MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı
  

Şifreniz
  





Forum İstatistikleri
Toplam Üyeler» Toplam Üyeler 27
Son Üye» Son Üye Fahriye
Toplam Konular» Toplam Konular 16,870
Toplam Yorumlar» Toplam Yorumlar 18,268

Detaylı İstatistikler Detaylı İstatistikler

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)



Haşimoğullarının genç yaşta dul kalan gelini,  Abdullah’ın yetiminin doğumunu beklediği sırada Kâbe ve çevresi putlarla doldurulmuştu. Mekke zulmün, Kâbe ise şirkin esiri olmuştu. Oysaki Mekke, Nemrutlarla, Firavunlarla savaşmış mücahit bir peygamberin şehri, Kâbe ise tevhid inancının sembolü, Allah’ın evi ve İbrahim’in hatırasıydı. Şimdi ise Nemrutlar Mekke’ye egemen olmuş, Kâbe put haneye dönüşmüştü.

Arap yarımadasının dört bir yanından insanlar her mevsim Mekke’ye geliyor, Kâbe ve çevresindeki putlarını ziyaret ediyorlardı. Mekke yakınlarında panayırlar kuruluyor, yarımadanın ticari ve kültürel hayatı burada şekilleniyordu. Kureyş kabilesi ise bu durumdan en iyi bir şekilde yararlanıyor, ekonomik gücünü sürekli arttırıyordu. Kâbe’nin Mekke ve Kureyşlilere sağladığı ayrıcalık o sırada Habeşistan’ın Yemen valisi olan Ebrehe’yi rahatsız etti. Ebrehe, Kâbe hakkında yaptığı araştırmada onun dört duvardan ibaret basit bir bina olduğunu öğrenmiş, Kâbe’ye alternatif muhteşem bir bina yapmaya karar vermişti.

Ebrehe, gerek Habeşistan hükümdarının gerekse Bizans İmparatorunun yardımıyla başkent Sana’da Kulleys adında ihtişamlı bir kilise inşa etti. Araplar artık Kâbe’ye değil Kulleys’e gelecek, Mekke değil Yemen zenginleşecek, yarımadanın sermayesi Ebrehe’nin eline geçecekti. Ayrıca herkes kısa zamanda Hıristiyan olacaktı. Arap yarımadasının her köşesine elçiler gönderildi, haberler salındı. Kulleys’in ihtişamı, Ebrehe’nin dillere destan kudreti anlatılarak bütün Araplar Yemen’e davet edildi. Ancak Arapların bu davete tepkisi hiç de Ebrehe’nin umduğu gibi olmadı.

Araplardan bazıları gizli gizli Kulleys’e giriyor, orayı kirletiyor, hayvan leşleriyle dolduruyorlardı. Nihayet Kureyşli bazı gençler Kulleys’i yakmaya dahi teşebbüs etti. Olup bitenleri öfkeyle takip eden Ebrehe, Kulleys’e ve kendisine yapılan hakaretlere karşılık Kâbe’yi yıkmaya karar verdi. Kâbe var oldukça yaptığı binanın hiçbir kıymeti olmayacak, Ebrehe amacına ulaşamayacaktı. Bu sebeple Arapları tahrik etmiş, onların öfkeyle Kulleyse yaptıklarını, Kâbe’yi yıkma arzusuna bahane göstermişti.[1]

Habeşistan hükümdarının gönderdiği filler ve askerlerle güçlenen Ebrehe, ordusunun başında Mekke’ye doğru harekete geçti. Altmış bin askerin önünde on üç tane fil bulunuyor, hiçbir gücün bu orduya zarar verebileceğine ihtimal verilmiyordu. Bazı Arap kabileleri ataları Hz. İbrahim’in mirasını korumak üzere harekete geçmiş ancak hiçbir varlık gösteremeyip esir alınarak canlarını zor kurtarmışlardı.[2]

Ebrehe’nin ordusu Taif önlerine geldiğinde şehirde yaşayan Sakif kabilesi, Kâbe’den çoktan vazgeçmiş, putları Lat’ı korumanın derdine düşmüştü. Ebrehe’yi memnun etmek amacıyla onu en kısa yoldan Kâbe’ye ulaştıracak bir kılavuz vermişlerdi. Ne var ki Ebû Riğal isimli kılavuz Mekke yakınlarındaki Muğammis denilen yerde vefat etti. Araplar yüzyıllar boyunca zavallı adamın mezarını taşa tutmuşlardı.[3]

Ebrehe’nin ordusu Mekke’ye yaklaştığında öncü birlikleri, Kureşlilerin mallarına, develerine el koydular. Efendimizin dedesi Abdülmuttalibin de iki yüz devesini aldılar. Kureyşliler yaklaşan felaketi görüyor ama ellerinden hiçbir şeyin gelemeyeceğini de biliyorlardı. Nihayet Ebrehe’nin elçisi Hunata el-Himyeri Mekke’ye girerek hükümdarın mesajını Kureyşlilere iletti. Ebrehe, Mekke halkına dokunmayacak, Kâbe’yi yıktıktan sonra şehri terk edecekti. Elçi, Mekkelilerin lideri olan Abdülmuttalib’le görüştükten sonra onu Ebrehe’nin yanına götürerek huzura çıkardı.

Kureyş lideri Abdülmuttalib ilerlemiş yaşına rağmen görenleri kendisine hayran bırakan heybet dolu, yakışıklı bir kimseydi. Ebrehe, onu gayet iyi karşılamış ve bir isteği olup olmadığını sormuştu. Abdülmuttalib, askerlerin iki yüz devesine el koyduklarını belirterek develerin kendisine geri verilmesini istedi. Onun bu sözlerine çok şaşıran Ebrehe, hayretini şu sözlerle iade etti:

“Seni ilk gördüğümde heybetin beni çok etkilemişti. Ancak bu sözlerin seni gözümden düşürdü. Atalarının mabedinin yıkılmaması için bana yalvarman gerekirken sen develerinin derdine düşmüş, onları istiyorsun.”

Abdülmuttalib’in bu sözlere cevabı oldukça sert ve kesin oldu:

“Ben develerimin sahibiyim. Develerimi istiyorum. Kâbe’ye gelince; onun sahibi Allah’tır ve Allah evini kesinlikle koruyacaktır.”[4] Bu sözler ancak yüreği iman dolu bir kimse tarafından söylenebilir ki Efendimizin dedesi işte böyle bir kimsedir.

Abdülmuttalib, Ebrehe’yi Kâbe’yi yıkmaması için ikna etmeye çalışıp, ona çeşitli tekliflerde bulunduysa da herhangi bir sonuç alamadan Mekke’ye geri döndü. Kureyşlilere; kendilerini korumalarını, çevredeki vadi ve dağlara sığınmalarını emretti. Kâbe’de Kureyşlilerin ibadet ettikleri 360 tane put vardı ama hiçbir Kureyşli onlara yalvarmıyor, başlarındaki felaketten kurtarması için Allah’a dua ediyorlardı. İnsanlar Kâbe’nin sonunu izlemek amacıyla dağların başına gittikleri vakit, Abdülmuttalib Kâbe’nin kapısına yapışarak şöyle dua etti:

“Ya Rab, bir kul dahi kendi evini korur. Sen de beytini koru. Ya Rab, onlara karşı ümit bağladığım Senden başka hiçbir kimsem yoktur. Sen onlardan kendi beytini koru. Bu evin düşmanı Senin de düşmanındır. Onları beytini yıkmaktan alıkoy.”[5]

Ebrehe ve askerleri bütün hazırlıklarını tamamlayıp Mekke’ye girecekleri sırada,  merhameti her şeyi aşmış olan Rabbimiz onlara son bir fırsat daha verdi. Ordunun önünde bulunan ve Kâbe’yi yıkacak olan büyük fil durarak yere çöktü. Fili ayağa kaldırmak için çok uğraştılarsa da fayda etmedi. File baltalarla, mızraklarla işkence ettilerse de fil kıpırdamadı. Filin yönünü güneye çevirdiklerinde fil kalkıp koşuyor, Kâbe’ye yönelttiklerinde ise fil hareket dahi etmiyordu.[6]  Yemenden Kâbe’ye kadar gelmiş bir hayvanın bu şekilde durmasının bir sebebi olduğunu düşünebilselerdi, Ebrehe ve askerleri helak olmaktan belki de kurtulacaklardı. Ancak kendisine çok fazla güvenen insanlar etraflarında yaşananlardan hiçbir ders almazlardı.    

Fili hareket ettiremeyen Habeş ordusu kısa bir süre sonra ilahî azapla, büyük felaketle karşılaştı. Kızıldeniz tarafından gelen Ebabil kuşları attıkları taşlarla Yemen ordusunu perişan etti. Her kuş biri gagasında, ikisi de ayaklarında üçer taş taşıyordu. Kuşların attıkları taşlar askerlerin vücutlarını parçalıyor, Habeş ordusu Yemen’e doğru kaçmak için çabalıyordu. Ama Allah’tan nasıl kaçılabilirdi?            

Ebrehe de atılan taşlar sebebiyle yaralanmış, güçlükle Yemene ulaşabilmiş ve burada zavallı bir halde yok olup gitmiştir.[7] Kur’ân-ı Kerim, Fil ashabını ve onların ibret dolu sonunu şu şekilde anlatmaktadır:

“Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine pişirilmiş çamurdan taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi. Nihayet onları hayvanlar tarafından yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı.”[8]

Fil vakasından sonra Mekke ve Kâbe’nin kıymeti, Arapların nezdinde daha da artmıştır. Kâbe’nin Allah tarafından korunması sebebiyle Kâbe çevresinde yaşayan Kureyş kabilesi, Ehlullah ve Carullah olarak nitelendirilerek yarımada halkı tarafından sevgi ve itibar görmüşlerdir.[9] Kureyşliler, Fil vakasından ciddi şekilde etkilenmişlerdir. Onların bu olay sebebiyle yedi ya da on yıl Allah’tan başkasına ibadet etmedikleri ve putları terk ettikleri rivayet edilmektedir.

Yeryüzünün en kuvvetli orduları ve en güçlü silahları dahi Allah (cc)’nin koruması altında bulunanlara hiçbir zarar veremez. Altmış bin kişilik düzenli bir ordu, önlerinde kurşun dahi işlemeyen filler olduğu halde, hiçbir savunması olmayan Kâbe’yi yıkmaya güç yetirememiş, Rabbimiz gökten indirdiği ordularla değil, bildiğimiz kuşlar vesilesiyle onları mahvı perişan etmiştir. Ateşlerin yakamadığı Peygamberin hatırasına Ebrehe’nin gücü nasıl yetebilir?  

Efendimiz aleyhisselam, Fil Vakasından 50-55 gün sonra yeryüzüne teşrif buyurdu.[10] O’nun büyüyüp yetişeceği toprakları hangi güç işgal edebilir?  Ebrehe’nin ordusu Muhammed’in (as) annesinin yüreğine nasıl korku salabilir? Fil vakası Kureyş kabilesine değil gerçekte Efendimize verilen bir ikramdır. O’nun veladetinin müjdecisidir.

Hz. Musa, doğduğunda Rabbimiz onu muhafaza etti. Musa kendisini öldürmek isteyen Firavun’un sarayında yaşadı. Efendimiz İsa aleyhisselam, İsrailoğullarının karşısına çıkan annesi Meryem’i korumak üzere kundakta iken konuştu. Rabbimiz onları birçok mucizeyle destekledi. Muhammed aleyhisselam’a gelince mucizeler o daha doğmadan geliyor, Âlemlerin Rabbi O’nun hatırına Ebrehe ve askerlerini yerin dibine geçiriyordu.

Fil ordusu yok olmuş, ömrünün son günlerinde mucizelere şahit olmuş nurlu bir dedenin, gözyaşları kurumayan Âmine’nin beklediği daha büyük bir mucize yaklaşmıştı. Bir aydınlık beliriyor, Busra saraylarının ışıkları görülüyor, sahibi meçhul bir ses Muhammed Muhammed diye haykırıyordu.[11]  Âmine Muhammed’i, âlemler Muhammed’i bekliyordu.


--------------------------------------------

[1] İbn Hişam, Sîre, I, 45; Süheyli, Ravdu’l-Unuf, I, 115.

[2] Süheyli, a.g.e., I, 116; A. Lütfi Kazancı, “Ebrehe”, DİA, X, 79.

[3] Ezraki, Ahbaru Mekke, I, 142.

[4] İbn Sa’d, Tabakat, I, 92; İbn Esîr el-Kamil, I, 444.

