehmet (1976)
Lüküs Hayat (1976)
Bizim Aile (1975)
Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı (1975)
Merhaba (1975)
Ah Nerede (1975)
Üç Ahbap Çavuşlar (1975)
Şaşkın (1974)
Hababam Sınıfı (1974)
Köyden İndim Şehire (1974)
Salak Milyoner (1974)
Evet mi Hayır mı? (1974)
Kanlı Deniz (1974)
Mavi Boncuk (1974)
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz (1974)
Canım Kardeşim (1973)
Tarkan: Güçlü Kahraman (1973)
Yalancı Yarim (1973)
Oh Olsun (1973)
Ömer Hayyam (1973)
Umut Dünyası (1973)
Sevilmek İstiyorum (1973)
İyi Döverim Kötü Severim (1972)
Tarkan: Altın Madalyon (1972)
Üç Sevgili (1972)
Sev Kardeşim (1972)
O Ağacın Altında (1972)
Tatlı Dillim (1972)
Feryat (1972)
Bir Varmış Bir Yokmuş (1971)
Üç Arkadaş (1971)
Beyoğlu Güzeli (1971)
Mahallenin Namusu (1953)
Köprüaltı Çocukları (1953)
Hayat Acıları (1951)
Güldağlı Cemile (1951)
İstiklal Madalyası (1948 )
Bir Dağ Masalı (1947)
Karanlık Yollar (1947)
Senede Bir Gün (1946)
Günahsızlar (1944)
Nasreddin Hoca Düğün'de (1943)
Dertli Pınar (1943)
Oyuncu Seçimi
Hababam Sınıfı - 1974 (Cast Sorumlusu)
Yardımcı Yönetmen
Hasret - 1974
Reklam
Pakpen - 2006
Vodafone - 2010
Senaryo Yazarı
Şaban Pabucu Yarım - 1985
Gurbetçi Şaban - 1985
Lüküs Hayat - 1976
----------------------------
Son dakika: Halit Akçatepe hayatını kaybetti! Ölüm nedeni...
Sinema sanatçısı Halit Akçatepe'den üzücü haber... Ataşehir'de özel bir hastanede tedavi gören usta oyuncu Halit Akçatepe 79 yaşında hayatını kaybetti.
Öte yandan, acı haberi duyan ünlü sanatçının yakınları ve sanat camiasından çok sayıda insan hastaneye akın etmeye başladı.
Halit Akçatepe'nin ailesine taziyede bulunan Cumhurbaşkanı Recep (:::) Erdoğan, "Halit Akçatepe her zaman sevgiyle yad edilecektir" dedi...
Halit Akçatepe'nin vefatının ardından hastaneden bir açıklama geldi. Açıklamada uzun süredir evde tedavi gördüğü belirtilen Akçatepe'nin kalp krizinden öldüğü ifade edildi.
Sinema ve tiyatro sanatçısı halit akçatepe 79 yaşında hayatını kaybetti. Alınan bilgiye göre Akçatepe, Ataşehir'de bir süredir tedavi gördüğü özel bir hastanede yaşamını yitirdi.
Yeşilçam'ın sevilen oyuncularından Akçatepe, Hababam Sınıfı'ndaki "Güdük Necmi", Süt Kardeşler'deki "Ramazan", Köyden İndim Şehire filmindeki "Gayret" karakterleriyle sinemaseverlerin gönlünde taht kurmuştu.
ÖLÜM NEDENİ BELLİ OLDU
Halit Akçatepe'nin vefatının ardından hastaneden bir açıklama geldi. İç hastalıkları uzmanı Dr. Osman Arıkan yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: "Son iki yıldır evde bakım hastası olarak tedavi görüyordu. Evde aniden rahatsızlanınca kendisine refakat eden hemşire arkadaşımız 112 acil servise haber veriyor. Acil servis ekibiyle hastaneye gelirken yolda kalp ve solunumu durmuştu. Acil servisimize alır almaz müdaheleye başladık. 45 dakika süren resitasyon müdahalelerine rağmen 14.40 itibariyle ex kabul ettik. Ölüm nednenini kalp ve solunum durması olarak kabul ediyoruz. Ani bir kalp krizi şeklinde olduğu gözüküyor"
KARACAAHMET MEZARLIĞINA DEFNEDİLECEK
Akçatepe'nin özel hemşiresi Fatih Çelik usta sanatçının kızından aldığı bilgileye, Karacaahmet Mezarlığı'na defnedileceğini ancak defin tarihinin henüz belli olmadığını aktardı. Çelik, "usta oyuncu son günlerini nasıl geçirdi?" sorusuna "Halit bey son günlerinde gayet mutluydu" yanıtını verdi.
HALİT AKÇATEPE KİMDİR?
1938'de Üsküdar'da doğan Akçatepe, ilk filmini 1943'te 5 yaşındayken çekti. Daha sonra ilkokul sıralarında ders görmeye başladı. Saint Benoit Fransız Lisesi'nden mezun oldu. 1959'da Anıtkabir'de 1,5 yıl askerlik görevini yaptı. 1972'te Tatlı Dillim filmiyle şöhreti yakaladı. 1963'te Yasak, Gündoğarken, Semaya Baktım Seni Gördüm filmlerini çekti. 1975'te Hababam Sınıfı adlı filmindeki Güdük Necmi tiplemesiyle Türk sinemasına adını yazdırmıştır.
Usta oyuncunun babası Sıtkı Akçatepe ve annesi Leman Akçatepe de Türk Sineması'nda birçok yapımda rol almış oyunculardır. Özellikle babası Sıtkı Akçatepe, Hababam Sınıfı film serisinde oynadığı Paşa Nuri tiplemesiyle tanınmaktadır. Babası Sıtkı Akçatepe annesi tarafından Osmanlı İmparatorluğu'nun Lale Devri Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın torunudur.
--------------------
Kaynaklar :
Halk Asnsiklopedisi Wikipedia
Milliyet Haber
------------------------
Etiketler :
Halit Akçatepe,Kimdir ? ,Biyografisi,Güdük necmi,himmet abey diyen,Halit,Akçatepe,hababam sinifi,salak milyonerler,Hayat hikayesi,vefat etdi,2017 de, 2017 de vefat etdi,receb ayinda,
Macellan Kimdir? Biyografisi ve Hakkında Kısaca Bilgi
Ferdinand Macellan (Portekizce: Fernão de Magalhães, İspanyolca: Fernando ya da Hernando de Magallanes); (d. 1480 İlkbaharı, Sabrosa, Portekiz – ö. 27 Nisan 1521, Maktan Adası, Cebu, Filipinler), Portekizli denizci, gezgin ve kâşif. İspanyol İmparatorluğu'nun desteğiyle denize açıldı. Hikâyesi, bu seyahate eşlik eden Antonio Pigafetta'nın anılarını yazması sayesinde günümüze ulaşmıştır.
Ferdinand Macellan, 1480 yılının ilkbaharında Portekiz'de varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. 10 yaşına geldiği zaman amcasının başında olduğu kraliyet donanma okuluna yazılarak eğitim hayatına ilk adımını attı. GençIiği Portekiz'li denizciler yanında gemilerde denizciliği öğrenmekle geçti. Ferdinand Macellan'ın maceraları; onun seyahatlerine eşlik eden eden Portekiz'li Antonio Pigafetta'nın anılarını yazması sayesinde günümüze ulaşmıştır.
Genç yaşta Portekiz kralının hizmetine girdi. 1494'te Portekiz ve İspanya arasındaki Tordesillas Antlaşması gereğince Güney Afrika ve Ümit Burnu'ndan Hint Okyanusu'na uzanan bölgede Portekiz araştırmalarının güvence altına alınmasıyla, 1505'te Francisco de Almeida önderliğindeki Hindistan ekibine gönüllü katıldı. 1506 yılında Macellan doğu Hindistan'a giderek Baharat Adaları'na keşif gezilerinde bulundu. Şubat 1509'da, Osmanlı Devleti'nin bölgedeki gücünün gerilemesinin başlangıcı olarak da görülen Diu Muharebesi'ne katıldı. 1510 yılında kaptanlığa getirildi, fakat bir yıl içinde doğuya izinsiz gemi götürmek yüzünden bu yetkisini kaybetti ve Portekiz'e geri dönmeye zorlandı.