[5] Süheyli, a.g.e., I, 121; İbn Kesîr, el-Bidaye, II, 173.

[6] İbn Hişam, a.g.e., I, 52; Beyhaki, Delail, I, 99.

[7] İbn Hişam, a.g.e., I, 52; Süheyli, a.g.e., I, 123; Ezraki, I, 147.

[8] Fil sûresi, 1-5.

[9] İbn Hişam, a.g.e., 57; Mustafa Fayda, Fil Vakası, XIII, 70.

[10] İbn Habib, el-Muhabber, 10.

[11] İbn Sa’d, a.g.e., I, 102.
Allah (cc)’ın ve meleklerin medhettiği,[1] Rabbimizin hayatı üzerine yemin ettiği,[2] âlemlere rahmet olarak gönderdiği,[3] yüce ahlak sahibi,[4] içimizden birisi, canımızdan daha sevimlisi,[5] bizi pek seven, üzerimize titreyen, şefkat ve merhamet dolu Efendimiz,[6] uyarıcımız, müjdecimiz,[7] en güzel örneğimiz,[8] Allah’a davet eden nur yüzlü kandilimiz,[9] Âdemoğulları’nın önderi Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam, Fil Vakası’ndan 50-55 gün kadar sonra Halil olan dedesi İbrahim’in kurduğu şehirde, Mekke-i Mükerreme’de dünyaya geldi.[10]

Pazartesi Günü

Peygamberimiz, pazartesi gecesi sabaha yakın bir saatte yeryüzüne teşrif etti.[11]Arkadaşlarından birisi pazartesi günü oruç tutmanın önemini sorduğunda Allah Resûlü şu cevabı vermiştir: “O gün, benim doğduğum ve vahyin bana inmeye başladığı gündür.”[12]

Allah Resûlü genel kabule göre Rebiyülevvel ayının 12. gecesi doğmuştur. Bununla birlikte Efendimizin doğum tarihini belirlemeye çalışan Mısırlı astronomi âlimi Mahmut Felekî, Peygamberimizin oğlu İbrahim’in vefat ettiği günü meydana gelen güneş tutulmasından hareketle 20 Nisan 571 (9 Rebiyülevvel) tarihini tespit etmiş, Muhammed Hamidullah ise Cahiliyye Arapları arasında uygulanmakta olan Nesî Takvimini dikkate alarak 17 Haziran 569 tarihine ulaşmıştır.[13]

Kutlu Doğum

Peygamberimizin doğumu sırasında Osman b. Ebi’l-Âs’ın annesi Fâtıma binti Abdullah ve Abdurrahman b. Avf’ın annesi Şifâ Hatun, Hz. Âmine’nin yanında bulunmuş, yeryüzünün bu en kutlu doğumuna nezaret etme şerefine nail olmuşlardır.[14]

Allah Resûlü’nün doğduğu gece olağanüstü pek çok hadisenin gerçekleştiği rivayet edilmektedir. Buna göre İran hükümdarının sarayının on dört burcu yıkılmış, İranlıların taptıkları ve bin yıldan beri yanmakta olan ateşleri sönmüş, Sâve gölü kurumuş, Semâve nehri taşmış, Kâbe’de bulunan putlar yüzüstü yere düşmüş, birçok Yahudi ve Hıristiyan âlimi o gece Ahmed aleyhiselam’ın yıldızının doğduğunu ifade etmiştir. Ancak bu hadiselerin önemli bir kısmı ilk dönem siyer ve hadis kaynaklarımızda yer almamakta olup bu rivayetlere ihtiyatla yaklaşılması gerekmektedir.[15]

Efendimizin Ailesi

Efendimizin babası Abdullah b. Abdülmuttalib, Kureyş kabilesinin Hâşimoğulları koluna mensup olup ticari bir seyahatin dönüşü sırasında rahatsızlanmış ve oğlunu göremeden, yirmi beş yaşında Medine’de vefat etmiştir.[16]Abdullah’ın babası Mekke’nin bilge lideri Abdülmuttalib b. Haşim, annesi ise Fatıma binti Amr’dır.[17] Peygamberimizin annesi, yine Kureyş kabilesinin önde gelen ailelerinden birisi olan Zühreoğulları’nın lideri Vehb b. Abdümenaf’ın kızı Âmine’dir. Âmine’nin annesi ise Berre binti Abdüluzza’dır.[18]

Allah Resûlü, atası İbrahim aleyhisselam’ın duası,[19] kardeşi İsa aleyhisselam’ın müjdesi[20] ve annesi Âmine’nin rüyasıdır. Hz. Âmine, hamileliği sırasında bir rüya görmüş; rüyasında kendisinden bir nur çıktığını, bu nurun aydınlığıyla Şam ve Busrâ saraylarını seyrettiğini, bir oğlunun olacağı müjdesiyle adını Muhammed ya da Ahmed koymasının tavsiye edildiğini söylemiştir.[21]

Dedesinin Kucağında

Efendimizin dünyaya gelmesi üzerine annesi Âmine, Kureyş lideri Abdülmuttalib’e haber göndererek bir oğlunun olduğunu müjdelemiştir. Kâbe’nin yanında Hicr’de bulunan Abdülmuttalib, oğullarıyla birlikte Muhammed aleyhisselam’ı görmeye gitmiş, Efendimizi kucağına alarak Kâbe’ye götürmüş, çok sevdiği oğlu Abdullah’ın vefatından sonra kendisine bu erkek çocuğunu nasip eden Allah’a şükretmiştir. Âmine, hamileliği esnasında yaşadığı olağanüstü halleri ve oğlunun adının Muhammed olması gerektiğini de Abdülmuttalib’e haber vermiştir.[22]

Efendimizin amcası Hz. Abbas, yıllar sonra bu tatlı hadiseyi Müslümanlara anlatmış; annesi ile birlikte Âmine’nin yanına gittiklerini, Muhammed aleyhisselam’ın ayaklarının döşeğine vurduğunu bugün gibi hatırladığını ve kendisinin Efendimizi öptüğünü söylemiştir.

Abdülmuttalib, sevgili torununun doğumunun yedinci gününde O’nu sünnet ettirmiş, kurbanlar kestirerek Mekke halkına ziyafet vermiş ve torununun adının Muhammed olduğunu ilan etmiştir. Kureyşliler, ataları arasında “Muhammed” isimli bir kimsenin olmadığını hatırlatarak neden bu ismi tercih ettiğini sorduklarında ise onlara şu cevabı vermiştir: “Hem yerdekilerin hem de göktekilerin O’nu övmesini istedim.”[23]

Efendimizin İsimleri    

Allah Resûlü şöyle buyurur: “Benim beş ismim vardır. Ben Muhammed’im. Ben Ahmed’im. Ben Mâhî’yim; Allah, küfrü benimle yok edecektir. Ben Hâşir’im; insanlar kıyamet günü benim peşimden dirileceklerdir. Ben Âkıb’im; Benden sonra peygamber gelmeyecektir.”[24]

O, herkesin ve tüm peygamberlerin kendisine tabi olduğu Mukaffî’dir. O, rahmet ve tevbe peygamberidir. O, cihadın peygamberi, kıyamet günü enbiyanın önderi ve insanlığın şefaatçisidir.[25]

Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de, Efendimizi dört kez Muhammed ismiyle,[26] bir kez de Ahmed ismiyle zikretmiştir.[27]Ahmed, hem Allah’ı en çok öven, hem de kullar arasında en çok övülen kimse anlamına gelir. Efendimizden önce hiç kimseye Ahmed ismi verilmemiştir.[28]

Bir ömür boyu Rabbini öven, geceleri gözyaşları içinde Rabbini zikreden, gündüz olduğunda Allah’ın dinini yüceltmek için kapı kapı dolaşan, savaş meydanlarında canını ortaya koyan sevgili Peygamberimiz; Seni Allah (cc) Kitabı’nda övmüş, Müslümanlar anne babalarından, çocuklarından daha çok Seni sevmiş, Senin davan için canlarından vazgeçmiştir. Ahmed ve Muhammed isimleri hiç kimseye Senin kadar yakışmamıştır.


--------------------------------------------------

[1] Ahzab sûresi,  56.
[2] Hicr sûresi, 72.

[3] Enbiya sûresi, 107.

[4] Kalem sûresi,  4.

[5] Ahzab sûresi,  6.

[6] Tevbe sûresi,  128.

[7] Ahzab sûresi,  45.

[8] Ahzab sûresi,  21.

[9] Ahzab sûresi,  46.

[10] İbn Hişam, Sîre, I, 167; İbn Sa’d,Tabakat, I, 100-101.

[11] İbn Abdilber, el-İstîâb, I, 19; Süheyli, Ravdu’l-Unuf, II, 98.

[12] Müslim, Sıyam 197.

[13] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 784-793; Kasım Şulul, Hz. Peygamber Devri Kronolojisi, 100-107.

[14]İbn Sa’d, a.g.e., I, 102; İbn Seyyidinnas,Uyunu’l-Eser, I, 40; Süheyli, a.g.e., II, 148.

[15] Beyhaki, Delâil, I, 104-106; Taberi, Tarih, II, 247.

[16] İbn Sa’d,a.g.e.,  I, 99; İbn Esîr, el-Kamil, II, 10.

[17] İbn Sa’d, a.g.e., I,93.                                                                                                

[18] İbn Hişam, a.g.e., I, 156.

[19] Bakara sûresi, 129.

[20] Saff sûresi, 6.

[21] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 127-128; İbn Sa’d, a.g.e., I, 102.

[22] İbn Hişam, a.g.e., I, 159; İbn Sa’d, a.g.e., I, 103.

[23] Beyhaki, a.g.e., I, 93; İbn Esîr, Usdü’l-Ğâbe, I, 21.

[24] Buharî, Menâkıb 17; Müslim, Fezâil 124.

[25] Müslim, Fezâil, 126.

[26] Âl-i İmrân sûresi,  144; Ahzâb sûresi, 40; Muhammed sûresi, 2; Fetih sûresi, 29.

[27] Saff sûresi, 6.

[28] Mustafa Fayda, “Ahmed”, DİA, II, 29.
O gün, Medine’nin ve Medinelilerin yaşadığı en güzel gündü. Enes b. Malik radıyallahu anh’ın da dediği gibi Efendimizin Medine’ye girdiği günden daha güzel, daha parlak bir gün görülmemişti.[1] İnsanlar sokağa dökülmüş, “Resûlullah geldi!” diyerek coşuyor,  Mekke’den Medine’ye hicret eden ve bir süredir Allah Resûlü’nü göremeyen Muhacirler sevinç gözyaşları içerisinde hasret gideriyor; O’nu ömürlerinde ilk kez gören Medineli Müslümanlar ise tarifi imkânsız bir mutluluk yaşıyorlardı.  

Resûl-i Ekrem, devesinin üzerinde şehrin sokaklarında ilerliyor, Medineli Müslümanların her biri O’nu misafir edebilmek için dil döküyor, âdeta yalvarıyordu. Sevgili Peygamberimiz ise onların hiçbirini kırmıyor, gülümseyerek şöyle buyuruyordu: “Devenin yolunu açınız, nerede duracağı ona bildirilmiştir.”[2]  

Gönüllerin Fatihi

Zengin Müslümanların, yemyeşil hurma bahçeleri içerisinde pek güzel evleri vardı, ama dünyaya ve içindekilere bizim baktığımız gibi bakmayan, yeryüzünde garip bir yolcu olduğunu hiç unutmayan Efendimiz, onların davetlerini kabul etmedi. O’nun gelişiyle bayram eden fakirleri, ondan başka umudu olmayan insanları hayal kırıklığına uğratmadı. Gönülleri fetheden Peygamber kimsenin gönlünü kırmadı, devenin çökeceği yere herkes gibi O da razı oldu.  

Neccaroğulları’nın sokağındaki bir arsaya geldiklerinde Kusvâ yere çöktü. Onun çöktüğü yer Sehl ve Süheyl adlarındaki iki yetime aitti. Yetimler çağrıldı, Peygamber mescidinin inşası için bu arsa onlardan satın alındı. Sehl ve Süheyl arsayı bağışlamak, Allah yolunda infakta bulunmak için ne kadar uğraştılarsa da sevgili Peygamberimiz onların bu teklifini nazik bir dille reddetti. Üzerinde Mescid-i Nebevî dahi yapılacak olsa yetimleri mağdur edemezdi.[3] Sonra etrafına baktı. En yakın evin sahibi Hâlid b. Zeyd Ebû Eyyub el-Ensarî’nin evine misafir oldu.[4]

Ben de Sizi Çok Seviyorum

Kız çocukları ellerindeki deflerle şarkılar söylüyor, O’na merhaba diyorlardı: “Biz Neccar’ın kızlarıyız. Muhammed’in komşuluğuna can atarız.”