1511'de Fas'a gönderildi ve burada Azamor Savaşı'na katıldı. Bu savaşta dizinden ciddi biçimde yaralandı. İzin almadan savaşı terk edince Almedia'nın gözünden düştü, ayrıca Emevilerle yasadışı ticaret yapmakla suçlandı. Suçlamaların birçoğu zamanla etkisini kaybetse de, Macellan Portekiz kralı I. Manuel'in gözünden düştü. Kral, Macellan'ın ücretini artırmayı reddetti ve 15 Mayıs 1514'ten sonra yeni iş teklifinde bulunmayacağını bildirdi. Bunun üzerine Macellan hizmetini İspanya Krallığına sunmaya karar verdi. Denizciliğin yanı sıra coğrafyaya da meraklı idi. Hep batı istikametinde yol alınması halinde doğu üli savunmaktaydı.
Hatta bu teorisinin gerçekleştirilmesi için zamanın Portekiz kralından yardım istedi. O zamana kadar, Amerika kıtasının Labrador'dan Rio de Plata'ya kadar olan kısmı keşfedilmişti. MaceIIan, kıtanın kuzeyden ve güneyden bir geçit vereceğine inanıyordu. Ancak bu isteği kabul edilmemişti. Aynı teklifin, İspanya Kralı Beşinci Şarl tarafından kabul edilmesi üzerine, 20 EyIül 1519 tarihinde beş gemi ve 270 mürettebat ile Sanlúcar de Barrameda'dan yola çıkan Macellan, 13 Aralıkta Rio de Janerio'ya ulaştı. Buradaki nehirler vasıtasıyla batıya geçmek isteyen Macellan bir geçit bulamayacağını anlayınca Latin Amerika'nın güneyine doğru yelken açtı.
1520′de Macellan ismi verilen geçidi keşfetti. Macellan Boğazına giren filo, bu boğazdan büyük sıkıntılardan sonra çıkabildi. Böylece Büyük Okyanusu kuzeybatı doğrultusunda aşmış oldu. Bu sırada, hava şartları, açlık ve denizle boğuştu. Gemilerde isyan çıktıysa da bastırıldı. Sonunda binbir güçlükIe boğazı aşabilen Macellan bu yeni okyanusun sularını Atlas Okyanusundan daha sakin bulduğundan ona, Pasifik adını verdi. 1521′de Mariona Adalarında Fuan'da karaya ayak basan kafile, 16 Mart'ta Filipin Adalarına geçti. Filipinlerde geçirdiği günler esnasında yerliIer ile arasında çıkan tartışma çarpışmaya döndü ve bu sırada Macellan 27 Nisan 1521′de öldürüldü.
Güney Amerika'daki Macellan boğazından geçerek Atlas ile Büyük Okyanus'u birleştiren ilk deniz yolculuğu dünya çevresinde yapılan ilk seyahattir. Ferdinand Macellan, son yolculuğunu tamamlayamadan 27 Nisan 1521 tarihinde Filipinler'de Maktan Adasında yapılan savaşta 41 yaşında ölmüştür. 6 Eylül 1522′de İspanya'ya dönen kafilede 18 kişi kalmıştı. Dünyanın yuvarlak olduğu deniz yoluyla dolaşılarak da ispat edilmiş oldu ve Büyük Okyanusun varlığı ortaya çıktı.
Macellan son yolculuğunu tamamlayamadan Filipinler'deki Mactan Savaşı'nda öldürüldü. Ancak daha önce ziyaret ettiği Baharat Adaları'nın ötesine giderek tüm meridyenlerden geçen ilk insanlardan olmayı başardı. Büyük Okyanus'a seferi esnasında okyanusu çok sakin gördüğü için "pasifik" (sakin) ismini veren, ayrıca Güney Amerika’da keşfettiği boğaza kendi ismi verilen Portekizli denizci Macellan, Büyük Okyanus'u aşan bir araştırma gezisi yapmış ilk insandır.
Dünyayı dolaşmak üzere denize açılan 237 (diğer bir kaynağa göre 270) denizcinin sadece 18'i İspanya'ya dönerek seyahatini tamamlamayı başardı. Bu denizcilere Macellan'ın ölümünden sonra yönetimi devralan Juan Sebastián Elcano adlı İspanyol liderlik etmiştir.
İlk Yolculuklar
Macellan ilk deniz yolculuğuna 1505 yılında, henüz 25 yaşındayken çıktı. Görevi Francisco de Almeida'yı Portekiz genel valisi olarak Hindistan'a götürmekti. Yerel bir kral üç yıl önce Vasco da Gama'ya vergi verdiği halde Almedia'ya vermeyi reddedince Macellan bu yolculuğunda ilk kez bir savaş görmüş oldu. Almedia bugünkü Tanzanya'da bulunan dönemin başkenti Kilwa'ya saldırıp bu bölgeyi ele geçirdi.
1506 yılında Macellan doğu Hindistan'a giderek Baharat Adaları'na keşif gezilerinde bulundu. Şubat 1509'da, Osmanlı Devleti'nin bölgedeki gücünün gerilemesinin başlangıcı olarak da görülen Diu Muharebesi'ne katıldı. 1510 yılında kaptanlığa getirildi, fakat bir yıl içinde doğuya izinsiz gemi götürmek yüzünden bu yetkisini kaybetti ve Portekiz'e geri dönmeye zorlandı.
1511'de Fas'a gönderildi ve burada Azamor Savaşı'na katıldı. Bu savaşta dizinden ciddi biçimde yaralandı. İzin almadan savaşı terk edince Almedia'nın gözünden düştü, ayrıca Emevilerle yasadışı ticaret yapmakla suçlandı. Suçlamaların birçoğu zamanla etkisini kaybetse de, Macellan Portekiz kralı I. Manuel'in gözünden düştü. Kral, Macellan'ın ücretini artırmayı reddetti ve 15 Mayıs 1514'ten sonra yeni iş teklifinde bulunmayacağını bildirdi. Bunun üzerine Macellan hizmetini İspanya Krallığına sunmaya karar verdi.
Seyahati
10 Ağustos 1519'da Macellan'ın emrindeki beş gemi Sevilla'dan ayrıldı ve Guadalquivir Nehri'ni geçerek nehrin ağzında yer alan Sanlúcar de Barrameda'ya ulaştı. Gemiler burada beş haftadan daha uzun süre bekledi. İspanyol yöneticiler Portekizli amiral konusunda şüpheci ve ihtiyatlıydı, neredeyse Macellan'ın denize açılmasına karşı çıktılar ve Portekizli gemi tayfasının hemen hemen tamamını İspanyol denizcilerle değiştirdiler. Ama sonunda Macellan, 20 Eylül'de emrindeki yaklaşık 270 denizciyle birlikte Sanlúcar de Barrameda'dan yola çıktı.
Kral Manuel Ferdinand, yakalamak üzere bir deniz müfrezesi yolladıysa da Macellan Portekiz güçlerinden kaçmayı başardı. Kanarya Adaları'nda bir mola verdikten sonra Yeşil Burun Adalarına ulaştı, buradan Brezilya'daki Cape St. Augustine'ye doğru yola çıktı. 20 Kasım'da ekvatoru geçtiler ve 6 Aralık'ta Brezilya göründü.
Brezilya Portekizlilere ait olduğundan Macellan burada durmaktan kaçındı ve 20 Aralık'ta bugünkü Rio de Janeiro yakınlarına demir attı. Burada çeşitli takviyeler yapıldı ama kötü koşullar yüzünden gecikmeler oldu. Daha sonra, Güney Amerika'nın doğu kıyılarına doğru yelken açarak, Macellan'ın Baharat Adaları'na ulaştığını düşündüğü boğazı aradılar. Filo 10 Ocak 1520'de Río de la Plata'ya ulaştı.
Macellan'ın güzergâhı Güney Amerika'nın güney ucunu keserek Atlas ve Büyük Okyanus'u birleştiriyordu.