Efendimiz, kızların yanına gitti ve onlara sordu:  

- Beni seviyor musunuz?

Çocuklar hep bir ağızdan cevap verdiler:

- Evet, ya Resûlallah!

Allah Resûlü’nün gönlü sevinçle doldu. Dört kız babası olan, kızlarına canı gibi bakan Peygamber, kalbinin tüm güzelliğiyle konuştu: “Vallahi, Ben de sizi çok seviyorum.”[5]

Medineli küçük kızlar bu kadar güzel sözleri belki de ilk kez duymuşlardı. Hatta bu güzel davetçi onlara daha pek çok güzelliği armağan edecekti.

Selametle Cennete Giriniz

Kalabalığın karşısında bir şeyler söylenmeliydi. Müslümanları yurtlarından eden, kendisini öldürmeye teşebbüs eden Mekkeliler hakkında ağır sözler söylenebilir; intikam yeminleri edilebilir; omuz üstünde baş, taş üstünde taş konmayacağı edebî bir dille anlatılabilirdi. Ancak O, coşkun bir topluluğun ortasında kendisini kaybeden, yapamayacağı şeyleri vaat eden ve yalan söylemekten çekinmeyen sıradan bir kimse değildi. O bambaşkaydı. Etrafını çevreleyen insanlara baktı ve şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Aranızda selâmı yayınız. Yemek yediriniz. Akrabalarınıza iyi davranınız. İnsanlar yataklarında uyurken siz kalkıp namaz kılınız.  Selametle cennete girersiniz.”[6]

Bu sözler, Allah’a çağıran, salih amel işleyen bir davetçinin sözleridir. Evini çevreleyen keskin kılıçlı savaşçılar, mağaranın ağzında tehdit savuran azılı düşmanlar, ellerindeki mızraklarıyla çölde peşine düşen bedeviler bu yüce davetçiyi istikametinden saptıramaz. Davetçi, etrafına nefret ve düşmanlık tohumları ekemez. Çölün şiddetli sıcağında gayet tehlikeli bir yolculuktan sonra, bu kadar güzel sözleri, ancak müminlerin ilki olan ve Rabbine güzel öğütle çağıran bir peygamber söyleyebilir.

Aranızda Selâmı Yayınız

Medine’de yaşayan Yahudi âlimler, O’nu tanıyabilmek için yanına yanaşır ve henüz O’nunla sohbet etmeden,  sadece duruşundan dahi O’nun peygamber olduğunu anlarlar.  Bu yüze sahip birinin yalancı olamayacağını itiraf ederler. Onlar O’nun peşinde yürürken, O’nun mübarek dilinden nübüvvetin güzellikleri dökülür: “Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.  Size, yaptığınız takdirde birbirinizi sevebileceğiniz bir şey göstereyim mi? Aranızda selâmı yayınız.”[7]

Öyleyse Allah’ın selâmı hepinizin ve hepimizin üzerine olsun.    
Hüzün Yılı

Nübüvvetin onuncu yılı. Efendimiz aleyhisselâm’ın en çileli ve en zorlu yılı. Acıların birbiri ardınca geldiği günler. Önce Allah Resûlü’nü çocukluğundan itibaren himaye eden, müşriklere karşı koruyan, hiçbir zaman yalnız ve yardımsız bırakmayan amcası Ebû Talib vefat etti. Onun ölümü, Efendimizin adeta kolunu kanadını kırdı. Sonra Müslümanların ilki, müminlerin annesi, Efendimizin hanımı, sığınağı, sevgilisi Hz. Hatice, Rabbine, cennetteki yüce makamına kavuştu. Hz. Hatice’nin ayrılığı Peygamberin gönlünde silinmez bir acı bıraktı. Allah Resûlü ve ashâbı bu yıla “hüzün yılı” adını verdi.

Ebû Talib’ten sonra Mekke, yaşanmaz bir şehir oldu. Onun sağlığında Peygambere yaklaşamayanlar, yokluğunda birer canavara dönüştü. Peygamberin yüzüne tükürüyor, öldüresiye dövüyor, Mescid-i Haram’da boğmaya çalışıyor, secdede iken üzerine deve işkembesi koyuyor, yapılmadık işkence, edilmedik hakaret bırakmıyorlardı. Bu şehir durulacak gibi değildi. Mekke’deki Müslümanlar işkence altında eziliyor, Habeşistan’daki Müslümanlar ise Mekke’den müjdeli bir haber bekliyorlardı. Artık hiç kimse Müslüman olmuyordu. O halde bir şeyler yapmalı, davaya yeni bir merkez bulmalı, bu şehri terk etmeliydi.

Taif Yolculuğu

Peygamber Efendimiz, Zeyd b. Harise ile birlikte Mekke’den gizlice ayrıldı ve yürüyerek Taif şehrine gitti. Taif liderlerini İslam’a davet edecek, onlardan kendisini ve diğer Müslümanları himaye etmelerini isteyecek, Taif’i İslam Medeniyetinin sembolü yapacaktı.

Efendimiz aleyhisselâm Taif’te on gün kaldı. Bu süre içinde görüşmediği, İslâm’ı anlatmadığı kimse kalmadı. Ama Taif’in önde gelenleri, O’nunla alay ediyor, hakaretler yağdırıyor, şehirden kovuyorlardı. Resûl-i Ekrem onlardan en azından bu şehre gelişini Mekkelilere haber vermemelerini istedi. Zira Mekke’yi terk edip bir başka yurt aradığını duyan Kureyşliler O’nu şehre sokmazlardı. Fakat Taifliler bunu dahi kabul etmedi. Taif’in önde gelenleri en az Kureyşliler kadar zalimdi.

Şehrin serserileri Efendimizin üzerine üşüşmüş, hakaretler yağdırıp küfürler ederken, Allah Resûlü onlara Tarık sûresini okuyordu.

Gönlü kırılmış, alay ve hakaretlerle bunalmış sevgili Nebi, şehri terk edeceği sırada yolun iki tarafına sıralanmış, ellerindeki taşlarla kendisini bekleyen çocukları, serserileri ve aşağılık insanları gördü. Bunlar Efendimizi taşlayacak, linç edeceklerdi. Allah Resûlü yürüdü. O yürüdüğünde vücuduna taşlar yağmaya başladı. Yaralandı, ayaklarından akan kanları görünce durup dinlenmek istedi, belki de düştü. O düşünce müşrikler O’nu kalkıp yürümeye zorladı ve O yürüyünce taş yağmuru yeniden başladı.

Peygamber’in Fedaisi Zeyd b. Harise

Zeyd b. Harise… Efendimizin üzerine titrediği, öz çocuklarından ayırmadığı sevgili Zeyd. Belki de Allah Resûlü’nün en çok sevdiği, sevdiğim dediği Zeyd. Dört bir yandan gelen taşlara karşı Peygamberini koruyan, sağa sola, öne arkaya sıçrayan, Muhammed aleyhisselâm’ın etrafında pervane olan Zeyd. Başından akan kanları görmeyip şehrin çıkışına kadar sevdiğini koruyan Zeyd. Acaba senin o günkü sevabını melekler yazabilir mi? Senin o an hissettiklerini kalemler yazabilir mi, senin çırpınışını insanlar anlayabilir mi?

Addâs’ın İmanı

Taifliler, Efendimizi ve Zeyd’i şehrin çıkışına kadar taşladılar. Son derece üzgün ve yaralı olan Peygamberimiz yol üzerinde bulunan bir bağa sığınmak zorunda kaldı. Bu bağ Mekkeli müşriklerden Utbe ve Şeybe b. Rebîa’ya aitti. Onlar, EfendimizinNhalini görünce, köleleri Addâs’ı bir tabak üzümle Allah Resûlü’ne  gönderdiler.

Efendimiz kendisine gelen köleyle sohbet etti. Hıristiyan asıllı köle aniden Efendimizin başını, ellerini, ayaklarını öpmeye başladı. Taif iman etmemişti ama Addâs Müslüman olmuştu. Allah Resûlü, yaralı bir haldeyken dahi davetten vazgeçmiyor, yılgınlık göstermiyordu. Addâs’ın imanı ve mutluluğu için taşlanmaya değerdi. Zira Addâs’ın hidayete ermesi yerle gök arasındaki her şeyden daha güzeldi.

Taif Duâsı

Allah Resûlü biraz dinlenip kendine geldikten sonra iki rekat namaz kıldı. Sonra ellerini açarak şöyle dua etti:

“Ya Rabbi! Kimsesizliğimi, çaresizliğimi, insanların gözündeki değersiz halimi sana şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi, Sen zulme uğramış tüm mazlumların Rabbisin. Sen Benim de Rabbimsin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Bana kaba ve sert davranan yabancılara mı? Yoksa Bana galip gelme gücünü verdiğin bir düşmana mı? Eğer Sen Bana dargın değilsen, başıma gelen eziyet ve işkencelere aldırmam. Fakat Senden gelecek bir himaye ve koruma çok daha hoştur. Senin üzerime gazab indirmenden yahut gazabının üzerimde yerleşmesinden, karanlıkları aydınlatan, dünya ve âhiret işlerini düzene koyan Zâtının nuruna sığınırım! Her şey Senin rızan içindir ve bütün güç, kuvvet Sende, Senin Elindedir!”

Allah Resulü’nün En Zor Günü

O gün Efendimizin yaşadığı en acı gündü. Yıllar sonra hanımı Hz. Âişe; Uhud’dan daha şiddetli bir zorluk yaşayıp yaşamadığını sorduğunda, Resûl-i Ekrem Taif’te başına gelenleri hatırlamış ve en büyük sıkıntıyı o gün çektiğini söylemişti.

Efendimizin Merhameti

Yaşadığı bütün sıkıntılara, çektiği acılara rağmen Allah Resûlü’nün yüreği sevgi ve merhamet doluydu. Rabbine durumunu en samimi bir şekilde arz ettikten sonra gökyüzüne baktı. Bir bulutun içinde Cebrail’i gördü. Cebrail, Efendimize bir başka meleği, Dağlar Meleğini gösteriyordu. Dağlar Meleği Efendimizin mübarek lisanından çıkacak bir söze bakıyordu. Eğer isterse iki dağı harekete geçirir ve Kureyş halkını yok ederdi. Ama âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Nebi bunu istemedi ve şöyle dedi:

“Ben onların soylarından yalnız Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan muvahhid bir neslin yetişeceğini ümid ediyorum.”

Allah Resûlü, Taiften Mekke’ye döndüğünde şehre giremedi. Mekke’ye ancak bir Mekkelinin himayesinde girebilirdi. Fakat başvurduğu kimseler Efendimizi himaye etmeye yanaşmadı. Şehrin dışındaki dağlarda üç gün boyunca beklemek zorunda kalan Peygamberimiz nihayet Mutim b. Adiy’in himayesi altında Mekke’ye girebildi.

Allah Celle, davet yolunda bunca sıkıntıya maruz kalan, sevdiklerini kaybeden, hicret etmeyi göze alan ve gittiği yerde en ağır işkencelere uğrayan, vatanına geri dönüşünde dahi pek çok zorluğa göğüs geren Habibini, hiçbir kula nasip olmayan, akılların almadığı büyük bir mucize ile ödüllendirdi. Taif’te taşlanan Kul gökyüzüne yükseldi.  
Halime’nin Mekke’ye geldiği gün Âmine’nin bayram günüydü. O gün hasretin sona erdiği, Âmine’nin acılarının dindiği ve nihayet yüzünün güldüğü gündü. O gün Muhammed’in, Mekke’ye, yuvasına, anasının kucağına döndüğü gündü. Ayrılığın acısı dinmiş, genç yaşta dul kalan Âmine’nin yüreği sevinçle dolmuş, gözü gönlü aydın olmuştu. Artık o bu şehrin yalnız ve mahzun kadını değildi. Oğlu gelmiş, hüzün dolu yuvaya rahmet, gönüllere saadet getirmişti.

               Yıllar süren ayrılıktan sonra oğluna sıkı sıkı sarılan Âmine onu en güzel şekilde terbiye etti. O’na Mekke’yi, İbrahim’i, Kâbe’yi ve ailesini anlattı. Bir sabah evinden ayrılan ve bir daha dönemeyen babası Abdullah’ı her anlattığında gözünden sel misali yaşlar akıttı. Muhammed aleyhisselam, babasını annesinin gözyaşlarında tanıdı.