31 Mart'ta mürettebatın bir kısmı Puerto San Julian adını verdiği bir grup oluşturdu. Beş gemiden ikisinin kaptanlarının da katıldığı bir isyan çıktı. Mürettebat genel olarak sadık çıktığı için isyan başarısız oldu. Quesada idam edildi, Cartagena ve bir keşiş de ıssız bir kıyıda bırakılarak terk edildi.
Yolculuk devam etti. Santiago gemisi gözlem yapmak için kıyılara yaptığı bir gezide fırtınaya yakalanarak battı. Tüm mürettebatı karaya çıkmayı başaran gemiden iki kişi Macellan'a haber ulaştırdı, kıyıdakilere yardım geldi. Ancak Macellan bu maceradan sonra yeniden yola koyulmadan önce birkaç hafta beklemeyi tercih etti.
Filo, 24 Ağustos 1520'de 52° güney enleminde Cape Virgenes'e ulaştı. Deniz tuzlu ve derin olduğu için geçişi buldukları kanısına vardılar. Dört gemi çetin bir yolculuk sonunda, Macellan'ın 1 Kasım Tüm Azizler Günü'nde aştıkları için Estreito de Todos los Santos (Bütün Azizler Kanalı) adını verdiği 373 mil uzunluğundaki kanalı geçtiler. Bu boğazın günümüzde adı Macellan Boğazı'dır. Macellan öncelikle Concepcion ve San Antonio'yu boğazı keşfetmekle görevlendirdi, ancak Gomez tarafından yönetilen San Antonio kaçarak İspanya'ya döndü. 28 Kasım'da kalan üç gemi Büyük Okyanus'a ulaştı. Macellan buranın adını suyun durağanlığından ötürü Mar Pacifico (Pasifik Okyanusu → pasif, durağan deniz) koymuştur.
Kuzeybatıya giden ekip 13 Şubat 1521'de ekvatora ulaştı. 6 Mart'ta Marianas'ta, 16 Mart'ta ise kalan 150 kişi ile Filipinler'deki Homonhon adasındaydılar. Macellan Malay tercümanı sayesinde yerli halkla anlaşabiliyordu. Limasawa Adası'ndan Rajah Kolambu ile karşılıklı hediyeler alıp verdiler ve onun önderliğinde 7 Nisan'da Cebu Adası'na gittiler. Cebu Adası'ndan Rajah Humabon onlara dostça davrandı, hatta Hıristiyanlığa geçmeyi bile kabul etti.
Magellan anıtının önünde Lapu Lapu onuruna yapılmış olan başka bir anıt da bulunmaktadır
Filipinli yerlilerle geçen ilk dostluk günlerinin aldatıcı olduğu kısa zamanda anlaşıldı. Macellan 27 Nisan 1521'de Lapu-Lapu önderliğindeki yerlilerle girdiği Mactan Savaşı'nda öldü. Yolculuğa para vererek katılan Antonio Pigafetta adlı zengin turist Macellan'ın ölümü ile sonuçlanan olaylara tanıklık etmiştir ve bunu anılarında yazar:
Sabah olduğunda 49 kişi belimize kadar gelen suya atladık ve suyun içinden kıyıya ulaşana değin iki ok atımı mesafe kadar yürüdük. Botlarımız suyun içindeki kayalardan ötürü daha ileri gidemiyordu. 11 adamı botları korumak üzere geride bırakarak devam ettik. Kıyıya ulaştığımızda 1500 kadar yerli üç bölüm halinde gruplanmıştı. Bizi gördüklerinde savaş çığlıkları atmaya başladılar. Tüfekli adamlar ve okçular yarım saat kadar savaştılar, ancak bir işe yaramadı. Kaptanı tanıyan bazıları üzerine saldırdı ve kafasından miğferini düşürdüler. Bir yerli yüzüne doğru bambu bir mızrak savurdu, fakat kaptan kargısıyla onu derhal öldürdü, kargıyı vücudunda bırakarak. Sonra kılıcına el attı fakat yarıya kadar çekebildi, çünkü bambu mızrakla kolundan yaralanmıştı. Bunu gören yerliler topluca üstüne çullandılar. Biri sol bacağına bir pala ile vurdu, bu, kaptanın yüzüstü düşmesine sebep oldu. Derhal üzerine bambu ve demir mızraklarla, palalarla saldırdılar. Bizim ışığımızı, aynamızı, yardımcımızı, gerçek önderimizi öldürene değin. Onu yaraladıklarında hepimizin botlara bindiğinden emin olmak için birçok kez geriye dönüp baktı. Sonra onu ölü bir şekilde geride bırakarak biz yaralanmışlar, yenilmişler, elimizden geldiğince, hareket etmeye başlayan botlara doğru çekildik..