Medine Seyahati

               Sevgili Peygamberimiz altı yaşına geldiğinde annesiyle birlikte Medine’ye gitti.  Âmine, kocasının mezarını ziyaret etmek ve babasını hiç göremeyen yavrusuna en azından mezarını göstermek istiyordu. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Efendimiz, annesi Âmine ve hizmetçileri Ümmü Eymen ile birlikte Medine’ye ulaştı. Mekkeli yolcular, Adiyy b. Neccar oğullarına misafir oldu.

                  Peygamber aleyhisselam’ın büyük dedesi Haşim, Neccar oğulları kabilesinden Selma ile evlenmiş, bu evlilikten Abdülmuttalib doğmuştu. Efendimizin dedesi Abdülmuttalib çocukluk yıllarını Medine’de Neccar oğulları arasında geçirmişti. Allah Resûlü’nün babası Abdullah’ın mezarı da burada bulunuyordu. Âmine ve sevgili oğlu bu aileden Nabiğa’nın evine yerleşti.

                 Âmine yıllar önce kaybettiği ve hâlâ yasını tuttuğu Abdullah’ın mezarını sık sık ziyaret etti. Bu ziyaretleri sırasında kim bilir nice gözyaşı döktü.  Efendimiz aleyhisselam da babasının mezarı başında ağladı. Belki de yetimliğin acısını, babasının yokluğunu bu mezarın başında anladı.

               Allah Resûlü, Neccar oğullarının çocuklarıyla oyunlar oynadı. Kaldığı evin yakınlarındaki bir havuzda yüzmeyi öğrendi. Üneyse isimli bir kız ile Nabiğa’nın evinin damına konan kuşları kovaladı. Efendimiz bu şehirde çok güzel günler geçirdi. Âmine Hanım ve sevgili yavrusu Medine’de bir ay kaldıktan sonra Mekke’ye doğru yola çıktılar.[1]

               Hayırlı Bir Hatıra

                Dönüş yolunun henüz başında Hz. Âmine rahatsızlandı. Çölün ortasında ilerledikçe ağrıları iyice artıyordu. Medine’den çok uzaklaşmış, Ebva adlı bir köyün yakınlarına gelmişlerdi. Artık Hz. Âmine’nin dayanacak gücü kalmamıştı. Bir ağacın altında mola verildi. Âmine eriyor, küçücük yavrusu annesinin başında endişe ile bekliyor,  iyileşmesi için dualar ediyordu. Fakat Âmine durumunun düzelmeyeceğini ve ecelinin geldiğini anlamıştı. Oğluna veda etmesi, ona son sözlerini söylemesi gerekiyordu.

                 Küçük çocuk annesinin başını, dizinin üzerine koydu. Âmine güçlükle nefes alıyor, sesi kesik kesik çıkıyordu. Dilinden şu sözler döküldü: “Her yaşayan ölür, her yeni eskir, her büyüyen fâni olur, yok olur. Ben de öleceğim, ama daima anılacağım. Çünkü ardımda senin gibi hayırlı bir hatıra bırakıyorum.”

                 Hz. Âmine vefat etti. Ebva köyünün yakınında, çölün ortasında “Annem!” diye bir feryat yükseldi. Memleketinden uzak, yanında hiçbir akrabası olmayan altı yaşındaki çocuk annesinin acısıyla baş başa kaldı. Uzun süre annesinin başında hıçkırarak ağladı.  Sonra annesi için mezar kazan Ümmü Eymen’e yardımcı oldu. Âmine toprağa gömüldüğünde Muhammed aleyhisselam kendisini annesinin mezarına bıraktı. Ümmü Eymen, zaten yetim olan şimdiyse öksüzlüğün acısını tadan çocuğu teselli etmeye çalışarak Mekke’ye dedesinin yanına götürdü.[2]

                Efendimiz aleyhisselam ile Medine arasında ne kadar güçlü bir bağ var. O henüz doğmadan önce babası bu topraklarda vefat etmişti. Annesi Âmine, Mekke’den çok uzaklarda, Medine’ye daha yakın olan Ebva’da ruhunu teslim etti. Allah Resûlü yıllar sonra Medine’ye göç etti. O, Mekke’de eza ve cefa çekerken Medine O’na kucak açtı. Efendimiz gurbete değil âdeta ailesinin yurduna hicret etti.  Ve yine anne babasının yanında dünyaya veda etti.

              Yetim ve Öksüz Bir Peygamber

                Âlemlerin Rabbi, Sevgili Peygamberimizin, anne-babasından yoksun bir halde büyümesini murad etti. Belki de Resûlü’nü sadece kendi terbiyesinde yetiştirmeyi, ana babaları dahi olsa kimsenin minneti altında kalmamasını istedi.

               Anne babanın vefatı herkes için zor ve hüzün veren bir durumdur. Hele anne babaya en çok ihtiyaç duyulan çocukluk döneminde onları kaybetmek tarifsiz bir sıkıntı, dayanılmaz bir acıdır. Allah Resûlü bu acılara katlanmış, risalet görevi sırasında yaşayacağı zorluklarla başa çıkmayı, sabırlı olmayı henüz çocukluğunda öğrenmiştir.

                Efendimiz bataklığın ortasında yetişmiş tertemiz bir güldür. Cahiliye devrinin bütün çirkinliğiyle yaşandığı, ahlaki değerlerin ayaklar altına alındığı, zulmün ve tüm hayâsızlıkların olağan kabul edildiği bir şehirde, yetim ve öksüz bir genç, faziletli kalabilmenin mücadelesini vermiş, ahlakının güzelliğiyle meşhur olmuştur. Öyleyse tüm olumsuzluklara rağmen temiz kalabilmek, kötülüğün hâkim olduğu dünyamızda iyilerden olabilmek mümkündür. Bizlere düşen, çevrenin kirliliğini kendi kirimize bahane göstermek değil tüm insanlığın iyiliği ve güzelliği için mücadele etmektir.                    

Bizim Efendimiz çok küçük yaşta kimsesiz kalmış, yetim ve öksüz bir kimsedir. Anne sevgisinden mahrum kalanlar, babasını göremeyen çocuklar Allah’a isyan etmezler. Rabbimizin  kendilerini terk ettiğini, acımasız bir devranın içinde yok olup gideceklerini düşünmezler. Onlar ne zaman hüzünlenseler kendileri gibi yetim ve öksüz kalan Muhammed Mustafa’yı hatırlarlar. Resûlü’nü terk etmeyen, himayesine alan Rabbimiz, bütün yetimleri koruyacak, onlara merhamet edecek, sabırlarına karşılık onlara kesintisiz bir mükâfat verecektir. Yetim kalan bir kimse sabretmeli, kendisi gibi yetim olan Resûl-i Ekrem’i örnek edinmeli ve hem dünyada hem de ahirette seçkin bir kul olabilmenin mücadelesini vermelidir.

                  Allah Resûlü, ben ve yetime arka çıkan kimse cennette şu iki parmağım gibi yan yana olacağız, buyurmaktadır.[3] Efendimiz yetim ve öksüz kalan çocukları himaye etmiş, onları yalnız bırakmamış, yeri geldiğinde onlarla birlikte ağlamış, onları kendi çocuklarından ayırmamıştır. Allah ve Resûlü’nü seven müminler de her fırsatta bu çocukların ihtiyaçlarını karşılamış, sokaklarındaki yetimlerin başlarını okşamış, onları aç ve açıkta bırakmamışlardır.

                Resûlullah’ı sevenler sokağın köşesindeki yetim çocuğu ziyaret edip ona tebessüm ederler. O çocuğun yüzünde Efendimizi görürler. Yetimin yüzü güldüğünde Resûl’ün güldüğünü bilirler ve Resûl’ün gülümsemesi için dünyadaki her şeyden vazgeçerler.

               Gözü Yaşlı Bir Peygamber

               Küçük yaşta pek çok sıkıntıya maruz kalan Efendimiz yaşı ilerlediğinde içinde bulunduğu toplumun sorunlarıyla ilgilenmiş, insanların acılarını kendisine dert edinmiştir. Uhud’da Mus’ab’ın cesedinin başında ağlayan, Zeyd’in şehadet haberi geldiğinde yetim kalan yavrularına sarılıp gözyaşı döken, zulme uğrayan bir mazlumun feryadına yetişen; Ebva köyünde annesinin mezarı başında gözyaşı döken Efendimizdir. Gözyaşı, merhametin ve sevginin işaretidir. Gözü yaşlı olanların yüreği sevgi doludur. Hayatı boyunca hiçbir sıkıntı çekmeyen, yüreği yanmayan kimseler yetimlere, kimsesiz ve çaresiz insanlara nasıl merhamet edebilir, onları nasıl anlayabilir? Mazlumların sesini ancak kendilerinden birisi olan yetim ve öksüz bir peygamber duyabilir.

               Cennet Annelerin Ayakları Altındadır

               Allah Resûlü, annesinin vefatından uzun yıllar sonra kaza umresi için Mekke’ye giderken Ebva kasabasına uğramış, annesinin mezarını ziyaret etmiş, mezarı düzeltmiş ve ağlamıştır. Sahâbîler Efendimize niçin ağladığını sorduklarında ise şöyle buyurmuştur: “Annemin sevgisini ve merhametini hatırladım.”[4]

               Rabbimiz Resûlü’nü seven ve ona şefkat gösteren Âmine Hanım’a merhamet buyursun. Yarım asır sonra annesinin mezarı başında ağlayan Nebi’nin anne sevgisini, bütün Müslümanlara nasip eylesin. Yan odada ilgi bekleyen annesine selam vermeyen, annelerini hayatta iken ziyaret etmeyi angarya gibi gören, düne kadar kendisine bakan annesini şimdi bir yük olarak düşünen Müslümanlar! Unutmayalım ki cennet Âminelerin, cennet annelerin ayakları altındadır.

               Ebeveyni Resûlün Akıbeti

               Allah Resûlü’nün anne ve babasının uhrevi durumu asırlar boyu Müslümanları meşgul etmiş, bu konuda pek çok eser yazılmıştır. Her şeyden evvel insanların, cennete veya cehenneme gireceğini ancak Allah Celle bilir. Bununla birlikte biz, çok kısa bir hayat süren, Allah’a şirk koştuklarına dair elimizde bir delil olmayan, cahiliyyenin etkisinde kalmayıp sanki Efendimizin doğumu ile vazifelerini yerine getirerek hayata veda eden bu temiz kimselerin fetret ehlinden sayılmalarını ve cennete girmelerini ümit ederiz. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz, belki de anne babasını şefkat kanatlarının altına alacak ve onları cennet bahçelerine kavuşturacaktır. Yine de en doğrusunu Rabbimiz bilir.

               Abdülmuttalib ve Torunu

               Ümmü Eymen, Âmine’nin emanetini Abdülmuttalib’e teslim etti. Abdülmuttalib hiçbir oğluna ve torununa göstermediği şefkati Muhammed aleyhisselam’a gösterdi. Onu sevgili oğlu Abdullah’ın aziz bir hatırası olarak gördü. O olmadan sofraya oturmuyor, yemeklerin en güzelini ona yediriyordu.

Kâbe’nin yanında Hicr denilen yerde Abdülmuttalib’e ait bir minder vardı. O minderde ondan başka kimse oturamazdı. Peygamberimiz gelip o mindere oturduğunda amcaları ona kızar, onu kaldırmak ister, Abdülmuttalib ise oğullarına müdahale ederek şöyle derdi: “Oğlumu rahat bırakınız. Onun şanı çok yüce olacaktır.”[5]

               Mekke lideri Abdülmuttalib, yaptığı toplantılara torununu da götürür, O’nun terbiyesi ile yakından ilgilenirdi. Torununu yanından ayırmaz, sürekli takip ederdi. Bir defasında Ümmü Eymen dalgınlık sonucu Efendimizi kaybetmiş, Abdülmuttalib Ümmü Eymen’i azarlayarak Efendimiz hususunda dikkatli olmasını zira onun ileride çok önemli bir kimse olacağını ümid ettiğini söylemişti.[6]

           Yine bir keresinde Muhammed aleyhisselam dedesinin kaybolan devesini aramak için evden çıkıp geç kalınca Abdülmuttalib derin bir endişe duymuş, Kâbe’ye giderek torununa kavuşması için Allah’a dua etmiş, nihayet Efendimiz geri döndüğünde ise şöyle demişti: “Yavrucuğum, seni bulamayacağım diye o kadar korktum ki hayatımda hiçbir şeye bu kadar üzülmedim. Bundan sonra ne olursa olsun seni yanımdan ayırmayacağım.”[7]

               Mekke’de kıtlık ve kuraklığın hüküm sürdüğü bir mevsimde Kureyşliler yağmur duası için Ebû Kubeys dağına çıkmış, Abdülmuttalib de torunu Muhammed’i omzuna alarak buraya gelmişti. Abdülmuttalib’in samimi bir dille yaptığı duaya Mekkeliler “âmin” demiş ve onlar daha yerlerinden ayrılmadan yağmur yağmaya başlamıştı.[8]

               Peygamber Efendimiz sekiz yaşında iken gözünde bir ağrı hissetmiş, dedesi onu tedavi ettirmek amacıyla Taif’e götürmüştü. Efendimizin gözleri burada kendisine verilen ilaç sayesinde iyileşti.[9]

               Abdülmuttalib’in Vefatı

               Zemzem kuyusunu bulan, Fil ordusunun komutanı Ebrehe’nin karşısında cesaretle duran, kavmini adaletle yöneten Abdülmuttalib, seksen iki yaşında vefat etti.[10] O, vefatı öncesi oğullarını toplamış ve torunu Muhammed’e çok iyi bakmalarını vasiyet etmişti. Efendimiz’in babası Abdullah ile aynı anneden olan Ebû Talib ve Zübeyr, Efendimiz’in bakımını üstlenmek için kura çekti ve Peygamberimiz amcası Ebû Talib’in yanında kaldı. Zaten amcaları arasında Efendimiz’i en çok Ebû Talib seviyordu.[11]

               Abdülmuttalib vefat ettiğinde torunu Muhammed, dedesinin divanı yanında içini çeke çeke ağlamış,[12] dedesinin cenazesi ardında yürümüş ve yıllar sonra dedesinin vefatını soranlara o günü hatırladığını ve o zaman sekiz yaşında olduğunu söylemiştir.[13]

               Abdülmuttalib, Hacun mezarlığına defnedilmiş; onu çok seven Mekkeliler günlerce yas tutmuşlardır.[14]

               Annesinin vefatından sonra sevgili dedesine sığınan Efendimiz iki yıl sonra onu da kaybetmiştir. Allah Resûlü şimdi, öz oğullarından çok yeğenini seven, yeğenini korumak için tüm dünyayı karşısına alan fedakar amcası Ebû Talib’in ve onun muhterem hanımı Fatıma bint Esed’in yanındadır.  
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’ten rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Vaktiyle doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Bu adam, yeryüzündeki en büyük âlimin kim olduğunu sordu. Ona bir rahibi gösterdiler.

Bu adam rahibe giderek:

- Doksan dokuz adam öldürdüm. Tevbe etsem kabul olur mu? dedi.

Rahip:

- Hayır, kabul olmaz, deyince onu da öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını yüz’e tamamladı. Sonra yine yeryüzündeki en büyük âlimin kim olduğunu sordu. Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına gitti ve yüz kişiyi öldürdüğünü, tevbesinin kabul edilip edilmeyeceğini sordu.

Âlim:

- Elbette kabul edilir. İnsanla tevbe arasına kim girebilir ki! Sen falan yere git. Orada Allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir, dedi.

Adam, denilen yere gitmek üzere yola çıktı. Yolu yarıladığında eceli geldi.

Rahmet melekleriyle azap melekleri o adamı kimin alıp götüreceği konusunda tartışmaya başladılar.

Rahmet melekleri:

- O adam tevbe ederek ve kalbiyle Allah’a yönelerek yola düştü, dediler.

Azap melekleri ise:

- O adam hayatında hiç bir iyilik yapmadı ki, dediler.

Bu sırada insan kılığına girmiş bir melek çıkageldi. Melekler onu aralarında hakem tayin ettiler.

Hakem olan melek:

- Geldiği yerle, gittiği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa adam o tarafa aittir, dedi.

Melekler iki mesafeyi de ölçtüler. Gitmek istediği yerin daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine rahmet melekleri onu alıp götürdü.”

(Buharî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48)

Bir adam doksan dokuz kişi öldürmüş, doksan dokuz cana kıymış, doksan dokuz ocak söndürmüş. Kim bilir kaç çocuğu yetim, boynu bükük bırakmış… Sevgiyi, merhameti bilmeyen bu adam; yüzünü görenleri, adını duyanları dehşete düşüren bir ölüm makinesi haline gelmiş. Ama bir gün yaptıklarına pişman olmuş, işlediği suçlardan ötürü duyduğu vicdan azabı, onu bir arayışa mecbur etmiş.

Âlemlerin Rabbi olan Allah, bu kadar vahşi bir katilin yüreğine dahi  tevbeyi ve iyi bir insan olma isteğini yerleştirmiş, yani kulundan vazgeçmemiş. O halde hiç kimse umutsuz bir halde, henüz hayattayken cehennemlik olup sonsuza kadar azap çekmeye mecbur edilmiş bir vaziyette değildir. Kulunun tüm yaptıklarına rağmen onu seven, kendisinden af dilemesini isteyen ve merhameti her şeyi aşmış olan yüce bir Mevlası vardır.

O öyle bir Mevla’dır ki kul can çekişinceye, güneş batıdan doğuncaya dek tevbeleri kabul eder. Gündüz günah işleyen kimse için gece boyunca, gece günah işleyen kimse için ise gündüz boyunca rahmet elini açar ve kullarına merhamet eder. Yavrusunu kaybeden bir anne onu bulduğunda ne kadar sevinirse, kulu tevbe ettiğinde Rabbimiz bundan daha çok sevinir. Yeryüzünün en zalim, en aşağılık katilleri için bile tevbe kapısı kapanmış değildir. Cennet için, güzel bir hayat için, mutlu bir son için, eğer nefes alıyorsak hâlâ bir fırsatımız var demektir.

“Ey haddi aşarak kendilerine haksızlık eden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah bütün günahları affeder. O, bağışlayan ve çok merhametli olandır.” (Zümer sûresi, 53)

Vicdanının sesini dinleyen adam yarasına merhem olacak bir adamın, bir âlimin yanına gider ve ona sorar: “Acaba benim için bir kurtuluş var mıdır? Doksan dokuz cana kıymış bir katilin dönüşü, yeniden doğuşu mümkün müdür?”

Âlim ona tevbesinin kabul olmayacağını, doksan dokuz kişiyi öldüren bir kimse için tüm çıkış yollarının kapalı olduğunu söyler. Ümit yoktur, katil olarak yaşayacak, o şekilde ölecek ve cehenneme gidecektir. Duydukları adamı çılgına çevirir, eğer derdinin devası yoksa sayıyı yüze tamamlamanın ne zararı olabilir? Gözünü kırpmadan o âlimi öldürür.

Âlimin kararını vermeden önce biraz düşünmesi, adamı anlayamaya çalışması, hem adamın hem de toplumun durumunu hesap etmesi gerekmez miydi? Verdiği olumsuz kararla cinayet makinesinin çalışmaya devamından başka ne yapmış oldu ki? Üstelik kendi canından da olmadı mı? İnsanların tevbelerinin kabul edilip edilmeyeceğine başka insanlar nasıl ve hangi hakla karar verebilir? Hiç kimse Rabbimize ait yetkileri kullanamaz, cennete ya da cehenneme kimlerin gidebileceğini belirleyemez. Bir âlime düşen insanları uçuruma yuvarlamak değil, onları korumaya çalışmaktır.

Derken adam başka bir âlime gider ve aynı soruyu sorar. Demek ki adam iyi bir insan olabilme hayalinden vazgeçmiş değildir. Fakat bu sefer ki âlimin cevabı başkadır: “Elbette ki senin tevben kabul olur. İnsanla tevbe arasına kim girebilir ki?” İnsanla Rabbi arasına kim girebilir? Rabbinin merhamet edeceği bir kulu onun yolundan kim uzaklaştırabilir?

Fakat tevbenin kabulünün şartları vardır. Kişi Rabbine samimiyetle dönmeli, günah bataklığından uzak durmak da kararlı olmalıdır. Bu ise güzel bir çevre ile mümkündür. Katil dostlarının arasında, ahlaksız bir ortamda, eski kötü günlerini sürekli hatırlayacağı bir yerde bu adam nasıl temiz kalabilir, nasıl salih bir mümin olabilir? Kişi arkadaşının dini üzeredir, öyleyse kiminle arkadaşlık ettiğimiz çok önemlidir. Bu adamın tek kurtuluş yolu hicrettir. Âlim bunu bilmekte ve ona yol göstermektedir: “Sen falan yere git. Orada Allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir.”

 Eğer gerçek bir mümin olmak hususunda samimi isek, önce bizi Rabbimizden uzaklaştıran şeyleri terk etmeli, sadece Rabbimizin rızasını kazanmak isteyen insanlarla birlikte olmalı, nefsimizden ve onun kötülüklerinden, bize bunları hoş gösterecek arkadaşlardan uzak durmalıyız. Sürekli tevbe etmeli, tevbemizi salih amellerle, yaptığımız ibadetlerle daima güçlü ve diri tutmalıyız.

 Bir âlim, bir insanın kurtuluşuna vesile oldu. Sanki bir âlemi diriltmiş oldu. Bir katili, salih ve güzel bir kul olmaya çağırarak yeryüzünün tamamına sahip olmaktan daha büyük bir hayra ulaştı. Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağırdı, kaba ve katı kalpli olmadı, akıbeti pek güzel oldu.

Tevbe eden salih adam Rabbinin rızasını kazanmak için yerini yurdunu terk etti, yollara düştü. Henüz yolun ortasında iken eceli geldi. Belki hiçbir ibadeti, hiçbir iyiliği yoktu ama tertemiz ve Allah için atan bir kalbi vardı. Son nefesini vereceği sırada göğsünün üzerinde salih insanların yurduna bir karış daha yaklaşmak için sürünüyordu. Rahmet melekleri geldi ve onu cennete götürdü.

    Asla düzelmeyeceğini düşündüğümüz, bir hayır görmediğimiz, küçük bir hatası sebebiyle sildiğimiz, burun kıvırdığımız, olumsuz yönlerini abartmaya gayret ederek karaladığımız hangi arkadaşımız ya da çevremizdeki hangi şahıs yüz adam öldürdü? Öyleyse biraz daha sabır, biraz daha merhamet.  


_______________________________________

Peygamberimizin Veda Hutbesi

_______________________________________

"Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.


"İnsanlar! bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl
mukaddes ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl bir mübarek şehir ise,
canlarınız, mallarınız, namuslarınızda öyle mukaddestir, her türlü
tecavüzden korunmuştur.

"Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. Oda sizi yaptıklarınızdan
dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara
dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!Bu vasiyetimi burada
bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse,
bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

"Ashabım! "Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine
versin.biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır.Allah böyle
hükmetmiştir.İlk kaldırdığım faizde Abdulmuttalibin oğlu (amcam)abbasın
faizidir.lakin ana paranız size aittir.ne zulmediniz nede zulme
uğrayınız.

"Ashabım! "Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler
kaldırılmıştır, ayağımın altındadır.cahiliye devrinde güdülen kan
davalarda tamamen kaldırılmıştır.Kaldırdığım ilk kan davası
Abdulmuttalibin torunu İlyas bin Rabia’nın kan davasıdır.

"Ey insanlar! "Muhakkak ki şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan
tamamen ümidini kesmiştir.Fakat siz bunun dışında ufak tefek
işlerinizde ona uyarsınız bu da onu memnun edecektir.Dinimizi korumak
için bunlardan da sakınınız.

"Ey insanlar! "Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allahtan
korkmanızı tavsiye ederim.Siz kadınları Allahın emaneti olarak aldınız
ve onların namusunu kendinize Allahın emri ile helal kıldınız. Sizin
kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır.
Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız yatağınızı hiç kimseye
çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize
almamalarıdır.Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize
alırsa Allah size onları yatakların yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa
hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir.kadınlarında sizin
üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini
temin etmenizdir.

"Ey müminler! "Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça
yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allahın kitabı Kur an-ı Kerim ve
Peygamberinin sünnetidir.

"Müminler! "Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman müslümanın
kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman
kardeşinin kanıda, malıda helal olmaz.Fakat malını gönül hoşluğu ile
vermişse o başkadır.