Dünya turu ve dönüşü
Macellan vasiyetnamesinde, köle olan Malay tercümanının özgür bırakılmasını istemişti. Enrique adını kullanan, Henry the Black olarak vaftiz edilmiş tercüman, Sumatralı köle tüccarları tarafından yurdunda ele geçirilip satılmıştı. Macellan ile yaptığı birçok yolculukla dünyayı tam anlamıyla dolaşmış ilk kişi Enrique'dir. Macellan'ın Malacca'ya yaptığı ilk seferlerde hizmetine giren Enrique, Afrika'daki savaşlarda, sahibinin Portekiz'de kralın huzurunda gözden düşüşünde ve yeniden başarılı bir şekilde filosuyla denizlere açılışında hep yanındaydı. Ama geminin yeni kaptanı Mactan'da Enrique'yi serbest bırakmayı reddetti.
Enrique 1 Mayıs'ta Rajah Humabon'un yardımı ile 30 kadar ölü denizcinin arasına karışarak kaçmayı başardı. Antonio Pigafetta dille ilgili notlar tutmaktaydı ve görünüşe göre yolculuğun geri kalanında iletişimi sürdürebildi.
Filipinler'de uğradıkları kayıplar keşif ekibinin sayısını ciddi biçimde azalttı, kalan üç gemiyi idare edemez hale geldiler. Bu sebeple 2 Mayıs 1521'de Concepción'u terk ettiler ve kendilerine karşı kullanılmasını önlemek amacıyla yaktılar. Artık sadece Trinidad ve Victoria'dan ibaret kalan filo batıya, Palawan'a doğru ilerledi. 21 Haziran 1521'de bu adadan ayrıldılar ve sığ sularda yol bulabilen Moro rehberler yardımı ile Brunei - Borneo'ya ulaştılar.
Brunei'nin dalgakıranlarında 35 gün demir attılar. Venedikli Pigafetta burada gördüğü Rajah Siripada'nın altınlarından ve yumurta büyüklüğündeki incilerden bahseder. Brunei ayrıca övündüğü evcil fillere ve 62 toptan oluşan bir kuvvete sahipti, ki bu Macellan'ın gemilerinin gücünü beşe katlıyordu. Pigafetta ayrıca Avrupa'da henüz çok nadir bulunan porselen ve gözlük gibi örnekler aracılığıyla krallığın sahip olduğu teknolojiden de sözeder.
Maluku Adaları'na (Baharat Adaları) 6 Kasım 1521'de ulaştıklarında 115 kişi kalmışlardı. Portekizlilere yakın olan Ternate sultanının rakibi Tidore sultanı ile biraz ticaret yapmayı başardılar.
Kalan iki gemi değerli baharatlarla dolu olarak batıya, İspanya'ya doğru yola çıkmaya çalıştı. Ancak Molucca'yı terk ettiklerinde Trinidad'ın su aldığını keşfettiler. Mürettebat deliği bularak onarmaya çalıştı fakat başaramadı. Trinidad için çok zaman harcamak zorunda kalacaklarını anladılar, daha küçük olan Victoria ise kalan denizcilerin hepsini alacak durumda değildi. Sonuç olarak bir grup denizciyle birlikte Victoria İspanya'ya doğru yola çıktı. Birkaç hafta sonra da Trinidad Büyük Okyanus rotasını izleyerek İspanya'ya varmak amacıyla Molucca'yı terketti, fakat gemi Portekizliler tarafından yakalandı ve onların gözetimi altındayken fırtına sonucu battı.
Victoria Hint Okyanusu'ndan eve doğru 21 Aralık 1521'de yola çıktı. 6 Mayıs 1522'de Juan Sebastián Elcano yönetimindeki gemi Ümit Burnu'nu geçerken tayın olarak sadece pirinç kalmıştı. Yeşil Burun Adalarına ulaşamadan 20 denizci açlıktan ve C vitamini eksikliğinde ortaya çıkan skorbüt hastalığından öldü. Oysaki gemide bugün c vitamini içerdiği bilinen tonlarca karanfil bulunuyordu. 9 Haziran'da, 26 tonluk baharat, karanfil ve tarçından oluşan kargoyu kaybetme korkusuyla 13 denizciyi daha Portekiz yönetimindeki bu adada bıraktı.
6 Eylül 1522'de yola çıkışlarından neredeyse tam üç sene sonra Juan Sebastián Elcano ve kalan denizcileri taşıyan Victoria İspanya'ya ulaştı. Keşif gezisi aslında az da olsa kâr getirmişti, ancak denizciler tam ücretlerini alamadılar. 1522 sonbaharında mürettebat Valladolid'de krallığın huzuruna çıktığında Maximilianus Transylvanus ile görüştü ve yolculuğa dair ilk rapor 1523 yılında yayımlandı. Pigafetta'nın yazdıkları 1525'e kadar ortaya çıkmadı, hatta tam olarak yayımlanması 18. yüzyıl sonlarını bulmuştur.
Trinidad gemisindeki 55 mürettebatın dördü 1525'te İspanya'ya ulaşmayı başardı. Kalan 51 kişi çeşitli savaşlar ya da hastalıklar yüzünden ölmüştü.
Keşifleri
Macellan'ın keşif gezisi dünya çevresinde yapılan ilk seyahattir ve Güney Amerika'daki boğazdan geçerek Atlas ile Büyük Okyanus'u birleştiren ilk deniz yolculuğudur. Macellan'ın ekibi Avrupa için tamamen yeni olan pek çok hayvan türü ile karşılaştı. Bunlardan bazıları "hörgüçsüz develer" olarak tanımlanan lamalar ve "tüyleri yolunmayan fakat derisi yüzülen siyah kazlar" olarak tanımlanan penguenlerdir.
En yakın iki galaksi olan Macellan Bulutsuları Güney Yarıküre'de keşfedildi. 69.800 km olan yolculukları sayesinde dünyanın çevresini de hesaplanmış oldu.
Bu yolculuk sayesinde, uluslararası bir saat sisteminin gerekliliği ortaya çıktı. Döndüklerinde, dikkatle tutulan seyir defterine rağmen geride kalanlarla günlerinin uyuşmadığını fark ettiler. Fakat günlerin uzunluğu arasındaki farkı hesaplayacak kadar kesin ölçüm yapabilen saatleri yoktu. Zamanla ilgili bu olgu büyük heyecan yarattı, özel bir heyet bu garipliği bildirmek üzere Papa'ya yollandı.
Kısa kısa
Ferdinand Macellan Güney Amerika'nın güney burnunda yer alan Tierra del Fuego'ya ulaşan ilk Avrupalıdır,
Güney Amerika'daki yerli kabileleri gören ilk Avrupalıdır. Macellan "Devasa yarı-insan ırkını" gördü. Gördüğü Dagon denen varlıklardı. Bu karşılaşmadan sonra bazı Filipinlileri köle olarak aldı. Bir Avrupalı olarak ilk kez Filipinler'e ayak basarak oranın yerli halkını gördü.
Yolculuğu sırasında karşılaştığı değişik hayvan türlerini tanımlamak için yanında profesyonel bilim adamları vardı.
İspanyol, Portekizli, Fransız ve İngiliz olmak üzere 232 denizci Macellan ile katıldığı dünya turunda hayatını kaybetti.
Yolculuğunu İspanya Kralı ve Kraliçesi destekledi.
Kaynaklar :
Wikipedia
RAŞiT TUNCA
BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA


FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik
ALLAH
BAYRAK

Radyo Karoglan
Foruma Misafir Olarak Gir
Forumda Neler Var


GALATASARAY
FENERBAHÇE
BEŞiKTAŞ
TRABZONSPOR
MiLLi TAKIM
ETKiNLiKLERiMiZ