"Ey insanlar! "Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir.Her
insanın mirastan hissesi ayrılmıştır. mirasçıya vasiyet etmeye lüzum
yoktur.Çocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittir.Zina eden kimse için
mahrumiyet vardır.Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz yahut
efendisinden başkasına intisaba kalkan köle Allahın meleklerinin ve
bütün insanların lanetine uğrasın.Cenab-ı hakk bu gibi insanların ne
tevbelerini nede adalet ve şehadetlerini kabul eder.

"Ey insanlar! "Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Ademin
çocuklarısınız. Adem ise topraktandır.Arabın arab olmayana arab
olmayanında arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin
siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü
yoktur.Üstünlük ancak takvada, Allahtan korkmaktadır. Allah yanında en
kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır. "Azası kesik siyahi bir
köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allahın kitabı ile idare
ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz. "Suçlu kendi suçundan başkası
ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine oğlu da babasının suçu
üzerine suçlanamaz. "Dikkat ediniz!şu dört şeyi kesinlikle
yapmayacaksınız:Allaha hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.Allahın haram
ve dokunulmaz kıldığı cani haksiz yere öldürmeyeceksiniz.Hırsızlık
yapmayacaksınız. İnsanlar "la ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla
cihad etmek üzere emr olundum.Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve
mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allaha aittir.

"İnsanlar! "Yarin beni sizden soracaklar ne diyeceksiniz?

Sahabe-i kiram hep birden şöyle dediler;

"Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine
getirdiniz,bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz,diye şehadet ederiz".

Bunun üzerine Resul''i Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı, sonrada cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu;

"Şahid ol Yarab! Şahid ol yarab! Şahid ol yarab!"

_______________________________________

Hz. Muhammed(sav) efendimizin insanlara son mesajıdır. 8 mart 632
senesinde, cuma günü zevalden sonra kasva adlı devesi üzerinde 140.000
müslümana irad edilmiş bir hutbe'dir.

VEDA HUTBE'SİNİN ÖNEMİ NEDİR?

Bütün müslümanlar kardeştir.

Hiçkimsenin bir başka kişiye zarar verme hakkı yoktur.

Herkesin can, mal ve namusu korunmalıdır.

Bütün borçlar iade edilmelidir.

Kan davasını ve adaleti şahsen yerine getirmek yasaktır.

Kadınlar erkeklerin hayat arkadaşlarıdır bu sebeple onlara iyi muamele edilmesi emredilmiştir.

Kadınlarında erkekler gibi mal ve mülke şahsi tasarruf hakları olduğu öngörülmüştür.

İnsanların hiçbir ayrım gözetilmeksizin eşit oldukları belirtilmiştir.

Aile ve toplum hayatına zarar veren davranışlar yasaklanmıştır.

Kuran-ı Kerim'in insanlara emanet olarak bırakıldığı ve ona sımsıkı sarılınması gerektiği belirtilmiştir.

Bir yıl on iki ay olarak tespit edilmiştir.

Mekke ve çevresinin kutsal yerler olduğu saptan


_______________________________________

Kar©glan

Başağaçlı Raşit Tunca

Schrems, 08 Mart 2015 Çarşamba

Original Kar © glan


Harvey ve Irma Kasırgası Tarihin kayda geçen en büyük Atlas Okyanusu kasırgası

Harvey Kasırgası'nın maliyeti 180 milyar dolara çıkabilir

ABD'nin Teksas eyaletinin valisi Greg Abbott, Harvey Kasırgası'nın ardından yeniden yapım çalışmaları maliyetinin 180 milyar dolara kadar çıkabileceğini söyledi.

Abbott, Fox haber kanalına yaptığı açıklamada ortaya çıkan zararın 2005 yılında New Orleans'i vuran Katrina Kasırgası'ndan daha kötü olduğunu vurguladı:

"Katrina hatırladığım kadarıyla 120 milyar dolarlık bir zarara yol açtı; ancak Harvey Kasırgası'ndan etkilenen evlere ve işyerlerine baktığınızda bu rakam 120 milyar doları aşıp 150, 180 milyar dolara çıkabilir."

Hükümet şimdiden Kongre'den toparlanma çalışmaları için başlangıç olarak 7,85 milyar dolar talep etti.

Beyaz Saray, hükümetin harcama yapması için konan tavanın toparlanma çalışmaları için artırılması gerektiği uyarısında bulunmuştu. Bu tavanı sadece Kongre yükseltebiliyor.
47 kişi hayatını kaybetti

Federal hükümetin acil durum yönetiminin başında olan Brock Long ise Harvey Kasırgası'nın yerel yönetimlerin bütçelerinden acil durumlar için kenara para ayırmaları adına bir ders olması gerektiğini söyledi.

Harvey Fırtınası'nın zararını karşılamak için oluşturulacak fona ABD Başkanı Donald Trump'ın kişisel servetinden 1 milyon dolar yardım yapacağı açıklanmıştı.

Bir hafta önce başlayan kasırga sırasında en az 47 kişi hayatını kaybetti. 43 bin kişi ise sığınaklara alındı.

Venezuela: Yardım edebiliriz

Harvey Kasırgası mağdurları için beklenmedik bir yardım teklifi ise Venezuela'dan geldi.

Venezuela Dışişleri Bakanı Jorge Arreaza, iki ülke arasındaki siyasi farklara rağmen 5 milyon dolar yardımda bulunabileceklerini söyledi.

Arreaza paranın Venezuela devleti petrol şirketine bağlı olan Amerikan Citgo şirketinin petrol satışından gelebileceğini belirtti.


Harvey Fırtınası'nın yaşanmasında iklim değişikliği rol oynadı mı?

Harvey Fırtınası'nın sebeplerine bakıldığında iklim değişikliği en bariz nedeni olarak ortaya çıkmıyor. Bununla birlikte eldeki bazı kanıtların bu yıkımın nedeni olarak küresel ısınmayı işaret ettiğini söylemek mümkün.

Yükselen hava sıcaklıklarından bağımsız olarak kasırgalar karmaşık bir şekilde ve doğal olarak oluşan canavarlar. Dolayısıyla da tahmin etmesi zor.

Kasırgaların etkilerinin kötüleşmesini iklim değişikliğine bilimsel olarak bağlamak ise az görülür olaylar olması ve fazla tarihi verinin olmaması dolayısıyla zor.

Ancak emin olarak söyleyebileceğimiz bazı şeyler var.

Fiziksel bir kanun olan Clausius-Clapeyron denklemine göre, sıcak hava daha çok nemi tutuyor.

Her 1 santigrat derece fazla ısınma için atmosfer yüzde 7 daha fazla su tutuyor.

Bu da yağışlar her seferinde daha aşırı ve farklı özelliklerle görülmesine neden oluyor.
Meksika Körfezi'ndeki ısınma

Diğer bir etmen de denizlerin sıcaklığı.

İklim Değişikliği Grantham Enstitüsü'nden Brian Hoskins, BBC Radio 4'e yaptığı açıklamada, "Meksika Körfezi'nin suları 1980-2010 yılları arasında olduğundan 1,5 derece daha sıcak. Bu daha güçlü bir fırtına potansiyeli yarattığı için çok önemli, aynı zamanda Körfez'deki suların da ısınmasına sebebiyet veriyor, o yüzden bir katkısının olduğunu söylememek imkansız" dedi.

Araştırmacılar yağış miktarının artmasında iklim değişikliğinin rol oynadığına emin.

Oxford Üniversitesi'nden Friederike Otto, Houston'a düşen yağış miktarında iklim değişikliğinin etkisinin olduğunu söylüyor.

Harvey Fırtınası'yla gündeme gelen soru: ABD, Katrina Kasırgası'ndan ders aldı mı?

Harvey Fırtınası'yla sarsılan ABD'nin Teksas eyaletindeki Houston şehrinde kurtarma çalışmaları sürerken, yetkililer insanları kentten tahliye etmek yerine geçici sığınaklara yerleştiriyor. 2005 yılında 2000'e yakın insanın hayatını kaybettiği Katrina Kasırgası ise hala hafızalarda ve o dönem yaşananlar bugünlerde yeniden gündemde.

12 yıl önce Louisiana eyaletinin New Orleans şehrinde yaşayan yoksul kesimler ve siyahların kendi başlarının çarelerine bakmak zorunda bırakılması bir başarısızlık olarak nitelendirilmişti.

Peki üzerinden Katrina Kasırgası'ndan ders alındı mı?
New Orleans: 30 bin kişilik sığınakta kaos

Katrina Kasırgası'ndan birkaç gün önce tahliye operasyonu başlatıldığında, nüfusun yaklaşık yüzde 80'i, yani 1 milyona yakın insan bölgeden tahliye edilmişti.

Bundan haftalar sonra Rita Kasırgası'nın vurduğu Houston'da 20 saat boyunca trafik kilitlenmiş, 100'den fazla insan ise hayatını kaybetmişti. Evlerini terk edecek durumu olmayanlardan bazıları otobüslerle bölgeden çıkarılmış ancak şehrin ana yolları sel sularının etkisiyle hızla tıkanmıştı.

Yetkililer, yoksulları şehrin Superdome Stadyumu'na gönderdi. Fotoğraflarda, çoğu siyahlardan oluşan kalabalıkların stadyuma girmek için kuyruk oluşturduğu görülüyordu. Ancak 30 bine yakın insanın bulunduğu stadyumun koşulları giderek kötüleşti.

Rüzgar nedeniyle çatı uçtu, sel suları stadyuma girmeye başladı ve hava giderek soğudu. Elektrik kesintisi ve bozuk tuvaletler, gıda ve su kaynaklarının yetersizliği gibi sorunlar nedeniyle, içeride şiddet ve huzursuzluk baş gösterdi.

ABD medyasında, bir kişinin intihar ettiği, birçok insanın hastalıklardan öldüğü iddia edildi.
Vali: Güvenlik güçleri vurmaya ve öldürmeye hazır

Katrina Kasırgası sonrası insanların yemek ve su bulmak için dükkanları soyması üzerine, Louisiana Valisi Kathleen Blanco güvenlik güçlerinin ellerinde "dolu" M16 silahlarla hazır beklediği uyarısı yaptı.

Vali Kathleen Blanco, "Bu askerler vurmayı ve öldürmeyi biliyor ve gerekiyorsa bunu yapmaya hazırlar" diyerek kontrolü eline almaya çalıştı.

Ancak yiyecek arayan bir aileye polisin ateş açması sonucu yaşanan olayda, iki kişi öldü, dört kişi yaralandı. Yıllar sonra bu polisler, komplo ve insan hakları ihlalleriyle suçlandı.

Harvey Fırtınası sonrası Houston Valisi Sylvester Turner ise yaklaşık 2 milyon 300 bin nüfuslu kentin sakinlerini, sorunun bir "kabusa" dönüşeceği endişesiyle tahliye etmeme kararı aldı.

Federal Acil Durum Yönetim Kurumu (FEMA), Houston'da 30 bine yakın insanı George R Brown Kongre Merkezi gibi göçmen kampına dönüştürülen geçici sığınaklara yerleştirmeye hazırlanıyor.

FEMA, 1800 kişinin istihdam edildiği Kongre Merkezi'ne bir milyon litreden fazla su ve bir milyondan fazla yemek, 20 bin çadır ve 70 jeneratör tedarik etti. 30 uçak ve sel sularını aşabilecek 500 araç da bölgede bulunacak.

Sığınakta gıda, su, kıyafet, çocuk bezi ve kitap gibi kaynaklar hazır. İspanyolca ve Vietnamca bilen tercümanlar da burada bulunuyor. Evcil hayvanlar ise yasak olduğu gerekçesiyle başka sığınaklara götürüldü.

Katrina'dan kaçıp Houston'a yerleşenler felaketi yeniden yaşıyor

Houston'daki iki barajın suları, taşabileceği endişesiyle boşaltılırken, Katrina Kasırgası'nda kenti selden koruması için yapılan setlerden bazıları sağlam olmadıkları için yıkılmıştı.

Katrina felaketinden sonra New Orleans'ı terk eden bir milyona yakın insanın çoğu, evlerine geri dönemedi. Kentin kasırga öncesinde 390 bin olan nüfusu, 50 bine kadar düştü.

O dönem Houston'a kaçan 250 bin kişiden 100 bini, buraya yerleşti. Şimdi ikinci bir kez sel felaketiyle karşı karşıyalar.

Donald Trump mı, George Bush mu?

İki felaket arasındaki bir fark da, dönemin ABD Başkanlarının yaklaşımında gizli.

ABD Başkanı Donald Trump'ın Salı günü selin yarattığı hasarı incelemek için Teksas'a gitmesi bekleniyor.

2005'te ise dönemin ABD Başkanı Geroge W Bush Katrina Kasırgası sonrası New Orleans'ı ziyaret etmek yerine uçağın camından şehirdeki hasara baktığı fotoğrafı paylaşmış ve hassas davranmamakla suçlanmıştı.

Harvey Kasırgasının kahramanı mama taşıyan köpek Otis oldu


– ABD’nin Teksas eyaletinde etkili olan Harvey Kasırgasının kahramanı torba içindeki mamalarını taşıyan bir köpek oldu

– Meteorlojistler, 254 yönetim bölgesinden 50’sinin felaket bölgesi ilan edilen Teksas’ta, seller yüzünden hayati tehlikenin devam ettiği uyarısında bulunuyor.
ABD’yi korkutan Harvey hız kesti ama tehlike devam ediyor

ABD’de ana karaya ulaşan Harvey kasırgası, Teksas eyaletinin kıyı bölgelerinde etkili oldu. Harvey kasırgası, ABD kıyılarına ulaştıktan yaklaşık 3 saat sonra şiddeti düşerek, “birinci kategori”deki “tropikal fırtına”ya dönüşmesine rağmen tehlikeli olmaya devam ediyor.
Harvey Kasırgasının kahramanı mama taşıyan köpek Otis oldu

ABD’de ilk vurduğu Rockport kasabasında en az bir kişinin yaşamını yitirmesine ve 12 kişinin yaralanmasına yol açan Harvey Kasırgası felaketinin “kahraman”ı, torba içindeki yiyeceğini taşıyan Otis adlı köpek oldu.

ABD’nin Teksas eyaletinde etkili olan Harvey Kasırgası, şiddetini azaltıp, tropikal fırtınaya dönüşürken, neden olduğu sel ve su baskınlar sokakları sular altında bırakarak hayatı felç etti. Bu sırada felaketten kendini kurtaran German türü Otis adlı köpeğin, kendiyle birlikte içinde mamalarının olduğu çantayı kurtarması eyalette “kahraman” ilan edilmesine yol açtı.

Teksas’ın Sinton kentindeki Otis’in, içinde köpek mamaları olan çantayla sokakta yürürken çekilen fotoğrafı, sosyal medyada geniş yer buldu. Otis’in fotoğrafı Facebook’ta en az 10 bin kez paylaşıldı.

   Harvey hız kesti ama tehlike devam ediyorhttps://www.alaturkaonline.com/harvey-kasirgasinin-kahramani-mama-tasiyan-kopek-otis-oldu/Harvey Kasırgasının kahramanı mama taşıyan köpek Otis oldu.

   Posted by Alaturka Online on Sunday, August 27, 2017

– Teksas’taki 254 yönetim bölgesinden 50’si felaket bölgesi

Şiddeti, dördüncü kategorideki kasırgadan, birinci kategorideki tropikal fırtınaya düşen Harvey saatteki hızı 150 kilometreyi bulan rüzgarla birlikte, yağışlar yüzünden su baskınlarına yol açıyor.

Harvey’in en şiddetli vurduğu ve ABD’de ilk eriştiği yer olan Corpus Christi’ye bağlı olan Rockport kasabasında, devlet okulu ve mahkeme binası dahil birçok bina büyük zarar görürken, en az bir kişinin yaşamını yitirdiği ve 12 kişinin yaralandığı teyit edildi.

Teksas Valisi Greg Abbott henüz can kayıpları hakkında bir bilgi vermezken, Teksas’taki 254 yönetim bölgesinden  50’sini felaket bölgesi ilan ettiğini açıkladı.

Houston büyükşehir bölgesinde Brazos Nehri yakınındaki bölgede yaşayanlar tahliye edildi.

Teksas’taki hava muhafızlarından ve eyalet muhafız birliğinden bin 300 asker felaketle mücadele çalışmalarına katılıyor.

Harvey fırtınasının hala hayati tehlikesinin bulunduğu, neden olduğu sel ve su baskınlarının can alabileceği uyarısı yapılıyor.



Irma Kasırgası: Florida’da 5,6 milyon kişiye tahliye


Tarihin kayda geçen en büyük Atlas Okyanusu kasırgası olan Irma , hız kesmeden yoluna devam ediyor. Karayipler'de geçtiği adaları yerle bir eden kasırga, Küba'nın kuzeyine ulaştı.

Cuma akşamı ve Cumartesi sabahı Küba'da etkili olan Irma Kasırgası, ABD'nin Florida eyaletine doğru ilerliyor. ABD Federal Acil Durum Yönetim Kurumu (FEDA), kasırganın vurduğu yerlerde yıkıcı olacağı uyarısında bulundu.

Küba'ya gelmeden önce Irma, Karayip'teki ada ülkelerinde en az 20 kişinin ölümüne yol açtı. Kasırganın altyapıya verdiği hasar nedeniyle bölgede iletişim hatları kesildiğinden, ölü sayısının önümüzdeki günlerde artmasından endişeleniyor. Karayipler'de geçtiği adalarda büyük yıkıma neden olan kasırgadan şu ana kadar 1 milyon 200 bin kişi etkilendi.

Nüfusun çeyreğini oluşturan 5,6 milyon kişiye tahliye

Küba'nın kuzeyinde şiddetli rüzgarlara ve yağmura yol açan Irma'nın güzergahı üzerinde bulunan Florida'da ise eyalet nüfusunun çeyreğini oluşturan 5,6 milyon kişiye evlerini terk etmeleri söylendi.

Saatte 300 km hızla ilerleyen Irma'nın hızı ana karaya yaklaştıkça bir miktar azaldı ve saatte 270 km'ye geriledi. En tehlikeli seviye olan kategori 5 olarak sınıflandırılan kasırganın kategorisi de 4'e düşürüldü.

Ancak ABD'li yetkililer kasırganın hâlâ aşırı derecede tehlikeli olduğunu uyarısında bulundu.

Turks ve Caicos adalarını vurup geçen kasırga Dominik Cumhuriyeti ve Haiti'ye ciddi yağış bıraktıktan sonra Küba'nın kuzeyine ve Bahamaların merkezine ulaştı.

Reuters yaklaşık 50 bin turistin Küba'yı terk ettiğini, kuzey sahillerindeki otellerin bomboş olduğunu bildirdi.

Dalgaların boyu 11 metreyi aştı

İngiltere toprağı olan Turks ve Caicos adalarının açıklarında, dalga boyları 11 metrenin üzerine çıktı.

Hâlâ 2010'daki büyük depremin yaralarını sarmaya çalışan Haiti'de de Irma Kasırgası nedeniyle altyapı hasarları oluştu.

Kasırganın haftasonundan itibaren Florida'da etkisini göstermesi bekleniyor.

Kızılhaç örgütü, şu ana kadar 1,2 milyon kişinin Irma Kasırgası'ndan etkilendiğini, ilerleyen günlerde bu sayının 26 milyona çıkacağını söyledi.

Örgüt ayrıca temiz suya erişimin kesildiği bölgelerde salgın hastalık riskinin ortaya çıktığını da ifade ederek, "Afet nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısının artması muhtemel" dedi.

Turks ve Caicos takım adalarının en büyüğü Grand Turk adasında evlerin çatıları uçarken, yerleşim yerlerinin büyük kısmında sel felaketi yaşanıyor.

Adada elektrik iletim altyapısı da ciddi biçimde hasar gördü ve evlerin büyük kısmı elektriksiz kaldı.

Benzer durumlar, Dominik Cumhuriyeti ve Haiti'nin kasırgadan etkilenen bölümleri için de geçerli.

Küba'da ise Irma'nın en büyük hasarı vermesi beklenen sahil şeridindeki otellerde kalan binlerce turist, iç bölgelere taşındı.

Yerel havalimanlarında meydana gelen hasarlar nedeniyle insani yardım ulaştırma konusunda da sıkıntılar yaşanıyor.

Irma Kasırgası'nın Küba'dan önce vurduğu yerler:

   Turks ve Caicos Adaları:Büyük hasara neden oldu, boyutu henüz bilinmiyor.
   Barbuda: Bu küçük adanın 'neredeyse yaşanamaz hale geldiği' söyleniyor. Yerleşim yerlerinde ve altyapıdaki hasar boyutunun yüzde 95'i bulduğu açıklandı. Barbuda Başbakanı Gaston Browne, kasırganın 100 milyon dolarlık bir maliyet ortaya çıkardığını söylüyor.
   St Martin: Fransa ve Hollanda arasında bölünmüş olan bu adada ise Hollanda'ya ait olan tarafta büyük bir tahribat meydana geldi. Adada 5 kişi hayatını kaybetti.
   Porto Riko: ABD toprağı olan Porto Riko'da 6.000 üzerinde kişi barınaklarda yaşamaya başlamış durumda. Adanın büyük kısmında elektrik kesintileri yaşanıyor.
   Virgin Adaları: Altyapıda büyük hasar meydana geldiği biliniyor. Adada 4 kişi hayatını kaybetti.
   Anguilla: İngiltere toprağı olan bu adada da bir kişi öldü. Bir görgü tanığı 'Adamız nükleer saldırıya uğramış gibi gözüküyor' dedi.
   Virgin Adaları: İngiltere'ye bağlı ada takımında acil durum ilan edildi. Enkaz altında hayatını kaybetmiş kişiler olabileceğinden endişe ediliyor.


Irma, Küba'nın on yıllardır gördüğü ilk 5 şiddetinde kasırga oldu. Başkent Havana'daki BBC muhabiri Will Grant, adanın kentleri ile taşrası arasındaki iletişim hatlarının hasar gördüğünü ve bazı bölgelerde elektrik kesintileri yaşandığını aktardı.

Fransız haber ajansı AFP'ye konuşan yetkililer ise detay vermeden "Kasırga adada ciddi hasara yol açtı" dedi.

Irma Kasırgası, tarihin en şiddetli fırtınalarına kıyasla ne kadar güçlü?

Irma Kasırgası, Atlantik Okyanusu'nda bugüne kadar kaydedilmiş en güçlü fırtınalar arasında yer alıyor.

Kasırganın hızı, saatte 300 kilometreye ulaştı. Irma, Karayipler'den ABD'nin Florida eyaletine doğru ilerlerken, bölge halkı da hem şiddetli rüzgar hem de yoğun yağışlardan kendini korumak için önlemler almaya çalışıyor.
Kategori 5 ne demek?

Kategori 5, Atlantik Okyanusu ile Pasifik Okyanusu'nun kuzeyinde oluşan kasırgaları rüzgar hızına göre ölçen Saffir-Simpson ölçeğinin en şiddetli grubuna verilen isim.

Bu ölçek, mühendis Herbert Saffir ve ABD Ulusal Kasırga Merkezi'nin (NRC) eski başkanı meteoroloji uzmanı Robert Simpson tarafından 1971 yılında geliştirildi.

Saatte 250 kilometrenin üzerinde hıza ulaşan rüzgarlar, Kategori 5 olarak değerlendiriliyor.

Tarihte kayda geçen en güçlü Atlas Okyanusu fırtınası: Irma Kasırgası

Irma Kasırgası , Karayipler ve ABD'nin Florida Eyaleti'ne doğru ilerliyor. Hızı saatte 300 kilometreye ulaşan kasırganın büyüklüğü neredeyse Fransa kadar.

En tehlikeli kasırga türü olan Kategori 5'e yükseltilen Irma'nın yerel saatle bu akşam Porto Riko adasına ulaşması bekleniyor.

Kasırganın güzergâhında bulunan Karayip adaları Barbuda ve Antigua'da elektrik santralleri kapatıldı ve halka sığınaklardan çıkmama uyarıları yapıldı.

Eğer Irma hız kesmeden ilerlemeye devam ederse Dominik Cumhuriyeti, Haiti ve Küba'yı vurduktan sonra ABD'nin Florida Eyaleti'ne doğru ilerleyebilir.

Irma nasıl bu kadar güçlendi?

Okyanus suyunun ısınması, Irma gibi kasırgaların yakıtı oluyor. Su ne kadar sıcaksa oluşan kasırganın şiddeti de o kadar büyüyor.

Irma Kasırgası da şu anda normalden bir derece yüksek suların üzerinde seyrediyor. Fransız haber ajansı AFP'ye konuşan Meteoroloji uzmanı Jeff Masters, Irma'nın şiddetini artıran ve sıcaklığı 26 dereceyi bulan okyanus sularının bu sıcaklığı 80 metre derinliğe kadar muhafaza ettiğini anlatıyor.

Irma Kasırgası'nın çapı ise 600 kilometreyi buluyor. Kasırganın büyüklüğü neredeyse İstanbul'dan Kayseri'ye kadar uzanıyor.

Nasıl bir yıkıma yol açabilir?

Irma Kasırgası'nın merkezi, Porto Riko'ya 80 km uzaktan geçecek. Kasırga'nın karaya temas etmesiyle birlikte bazı bölgelerde bırakacağı yağmurun 45 cm'ye ulaşabileceği ifade ediliyor.

ABD merkezli Ulusal Kasırga Merkezi'nden yapılan açıklamada, Irma'nın getireceği yağmur nedeniyle bazı bölgelerde sel felaketleri veya toprak kaymaları yaşanabileceği ifade edildi.

Leewards Adaları açıklarında ise dalga boyutlarının 11 metreyi aşabileceği uyarıları yapılıyor.

Porto Riko Valisi Ricardo Rossello, düzenlediği basın toplantısında "Karşı karşıya olduğumuz tehlike önceki kasırgalara benzemiyor. Kentsel altyapının önemli bir kısmı bu kadar güçlü bir kasırgaya dayanamayacak" dedi.

Porto Riko'nun elektrik dağıtım şirketi ise Irma nedeniyle birçok bölgenin bir haftadan uzun süre elektriksiz kalabileceği uyarısını yapıyor.

Hangi önlemler alınıyor?

Karayipler'de yerel yönetimler kadar halk da kendi tedbirlerini almaya uğraşıyor. İngiltere'de yayınlanan Guardian gazetesi, Antigua Adası'nda yaşayan Carol Joseph'in "Kategori 5 bolmuş. Dehşet içindeyim" sözlerini aktarıyor. Joseph, son bir kez süpermarkete giderek konserve gıda stoku yaptığını ve yeni piller aldığını söylüyor.

ABD Başkanı Donald Trump, ABD'ye bağlı Virgin Adaları ile Porto Riko'nun yanı sıra Florida Eyaleti'nde acil durum ilân etti.

Porto Riko Valisi Rossello, halkın da yetkililere alınan önlemler konusunda yardımcı olmasını isteyerek "Gelecek birkaç saat içerisinde alacağımız kararlar ölüm kalım kararları olacak" ifadesini kullandı.

Fransa'ya bağlı Guadalup Adası'nda okullar ve kamu binaları kapatıldı. Hastanelerde ilaç, gıda ve içme suyu stoku yapılıyor ve sahil şeridinde yaşayanlar tahliye edilerek, adanın iç bölgelerindeki daha güvenli yerlere taşınıyor.

Gelecek haftanın başında Florida Eyaleti'ne ulaşması beklenen Irma Kasırgası'na karşı alınan tedbirler arasında 7 bin sahil güvenlik personelinin teyakkuza geçirilmesi de var.

Sahil güvenlik ekipleri Cuma gününden itibaren sahil şeridi boyunca görev yapmaya başlayacaklar.

Harvey Kasırgası'nın maliyeti 180 milyar dolara çıkabilir

ABD'nin Teksas eyaletinin valisi Greg Abbott, Harvey Kasırgası'nın ardından yeniden yapım çalışmaları maliyetinin 180 milyar dolara kadar çıkabileceğini söyledi.

Abbott, Fox haber kanalına yaptığı açıklamada ortaya çıkan zararın 2005 yılında New Orleans'i vuran Katrina Kasırgası'ndan daha kötü olduğunu vurguladı:

"Katrina hatırladığım kadarıyla 120 milyar dolarlık bir zarara yol açtı; ancak Harvey Kasırgası'ndan etkilenen evlere ve işyerlerine baktığınızda bu rakam 120 milyar doları aşıp 150, 180 milyar dolara çıkabilir."

Hükümet şimdiden Kongre'den toparlanma çalışmaları için başlangıç olarak 7,85 milyar dolar talep etti.

Beyaz Saray, hükümetin harcama yapması için konan tavanın toparlanma çalışmaları için artırılması gerektiği uyarısında bulunmuştu. Bu tavanı sadece Kongre yükseltebiliyor.
47 kişi hayatını kaybetti

Federal hükümetin acil durum yönetiminin başında olan Brock Long ise Harvey Kasırgası'nın yerel yönetimlerin bütçelerinden acil durumlar için kenara para ayırmaları adına bir ders olması gerektiğini söyledi.

Harvey Fırtınası'nın zararını karşılamak için oluşturulacak fona ABD Başkanı Donald Trump'ın kişisel servetinden 1 milyon dolar yardım yapacağı açıklanmıştı.

Bir hafta önce başlayan kasırga sırasında en az 47 kişi hayatını kaybetti. 43 bin kişi ise sığınaklara alındı.

Venezuela: Yardım edebiliriz

Harvey Kasırgası mağdurları için beklenmedik bir yardım teklifi ise Venezuela'dan geldi.

Venezuela Dışişleri Bakanı Jorge Arreaza, iki ülke arasındaki siyasi farklara rağmen 5 milyon dolar yardımda bulunabileceklerini söyledi.

Arreaza paranın Venezuela devleti petrol şirketine bağlı olan Amerikan Citgo şirketinin petrol satışından gelebileceğini belirtti.


75 yıldır evli olan Irma ve Harvey'nin kasırga şaşkınlığı

Irma ve Harvey kasırgaları Atlantik Okyanusu'nu etkisi altına almışken , ABD'de yaşayan ve 75 yıldır evli olan Irma ile Harvey çifti olan biteni şaşkınlıkla izliyor.

Amerikan gazetesi New York Times'ın haberinde, 92 yaşındaki Irma ve 104 yaşında olan Harvey'nin bu raslantıya verdikleri tepki yer alıyor.

Washington eyaletinin Spokane şehrinde yaşayan çift, ilk defa bir uçağı gördükleri anı, Büyük Bunalım yıllarını, Neil Armstrong'un Ay'a adım atmasını, ABD Başkanı John F. Kennedy'nin suikaste kurban gittiği günü hatırlasa da hava olaylarının hayatlarını etkilediği bir anı hatırlamıyor.

Gazeteye konuşan Irma Schluter, isimlerinin bütün Amerikan televizyonlarında sabah akşam yer almasına şaşırdıklarını söylüyor:

"Bunu nasıl yaptıklarını bilmiyorum. Harvey ve Irma... Nasıl bu ortaya çıktı."
Bir erkek, bir kadın kasırga ismi

Dünya Meteoroloji Organizasyonu, 1979 yılından beri Atlantik Okyanusu'nda görülen kasırgalara sırayla erkek ve kadın isimleri koyuyor.

İsimleri içeren altı büyük liste sırayla dönerken, ancak çok büyük olan ve yıkıcı etkilere yol açan kasırgaların adları emekliye ayrılıyor.

İlk defa 1981'de bir kasırgaya Harvey ismi verilmiş; 2011 yılında ise yol açtığı etkiler yüzünden bir kasırga olarak Irene ismi emekliğe ayrılmış, yerine Irma gelmişti.

Harvey ve Irma kasırgalarının şimdiden yol açtıkları yıkıcı etkilere bakılırsa bu iki kasırganın beraber denk gelmesi tarihte bir daha olmayacak.

120 çocuğa evlerini açtılar

Sosyal medyada da Harvey ve Irma çiftinin hikayesi büyük ilgi uyandırdı.

NBC'nin baş Beyaz Saray muhabiri Hallie Jackson da haberi paylaşanlardandı.

Ancak hayatları boyunca çocuklara evlerini açmış olan çift, isimlerinin olumsuz olaylarla anılmasına üzülüyor.

Şimdiye kadar hayatlarında hiç kasırga görmeyen çift, 1942'de evlendiklerinde Harvey berber olarak çalışıyordu.

Ev kadını olan Irma ise evde yalnız olmaktan sıkılınca evlerini çocuklara açmaya karar vermişler.

Hayatları boyunca fiziksel ya da zihinsel engelli 120 çocuğu evlerine aldıkları belirtiliyor.

İki kasırganın yarattığı yıkıntıyı gören Irma ise "Ne yapmak gerektiğini bilmiyorum, hiç böyle bir durumda bulunmadım. Nasıl olduğunu bilmesem de sanırım insanlara yardım etmeye çalışırdım" diyor.

-------------------
Kaynak : BBC com

[Resim: irma-kasirgasi_v1_3iiuh9.jpg]

[Resim: irma-kasirgasi_v1_4tjutr.jpg]

[Resim: irma-kasirgasi_v1_58iuxw.jpg]

[Resim: irma-kasirgasi_v1_6fsui0.jpg]

[Resim: irma-kasirgasi_v1_788uos.jpg]

[Resim: irma-kasirgasi_v1_8a0u4u.jpg]

[Resim: irma-kasirgasi_v1_97nugu.jpg]

[Resim: irma-kasirgasi_v1_10maupu.jpg]

[Resim: irma-kasirgasi_v1_115yu2m.jpg]

[Resim: irma-kasirgasi_v1_1ftu98.gif]

[Resim: irma-kasirgasi_v1_1rkuie.jpg]

[Resim: irma-kasirgasi_v1_23puwv.jpg]

Harvey Kasırgasının kahramanı mama taşıyan köpek Otis oldu

[Resim: harvey-kasirgasi-mam8hukq.jpeg]

[Resim: harvey-kasirgasi13kj2g.jpg]

[Resim: harvey-kasirgasi2lmj2c.jpg]

[Resim: harvey-kasirgasi31xk2r.jpg]

[Resim: harvey-kasirgasi452j53.jpg]

[Resim: harvey-kasirgasi5cjk73.jpg]

[Resim: harvey-kasirgasi6ozktp.jpg]

[Resim: harvey-ve-irma-kasirgdxjeq.jpg]

[Resim: irma-ve-harvey-cifti_q0jtt.jpg]

[Resim: irma-ve-harvey-cifti_puj1n.jpg]



Eiketler : Harvey Kasırgası, ve, Irma Kasırgası, Tarihin ,kayda geçen, en büyük, Atlas Okyanusu, kasırgası ,Atlas Okyanusu kasırgası ,kasırga,ABD,ABD e deki,mama taşıyan köpek Otis,mama taşıyan köpek, Otis,


Kara Kedi Neden Uğursuzluk Getirir?

Kara kedinin uğursuzluk getirmesine yönelik öyküler milattan önce 3000’li yıllara dayanır. Eski Mısırlılar döneminde kedi kutsal bir varlık/yaratık olarak görülürdü. Hatta bugünün tam tersine siyah kedilerin ulu birer tanrıça olduğu kabul edilmişti. Eski Mısırlılar kediler konusunda o kadar ileri gitmişlerdi ki kedilerin hastalıkları ve kedilerin ölümden koruyabilmek için kanunlar dahi yapılmıştı.

Siyah kedilerden nefret edilmesinin ana sebebi işte Eski Mısır dininde ki bu kedilerin kutsal kabul edilmesidir. Sonradan ortaya çöıkan Hıristiyanlık dini kendinden önceki dini inanışları yok edebilmek adına kendisinden önceki kültürlerin güzel sembollerini yok edebilmek için tam tersini kabul edip bu şekilde bilgiler yaymaya başladı. İşte bu siyah kedi inanışıda ortaçağ dönemlerinde ilk olarak İngiltere’de başladı.

İngiltere’de ortaçağ döneminde kedi besleyen kişiler yalnız fakir ve yalnız yaşayan ihtiyar insanlardı ve kedilerin sayısı da ülke genelinde hızla artınca bu hayvancıklar iyicene gözden düştüler. Cadılık ve büyücülük ile uğraşanların peşine düşmüş bir Hıristiyan alemi olmayan cadıları yakalayabilmek için kedi besleyen yalnız kadın ve ihtiyarları gözüne kestirmiş ve özellikle siyah ledi besleyen kişiler için akla hayale gelmeyecek hikayeler uydurarak bunu halk arasında yaymıştır. Bu korku dolu hikayelerden korkan halk da artık ne siyah kedilerden ne de bunları besleyenlere karşı iyi duygular hissetmemeye başladı. Cadı avı dönemine gelen bu zamanlarda bir çok yaşlı kadın kedileri ile birlikte diri diri yakılmıştır. Siyah kedinin uğursuzluk getirdiğine dair inanışın temeli bu şekildedir.

Kara Kedi Fotoğrafları

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

   

Resim Kaynak

Microsoft AI
Freepik Pikaso

Etiketler : Kara Kedi ,Neden, Uğursuzluk Getirir?,Kara Kedi Fotoğrafları ,Kara Kedi  resimleri,kedi resimleri,kedi,cat,black cat,grey cat,schwarze katze geschichte,schwarze katze,siyah,black,schwarz,

RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)